Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

El-Bidaye ve'n-Nihaye – Ibn Kesîr

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
İmam Ahmed b. Hanbel, Enes b. Malik'ten rivayet etti ki, Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«Safları sık ve düzgün tutun. Birbirinize yaklaşın. Boyunlarınız aynı hizada olsun. Muhammed'in nefsi kudret elinde bulunan Zat'a yemin ederim ki ben, şeytanın saf boşluklarına küçük kuşlar gibi girdiğini görmekteyim..»

Buharî, Ebu Said'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«(Namaz kılarken) sizden birinizin önünden bir şey geçerse onu me-netsin. Eğer yine geçmek isterse yine onu menetsin, eğer yine geçmek isterse onu öldürsün. Önünden geçmek isteyen o şey, şeytandan başkası değildir.»

İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Ubeyd Hacip Süleyman'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Ata b. Yezid el-Leysî'nin namazda kıyam halinde olduğunu gördüm. Önünden geçeyim, dedim, ama beni geri çevirdi.»

İmam Alımed b. Hanbel, Ebu Said el-Hudrî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir.

Rasûlullah (s.a.v.) sabah namazına durdu. Ben de arkasında durup ona tabi oldum. Okumaya başladı. Okurken yanlışlık yaptı. Namazını tamamladıktan sonra bize şöyle dedi:

«Benimle îblis'i görmeliydiniz. Elimle boğazını tuttum. Boğmaya çalıştım. Öyle ki salyasının soğukluğunu şu iki (başparmakla işaret) parmağım arasında hissettim, eğer kardeşim Süleyman peygamberin duası olmasaydı o İblis, mescidin direklerinden birine bağlı olarak sabahlayacak ve Medine çocukları onunla oynayacaklardı. Sizden biriniz, kendisi ile kıble arasına bir mani girmesini önleyebilir se bunu önlesin.»

Buharî, Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğim rivayet etmiştir: Peygamber (s.a.v.) bir valdt namazını laldı. Namazdan sonra şöyle dedi: «Şeytan karşıma çıktı. Namazımı bozmak istedi, ama Cenâb-ı Allah, onun hakkından gelmem için bana güç verdi.»

«Rabbim! Beni bağışla, bana, benden sonra kimsenin ulaşamayacağı bir hükümranlık ver. Sen, şüphesiz daima bağışta bulunansın.»(Sâd,35.)

Evet, Süleyman peygamber böyle demişti.

Bu ayet-i kerimenin açıklamasını tefsirimizde yaparken Buharî nin şu rivayetini de nakletmiştik: Ebu Hüreyre'den rivayet olunduğuna göre Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«Cin taifesinden bir ifrit, dün gece namazımı bozdurmak için bana ansızın hücum etti, ama Allah Teâlâ beni galip getirip ona istediğimi yapmaya fırsat verdi. Sabah olunca hepiniz onu görüp seyredersiniz diye mescidin direklerinden birine bağlamak istedim. Fakat kardeşim Süleyman (peygamberin): «Rabbim! Beni bağışla. Bana, benden sonra kimsenin ulaşamayacağı bir hükümranlık ver. Sen, şüphesiz daima bağışta bulunansın.» demiş olduğu hatırıma geldi (ve ifriti köpek gibi kovdum).»

Müslim, Ebu Derda'nın şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.) kalkıp namaza durdu. Namaz esnasında,

«Senden Allah'a sığınırım.» dediğim işittik. Sonra üç kez:

«Seni Allah'ın laneti ile lanetliyorum.» dedi ve bir şey tutacakmış gibi elini uzattı. Namazını tamamladıktan sonra kendisine dedik İd:

«Ya Rasûlallah, daha Önce namazda söylemediğin bir şeyi söylediğini duyduk ve elini bir şeye uzattığını gördük.»

Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) şöyle dedi:

«Allah'ın düşmanı İblis, yüzüme atmak için bir ateş koru getirdi. Ben de ona üç kez;

«Senden Allah'a sığınırım.» dedim. Sonra ona:

«Allah'ın tam laneti ile seni lanetliyorum.» dedim. Ama yine de geri çekilmedi. Onu yakalamak istedim. Allah'a yemin ederim ki kardeşimiz (peygamber) Süleyman'ın duası olmasaydı İblis, bağlanmış olarak sabahlayacak ve Medinelilerin çocukları onunla oynayacaklardı.»

Yüce Allah buyurdu ki:

«Dünya hayatı sakın sizi aldatmasın. Allah'ın affına güvendirerek şeytan sizi ayartmasın.» (Lokman,33.)

«Şeytan şüphesiz sizin düşmanınız dır, siz de onu düşman tutun; o, kendi taraftarlarını, çılgın alevli Cehennem yaranı olmaya çağırır.» (el-Fâtır,6.)

Şeytan, olanca gücünü sarfederek bütün hallerinde, hareketlerinde, durgunluklarında insanı ayartmaktan geri durmaz. Nitekim Hafız Ebu Bekir b. Ebuddünya bu konuda «Şeytanın Tuzakları» adlı bir kitap yazmıştır. Bu kitapta çok faydalar vardır.

Ebu Davud'un Sünen'inde rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.) dua ederken şöyle demiştir:

«Allah'ım, ölüm esnasında şeytanın bana kötülük dokundurmasından sana sığınıyorum.» Bazı haberlerde rivayet ettiğimize göre şeytan şöyle demiştir: «Ya Rab! İzzetine ve Celaline andolsun ki insanları, ruhları bedenlerinde bulunduğu sürece ayartmaya çalışacağım.» Ona cevaben de yüce Allah şöyle buyurmuştur:

«İzzet ve Celalime andolsun ki onlar da benden mağfiret diledikleri sürece onları bağışlayacağım.»

Yüce Allah, bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:

«Şeytan sizi fakirlikle korkutarak cimriliği ve hayasızlığı emreder. Allah ise kendisinden mağfiret ve bol nimet vadeder. Allah'ın lutfu boldur. O, her şeyi bilir,» {el-Bakara,2G8.)

Allah'ın vaadi, gerçek ve doğrudur. Şeytanın vaadi ise, asılsız ve batıldır.

Tircnizî, Neseî ve İbn Hıbban'm rivayetlerine göre İbn Mesud, Peygamber (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu nakletmiş tir:

«Doğrusu şeytan da melek te insanoğlunu dürterler. Şeytanın dürtmesi, ona kötülük yaptırmak ve hakkı yalanlatmak içindir. Meleğin dürtmesi ise, hayır yaptırmak ve hakkı tatbik etmek içindir. Meleğin dürtmesini hisseden kimse, bilsin ki bu Allah'tandır ve Allah'a hanıdet-sin. Diğer dürtmeyi hisseden kimse de şeytandan Allah'a sığınsın.» Peygamber (s.a.v.) böyle dedikten sonra şu ayet-i kerimeyi okudu:

«Şeytan sizi fakirlikle korkutarak cimriliği ve hayasızlığı emreder. Allah ise kendisinden mağfiret ve bol nim$. vadeder. Allah'ın lütfü boldur, O, her Şeyi bilir.» (el-Bakara,268.)

el-Bakara sûresinin faziletim anlatırken demiştik ki, bu sûrenin okunduğu evden şeytan kaçıp gider. Ayet-el Kürsi'nin faziletinden de bahsederken demiştik ki, bir kimse bu ayeti bir gecede okursa, şeytan o gece sabaha dek o adama yaklaşmaz.

Buharî, Ebu Hüreyre'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«Bir kimse, Allah'tan başka ilah yoktur. O birdir, Ö'nun ortağı yoktur, mülk O'nundur, hamd O'na mahsustur, O, her şeye kadirdir.» sözünü yüz kez tekrarlarsa, on köle azat etmişçesine sevap kazanır. Ayrıca kendisine yüz sevap yazılır, yüz günahı da silinir ve o gün akşama dek şeytana karşı korunmuş olur. Hiç kimse, o adamdan daha faziletli bir iş yapmış olamaz. Ancak ondan daha fazla sayıda bu duayı okuyan kimse, daha faziletli bir amel işlemiş olur.»

Buharî, Ebu Hüreyre'den rivayet etti ki, Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«Şeytan, insanın doğumu esnasında iki yanma vurur, ancak Meryem oğlu İsa bundan hariçtir. O'na vurmaya gittiği zaman perdeye vurdu.»

Buharî, Ebu Hüreyre'den rivayet etti ki, Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«Esnemek, şeytandandır. Sizden biriniz esneyecek olursa elden geldiğince esnemesini geri çevirsin. Çünkü biriniz (esnerken (hâ) derse şeytan güler.»

Başka bir rivayette anlatıldığına göre Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«Sizden biriniz esneyecek olursa elden geldiğince esnemesini yutsun. Çünkü şeytan (esnediği zaman onun açık ağzından içeriye) girer.»İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Hüreyre'den rivayet etti ki, Rasûlul-lah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«Doğrusu, Allah aksırmayı sever, esnemekten hoşlanmaz, sizden biriniz (esnerken) hâ hâ dediğinde şeytan onun içinden gülüyordun»

Buharî, Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Peygamber (s.a.v.)'e, adaman namaz kılarken.sağa sola dönüp bakmasının hükmünü sordum. O da bana şöyle cevap verdi: «Bu hırsızlıktır. Bunu şeytan sizin birinizin namazından çalar.»

Buharî, Ebu Katade'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«Salih rüya Allah'tandır, kötü rüya şeytandandır. Sizden biriniz korkulu bir rüya gördüğü zaman (uyandığında) sol tarafına tükürsün ve onun şerrinden Allah'a sığınsın. Bu durumda o kimseye zarar veremez.»

İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Hüreyre'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«Sizden biriniz (mü'min) kardeşine silah çekmesin. Çünkü bilemez belki de şeytan onun elinden silahı çeker ve bu yüzden o ateş çukuruna düşer.»

Yüce Allah buyurdu ki:

«Andolsun ki, yakın göğü kandillerle donattık, onlarla şeytanların taşlanmasını sağladık ve şeytanlara çılgın alev azabını hazırladık.» (el-Mülk,5.)

«Şüphesiz Biz, yakın göğü bir süsle, yıldızlarla süsledik. Onu, inatçı

her türlü şeytandan koruduk. Onlar yüce âlemi asla dinleyemezler. Her yönden kovularak atılırlar. Onlara sürekli bir azap vardır. Hele bir tek söz kapan olsun, delici bir alev onun peşine düşüverir.» (es-Sâffât, 6-10.)

«Andolsun ki, gökte burçlar meydana getirdik. Onları bakanlar için donattık. Onları, kovulmuş her şeytandan koruduk. Fakat kulak hırsızlığı yapan olursa, parlak bir ateş onu kovalar.» (el-Hicr,i6-ı 8.)

«Kur'ân'ı şeytanlar indirmemiştir. Bu onlara düşmez, zaten güçleri de yetmez. Doğrusu, onlar vahyi dinlemekten uzak tutulmuşlardır.» (eş-Şuarâ,2lO-212.)

Yüce Allah, cinlerin şöyle dediklerini bize naklediyor: «Doğrusu, biz göğü yokladık, onu sert bekçiler ve kayan ateşlerle doldurulmuş bulduk. Doğrusu biz, göğü, dinleyebileceğimiz bir yerinde otururduk. Ama şimdi kim dinleyecek olsa, kendisini gözleyen bir ateş buluyor.» (el-Cinn,8-9.)

Buharî, Hz. Aişe'den rivayet etti ki, Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«Yeryüzünde olacak şeyleri, bulutlarda bulunan melekler kendi aralarında anlatırlar. Şeytanlar bunlardan bazı sözleri duyunca kahinlerin kulaklarına şişenin tıkırdaması gibi tıkırdatırlar. Bununla birlikte yüz sözü daha eklerler.»

Peygamber (s.a.v.), İblis'in sıfatlarından bahsederken böyle demiştir. Meleklerin evsafından, da bahsetmiştir. Nitekim bu hususta da Hz. Aişe'nin bir rivayeti vardır. Buharî, Urve'nin babası Zübeyr'den rivayet etti ki, Hz. Aişe şöyle demiştir: Bazı kimseler, kahinlerin durumunu Peygamber (s.a.v.)'e sorduklarında O: «Kahinler hiç bir temele dayalı değildirler. Onlara itibar edilmez.» dedi. Soranlar: «Ya Rasûlallah, kahinler bazen öyle şeyler söylüyorlar ki bu gerçekten meydana geliyor.» deyince Rasûlullah (s.a.v.) şöyle karşılık verdi: «O gerçek söz, kahinin cinden çaldığı bir sözdür. O sözü tavuğun gagalaması gibi gagalayıp kulağına bırakır ama bunun yanında o bir gerçek söze yüz yalan sözü de katar.»

Buharî, Ebu Hüreyre'den rivayet etti ki, Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«Cenâb-ı Allah, semada bir işin yapılmasına hükmedince melekler onun buyruğuna teslimiyet göstererek kanatlarım kaya üzerindeki zincir gibi çırparlar. Kalplerindeki korku giderilince, «Rabbiniz ne dedi?» diye sorarlar. Cevap veren de: «Hakkı söyledi. O yüce ve üstündür.» diye karşılık verir. Bunu haber hırsızlığı yapan cinler ve şeytanlar işitirler. Haber hırsızlığı yapan cinler ve şaytanlar şöyle der (Ravi Süfyan, ellerini üst üste koyup parmaklarının arasını açarak gösterdi): Üst üstedirler. Bu sözleri işitirler ve bir altlarındaki haber hırsızlarına intikal ettirirler. Altlarındaki de bir altına intikal ettirir. Böylece ulaştırılmış olur. Bazen haberi ulaştırmadan önce ateş koru, haber hırsızını yakalar. Bazen de ateş koru yetişmeden haberi alttaki hırsıza intikal ettirir, o da bu gerçek habere yüz yalan haber katar, falan günde şöyle ve şöyle demedi mi? denilir. Haber hırsızı da gökten duyduğu gerçek haberi tasdik eder.»

Yüce Allah buyurdu İd:

«Rahman olan Allah'ı anmayı görmezlikten gelene, yanından ayrılmayacak bir şeytanı veririz, şüphesiz onlar bunları yoldan alıkorlar, onlarda doğru yola eriştiklerini sanırlar, sonunda bize gelince arkadaşına: «Keşke benimle senin aranda doğu ile batı arasındaki kadar uzaklık olsaydı, sen ne kötü arkadaşmış sın.» der.» (ez-Zuhruf,36-38.)

«Onların yanına bir takım yardakçılar koyarız da geçmişlerini, geleceklerini onlara güzel gösterirler.» (Fussiiet,25.)

«Yanındaki şeytan: «Rabbimiz! Ben onu azdırmadım. Fakat kendisi derin bir sapıklıktaydı.» der.

Allah: «Benim kapımda çekişmeyin, size bunu önceden bildirmiştim. Benim katımda söz değişmez, ben kullara asla zulmetmem.» der.»(el-Kâf,27-29.)

«Aldatmak için birbirlerine cazip sözler fısıldayan cin ve insan şeytanlarını her peygambere düşman yaptık. Bu şeytanlar, ahirete inanmayanların kalplerinin o söze yönelmesi, ondan hoşnud olması ve kendilerinin işledikleri suçlan işlemeleri için böyle yaparlar. Rabbin dile-seydi bunu yapamazlardı. Sen onları iftiralarıyla başbaşa bırak.» (el-En'âm,H2-113.)

Önceki kısımlarda meleklerin evsafından bahsederken İmam Ah-med b. Hanbel ile Müslim'in İbn Mesud'dan yaptığı şu rivayeti nakletmiştik: Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki:

«Sizden her birinize mutlaka cinlerden ve meleklerden birer arkadaş verilmiştir.»

Dediler ki:

- Sana da mı verilmiştir ya Resûlallah?

- Bana da verilmiştir. Ancak ona karşı, Allah bana yardım etmiştir. Cinlerden olan arkadaşım bana hayırdan başka bir tavsiyede bulunamaz.»

İmam Ahmed b. Hanbel, İbn Abbas'tan rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«Sizden her birinize mutlaka şeytanlardan bir arkadaş verilmiştir.» Dediler ki:

- Sanada mı verilmiştir ya Rasûlallah?

- Evet bana da verilmiştir, ancak ona karşı, Allah bana yardım etti ve o Müslüman oldu.»

İmam Ahmed b. Hanbel, Hz. Aişe'nin şöyle dediğim rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.) bir gece yanımdan çıkıp gitti. Ben onu kıskandım, dönüp geldiğinde benim davranışlarımı gördü, bana şöyle sordu:

- Neyin var ey Aişe, yoksa beni kıskandın mı?

- Benim gibi bir kadın, senin gibi bir kocayı kıskanmaz mı?

- Şeytanın mı seni yakaladı?

- Ya Rasûlallah, benim yanımda şeytan var mıdır?

- Evet.

- Her insanın beraberinde şeytan var mıdır?

- Evet.

- Senin yanında da şeytan var mıdır?

- Evet, ama ona karşı, Rabbim bana yardım etti, nihayet o Müslüman oldu.»

İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Hüreyre'den rivayet etti İd. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«Mü'min kimse şeytanını, sizden birinizin yolculuk halinde devesini itaat altına alıp gidişi gibi itaat altına alıp gider.»

Yüce Allah, İblis'in şöyle dediğini nakletmiştir: «Beni azdırdığın için, andolsun ki, senin doğru yolun üzerinde onlara karşı duracağım. Sonra önlerinden, arkalarından, sağ ve sollarından onlara sokulacağım. Çoğunu sana şükreder bulamayacaksın.» (el-AVâf,i6-i7.)

İmam Ahmed b. Hanbel, Sebre b. Ebi Sakif ten rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«Doğrusu şeytan, ademoğlunu ayartmak için çeşitli yollarda oturmuştur. Önce İslâm yolunda oturarak ona: «Müslüman olup kendi dinini ve atalarının dinini bırakıyor musun?» demiş, fakat ademoğlu ona uymayarak Müslüman olmuştur. Sonra şeytan, hicret yolunda oturarak âdemoğluna: «Hicret edip kendi toprağını ve semanı mı bırakacaksın? Aslında muhacirin durumu ipe bağlı atın durumu gibidir.» demiş, ancak ademoğlu ona uymayıp hicret etmiştir. Sonra şeytan cihad yolunda oturarak -ki bu can ve malla yapılan cihaddır -âdemoğluna: «Savaşacak, öldürüleceksin. Ve karın başkası tarafından m'kahlanacak, malın da başkaları arasında paylaştırılacaktır.» demiş, ancak ademoğlu ona uymayıp cihad etmiştir. Kim (şeytana uymayıp) böyle yaparsa, Allah'ın o kimseyi Cennet'e koyması hak olur. Her kim bu uğurda öldürülürse, Allah'ın o kimseyi Cennet'e koyması haktır. Bu uğurda boğulursa, Allah'ın onu Cennet'e koyması haktır. Bu uğurda bineği onun boynunu kırıp Öldürürse, Allah'ın o kimseyi Cennet'e koyması hak olur.»

İmam Ahmed b. Hanbel, Abdullah b. Ömer'in şöyle dediğini rivayet etmiştir. Rasûlullah (s.a.v.), her sabah ve her akşam mutlaka şu, duaları okurdu:

«Allah'ım, dünyada ve ahirette senden afiyet diliyorum. Allah'ım, dinimde, dünyamda, ailemde ve malımda senden af ve afiyet diliyorum. Allah'ım, gizliliklerimi ört ve korkulardan beni emin kıl. Allah'ım beni önden, arkadan, sağdan, soldan, üstten gelecek kötülüklere karşı koru ve alt taraftan bana bir kötülük gelmesinden senin azametine sığınıyorum.» Ravilerden Veki, alt taraftan gelecek olan kötülüğün, yere batmak olduğunu söylemiştir.
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
Adem (a.s.)'in Yaratılışı


Adem (a.s.)'in Yaratılışı

Allah Teâlâ buyuruyor ki:

«Rabbin meleklere "Ben yeryüzünde bir halife (vekilim olan insan), var edeceğim" demişti; melekler, "orada bozgunculuk yapacak, kanlar akıtacak birini mi var edeceksin? Oysa biz seni överek yüceltiyor ve seni takdis etmekte bulunuyoruz" dediler; Allah "Şüphesiz ben, sizin bilmediklerinizi bilirim" dedi. Ve Adem'e herşeyin ismini öğretti; sonra onları meleklere gösterdi: "Eğer sözünüzde samimi iseniz bunların isimlerini bana söyleyin" dedi. Cevap verdiler: "Sen münezzehsin, öğrettiğinden başka bizim bir bilgimiz yoktur. Şüphesiz sen hem Bilen'sin, hem Hakîm'sin". Allah "Ey Adem, onlara isimlerim söyle" dedi. Adem isimlerini söyleyince, Allah "Ben gökler ve yerde görünmeyeni biliyorum, sizin açıkladığınızı ve gizlemekte olduğunuzu da bilirim, diye size söylememiş miydim?" dedi. Meleklere, "Adem'e secde edin," demiştik. İblis müstesna hepsi secde ettiler; o ise kaçındı, büyüklük tasladı ve inkar edenlerden oldu. "Ey Adem! Eşin ve sen Cennet'te kal, orada olandan istediğiniz yerde bol bol yeyin, yalnız şu ağaca yaklaşmayın; yoksa zalimlerden olursunuz" dedik. Şeytan oradan ikisinin de ayağını kaydırttı, onları bulundukları yerden çıkardı, onlara "Birbirinize düşman olarak inin, yeryüzünde bir müddet için yerleşip geçineceksiniz" dedik. Adem, Rabbinden emirler aldı; onları yerine getirdi, Rabbi de bunun üzerine tevbesini kabul etti. Şüphesiz o tevbeleri daima kabul edendir. Merhametli olandır. "Oradan hepiniz çıkın, tarafımdan size bir yol gösteren gelecektir. Benim yoluma uyanlar için artık korku yoktur; onlar üzülmeyeceklerdir" dedik. İnkar eden kimseler ve ayetlerimizi yalan sayanlar, cehennemlik olanlardır. Onlar orada temelli kalacaklardır.» (el-Bakara, 30-39.)

«Allah'ın katında İsa'nın durumu, -kendisini topraktan yaratıp sonra "ol" demesiyle olmuş olan- Adem'in durumu gibidir.» (Âli Imrân, 59.)

«Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan, ondan eşini var eden ve ikisinden pek çok erkek ve kadın meydana getiren Rabbinize hürmetsizlikten sakının. Kendisi adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'ın ve akrabanın haklarına riayet ediniz. Allah şüphesiz hepinizi görüp gözetmektedir.» (en-Nîsâ,1.)

«Ey insanlar! Doğrusu biz sizleri bir erkekle bir dişiden yarattık.

Sizi milletler ve kabileler haline koyduk ki birbirinizi kolayca tamyası-nız. Şüphesiz, Allah katında en değerliniz, ona karşı gelmekten en çok sakınamnızdır. Allah Bilen'dir, Haberdar'dır.» (el-Hueurât, ıa.)

«Sizi bir nefisten yaratan ve gönlünün huzura kavuşacağı eşini de ondan var eden Allah'tır.» (el-A'râf, 189.)

«"Andolsun ki sizi yarattık, sonra şekil verdik, sonra meleklere: "Adem'e secde edin" dedik; İblis'ten başka hepsi secde etti. O, secde edenlerden olmadı. Allah, "Sana emrettiğim halde seni secdeden alıkoyan nedir?" dedi. "Beni ateşten, onu çamurdan yarattın. Ben ondan üstünüm" cevabını verdi. Ona: "İn oradan, orada büyüklenmek sana düşmez. Defol, sen alçağın birisin" dedi.

"İnsanların tekrar dirilecekleri güne kadar beni ertele" dedi. Allah, "Sen erteye bırakılanlardansın" dedi. "Beni azdırdığın için, andolsun İd, senin doğru yolun üzerinde onlara karşı duracağım; sonra önlerinden, ardlarmdan, sağ ve sollarından onlara sokulacağım; çoğunu sana şükreder bulamayacaksın" dedi. Allah, "Yerilmiş ve kovulmuşsun, oradan defol; andolsun ki insanlardan sana kim uyarsa, onları ve sizi, hepinizi Cehennem'e dolduracağım" dedi. "Ey Adem! Sen ve eşin Cennet'te kalın ve istediğiniz yerden yeyin. Yalnız şu ağaca yaklaşmayın; yoksa zalimlerden olursunuz". Şeytan, ayıp yerlerini kendilerine göstermek için onlara fısıldadı: "Rabbinizin sizi bu ağaçtan men' etmesi melek olmanız veya burada temelli kalmanızı önlemek içindir"."Doğrusu ben size öğüt verenlerdenim" diye ikisine yemin etti.

Böylece onların yanılmalarını sağladı. Ağaçtan meyve tattıklarında, kendilerine ayıp yerleri göründü; Cennet yapraklarından oralarına örtmeğe koyuldular. Rabbleri onlara, "Ben sizi o ağaçtan men' etmemiş miydim? Şeytan'm size apaçık bir düşman olduğunu söylememiş miydim?" diye seslendi. Her ikisi, "Rabbimiz! Kendimize yazık ettik. Bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen biz kaybedenlerden oluruz" dediler. "Birbirinize düşman olarak inin, siz yeryüzünde bir müddet için yerleşip geçineceksiniz". "Orada yaşar, orada ölür ve orada dirilirsiniz" dedi,» (el-A'rfif, 11-25.)

«Sizi yerden yarattık, oraya döndüreceğiz. Sizi tekrar oradan çıkaracağız.» (Tâ-hâ, 55.)

«Andolsun ki insanı balçıktan, işlenebilen kara topraktan yarattık. Cinleri de daha önce, alevli ateşten yarattık. Rabbin meleklere: "Ben balçıktan, işlenebilen kara topraktan bir insan yaratacağım. Onu yapıp ruhumdan üflediğimde ona secdeye kapanın" demişti. Bunun üzerine, İblis'in dışında bütün melekler hemen secde ettiler. O, secde edenlerle beraber olmaktan çekindi. Allah: "Ey İblis! Secde edenlerle beraber olmaktan seni alıkoyan nedir?" dedi. O: "Balçıktan, işlenebilen kara topraktan yarattığın insana secde edemem" dedi. "Öyleyse defol oradan, sen artık kovulmuş birisin. Doğrusu hesap gününe kadar lanet sanadır" dedi. "Rabbim! Beni hiç olmazsa, tekrar dirilecekleri güne kadar ertele" dedi. Allah: "Sen, bilinen gün gelene kadar erteye bırakılanlardansın" dedi. "Rabbim! Beni saptırdığın için, andolsun ki fenalıkları onlara güzel göstereceğim. Halis kıldığın kulların bir yana, onların hepsini saptıracağım" dedi. Allah şöyle dedi: "Benim taahhüd ettiğim dosdoğru yol şudur ki: "Kullarımın üzerinde senin bir nüfuzun olamaz. Ancak sana uyan sapıklar bunun dışındadır". "Ve Cehennem onların hepsinin toplanacağı yerdir". O Cehennemin yedi kapısı olup, her kapıdan onların girecekleri ayrılmış bir kısım vardır.» (el-Hicr, 26-44.)

«Meleklere: "Adem'e secde edin" demiştik. İblis'ten başka hepsi secde etmiş,, o ise: "Çamurdan yarattığına mı secde edeceğim?" demişti. "Benden üstün kıldığını görüyor musun? Kıyamet gününe kadar beni ertelersen, andolsun ki, azı bir yana, onun soyunu kendi buyruğum altına alacağım" demişti. Allah: "Haydi git! Onlardan sana kim uyarsa bil ki, Cehennem hepinizin cezası olur, hem de tam bir ceza" dedi. "Sesinle, gücünün yettiğini yerinden oynat, onlara karşı yaya ve atlılarınla hay-kırarak yürü, mallarına ve çocuklarına ortak ol, onlara vaadlerde bulun". -Ama Şeytan sadece onları aldatmak için vaad eder.- Doğrusu benim mü'min kullarım üzerinde senin bir hakimiyetin olamaz. Rabbin vekil olarak yeter" (el-lsra, 61-66.)

«Meleklere: 'Adem'e secde edin" demiştik. İblis'ten başka hepsi secde etmişti. O, cinlerden idi. Rabbi'nin buyruğu dışına çıktı. Ey insano-ğulları! Siz beri bırakıp size düşman olan onu ve soyunu dost mu ediniyorsunuz? Kendilerine yazık edenler için bu ne kötü değişmedir!» (el-Kehf, 50.)

«Andolsun ki daha önce Adem'e ahid vermiştik, fakat unuttu. Onu azimli bulmadık. Meleklere: "Adem'e secde edin" demiştik; İblis'ten başka hepsi secde etmiş, o çekinmişti.» "Ey Adem! Doğrusu bu, senin ve eşinin düşmanıdır. Sakın sizi Cennet'ten çıkarmasın. Yoksa bedbaht olursun. Doğrusu Cennet'te ne acıkırsın, ne de çıplak kalırsın; orada ne susarsın, ne de güneşin sıcağında kalırsın" dedik. Ama Şeytan ona vesvese verip: "Ey Adem! Sana sonsuzluk ağacını ve çökmesi olmayan bir saltanatı göstereyim mi?" dedi. Bunun üzerine ikisi de o ağacın meyvasmdan yedi. Ayıp yerleri görünüverdi. Cennet yapraklanyla örtünmeye koyuldular. Adem, Rabbine baş kaldırdı ve yolunu şaşırdı. Rabbi yine de onu seçip tevbesini kabul etti, ona doğru yolu gösterdi. Onlara şöyle dedi: Birbirinize düşman olarak hepiniz oradan inin. Elbet size, benden bir yol gösteren gelir; Benim yoluma uyan ne sapar ve ne de bedbaht olur". Benim kitabımdan yüz çeviren bilsin ki onun dar bir geçimi olur ve kıyamet günü de onu kör olarak hasrederiz. O zaman: "Rabbim! Beni ni-Çin kör olarak hasrettin? Oysa ben gören bir kimseydim" der. Allah:

"Böyledir , ayetlerimiz sana gelmişti de sen onları unutmuştun. Bugün de öylece unutulursun" der.» (Tâ-hâ, 115-126.)

«De ki: "Bu Kur'ân büyük bir haberdir, ama siz ondan yüz çeviriyorsunuz." "Yüce âlemde olan tartışmalara dair bir bilgim yoktu". "Bana sadece vahyolunuyor; doğrusu ben ancak apaçık bir uyarıcıyım". Rab-bin meleklere şöyle demişti: "Ben çamurdan bir insan yaratacağım. Onu yapıp ruhumdan üflediğim zaman ona secdeye kapanın". İblis'ten başka bütün melekler secde etmişlerdi. O büyüklük taslamış ve inkarcılardan olmuştu. Allah: "Ey İblis! Kudretimle yarattığıma secde etmekten seni alıkoyan nedir? Böbürlendin mi? Yoksa gururlandın mı?" dedi. İblis: "Ben ondan daha üstünüm; beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın"[1] dedi. Allah: "Defol oradan, sen artık kovulmuş birisin. Ceza gününe kadar lanetim senin üzerinedir" dedi. "Rabbim! Dirilecekleri güne kadar beni ertele" dedi. Allah: "Sen bilinen güne kadar erteye bırakılanlardansın" dedi. İblis: "Senin kudretine andolsun ki, onlardan, sana içten bağlı olan kulların bir yana, hepsini azdıracağım" dedi. Allah: "Doğrudur; işte Ben hakikati' söylüyorum. Sen ve sana uyanların hepsiyle Ce-hennem'i dolduracağım" dedi. Ey Muhammedi De İd: "Buna karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Kendiliğimden bir şey iddia edenlerden de değilim". "Bu Kur'an, ancak âlemler için bir öğüttür". "Onun verdiği haberin doğruluğunu bir zaman sonra öğreneceksiniz."» (Sâd, 67-88.)

Kur'ân-ı Kerim'in değişik bölümlerinden alıntılar yaparak Adem (a.s.)'in kıssasını anlatmış olduk. Bu ayetlerin tümü üzerinde tefsirde1 gerekli açıklamalarda bulunmuştuk. Ancak burada, bu ayet-i kerimelerin ve bunlarla ilgili olarak Rasûlullah (s.a.v.)'dan nakledilen hadis-i şeriflerin ifade ettikleri manalar üzerinde duracağız. Her hususta kendisinden yardım istenilen zat, yüce Allah'tır.

Yüce Allah, meleklere hitabederek şöyle buyurmuştu: "Ben yeryüzünde bir halife varedeceğim" (d-Bakara, 30.) Bu ayet-i kerimeyle Cenâb-ı Allah, birbirlerinin peşi sıra gelecek ve birbirlerinin yerine geçecek olan Adem ve zürriyetini yaratmak istediğini bildirmişti. Nitekim buna işaretle, başka ayet-i kerimelerde de şöyle buyurulmuştur:

"Sizi yeryüzünün halifeleri kılan O'dur" (el-En'âm, 165.)

"Sizi yeryüzünün halifeleri (sahipleri) yapan...." (en-Neml, 62.)

Cenâb-ı Allah, Adem ve zürriyetini yaratmanın önemini bildirmek için meleklere bu şekilde hitapta bulunmuş ve bu büyük işi, vukuundan önce haber vermişti. Melekler de -bazı bilgisiz tefsircilerin sandıkları gibi itiraz etmek veya ademoğlunu küçümsemek yahut onları çekememek nedeniyle değil- bu işin hikmetim öğrenip açığa çıkarmak gayesiyle şu soruyu sormuşlardı: "Orada (yeryüzünde) bozgunculuk yapacak, kanlar akıtacak birini mi var edeceksin?" (el-Bakara, 30.)

Meleklerin, ademoğlunun yeryüzünde bozgunculuk yapacağını, Adem (a.s.)'den önce cinlerin ve binlerin[2] yaptıkları bozgunculuklara kıyaslayarak öne sürdükleri söylenir.

Abdullah b. Ömer (r.a.)'e göre cinler, Adem (a.s.)'den iki bin yıl önce vardı. Cinayetler işleyerek kanlar akıttılar. Allah, üzerlerine meleklerden bir ordu gönderdi. Bu ordu onları adalara sürdü. îbn Abbas (r.a.)'da bu doğrultuda görüş beyanında bulunmuştur. Hasan (r.a.) ise, meleklerin aldıkları ilham neticesinde böyle konuştuklarım söylemiştir. Meleklerin, topraktan -çoğunlukla- ancak bu evsafta varlıklar yaratılabileceğini bildikleri için Adem ve zürriyeti hakkında böyle konuştukları da söylenmektedir.

"Oysa biz seni överek yüceltiyor ve seni takdis etmekte bulunuyoruz". (ei-Bakara, 30.) Yani ey Rabbinıiz, sana süreldi olarak ibadet ediyoruz. Bizden sana karşı gelen hiç bir kimse yoktur. Eğer bu Adem ve zürriyetini yaratmaktaki maksadın, sana ibadet etmeleri ise, bizler gece ve gündüz demeden ibadetimizi sürdürür ve hiç ara vermeyiz. Cenâb-ı Allah: "Şüphesiz Ben, sizin bilmediklerinizi bilirim" dedi. (cî-Bakara, 30.) Meleklerim, Adem ve neslini yaratma konusunda sizin bilmediğiniz yararlar bulunduğunu bilmekteyim. Yani bunların arasından nebiler, rasûller, sıddıklar, şehidler ve salih kimseler çıkacaktır.

Böyle dedikten sonra, Adem (a.s.)'in ilim alanındaki şeref ve üstünlüğünü onlara açıkladı. Ve şöyle buyurdu: "Ve Adem'e herşeyin ismini Öğretti" (el-Bakara, 31.)

İbn Abbas: "Bunlar, halkın birbirleriyle konuşup anlaştıkları insan, hayvan, yer, ova, deniz, dağ, deve, eşek ve bunlara benzer grup, cins ve benzeri şeylerin isimleridir."[3] demiştir.

Mücahid ise: "Cenâb-ı Allah, Adem'e tabak, tencere ve hatta yellenmenin isimlerini öğretti. Ona yürüyen hayvanların, kuşların kısaca herşeyin ismini öğretti" der. Said b. Cübeyr, Katade ve bir çokları böyle demişlerdir.[4]

Rebî dedi ki: Cenâb-ı Allah, Adem'e meleklerin isimlerim öğretti. Abdurrahman b. Zeyd ise, O'na, kendisinin zürriyetinin isimlerini öğrettiğini söylemiştir.[5]

Doğrusu şu ki: İbn Abbas (r.a.)'m da işaret ettiği gibi Cenâb-ı Allah, Adem'e büyüklü küçüklü nesne ve fiillerin isimlerini öğretmiştir.

Buharî ve Müslim bu mevzuda Enes b. Malik (r.a.)!in şu rivayetini nakletmişlerdir. Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu İd: «Kıyamet gününde müminler biraraya gelip toplanacak ve "Rabbinıiz katında bize şefaatçi olacak birini bulsak" diyecek ve Adem (a.s.)'in yanma gidip şöyle diyeceklerdir: "Sen, insanlığın babasısm. Allah seni kendi eliyle yarattı; meleklerini sana secde ettirdi ve bütün şeylerin isimlerini sana öğretti…».

«Sonra onları (isimleri) meleklere gösterdi, "Eğer sözünüzde samimi iseniz bunların isimlerini bana söyleyin" dedi.» (cl-Bakara, 31.)

Hasan Basrî. dedi ki: Cenâb-ı Allah, Adem'i yaratmak istediğinde melekler şöyle dediler: Rabbimizin yaratacağı mahluk ne olursa olsun, biz o yaratıktan mutlaka daha bilgili oluruz. Böyle dedikleri için Cenâb-ı Allah, Adem'i yaratarak onları imtihana çekti. "Eğer sözünüzde samimi iseniz...." ayeti de bunu ifade etmektedir. Tefsirde de[6] genişçe açıkladığımız gibi bazıları bu ayetin başka manaya geldiğini söylemişlerdir. «Melekler dediler ki: "Sen münezzehsin, öğrettiğinden başka bizim bir bilgimiz yoktur. Şüphesiz sen hem Bilensin, hem Hakîm'sin".» (el-Bakara, 32.) Yani sen, kendin Öğretmeden hiç kimsenin senin ilminin zerresini kavrayamayacağı kadar yücesin. "Dilediğinden başka (hiç kimse) onun ilminden hiç birşeyi kavrayamazlar" (cl-Bakara, 255.)

«Allah: "Ey Adem! Onlara isimlerini söyle" dedi. Adem isimlerini söyleyince, Allah: "Ben gökler ve yerde görünmeyeni biliyorum, sizin açıkladığınızı ve gizlemekte olduğunuzu da bilirim, diye size söylememiş miydim?" dedi.» (cl-Bakara, 33.) Açık olan şeyleri bildiğim gibi, gizli olan şeyleri de. bilirim. Denildi ki: Yukarıdaki ayet-i kerimede geçen "Sizin açıkladığınızı bilirim" sözüyle, meleklerin söylemiş oldukları şu söz kastedilmiştir: "Orada bozgunculuk yapacak birini mi var edeceksin?"

Yine yukarıdaki ayet-i kerime'de geçen "Gizlemekte olduğunuzu da bilirim" sözüyle de İblis'in Adem (a.s.)'e karşı, içinde büyüklük ve üstünlük gizlemesi kastedilmiştir. Said b. Cübeyr, Mücahid, Süddî, Dahhak ve Sevrî böyle demişlerdir. İbn Cerir de bu görüşü benimsemiştir.

Ebü'l-Aliye, Rebî', Hasan ve Katade dediler ki: Mezkur ayet-i kerimede geçen "Gizlemekte olduğunuzu da bilirim" cümlesiyle, meleklerin söylemiş oldukları şu söz kastedilmiştir: "Rabbimizin yaratacağı mahlûk ne olursa olsun, biz.o yaratıktan mutlaka daha bilgili ve Allah katında da daha üstün oluruz".[7]

«Meleklere: "Adem'e secde edin" demiştik. İblis müstesna hepsi secde ettiler. O ise kaçındı, büyüklük tasladı.» (ei-Bakara, 34.) Onu kendi eliyle yaratıp içine kendi ruhundan üflediğinde bu, Cenâb-ı Allah'ın Adem (a.s.)'e yapmış olduğu büyük bir ikramdır. Nitekim buyurmuş ki: «Ona (Adem'e) ruhumdan üflediğimde ona secdeye kapanın.» (el-Hicr, 29.)

İşte şu dört hususla Cenâb-ı Allah, Adem (a.s.)'i şereflendirmiştir:

1- Onu kendi eliyle yaratmıştır.

2- Ona kendi ruhundan üflemiştir.

3- Meleklere, ona secde etmelerini emretmiştir.

4- Eşya isimlerini ona öğretmiştir.

Bu sebepledir ki Musa Kelimullah, yüce âlemde kendisiyle bir araya gelip karşılıklı tartıştıklarında Adem (a.s.)'e şöyle demiş: "Sen insanlığın babasısm. Öyle İd Allah seni kendi eliyle yaratmış, kendi ruhundan sana üflemiş, meleklerini sana secde ettirmiş, her şeyin ismini sana öğretmiştir".Önce nakledildiği ve inşallah ileride anlatılacağı gibi, kıyamet gününde mahşer halkı, Adem (a.s.)'e işte böyle diyeceklerdir. Bir ayet-i kerimede de şöyle buyurulur:

«Andolsun ki sizi yarattık, sonra şekil verdik, sonra meleklere, "Adem'e secde edin" dedik, İblis'ten başka hepsi secde etti, o secde edenlerden olmadı.

Allah, "Sana emrettiğim halde seni secdeden alıkoyan nedir?" dedi. "Beni ateşten, onu çamurdan yarattın, ben ondan üstünüm" cevabını verdi.» (el-A'râf,n-12.)

Hasan Basrî dedi ki: İblis (kendisinin ateşten, Adem'in çamurdan yaratıldığını, dolayısıyla kendisinin ondan üstün olduğunu söyleyerek) kıyaslama yaptı. İlk kıyaslama yapan odur.

Muhammed b. Şîrîn dedi ki: "İlk kıyaslama yapan İblis'tir". Güneşe ve aya insanların tapmış olmaları, sn^f kıyaslama yoluyla vuku bulmuştur. Hasan Basrî ile Muhammed b. Şîrîn'in yukarıdaki sözlerini İbn Cerir rivayet etmiştir.[8]

Bu, şu anlama gelir: İblis, kendisiyle Adem arasında kıyaslama yaparak balap düşündü. Kendisinin Adem'den üstün olduğu görüşüne vardı. Kendisine ve diğer meleklere emir verilmiş olmasına rağmen ona secde etmeye yanaşmadı.

Kıyaslama, eğer nassa karşı yapılırsa geçersizdir. Kaldı ki onun bu kıyaslaması aslında geçersiz bir kıyaslamaydı. Çünkü çamur, ateşten daha yararlı ve daha üstündür. Zira çamurda (ve toprakta) durgunluk, yumuşaklık, ağırlık ve üretkenlik vardır. Ateşteyse sertlik, hafiflik, hız ve yakıcılık vardır.



[1] H.K.K.T., îbn Kesîr Tefsiıi kastedilmektedir (Çeviren).

[2] Bin'den kasıt, hin olabilir ki, oda bir cin taifesinin adıdır.

[3] Bkz. Tefsir-i Taberî, 1,170.

[4] Bkz.A.ge.I,170

[5] Bkz.A.g.eI,171.

[6] Tefsirden kasıt H.K.K.T. İbn Kesîr Tefsiridir (Çeviren).

[7] Tefsir-i Taberi, 1,176.

[8] Tefsir-i Taberî, VIII, 98.


>>>Devam
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
Ayrıca yüce Allah, Adem'i kendi eliyle yaratıp ona kendi ruhundan üflemekle şereflendirmiştir. Bu nedenle meleklere, ona secde etmelerini emretmiştir. Nitekim bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:

«Rabbin meleklere: "Ben balçıktan, işlenebilen kara topraktan bir insan yaratacağım. O'nu yapıp ruhumdan üflediğimde ona secdeye kapanın" demişti. Bunun üzerine İblis'in dışında bütün melekler hemen secde ettiler: O, secde edenlerle beraber olmaktan çekindi. Allah: "Ey iblis! Secde edenlerle beraber olmaktan seni alıkoyan nedir?" dedi. O: Balçıktan, işlenebilen kara topraktan yarattığın insana secde edemem" dedi. "Öyleyse defol oradan, sen artık kovulmuş birisin. Doğrusu hesap gününe kadar lanet sanadır" dedi.» (el-Hicr, 28-35.)

İblis, Allah'ın bu lanetine müstahak olmuştu. Çünkü o, Adem'i eksik görmek, onu küçümseyip horlamak, ona karşı üstünlük taslamakla ilahî emre muhalefette ısrar etti, dolayısıyla laneti haketti. Mutlaka Adem'e secde etme konusundaki kesin emre rağmen Hakk'a karşı inatçılık etti.

Hiç bir şey ifade etmeyen mazeretler beyan etmeye başladı. Özrü kabahatinden daha ağırdı. Bununla ilgili olarak Cenâb-ı Allah şöyle buyurmuştur:

«Meleklere: "Adem'e secde e din" demiştik. İblis'ten başka hepsi secde etmiş, o ise: "Çamurdan yarattığına mı secde edeceğim?" demişti. "Benden üstün kıldığını görüyor musun? Kıyamet gününe kadar beni ertelersen, andolsun ki, azı bir yana, onun soyunu kendi buyruğum altına alacağım" demişti. Allah: "Haydi git! Onlardan sana kim uyarsa bil ki, Cehennem hepinizin cezası olur. Hem de tam bir ceza" dedi. "Sesinle, gücünün yettiğini yerinden oynat, onlara karşı yaya ve atlılarınla haykırarak yürü. Mallarına ve çocuklarına ortak ol, onlara vaadlerde bulun" -ama Şeytan sadece onları aldatmak için vaad eder-. Doğrusu benim mü'min kullarım üzerinde senin bir hakimiyetin olamaz. Rabbin vekil olarak yeter.» (el-İsra, 61-66.)

Kehf sûresinde de şöyle buyurulmuştur:

«Meleklere: "Adem'e secde edin" demiştik. İblis'ten başka hepsi secde etmişti. O, cinlerden idi. Rabbinin buyruğu dışına çıktı. Ey insanoğulları! Siz Beni bırakıp onu ve soyunu dost mu ediniyorsunuz?» <el-Kehf,50.)

İblis inatçılık ederek, ilahî emre uymayı gururuna yediremeyerek ve de kasıtlı olarak Allah'ın buyruğuna başkaldırdı. Bu da tabiatının ve çok ihtiyaç duyduğu habis maddesinin kendisine hıyanet etmesi nedeniyle oldu. Çünkü kendisinin de dediği gibi o, ateşten yaratılmıştı. Nitekim Hz. Aişe (r.a.)de, Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu rivayet eder:

«Melekler nurdan yaratıldı. Cinler de yalın bir alevden yaratıldı. Adem ise, niteliği size belirtilen (toprak) dan yaratıldı.»[9]

Hasan Basrî dedi ki: İblis, göz açıp kapayacak kadar kısa bir an için olsa bile meleklerden sayılmadı. Şehr b. Havşeb de şöyle der: İblis, cinlerden idi. Cinler yeryüzünde bozgunculuk yapıp fesad çıkardıklarında Allah, üzerlerine meleklerden bir ordu saldı. Bu ordu onların bir kısmını öldürdü, bir kısmını da denizlerin adalarına sürgün etti. Cinlerin bir kısmı o zaman melekler tarafından esir alınmıştı. İblis' de esirler arasındaydı. Melekler onu yanlarına alıp göğe çıkarmış, böylece o, semada kalmıştı. Melekler Adem'e secde etmekle emrolunduklarında, İblis, secde etmeğe yanaşmamıştı. İbn Mes'ud, İbn Abbas, sahabelerden bir grup, Said b. Müseyyeb ve diğerleri dediler ki: İblis, dünya semasındaki meleklerin reisi idi. İbn Abbas, İblis'in adının Azazîl olduğunu söylemiştir. Yine îbn Abbas'tan gelen bir başka rivayete göre İblis 'in adı Ha-ris'tir. Nakkaş, İblis'in künyesinin Ebu Kerdus olduğunu söylemiştir.

İbn Abbas (r.a.) dedi ki: İblis, meleklerin cin denen bir kabilesinden-di. Bunlar Cennetin hazinedarlarıydılar. İblis, onların en şereflilerinden ve en bilginlerinden olup ibadetçe en önde gelenlerindendi. Dört kana tlılarmdandı. Allah onu çarpıp koyulmuş Şeytan haline getirdi.[10]

«Rabbin meleklere şöyle demişti: "Ben çamurdan bir insan yaratacağım. Onu yapıp ruhumdan ona üflediğim zaman, ona secdeye kapanın". İblis'ten başka bütün melekler secde etmişlerdi. O, büyüklük taslamış ve inkarcılardan olmuştu. Allah: "Ey İblis! Kudretimle yarattığıma secde etmekten seni alıkoyan nedir? Böbürlendin mi? Yoksa gurur-lananlardan mısın?" dedi. İblis: "Ben ondan daha üstünüm. Beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın" dedi. Allah: "Defol oradan, sen artık kovulmuş birisin. Ceza gününe kadar lanetim senin üzerinedir" dedi. "Rabbim! Dirilecekleri güne kadar beni ertele" dedi. Allah: "Sen bilinen güne kadar erteye bırakılanlardansın" dedi. İblis: "Senin kudretine andolsun ki, onlardan, sana içten bağlı olan kulların bir yana, hepsini azdıracağım" dedi. Allah: "Doğrudur; işte ben hakikati söylüyorum. Sen ve sana uyanların hepsiyle Cehennemi dolduracağım" dedi.» (Sâd, 71-85.)

«"Beni azdırdığın için, andolsun ki, senin doğru yolun üzerinde onlara karşı duracağım; sonra önlerinden, ardlarmdan, sağ ve sollarından onlara sokulacağım. Çoğunu sana şükreder bulamayacaksın" dedi.» (A'râf, 16-17.) Yani beni azdırmış olduğundan dolayı her gözetleme yerinde onları bekleyecek ve her taraftan onlara sokulacağım. Evet..İblis'e muhalefet eden mutlu, ona uyan mutsuz olacaktır.

Ahmedb. Hanbel dedi ki: Haşim b. Kasım, Sebure b. Ebi'l-Fakih'den rivayet etti: İşittim ki Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyuruyor: «Şüphesiz ki Şeytan, ademoğlu (nu azdırmak) için yollarında oturmuştur.» [11]

Tefsirciler, Adem'e secde etmekle emrolunan melekler hususunda görüş ayrılığına düşmüşlerdir. Ayetlerin genelinin delâlet ettiği gibi, meleklerin tümü mü ona secde etmekle emrolundular? -bu, cumhur-u ulemanın görüşüdür- Yoksa ona secde etmekle emrolunan meleklerden kasıt, yer melekleri midir? Nitekim îbn Cerir de Dahhak kanalıyla İbn Abbas'tan böyle bir rivayette bulunmuştur. Her ne kadar müteahhirin-den bazı âlimler bu rivayeti tercihe şayan görmüşlerse de bu rivayette kopukluk ve ifadesinde de belirsizlik vardır. Yukarıdaki iki rivayetten en kuvvetli olanı birincisidir. Nitekim "(Allah) meleklerini ona secde ettirdi" hadis-i şerifi de bunu ispatlamaktadır. Doğrusunu Allah bilir. "İn oradan"[12] ve "Çık oradan"[13] diyerek Allah'ın İblisi azarlaması, onun gökte bulunduğuna delâlet etmektedir. Evet, daha önce gökteydi. Kendi ibadeti ve taat ile ibadet bakımından meleklere benzemesi sayesinde ulaştığı, fakat sonradan kibir, hased ve ilahî emre muhalefeti dolayısıyla kaybettiği mertebesinden ve semavî makamından inmekle emrolun-du. Kovulmuş ve yerilmiş olarak yere indirildi.

Cenâb-ı Allah, Adem'e eşiyle birlikte Cennet'te kalmasını emrederek şöyle buyurmuştu:

«"Ey Adem! Eşin ve sen Cennet'te kal, orada olandan istediğiniz yerde bol bol yiyin, yalnız şu ağaca yaklaşmayın; yoksa zalimlerden olursunuz" dedik.» (el-Bakara, 35.)

«"Allah, "yerilmiş ve kovulmuş olarak oradan defol; andolsun ki insanlardan sana kim uyarsa, onları ve sizi, hepinizi Cehenneme dolduracağım" dedi. «Ey Adem, Sen ve eşin Cennet'te kalın ve istediğiniz yerden yeyin, yalnız şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz.» (A'râf, 18-19)

«Meleklere: "Adem'e secde edin" demiştik, İblis'ten başka hepsi secde etmiş, o çekinmişti. "Ey Adem! Doğrusu bu senin ve eşinin düşmanıdır. Sakın sizi Cennet'ten çıkarmasın, yoksa bedbaht olursun. Doğrusu Cennet'te ne acıkırsın, ne de çıplak kalırsın; orada ne susarsın, ne de güneşin sıcağında kalırsın" dedik.» (Tâ-hâ, ııe-119,)

Bu ayetlerin akışından anlaşılıyor ki, Havva'nın yaratılışı, Adem'in Cennet'e girmesinden önce olmuştur. Zira ayet-i kerimede «Ey Adem! Sen ve eşin Cennet'te kalın» (el-Bakara, 35) buyurulmaktadır.

İshak b. Yesar, gerçeğin bu olduğunu açıkça söylemiştir. Nitekim ayetlerin açık anlamı da böyledir.

Süddî, sahabelerin şöyle dediklerini nakleder: İblis, Cennet'ten çıkarıldı. Adem, Cennet'e yerleştirildi. Orada yalnız başına dolaşıyordu. Kendisiyle sükûn bulup huzura kavuşacağı bir eşi yoktu. Bir uykuya daldı. Uyandığında, baş ucunda oturmakta olan bir kadın vardı. Bu kadını Allah, onun kaburga kemiğinden yaratmıştı. Adem ona sordu:

- Sen nesin?

- Bir kadın...

- Niçin yaratıldın?

- Benimle sükûn bulup huzura kavuşasm diye…

Melekler, bilgisini ölçmek için Adem'e sordular;

- Bu kadının adı nedir ey Adem?

- Havva...

- Neden Havva?

- Hayy(canlı) olan bir şeyden yaratıldı da ondan. Muhammed b, İshak, ibn Abbas (r.a.)'dan rivayetle; Havva'nın,

Adem (a.s.)in sol tarafındaki en kısa kaburga kemiğinden yaratıldığım, yaratılırken Ademin uyumakta olduğunu ve yaratıldığı yerde meydana gelen boşluğa da et lehimlendiğini söylemiştir. Bunu şu ayet-i kerime de doğrulamaktadır:

«Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan, ondan eşini var eden ve ikisinden pek çok erkek ve kadın meydana getiren Rabbinize hürmetsizlikten sakının.» (en-Nisâ, ı.)

Bir başka ayette de şöyle buyurulmaktadır:

"Sizi bir nefisten yaratan ve gönlünün huzura kavuşacağı eşini de ondan var eden Allah'tır. Eşine yaklaşınca eşi hafif bir yük yüklendi (hamile oldu) ve bu halde bir müddet taşıdı.» (ei-A'râf, 189.)

Allah izin verirse ileride bunun üzerinde biraz daha duracağız.

Buharî ve Müslim'in Sahihlerinde Ebu Hüreyre'den naklen, Pey-gember (s.a.v.)in şöyle buyurduğu rivayet edilir:

«Size kadınlar hakkında hayırlı olmanızı vasiyet edip dilerim. Kadınlar eğe kemiğinden yaratılmışlardır. Bu kemiğin en eğri kısmı üst tarafıdır. Eğer sen eğri kemiği doğrultmaya kalkarsan onu kırarsın. Kendi haline bırakırsan daima eğri kalır, ( ve öyle kullanırsın). Bu bakımdan size kadınlar hakkında hayırlı olmanızı vasiyet ederim.» [14]

Tefsirciler yüce Allah'ın "Salan bu ağaca yaklaşmayın" buyruğu üzerinde farklı görüşler beyan etmişlerdir: Bazıları ayette sözü edilen ağacın üzüm ağacı olduğunu söylemişlerdir. İbn Abbas, Saidb. Cübeyr, Şa'bî, Ca'de b. Hübeyre, Muhammed b. Kays ve İbn Mes'ud ile sahabie-erden bir grup dediler ki: Yahudiler, bu ağacın buğday ağacı olduğu inancındadırlar. Ayrıca bu, İbn Abbas, Hasan Basrî, Vehb b. Münebbih, Atiyyetü'1-Avfî, Ebu Malik Muharib b. Dessar ve Abdurrahman b. Ebi Leyla'dan rivayet edilmiştir.

Vehb dedi ki: O buğdayın tanesi, kaymaktan daha yumuşak ve baldan da daha tatlıydı. Sevrî, Ebu Malikin ayette sözü edilen ağacın hurma ağacı olduğunu söylediğini nakletmiştir. İbn Cüreyc'de, Mücahidin ayette geçen ağacın incir ağacı olduğunu söylediğini nakletmiştir. Ebu Aliye ise şöyle demiştir:Ayette bahsi geçen ağaç öyle bir ağaçtı ki, ondan yiyenin tuvalete çıkma ihtiyacı olurdu. Cennet'teyse tuvalete çıkmak, pek yakışık almazdı tabii. Tefsircilerin bu konuda farklı görüş beyanında bulunmalarını anlamak mümkündür. Çünkü Cenâb-ı Allah, ayette sözü edilen ağacın adını ve evsafını zikretmemiş, belirsiz bırakmıştır. Belirtmekte fayda olsaydı, Kur'ân'da belirsiz bırakılan diğer yerlerde olduğu gibi bunu bize belirtir ve gerekli açıklamayı yapardı.

Adem'in yerleştirildiği Cennet'in gökte mi, yoksa yerde mi olduğu hususunda tefsircilerin farklı görüşlerine gelince; çözülmesi ve açıklığa kavuşturulması gereken asıl mesele budur. Cunıhur-u ulemaya göre, Adem'in yerleştirildiği Cennet, Cennetü'l-Me'vâ denen göKteki Cen-net'tir. Çünkü ayetlerin ve hadislerin zahirî manaları bunu doğrulamaktadır. Örneğin bir ayet-i kerimede şöyle buyurulm akta dır:

"Ey Adem! Eşin ve sen Cennet'te kal..." dedik (ci-Bakara, 35.) Bu ayet-i kerimede geçen (el-Cennet) kelimesinin başındaki (el) lam-ı tarifi, umum ifade etmediği gibi lafzen bilinen bir şey için de değildir. Sadece zihnen bilinen (Ma'hud-u Zihnî) bir şeyle ilgilidir ki o da şer'an kat'î olarak bilinen Cennetü'l-Me'vâ'dır. Nitekim Musa (a.s.)da Adem (a.s.)'e şöyle demiştir: "Neden, hem bizi hem kendini Cennet'ten çıkardın?" Bu hadis üzerinde ileride konuşulacaktır.

Müslim, sahihinde şöyle bir hadis-i şerife yer vermiştir: Ebu Malik el-Eşcaî, Huzeyfe (r.a.)'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: «Cenâb-ı Allah (kıyamet gününde) insanları (huzurunda) toplayacaktır. Cennet kendilerine yaklaştığı zaman mü'minler kalkıp Adem'e gelecek ve şöyle diyecekler: "Ey babamız! Cennet'in (kapısının) bize açılmasını iste." Adem diyecek ki: Babanız (Adem)'in (yasak ağacın meyvesinden yeme) günahından başka, sizi Cennet'ten çıkaran bir şey mi var sanki?».

Bu hadiste sözü edilen Cennet'in Cennetü'l-Me'vâ olduğuna delâlet eden kuvvetli ve açık bir ifade vardır. Bu husus mutlaka tartışılmalıdır. Bu konuda diğer âlimler de şöyle dediler: Adem'in yerleştirildiği Cennet, Cennetü'1-Huld[15] değildi. Çünkü Adem, orada o bilinen ağaçtan yememekle yükümlü lalındı. Aynca Adem orada uyudu ve oradan çıkarıldı. Oradayken İblis onun yanma girdi ki, bu sayılan hususlar, oranın Cennetü'l-Me'vâ olmasına ters düşerler.

Bu söz Ubey b. Ka'b, Abdullah b. Abbas, Vehb b. Münebbih ve Süf-yan b. Uyeyne'den nakledilmiştir. "Mearif adlı eserinde İbıı Kuteybe, tefsirinde de Kadı Münzir b. Said el-Belûtî de bu görüşü benimsemişler ve Kadı Münzir, bunun için müstakil bir eser yazmıştır. Ebu Hanife ve -Allah'ın rahmetine ersinler- onun arkadaşlarından da böyle bir nakilde bulunmuştur. Ebu Abdullah Muhammed b. Ömer er-Razî b.. Hatib er-Re'y, tefsirinde bu görüşü Ebu Kasım el-Belhî ile Ebu Müslim el-Isfahanî'den nakletmiştir. Kurtubî de tefsirinde bu görüşü Mutezile ve Kaderiye mensuplarından nakletmiştir. Bu kavil, Ehl-i Kitabın elinde mevcud bulunan Tevrat'ın kesin bir ifadesidir. Bu meseledeki görüş ayrılıklarını anlatanlardan biri de Ebu Muhammed b. Hazm'dır. O, bu konuyu "el-Milel Ve-Nihal" adlı eserinde, Ebu Muhammed b. Atiyye ve Ebu İsa er-Rummanî de tefsirlerinde anlatırlar. Bu ihtilaf, ilk cumhur-u ulemadan nakledilir. Ebu Kasım er-Rağıb ile Kadı Maverdî'de tefsirlerinde bu ihtilafa değinmişlerdir. Maverdî demiş ki:

"Adem iîe Havva'nın yerleştirildikleri Cennetin nasıl bir Cennet olduğu hususunda iki görüş ileri sürülerek ihtilafa düşülmüştür: Birinci görüşe göre, yerleştirildikleri Cennet, Cennetü'î-Huld'dur. İkinci görüşe göre ise, orası Allah'ın Adem ile Havva için imtihan yeri olarak hazırladığı bir Cennet'tir. Yoksa ölüm sonrasında mü'minler için mükafat yeri olarak hazırlanmış olan Cennetti']-Huld değildir.

Bu görüşte olanlar da kendi aralarında görüş ayrılığına düşerek iki gruba ayrılmışlardır: Birinci gruba göre, Adem ile Havva'nın yerleştikleri Cennet, gökteydi. Çünkü ayet-i kerimede de anlatıldığı gibi, Cenâb-ı Allah, onları oradan indirmiştir. Yüksekte olmayan bir yerden inmek söz konusu olamayacağına göre, demek İd ikamet etmiş oldukları Cennet, gökte idi.

İkinci gruba göre ise, ikamet etmiş oldukları Cennet, yeryüzündey-di. Çünkü orada Cenâb-ı Allah kendilerini, başka meyvelerden değil de sadece o mahud ağacın meyvesini yemekten yasaklayarak imtihan etmişti. Bu, İbn Yahya'nın kavlidir. Bu da, İblis'in Adem'e secde etmekle emrolunmasmdan sonra olmuştu. Bu kavillerden hangisinin doğru olduğunu Allah bilir. Evet bunlar Maverdî'nin söyledikleriydi. O'nun bu sözleri, nakledilen üç kavli içermektedir. Kendisinin bu meselede görüş belirtmekten çekindiği ifadelerinden hissedilmektedir. Bu nedenledir ki Ebu Abdullah er-Razî, tefsirinde de bu mesele3'le ilgili olarak dört kavil nakletmiştir. Bunlardan üçü, Maverdî'nin naklettikleri olup, dördüncüsü çekimserliktir. Nakledilen bir kavle göre, Adem ile Havva'nın ikamet ettikleri Cennet göktedir. Cennetü'l-Me'vâ değildir. Bu kavil, Ebu Cübbaî'den n aide di İmiş tir.[16]

İkinci görüşün sahipleri, cevap verilmesi zorunlu bir soru ortaya atarak demişler ki: Şüphesiz ki noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah, Adem'e secde etmekten kaçındığı zaman İblis'i kendi yanından kovdu. Yüce makamdan çıkıp yere inmesini emretti. Bu, muhalefet edilmesi mümkün olan şer'î bir emir değildi. Bilakis muhalefet edilmesi ve yerine getirilmemesi imkansız olan kaderi bir emirdi. Bu sebeple Cenâb-ı Allah buyurdu'ki: "Yerilmiş olarak oradan çık!"(el-A’raf, 18.)

«İn oradan, orada büyüklenmek sana düşmez!»(el-A’raf, 13.)

«Defol oradan, sen artık kovulmuş birisin.»(Sâd, 77.)

Her üç ayette geçen "oradan" kelimesiyle Cennet veya sema veya yüksek makam kastedilmiştir. Hangisi kastedilmiş olursa olsun, kalıp yerleşme veya geçip gitme şeklinde de olsa kovulup uzaklaştırıldığı yerde, İblis için artık barınma imkanı kalmamıştır. Bu, bilinen bir husustur.

Denilmiştir ki: Kur'ân ayetlerinin oluşundan açıkça anlaşıldığı gibi İblis, Adem (a.s.)e vesveselenerek şöyle hitapta bulunmuştur:

«Ey Adem! sana sonsuzluk ağacını ve çökmesi olmayan bir saltanatı göstereyim mi?» (Ta-ha, 120.)

«"Rabbinizin sizi bu ağaçtan menetmesi, melek olmanızı veya burada temelli kalmanızı önlemek içindir. Doğrusu ben size öğüt verenlerdenim." diye ikisine yemin etti. Böylece onların yanılmalarını sağladı.» (el-A'râf, 20-22.)

Bu ayetlerin, İblisin Cenhet'te Adem ve Havva ile bir araya gelmiş olduğunu açıkça ifade etmekte olduğunu söyleyenlere şu karşılık verilmiştir: Bu ayetlerdeki ifadeler, İblisin, kalıp yerleşme şeklinde değil de uğrayıp geçme şeklinde Cennet'te Adem ve Havva ile bir araya gelmiş olmasına mani değildir. Yine bu ifadeler, onun Cennetin kapısında veya semanın altında durarak onlara vesvese vermiş olmasına mani değildir.

Her üç görüş üzerinde de düşünülebilir. Doğruyu en iyi bilen Allah'tır.

Bu kavlin sahipleri şu rivayeti, delil olarak ileri sürmüşlerdir: İmam Ahmed b. Hanbel'in oğlu Abdullah, "Ziyadat" adlı eserde, Übey b. Kaab'm şöyle dediğini rivayet etmişti:

«Adem (a.s.) ölüm döşeğine yatıp can çekiştiği esnada iştahı,Cennet üzümünden bir salkım üzüm çekti. Oğulları üzümü bulmak için koşturdular. Yolda melekler karşılarına çıktı. "Ey Ademoğulîarı nereye böyle?" diye sordular. Dediler ki: "Babamızın canı, Cennet üzümünden bir salkım yemek istedi." Melekler onlara, "Geri dönün; bunu yapmanıza gerek kalmadı."- dediler. Adem'in yanına varıp ruhunu teslim aldılar; cenazesini yıkayıp koku sürdüler, kefenlediler. Arkasındaki meleklerle birlikte Cebrail, cenaze namazını kıldırdıktan sonra toprağa verdiler. Ve melekler, Ademin oğullarına: "Ölüleriniz için uygulayacağınız merasim işte budur." dediler.»

Bu hadisin rivayet senedi ve lafzının tamamı, Adem (a.s.)in vefat bahsinde verilecektir.

Bazıları dediler ki: Adem'in bir salkım üzümünü yemek istediği Cennet'e ulaşmak mümkün olmasaydı, oğulları o üzümü getirmek için koşturmazlardı. Bu da o Cennetin gökte değil de yerde olduğunu kanıtlamaktadır. Yine de doğruyu en iyi bilen Allah'tır.

Dediler ki: "Ey Adem! Sen ve eşin Cennet'te kal." (el-Bakara, 35),ayet-i kerimesinde geçen (el-Cenne) kelimesinin başındaki (el) lam-ı tarifini, ahd-i harici elif lamıdır diyerek, Adem ile Havva'nın ikamet ettikleri Cennetin bilinen Cennet-i Huld olduğunu söylemek doğru olmaz.



[9] Sahih-i Müslim.

[10] Tefsir-i Taberî, 1,178.

[11] Tefsir-i Taberî, VIII, 100.

[12] A'râf, 13.

[13] A'râf, 18.

[14] Tecrid-i Sarih Tercemesi, II, 349.

[15] Mü'mirilerin öteki âlemde yerleşip içinde ebedî kalacakları Cennet'e, Cennetül-Huld denir (Çeviren).

[16] Fabr-i Razî Tefsiri, IV, 4.


>>>Devam
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
Ancak bu lam-ı tarif, ahd-i zihni içindir diyerek, bunun yerdeki bir cennet (bahçe) olduğunu söylemek, kabul edilebilir. Zaten ayetin alışı da bunu göstermektedir. Zira Adem (a.s.) yeryüzünde yaratılmıştır. O'nun göğe çıkarıldığına dair bir nakil mevcut değildir. Yeryüzünde kalması için yaratılmıştır. Bunu şu sözüyle de Cenab-ı Allah, meleklerine bildirmiştir: "Ben yeryüzünde bir halife var edeceğim."(ei-Bakara, 30.)

Dediler ki: Yukarıda sözü edilen Cennet, şu ayetteki Cennet gibidir: «Biz bunları, vaktiyle bahçe sahiplerini denediğimiz gibi denedik.»

Bu ayette geçen (el- Ceııne) kelimesinin başındaki (el) harfi, genellik: ifade etmez. Daha önce lafız olarak Cennet kelimesi geçmediğine göre bu, zihnen bilinen ve ayetin akışının delâlet ettiği bir Cenneti ifade etmektedir ki, o da bilinen anlamıyla bahçedir.

Dediler ki: Ayette inme eyleminden söz edilmiş olması, illa da gökten inme manasına delâlet etmez. Yüce Allah buyurmuş ki:

«Ey Nuh! Sana ve seninle beraber olan topluluklara bizden bir selamet ve bereketle gemiden in.»'(Hud, 48.)

Nuh (a.s.) gemideydi. Gemi Cudi dağı üzerinde durup ta sular yeryüzünden çekilince Cenâb-ı Allah, selamet ve bereketle birlikte Nuh'a, gemidekilerle beraber yere inmesini emretti.

Diğer bazı ayetlerde de şöyle buyurulmaktadır:

«Bir şehre inin, şüphesiz orada istediğiniz vardır.» (el-Bakara, eı.)

«Taşlar arasında Allah korkusundan yuvarlananlar vardır.» (el-Bakara, 74.)

Adem, Havva ve İblis ile ilgili olarak ayetlerde geçen ve inmek şeklinde tercüme ettiğimiz hübut mastarı, yukarıdaki ayet, hadis ve lügat-larda inmek, yuvarlanmak ve benzeri manalara gelmektedir.

Denilmiştir ki: Adem'in yerleştirildiği Cennetin, yeryüzünün diğer parçalarından daha yüksek, ağaçlı, meyveli, gölgeli, nimetli, ferahlı ve sürurlu bir yer olmasına mani hiç bir şey yoktur. Nitekim yüce Allah buyurmuş İd;

«Doğrusu Cennet'te ne acıkırsın, ne de çıplak kalırsın.» (Tâ-Hâ, 118.)

Yani için açlıkla, çıplaklıkla zelil olmayacaktır.

«Orada ne susarsın ne de güneşin sıcağında kalırsın.» (Tâ-Hâ, 119.)

Yani içine susuzluğun, dışına da güneşin ısısı dokunmayacaktır. Aralarında uygunluk ve tevafuk bulunduğu için, ayet-i kerimede susuzlukla güneş birarada zikredilmiştir.

Adem (a.s.), yasaklandığı ağaçtan yeme suçunu işleyince mutsuzluk, yorgunluk, zahmet, keder, zorluk, uğraş, imtihan, ibtüa ve sınama yeri olan yeryüzüne indirildi. Dinleri, huyları, işleri, amaçları, niyetleri, sözleri ve fiilleri farkh olan varlıkların yaşadığı yeryüzüne indi. Nitekim yüce Allah buyurdu ki:

«Yeryüzünde bir müddet için yerleşip geçineceksiniz.» (d-Bakara, 36.) Yukarıdaki ayetin ifadesi, onların gökte bulundukları şeklinde bir kanıya vai'mamızı zorunlu kılmamaktadır. Bir ayette ise şöyle buyurul-muştur:

«Ondan sonra İsrailoğullan'na : "Bu memlekette siz oturun, kıyamet koptuğunda hepinizi; bir araya getiririz." dedik.» (ci-lsrâ, 104.)

Bilindiği gibi İsrailoğulları gökte değil, yeryüzünde idiler.

Denilmiştir ki; bu kavil, Cennet ile Cehennenı'in bu gün için mevcud olduklarını inkar eden ve aralarında bağlantı bulunmadığım söyleyen kimselerin kavlinden türemiş değildir. Bu kavlin kendisinden nakledildiği Selef Ulemasının tümü ile Halef Ulemasının çoğunluğu, Cennet ile Cehennem'in bu gün için mevcud olduğunu ispatlamışlardır. Nitekim ayetlerle sahih hadisler de buna delâlet etmektedirler. Doğruyu en iyi bilen, noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah'tır.

«Şeytan oradan (Cennet'ten) ikisinin de ayağını kaydırttı. Onları bulundukları yerden çıkardı.» (ei-Bakara,36.)

Onları nimetlerden, parlaklık ve sürurdan çıkarıp yoi'gunluk, zorluk ve zahmet yurdu olan yeryüzüne indirdi. Bunu, az sonra nakledeceğimiz ayet-i kerimede de bildirileceği gibi kendilerine fısıldayarak, yapacakları kötü işi gönüllerine hoş göstererek başardı.

«Şeytan, ayıp yerlerini kendilerine göstermek için onlara fısıldadı: "Rabbinizin sizi bu ağaçtan men'etmesi, melek olmanız veya burada temelli kalmanızı önlemek içindir.» (ei-AYâf, 20.) Evet şeytan, onlara şöyle diyordu: Rabbiniz, iki melek olmayasmız ya da bu Cennet'te ebedî kalmayasmız diye bu ağaçtan yemenizi yasakladı. Yani bu ağaçtan yerseniz, iki melek olur ya da burada ebedî kalırsınız.

«"Doğrusu ben size öğüt verenlerdenim." diye ikisine yemin etti.» (el-A'râf,21.)

«Ama Şeytan ona vesvese verip: "Ey Adem! Sana sonsuzluk ağacım ve çökmesi olmayan bir saltanatı göstereyim mi?" dedi.» (Tâ-hâ, 120.)

Yani yediğin takdirde,-içinde bulunduğun bu nimetlerle beraber ebediyyeti elde edeceğin, sonu olmayan, ve hiç çökmeyecek olan bir saltanata kavuşmanı sağlayacak sonsuzluk ağacını sana göstereyim mi? Evet.. Şeytanın böyle yapması, bir nevi aldatma, baştan çıkarma ve gerçek dışı haber verme idi.

Şeytan'm "Yediğin takdirde sonsuzluğa kavuşursun" diye nitelediği ebediyyet ağacı ile, imam Ahmed b. Hanbel'in bahsettiği şu ağaç kastedilmiş olabilir: İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Hüreyre (r.a.)'nin şöyle bir rivayette bulunduğunu nakleder:

«Rasûlullah (s.a.v.) buyurdular: "Cennet'te bir ağaç vardır. Süvari bir kimse onun gölgesinde yüz yıl yürür, yine de gölgesinin sonuna varamaz. O, ebediyyet ağacıdır."»[17]

İmam Ahmed b. Hanıbel, bu hadisi ayrıca Gaııder ve Haccac'dan, O da Şube'den rivayet etmiştir. Aynı hadisi Ebu Davud et- Tayalisî de, Müsnedinde Şu'be'den rivayet etmiştir.

Gander der ki: Ben, Şu'be'ye bunun Şeceretü'l- Huld (ebediyyet ağacı) olup olmadığım sordum. Bana, orada bu ağacın bulunmadığını söyledi.

Bunu yalnız İmam Ahmed b. Hanbel nakletmiştir.

«Böylece onların yanılmalarını sağladı. Ağaçtan meyve tattıklarında kendilerine ayıp yerleri göründü. Cennet yaprak!arından oralarına örtmeğe koyuldular.» {ci-AVâf, 22.)

«Bunun üzerine ikisi de o ağacın meyvasmdan yedi, ayıp yerleri, gö-rünüverdi. Cennet yapraklanyla örtünmeye koyuldular.» (Tâ-ka, 121.}

Yasak ağacın meyvesini Adem'den önce Havva yemişti. Adem'i o ağaçtan yemeye teşvik eden de oymuş. Doğruyu en iyi bilen Allah'tır.

Buhari'nin rivayet ettiği şu hadis-i şerif bu manaya yorulmaktadır: Bişr b. Muhammed, Ebu Hüreyre (r.a.)'den rivayet etti ki, Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuş:

«İsrailoğulları olmasaydı et kokuşup bozulmayacaktı. Havva da olmasaydı, hiç bir kadın kocasına hıyanet etmezdi.»[18]

Ehl-i Kitabın elindeki Tevrat'ta şöyle bir ifadeye rastlamaktayız: 'Yasak ağaçtan yeme yolunu Havva'ya gösteren yılandı. O esnada yılan, güzel ve muhteşem bir şekilde görünmüştü. Yılanın sözüne uyarak Havva, ağaçtan yedi; Adem'e de yedirdi. Orada İblisin adı geçmiyordu. Yedikleri anda gözleri açıldı. Çıplak olduklarım anladılar. İncir yaprağına uzandılar, peştemal gibi yaparak örtünmeye başladılar. Orada her ikisi de çıplak idiler." Vehb b. Münebbih de şöyle der: Giysileri nurdandı. Her ikisinin de haya yerlerinin üzerinde nûr vardı. Ehl-i Kitabın elindeki Tevrat'ta bu ibareler yer almaktadır. Bu ifadeleri Arapçalaştmrken de yanlışlık ve tahrifat yapmışlardır.

Çünkü bir dilden başka bir dile tercüme yapmak, öyle herkese nasib olacak işlerden değildir. Özellikle Arapçayı iyi bilmeyen, Arapça kitapları okuyacak kadar bilgi sahibi olmayan, kimseler, Arapçaya veya Arap-çadan başka dillere tercüme yapamazlar. Bu nedenledir ki Ehl-i Kitap, Tevrat'ı Arapçaya çevirirlerken, lafız ve mana bakımından birçok hatalar yapmışlardır. Arapçaya çevrilen Tevrat'ta Adem ile Havva'nın elbisesiz oldukları anlatılmaktadır. Oysa Kur'ân-ı Azim'üş şan'da ikisinin de önce giyinik oldukları bildirilmektedir:

«Şeytan, ayıp yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyuyordu.» (el-A'râf, 27.)

Bu, başkalarınca reddedilemeyecek bir sözdür. Doğruyu en iyi bilen Allah'tır.

İbn Ebi Hatun dedi ki: Ali b. Hasen b. Eskab, Hasen'den rivayet etti ki: "Adem, uzunboylu, sık saçlı bir adam olarak yaratıldı. Uzun bir hurma ağacım andırıyordu. Yenmesi yasaklanan ağaçtan tadınca, üzerindeki giysisi düştü. İlk görünen yeri, avret mahalli oldu. Avret mahalline bakınca, .Cennet'te koşmaya başladı. Saçı bir ağaca takıldı çekip saçını kurtarmak istedi. Onur ve üstünlük sahibi olan Rahman, ona seslendi: "Ey Adem! Benden mi kaçıyorsun?" Rahmanın sesini duyunca şu karşılığı verdi: "Hayır, ey Rabbim, senden kaçmıyorum. Ama utanıyorum."

Sevrî, İbn Abbas'tan rivayet ederek dedi ki:

"Cennet- yapraklarından oralarına örtmeğe koyuldular." (el-A'râf, 22.) Bu ayet-i kerimede geçen yapraktan kasıt, incir ağacının yaprağıdır.[19]

Bu sahih bir isnaddır. Ehl-i Kitaptan alınma gibidir. Ayetin zahirî, bundan daha umumî bir manayı gerekli kılmaktadır. Ama yukarıdaki manayı kabul etmenin de bir zararı yoktur. Doğruyu en iyi bilen Allah'tır.

Hafız îbn Asakir, Muhammed b. İshak yoluyla Ubey b. Ka'b'dan rivayet ederek Peygamber (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu söyledi:

«Babanız Adem, uzun bir hurma ağacı gibi olup boyu altmış ziralık, sık saçlı ve ayıp yerleri örtülü bir adamdı. Cennet'te günah işleyince kötü yeri göründü, Cennet'ten çıktı. Bir ağaca rastladı; ağaç onun perçemini yakaladı. Rabbi ona seslendi: "Ey Adem! Bu kaçışın benden mi?" Adem dedi ki: "Hayır ey Rabbim! Yaptığım işten dolayı senden utandığım için kaçıyorum.»[20]

«Rabbleri onlara, "Ben sizi o ağaçtan men'etmemiş miydim? Şeytanın size apaçık bir düşman olduğunu söylememiş miydim?" diye seslendi. Her ikisi, "Rabbimiz! Kendimize yazık ettik; bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen biz kaybedenlerden oluruz" dediler.» (el-Araf, 22-23.)

Bu sözleriyle Adem ve Havva, suçlarını itiraf etmiş, tevbe için rable-rine yönelmişlerdi. Boyun eğip arz-ı teslimiyet etmişlerdi. Aynı anda O'na muhtaç olduklarını ifade etmişlerdi. Adem'in zürriyetinden her kime bu sır geçmiş ise bu, o kimsenin hem dünyada hem de ahirette yararına olmuştur.

«Birbirinize düşman olarak inin, siz yeryüzünde bir müddet için yerleşip geçineceksiniz.» dedi. (el-A'râf, 24.)

Bu ilahi hitap; Adem'e, Havva'ya ve İblis'e idi. Denildiğine göre yılan da beraberlerindeymiş. Birbirlerine düşman ve birbirleriyle çatışan kimseler olarak Cennet'ten inmekle emrolundular. Yılanın da onlarla birlikte olduğuna delil olarak şu hadis-i şerif gösterilmiştir: Rasûlullah (s.a.v.), yılanları öldürmeyi emretmiş ve şöyle buyurmuştur: «Onlarla savaştığımızdan bu yana onlardan emin olmadık.»[21]

«...Birbirinize düşman olarak hepiniz oradan inin...» dedi. (Tâ-Hâ, 123.)

Bu emir, Adem'le İblis'e idi. Adem, Havva ve İblisi, yılan takib etti.

Denildi ki: Bu emir, tesniye (ildi) kalıbıyla onların hepsine verilmiştir. Nitekim bir ayet-i kerimede şöyle buyurulmuştur:

«Davud ve Süleyman da milletin koyunlarının yayıldığı bir ekin hakkında hüküm veriyorlarken, biz onların hükmüne şahiddik.» (el-En-biyâ, 78.)

Doğrusu şu ki: Hakim, biri davacı, diğeri davalı olmak üzere ancak iki kişi arasında hüküm verir. Böyle olmakla birlikte yine de Cenab-ı Allah, "Onların hükmüne şahiddik." demiştir. "İkisinin hükmüne" dememiş, "Onların hükmüne" demiştir.

Şimdi de gelelim "İnme" kelimesinin Bakara Sûresinde neden iki defa tekrar edildiğine...

«Onlara: "Birbirinize düşman olarak inin, yeryüzünde bir müddet için yerleşip geçineceksiniz." dedik. Adem, Rabbinden emirler aldı; onları yerine getirdi; Rabbi de bunun üzerine tevbesini kabul etti. Şüphesiz O, tevbeleri daima kabul edendir. Merhametli olandır. "Oradan hepiniz inin. Tarafımdan size bir yol gösterici gelecektir. Benim yoluma uyanlar için artık korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir" dedik. İnkar edenler ve ayetlerimizi yalan sayanlar, cehennemlik olanlardır. Onlar orada temelli kalacaklardır.» feî-Bakara, 36-39.)

Bazı tefsirciler dediler ki: Birinci inişten kasıt, Cennet'ten dünya semasına inmektir. İkinci inişten kasıt, dünya semasından yeryüzüne inmektir.

Fakat bu zayıf bir görüştür. Çünkü birinci inişten bahseden ayette şöyle buyurulmuştur: «Onlara:"Birbirinize düşman olarak inin; yeryüzünde bir müddet için yerleşip geçineceksiniz." dedik.» Bu da onların birinci inişte yeryüzüne indiklerine delâlet etmektedir. Doğruyu en iyi bilen Allah'tır. Sahih görüşe göre iniş her ne kadar bir kez olmuş ise de, lafız olarak tekrarlanmıştır. Yalnız bu tekrarlardan her biri bir hükme bağlanmıştır. Birincisinde onların birbirlerine düşman olacakları gerekçe olarak belirtilmiştir. İkincisindeyse kendilerine şu şart koşulmuştur: Allah'ın göndereceği hidayet rehberine onlardan uyan said (mutlu) olacak; muhalefet edense şald (bedbaht) olacaktır. Kur'ân-ı Ke-rim'de bu konuşma üslubunun benzerleri mevcuttur.

Hafız b. Asakir, Mücahid'den rivayet ederek dedi ki: Adem ile Havva'yı kendi yakınından uzaklaştırmaları için, Cenab-ı Allah iki meleğe emir verdi. Cebrail, Adem'in başındaki tacı çıkardı. Mikail de alnındaki mücevherli takıyı indirdi. Adem'e bir ağacın dalı takıldı. Derhal azap-landırılacağını sandı. Başını önüne eğerek "Af, af' dedi. Allah, "Benden kaçıyor musun?" dedi. Adem,"Hayır.. Senden utanıyorum efendim!" diye karşılık verdi.

Evzaî, İbn Atıyye'den rivayet ederek, Adem'in Cennet'te yüzyıl kaldığını söyledi. Başka bir rivayete göre aitmiş yıl kalmıştır. Cennet'ten çıkarıldığı için yetmiş yıl; günah işlediği için de yetmiş yıl ağlamıştır. Oğlunun öldürülmesi üzerine ise kırk yıl ağlamıştır.

Bunu İbn-Asakir rivayet etmiştir.

İbn Ebi Hatmi dedi ki: Ebu Zer'a , İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: Adem (a.s.) Cennet'ten inerken, Mekke ile Taif arasında Deh-na denilen yere indi.

Hasen dedi ki: Adem (a.s.) Hindistan'a, Havva Cidde'ye, İblis Basra'ya bir kaç millik mesafedeki Destmiyan'a, yılan da İsfahan'a indi.

Bunu İbn Ebi Hatlın de rivayet etmiştir. Süddî dedi ki: Adem (a.s.) Hindistan'a indi. Beraberinde Hacer-i Esved ve bir tutam da Cennet yaprağı vardı. Yaprakları etrafına saçtı. Orada ıtır ağacı yeşerdi.

İbn Ömer (r.a.) dedi ki: Adem Safa'ya, Havva da Merve'ye indi.

Abdürrezzak. Ebu Musa el- Eş'arî'nin şöyle dediğini rivayet etti: Yüce Allah, Adem'i Cennet'ten çıkarıp yeryüzüne indirdiğinde ona her şeyin sanatını öğretti; Cennet meyveleriyle de onu azıklandırdı. Bu meyveleriniz Cennet meyvelerindendiı\ Yalnız bu meyveleriniz değişikliğe uğrarlar, ama onlar asla değişikliğe uğramazlar.

Hakim, "Müstedrek" adlı eserinde dedi ki: Ebu Bekir b. Baleveyh, İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etti: Adem (a.s.) ancak ildndi ile gün batımı arası kadar bir müddet Cennet'te kalabildi.

Zührî, Ebu Hüreyre'den rivayet ederek Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu söyledi: "İçinde güneşin doğduğu en hayırlı gün, cuma günüdür: O günde Adem yaratıldı. O günde Cennet'e konuldu. O günde de oradan çıkarıldı.» .

Sahîh-i Müslim'deki bir başka rivayette de şu ekleme yapılmıştır: «O günde kıyamet kopar.»

Ahmed b. Hanbel dedi ki: Muhammed b. Mus'ab, Ebu Hüreyre'den rivayet ederek Peygamber (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu söyledi: «İçinde güneşin doğduğu en hayırlı gün, cuma günüdür. O günde Adem yaratıldı, o günde Cennet'e konuldu, o günde Cennet'ten çıkarıldı, o günde de kıyamet kopacaktır.»[22]



[17] Suyutî, Camiü's-Sağir, Hadis No: 2318.

[18] Suyutî, Camius-Sağir, Hadis No: 7521.

[19] Hâkim, Müstedrek, II, 319.

[20] Hâkim, Müstedrek,II, 319.

[21] Tefsir-İTaberî)I,191.

[22] Suyutî, Camiü's-Sağir, Hadis No: 4095-4096.


>>>>Devam
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
İbn Asakir'in Ebu Kasım el-Beğavî yoluyla rivayet ettiği hadise gelelim: Muhammed b. Cafer el-Veskanî, Enes (r.a.)'den rivayetle, Peygamber (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu nakletti: «Adem ile Havva'nın ikisi de çıplak vaziyette yere indiler. Üzerlerinde Cennet yaprağı vardı. Adem'e sıcak tesir etti. Oturup ağladı. Eşine: "Ey Havva! Sıcak bana eziyet verdi." diyordu. Cebrail biraz pamuk getirdi. Örmesi için Havva'ya emir verdi. Ve örmeyi ildsine de öğretti. Pamuğu dokuması için Adem'e emir verdi. Ve dokuma işini ona öğretti.»

Resûlullah (s.a.v.) sözüne devamla dedi ki: «Adem, Cennet'te karısıyla cinsel temasta bulunmamıştı. Nihayet yasak ağaçtan yeme nedeniyle işledikleri suçtan ötürü Cennet'ten çıkarıldı(lar). Her biri ayrı ayrı yatıyorlardı. Biri Batha'da, diğeri öbür tarafta yatıyordu. Sonunda Cebrail, Adem'e gelerek eşiyle cinsel temasta bulunmasını söyledi ve nasıl yapacağını ona öğretti.

Cinsel temasta bulunduğunda, Cebrail yine Adem'in yanma geldi ve ona:"Eşini nasıl buldun?" diye sordu. O da: "İyi buldum" diye cevap

verdi."[23]

Bu garip bir hadistir. Merfu bir hadis oluşu da gerçekten münker-dir. Bu, Selef Ulemasından bazılarının sözü olabilir.

«Adem, Rabbinden emirler aldı; onları yerine getirdi, Rabbi de bunun üzerine tevbesini kabul etti. Şüphesiz O, tevbeleri daima kabul edendir. Merhametli olandır.» (ei-Bakara, 37.)

«Rabbimiz! Kendimize yazık ettik; bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen, biz kaybedenlerden oluruz.» (ei-A'râf, 23.)

İbn Ebi Hatîm, Ubeyy b. Ka'b'dan rivayet ederek Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu söyledi: «Adem (a.s.) dedi ki: "Ey Rabbim ne buyurursun? Eğer hatamdan dönüp tevbe edersem Cennet'e döner miyim?" Allah, "Evet" dedi. "Adem, Rabbinden emirler aldı; onları yerine getirdi. Rabbi de bunun üzerine tevbesini kabul etti."» sözünün manası işte budur.

îbn Ebi Nüceyh, Mücahid'in şöyle dediğini rivayet etti; ayetindeki kelimeler şunlardır: "Allahım! Senden başka tanrı yoktur. Sensin noksanlıklardan münezzeh ve yüce olan. Seni överim. Rabbim, ben kendime yazık ettim. Beni bağışla. Şüphesiz sen, merhamet edenlerin en iyisisin. Allahım! Senden başka tanrı yoktur. Sen noksanlıklardan münezzeh ve yüce olansın. Seni överim. Ben kendime yazık ettim. Tevbemi kabul buyur. Şüphesiz sensin tevbeleri kabul buyuran ve merhameti olan."[24]

Hakim, "Müstedrek" adlı eserinde Said b. Cübeyr kanalıyla îbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet eder: «Adem, Rabbinden emirler aldı. Onları yerine getirdi." Adem dedi ki: "Ey Rabbim! Beni kendi elinle yaratmadın mı?." Adem'e, "Evet öyledir" denildi. Adem dedi ki: "Kendi ruhundan bana üflemedin mi?.» O'na, "Evet öyledir" denildi. Adem dedi ki: "Aksır-dım; bana, "Allah sana merhamet etsin" demedin mi? Ve rahmetin gazabını geçip geride bırakmadı mı?" Ona: "Evet öyledir" denildi. Adem dedi ki: "Böyle yapmamı kaderime yazmadın mı?" O'na, "Evet öyledir" denildi. Adem dedi ki: "Ne buyurursun, eğer tevbe edersem beni Cennet'e geri döndürür müsün?" Allah (c.c), "Evet..." dedi.» [25]

Yine Hakim, Beyhald ve İbn Asaldı-, Abdurrahman b. Zeyd b. Eşlem yoluyla, Ömer b. Hattab (r.a.)'dan rivayette bulunarak Rasûlullah (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu söylediler:

"Adem (yasaklanan ağacın meyvesinden yiyerek) günah işlediğinde dedi ki: "Ya Rab! Muhammed hakkı için beni bağışlamanı senden diliyorum." Allah buyurdu ki: "Muhammed'i nasıl bildin? Ben henüz onu yaratmamışım!.» Adem dedi ki: "Ya Rab! Beni kendi elinle yaratıp da ruhundan bana üflediğinde başımı kaldırdım; Arş-ı A'la'nın sütunları üzerinde "Allah'tan başka tanrı yoktur. Muhammed Allah'ın elçisidir." yazılı olduğunu gördüm. Bu vesileyle de, yaratıMann içinde ancak en çok sevdiğin kimsenin adını kendi adınla birleştireceğini anladım." Allah buyurdu ki: "Doğru söyledin ey Adem. Yaratıklar içinde en çok sevdiğim o'dur. o'nun hakkı için bağışlanmayı benden dilediğinden ötürü seni bağışladım. Eğer Muhammed olmasaydı seni yaratmazdım!"

Beyhakî dedi ki: Abdurrahman b. Zeyd b. Eşlem bu hadisin rivayetinde münferid (yalnız) kalmıştır. O, bu balamdan zayıfdır. Allah en iyisini bilir. Bu Allah Teâlânm şu buyruğu gibidir:

"Adem, Rabbine başkaldırdı ve yolunu şaşırdı. Rabbi yine de onu seçip tevbesini kabul etti; ona doğru yolu gösterdi." (Tâ-Ha, 121-122.)

___________________________________
[23] Suyutî, ed-Dürr, I, 138.
[24] Tefsir-i Taberî, 1,194.
[25] Hakim, Müstedrek, II, 261.
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
Adem İle Musa Peygamberin Tartışması

Buharî, Ebu Hüreyre (r.a.)'den rivayet ederek Peygamber (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu söyledi: «Adem ve Musa (a.s.) tartıştılar. Musa ona dedi ki: "Sen, kendi günahın sebebiyle insanları Cennet'ten çıkaran ve onları bedbaht edensin.» Adem dedi ki: "Ey Musa! Sen, Allah'ın, elçilik verip konuşmasıyla seçldn kıldığı bir insansın. Böyle olmakla birlikte, Allah'ın beni yaratmadan önce kaderime yazdığı - veya üzerine yazdığı -bir işi yaptığımdan ötürü beni kınıyor musun?"

Rasûlullah (s.a.v.) dedi ki: «Böyle demekle Adem, Musa'yı mağlub etti.»[1]

İmam Ahmed b. Hanbel dedi ki: Ebu Kamil, Ebu Hüreyre'den rivayet ederek Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu söyledi: «Adem ile Musa tartıştılar. Musa ona dedi ki: "Sen o Ademsin ki, günahın seni Cennet'ten çıkardı." Adem ona şu karşılığı verdi: "Sen o Musa'sın ki Allah, elçilik ve kelamı ile seni seçti. Yaratılışımdan önce kaderime yazılan bir işten dolayı mı beni kınıyorsun?"»

Rasûllullah (s.a.v.) dedi ki: "Böyle demekle Adem, Musa'yı iki kez mağlub etti.»[2]

İmam Ahmed b. Hanbel dedi ki: Muaviye b. Amr, Ebu Hüreyre'den rivayet ederek Peygamber (s.a.v.) efendimizin şöyle buyurduğunu söyledi: «Adem ile Musa tartıştılar; Musa dedi İd: "Ey Adem! Sen öyle bir insansın ki Allah seni kendi eliyle yarattı ve kendi ruhundan sana üfledi. İnsanları azdırıp Cennet'ten çıkardın."

Adem dedi ki: "Sen o Musa'sın ki, Allah seninle konuşarak seni seçkin kılmıştır. Göklerle yerin yaratılışından önce Allah'ın kaderime yazdığı bir işi yaptığım için beni kınıyor musun?" Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Böyle demekle Adem, Musa'yı mağlub etti."[3]

İmam Ahmed b. Hanbel dedi ki: Süfyan, Ebu Hüreyre (r.ajden rivayet ederek Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu söyledi: «Adem ile Musa tartıştılar. Musa ona dedi İd: "Ey Adem! Sen babamızsm. Ama bizi kayba uğratıp Cennet'ten çıkardın." Adem ona şöyle cevap verdi: "Ey Musa! “Sen öyle bir insansın ki, Allah seninle konuşarak seni seçkin kimselerdeıı kıldı." - Bir defasında da Adem, "Elçilik vererek seni seçkin kimselerden kıldı." demişti- Ve eliyle sana yazdı (sana Tevrat'ı verdi). Yaratılmaz dan kırk sene evvel Allah'ın takdir etmiş olduğu bir iş (i yap-mam)dan dolayı mı beni kınıyorsun?.»

Rasûlullah (s.a.v.) buyurdular ki: "Böyle demekle Adem, Musa'yı yendi. Adem, Musa'yı yendi. Adem, Musa'yı yendi."»[4]

Buharî de Ebu Hüreyre (r.a.)'den böyle bir rivayettebulunmuştur: Peygamber (s.a.v.) buyurdular ki: «Adem ile Musa tartıştılar. Musa ona dedi ki: "Ey Adem! Sen babamızsm. Ama bizi kayba uğratıp Cennet'ten çıkardın." Adem, ona şöyle cevap verdi: "Ey Musa! Sen öyle bir insansın ki, Allah seninle konuşarak seni seçkin kimselerden laldı. Ve eliyle sana yazdı (Tevrat'ı sana verdi). Ben yaratılmaz dan kırk sene evvel Allah'ın takdir etmiş olduğu bir iş(i yapmamdan dolayı mı beni kınıyorsun?.» Rasûlullah (s.a.v.) buyurdular ki: "Böyle demekle Adem, Musa'yı yendi. Adem, Musa'yı yendi. Adem, Musa'yı yendi."»[5]

Ahmed b. Hanbel, Ebu Hüreyre'den rivayet ederek Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu söyledi: "Musa, Adem'e rastladı ve şöyle dedi: "Sen O Adem'sin İd, Allah seni kendi eliyle yarattı; meleklerini sana secde etth'di, seni Cennete yerleştirdi. Sonra da sen, yapacağını yaptın!" Adem, ona şu karşılığı verdi: "Sen o Musa'sın ki, Allah seninle konuştu, seni elçisi kılarak seçkin kimselerden kıldı. Sana Tevrat'ı indirdi. Ben mi önce gelirim, yoksa zikir mi?" Musa, "Hayır, tabii ki zikir önce gelir." dedi. Rasûlullah (s.a.v.) buyurdular İd: "Böyle demekle Adem, Musa'yı mağlub etti."»[6]

İmam Ahmed b. Hanbel dedi ki: Hüseyin, Ebu Hüreyre (r.a.)'den rivayet ederek Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu söyledi: «Musa, Adem'e rastladı ve ona şöyle dedi: "Sen o Adem'sin ki, Allah seni kendi eliyle ya rattı, seni Cennet'ine yerleştirdi ve meleklerini sana secde ettirdi. Sonra da sen, yapacağını yaptın." Adem, Musa'ya şu cevabı verdi: "Sen öyle bir insansın M, Allah seninle konuştu ve üzerine Tevrat'ı indirdi. Öyle değil mi?"

-Evet…

- Yaptığım hatanın, ben yaratılmadan önce kaderime yazılmış olduğunu gördün mü?

-Evet...

Rasûlullah (s.a.v.) buyurdular ki: "Böyle demekle Adem, Musa'yı yendi. Adem, Musa'yı yendi."»[7]

İbn Ebi Hatim dedi ki: 'Yunus b. Abdi'1-A'la, Ebu Hüreyre (r.a.)'den rivayet ederek Rasûlullah (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu söyledi: "Adem jle Musa, Rablerinin huzurunda tartıştılar; Adem, Musa'yı yendi. Musa ona şöyle dedi: "Sen öyle bir insansın ki, Allah seni kendi eliyle yarattı.. Ruhundan sana üfledi.. Meleklerini sana secde ettirdi.. Seni Cen-net'ine yerleştirdi.. Sonra da sen, işlediğin hata dolayısıyla insanları yeryüzüne indirdin. Öyle değil mi?"

Adem dedi İd: "Sen o Musa'sın ki, Allah seni elçisi kılıp seninle konuşarak seçkinlerden kılmıştır. İçinde her şeyin açıklaması bulunan Tevrat levhalarını sana vermiştir. Seni sırdaşı olarak kendine yaklaştırmıştır. Allah'ın Tevrat'ı kaç sene önce yazmış olduğunu biliyorsun?

- Kırk sene önce..

- Orada "Adem Rabbine baş kaldırdı ve yolunu şaşırdı."(Ta-Hs, 121.; ayetini gördün mü?

-Evet...

- Allah'ın beni yaratmasından kırk sene önce kaderime yazdığı bir işi yaptığımdan dolayı mı beni kınıyorsun?" Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Böyle demekle Adem, Musa'yı mağlub etti."

Ahmed b. Hanbel dedi İd: Abdürrezzak, Ebu Hüreyre (r.a.)'den rivayet ederek Rasûlullah (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu söyledi: «Adem ile Musa tartıştılar; Musa, Adem'e dedi ki: "Ey Adem! Zürriyetini ateşe koyan sensin." Adem şu karşılığı verdi: "Ey Musa! Allah sana elçiliğinizi vererek ve seninle konuşarak seni seçkin kimselerden kıldı. Sana Tevrat'ı indirdi. (Tevrat'ta) Benim yeryüzüne indirileceğimi görmedin mi?"

Musa, "Evet gördüm." dedi.

Rasûlullah (s.a.v.) buyurdular ki: "Böyle demekle Adem, Musa'yı mağlub etti."»[8]

Haris b. Miskin el-Misrî, Ömer b. Hattab (r.a.)'dan rivayet ederek Peygamber (s.a.v.) Efendimizin şöyle buyurduğunu söyledi: Musa (a.s.) dedi İd: "Ya Rab! Hem kendisini, hem bizi Cennet'ten çıkaran Adem'i bize göster." Allah, Adem (a.s.)'i Ona gösterdi. Musa sordu:

- Sen Adem misin?

- Evet,..

- Allah'ın kendi ruhundan içine üflediği, meleklerini ona secde ettirdiği ve bütün isimleri öğrettiği kişi sen misin?

- Evet: Bizi ve kendini Cennet'ten çıkarmaya seni iten sebep nedir? -Sen kimsin?

- Ben Musa'yım.

- İsrailoğullarının peygamberi Musa sen misin? Perde arkasından Allah'ın kendisiyle konuştuğu kimse sen misin? Yaratıklarından hiç birini araya elçi koymaksızm direkt olarak kendisiyle konuştuğu kimse sen misin?

-Evet...

- Allah'ın daha önce takdir buyurduğu bir işi yaptığından dolayı mı beni kınıyorsun?!. Rasûlullah (s.a.v.) buyurdular ki: "Böyle demekle Adem, Musa'yı mağlub etti. Adem, Musa'yı mağlub etti."»[9]

Ebu Yala dedi ki: Muhammed b. Müsenna, Ömer (r.a.)'den rivayet ettiği merfu bir hadiste Peygamber (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu söyledi:

«Adem ile Musa karşılaştılar. Musa, Adem'e dedi ki:

- Sen beşeriyetin babasısm. Allah seni Cennet'ine yerleştirdi. Meleklerini sana secde ettirdi. (Buna rağmen sen, yapacağını yaptın.)

- Ey Musa! Bunun benim kaderimde yazılı olduğunu görmedin mir Rasûlullah (s.a.v.) buyurdular ki:

«Böyle demekle Adem, Musa'yı mağlub etti. Adem, Musa'yı mağlub etti.»

Bu hadisle ilgili olarak muhtelif görüşler beyan edilmiştir. Daha evvel takdir edilen bir kader manasım içerdiği için, bazı kaderciler bu hadisi reddettiler. Bazı Cebriyecilerse bu hadisi bir delil olarak kabul ettiler. Bu hadis, onlar için açık ve kuvvetli bir delildir. Çünkü bu hadiste, "Böyle demekle Adem, Musa'yı mağlub etti." denilmektedir. Adem, tartışma esnasında Musa'ya Tevrat'ı bir delil olarak takdim etmişti. Bununla ilgili cevap ileride gelecektir.

Yine denilmiştir ki: Adem, tartışmada Musa'yı mağlub etti; çünkü Musa, Adem'i, tevbe ettiği bir suçundan dolayı kınamıştı. Oysa günahından ötürü tevbe eden kimse günah işlememiş biri gibidir.

Denildi İd: Adem, Musa'yı mağlub etti. Çünkü Adem ondan daha büyük ve daha önce yaratılmıştı. Adem'in, onun babası olması hasebiyle onu mağlub ettiğini söyleyenler de olmuştur. Denildi ki: Adem, Musa'yı mağlub etti.. Çünkü ikisinin şeriatleri birbirinden ayrı idi. Bazıları da kendi itikadlannca demişler ki: Adem, Musa'yı mağlub etti.. Çünkü her ikisi de âlem-i berzahtaydılar. O âlemdeyse mükellefiyet hükümleri kesilir.

Doğrusu şu İd: Bu hadis bir çok lafızla rivayet edilmiştir. Bazısı mana ile rivayet edilmiştir ki, onların üzerinde düşünmek gerekir. Buharî ve Müslim'in sahihleriyle diğer hadis kitaplarında yer alan bu rivayetlerin çoğunluğu şu nokta üzerinde yoğunlaşmaktadır: Musa (a.s.), hem kendi şahsını, hem de zürriyetini Cennet'ten çıkardığı için Adem'i kınamış; Adem ise şu cevabı vermişti: "Ben sizi çıkarmadım. Sizi çıkaran, ağaçtan yediğim için beni Cennet'ten vıkaranm kendisidir. Bu sonuçla beni karşılaştıran ve yaratılışımdan önce bunu kaderime yazan da, onur ve üstünlük sahibi olan Allah'tır. Beni, içinde hiç bir etkinliğim olmayan bir işten Ötürü kınıyorsun. Yalnız bir ağaçtan yemem yasaklanmıştı.

Ben de o ağaçtan yedim. Cennet'ten çıkarılışımın, o ağaçtan yeme sebebine bağlanması, benim yaptığım bir iş değildir. Ben, ne kendimi ne de sizi Cennet'ten çıkarmış değilim. Bu, ancak Allah'ın takdiri ve işi ile olmuştur. Bunun böyle olmasında O'nun bir hikmeti vardır."

Böyle demekle Adem, Musa'yı mağlub etti.[10]

Bu hadisi inkar eden muannittir. Çünkü Ebu Hüreyre (r.a.)'den mü-tevatir olarak rivayet edilmiştir. Onun adalet, hıfz ve sağlamlığım söylemeye gerek yoktur. Sonra bu, daha önce de anlattığımız gibi diğer sahabelerden de rivayet olunmuştur.

Bunu az önce zikredilen tevillerle tevil edenlere gelince, bunların yaptıkları tevil, lafızdan ve manadan uzaktır. Bunların arasında meslek ve yöntem bakımından, Cebriye'den daha kuvvetli olanlar yoktur. Onların söyledikleri de birkaç noktadan eleştirilebilir:

1- Musa (a.s.), kişiyi, tevbe ettiği bir suçtan dolayı kınamaz.

2- Musa (a.s.), öldürmekle emrolunmadığı bir adamı öldürmüş, bunun için affedilmesini Allah'tan dilemiş ve şöyle demişti:

«"Rabbim! Doğrusu ben kendime yazık ettim; beni bağışla." dedi, Allah da onu bağışladı.» (ei-Kasas, 16.)

3-İşlenen suç dolayısıyla kınanan kimseler ezelde yazılan kaderlerini bahane olarak ileri sürme hakkına sahib olsalardı bu, yaptığı kötülükten ötürü ayıplanan kimselerin, bahane olarak kaderi ileri sürmeleri kapısını açacaktı. Suçlu ve günahkarlar, "Ne yapalım, kaderimiz böyleymiş" diyeceklerdi. Dolayısıyla da kısas ve hudud kapısı kapanacaktı. Şayet kader, herkesin işlediği büyük- küçük günahlar için bir bahane olsa; herkes bu bahaneyi ileri sürerek kurtulma yolunu arar ki, bu da korkunç sonuçlar doğurur. Bu nedenledir ki âlimlerden bazıları şöyle demişlerdir: Adem'in Musa'ya cevap verirken savunma delili olarak kaderi ileri sürmesi; işlediği masiyete karşı değil de, maruz kaldığı musibete karşı olmuştur. Doğruyu en iyi bilen Allah'tır.[11]



[1] Sahih-i Buharî, c. 6, Kitabü't-Tefsir, 259.

[2] Müsned-i Ahmed b. Hanbel, II, 248

[3] Tirmizi, Sünen, Babül-Kader, Hadis No: 2134.

[4] Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 248.

[5] Sahih-i Buharî, VIII, 226. Kitabtil-Kader, 21.

[6] Müsned-i Ahmed b. Hanbel, II, 464. (4)A.g.e.II,392.

[7] A.g.e. II, 392.

[8] Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 268.

[9] Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 51-52.

[10] Ebu Ya'la, Müsned, I, 211. Hadis No: 105.

[11] îbnül Kayyım, Şifaül-Alîl, 28-41.
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
Adem (a.s.)in Yaratılışıyla İlgili Hadisler

Adem (a.s.)in Yaratılışıyla İlgili Hadisler

Adem (a.s.)in Yaratılışıyla İlgili Hadisler


İmam Ahmed b. Hanbel dedi İd: Yahya Ve Muhammed b. Cafer, Ebu Musa'dan rivayet ederek Peygamber (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu söylediler: «Allah, Adem'i yeryüzünün tümünden aldığı bir avuç topraktan yarattı. Adem oğullan, yeryüzü(ndeki nitelikler) miktarınca dünyaya geldiler. Onlardan ldmi beyaz tenli, kimi kızıl tenli, kimi siyah tenli, kimi bu iki renk alaşımmdaki bir tenli olarak dünyaya geldi. Kimi yumuşak, kimi sert huylu; ldmi murdar, kimi temiz karekteıii olarak dünyaya geldi.»[1][1]

Süddî, Ebu Malik ile Ebu Salih'in, İbn Mesud ile bir grup sahabeden rivayette şöyle dediklerini anlatır:

Onur ve üstünlük sahibi olan Allah, kendisine bir miktar çamur getirmesi için Cebrail'i yeryüzüne gönderdi. Yeryüzü dedi ki:

"Beni eksiltmenden veya beni çirkinleştirmenden ötürü senden Allah'a sığınırım." Yeryüzünün böyle demesi üzerine Cebrail, oradan bir şey almadan geri döndü ve şöyle dedi: "Ya Rab! Yeryüzü sana sığındı. Sen de sığınmasını kabul buyur." Bunun üzerine Cenâb-ı Allah, Mikail'i yeryüzüne gönderdi. Yeryüzü ondan da Allah'a sığındı; sığınmasını Allah kabul buyurdu. Bunun üzerine yüce Allah, yeryüzüne ölüm meleğini gönderdi. Yeryüzü ondan da Allah'a sığındı. Ama ölüm meleği (Azrail) şöyle dedi: "Rabbimin buyruğunu yerine getirmeden geri dönmekten ben de Allah'a sığınırım." Böyle dedikten sonra yeryüzünün tümünden bîr miktar toprak aldı, bu toprağı birbirine karıştırdı. Evet, bu toprağı yeryüzünün sadece belli bir mıntıkasmdan'almamış, her tarafından; beyaz, kırmızı ve siyah topraktan almıştı. Bu nedenle ademoğulları değişik renkli olarak dünyaya geldiler. Azrail, yeryüzünden aldığı toprağı yukarıya çıkardı. Islayıp yapışkan bir çamur haline getirdi. Sonra Cenâb-ı Allah, meleklere şöyle dedi:

«Ben çamurdan bir insan yaratacağım. Onu yapıp ruhumdan ona üflediğim zaman ona secdeye kapanın.» (Sâd,7i-72.)

Allah onu kendi eliyle yarattı ki, İblis ona karşı büyüklük taslamasın. Allah onu bir beşer olarak halk ettiğinde o çamurdan bir cesed halinde idi. Cuma gününün ölçüsüyle onu kırk yıl bekletti. Melekler ona rastlayınca korkup ürktüler. En çok ürken de îblis idi. Onun yanına vardıkça ona vuruyor, cesed de küpün tınlanışı gibi sesler çıkarıyordu. Allah Teâlânm "Pişmiş çamur gibi kuru balçıktan" (er-Rahmân, 14.) buyurduğudur. İblis, "Bu niçin yaratıldı?"der; cesedin ağzından girer, altından çıkardı. Meleklere: "Bundan korkmayın. Rabbinizin içi dolu, bununsa içi boştur. Eğer ben buna sataşırsam bunu yok ederim." diyordu.

Ademin cesedi, Allah'ın, içine ruh üfleyeceği aşamaya geldiğinde, meleklere hitaben Allah şu buyruğu verdi: "Onun içine kendi ruhumdan üflediğimde ona secde edin." Allah, ruhu ona üfledi; ruh, başına girdiğinde Adem aksırdı. Melekler ona: "Elhamdülillah söyle." dediler. O da söyleneni yaptı. Allah da ona: "Rabbin sana rahmet etsin." dedi.

Ruh, Adem'in gözlerine girdiğinde o, Cennetin meyvelerine baktı. Ruh, karnına girdiğinde, yemek yemek istedi. Ruh henüz ayaklarına ulaşmadan, Cennet meyvelerine ulaşmak için aceleyle sıçradı. Bu, Allah'ın şöyle dediği esnada oluyordu: «İnsan aceleci olarak yaratılmıştır.» (el-Enbiyâ, 37.)

«Bunun üzerine, İblis'in dışında bütün melekler hemen secde ettiler. O, secde edenlerle beraber olmaktan çekindi.» (el-Hicr, 31-32.)

Her ne kadar büyük bir çoğunluğu israiliyattan alınmışsa da, yukarıdaki ifadelerin bir kısmını doğrulayıcı hadis-i şerifler vardır: İmam Ahmed b. Hanbel dedi ki: Abdüsşamed, Enes (r.a.)'den rivayet ederek Peygamber (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu söyledi: «Cenâb-ı Allah, Adem'in bedenini çamurdan yarattığında, kendi dilediği bir müddet kadar onu ruhsuz olarak bıraktı. İblis o ruhsuz cesedin etrafında dolaşmaya başladı. İçinin boş olduğunu görünce, onun hiç bir şeye sahib ve muktedir olamayan bir mahluk olduğunu anladı.»[2]

İbn Hibban, Sahihinde der ki: Hasan b. Süfyan, Enes b. Malik'den rivayetle, Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu söyledi: «Adem'in içine ruh üflenip de ruh, başına vardığında Adem aksırdı ve "Alemlerin Rabbi Allah'a hamdolsun". dedi. Kutlu ve yüce Allah da ona: "Allah sana rahmet etsin." diyerek karşılık verdi.»

Hafız Ebu Bekr el-Bezzar dedi ki: Yahya b. Muhammed es-Sekn, Ebu Hüreyre'nin merfu olarak rivayet ettiği bir hadiste şöyle dediğini nakletti: "Allah, Adem'i yarattığında Adem aksırdı ve "Elhamdülillah.» dedi. Rabbi de ona: "Rabbin sana rahmet etsin ey Adem" diyerek karşılık verdi.

Ömer b. Abdülaziz dedi ki: "Melekler secde etmekle emrolundukla-rında, ilk secde eden İsrafil olmuştu. Bunun üzerine Cenâb-ı Allah, mükafat olarak İsrafil'in alnına Kur'ân'm yazılmasını emretmişti." Bu, nu İbn Asakir rivayet etmiştir.

Hafız Ebu Yala dedi ki: Ukbe b. Mükerrem, Ebu Hüreyre (r.a.)'den rivayet ederek Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu söyledi: «Allah Teâlâ, Adem'i topraktan yarattı. Sonra onu çamura dönüştürüp öylece bıraktı. Sonra işlenebilen kara bir toprak haline getirdi. Bu haldeyken onu yaratıp şekillendirdi ve bu vaziyette bıraktı. Nihayet pişirilmiş toprak gibi balçık haline geldi. İblis, Adem'in bu durumdaki cesedinin yanına gelir ve: "Bu, önemli bir iş için yaratılmıştır." derdi. Daha sonra Allah, o cesede kendi ruhundan üfledi. Ruhun ilk aktığı yer, onun gözü ve genizi oldu. Bunun üzerine Adem aksırdı. Allah ona rahmet verdi ve: "Rabbin sana rahmet etsin." dedi. Sonra şu emri verdi: "Ey Adem! Şu topluluğun yanma git. Onlarla konuş.. Bak, ne diyecekler" Adem, o topluluğun yanma gidip selam verdi. Onlar da, "ve aleykesselam ve rahme-tüllahi berekâtühü" diye karşılık verdiler. Allah dedi ki:

- Ey Adem! Bu, senin ve zürriyetinin selamıdır.

- Ya Rabbi, benim zürriyetim nedir?

- Ey Adem! İki elimden birini seç.

- Rabbimin sağ elini seçerim. Ama Rabbimin her iki eli de sağdır,

Rabbi avucunun içini açtı. Adem bir de gördü ki zürriyeti, Rahman (olan Allah)'m avucu içindedir. Bu zürriyetinden bazı adamların ağızları nurdandı. O adamlardan birinin nurunu Adem pek beğendi ve sordu-

- Ya Rab, bu kimdir?

- Oğlun Davud'dur.

- Ya Rab, ona ne kadaıiık ömür takdir ettin?

- Altmış yıl...

- Ya Rab! Benim ömrümden al, onunkine elde ki, onun ömrü yüzyıl . olsun.

Evet… Allah onun dediğini yaptı ve böyle yaptığım şahitlere gösterdi.

Adem'in yaşı ilerleyince Allah, ölüm meleğini ona gönderdi. Adem dedi ki: "Benim ömrümden daha kırk yıl kalmadı mı?" Ölüm meleği "Onu oğlun Davud'a vermedin mi?" diye sorunca "Adem inkar etti; zürriyeti de inkar etti. Adem unuttu; zürriyeti de unuttu.»[3]

Tirmizî dediki: Abd b. Hamîd, Ebu Hüreyre (r.a.)'den rivayet ederek Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu söyledi: «Cenâb-ı Allah, Adem'i yaratırken sırtını sıvazladı. Sırtından, Cenâb-ı Allah'ın kıyamet gününe kadar Adem'in zürriyetinden yaratacağı bütün insanlar düştü. Allah, o insanlardan herbiriııin iki gözünün arasına nurdan bir parlaklık koydu. Sonra onları Adem'e gösterdi. Adem sordu:

- Ey Rabbim! Bunlar kimlerdir?

- Bunlar senin zürriyetindirler.

Bunlar arasında bir adamın iki gözü arasındaki nurdan parlaklık Adem'in çok hoşuna gitti, yine sordu:

- Ey Rabbim! Bu adam kimdir?

- Bu, senin zürriyetinden olup son ümmetler arasında gelecek olan Davud adlı biridir.

- Ey Rabbim! Buna ne kadarhk ömür takdir ettin?

- Ey Rabbim! Benim ömrümden kırk yıl alıp onunkine ekle. A.dem'in ömrü sona erdiğinde kendisine ölüm meleği geldi. Adem:

"Daha kırk yıllık ömrüm yok mu?" diye itiraz edince ölüm meleği: "O kırk yılı oğlun Davud'a vermedin mi?" diye sordu. Adem bunu inkar edince zürriyeti de inkar eder oldu. O unuttu, zürriyeti de unutur oldu. O günah işledi, zürriyeti de günah işler oldu.»[4]

Îbn Ebi Hatîm'in, Ebu Hüreyre (r.a.)'den merfu olarak rivayet ettiği bir hadis-i şerifte şu ifadeler yer almaktadır: "Sonra Allah, Adem'in sırtından düşen canlıları Adem'e gösterdi. Ve: "Ey Adem! Bunlar senin zürriyetindir." dedi. Adem bir de ne görsün! Bunların arasında cüzzamh alacalı, kör ve çeşitli hastalıklara müptela olanlar var. "Ya Rab! Benim zürriye time niçin bunu yaptın?" diye sorunca Allah: "Nimetime şükredesin diye…" karşılığım verdi.

Heysem b. Harice, îbn Ebi Derda'dan rivayet ederek Peygamber (s a.v.)'in şöyle buyurduğunu söyledi: « Cenâb-ı Allah, Adem'i yaratırken sağ omuzuna vurdu, inci gibi bembeyaz zürriyetini çıkardı. Bu defa sol omuzuna vurdu. Ateş yanığı gibi simsiyah zürriyetini çıkardı. Sağın-dakine: "Cennet'e... Ben karışmam." dedi. Solundakineyse: "Ateşe... Ben karışmam." dedi.[5]

Îbn Ebi Dünya dedi İd: "Halef b. Hişam, Hasen'in şöyle dediğini rivayet etti: "Cenâb-ı Allah, Adem'i yaratırken cennetlik kimseleri onun göğsünün sağ tarafından çıkardı, cehennemlik kimseleri de göğsünün sol tarafından çıkardı. O'nun bedeninden çıkarılan bu zürriyeti, yeyü-züne atıldılar. İçlerinde a'ma, alacalı ve çeşitli hastalıklara müptela kimseler vardı. Adem dedi ki: "Ya Rab! Çocuklarımı hep eşit kılsaydın olmaz mıydı?" Cenâb-ı Allah şu karşılığı verdi: "Ey Adem! İstedim İd bana şükredilsin.»

Bunu Ebi Hatîm ve "Sahih" adlı eserinde îbn Hibban rivayet etmiş, demiş İd: Muhammed b. İshak b. Iiuzeyme, Ebu Hüreyre (r.a.)'den rivayet ederek Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu söyledi: «Cenâb-ı Allah, Adem'i yaratırken içine ruh üflediğinde Adem aksırdı. "Elhamdülillah" dedi. Allah'ın izniyle ona hamdetti. Rabbi ona şu buyruğu ver-' di: "Rabbiıı sana rahmet etsin ey Adem! Bir kısmı oturmakta olan şu.melekler topluluğuna git, onlara selam ver." Adem, yanlarına gidip; "Es-seîamü aleyküm.» dedi. Onlar da; "Ve aleykümüsselam ve rahmetul-lah." diyerek karşılık verdiler. Adem geri döndüğünde Rabbi ona şöyle dedi: "Bu, hem senin selamın, hem de evlatlarının kendi aralarındaki selamıdır." Elleri yumuk olarak Rabbi ona dedi ki:

- Ellerimden hangisini dilersen onu seç.

- Rabbimin sağ elini seçtim. Rabbimin her iki eli de sağ ve mübarektir.

Sonra Rabbi her iki elini açtı. Bir de baktı ki avuçlarının içinde Adem ve zürriyeti var. Sordu:

- Ey Rabbim, kimdir bunlar? ~ Bunlar, senin zürriyetindir.

Adem bir de baktı İd, Allah'ın avuçlarında bulunan insanlardan her birinin yaşayacağı ömrü, iki gözünün arasında yazılmış. Bir de ne görsün: O insanların en parlak yüzlüsüne sadece kırk yıllık bir ömür yazılmış. Dedi ki:

- Ey Rabbim, kimdir bu?

- Bu, oğlun Davud'dur. Allah, onun için kırk yıllık ömür yazdı.

- Ey Rabbim! Bunun ömrünü arttır.

- İşte ona kırk yıllık ömür yazdım.

- Ben, Ömrümün altmış yılını ona verdim.

- Dediğin gibi olsun. Sen Cennet'te kal.

Adem Cennet'te, Allah'ın dilediği müddetçe kaldı. Sonra oradan indi. Yeryüzüne indikten sonra yaşadığı ömrünü kendince sayıp hesaplıyordu. (Günün birinde) yanına Ölüm meleği geldi. Adem: "Çabuk geldin. Oysa benim için bin yıllık bir ömür yazılmıştı." dedi. Ölüm meleği: «Öyledir, ama bu ömründen altmış yılı oğlun Davud'a vermiştin." diye karşılık verince, Adem inkar etti. Dolayısıyla zürriyeti de inkar eder oldu. O unuttu, zürriyeti de unutur oldu. İşte o günde (anlaşma ve akidlerin) yazılarak şahitler huzurunda yapılması emredildi.»[6]

Buharî dedi ki: Abdullah b. Muhammed, Ebu Hüreyre'den rivayet ederek Peygamber (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu söyledi: «Allah, Adem'i altmış zira boyunda yarattı. Sonra ona şöyle dedi: "Şu melekler topluluğunun yanına git, onlara selam ver. Sana verecekleri cevabı dinle. Çünkü bu selam, senin ve zürriyetinin selamıdır." Adem, topluluğun yanına gidip; "Esselamü aleyküm" dedi. Onlar :"Esselamü aleyke ve rahmetul-lahi" diyerek karşılık verdiler. "Ve rahmetüliahi" kelimesini eklediler. Cennet'e girecek olan her şahıs, Adem (a.s.)'in boyuna sahip olacaktır. Zira insanların boyları bu güne kadar azalmıştır.»[7]

Ravh, Ebu Hüreyre (r.a.)'den rivayet ederek Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu söyledi: «Adem'in boyu altmış, genişliği de yedi zira' idi.»[8]

Affan, İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etti: Müdayene ayeti (Bakara: 282) nazil olduğunda Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: «İlk inkar eden kişi Adem'dir. İlk inkar eden kişi Adem'dir. İlk inkar eden kişi Adem'dir. Allah, Adem'i yaratırken sırtını sıvazladı. Onun bedeninden, kıyamete kadar doğacak olan zürriyetini çıkardı. Zürriyetini ona göstermeye başladı. Adem, zürriyeti arasında pırıl pırıl parlamakta olan bir adam gördü ve sordu:

- Ey Rabbim! Kimdir bu?

- Bu, oğlun Davud'dur.

- Ey Rabbim! Bunun ömrü ne kadardır?

- Altmış yıldır.

- Ey Rabbim! Bunun ömrünü artır.

- Hayır, olmaz. Yalnız senin ömründen alırsam olur.

Adem'in ömrü bin yıldı. Bin yıldan kırk yılı alarak Davud'un ömrüne ekledi. Allah, bunu Adem'in hesabına yazdı ve meleklerini de buna şahit tuttu.

Adem son nefese geldiğinde, ruhunu teslim almak için melekler yanma vardılar. Adem: "Benim daha kırk yıllık ömrüm var." deyince melekler: "Sen o kırk yılı oğlun Davud'a bağışlamıştın." diye cevap verdiler. Adem: "Hayır, ben öyle birşey yapmadım." cevabını verince Allah, ömrünün kırk yılını Davud'a bağışladığına ilişkin yazılı belgeyi ibraz etti, melekler de bu hususta tanıklık ettiler.»[9]

./.
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
Esved b. Amir, îbn Abbas'tan rivayet ederek Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu söyledi: «İlk inkar eden kişi, Adem'dir. (Rasûlullah, bu cümleyi üç kez yineledi). Onur ve üstünlük sahibi olan Allah, Adem'i yaratırken sırtını sıvazladı, (bedeninden) zürriyetini çıkardı. Zürriyetini ona gösterdi. Zürriyetinin içinde pırıl pırıl parlamakta olan bir adam gördü. "Ey Rabbim! Bunun Ömrünü artır." dedi. Allah: «Olmaz. Ancak sen kendi ömründen vererek onuiikini artırabilirsin." dedi ve Adem'in ömründen kırk sene alarak o şahsın (Davud'un) kine ekledi. Bunu da Adem'in hesabına yazdı ve meleklerini buna şahit tuttu. Melek, ruhunu teslim almak istediğinde Adem, "Daha kırk yıllık ömrüm var." diyerek itirazda bulundu. Kendisine: "Sen bu kadarlık ömrünü oğlun Davud'a vermiştin." denilince inkar etti. Bunun üzerine Allah, yazılı belgeyi ibraz etti ve delil ikame etti. Davud'un ömrünü yüz yıla, Adem'inkini de bin yıla tamamladı.»[10]

Taberanî, Hasen'in şöyle dediğini rivayet etti: Müdayene ayeti (ei-Ba-kara, 282) nazil olduğunda Rasûlullah (s.a.v.) buyurdular ki: «İlk inkar eden kişi, Adem'dir." (Rasûlullah, bu cümleyi üç kez yineledi).

Malik b. Enes, Müslim b. Yesar el-Cühenî'den rivayet ederek dedi ki:

«Rabbin, insanoğlunun sulbünden soyunu alıp devam ettirmiş, onlara: "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" demiş ve buna kendilerini şahid .tutmuştu. Onlar da: "Evet şahidiz" demişlerdi.» (el-A'râf,i72.)

Evet.. Bu ayet-i kerimeyle ilgili görüşü Hz. Ömer'e sorulduğunda şöyle demişti: Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz'e bu ayet-i kerime sorulduğunda onun şöyle buyurduğunu işitmiştim:

«Allah (c.c), Adem'i yarattı. Sonra sağ eliyle onun sırtını sıvazladı. Bedeninden zürriyetini çıkardı. Ve şöyle buyurdu:"Bunları, Cennet için yarattım. Bunlar, cennetlik kimselerin yapmaları gereken işleri yapacaklardır." Sonra yine Adem'in sırtını sıvazladı. Bedeninden yine bir kısım zürriyetini çıkardı ve şöyle buyurdu: "Bunları Cehennem için yarattım. Bunlar, cehennemlik kimselerin yapmaları gereken işleri yapacaklardır." Adamın biri dedi ki: "Ey Allah'ın Rasûlü! Yapılacak iş nerededir?" Rasûlullah (s.a.v.) şu cevabı verdi: "Allah bir kulu Cennet için yarattı mı, ona cennetlik kimselerin yapacağı işi yaptırır. Nihayet o kul, cennetliklerin işini yapar vaziyette vefat eder, dolayısıyla Cemıet'e girer. Allah bir kulu Cehennem için yarattı mı, ona cehennemlik kimselerin yapacağı işi yaptırır. Nihayet o kul, cehennemliklerin işini yapar vaziyette ölür. Dolayısıyla Cehennem'e girer."»[11]

Bu hadislerin tümü, yüce Allah'ın, Adem'in zürriyetini darı taneleri gibi Adem'in belinden çıkardığına, sağ ve sol ehli olmak üzere onları iki kısma ayırdığına delâlet etmektedirler. Sağ ehline: "Bunlar cennetliktirler, hiç aldırış etmem"; sol ehlineyse: "Bunlar cehennemliktirler, beni ilgilendirmez." demiştir.

Allah'ın, Adem'in zürri3'etini konuşturup kendi Rablığı konusunda şahit tutması konusuna gelince, bu, sabit hadislerde görülmemiştir. A'râf süresindeki 172. ayeti buna delil olarak ileri sürmeye gelince, önce de açıkladığımız gibi bunun üzerinde tartışılabilir.

Şimdi de gelelini Ahmed b. Hanbel'in rivayet ettiği hadise. Hüseyin b. Muhammed, Cerir (yani İbn Hazım) den, o da Kelsum b. Cebr'den, o da Said b. Cübeyr'den, o da İbn Abbas'tan rivayet ederek Peygamber (s.a.v.) Efendimizin şöyle buyurduğunu söylediler: «Allah, arefe gününde Adem'in belinde (ki zürriyetinden) söz aldı. Onları Adem'in belinden çıkarıp dan taneleri gibi önüne saçtı; Sonra onlarla konuşarak şöyle dedi:

«"Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" Onlar da: "Evet şahidiniz" demişlerdi. Bu, kıyamet günü, "Bizim bundan haberimiz yoktu" dersiniz veya "Daha önce babalarımız Allah'a ortak koşmuşlardı, biz de onlardan sonra gelen bir soyuz, bizi, boşa çalışanların yaptıklarından ötürü yok eder misin?" dersiniz diyedir.» (A’raf, 172-173.}

Bu, Müslim'in şartı üzerine kuvvetli ve güzel bir senedle rivayet edilen bir hadistir. Bunu Neseî ve İbn Cerir ile "Müstedrek" adlı eserinde Hakim, Hüseyin b. Muhammed el- Mervezin'in hadisinden riva}Tet etmişlerdir. Halâm, bunun sahih senedli olduğunu söylemiştir. Ancak Buharî ile Müslim, bu hadisi tahric etmemişlerdir. Şu kadar var İd, hadisin rivayet senedinde adı geçen Velsum b. Cebr üzerinde ihtilaf edilmiştir. Bu hadis, ondan merfu ve mevkul olarak rivayet edilmiştir."[12]

Bezm-i Elest'te Adem zürriyetiııden Allah'ın birliği konusundan söz alındığı görüşünde olanlar -İd bunlar, cumhur-u ulemadır- İmam Ahmed b. Hanbel'in şu kavlini dayanak olarak ileri sürmüşlerdir: Haccac, Enes b. Malik'ten rivayet ederek Peygamber (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu söylemiştir:«Cehennemliklerden bir adama kıyamet gününde sorulur: "Yeryüzündeki her şey senin olsaydı (kendini kurtarman için) fidye olarak verir miydin?" cevab olarak "Evet" diyecek. Allah (c.c.) ise, şu karşılığı verecektir: "Bundan daha kolay olanı senden istemiştim. Adem'in belinde (henüz tohum iken) bana hiç birşeyi ortak koşmayacağına dair senden söz almıştım. Sen bu sözüne uymadın illa da bana ortak koştun!.»[13]

«Rabbin, insanoğlunun sulbünden soyunu devam ettirmiş.» (el-A'râf,172.)

Ebu Cafer er-Razî, Ubeyy b. Kaab'm yukarıdaki ayet-i kerimeyle ilgili olarak şöyle dediğini rivayet etmiştir: «O günde Cenâb-ı Allah, Adem'in zürriyetinden kıyamete dek doğacak olanları huzurunda topladı. Onları yaratıp şekillendirdi, sonra da konuşturdu. Onlar da konuştular. Onlardan söz aldı ve verdikleri bu söze, yine onları şahid tuttu. "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" Onlar da: "Evet, şahidiz." dediler." Bunun üzerine Cenâb-ı Allah şöyle buyurdu: Kıyamet gününde: "Biz bunu bilmiyorduk/' demiyesiniz diye, şimdi vermiş olduğunuz bu sözünüze yedi kat gök ve yedi kat yer ile babanız Adem'i şahit tutuyorum. Bilesiniz ki benden başka tanrı, benden başka Rab yoktur. Hiç birşeyi bana ortak koşmayın. Bana verdiğiniz bu sözü hatırlatarak uyarıcılık yapacak olan peygamberlerimi size göndereceğim, kitabımı size indireceğim." Onlar da dediler ki: "Senin, bizim Rabbimiz ve tanrımız olduğuna tanıklık ederiz. Bizim için senden başka Rab, senden başka tanrı yoktur."»

Böyle diyerek o gün, Allah'a itaat edeceklerini ikrar ettiler. Bundan sonra babaları Adem, yerinden biraz yükseğe kaldırıldı, onlara baktı; aralarında zengin ile yoksul, güzel ile çirkin bulunduğunu gördü. "Ey Rabbim! Kullarını eşit kılsaydm keşke." deyince yüce Allah: "Diledim ki bana şükredilsin." cevabım verdi. Adem (a.s.), zürriyeti arasında, üzerinde nur bulunan kandiller misali peygamberler gördü. Bunlar, risalet ve nübüvvet gibi başka bir ahid ve misak vererek özellenmişlerdi. Bununla ilgili olarak yüce Allah şöyle buyurmuştur.

«Peygamberlerden söz almıştık. Ey Muhammed! Senden, Nuh'dan, İbrahim'den, Musa'dan, Meryem oğlu İsa'dan sağlam bir söz almışızdır.» (ei-Ahzâb, 7.)

«Ey Muhammed! Hakka yönelerek kendini Allah'ın insanlara yaratılışta verdiği dine ver. Zira Allah'ın yaratışında değişme yoktur.» («er-Rum,30.)

«İşte ilk uyaranlar gibi bu Muhammed de bir uyarandır.» (en-Necm,56.) «Onların çoğunda ahde bağlılık görmedik, çoğunu fasık kimseler olarak bulduk.» (el-A'râf, 102.)

Önce de anlatıldığı gibi melekler, Adem'e secde etmekle emrolun-duklarmda, hepsi bu ilahî emre uymuşlardı. Yalnız İblis, onu çekemediğinden ve ona olan düşmanlığından ötürü secdeden kaçındı. Bu nedenle de Allah, onu kendi ilahî makamından ve rahmetinden kovdu. Lanetli ve rahmeti, ilahiyeden yoksun olarak onu yeryüzüne indirdi.

İmam Ahmed b. Hanbel dedi ki: Vekî', Ebu Hüreyre (r.a.)'den rivayet ederek Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu söyledi:

«Ademoğlu secde ayetini okuyup ta secde ettiğinde Şeytan ağlayarak oradan uzaklaşır ve şöyle der: "Vay benim halime! Ademoğlu secde etmekle emrolundu da secde etti. Dolayısıyla Cennet'i kazandı. Ben de secde etmekle emrolundum, ama isyan ettim. Benim için de ateş vardır."»[14]

Sonra Adem, yerleştirildiği Cennette eşi Havva ile birlikte ikamet etmeye başladı. Orada istedikleri yerden bol bol yiyorlardı. Yasaklandıkları ağaçtan yeyince, üzerlerindeki giysileri çıkarıldı ve yeryüzüne indirildiler. Yeryüzünün neresine indirildikleri konusunda ileri sürülen farklı görüşleri açıklamıştık.

Adem'in Cennette ikamet ettiği süre konusunda da farklı sözler söylenmiştir. Dünya günlerinden bir günün bir kısmı kadar Cennette ikamet ettiği söylenmiştir. Müslim'in bununla ilgili olarak Ebu Hürey-re'den merfu biçimde rivayet ettiği hadisi daha önce nakletmiştik:

«Adem, Cuma gününün son saatinde yaratıldı.» Cuma günüyle ilgili olarak Ebu Hüreyre'nin rivayet etmiş olduğu hadis te daha önce nakledilmişti: «Adem, cuma gününde yaratıldı. Cuma gününde de Cennetten çıkarıldı.»

Adem'in yaratıldığı gün, Cennetten çıkarıldığı günün aynı ise - veya yer ile göklerin yaratıldıkları altı günün, bizim dünya günleri gibi olduğunu söylersek demek ki Adem, Cennette bir günün bir kısmı kadar kalmıştır. Eğer böyleyse, bu tartışılabilir. Şayet Cennetten çıkarıldığı gün, yaratıldığı günden başka birgünde olmuşsa, - veya yer ile göklerin yara-, tıldıkları altı günün miktarı, altı bin sene ise - demek ki Adem, Cennette uzun bir müddet kalmıştır. O Altı günün altı bin sene olduğunu İbn Ab-bas, Mücahid ve Dahhak'm söylediği, İbn Cerir'in de bu görüşü benimsediği nakledilir.

İbn Cerir dedi ki: Adem'in, cuma gününün son saatinde yaratılmış olduğu,bilinen bir husustur. O günün bir saati ise, seksen üç sene dört aydır. İçine ruh üflenmeden, çamurdan bir heykel olarak kırk yıl öylece kalakaldı. Yeryüzüne indirilmeden Cennette kırk üç sene dört ay kaldı. Doğruyu en iyi bilen Allah'tır.[15]

Abdürrezzak, Sevvar'dan Ata b. Ebi Rebah'm haberini rivayet ederek dedi ki: Adem, Cennetten indirildiğinde iki ayağı yerde, başı da gökteydi. Allah, boyunu altmış ziraa indirdi. İbn Abbas'tan da böyle bir haber rivayet edilmiştir. Ancak bu, tartışılabilir. Çünkü şahinliğinde ittifak edilen ve Ebu Hüreyre'den rivayet edilen bir hadiste Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«Doğrusu Allah, Adem'i altmış zira boyunda yarattı. (Ondan bu yana) halkın boyu devamlı kısalmaktadır.» Bu hadis, Adem'in iki ayağı yerde, başı gökte olarak değil de altmış zira' boyunda yaratılmış olduğunu gerekli bulmaktadır. O'nun zürriyetinin yaratılışı (ve boyu) şimdiye kadar eksilmeye devam etmektedir.

Îbn Cerir, İbn Abbas'dan rivayet etti ki: Cenâb-ı Allah şöyle buyurdu: "Ey Adem! Arşımın çevresinde benim bir haremim vardır. Git, benim için orada bir ev yap. Meleklerimin Arşımı tavaf edişleri gibi sen de o evi tavaf et." Allah, Adem'e bir melek gönderdi; melek, yapılacak evin (Beytin) yerini ona gösterdi. (Hac) menasiki (ni) ona öğretti. Bundan böyle atacağı her adımın, .kendisini Allah'a yaklaştıncı bir ibadet olacağını ona hatırlattı.

İbn Abbas'ın Hz. Adem'le ilgili bir rivayeti şöyledir: Adem'in yeryüzünde yediği ilk yemek neydi? Cebrail, ona yedi buğday tanesi getirdi. Adem sordu:

- Bu nedir?

- Cennetteyken yemen yasaklandığı halde yediğindir.

- Bunu ne yapayım?

-- Yere ek.

Adem, buğday tanelerini yere ekti. O tanelerden her birinin ağırlığı yüz binden fazlaydı. Ekin yerden bitti. Onları biçti. Harmanlayıp savurdu, öğütüp yoğurdu ve ekmek yaptı. Büyük bir güçlük, zahmet ve yorgunluktan sonra yedi. Yüce Allah buyurmuştu:

«Sakın (Şeytan) sizi Cennetten çıkarmasın. Yoksa bedbaht olursun.» (Tâ-Hâ, 117.)

Adem ile Havva'nın, yeryüzüne indirildikten sonra ilk giydikleri giysi neydi? Giysileri, koyun yününden mamuldü. Yünü kırptılar, Ördüler. Adem, kendisi için bir cübbe, Havva için de bir hırka ve bir de baş örtüsü dokudu.

Cennette çocuklarının olup olmadığı hususunda farklı görüşler beyan edilmiştir. Bazıları, sadece yeryüzündeyken çocukları olduğunu söylerken, diğer bazılarıysa Cennetteyken de çocukları olduğunu hatta Kabil ile kızkardeşinin, Adem ile Havva'nın Cennette doğan çocukları olduğunu söylemişlerdir.

Anlatıldığına göre Havva, her doğuruşta biri erkek, diğeri kız olmak üzere ikiz çocuk doğururmuş. Her erkek çocuğa, diğer erkek çocukla beraber doğan kız kardeşiyle evlenmesini emredermiş. Ayrı batınlarda doğan kızlarla erkek kardeşleri evlendirirmiş. Ama aym batında beraber doğan kızlarla erkek kardeşleri birbirleriyle evlendirmezmiş.



[1] Ahmeci b. Hanbel, Müsned, IV, 406.

[2] Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 152-229-254.

[3] Bu manada bir hadis,Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde rivayet edilmiştir. Bkz. I, 251.

[4] Tirmizi, V, 267. Tefsir-i Sûretül-A'râf, Hadis No: 3076.

[5] Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 239.

[6] Bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsned , II, 315.

[7] Buharî, Sahih, el-Enbiyâ, 1. Müsned , II, 323.

[8] Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 535.

[9] Ahmed b. Hanbel, Müsned I, 371.

[10] Ahmed b. Hanbel, Müsned I, 299.

[11] el-Muvatta', Babü'l-Kader, 2.

[12] [12] Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 272.

[13] [13] Buharî, Enbiyâ, 1.

[14] [14 ]Müslim, Kitabü'1-îman, 1,102.

[15] [15] Taberî, XVII, 20-21.
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
Adem'in Oğulları: Kabil İle Habîl


Yüce Allah buyurdu ki

«Ey Muhammedi Onlara, Adem'in iki oğlunun kıssasını doğru olarak oku: İkisi birer kurban sunmuşlar, birininki kabul edilmiş, diğeri-ninki edilmemişti. Kabul edilmeyen: "And olsun seni öldüreceğim." deyince, kardeşi: "Allah ancak sakınanların takdimesini kabul eder." demişti. "Beni öldürmek üzere elini bana uzatırsan, ben seni öldürmek için elimi sana uzatmam. Çünkü ben, âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım." "Ben, hem benim hem de senin günahınla dönüp cehennemliklerden olmanı isterim. Zulmedenlerin cezası budur." Bunun üzerine, kardeşini öldürmekte nefsine uydu ve onu öldürerek, zarara uğrayanlardan oldu. Allah, kardeşinin ölüsünü nasıl gömeceğini göstermek üzere, ona yeri eşeleyen bir karga gönderdi. "Bana yazıklar olsun! Kardeşimin ölüsünü örtmek için bu karga kadar olmaktan aciz kaldım." dedi de ettiğine yananlardan oldu.» (el-Maîde, 27-3.)

Mâide Sûresinin, tefsirinde[1] bu kıssadan yeteri kadar söz etmiştik. Allah'a hamdolsun. Burada selef imamları in bu konuda söylediklerinin bir özetini nakletmekle yetineceğiz.

Süddî, bir kısım sahabeden naklen dedi ki:

«Adem (a.s.), bir batında doğan oğlunu, diğer batında doğan kızıyla evlendirirdi. Oğullarından Habil, diğer oğlu Kabil'in bacısıyla evlenmek istedi. Kabil, Kabilden büyüktü. Kabil'in bacısı daha güzeldi. Kabil, o kızı kardeşi Habü'e vermektense kendine alıkoymak istedi. Adem (a.s.), Kabil'e, bacısını Kabil'e vermesini emrettiyse de Kabil, bu emri yerine getirmedi. Adem (a.s.), Kabil ile Kabil'in birer kurban takdim etmelerini emretti ve hacc için Mekke'ye gitti. Göklerin muhafazası görevini oğullarına vermek istedi, hiç biri kabullenmedi. Dağlarla yerler de bu görevi üstlenmekten kaçındılar. Yalnız Kabil, bu görevi kabullendi.

Adem, hacca giderken, Kabil ile Kabil, kurbanlarını takdim ettiler. Habil, davar sahibi olduğu için semiz bir koyunu kurban etti. Kabil ise, ekinin kötüsünden bir demeti kurban olarak takdim etti. Gökten bir ateş inerek Habil'in kurbanım yedi, Kabü'inkini yerinde bıraktı. Kabil buna öfkelenip, Habil'e: "Bacımı nikahhyam ayasın diye seni öldüreceğim." dedi. Habil de: "Allah ancak sakınanların takdimesini kabul eder." dedi. Abdullah b. Amr dedi İd: "Allah'a and olsun ki öldürülen, diğerinden daha güçlüydü. Ama utandığından ötürü kardeşine el kaldırmadı.»[2]

Ebu Cafer el-Bakır, bu olaydan bahsederken şöyle demiştir:

«İki kardeş kurbanlarını takdim ederken, Habil'in kurbanı kabul edilip de Kabil'in ki reddedilirken Adem (a.s.), ikisinin yanında bulunuyordu. Kabil, Adem'e dedi ki: "Habil'in kurbanının kabul, edilmesi senden dolayıdır. Çünkü sen onun için dua ettin, benim için etmedin." Böyle dedikten sonra Kabil'e yanaşarak hesaplaşmak için başka bir yerde buluşmayı teklif etti ve randevulaştılar.

Bir gece Habil, davar otlatmak için çıktığı çölden gelmedi, gecikmişti. Adem (a.s.), kardeşine bakması için Kabil'i gönderdi. Kabil gidip Kabil'i gördü. Ona: "Senin kurbanın kabul edilir, benimki kabul edilmez öyle mi?" diye sorunca Kabil; "Allah, ancak sakınanların takdimesini kabul eder." diye cevap verdi. Buna öfkelenen Kabil-, yanındaki bir demirle ona vurdu ve öldürdü. Denilir ki: Uyumakta olan Habil'in kafasına bir kaya parçası fırlatarak başını ezdi, Denilir ki: Boğazını şiddetlice sıkarak boğdu; canavar gibi dişiyle paralayıp öldürdü. Ne şekilde öldürdüğünü en iyi bilen Allah'tır. .

Kabil'in öldürmekle tehdid ettiği Habil demişti ki: «Beni öldürmek üzere elini bana uzatırsan, ben seni öldürmek için sana elimi uzatmam. Çünkü ben, âlemlerin rabbi o an Allah'tan korkarım.» (el-Mâide, 28.)

Böyle demesi, Habil'in güzel huylu olduğuna ve Allah'tan korktuğuna delâlet eder. Kardeşinin yaptığı kötülüğe misliyle karşılık vermekten uzak durmuştur. Buharî ve Müslim'in sahihlerinde de yer alan bir hadiste Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«İki Müslüman, kılıçlarıyla birlikte birbirlerinin karşısına çıkarlarsa, ölen de Öldüren de ateştedir.» Dediler İd: "Ey Allah'ın Rasûlü! Hele biri katildir.. Ya öldürülenin suçu nedir?" Buyurdu İd: "O da karşısındakini öldürmek için elinden geleni yapıyordu.»[3]

«Ben, hem benim hem de senin günahınla dönüp cehennemliklerden olmanı isterim. Zulmedenlerin cezası budur.» (el-Mâide, 29.)

Yani her ne kadar senden daha güçlü ve kuvvetliysem de seni öldürmekten vazgeçtim. Beni Öldürmekle günahıma gireceksin. Önceki günahlarında buna eklenecektir.

Mücahid, Süddî ve İbn Cerir bu görüştedirler. Yoksa bazı kimselerin sandıkları gibi sırf öldürülmekle maktulün günahları, katilin defterine yazılır diye bir şey yoktur. İbn Cerir, bunun aksi istikametinde icrna' mevcud olduğunu söylemektedir. Bazı bilgisizlerin güya Hz. Pej'gam-ber (s.a.v.)'den nakletmiş oldukları: «Katil, maktulün üzerinde hiç bir günah bırakmamış (hepsini kendi üzerine almış)tır.» şeklinde bir hadis, hadis kitaplaıında ne sahih, ne hasen, ne de zayıf bir senedle hiç mi hiç mevcut değildir.

Ne varki kıyamet gününde bazı şahıslarda şöyle bir duruma rastlanabilecektir: Maktul, katilden hak talebinde bulunacaktır. Katilin işlediği iyi ameller, maktulün bu talebini karşılayamıyacak, böyle olunca da maktulün günahları katilin boynuna yüklenecektir. Öldürme dışındaki haksızlıklarla ilgili böyle bir sahih hadis mevcuttur. Adam öldür-mekse, haksızlıkların en büyüğüdür. Doğruyu en iyi bilen Allah'tır. Bütün bunları tefsirde[4] yazdık. Allah'a hamdolsun. Hz. Osman'ın şehadeti esnasında Sa'd b. Ebi Vâkkas şöyle demiş: «"Tanıklık ederim ki Rasûlul-lah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Öyle bir fitne kopacak ki, o zaman yerinde oturan, yürüyüp koşandan daha hayırlı olacaktır. "Ya (adam) evime girip beni öldürmek için elini bana uzatırsa? (yine mi yerimde oturacağım). "Adem'kuoğlu (Habil) gibi ol!"»[5]

Ibn Mirdeneyh te, Huzeyfe b. Yeman'dan merfu olarak rivayet ettiği bir hadiste demişki: "Adem'in iki oğlunun hayırlısı gibi ol."

Ahmed b. Hanbel, Abdullah b. Mesud'dan rivayet etti ki: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: «Haksız yere öldürülen her kişinin katilinin günahı kadar, Adem'in ilk oğlunun üzerine de günah yazılır. Çünkü öldürme âdetini ilk çıkaran odur.»[6]

Şam'ın kuzeyinde bulunan Kasyan dağında Kan Mağarası diye bilinen bir mağara vardır. Bu mağara Kabil'in, kardeşi Habil'i öldürdüğü yer olarak şöhret bulmuştur. Ancak bu rivayet, Ehl-i Kitaptan alınmıştır. Doğruluk derecesini Allah bilir.

Hafız b. Asakir, Ahmed b. Kesîr'in hayat hikayesini anlatırken - bu zatın salih kimselerden biri olduğunu söyler - mezkur şahsın şöyle bir rüya gördüğünü nakleder: Ahmed, rüyasında Peygamber (s.a.v.)'ı, Ebu Bekir, Ömer ve Habil'i görmüş. Kasyan dağı mağarasındaki kanın kendisine ait olduğuna yemin etmesini Habil'den taleb etmiş. Habil, oradaki kanın kendi kanı olduğuna yemin etmiş. Ayrıca o mağaranın, duaların kabul edileceği bir yer olması için Allah'tan dilekte bulunduğunu, Allah'ında bu dileğini kabul ettiğini söylemiş. Bu söylediklerini Peygamber (s.a.v.) de doğrulamış...

Ahmed demiş ki: Peygamber (s.a.v.), Ebu Bekir ve Ömer, her perşembe günü bu mağarayı ziyaret ederler...

Bu doğru da olsa, Ahmed b. Kesîr'in nihayet bir rüyası dır. Buna şer'î bir hüküm terettüp etmez. Doğruyu Allah bilir.

«Allah, kardeşinin ölüsünü nasıl gömeceğini göstermek üzere, ona yeri eşeleyen bir karga gönderdi. "Bana yazıklar olsun! Kardeşimin ölüsünü Örtmek için bu karga kadar olmaktan aciz kaldım." dedi de ettiğine yananlardan oldu.» (el-Mâide, 31.)

Bazıları dediler ki: Kabil, Habil'i öldürdükten sonra bir yıl süreyle -diğer bazılarına göre yüz yıl süreyle - sırtında taşıdı. Allah, ona iki karga gonderinceye kadar bu hal devam etti.

Süddî, sahabelere dayandırdığı bir rivayette derki: Bu iki karga da kardeşti, vuruştular. Biri diğerini öldürdü. Öldürünce de yere yöneldi. Ölüsü için bir çukur kazdı, oraya gömüp gizledi. Karganın öyle yaptığını görünce de; "Bana yazıklar olsun! Kardeşimin ölüsünü örtmek için bu karga kadar olmaktan aciz kaldım." dedi. Karganın yaptığı gibi yapıp kardeşinin cesedim toprağa defnetti.[7]

Tarihçi ve siyerciler. derler ki: Adem (a.s.), oğlu Habil'in ölümüne çok üzüldü. İbn Cerir'in İbn Hamid'den naklettiğine göre Adem (a.s.), Habil için şu şiiri söyledi:

"Beldeler ve üzerlerindeki şeyler değişti,

Yeryüzü tozlanıp çirkinleşiverdi.

Rengi ve tadı olan herşey değişti,

Güzel yüzdeki aydınlık ve tebessüm kıtlaştı."

Adem'e cevab verildi:

"Ey Kabil'in babası, iki oğlun da öldü.

Sağ kalan, boğazlanan ölü gibi oldu.

Bir can, hayata geliverdi.

Ondan olan, korkulu oldu, çığlık kopardı."

Bu şiir, tartışma götürür. Çünkü Adem (a.s.) üzüntüsünü dile getiren bir şiir söylemiştir. Bazıları onu buna ülfet ettirmişlerdir. Bu hususta bazı kaviller vardır ki, doğrusunu Allah bilir.

Mücahid'in anlattığına göre, kardeşini öldürdüğü gün Kabil hemen cezalandırılmıştır. Şöyleki: Habil'in bacağı, Kabil'in baldırına takılıp yapışmış, yüzü de her nereye dönerse dönsün güneş istikametine çevrilmiş. Babasıyla kardeşim çekemeyisinin, azgınlığının ve günahkarlığının cezasını hemen çekmiş. Bir hadis-i şerifte Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«Akrabalık bağını koparmak ve hukuka tecavüz etmek kadar, sahibine ahirette saklanan cezanın yamsıra dünyada cezasının çabuk verildiği hiç bir suç yoktur.»[8]



[1] Tefsir kelimesiyle H.K.K.T. îbn Kesîr Tefsiri kastedilmektedir.

[2] Tefsrir-i Taberî, VI, 120.

[3] Suyutî; Camiü's-Sağir, Hadis No: 485.

[4] Tefsirden kasıt, H.K.K.T. Ibn Kesîr Tefsiridir.

[5] Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 338-340-433.

[6] Suyutî, Camiü's-Sağir, Hadis No: 4670.

[7] Tefsîr-İ Taberî, VI, 127.

[8] Suyutî; Camiü's-Sağir, Hadis No: 8029.



>>>Devam
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
Ehl-i Kitabın elinde bulunan ve Tevrat olduğunu iddia ettikleri kitapta şu ifadelere rastladım:

«Onur ve üstünlük sahibi Allah, Kabil'in ömrünü uzattı. Onu, Aden'in doğusunda Nud mıntıkasına yerleştirdi. Ehl-i Kitap oraya Kanın adım vermiştir. Kabil'in Hanuh adında bir çocuğu doğdu. Ha-nuh'un da Ander adlı bir çocuğu oldu. Ander'in, Mahvaîl adlı bir çocuğu oldu. Mahvaîl'in Metuşîl adlı bir çocuğu oldu. Metuşıl'inse Lamek adlı bir çocuğu oldu. Lamek, Ada ve Sala adlı iki kadınla evlendi. Ada, Ebel adlı bir erkek çocuk doğurdu. Çadırda yaşayan ve mal edinen ilk insan, Ebel oldu. Ada, Nevbel adlı bir erkek çocuk daha doğurdu. İlk çalgı ve bando çalan da Nevbel olmuştur. Lamek'in Sala adlı karısı da Tobelkin adlı bir erkek çocuk doğurdu. Tunç ve demiri ilk işleyen de Tobelkin'dir. Sala, Numa adlı bir de kız çocuk doğurdu...»

Tevrat'ta ayrıca şu ifadelere de rastladım: «Adem, karısıyla yattı. Belli bir süre sonra bir oğlu oldu. Adını Şit koydu. "Bu, Kabil'in öldürdüğü Habil'in yerine .bana bağışlandı."dedi. Şifin de Enuş adlı bir oğlu oldu.»

Dediler ki: Oğlu Şit doğduğunda Adem, 130 yaşındaydı. Ondan sonra 800 sene daha yaşadı. Şit'in de, oğlu Enûş doğduğu gün yaşı 105 idi. Daha sonra 807 sene yaşadı. Şifin, Enûş'tan başka oğulları ve kızları da doğdu. Enûş, doksan yaşındayken Kaynan adlı bir çocuğu doğdu. Bundan sonra 815 sene daha yaşadı. Kaynan'dan başka oğulları ve kızları da doğdu. Kaynan, yetmiş yaşma vardığında, Mehlayil adlı bir oğlu oldu. Bundan sonra 840 yıl daha yaşadı. Daha başka oğulları ve kızları da oldu. Mehlayil, altmışbeş yaşma vardığında Yer d adlı bir oğlu oldu.. Bundan sonra 800 yıl daha yaşadı. Daha başka oğulları ve kızları da oldu. Yerd, 162 yaşma vardığında Hanuh adlı bir oğlu oldu. Bundan sonra 800 yıl daha yaşadı. Daha başka oğulları ve kızları da oldu. Hanuh altmışbeş yaşma vardığında Müteveşlih adında bir oğlu oldu. Bundan sonra 800 yıl daha yaşadı. Daha başka oğullan ve kızları da oldu. Müteveşlih 187 yaşındayken Lamek adlı bir oğlu doğdu. Bundan sonra 782 yıl daha yaşadı. Daha başka oğulları ve kızları da oldu. Lamek 182 yaşma vardığında oğlu Nuh dünyaya geldi. Bundan sonra 595 yıl daha yaşadı. Daha başka oğulları ve kızları da oldu. Nuh 500 yaşma vardığında Sam, Ham ve Yafes adlı oğullan doğdu...»

Ehl-i Kitabın Tevrat dedikleri, kitapta bu ifadeler sarahatle yer almaktadır.

Yukarıda anlatılan tarihlerin gerçek semavi kitapta yer aldığı biraz şüphelidir. Bunu eleştiren bir çok âlim böyle demektedir. Doğrusu şu ki bu ifadelerde tutarsızlık vardır. Bazıları bunlan ekleme ve yorum yokluyla anlatmışlardır İd, yeri geldiğinde bunlardaki birçok yanlışı söyleyeceğiz.

îmam Ebu Cafer, talihinde bazılarından nakiller yaparak şöyle der: Havva, yirmi batında Adem'e kırk çocuk doğurdu. İbn İshak'da böyle demiş ve bu çocukların adlarım birer birer saymıştır. Doğrusunu Allah bilir. Havva'nın 120 doğum yaptığını ve her doğum da bir erkekle bir kız doğurduğunu söyleyenler de olmuştur İd, bu çocukların ilki Kabil ile bacısı Kalima, sonuncusuysa Abdülmuğis ile bacısı Ümmül Muğis'tir.

Bundan sonra insanlar çoğaldılar, yeryüzüne saçılıp dalbudak saldılar. Nitekim yüce Allah buyurmuştur ki:

«Ey İnsanlar! Sizi birtek nefisten yaratan, ondan eşini var eden ve ikisinden pek çok erkek ve kadın meydana getiren Rabbinize hürmetsizlik etmekten sakının.» (en-Nisâ, ı.)

Tarihçilerin anlattıklarına göre Adem (a.s.), soyundan yani çocuk-lanndan ve torunlarından 400 nüfus görünceye kadar yaşamış, ondan sonra vefat etmiştir. Doğrusunu Allah bilir. O buyurmuş ki:

«Sizi bir nefisten yaratan ve gönlünün huzura kavuşacağı eşini de ondan var eden Allah'tu-. Eşine yaklaşınca, eşi hafif bir yük yüklendi ve bu halde bir müddet taşıdı. Hamileliği ağırlaşmca, kan koca Rabbleri olan Allah'a: "Bize kusursuz bir çocuk verirsen, andolsun ki şükreden-lerden oluruz." diye yalvardılar. Allah onlara kusursuz bir çocuk verince, kendilerine verdiği şey hakkında Allah'a ortaklar koştular. Allah, onların ortak koştukları şeylerden yücedir.» (el-AVar, i89-J90.)

Bu ayetlerde önce Adem'in durumu anlatılarak uyanda bulunulmakta, sonra insan cinsine geçilmektedir. Yoksa amaç, sadece Adem ile Havva'nın durumlanm anlatmak değildir. Bilakis maksat, şahıslar kanalıyla insan cinsini anlatmaktır. Nitekim şu aşağıdaki ayet-i kerimde-lerde de aynı durum görülmektedir:

«Andolsun ki, insanı süzme çamurdan yarattık. Sonra onu nutfe halinde sağlam bir yere yerleştirdik.» (el-Mü'minûn, 12-13.}

«Andolsun ki yalan göğü ışıklarla donattık. Onlarla şeytanların taşlanmasını sağladık.» (ei-Mülk, 5.)

Bilindiği gibi şeytanlara atılan şeyler, göklerde kandil durumunda olan yıldızlann bizzat kendileri değildirler. Ama yıldız cinsinden olan şeylerdir ki, ayette vurgulanmak istenen de budur.

Şimdi de gelelim Ahmed b. Hanbel'in rivayet ettiği hadise. Abdüssamed, Semüre'den rivayet ederek Peygamber (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu söyledi:

«Havva gebe kaldığında, İblis onun etrafında dolanıp durdu. O zaman Havva'nın doğan çocukları yaşamıyordu. İblis, on a:" Çocuğunun adını Abdülharis koy ki yaşasın." dedi. Havva, doğan çocuğuna Abdülharis adını koydu, böylece o çocuk yaşadı. Bu da Şeytan'm ona yaptığı bir telkin ve emir idi.»[1][9]

İşin gerçeğine bakılırsa bu hadisin bir sahabeye dayandmlarak mevkuf şekilde rivayet edilmesi eleştirilecek bir husustur. Kuvvetli görüşe göre bu, israiliyattan alınmadır. Doğrusunu Allah bilir. Hasan Basrî, Nisa sûresinin 189. ayetini, bu rivayete muhalif bir şekilde tefsir etmiştir. Kaldı ki Cenâb-ı Allah, beşeriyetin aslı olsunlar ve onlardan bir çok erkekle kadın üreyip dünyanın dört bir bucağına dağılsınlar diye Adem ile Havva'yı yaratmıştır. Hal böyleyken nasıl olur da yukarıdaki hadiste anlatıldığı gibi Havva'nın çocuğu yaşamaz!

Sanırım, hayır hayır kesinlikle diyebilirim ki bu hadisin peygambere isnad edilmesi yanlıştır. Doğrusu, Semüre adlı sahabe de bu rivayeti noktalamaktır. İşin hakikatini ancak Allah bilir. Bunu Tefsir'imizde yazdık. Allah'a hamd olsun.

Sonra Adem ile Havva'nın bu rivayette sözü edilen işi yapmış olmalarına, Allah'a yakınlıkları engeldir. Adem, insanlığın babasıdır ki Allah onu kendi eliyle yaratmış, ona kendi ruhundan üflemiş, meleklerini ona secde ettirmiş, ona her şeyin ismini öğretmiş ve onu kendi Cennet'i-ne yerleştirmiştir.

İbn Hıbban, sahih 'inde Ebu Zerr (r.a.)'den rivayet eder. Ebu Zerr demiş ki:

- Dedim ki: Ey Allah'ın Rasûlü peygamberlerin sayısı kaçtır? ,

- 124.000'dir.

- Bunların kaçı rasûldür?

- 313'ü... Bu da büyük bir yekûndur.

- Bunların ilki kimdir, ey Allah'ın Rasûlü?

- Adem'dir.

- Mürsel peygamber midir (kitap sahibi midir)?

- Evet.. Allah onu kendi eliyle yarattı, ona kendi ruhundan üfledi ve sonra onun önünü düzenleyip şekillendirdi.»

Taberanî, îbn Abbâs'tan rivayet ederek Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu söyledi:

«Size meleklerin en faziletlisini haber vereyim mi? (Bilesiniz ki o), Cebrail'dir. Peygamberlerin en faziletlisi, Adem'dir. Günlerin en faziletlisi, cumadır. Ayların en faziletlisi, ramazan ayıdır. Gecelerin en faziletlisi, kadir gecesidir. Kadınların en faziletlisi, İmran kızı Meryem'dir.»

Kabü'l-Ahbar dedi ki: "Cennet'te sadece Adem'in sakalı vardır. Sakalı siyah olup göbeğine kadar uzanır, Cennet'te künyelendirilen de yalnızca Adem'dir. Dünyadaki künyesi Ebülbeşer (insanlığın babası), Cen-net'teki künyesiyse Ebu Muhammed (Muhammed'in babası)dir."

İbn Adiyy, Cabir b. Abdullah'tan merfu olarak yaptığı bir rivayette demişki: "Cennetlikler isimleriyle çağrılırlar. Ancak Adem, bundan müstesnadır. O, "Muhammed'in babası" diye künyesiyle çağırılır."[2][10] Doğruyu Allah bilir.

Buharî ve Müslim'in sahihlerinde yer alan îsrâ hadisinde şöyle denmektedir: "Rasûlullah (s.a.v.) Adem'e uğradı. O, dünya semasmdaydı. Adem ona şöyle hitab etti: "Salih oğul ve salih peygambere merhaba." Rasûlullah (s.a.v.) bir de ne görsün: Adem'in sağında ve solunda bir takım şahıslar var. Adem, sağına baktığında güldü, soluna baktığında*ağladı. "Ya Cebrail bu nedir?" diye sordum. Bana şu cevabı verdi: "Bu Adem'dir. Bunlar da onun çocuklarının ruhlarıdır. Sağmdakilerden - ki bunlar cennetliktir - yana baktığında güldü. Solundakilerden - ki bunlar da cehennemliktir - yana baktığında ağladı.»[3][11]

Ebu Bekir el-Bezzar, Hasen'den rivayet ederek dedi ki: "Adem'in aklı, tüm çocuklarının aklı kadardı."

Bazı âlimler, "Yusuf a uğradım. Gördüm ki ona güzelliğin yarısı verilmiş." sözünün şu anlama geldiğini söylemişler: O, Adem'in güzelliğinin yansına sahipti. Uygun olan mana da budur. Çünkü Allah, Adem'i kendi mübarek eliyle yaratıp şekillendirmiş, ona kendi ruhundan üfle-miştir. Allah, ancak eşyanın en güzelim yaratır.

Abdullah b. Ömer'den mevkuf ve merfu olarakjrivayet ettiğimiz bir hadiste şöyle denmektedir: «Cenâb-ı Allah, Cennet'i yarattığında melekler demişler ki: "Ey Rabbimiz, bunu bize ver. Çünkü âdemoğlu için dünyayı yarattın. Orada yeyip içiyorlar". Cenâb-ı Allah, cevaben şöyle buyurmuş: "Onur ve üstünlüğüme and olsun ki, kendi elimle yarattığım (Adem)in soyunun salih kimselerini, kendisine ben, "ol" dediğimde olanlar gibi yapmam."

Buharî ve Müslim'in sahihleriyle diğer hadis kitaplarında çeşitli yollardan rivayet edilen bir hadiste denmektedir ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: «Şüphesiz ki Allah, Adeîn'i kendi suretinde yaratmıştır.» Alimler, bu hadis üzerinde çok konuşmuş, bu hususta çeşitli yollara giderek teviller yapmışlardır ki, burası, o tevilleri açmanın yeri değildir.

Doğrusunu Allah bilir.



[1] [9] Tirmizî, Hadis No: 3077.

[2] [10] İbn Adiyy, el-Kamil Fid-Duafa. IV, 1368.

[3][11] Buharî, Babü'l-lsti'zan, 1. Müslim, Babü'î-Birr, 115.
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
Adem'in Vefatı Ve Oğlu Şit'e Yaptığı Vasiyeti


Şit, Allah'ın bağışı demektir. Adem, oğluna bu adı vemiştir. Çünkü Şit, Habil'in öldürülmesinden sonra Adem ile Havva'ya Allah tarafından verilmiştir.

Ebu Zerr'in Rasûlullah (s.a.v.)'tan rivayet ettiği bir hadiste şöyle denmektedir: «Cenâb-ı Allah yüz sahife ve dört kitap indirmiştir. Şife elli sahife indirmiştir.»

Muhammed b. İshak dedi ki: Adem'in ölüm anı gelip çattığında oğlu Şit'e vasiyette bulundu, ona geceyle gündüzün saatlerini öğretti. Bu saatlerde yapılması gereken ibadetleri ona öğretti. Bundan sonra da Tufanın vukubulacağını ona bildirdi.

Denilir ki: Bu gün ademoğullarmm tümünün nesebi, Şit'e dayanır. Adem'in diğer oğullarının nesepleri devam etmeyip inkiraz bulmuştur. Doğruyu Allah daha iyi bilir.

Adem (a.s.), vefat ettiğinde cuma günüydü. Melekler, koku ve kefenini yüce Allah'ın katından ve Cennet'ten getirdiler. Oğlu ve vasisi Şit aleyhisselama baş sağlığı dilediler. İbn İshak der ki: Adem'in ölümünde ay ve güneş, yedi gün yedi gece tutuldular.

İmam Ahmed b. Hanbel'in oğlu Abdullah dedi ki: Hedbe b. Halid,

Damüret es-Sa'di'nin oğlu Yahya'nın şöyle dediğini rivayet etti: Medine'de bir ihtiyar gördüm, konuşuyordu. Kim olduğunu sordum. Onun Ubey b. Ka'b olduğunu söylediler. Şunları anlatıyordu:

Adem'in ölüm anı geldiğinde oğullarına: "Oğullarım! Cennet meyvelerini arzuluyorum." dedi. Oğulları, Cennet meyvesi aramaya koyuldular. Yolda meleklerle karşılaştılar. Ellerinde kefen, koku, kazma, kürek ve zenbil bulunan melekler, onlara: "Ey Adem oğulları! Ne istiyorsunuz ve nereye gidiyorsunuz?" diye soi'dular. Oğulları: "Babamız hastadır. Cennet meyvelerim arzuluyor." dediler. Melekler de: "Geri dönün, babanız vefat etti." dediler. Melekler geldiler. Havva onları görünce tanıdı ve Adem'e sarıldı. Adem: "Beni bırak. Bana senden önce ruh verildi. Benimle Aziz ve Celil olan Rabbimin melekleri arasından çık.» dedi. Melekler de Adem'in ruhunu teslim aldılar. Yıkayıp kefenlediler, koku sürdüler. Mezarını kazıp hazırladılar. Cenaze namazını kılıp defnettiler. Ebedî istirahatgahma tevdi ettiler. Üzerine toprak örttüler. Sonra da: "Ey Adem oğulları, ölüleriniz için uygulayacağınız) âdetiniz işte budur." dediler.

İbn Asakir, İbn Abbas'tan rivayet ederek Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu söyledi: «"Melekler, Adem'in üzerine cenaze namazı kılarken dört tekbir getirdiler." Ebu Bekir, Fatıma üzerine dört tekbir getirdi.

Ömer, Ebu Bekir'in üzerine dört tekbir getirdi. Suhayb de Ömer'in üzerine dört tekbir getirdi.»

İbn Asakir dedi ki: Ademin nereye defnedildiği hususunda ihtilaf vardır. Meşhur kavle göre Adem, Hindistan'da Cennet'ten indirilmiş olduğu dağın yanma defnedilmiş tir. Mekke'de Ebu Kubeys dağının yanına defnedildiğini söyleyenler de olmuştur.

İbn Ceririn anlattığına bakılırsa Tufan esnasında Hz. Nuh, Adem ile Havva'yı bir tabuta koyarak taşımış, onları Kudüs'e götürüp Mescid-i Aksa'da defnetmiştir.

İbn Asakir, bazılarının şöyje dediğini rivayet etmiştir: Adem'in cesedinin başı, İbrahim mescidinin yanında, ayakları'da Mescid-i Aksa Kayası'nın yanındadır. Havva, Adem'den bir sene sonra vefat etmiştir.

Hz. Adem'in ömrünün ne kadar sürdüğü de ihtilaflıdır. Önceki sayfalarda yer alan İbn Abbas ile Ebu Hüreyre'nin merfu olarak rivayet ettikleri hadiste, Adem'in Ömrünün Levh-i Mahfûz'da 1000 sene olarak yazılmış olduğu kayıtlıdır. Adem'in 930 yıl yaşadığına ilişkin Tevrat'ta yer alan ifadeler, bu hadis-i şerifi çürütemez. Çünkü onların bu ifadelerine eleştirilecek noktalar vardır. Bu ifadeler merduttur. Zira masum Peygamberimiz'den nakledilmiş olup elimizde mahfuz bulunan hakikate muhaliftir.

Kaldı ki Tevrat'taki ifadeyle mezkur hadis-i şerifle sözü edilen 1000 yıllık süre arasında uzlaşma sağlamak ta mümkündür. Tevrat'taki 930 yılı doğru kabul edersek bu, Hz. Adem'in Cennet'ten indirildikten sonra yeryüzünde yaşadığı ömür süresi olarak kabul edilir. Bu 930 yıl, güneş yılıdır Kameri seneyle, 975 yıla tekabül eder. Buna Cennet'telri ikamet süresi olan kırküç yıl eklenirse, - ki bu îbn Cerir'in anlattığı bir şeydir -toplamı 1000 yıl eder.

Ata el-Horasanı dedi ki: Adem vefat ettiğinde bütün yaratıklar yedi gün süreyle onun üzerine ağladılar.

Bunu, îbn Asakir rivayet etmiştir.

Adem (a.s.) vefat edince, idareyi oğlu Şit ele aldı. Ibn Hibbanin, sahihinde rivayet ettiği hadisin nassı ile sabittir ki, Şit (a.s.) peygamberdir Ve kendisine elli sahife indirilmiştir. Şifin de vefatı yaklaştığında o, oğlu Enuş'a vasiyette bulundu. Vefat edince de oğlu Enûş, idareyi ele aldı Enuş'un vefatından sonra idareyi oğlu Kaynan ele aldı. Kaynanin vefatından sonra da oğlu Mehlayil idareyi ele aldı. Perslerin yedi iklim hükümdarı dedikleri de odur. İlk olarak ağaçlan kestirip büyük şehirlerle kaleler yaptıran, Babil ve Sûsu'1-Aksa şehirlerini inşa ettiren, îblis ile askerlerini mağlub edip yeryüzünün kenarlarına ve dağ kovuklarına kovan, cinlerin büyük bir kesimini öldüren odur. Onun büyük bir tacı vardı. Halka nutuk irad ederdi. Devleti kırk yıl sürmüştür. Vefat edince, oğlu Yerd idareyi ele aldı. Yerd'in de vefat anı geldiğinde, oğlu Hanuh'a vasiyette bulundu. İdareyi ona emanet etti. Meşhur kavle göre Hanuh, îdris (a.s.)'dir.
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
İdris Aleyhîsselam


Yüce Allah buyurmuşturki:

«(Ey Muhammedi) kitapta İdris'e dair söylediklerimizi de an. Çünkü o, dosdoğru bir peygamberdi. Onu yüce bir yere yükselttik.» (Meryem, 56-57.)

İdris (a.s.)'i Allah övmüş, peygamberlik ve doğrulukla nitelemiştir. Yukarıda adı geçen Hanuh, işte bu İdris (a.s.)'dir. Rasûlullah (s.a.v.)'m şeceresinde yer almaktadır. Neseb âlimlerinin bir kısmı böyle demişlerdir.

Adem ve Şit'den sonra insanlar arasında ilk peygamber olan, İdris'tir.

İbn İshak'm anlattığına göre ilk olarak kalemle yazan, îdris'tir. Adem (a.s.)'in ömrünün 308 yılma kavuşmuştur. Bazıları dediler ki: Ha-dis-i şerifte işaret edilen zat, İdris'tir. Muaviye b. Hakem es-Sülenî, kum ile yazı yazma konusunu Rasûlullah (s.a.v.)'a sorduğunda şu cevabı almıştı:

«İdris, peygamberdi. Kum ile yazardı. Bir kimse onun yazısına uy-, gun yazarsa ne âlâ!.»

Tefsir ve ahkam âlimlerinin çoğu derler ki: Bu konuda ilk konuşan odur.

Onu aslanlar aslanı diye adlandırdılar. Bazısı da diğer peygamberleri, âlimleri, hekimleri ve velileri yalanladıkları gibi onu da yalanladılar.

"Onu yüce bir yere yükselttik." Buharı ve Müslim'in sahihlerinde yer alan îsrâ hadisinde anlatıldığına göre Rasûlullah (s.a.v.), göğün dördüncü katında İdris (a.s.)'e uğramıştır.

İbn Cerir; Hilal b. Yesaf b. Yesaf m şöyle dediğini rivayet etti:

«İbn Abbas (r.a.), Ka'b'dan sordu. Ben de yanlarmdaydım.

- "Onu yüce bir yere yükselttik." sözünün manası nedir?

- Bu İdris'le ilgilidir. Allah ona vahyederek dedi ki: Hergün için ademoğullannın tümünün ameli kadar amelle seni daha yükselteceğim -ademoğullarından kasıt, herhalde İdris'in yaşadığı zamandaki insanlardır - İdris, amelin daha da artmasını istedi. Meleklerden bir dostu yanına geldi. Meleğe dedi İd: "Allah bana şöyle şöyle vahyetti. Daha çok salih amel işleyebileyim diye, ölüm meleğine deki, canımı geç alsın. Melek, onu kanatlarının arasına alıp göğe çıkardı. Göğün dördüncü katına geldiklerinde ölüm meleği aceleyle karşılarına çıktı. îdris'i taşımakta olan meleğe sordu:

- İdris nerede?

- İşte sırtımda!

- Hayret!. Bana: "Git.. İdris'in ruhunu göğün dördüncü katında teslim al." dediler. Oysaki o yeryüzünde idi!..

Evet.. Ölüm meleği, göğün dördüncü katında İdris'in canını aldı. "Onu yüce bir yere yükselttik." sözünün manası işte budur.»

İbn Ebi Hatîm, "Onu yüce bir yere yükselttik." mealindeki ayet-i kerimenin tefsirini yaparken şöyle der: İdris, dostu olan meleğe : "Ömrümün ne kadar kaldığım ölüm meleğine sor." dedi. Sordu - İdris de yanındaydı -:

- İdris'in ne kadarlık ömrü kaldı? .

- Bilmiyorum.. Hele bir bakayım..

Baktı, sonra cevap verdi: "Sen bana bir anlık ömrü kalmış bir adamı soruyorsun." Diğer melek, kanadının altında taşımakta olduğu İdris'e baktı ki ölmüş, cansız duruyor. Öldüğünü de kendisi farketmemişti. Bu anlatılanlar, îsrailiyattandır. Bazıları münherdir, hiç duyulmamıştır.

"Onu yüce bir yere yükselttik." mealindeki ayetle ilgili olarak Mücahid dedi ki: İdris, İsa'nın göğe çıkarılışı gibi çıkarıldı, ölmedi. Eğer bunun kasdettiği, onun şu ana kadar ölmemiş olması ise, bu tartışma götürür. Yok eğer kasdettiği, onun sağ olarak göğe çıkarılıp bilahare orada ruhunun teslim alındığı ise bu, Önceki sayfalarda Kabü'l-Ahbar'dan nakledilen rivayete ayları olmaz. Doğrusunu Allah bilir.[1][1] "Onu yüce bir yere yükselttik." mealindeki ayetle ilgili olarak Avfî, İbn Abbas (r.a.)'m şöyle dediğini rivayet eder: İdris, altına kat göğe çıkarıldı ve orada vefat etti.

Dahhak da böyle demiştir.

Buharı ve Müslim'in, sahihlerinde ittifak ettikleri bir hadise göre İdris (a.s.), göğün dördüncü katandadır İd doğrusu da budur. Mücahid ve bazı kimseler de böyle söylemişlerdir. Hasan Basrî, ayet-i kerimede geçen yüce yerin, Cennet olduğunu söylemiştir. Bazıları da dediler ki: İdris (a.s.), babası Mehlayıl oğlu Yerd'in sağlığında göğe yükseltilmiştir. Doğrusunu Allah bilir.

Bazı kimselerin iddiasına göre İdris (a.s.), Nuh (a.s.)'dan önce değil de israiloğulları zamanında yaşamıştır.

İbn Mesud ve İbn Abbas'tan naklederek Buharı: "İlyas, İdris'in ta kendisidir." dedi. Ve bunlar böyle derken de, Zührî'nin Enes (r.a.)'den rivayet etmiş olduğu İsrâ hadisine dayandılar: Rasûlullah (s.a.v.), miraç gecesinde İdris'e uğradığında idris, ona: Merhaba ey salih kardeş ve ey salih peygamber, dedi. Adem ve İbrahim'in: Merhaba ey salih peygamber ve ey salih oğul, dedikleri gibi hitap etmedi.

«Şayet İdris, Peygamber Efendimizin dedelerinden olsaydı, Adem ile İbrahim'in dedikleri gibi: Merhaba ey salih oğul! derdi.»[2][2] denilmiştir. Ancak bu sağlam bir delil değildir. Çünkü ravi, bunu iyi ezberlememiş olabilir. Ya da İdris (a.s.), alçakgönüllülüğünden dolayı Peygamber (s.a.v.) Efendimize o şekilde hitapta bulunmuş olabilir. Peygamber Efendimiz'e, Adem ile İbrahim peygamberlerin yaptıkları gibi babalık edası takınmamışlar. Adem, beşeriyetin babasıdır. İbrahim de Rahmanın dostu ve Muhammed (s.a.v.)'den sonra Ûlu'1-azm peygamberlerin en büyüğüdür. Allah'ın salat ve selamı hepsinin üzerine olsun. [3][3]



[1][1] Tefsîr-i Mücahid, I, 387.

[2][2] Buhari, IV, 271.Babü Zikri İdris Aleyhisselam.

[3][3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 1/134-136.
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
Nuh Aleyhisselam


Nuh peygamber, Müteveşlih oğlu Lamek'in oğludur. Müteveşlih te Yei'd oğlu Hanuh'un, yani îdris peygamberin oğludur. Hanuh, Kaynan oğlu Mehlayil'in oğludur. Kaynan, Şit oğlu Enuş'un oğludur. Şit de, insanlığın babası Adem peygamberin oğludur.

Nuh peygamber, Adem (a.s.)'in vefatından 126 yıl sonra doğmuştur. İbn Cerir ve diğerleri böyle demişlerdir.

Ehl-i Kitabın eskiçağ tarihine göre Adem (a.s.)'in vefatı ile Nuh (a.s.)'un doğumu arasında geçen zaman 146 yıldır. Aralarında on nesil geçmiştir. Nitekim Hafız Ebu Hatîm b. Hibban, sahihinde demiş ki: Muhammed b. Ömer b. Yusuf, Ebu Ümame'den rivayet etti: Adamın biri dedi ki:

- Ey Allah'ın Rasûlü! Adem, peygamber miydi?

- Evet.. Allah'ın kelamına muhat ab oldu.

- Onunla Nuh'un arasında ne kadar zaman geçti?

- On nesil...

Sahih-i Buharî'de İbn Abbas'm şöyle dediği rivayet edilir: «Adem ile Nuh arasında on nesil vardı. Hepsi de İslâm (dini) üzerindeydiler.»

Hadis-i şerifin metninde geçen (kam) kelimesinden kasıt, yüz sene ise, - nitekim insanların çoğu bu kelimeyi duyduklarında ilk olarak ona 100 sene anlamım verirler - demek İd Adem ile Nuh arasında 1000 sene geçmiştir. Ama bu, İbn Abbas'm koymuş olduğu "Hepsi de İslâm (dini) üzerindeydiler" kaydına aykırı düşmemektedir. Bu durumda ikisinin arasında Müslüman olmayan başka nesiller geçmiş olabilir. Fakat Ebu Umame'nin hadisi, aralarında sadece on nesil geçmiş olduğuna delâlet etmektedir. İbn Abbas, o nesillerin Müslüman oldukları kaydını eklemiştir ki bu da, tarihçilerin ve diğer Ehl-i Kitabın ortaya attıkları; "Kabil ve oğulları ateşe taptılar" iddiasını çürütmektedir.

Doğrusunu Allah bilir.

Karn kelimesinden kasdm, insan nesli olması halinde Nuh (a.s.)'dan önceki nesillerin uzun asırlar yaşadıkları ortaya çıkmaktadır. Böyle olunca da Adem ile Nuh arasında binlerce senelik bir zaman geçtiği söylenebilir. Karn kelimesi, Kur'ân-ı Kerim'in bir çok ayetlerinde de nesil manasında kullanılmıştır:

«Nuh'dan sonra nice nesilleri yoketmişizdir.» (el-lsrâ, 17.)

«Bunların ardından başka nesiller varettik.» (el-Mü'mmun, 31.)

«Ad, Semud milletleri ile Resslileri ve bunların arasında birçok nesilleri de yerle bir ettik.» (el-Furkân, 38.)

«Onlardan önce nice nesilleri yokettik.» (Meryem, 74.)

Nitekim Peygamber Efendimiz de buyurmuşlar ki: «Nesillerin en hayırlısı, benim (zamanımda yaşayan) neslimdir.»

Hülasa Nuh peygamber, insanların putlara taptıkları, sapıklık ve küfür yoluna girdikleri bir zamanda Allah tarafından kullara rahmet olarak gönderildi. Kıyamet gününde söz sahibi kimselerin de söyliye-cekleri gibi, yeryüzüne rasûl olarak gönderilen ilk insandır. İbn Cübeyr ve diğerlerinin dedikleri gibi, Nuh'un milletine Rasib oğulları denirdi. Onun kaç yaşındayken peygamberlikle görevlendirildiği hususunda ihtilaf edilmiştir. Kimileri elli yaşındayken, kimileri 350 yaşındayken, kimileri de 480 yaşındayken peygamber olduğunu söylemişledir. 480 yaşındayken peygamber olduğu sözünün, İbn Abbas'a ait olduğu söylenir. Bunu, İbn Cerir anlatmıştır.

Cenab-ı Allah, Nuh peygamberin hayat hikayesini, milletinin ona yaptıklarım, onu inkar edenlere indirilen Tufan azabını, geminin Nuh ve arkadaşlarını tufandan nasıl kurtardığını, Kur'ân-ı Kerim'in birçok yerlerinde anlatmıştır:

«Andolsun ki Nuh'u milletine gönderdik. "Ey milletim! Allah'a kulluk edin. O'ndan başka tanrınız yoktur; doğrusu sizin-için büyük günün azabından korkuyorum." dedi. Milletinin ileri gelenleri: "Biz senin apaçık sapıklıkta olduğunu görüyoruz." dediler.

"Ey milletim! Bende bir sapıklık yoktur. Ancak ben âlemlerin Rabbinin peygamberiyim, Rabbimin sözlerini size bildiriyor, öğüt veriyorum. Sizin bilmediğinizi Allah katından ben biliyorum. Sakınmanızı ve böylece merhamete uğramanızı sağlamak üzere sizi uyarmak için aranızdan biri vasıtasıyla Rabbinizden size haber gelmesine mi şaşıyorsu-nuz?"dedi. Onu yalanladılar. Biz de onu ve gemide beraberinde olanları kurtardık, ayetlerimizi yalan sayanları suda boğduk. Çünkü onlar kör bir milletti.» (el-A’râf, 59-64.)

«Ey Muhammed! Onlara Nuh'un başından geçenleri anlat: Milletine, "Ey milletim! Eğer durumum, Allah'ın ayetlerini hatırlatmam size ağır geliyorsa - ki ben Allah'a güvenmişimdir - siz ve koştuğunuz ortaklar elbirliği edin; yapacağınız iş sonra size bir tasa vermesin. Sonra onu bana uygulayın ve beni ertelemeyin." demişti. "Eğer yüz çevirirseniz bilin ki, ben sizden bir ücret istemiyorum. Benim ecrim Allah'a aittir. Müslimlerden olmakla emrolundum." Onu yalancı saydılar. Ama biz onu ve gemide beraberinde bulunanları kurtardık. Onları ötekilerin yerine geçirdik. Ayetlerimizi yalanlıyanları, suda boğduk. Uyarılanlardan söz dinlemeyenlerin sonlarının nasıl olduğuna bir bak!.» (Yûnus, 71-73.)

«"Andolsun ki biz Nuh'u kendi milletine gönderdik. "Ben sizin için apaçık bir uyarıcıyım; Allah'tan başkasına kulluk etmeyin; doğrusu ben hakkınızda can yakıcı bir günün azabından korkuyorum." dedi. Milletinin inkarcı ileri gelenleri: "Senin ancak kendimiz gibi bir insan olduğunu görüyoruz. Daha başlangıçta, sana bizim ayaktakımı dışında kimsenin uyduğunu görmüyoruz. Sizin bizden bir üstünlüğünüz- de yoktur; biz sizi yalancı sanıyoruz." dediler. Nuh: "Ey Milletim! Rabbimin katından bir delilim bulunsa ve bana yine katından bir rahmet vermiş olsa da bunlar sizden gizlenmiş olsa, söyleyin, zorla sizi bunlara mecbur mu ederiz?" dedi. "Ey Milletim! Buna karşılık ben sizden bir mal da istemiyorum. Benim ücretim Allah'a aittir. İnananları da kovacak değilim; çünkü onlar Rabbleriyle karşılaşacaklar; fakat ben sizi cahil bir millet olarak görüyorum." "Ey Milletim! Onları kovarsam, Allah'a karşı beni kim savunur? Düşünmez misiniz?" "Size, Allah'ın hazineleri yammda-dır demiyorum. Gaybı bilmem; doğrusu melek olduğumu da söylemiyorum; küçük gördüklerinize Allah iyilik vermeyecektir diyemem; içlerinde olanı Allah daha iyi bilir. Yoksa şüphesiz haksızlık etmiş olurum."

"Ey Nuh! Bizimle tartıştın; hem de çok tartıştın. Doğru sözlülerden isen, tehdid ettiğin azabı başımıza getir." dediler. "Ancak Allah dilerse onu başınıza getirir. Siz O'nu aciz bırakamazsınız. Allah sizi azdırmak isterse, ben size öğüt vermek istesem de faydası olmaz. O, sizin Rabbi-nizdir, ona döneceksiniz." dedi. Ey Muhammed! Sana "Kur'ân'ı kendiliğinden uydurdu." derler, de ki: "Uydurdumsa suçu bana aittir. Oysa ben sizin işlediğiniz günahlardan uzağım." Nuh'a: "Senin milletinden, inanmış olanlardan başkası inanmayacaktır; onların işlediklerine üzülme; gözcülüğümüz altında, sana bildirdiğimiz gibi gemiyi yap. Haksızlık yapanlar için bana başvurma, çünkü onlar suda boğulacaklardır." diye Allah tarafından vahyolundu.

Gemiyi yaparken, milletinin inkarcı ileri gelenleri yanına uğradıkça onunla alay ederlerdi. O da: "Bizimle alay ediyorsunuz ama, alay ettiğiniz gibi biz de sizinle alay edeceğiz. Rezil edici azabın kime geleceğini ve kime sürekli azabın ineceğim göreceksiniz." dedi.

Buyruğumuz gelip tandırdan sular kaynamağa başlayınca: "Her cinsten birer çifti ve aleyhine hüküm verilmiş olanın dışında kalan çoluk çocuğunu ve inananları gemiye bindir." dedik. Pek az kimse onunla beraber inanmıştı. Allah: "Oraya binin; yürümesi ve durması Allah'ın izniyledir, Rabbim bağışlar ve merhamet eder.»"dedi. Gemi, dağlar gibi dalgalar içinde onları götürürken, Nuh, bir kenarda ayrı kalmış olan oğluna: "Ey oğulcuğum! Bizimle beraber gel, kafirlerle birlik olma." diye seslendi. Oğlu: "Dağa sığınının, beni sudan kurtarır." deyince, Nuh: "Bugün Allah'ın buyruğundan - O'nun acıdıkları dışında kurtulacak yoktur." dedi. Aralarına dalga girdi; oğlu da boğulanlara karıştı. Yere: "Suyunu çeki." Göğe: "Ey gök! Sen de tut!" denildi; su çekildi; iş de bitti. Gemi, Cudi'ye oturdu. "Haksızlık yapan millet, Allah'ın rahmetinden uzak olsun." denildi. Nuh Rabbine seslendi: "Rabbim! Oğlum benim ai-lemdendi. Doğrusu senin va'din haktır. Sen hükmedenlerin en iyi hükmedenisin." dedi. Allah: "Ey Nuh! O senin ailenden sayılmaz; çünkü kötü bir iş işlemiştir. Öyleyse bilmediğin şeyi benden isteme. İşte sana öğüt, bilgisizlerden olma." dedi. "Rabbim! Bilmediğim şeyi senden istemekten sana sığınırım. Beni bağışlamaz ve bana merhamet etmezsen kaybedenlerden olurum." dedi. "Ey Nuh! Sana ve seninle beraber olan topluluklara bizden bir selamet ve bereketle gemiden in. Ama bir çok toplulukları da geçindireceğiz. Sonra onlara canyakıcı bir azab vereceğiz." denildi. "Ey Muhammed! Bunlar sana vahyettiğimiz bilinmeyen olaylardır. Sen de, milletin de daha önce bunları bilmezdiniz. Sabret, sonuç, Allah'tan sakınanlarındır."» (Hud, 25-49.)

«Nuh da daha önceleri bize yalvarmıştı, onun duasını kabul edip, kendisini ve ailesini büyük sıkıntıdan kurtardık. Ayetlerimizi yalanlı-yan millete karşı ona yardım ettik. Doğrusu onlar fena bir milletti, hepsini Suda boğduk.» (el-Enbiyâ, 76-77.)

«Andolsun ki Nuh'u milletine gönderdik; onlara: "Ey Milletim! Allah'a kulluk edin; ondan başka tanrınız yoktur; sakınmaz mısınız?." dedi. Milletinin inkarcı ileri gelenleri: "Bu, sizin gibi bir insandan başka birşey değildir; sizden üstün olmak istiyor. Allah dilemiş olsaydı melekler indirirdi. İlk atalarımızdan beri böyle bir şey işitmedik. Bu adamda nedense biraz delilik var, bir süreye kadar onu gözetleyin." dediler, Nuh: "Rabbim! Beni yalanlamalarına karşılık bana yardım et." dedi. Bunun üzerine ona şöyle vahyettik: "Gözcülüğümüz altında, sana bildirdiğimiz gibi gemiyi yap; buyruğumuz gelip sular kaynayınca, her cinsten birer çifti ve aleyhine hüküm verilmiş olanın dışında kalan çoluk çocuğunu alıp gemiye bindir. Haksızlık yapanlar için bana başvurma, çünkü onlar suda boğulacaklardır." Ey Nuh! Sen ve beraberindekiler gemiye yerleşince: "Bizi zalim milletten kurtaran Allah'a hamdolsun." de. "Rabbim beni kutsal bir yere indir. Sen, indirenlerin en iyisisin." de. Doğrusu bunlarda dersler vardır. Biz şüphesiz insanları denemekteyiz.» (el-Mü'minûn, 23-30.)

«Nuh'un milleti peygamberleri yalanladı. Kardeşleri Nuh, onlara: "Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Doğrusu ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Allah'tan salanın ve bana itaat edin. Buna karşı sizden bir ücret istemiyorum. Benim ecrim ancak âlemlerin Rabbine aittir. Artık Allah'tan salanın ve bana itaat edin." dedi. "Sana mı inanacağız? Sana en rezil kimseler uymaktadır." dediler. Nuh: "Onların yaptıkları hakkında bir bilgim yoktur, hesaplarını* görmek Rabbime aittir, düşünsenize! Ben, inananları kovacak değilim. Ben sadece açıkça uyarıcıyım." dedi. "Ey Nuh! Eğer bu işe son vermezsen, şüphesiz taşlanacak-lardan olacaksın." dediler. Nuh: "Rabbim! Milletim beni yalanladı. Benimle onların arasında sen hüküm ver. Beni ve beraberim deki inananları kurtar" dedi. Bunun üzerine onu ve beraberinde bulunanları, dolu bir gemi içinde taşıyarak kurtardık. Sonra da geride kalanları suda boğduk. Doğrusu bunda bir ders vardır. Ama çoğu inanmamıştır. Rab-bin şüphesiz güçlüdür, merhametlidir.»(eş-Şuara, 106-122.)

«Andolsun ki Nuh'u milletine gönderdik; aralarında 950 yıl kaldı. Sonunda onlar haksızlık yaparken, tufan onları yakalayıverdi. Ama biz, Nuh'u ve gemide bulunanları kurtardık ve bunu dünyalara bir ibret laldık.» (el-Ankebût, 14-15.)

«Andolsun ki Nuh Bize seslenmişti de duasına ne güzel icabet etmiştik. Onu ve ailesini büyük sıkıntıdan kurtarmıştık. Ancak onun soyunu sürekli kıldık. Sonra gelenler için de: "Alemlerde Nuh'a selam olsun" diye ona iyi bir ün bıraktık. İşte biz iyi davrananları böyle mükafatlandırırız. Doğrusu o, bizim inanmış kullarımızdandı. Sonra diğerlerim suda boğduk.» (es-Sâffât, 75-82.)

«Bu putperestlerden Önce Nuh milleti de yalanlamış, kulumuzu yalanlayarak: "Delidir" demişlerdi, yolunu kesmişlerdi. O da : "Ben yenildim, bana yardım et", diye Rabbine yalvarmıştı. Biz de bunun üzerine gök kapılarını boşanan sularla açtık. Yeryüzünde kaynaklar fışkırttık; her iki su, belirtilen bir ölçüye göre birleşti. Onu, tahtadan yapılmış, mıhla çakılmış bir gemiye bindirdik. İnkar edilmiş olan Nuh'a mükafat olarak verdiğimiz gemi, nezaretimiz altında yüzüyordu. Andolsun ki biz, o gemiyi bir ibret olarak bıraktık. Öğüt alan yok mudur? Benim azabım ve uyarmam nasılmış? Andolsun ki Kur'ân'ı öğüt olsun diye kolaylaştırdık; öğüt alan yok mudur?.» (el-Kamer, 9-17.)

«Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla...»

«"Milletine can yakıcı bir azab gelmezden önce onları uyar." diye Nuh'u milletine gönderdik. O da şöyle dedi: "Ey milletim! Şüphesiz ben, size gönderilmiş apaçık bir uyarıcıyım." "Allah'a kulluk edin; ondan sakının ve bana itaat edin ki Allah günahlarınızı size bağışlasın ve sizi belli bir süreye kadar ertelesin; doğrusu Allah'ın belirttiği süre gelince geri bırakılamaz; keşke bilseniz!" Nuh dedi ki: "Rabbim! Doğrusu ben, milletimi gece gündüz çağırdım."

"Fakat benim çağırmam, sadece benden uzaklıklarını arttırdı. "Doğrusu ben, senin onları bağışlaman için kendilerini her çağırışımda, parmaklarım -kulaklarına tıkadılar, elbiselerine büründüler, direndiler, büyüklendikçe büyüktendiler." "Sonra doğrusu ben onları açıkça çağırdım." "Sonra onlara açıktan açığa, gizliden gizliye de söyledim." "Dedim ki: "Rabbinizden bağışlanma dileyin İd - doğrusu o çok bağışlayandır - size gökten bol bol yağmur indirsin." "Sizi mallar ve oğullarla desteklesin; sizin için bahçeler var etsin, ırmaklar akıtsın." "Ne oluyorsunuz ki Allah'a büyüklüğü yakıştıramıyorsunuz?." "Oysa sizi merhalelerden geçirerek o yaratmıştır." "Allah'ın göğü yedi kat üzerine nasıl yarattığını görmez misiniz?." "Aralarında Ay'a aydınlık vermiş ve Güneş'in ışık saçmasını sağlamıştır." "Allah sizi yerden bitirir gibi yetiştirmiştir." "Sonra sizi oraya döndürür ve yine oradan çıkarır." "Yeryüzünde dolaşabilmeniz, orada yollar ve geniş geçitlerden geçebilmeniz için, onu size yayan O'dur."

Nuh: "Rabbim! Doğrusu bunlar bana baş kaldırdılar ve malı, çocuğu kendisine sadece zarar getiren kimseye uydular; birbirinden büyük düzenler kurdular" dedi. İnsanlara: "Sakın tanrılarınızı bırakmayın; Ved, Suva', Yağus, Yeuk ve Nesr putlarından asla vazgeçmeyin." dediler. "Böylece bir çoğunu saptırdılar; Rabbim! Sen bu zalimlerin sadece şaşkınlığım arttır." Onlar, günahları yüzünden suda boğuldular; ateşe sokuldular, kendilerine Allah'tan başka yardımcı bulamadılar. Nuh dedi ki: "Rabbim! Yeryüzünde hiç bir inkarcı bırakma. Doğrusu sen onları bırakırsan, kullarım saptırırlar; sadece ahlaksız ve çok inkarcıdan başkasını doğurup yetiştirmezler. Rabbim! Beni, anamı, babamı, evime inanmış olarak gireni, inanan erkek ve kadınları bağışla; yalnız zalimleri yok et!"» (Nûh, 1-28.)

Yukarıda geçen mevzuların herbiriyle ilgili olarak tefsirimizde gerekli açıklamayı yaptık. Bu farklı yerlerden alıntılar yaparak Nuh kıssasını, hadis ve eserlerin de delaletiyle derli toplu olarak anlatmaya çalışacağız.


>>>Devam
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
Nuh kıssası, Kur'ân-ı Kerim'in çeşitli yerlerinde anlatılmış; Nuh (a.s.) övülmüş, muhalifleri de yerilmiştir. Şöyle ki: «Nuh'a ondan sonra gelen peygamberlere vahyettigimiz, İbrahim'e, İsmail'e, îshak'a, Ya-kub'a, torunlarına, İsa'ya, Eyyûb'a, Yunus'a, Harun'a ve Süleyman'a vahyettigimiz gibi ey Muhammed, şüphesiz sana da vahyettik. Davud'a da Zebur'u verdik. Peygamberlerden sonra, insanların Allah'a karşı bir hüccetleri olmaması için, gönderilen müjdeci ve uyarıcı peygamberlerden bir kısmım daha önce sana anlatmış, bir kısmını da anlatmamıştık. Allah, Musa'ya hitab etmişti. Allah güçlüdür, Hakimdir.» (en-Nisâ, 163-165.)

«Bu, İbrahim'e, milletine karşı verdiğimiz hüccetimizdir. Dilediğimizi derecelerle yükseltiriz. Doğrusu Rabbin hakimdir, bilendir. Ona îshak'ı, Yakub'u bağışladık, herbirini doğru yola eriştirdik. Daha önce Nuh'u ve soyundan Davud'u, Süleyman'ı, Eyyûb'u, Yusuf u, Musa'yı ve Harun'u - ki işlerini iyi yapanlara böylece karşılık veririz - Zekeriya'yı, Yahya'yı, İsa'yı ve İlyas'ı - ki hepsi iyilerdendir -, İsmail'i, Elyesa'ı, Yunus'u, Lût'u -ki hepsini dünyalara üstün kıldık.- babalarından, soylarından, kardeşlerinden bir kısmını seçtik ve doğru yola eriştirdik.» (el-En'âm, 83-87:)

«Kendilerinden önce olan Nuh, Ad, Semud milletlerinin İbrahim milletinin, Medyen ve alt üst olmuş şehirler halkının haberleri onlara gelmedi mi? Peygamberleri onlara belgeler getirmişlerdi. Allah onlara zulm'etmemiş, onlar kendilerine yazık etmişlerdir.» (et-Tevbe, 70.)

«Sizden önce geçen Nuh, Ad, Semud milletlerinin ve onlardan sonra gelenlerin haberleri - İd onları Allah'tan başkası bilmez - size ulaşmadı mı? "Onlara peygamberleri belgelerle geldiler. Fakat ellerini ağızlarına götürüp: "Biz, sizinle gönderilene inanmıyoruz. Bizi çağırdığınız şeyden de şüphe ve endişe içindeyiz." dediler.»(îbrâhîm,9.)

«Ey Nuh'la beraber taşıyarak kurtardığımız kimselerin soyu! Doğrusu Nuh, çok şükreden bir kuldu.» (el-Isrâ, 3.)

«Nuh'dan sonra nice nesilleri yok etmişizdir. Kullarının günahlarından haberdar ve onları gören olarak Rabbin yeter.» (el-İsrâ, 17.)

«Peygamberlerden söz almıştık. Ey Muhammed! Senden, Nuh'dan, İbrahim'den, Musa'dan, Meryem oğlu İsa'dan sağlam bir söz almışızdır.» (el-Ahzâb, 7.)

«Onlardan önce Nuh milleti, Ad, sarsılmaz bir saltanatın sahibi Firavun, Semud, Lut milleti, Eykeliler de peygamberleri yalanlamıştı. İşte bunlar da peygamberlerine karşı birleşen topluluklardır. Hepsi peygamberleri yalanladı da azabımı hakkettiler.» (Sâd, 12-14.)

«Onlardan önce Nuh milleti, ardından, peygamberlere karşı gelen topluluklar da peygamberlerini yalanlamış; her ümmet, peygamberini cezalandırmaya azmetmişti. Bâtılı hakkın yerine koymak için mücadele etmişlerdi. Bunun üzerine ben onları yakaladım. Cezalandırmam na-sılmış? İnkar edenlerin cehennemlik olduklarına dair Rabbinin sözü böylece gerçekleşti.» (el-Mü'min, 5-6,)

«Allah Nuh'a buyurduğu şeyleri size de din olarak buyurmuştur. Ey Muhammed! sana vahyettik. İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya da buyurduk ki: "Dine bağlı kalın, onda ayrılığa düşmeyin." Putperestleri çağırdığın şey, onların gözünde büyümektedir. Allah dilediğini kendine seçer; Kendisine yöneleni de doğru yola eriştirir.» (eş-Şûrâ, 13.)

«Onlardan önce Nuh milleti, Resslüer, Semud, Ad, Firavun milletleri, Lut'un kardeşleri, Eykeliler, Tübba milleti de yalanlamışlardı; evet; bunların hepsi peygamberleri yalanlamışlardı da verdiğim söz, aleyhlerinde gerçekleşmişti. »(el-Kâf, 12-1.4.)

«Daha önce Nuh milletini de cezalandırmıştık. Çünkü onlar da yoldan ÇlkmiŞ bir milletti.» (ez-Zûriyât, 46.)

«Daha önce de Nuh milletini yok eden O'dur; çünkü onlar çok zalim ve pek taşkın kimselerdi.» (cn-Necm, 52.)

«Andolsun ki Nuh'u ve İbrahim'i biz gönderdik; ikisinin soyundan gelenlere peygamberlik ve kitap verdik; soylarından gelenlerin kimi doğru yoldadır, bir çoğu da yoldan çıkmıştır.» (el-Hadîd, 26.)

«Allah, inkar edenlere, Nuh'un karısıyla Lut'un karısını misal gösterir: Onlar, kullarımızdan ilci iyi kulun nikahında iken onlara karşı hainlik edip inkarlarım gizlemişlerdi de iki peygamber Allah'tan gelen azabı onlardan savamamışlardı. O iki kadına: "Cehennem'e girenlerle beraber siz de girin."dendi.» (et-Tahrîm,ıo.)

Nuh peygamberle milleti arasında geçen olayların hikayesi; kitaptan, sünnetten ve sahabe haberlerinden alınmıştır. Önceki sayfalarda da İbn Abbas'tan naklen belirttiğimiz gibi, Adem peygamberle Nuh peygamber arasında on nesil geçmiş, bu nesillerin hepsi de Müslümanmış. Yani tevhid manana bağlıymış. O iyi nesiller geçip gittikten sonra, Nuh peygamberin zamanındaki insanların puta tapan kimseler haline gelmelerine ortam sağlayan bir takım olaylar vukubulmuş. Bunun sebebi de, Buharî'nin şu aşağıdaki ayet-i kerimenin tefsiriyle ilgili olarak İbn Abbas'tan yapmış olduğu şu rivayettir:

«İnsanlara: "Sakın tanrılarınızı bırakmayın. Ved, Suva', Yağus, Yeuk ve Nesr putlarından asla vazgeçmeyin" dediler.» (Nûh, 23.)

İbn Abbas dedi ki: Ved, Suva', Yağus, Yeuk ve Nesr, Nuh peygamberin kavminden salih amel işleyen kimselerin adlarıdır. Bu zatlar öldükten sonra şeytan, onların kavmine, onların hayattayken oturdukları yerlere heykeller dikmelerini ve bu heykellere de onların adlarını vermelerini telkin etti. Onlar da o zatların heykellerini diktiler. Ama o zaman için o heykellere tapan olmadı. O heykelleri dikenler de öldükten sonra, konuyla ilgili bilgi ortadan yok olunca, heykellere tapmaya başladılar.[1][1]

İbn Abbas dedi ki: Nuh kavminin bu heykelleri, daha sonra Araplara mal oldu.

Taberî ise tefsirinde şöyle demiştir: «Ayette adları geçen Ved, Suva', Yağus, Yeuk ve Nesr iyi ve salih kimselerdi. Adem ile Nuh arasındaki zamanda yaşamışlardı. Kendilerine uyan adamları vardı. Ölümlerinden sonra adamları, "Bunların heykellerini yaparsak, kendilerini gördükçe bizi ibadete daha çok teşvik edici olurlar" dediler ve heykellerini yaptılar. Ancak bu heykelleri dikenlerin ölümünden sonra şeytan, sonraki kuşağın insanlarına gelerek: "Sizden öncekiler bu heykellere tapar ve bunları aracı kılarak yağmur yağmasını dilerlerdi" de di. Böylece o cahiller de bu heykellere taptılar.»

İbn Ebi Hatîm, Urve b. Zübeyr'in şöyle dediğim rivayet eder: Ved, Suva1, Yağus, Yeuk ve Nesr, Adem'in çocuklarıydı. Ved, en büyükleri ve en iyileri idi.

İbn Ebi Hatîm, Ebu Mutahhar'm şöyle dediğini rivayet etti: «Ebu Cafer'in yanında Yezid b. Mühelleb'i anlattılar. Ebu Cafer ayaktaydı: Namaz kılıyordu. Namazını tamamladıktan sonra dedi ki: "Yezid b. Mühelleb'den söz ettiniz. O, Allah'tan başkasına tapınılan ilk yerde Öldürüldü." Ved'di anlattı, dedi ki: "Ved, salih bir insandı. Kavmi, kendisine itaat ederdi. Öldükten sonra, Babil toprağındaki mezarının çevresinde oturup ağlamaya, sızlanmaya başladılar. Onların feryad-ü figanlarını gören şeytan, bir insan kılığına bürünerek yanlarına sokuldu ve şöyle bir teklifte bulundu: "Ne dersiniz, size onun bir heykelini yapayım mı? Yapacağım heykeli meclisinize koyar, böylece onu hatırlarsınız."Bu teklifi kabul ettiler; şeytan da heykelini yaptı. Meclislerine koydular. Heykeli gördüklerinde Ved'di anıyorlardı. O'nu içtenlikle andıklarını görünce, ikinci bir teklifle karşılarına çıktı: "Ne dersiniz? Her birinizin evinde Vedd'in bir heykelini yapayım mı? Böylece onu evinizde de anmış olursunuz." Bu teklifi de kabul ettiler. Bunun üzerine şeytan, her bir hane sahibine bir heykel yaptı. Evine giden herkes, heykeli görünce Ved'di anıyordu. O kavmin çocukları yetişti. Büyüklerinin neler yaptıklarım gördüler. Üreyip çoğaldılar. Bu heykellerin sırf bir anıyı yaşatmak için yapıldıklarım unuttular. Torunları, Allah'ı bırakıp o heykellere tapmaya başladılar. Böylece Allah'tan başka tapınılan ilk put, Ved oldu...»

Bu anlatılanlar bizi şöyle bir sonuca ulaştırıyor: Bu putlardan her birine bir grup insan tapınıştır. Aradan uzun zamanlar geçince, ayet-i kerimede adları geçeri insanların hatıraları ebedî olsun diye suretlerini heykele dönüştürdüler. Sonra da Allah'ı bırakıp o heykellere taptılar...

Buharı ve Müslim'in sahihlerinde şu rivayete rastlamaktayız.

Ümmü Seleme ile Ümmü Habibe, Habeş diyarmdaki Mariye kilise-sini, ondaki güzelliği ve tasvirleri anlattıklarında Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştu: "Onlar öyle kimselerdir ki, aralarında iyi bir insan öldüğünde, mezarının üstüne mescid yaparlar, sonra içinde şu sureti yaparlar. Onlar, onur ve üstünlük sahibi olan Allah katında yaratıkların en şerlisidirler.»

Yani puta tapma sebebi ile yeryüzünde fesad yayılıp bela umumileşince Cenâb-ı Allah, kulu ve elçisi Nuh (a.s.)'u insanlara gönderdi. Nuh, onları ortaksız, bir ve tek Allah'a kulluk etmeye çağırıyor, başka varlıklara tapmaktan menediyordu. Allah'ın yeryüzü halkına gönderdiği ilk rasûl oydu. Nitekim bu husus, Buharı ve Müslim'in sahihlerinde de sabittir. Ebu Hayyan, Ebu Hüreyre'den rivayet ederek şefaat hadisinde Peygamber (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu söyledi:

«(Mahşer gününde çaresizlik içinde kalan insanlar) Adem'e gelerek ona şöyle derler: "Ey Adem! Sen beşeriyetin babasısın. Allah seni kendi eliyle yarattı. Sana kendi ruhundan üfledi. Meleklere emir verdi, onlar da sana secde ettiler. Allah seni Cennet'e yerleştirdi. Rabbinin huzurunda bizim için şefaatte bulunmaz mısın? İçinde bulunduğumuz hali ve bize ulaşan eziyeti görmüyor musun?" Adem diyecek ki: "Rabbim o kadar şiddetli bir gazaba gelmiştir ki, şimdiye dek bu kadar gazaplanmamıştı.

Bundan sonra da bu kadar gazaplanacak değildir. Beni bir ağaç (tan yemek) ten menetmişti. Ama ben onun emrine karşı geldim. Ben ancak kendime bakabilirim. Başkasına gidin. Nuh'a gidin."

Nuh'a gider ve ona şöyle derler: "Ey Nuh! Sen, yeryüzü halkına gönderilen rasûlleriıı ilkisin. Allah, seni şükreden bir kul olarak adlandırmıştır. İçinde bulunduğumuz hali ve bize ulaşan eziyeti görmüyor musun? Onu ve üstünlük sahibi Rabbin katında bizim için şefaatte bulunmaz mısın?" Nuh diyecek ki: "Rabbim bu gün o kadar öfkelenmiş ki, daha önce bu kadar öfkelenmediği gibi, bundan sonra da bu kadar öfkelenecek değildir. Ben ancak kendime bakabilirim..."»[2][2]

Cenâb-ı Allah Nuh (a.s.)'u elçilikle görevlendirdiğinde, ortaksız ola-. rak Allah'a ibadet etmeye, Allah'la beraber taşlara, putlara, heykellere ve tağuta tapnıamaya, Allah'ın birliğini tanımaya, Allah'tan başka tanrı ve rab bulunmadığına inanmaya onları davet etti. Nitekim Allah, Nuh'tan sonra gelen peygamberlere de - ki hepsi onun s oyundandırlar -bu emri verdi.

«Onun soyunu sürekli kıldık.» (es-Sâffat, 77.)

«İkisinin (Nuh ve İbrahim'in) soyundan gelenlere peygamberlik ve kitap verdik.» (el-Hadîd, 26.)

«Andolsun ki her ümmete: "Allah'a kulluk edin, azdırıcılardan kaçının" diyen peygamberler göndermişizdir.» (en-Nahi, 36.)

«Ey Muhammed! Senden önce gönderdiğimiz peygamberlerin ümmetlerini sor. Biz Rahman olan Allah'tan başka, kulluk edilecek tanrılar meşru kılmış mıyız?» (ez-Zuhruf, 45.)

«Ey, Muhammed! Senden önce gönderdiğimiz her peygambere: "Benden başka tanrı yoktur, bana kulluk edin." diye vahyetmişizdir.» (el-Enbiyâ, 25.)

«Allah'a kulluk edin, ondan başka tanrınız yoktur. Doğrusu sizin için büyük günün azabından korkuyorum.» (el-A'râf, 59.)

«Allah'tan başkasına kulluk etmeyin. Doğrusu ben hakkınızda can-yakıcı bir günün azabından korkuyorum.» (Hud, 26.)

«Ey milletim! Allah'a kulluk edin. O'ndan başka tanrınız yoktur. Karşı gelmekten sakınmaz mısınız?.» (el-A'raf. 65.)

«Ey milletim! Şüphesiz ben, size gönderilmiş apaçık bir uyarıcıyım. Allah'a kulluk edin. O'ndan sakının ve bana itaat edin.» (Nûh, 2-3.)

«Oysa sizi aşamalardan geçirerek O (Allah) yaratmıştır.» (Nûh, 14.)

Yukarıdaki ayet-i kerimelerde anlatıldığına göre Hz. Nuh, kavmini gece- gündüz, gizli-açık, bazan sevdirip teşvik ederek, bazan da korkutup uyararak çeşitli yöntemlerle hakka davet etmişse de onları doğru yola eriştirmeye muvaffak olamamıştı. Bilakis milletinin çoğunluğu sapıklıklarını, azgınlıklarını ve putperestliklerini sürdürdüler. Her (1) Sahîh-i Buharı, IV, 270-271. Tefsir-i Sûre-i Nuh (a.s.) zaman Nuh'a karşı düşmanlıklarını izhar ettiler. Onu ve ona inanları küçük gördüler, horladılar. Onları taşlayıp sürgün edeceklerini söyleyerek tehdid ettiler. Onlara işkence yaparak işi çığırından çıkardılar.

«Milletinin ileri gelenleri: "Biz senin apaçık sapıklıkta olduğunu görüyoruz" dediler. (Nuh): "Ey milletim! Bende bir sapıldık yoktur. Ancak ben âlemlerin Rabbinin peygamberiyim" dedi.» (el-A’râf, 6o-61.)

Yani sandığınız gibi ben sapıklardan değilim. Bilakis dosdoğru yolda olup, "ol" dediği şeyin oluverdiği âlemlerin Rabbinin elçisiyim. Rabbi-min mesajlarını size bildiriyor, öğüt veriyorum. Sizin bilmediğinizi Allah katından ben biliyorum.» (el-A'râf, 62.)

Peygamberin fonksiyonu işte budur. Tebliğci olacak, düzgün konuşup Öğüt verecektir. İnsanlar içinde onur ve üstünlük sahibi Allah'ı en çok bilen biri olacaktır.

İnkarcı milleti, bakınız Nuh'a neler söyledi:

«Senin ancak kendimiz gibi bir insan olduğunu görüyoruz. Daha başlangıçta, sana bizim basit görüşlü ayak takımı dışında kimsenin uyduğunu görmüyoruz. Sizin bizden bir üstünlüğünüz de yoktur. Biz sizi yalancı sanıyoruz." dediler.» (Hud, 27.)



[1][1] Buharı, Tefsir-i Sûre-i Nuh, No: 413.

[2][2] Sahih-i Buhari, IV, 270-271.Tefsir-i Sûre-i Nuh(a.s.)


>>>Devam
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
Bir insanın peygamber olmasını tuhaf karşıladılar. O'na uyanları, ayak takımı ve küçük kimseler olarak gördüler. Denildi ki onlar, insanların en zayıfı ve en düşüncesizleriydiler. Heraklius'un da dediği gibi: "Onlar, peygamberlerin peşinden gidenlerdir." Bu da sırf onların hakka tabi oluşlarını engelleyecek bir maninin bulunmajnşından dolayıdır.

Nuh kavminin önde gelen inançsızları, mü'minler için "Basit görüşlüler" demişlerdi. Yani onları davet ettiğin zaman, düşünüp taşınmadan sana icabet ederler. Mü'minler için kusur olarak kabul ettikleri bu nitelik, aslında onlar için bir övgü vesilesidir. Allah onlardan razı olsun. Görünürdeki gerçeği kabul etmek için düşünüp taşınmaya ne gerek var? Gerçek ne zaman ortaya çıkarsa, derhal onun peşinde gitmek ve ona uymak gerekir. Bu bağlamda Rasûluîlah (s.a.v.), Ebu Bekir es-Sıddık (r.a.)'ı överken şöyle buyurmuşlardır.

«Her kimi İslâm'a davet ettiysem mutlaka duralda (yıp düşün) dü. Yalnız Ebubekir hariç. O hiç duraklamadı.»

Bu sebepledir İd sakif gününde de onun biati, hiç düşünüp taşınmadan çabucak olup bitmiştir. Çünkü onun başkalarına üstünlüğü, saha-belerce apaçık görülmekteydi. Bu nedenledir İd Rasûluîlah (s.a.v.), vefatını müteakib dönem için Ebu Bekir'i halife bırakmak gayesiyle yazı yazmak isteyipte sonra bu yazıdan vazgeçtiği zaman şöyle buyurmuştu: "Allah ve mü'minler, Ebu Bekir'den başkasına razı olmazlar." Allah ondan razı olsun.

Nuh kavminin kafirleri, Nuh'a ve ona inananlara şöyle demişlerdi: "Sizin bizden bir üstünlüğünüz yoktur." Yani sizin imanla muttasıf olmanızdan sonra sizin için yeni bir durum ortaya çıkmış değildir. Bizden üstün olmanızı sağlıyacak bir meziyetiniz de yoktur. "Biz sizi yalancı sanıyoruz."

«Nuh: "Ey milletim! Rabbimin katında bir delilim bulunsa ve bana yine katından bir rahmet vermiş olsa da bunlar sizden gizlenmiş olsa, söyleyin, zorla sizi bunlara mecbur mu ederiz?" dedi.» (Hud, 28.)

Bu , onlara yöneltilen tatlı bir hitaptır. Yumuşak bir lisanla onları hakka çağırmaktır. Nitekim yüce Allah buyurmuş ki: «Ona yumuşak söz söyleyin; belki öğüt dinler veya korkar.» (Tâ-Hâ, 44.)

«Ey Muhammedi Rabbinin yoluna, hikmetle, güzel öğütle çağır; onlarla en güzel şekilde tartış.» (Nahl, 125.)

«Nuh (a.s.), kavmine şöyle diyordu: "Rabbimin katında bir delilim bulunsa ve bana yine katından bir rahmet vermiş de olsa..." Yani nübüvvet ve risalet verilmiş olsa da "Bunlar sizden gizlenmiş olsa ." Yani siz bunları kavrayamaz ve bunlara ulaşılacak yollan bulamazsanız. "Söyleyin bakalım, zorla sizi bunlara mecbur mu ederiz? Ey milletim! Buna karşılık ben sizden bir mal da istemiyorum.» Yani dünya ve ahirette size fayda verecek şeyleri size tebliğ etmeme karşılık, sizden bir ücret istemiyorum. "Benim ücretim Allah'a aittir." Ücretimi yalnızca Ondan isterim. O'nun sevabı, benim için daha hayırlıdır. O'nun vereceği, sizin bana vereceklerinize nispetle daha kalıcıdır. "İnananları da kovacak değilim. Çünkü onlar Rableriyle karşılaşacaklar; fakat ben sizi cahil bir millet olarak görüyorum,"» (Hud, 28-29.)

Güya kafirler, Nuh'tan, inananları yanından kovmasını istemişler, bu isteklerini yerine getirirse onunla biraraya geleceklerini kendisine vaad etmişler, o da buna yanaşmamış ve "Onlar Rableriyle karşılaşacaklardır." demiş. Onları kovarsam, azaba uğramaktan korkarım, anlamıyor musunuz?

Bu nedenledir ki Kureyşli kafirler, Rasülullah (s.a.v.)'dan Ammar, Suhayb, Bilal, Habbab ve benzerlerini yanından kovmasını istediklerinde Cenâb-ı Allah, onu, böyle yapmaktan sakındırmış ti. Nitekim bu konuyu En'âm ve Kehf sûrelerinde açıkladık.

«Size Allah'ın hazineleri yanımdadır, demiyorum. Gaybı bilmem. Doğrusu melek olduğumu da söylemiyorum.» (Hud, 31.)

Yani ben, ancak bir kul ve elçiyim. Allah'ın ilminden, ancak bana bildirmiş olduğu şeyleri bilirim. Yapabilmem için güç verdiği işleri yaparım. Allah dilemediği takdirde kendime fayda da zarar da veremem.

"Küçük gördüklerinize (bana iman getirenlere) Allah iyilik vermeyecektir, diyemem. İçlerinde olanı Allah daha iyi bilir. Yoksa şüphesiz haksızlık etmiş olurum." Yani kıyamet gününde Allah katında onlar için hayır bulunmayacağına tanıklık edemem. Onların durumlarını Allah daha iyi bilir. İçlerinde olanın karşılığını Allah verecektir. İçlerinde hayır varsa hayır, şer varsa şer göreceklerdir. Nitekim o kafirler bir başka yerde de şöyle demişlerdi:

«"Sana mı inanacağız? Sana en rezil kimseler uymaktadır" dediler. Nuh: "Onların yaptıkları hakkında bir bilgim yoktur; hesapları Rabbi-me aittir, düşünsenize! Ben inananları kovacak değilim. Ben sadece açıkça uyarıcıyım." dedi.» (eş-Şuarâ, 111-115.)

Zaman uzadı. Nuh peygamberle kafir kavmi arasındaki mücadele de ilerledi. Nitekim Cenâb-ı Allah buyurdu ki:

«Aralarında 950 yıl kaldı. Sonunda onlar haksızlık yaparken, tufan onları y akalayı ver di.» (el-Ankebût, 14.)

Bu kadar uzun bir müddete rağmen, kavminin pek azı dışında kimse ona inanmadı.

Nuh kavminin her bir kuşağı yaşlanıp öte âleme göçeceği zaman, kendi haleflerine; Nuh'a inanmamalarını, ona muhalefet etmelerini ve onunla savaşmalarını vasiyet ederlerdi. Erkek çocuk ergenlik çağına ulaşıp babasının söylediklerini anlayacak güce eriştiğinde babası, dünyada kalıp yaşadığı müddetçe Nuh'a iman etmemesini ona vasiyet ederdi. Onların seciye ve karekterleri, hakka tabi olup iman etmeye aykırı düşüyordu. Bu bağlamda Cenâb-ı Allah buyurmuş ki:

«Sadece ahlaksız ve çok inkarcıdan başkasını doğurup yetiştirmezler.» (Nüh, 27.)

«"Ey Nuh! Bizimle tartıştın; hem de çok tartıştın. Doğru sözlü isen, tehdid ettiğin azabı başımıza getir." dediler. "Ancak Allah dilerse onu başınıza getirir, siz onu aciz bırakamazsınız." dedi.» (Hud, 32-33.)

Yani o azabı başınıza getirmeye ancak Allah muktedir olur. Hiç birşey onu aciz bırakamaz, hiç birşey O'na zor gelmez. Bilakis O, öyle bir zattır ki, "ol" dediği şey hemen oluverir.

«Allah sizi azdırmak isterse, ben size öğüt vermek istesem de faydası olmaz. O, sizin Rabbinizdir, O'na döneceksiniz.» (Hud, 34.)

Allah bir kimseyi fitneye düşürmek isterse, hiç kimse onu doğru yola eriştiremez. Doğru yolu gösteren de, saptıran da O'dur. O, dilediğini yapandır. Güçlüdür, hikmet sahibidir, her şeyi bilendir. Kimin hidayeti, kimin de sapıklığı hakkettiğini bilendir. Sonsuz hikmet, kuvvetli ve de bâtılı yok edici hüccet O'nundur.

«Nuh'a: "Senin milletinden inanmış olanlardan başkası inanmayacaktır. Onların işlediklerine üzülme" diye Allah tarafından vahyolundu.» (Hud, 36.)

Bu sözlerle Nuh (a.s.)'a teselli verilmekte, milletinden inanmış olanlardan başkasının kendisine iman etmeyecekleri bildirilmekte, onların yaptıklarından Ötürü üzülmemesi tavsiye edilmekte, zaferin yakın olduğuna ve çok garip hallerin vuku bulacağına ilişkin haberler verilmektedir.

«Gözcülüğümüz altında, sana bildirdiğimiz gibi gemiyi yap. Haksızlık yapanlar için Bana başvurma, çünkü onlar suda boğulacaktır.» (Hud, 37.)

Nuh (a.s.), milletinin düzelip kötülüklerden kurtulmasından ümit kestikten, onların hayırsız olduklarım, gerek sözle gerek fiille her yoldan kendisim yalanlamaya, kendisine muhalefet etmeye ve kendisine eziyet vermeye devam ettiklerini görünce, Allah'ın kendilerine gazab etmesi için bedduada bulundu. Cenâb-ı Allah da onun bu çağrısına icabet ederek dileğini yerine getirdi ve şöyle buyurdu:

«Andolsun İd Nuh bize seslenmişti de duasına ne güzel icabet etmiştik. Onu ve ailesini büyük sıkıntıdan kurtarmıştık.» (es-Saffât, 75-76.)

«Nuh da daha önceleri bize yalvarmıştı. Onun duasını kabul edip, kendisini ve ailesini büyük sıkıntıdan kurtardık.» (el-Enbiyâ, 76.)

«Nuh: "Rabbim! Milletim beni yalanladı. Benimle onların arasında sen hüküm ver. Beni ve beraberimdeki inananları kurtar" dedi.» (eş-Şuarâ, 117-118.)

«O da: "Ben yenildim, bana yardım et" diye Rabbine yalvarmıştı.» (el-Kamer, 10.)

«O (Nuh): "Rabbim! Beni yalanlamalarına karşılık bana yardım et" dedi.» (el-Mü'minûn, 26.)

«Onlar günahları yüzünden suda boğuldular; ateşe sokuldular. . Kendilerine Allah'tan başka yardımcı bulamadılar. Nuh dedi ki: "Rabbim! Yeryüzünde hiç bir inkarcı bırakma! Doğrusu sen onları bırakırsan, kullarım sapıttırırlar. Sadece ahlaksız ve çok inkarcıdan başkasını doğurup yetiştirmezler."» (Nuh, 25-27.)

İnkarcılıklarından, ahlaksızlıklarından ve peygamberlerinin kendilerine beddua etmelerinden ötürü o kafirlerin üzerine günahlar yığıldı. İşte tam o sırada Cenâb-ı Allah, Nuh'a gemi yapmasını emretti. O zamana kadar büyüklükte eşi görülmemiş ve daha sonra da görülmeyecek olan bir gemi yapmasını emretti. Allah, ona daha önce buyruk vermişti ki, geri çevrilemeyen ilahî azab o kavme geldiğinde kendisi, affedilmeleri için Allah'a müracaatta bulunmasın ve şefaatçi olmasın. Çünkü Nuh; azabı gözüyle gördüğü takdirde olabalirdi ki onlar için yüreği yufkala-şırdı. Çünkü görmek, duymak gibi değildir. Bu nedenle Cenâb-ı Allah şöyle buyurmuştu:

«...Haksızlık yapanlar için bana başvurma, çünkü onlar suda boğulacaklardır!.

Gemiyi yaparken, milletinin inkarcı ileri gelenleri yanına uğradıkça onunla alay ederlerdi. O da: "Bizimle alay ediyorsunuz ama, alay ettiğiniz gibi biz de sizinle alay edeceğiz" dedi.» (Hud, 37-38.)

Asıl biz sizinle alay edeceğiz. Üzerinize azab inmesine sebeb olacak bu küfür ve inadınızı sürdürmenize hayret ediyoruz.

«Rezil edici azabın kime geleceğini ve kime sürekli azabuı ineceğini göreceksiniz!.» (Hud, 39.)

Şiddetli inad ve küfür, onların dünyadaki seciye ve karakterleriydi. Ahirette de böyle olacaklardır. Dünyada kendilerine Allah elçisi geldiğini, orada da inkar edeceklerdir.

Musa b. İsmail, Ebu Said'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: «(Hesap yerine) Nuh (a.s.) ümmetiyle beraber gelecek. Onur ve üstünlük sahibi Allah: "Tebliğ ettin mi?" diye soracak. O da: "Evet.. Ey Rabbim" diye cevap verecek. Bu kez Cenâb-ı Allah, onun ümmetine; "Size tebliğ etti mi?" diye soracak. Onlar da: "Hayır... Bize herhangi bir peygamber gelmedi." diyecekler. Bunun üzerine Cenâb-ı Allah, Nuh'a: "Senin için kim tanıklık eder?" diye soracak. Muhammed ve ümmeti diyecekler ki: "Onun tebliğ ettiğine biz tanıklık ederiz."»[1][3] Aşağıdaki ayette ifade edilmek istenen de budur:

«Böylece sizi insanlara şahit olmanız için tam ortada bulunan bir ümmet kıldık ki peygamber de size şahit olsun.» (el-Bakara, 143.)

Ayet-i kerimede geçen "Tam ortada bulunan" sözünden kasıt, adaletli olmaktır. Bu ümmet, doğru ve doğrulanmış peygamberinin şahitliğinin gerçekliğine şahitlik edecektir. Evet.. Peygamber (s.a.v.), Cenâb-ı Allah'ın Nuh'u hak ile gönderdiğine, hakkı üzerine indirip, hak ile hükmetmesini emrettiğine, hakla eksiksiz olarak en mükemmel bir şekilde ümmetine tebliğ ettiğine, dinleri hususunda kendilerine fayda verecek her şeyi onlara emir ve tavsi}7e ettiğine, kendilerine zarar verecek her şeyden onları yasaklayıp alıkoyduğuna şahitlik edecektir.

Peygamberlerin tümünün durumu işte böyledir. O zamanda meydana çıkması beklenmediği halde Nuh (a.s.), kendilerini esirgemesinden, şefkat ve merhametinden dolayı milletini Mesih Deccal'a karşı uyarmıştır.

Abdan, İbn Ömer'in şöyle dediğini rivayet etti: Rasûlullah (s.a.v.), insanlar arasında oturmaktayken ayağa kalktı. Cenâb-ı Allah'ı layık olduğu biçimde Övdü. Sonra Deccal'ı anlattı ve şöyle dedi:

«Doğrusu ben sizi ona (Deccal'a) karşı uyarıyorum. Ona karşı milletini uyarmamış hiç bir peygamber yoktur. Nuh ta milletim ona karşı uyarmıştır. Ama ben, hiçbir peygamberin kendi milletine söylemediği bir sözü size söylüyorum: Bilirsiniz ki Deccal'ın bir gözü şaşıdır. Oysaki Allah, kör değildir!.»[2][4]

Şeyban b. Abdurrahmaıı, Ebu Hüreyre'den rivayet etti ki, Rasûlul-lah (s.a.v.) şöyle buyurdu: «Deccal'la ilgili olarak hiç bir peygamberin kendi milletine anlatmadığı bir hususu size anlatayım mı? Doğrusu o, tek gözlüdür. Onunla beraber Cennet ve Cehennem'in misali gelecektir. Üzerinde Cennet diye yazılı olan, ateşin ta kendisidir. Nuh'un kendi milletini uyarışı gibi ben de sizi (bu hususta) uyarıyorum.»[3][5]

Bazı selef uleması dediler ki: Cenâb-i Allah, Nuh peygamberin duasını kabul buyurunca, gemi yapımında kullanması amacıyla bir ağaç dikmesini ona emretti. Nuh (a.s.), ağacı dikti, diktikten sonra onu yüz yıl bekledi. Sonra onu kesip 100 yılda - bir başka rivayete göre kırk yılda - doğradı. Ve gemiyi imal etti. Doğrusunu Allah bilir.

Muhammed b. İshak'ın rivayetine göre Sevrî, Nuh'un gemisinin Hint çınarından yapılmış olduğunu söylemiştir. Çam ağacından yapıldığı da söylenir ki,bu da Tevrat'ın ifadesidir.

Sevrî dedi ki: Cenâb-ı Allah, Nuh peygambere, yapacağı geminin boyunun seksen zira' olmasını, dış kısmım ziftle kaplamasını, burun kısmını da sulan yarabilsin diye eğik ve kıvrımlı yapmasını emretti.

Katade dedi ki: Nuh'un gemisi; 300x50 zira' ebadmdaydı. Gördüğüm kadarıyla Tevrat'ta böyle yazılıydı.


[1][3] Buharı, Enbiyâ, Hadis No: 143.

[2][4] Buharı, Edeb 77. Fiten, 36. Tevhid, 17. Cihad, 78.

[3][5] Buharı, Tevhid, 17. Müslim, Fiten, 100.


>>>Devam
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
Hasan Basrî dedi ki: 600x300 zira' ebadmdaydı. İbn Abbas ise 1200x600 zira' ebadında olduğunu söylemiştir. 2000x100 zira' ebadında olduğunu söyleyenler de olmuştur.

Üzerinde ittifak edilen hususlarsa şunlardır: Nuh'un gemisi otuz zira' yüksekliğinde olup üç kattan oluşuyormuş. Her katın yüksekliği on zira' imiş. Alt katı hayvanlarla canavarlar için, orta katı insanlar için, üst katı da kuşlar içinmiş. Kapısı yan tarafında olup üzerinde perdesi varmış.

«Nuh: "Rabbim! Beni yalanlamalarına karşı bana yardım et" dedi. Bunun üzerine O'na şöyle vahyettik: "Gözcülüğümüz altında, sana bildirdiğimiz gibi gemiyi yap."» (el-Mü'ininûn, 26-27.)

Yani sana emrettiğimiz gibi nezaretimiz altında gemiyi yap ki, imalat hususunda seni doğru olan yönteme ulaştıralım. Ve gemicilikte doğru olanı sana gösterelim.

«Buyruğumuz gelip yeryüzü kaynayınca her cinsten birer çifti ve aleyhine hüküm verilmiş olanın dışında kalan çoluk çocuğunu alıp gemiye bindir. Haksızlık yapanlar için Bana baş vurma, çünkü onlar suda boğulacaklardır.» (el-Mtı'minûn: 27.)

Daha önce Cenâb-ı Allah, Nuh (a.s.)'a şu emri vermişti: Allah'ın azabı o milletin üzerine indiği zaman gemiye her canlıdan ve nesilleri devam etsin diye yenilen - yenilmeyen hayvanlardan birer çifti, aleyhine hüküm verilmiş olan kafirler dışında kalan çoluk çocuğunu bindir! Kafir oldukları için Nuh'un kendilerine reddedilmeyecek beddualar yaptığı, dolayısıyla da üzerlerine geri çevrilemeyecek azabın inmesinin vacib olduğu kimseler için bilahare Nuh'un Allah katında şefaatte bulunmaması emredildi.

Ayet-i kerimede geçen Tennur kelimesi, cumhur-u ulemaya göre yeryüzüdür. Yani yeryüzünün her tarafı kaymadı, nihayet ateş yeri olan tandırlar ateş fışkırttılar. îbn Abbas'a göre Tennur, Hindistan'daki bir pınardır. Şa'biye göre Küfe1 de, Katade'ye göre ise Cezîre'deki bir pınardır.

Hz. Ali (r.a.) dedi ki: Ayet-i kerimede geçen Tennur kelimesi, sabah aydınlığının karanlığı yarıp, tanyerinin ağanp ışık saçması manasına gelir. Yani Cenâb-ı Allah buyurmuş ki: "Ey Nuh! Sabahleyin karanlıklar gidip ortalık aydınlandığında her cinsten birer çifti alıp gemiye bindir."

Bu garip bir kavildir.

«Buyruğumuz gelip yeryüzü kaynamağa başlayınca: "Her cinsten birer çifti ve aleyhine hüküm verilmiş olanın dışında kalan çoluk çocuğunu ve inananları gemiye bindir." dedik. Pek az kimse onunla beraber inanmıştı.»

Bu ayetle Cenâb-ı Allah, Nuh'a, milletine azab indiği zaman her cinsten birer çifti gemiye bindirmesini emretmişti.

Ehl-i Kitabın elindeki kitapta ise şu ifadeye rastlamaktayız: Nuh'a eti yenen hayvanlardan erkek ve dişi yedişer çifti, eti yenmeyenlerdense birer çifti gemiye bindirmesi emredilmişti.

Bu ifade, Kur'ân-ı Kerim'deki birer çift kelimesine aykırıdır. Tabii kelimesini meful-ü bih sayarsak bu, Ehl-i Kitab'ın erindeki kitapta yer alan ifadeye aykırı düşer. Ama o kelimeyi "zevceyn"kelimesi için bir te-kid sayarsak, o zaman bir aykırılık sözkomısu olmaz. Doğruyu Allah bilir. İbn Abbas (r.a.)'dan rivayet olunduğuna göre bazıları demişler ki: Nuh'un gemisine geçen kuşların ilki papağandır. O gemiye binen hayvanların sonuncusuysa eşek olmuştur. Şeytan da eşeğin kuyruğuna tutunarak gemiye binmiştir.

îbn Ebi Hatim dedi ki: Babam, Zeyd b. Eşlem'den, o da babası Es-lem'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: «Nuh (a.s.) her cinsten birer çifti gemiye bindirdiğinde arkadaşları: "Aslan yanımız-dayken biz-ya da davarlar- nasıl rahat oluruz?" dediler. Bunun üzerine Allah, ona sıtmayı musallat kıldı. Yeryüzüne ilk olarak inen sıtma o oldu. Sonra fareden şikayetçi oldular. "Bu muzır hayvan yiyeceklerimizi ve eşyalarımızı berbad ediyor." dediler. Allah, aslana ilhamda bulundu da aslan aksırdı. Ondan kedi çıktı. Bunun üzerine fare, kediden gizlendi.»

«Aleyhine hüküm verilmiş olanın dışında kalan çoluk çocuğunu gemiye bindir.» (Hud, 40.)

Ümmetinden sana inananları da gemiye bindir. Nuh (a.s.), aralarında uzun müddet kaldığı, gece-gündüz demeden çeşitli sözlerle, vaad ve tehdidlerle sıkı sıkıya onları davet ettiği halde pek az kimse onunla beraber iman etmişti.

Gemide Nuh (a.s.)'un beraberindeki mü'minlerin sayısı hususunda âlimler ihtilaf etmişlerdir. İbn Abbas'a göre seksen kişiymişier. Beraberlerinde hanımları da varmış. Kabü'l- Ahbar'a göre ise yetmiş iki kişiymişier. On kişi olduklarını söyleyenler de olmuş.

Denildi ki: Gemide sadece Nuh, üç oğlu ve dört gelini vardı. Bunlardan biri kurtuluş yolundan sapan oğlu Yanı'm karısıydı. Ancak bu kavil, ayetin zahiriyle ters düşmektedir. Oysaki ayet-i kerime, ailesi dışındaki mü'minlerin de Nuh (a.s.)'la beraber gemiye binmiş olduklarını açıkça ifade etmektedir.

«Beni ve beraberim deki inananları kurtar.» (cş-Şuarâ,ııs.)

Gemidekilerin yedi kişi olduğunu söyleyenler de vardır.

Nuh'un karısına gelince o, Nuh'un bütün oğullarının yani Ham, Sam, Yafes ve Yam'm anasıdır. Ehl-i Kitap, Yam'a Kenan adım vermişlerdir. Suda boğulan da odur. Nuh'un oğlu Abir ise, tufandan önce ölmüştür. Suda boğulanlarla birlikte onun da boğulmuş olduğu söylenir. Kafirliğinden Ötürü o da, aleyhine hüküm verilenlerdendir. Ehl-i Ki-tab'a göre o da gemideymiş, ancak daha sonra kafir olmuştur. Yahut da hakkındaki karar, kıyamete ertelenmiştir. Fakat kuvvetli olan görüş, birincisidir. Zira ayet-i kerimede şöyle buyurulmuştur:

«Rabbim! Yeryüzünde hiçbir inkarcı bırakma.» (Nûh, 26.)

«Ey Nuh! Sen ve beraberindekiler gemiye yerleşince: "Bizi zalim milletten kurtaran Allah'a hamdolsun."de.

"Rabbim! Beni kutsal bir yere indir. Sen, indirenlerin en iyisisin." de.» (el-Mü'minün, 28-29.)

Ona öylesine muazzam bir gemiyi musahhar kıldığı, o gemiyle kendisini selamete kavuşturduğu, inkarcı milletinden kendisim kurtardığı, kendisini yalanlayıp muhalefette bulunanları suda boğarak gözünü aydınlattığı için Rabbine hamd etmesini Cenâb-ı Allah, Nuh (a.s.)'a emretti. Nitekim buyurdu ki:

«Bütün canlı cinslerini yaratan O'dur. Gemiler ve hayvanlardan bi-nesiniz diye size binekler var etmiştir: Bunlar, üzerlerine oturunca Rab-binizin nimetim anarak: "Bunları buyruğumuza veren ne yücedir; zaten bizim gücümüz bunlara yetmezdi. Şüphesiz Rabbimize döneceğiz." demeniz İçindir.» (ez-Zuhruf, 12-14.)

İşte böyle.. İşin hayırlı ve bereketli olması, güzelce sonuçlanması için başlarken dua etmelde emrolunuyor. Nitekim hicret edeceği zaman Rasûlullah (s.a.v.)'a da Cenâb-ı Allah şu buyruğu vermişti:

«De ki: "Rabbim! Beni koyacağın yere hoşnutluk ve esenlikle dahil et; çıkaracağın yerden de hoşnutluk ve esenlikle çıkar. Katından beni destekleyecek bir kuvvet ver."» (el-Isrâ, so.)

Nuh (a.s.) bu tavsiyeye uyarak şöyle dedi:

«Oraya binin'Yürümesi ve durması Allah'ın izniyledir. Doğrusu Rabbim çok bağışlayan ve esirgeyendir.» (Hud,41.)

Rabbim bağışlayıcı ve merhamet edici olduğu kadar, elem verici azabın da sahibidir. Günahkar millete gelecek azabını kimseler geri çe-virenıez. Nitekim O'nu tanımayıp başka varlıklara tapan milletlerin üzerine O'nun azabı inmiştir.

«Gemi dağlar gibi dalgalanıl içinde onları götürürken..» (Hud, 42.)

Cenab-ı Allah daha önce yeryüzünde görülmemiş bir yağmuru, gökten üzerlerine boşalttı. O zamana kadar öyle bir yağmur yağmadığı gibi, daha sonra da yağacak değildi. Sanki kırbanın ağzı açılmıştı da, suları aşağıya doğru boşalıyordu. Yeryüzüne de emir verildi. Her tarafından sular fışkırmaya başladı.

«Nuh: "Ben yenildim, bana yardım et" diye Rabbine yalvarmıştı. Biz de bunun üzerine gök kapılarını boşanan sularla açtık. Yeryüzünde kaynaklar fışkırttık; her iki su, belirtilen bir ölçüye göre birleşti. Onu tahtadan yapılmış, mıhla çakılmış bir gemiye bindirdik. İnkar edilmiş olan Nuh'a mükafat olarak verdiğimiz gemi, nezaretimiz (ve korumamız) altında yüzüyordu.» (el-Kamcr, 10-14.)

İbn Cerir ve diğerleri, tufanın kıptı hesabına göre ağustosun onüçünde vukubulduğunu söylemişlerdir.

«Ey İnsanlar! Su taştığı vakit, size bir ibret olmak üzere, anlayışlı kulaklar anlasın diye süzülen gemide, sizi biz taşımışızdır.» (cl-Hâkka, 11-12.)

Müfessirlerden bazıları demişlerdi ki: Tufan suyu, yeryüzündeki en yüksek dağın tepesini onbeş zira' kadar aştı. Bu rakam Ehl-i Kitab'a göredir. Seksen zira' kadar aştığım söyleyenler de olmuştur. O zaman enine boyuna, ovasıyla, çölüyle, yamacıyla, dağıyla, kumsalıyla yeryüzünün her tarafı sular altında kalmış. Yeryüzünde gözünü açıp kapayabilecek, ne büyük, ne de küçük hiç bir canlı kalmamıştır.

İmam Malik, Zeyd b. Eslem'den naklederek dedi ki: Tufandan önce insanlar, yeryüzünün bütün dağlarını ve ovalarını doldurmuşlar. Zeyd b. Eşlem'in oğlu Abdurrahman demiş ki: O zaman yeryüzündeki her karış toprağın mutlaka bir sahibi varmış. Bu iki sözü de İbn Ebi Hatîm rivayet etmiştir.

«Nuh, bir kenarda kalmış olan oğluna: "Ey oğulcuğum! Bizimle beraber gel, kafirlerle birlik olma." diye seslendi. Oğlu: "Dağa sığınırım, beni sudan korur." deyince, Nuh: "Bugün Allah'ın buyruğundan - O'nun acıdıkları dışında - kurtulacak yoktur." dedi. Aralarına dalga girdi. Oğlu da boğulanlara karıştı.» (Hud, 42-43.)

Nuh'un boğulan bu oğlunun adı Yam'dır. Sam, Ham ve Yafes'in kardeşidir. Adının Kenan olduğu da söylenir. Kafirdi. İyi olmayan işler yapardı. Dininde babasına muhalefet etti de geberenlerle birlikte geberdi. Böyleyken soyundan olmayan, yabancı ama din ve mezhepte babasına tabi olanlar, babasıyla birlikte kurtuluşa erdiler.

«Yere: "Suyunu çek!", göğe: "Ey gök! Sen de tut." denildi. Su çekildi, iş de bitti. Gemi Cudi'ye oturdu. "Haksızlık yapan millet, Allah'ın rahmetinden uzak olsun." denildi.» (Hud, 44.)

Onur ve üstünlük sahibi Allah'tan başkasına tapanlardan hiç biri yeryüzünde kalmayıp iş bitince Cenâb-ı Allah, yere, suyunu çekmesini; göğe de yağmurunu tutmasını emretti. Su çekildi, yağmur dindi. Hülasa Allah'ın ilm-i ezelisinde ve kaderinde daha önce takdir buyuruları azab, o kafir milletin tepesine indi. "Haksızlık yapan millet, Allah'ın rahmetinden uzak olsun." denildi. Yani kudret lisanıyla onlara:

"İlahî rahmet ve bağışlamadan uzak olsunlar." diye seslenildi.

«O'nu yalanladılar, Biz de onu ve gemide beraberinde olanları kurtardık. Ayetlerimizi yalan sayanları suda boğduk. Çünkü onlar, kör bir milletti.» (el-A'râf, 64.)

«O'nu yalancı saydılar. Ama biz onu ve gemide beraberinde bulunanları kurtardık. Onları, ötekilerin yerine geçirdik. Ayetlerimizi yalanlayanları suda boğduk. Uyarılanlardan söz dinlemeyenlerin sonlarının nasıl olduğuna bir bak.» (Yûnus, 73.)

«Ayetlerimizi yalanlayan millete karşı ona yardım ettik. Doğrusu, onlar fena bir milletti, hepsini suda boğduk.» (el-Enbiyâ, 77.)

«Bunun üzerine onu ve beraberinde bulunanları, dolu bir gemi içinde taşıyarak kurtardık. Sonra da geride kalanları suda boğduk. Doğrusu, bunda bir ders vardır. Ama çoğu inanmamıştır. Rabbin şüphesiz güçlüdür, merhametlidir.» (cş-Şuarâ, 119-122.)

«Ama biz Nuh'u ve gemide bulunanları kurtardık. Ve bunu dünyalara bir ibret kıldık.» (el-Ankcbût, 15.)

«Sonra diğerlerini suda boğduk.» (eş-Şuarâ, 66.)

«Andoisun ki biz o gemiyi bir ibret olarak bıraktık. Yok mudur öğüt alan? Benim azabım ve uyarmam nasılmış? Andoisun ki Kur'ân'ı öğüt olsun diye kolaylaştırdık. Yok mudur öğüt alan?» (el-Kamer, 15-17.)

«Onlar günahları yüzünden suda boğuldular; ateşe sokuldular, kendilerine Allah'tan başka yardımcı bulamadılar. Nuh dedi ki: «Rab-bim! Yeryüzünde hiç bir inkarcı bırakma. Doğrusu, sen onları bırakırsan, kullarını saptırırlar; sadece ahlaksız ve çok inkarcıdan başkasını doğurup yetiştirmezler.» (Nûh, 25-27.)

Cenâb-ı Allah, Nuh (a.s.)'un duasına icabet etti. Yeryüzünde o inkarcılardan hiç birini canlı bırakmadı. Gözünü açıp kapayabilen bir kimse kalmadı. Hepsi geberip gitti. Hamd ve minnet Allah'adır.

İmam Ebu Cafer b. Cerîr ile İmam Ebu Muhammed b. Ebi Hatîm, tefsirlerinde Yakub b. Muhammed ez-Zührî yoluyla, Hz. Aişe (r.a.)'den rivayet ettiler ki, Rasûlullah (s.a.v.) ona şu haberi vermiş: «Allah, Nuh kavminden bir tek kimseye merhamet edecek olsaydı, çocuk anası (kadana merhamet ederdi.»

Bir başka hadis-i şerifde de Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: «Nuh (a.s.), kendi milleti arasında 950 sene kaldı. Yüz senede bir ağaç dikti. Ağaç büyüdü, her tarafa dal budak saldı. Sonra onu kesip gemi yaptı. Bu işle meşgul olurken (inançsızlar) ona uğrayıp alay ediyor ve : "Karada gemi yapıyorsun. Bu gemi (karada) nasıl yüzer?" diyorlardı. O da: "Bunu ileride göreceksiniz." diye cevap veriyordu.

Gemi yapımını tamamladıktan sonra yerden sular kaynadı, yollar kapandı. Kucağında çocuğu bulunan bir ana, yavrusu için korkmaya başladı. Yavrusunu çok seviyordu. Onu dağa çıkarmak üzere yukarıya doğru tırmandı. Dağın üçte bir yüksekliğine varmıştı ki tufan suyu kendilerine arkadan kavuştu. Nihayet tam tepeye çıktı. Su oraya kadar da çıktı. Hatta kadının boğazına kadar yükseldi. Bu durumda çocuğunu elleriyle yukarıya doğru kaldırdı. Sonunda yavrusuyla birlikte boğuldular. İşte böyle.. Eğer Allah, Nuh kavminden bir kimseye merhamet edecek olsaydı, mutlaka o çocuğun anasına merhamet ederdi.»

Özetle yüce Allah, inançsızlardan hiç birini hayatta bırakmamış, hepsini suda boğmuştu. Peki nasıl oluyor da bazı tefsirciler, Uc b. Unuk'un - îbn Anak diyenler de vardır - Nuh'tan önce mevcud olup Musa'nın zamanına kadar yaşamış olduğunu iddia ediyorlar? Onun kafir, zorba ve inatçı olduğunu söylüyorlar. İyi bir adam olmadığını, Adem'in kızının onu zinadan kazandığını, uzun boylu olduğu için elini uzatıp denizin derinliklerinden balık çıkardığını, çıkardığı balığı güneşe kadar uzatıp orada pişirdiğini, gemiye binmiş olan Nuh (a.s.l'a: "Nedir senin bu serüvenin?" diyerek onunla alay ettiğini, boyunun 3333,3 zira' uzunluğunda olduğunu ve daha bir çok hezeyanları savuruyorlar. Bunlar, bir çok tefsirlerde ve tarih kitaplarında yazılmamış olsaydı burada naklet-mezdik. Çünkü bunlar, sakat ve zayıf haberlerdir. Sonra bunlar, nakillere ve akla aykırıdır. Akla aykırıdır. Zira nasıl olur da Cenâb-ı Allah, kafirliğinden dolayı, babası peygamber olduğu ve mü'minlerin önderi olduğu halde Nuh'un oğlunu öldürüyor da Uc b. Unuk'u sağ bırakıyor? Halbuki anlatıldığına göre Uc, daha zalim ve daha zorba imiş. Ve yine nasıl oluyor da Cenâb-ı Allah o çocuğa ve anasına merhamet etmiyor da şu nesebi belirsiz, zorba, inatçı, ahlaksız, azılı kafir ve asi şeytanı serbest bırakıyor?


>>>Devam
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
Bu husus, nakle de aykırıdır. Zira Cenâb-ı Allah buyurmuş ki:

«Sonra diğerlerini de suda boğduk.» (eş-Şuarâ, 66.)

«Rabbim! Yeryüzünde inançsızlardan hiç birini (sağ) bırakma.»(Nûh, 26.)

Sonra anlattıklarına göre onun boyunun bu kadar uzun oluşu da, şu hadis-i şerifin ifadesine aykırıdır:

«Doğrusu Cenâb-ı Allah, Adem'i altmış zira' boyunda yarattı. Sonra yaratıklar (m boyu) şu ana kadar eksilmeye devam etmektedir.» Bu ifadeler, doğru, doğrulanmış ve hatadan korunmuş olan Rasûlullah (s.a.v.)'a aittir.

«O, kendiliğinden konuşmamaktadır. Onun konuşması, ancak bildirilen bir vahiy iledir.» (en-Necm, 3-4.)

O buyurmuş İd: Yaratıkların boylan, şu ana kadar eksilmeye devam etmektedir.

Yani Adem'den asr-ı saadete kadar geçen zaman içinde insanların boyları kısalmaya devam etmiştir. Bu kısalma, kıyamete dek devam edecektir. Bu da, Adem'in soyunda kendisinden daha uzun boylu birinin bulunamayacağım zorunlu kılmaktadır. Nasıl olur da Cenâb-ı Allah, Uc b. Unuk'u görmeyip kendi haline biralar?! Bizler de Allah'ın indirdiği kitapları değiştirip tahrif eden, tevil edip ayetlerinin yerlerini değiştiren Ehl-i Kitaptan olan keferenin sözlerine itibar ediyoruz! Bu nasıl olur?! Yalancı, hain ve kıyamete dek ilahî lanete maruz kalmış o kafirlerin kendi başlarına naklettikleri ya da doğruluğuna güvendikleri bu gibi haberler hakkında ey okuyucu sen ne düşünüyorsun? Uc b. Unuk'la ilgili bu haberi, peygamberlerin düşmanı olan bazı zındık ve ahlaksızların uydurmuş olmasından başka bir şeye ihtimal veremiyorum. Doğruyu en iyi bilen Allah'tır.

Sonra Cenâb-ı Allah, Nuh'un kendi oğlunu kurtarması için Rabbine yalvarışını, bizlere bir ibret dersi olarak anlatıyor. Nuh (a.s.), Rabbine şöyle müracatta bulunmuştu:

Ey Rabbim! Benimle birlikte ailemi de kurtaracağını bana va'd etmiştin. Oğlum da ailemdendir. Halbuki o boğuldu. Bu nasıl olur? Cevaben yüce Allah buyurmuştu ki: O, kurtaracağını va'd etmiş olduğum ailenden değildir. Yani biz sana demiştik ki: "Ve aleyhinde hüküm verilmiş olanın dışında kalan çoluk çocuğunu alıp gemiye bindir." (ci-Mü'mînûn, 27.) Oysaki bu oğlun, kafirliği dolayısıyla boğulacak diye aleyhine hüküm verilmiş olanlardandır. Bu nedenle kader onu mü'minler blokun-dan uzaklaştırdı. Küfür ve taşkınlık sahipleriyle beraber suda boğuldu.

«Ey Nuh! Sana ve seninle beraber olan topluluklara bizden bir selamet ve bereketle gemiden in. Ama bir çok toplulukları da geçindireceğiz. Sonra onlara can yakıcı bir azab vereceğiz." denildi.» (Hud, 48.)

Sular yeryüzünden çekilip yeryüzü, üzerinde yürüyüp durmaya, yerleşmeye müsait hale gelince Cenâb-ı Allah Nuh (a.s.)'a, uzun yolculuğundan sonra Cudi dağının üzerinde duran gemiden selamet ve bereketle inmesini emretti. Evet.. Ey Nuh! Sana ve senin soyundan doğacak evladına bizden selamet ve bereketle gemiden in. Kendisiyle birlikte gemiye binmiş olanların soyu devam etmemiş,sadece Nuh (a.s.)'un nesli devam etmişti.

«Onun soyunu sürekli kıldık.» (es-Sâffât, 77.)

Bu gün yeryüzünde diğer cinslerden mevcut olan ademoğullarının tümü, mutlaka Nuh (a.s.) oğullarından Sam, Ham ya da Yafesİn soyun-dandırlar. Ahmed b. Haııbel, Semure'den rivayet ederek Peygamber (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu söyledi:

«Sam, Arapların atasıdır. Ham, Habeşîerin atasıdır. Yafes de Rumların atasıdır.»

Şeyh Ebu Ömer b. Abdü'1-Berr dedi İd: İmran b. Husayn'den de böyle bir hadis rivayet edilmiştir. Hadiste geçen "Rum"dan kasıt, ilk Rumlar-dır ki, bunlar da Rumî b. Labti b. Yunan b. Yafes b. Nuh'a mensub olan Yunanlılardır.

İsmail b. İyaş, Said b. Müseyyeb'den rivayet etti İd: Nuh (a.s.)'un Sam, Yafes ve Ham adlı üç oğlu vardı. Bunların da her birinin üçer oğlu olmuştur. Şam'ın oğulları Araplar, Farslar ve Rumlardır.Yafes'in oğulları Türkler, Slavlar, Ye'cûc ve Me'cûc'dur. Hamın oğulları Kıbtîler, Sudanlılar ve Berberi!erdir.

Hafız Ebu Bekr el- Bezzar, "Müsned" adlı eserinde, Ebu Hürey-re'den rivayetle Rasûlullah (s.a.v.)in şöyle buyurduğunu söyledi: «Nuh'un oğulları Sam, Ham ve Yafes'tir. Samin oğulları Araplar, Farslar ve Rumlardır ki, hayır bunlardadır. Yafes'in oğulları Ye'cûc-Me'cûc, Moğollar ve Slavlardır ki, bunlarda hayır yoktur. Ham'ın oğulları Kıbtîler, Berberiler ve Sudanlılardır.»

Ancak bu hadisin rivayet senedinde adı geçen Yezid b. Sinan Ebu Ferve er-Rehavî, tümden zayıf bir ravî olup güvenilir bir kimse değildir.

Denildi ki: Nuh (a.s.)'un yukarıdaki hadiste adları geçen bu üç oğlu tufandan sonra doğmuştur. Gemiyi yapmadan önce sadece Kenan ve Abir adında iki oğlu vardı İd, Abir tufandan önce ölmüş, Kenan ise tufanda boğulmuştu.

Doğrusu şu ki, her üç oğlu da hanımları ve analarıyla birlikte gemide Nuh (a.s.)un yanmdaydılar. Tevrat'ın ifadesi böyledir. Rivayete göre Ham, gemide hanımıyla cinsel temasta bulunmuş, bunun üzerine Nuh (a.s.), sperması çirkinleşsin diye ona bedduada bulunmuştu da simsiyah tenli bir oğlu doğmuştu. Bu çocuk, Sudanlıların atası olan Kenan idi.

Bir başka rivayete göre babası Nuh (a.s.)'ıı uyurken avreti açılmış olarak görmüş fakat onun üzerini-örtmemiş, ild kardeşi onun bu açık yerini kapamışlardı. Bunun üzerine Nuh (a.s.), sperması değişip çirkinleşsin ve ondan doğacak çocuklar, kardeşlerinin kölesi, hizmetçisi olsunlar diye beddua etmişti.

İmam Ebu Cafer, İbn Abbas (r.a.)'m şöyle dediğini rivayet etmiştir: Havariler, Meryemoğlu İsa'ya: "Gemiyi gören bir adamı diriltsen de bize onu anlatsa.." dediler. İsa (a.s.) onları bir toprak yığının yanma götürdü. Oradan bir avuç toprak aldı. "Bunun ne olduğunu biliyor musunuz?" diye sordu. "Allah ve Rasûlü daha iyi bilir" diye cevap vermeleri üzerine: "Bu, Nuh oğlu Hamın mafsal yumru kemiğidir." dedi. Bastonuyla vurarak: "Allah'ın izniyle (kalk)" deyince de Ham, ağarmış başındaki tozlan silkeyerek ayağa kalktı. İsa (a.s.)ona:"Ölürken bu halde miydin?" diye sordu. O da : "Hayır.. Ölürken gençtim. Ama şimdi dirilirken kıyamet koptuğunu sandım. Bu nedenle basımdaki saçlar ağardı." diye cevap verdi. Hz. İsa, ona: "Bize Nuh'un gemisinden söz et" deyince, şunları anlatmaya başladı:

"Boyu 1200: eni 600 zira1 idi. Üç katlıydı. Bir katında hayvanlarla canavarlar, bir katında insanlar, bir katında da kuşlar vardı. Hayvanların pislikleri çoğalıp gemiyi doldurunca Cenâb-ı Allah Nuh'a, filin kuyruğuna dürtmesini vahyetti. Dürtünce, kuyruğundan biri erkek, diğeri dişi bir çift domuz peydahlandı. Bunlar pislikleri yemeye başladılar. Pare gemiyi delmek için kemirmeye başlayınca da Cenâb-ı Allah, Nuh'a aslanın iki gözünün arasına vurmasını vahyetti. Vurunca burnundan biri erkek, diğeri dişi bir çift kedi peydahlandı. Bunlar fareyi yakalayıp yediler.»

Hz. İsa ona: "Nuh (a.s.), şehirlerin sular altında kaldığım nasıl anladı?" diye sordu. Cevaben dedi ki: "Kendisine haber getirmesi için kargayı gönderdi. Karga bir leş bulup üzerine kondu. Bunun üzerine Hz. Nuh korkak olsun diye ona beddua etti. Karganın evcil olmayışı bundandır. Daha sonra güvercini gönderdi. Dönüşte güvercin, gagasında bir zeytin yaprağı, ayağında da birazcık çamurla geldi de Hz. Nuh, böylece şehirlerin sular altında kalmış olduklarını anladı. Boynuna yeşil bir kuşak taktı. Ünsiyet ve güvenlik içinde olması için dua etti. Güvercinin evlere alışık olması da bundandır."

Etrafındakiler, Hz. İsa'ya dediler ki: "Ey Allah'ın Rasûlü! Bu adamı (Haın'ı) evimize götürsek de, yanımızda oturup bizimle konuşsa olmaz mı?."

"Dünyadan rızkı kesilmiş olan bir adam nasıl sizinle beraber olur?." diyerek bu Öneriyi reddetti. Ve Ham'a: "Allah'ın izniyle eski haline dön!." dedi. Oda toprağa dönüştü...

Bu gerçekten garip bir rivayettir.

Alba b. Ahmer, İkrime'den, o da İbn Abbas'tan rivayet etti ki: Gemide Nuh'un yanında çoluk çocuklarıyla beraber seksen erkek vardı. Orada yüz elli gün kaldılar. Cenâb-ı Allah gemiyi Mekke'ye yöneltti, kırk gün süreyle Ka'be'nin çevresinde dolandı. Sonra onu Cudi'ye yöneltti, Cudi'nin üzerinde karar kıldı. Nuh (a.s.), kendisine yeryüzünün haberini getirsin diye kargayı keşfe gönderdi. Karga gidip bir leşin üzerine kondu. Bunun üzerine Nuh (a.s.) güvercini gönderdi. Güvercin bir zeytin yaprağı getirdi. Ayakları da çamurlanmıştı. Bunun üzerine Nuh (a.s.), yeryüzünden suların çekilmiş olduğunu anladı. Cudi dağının eteklerine indi. Orada bir köy kurdu. Orayı 'Seksen Köyü' diye adlandırdı. O gün oraya yerleşenlerin dilleri seksen lisana ayrıldı. Bunlardan biri de Arapçaydı. Oradakiler, birbirlerinin dillerini anlamıyor, Nuh (a.s.) onlara tercümanlık yapıyordu.

Katade ve diğerleri dediler ki: Nuh ve beraberindekiler, receb ayının onunda gemiye bindiler, 150 günlük bir yolculuk yaptılar. Gemi, onları getirip Cudi'nin tepesine kondurdu. Muharremin onunda, yani aşure gününde gemiden çıktılar. İbn Cerir de buna muvafık bir haber rivayet ederek, gemiden çıkış gününde oruç tuttuklarım sözlerine eklemiştir.

İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Hüreyre (r.a.)'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

Hz. Peygamber (s.a.v.), Yahudilerden bazı kimselere uğradı. Onlar, aşure orucunu tutmuşlardı. "Bu ne orucudur?" diye sorunca şöyle demişlerdi: "Bu, Allah'ın Musa'yı ve israiloğullanm suda boğulmaktan kurtardığı, Firavunu boğduğu gündür. Bu, geminin Cudi tepesine konup yerleştiği, onur ve üstünlük sahibi olan Allah'a bir şükür ifadesi olarak Musa ile Nuh'un oruç tuttukları gündür."

Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.): "Ben Musa'ya daha yakınım. Bu günde öncelikle benim oruç tutmam gerekir." dedi. Ashabına da şu tavsiyede bulundu: "Sizden biri oruçlu olarak sabahlarsa, orucunu devam ettirip tamamlasın; Sizden biri ailesine dokunmuşsa, günün kalan kısmını oruçlu (imiş gibi) tamamlasın." Buharî'de bunu teyid edici bir başka hadis vardır. Ancak tuhaf olan, burada Nuh (a.s.)'dan söz edilmesidir. Doğruyu en iyi bilen Allah'tır.[1][6] Şimdi de bazı cahillerin aşureyle ilgili anlattıkları hikayelere gelelim.. Güya Hz. Nuh ve beraberindeki mü'minler, azıklarının artanını ve yanlarında kalan tahıllan öğütüp karıştırarak yemek mecburiyetinde kalmışlar. Uzun süre geminin içinde karanlıkta kaldıklarından dolayı gözlerinin zayıflayan ferini güçlendirmek için, gözlerine sürme çekmişler... Bütün bunlar, sahih olmayan ve içinde doğruluk payı bulunmayan rivayetlerdir. Bu hususta mute-med olmayan israiliyat hikayeleri nakledilir.

Muhammed b. İshak der ki: Cenâb-ı Allah, tufanı durdurmak isteyince yeryüzüne bir rüzgar gönderdi. Bu rüzgarın etkisiyle sular durdu, yerin kaynakları tıkandı. Sular azalıp çekilmeye başladı. Geminin Cudi tepesine konup durması - Tevrat ehlinin iddiasına göre - tufanı müteakip yedinci ayın onuncu gecesinde olmuştur. Tufanı müteakip onuncu ayın ilk gününde de dağların tepeleri görünmüş, bunun üzerinden kırk-gün geçtikten sonra da Nuh, geminin- daha Önce yapmış olduğu - penceresini açmış, sonra da suyun yeryüzünü ne hale getirdiğini görüp gerekli bilgiyi getirmesi amacıyla kargayı dışarı göndermiş, ama karga bir daha geri dönmemişti. Karga geri gelmeyince güvercini gönderdi. Güvercin döndüğünde, gemide konacak yer bulamayınca Nuh (a.s.) elini uzatıp onu tuttu ve geminin içine aldı. Aradan yedi gün daha geçtikten sonra, sellerin neler yaptığım görüp geri gelerek kendisine bildirmesi için güvercini yemden dışarı gönderdi. Akşam olunca, ağzında bir zeytin yaprağıyla geri geldi. Nuh (a.s.),yeryüzünde suların azalmış olduğunu anladı. Aradan yedi gün daha geçince güvercini yeniden dışarı yolladı, ama bu defa güvercin geri dönmedi. Nuh (a.s.) yeryüzünün açılmış olduğunu anladı. Tufanın başlangıcından güvercinin dışarı yollanmasına kadar bir yıl geçip ikinci yıla girildiğinde yeryüzü tamamen açılıp kara göründü. Nuh (a.s.) geminin örtüsünü açtı. Tufanın ikinci yılının yirmi altıncı gecesinde:

«"Ey Nuh! Sana ve seninle beraber olan topluluklara bizden bir selamet ve bereketle gemiden in. Ama bir çok toplulukları da geçindireceğiz. Sonra onlara can yakıcı bir azab vereceğiz." denildi.» (Hud, 48.)

Ehl-i Kitabın anlattıklarına göre Cenâb-ı Allah, Nuh (a.s.)'a şu buyruğu vermiş: Sen, karın, oğulların, gelinlerin ve beraberindeki hayvanlar, hepiniz gemiden çıkın. Bütün bunlar, yeryüzünde üreyip çoğaltsınlar.

Çıktılar.. Nuh (a.s.), Allah rızasına kesilecek kurbanlar için bir mezbaha inşa etti. Eti yenen hayvanlarla kuşlardan birer tanesini Allah için kurban etti. Allah da yeryüzündeki insanlara artık böyle bir tufan göndermeyeceğine söz verdi. Bu sözünün hatırası olarak da gök kuşağını yarattı. Gökkuşağının, suda boğulmaya karşı ilahî bir emniyet olduğunu İbn Abbas söylemiştir.

İranlı ve Hindli bazı cahiller, tufanın vukuunu inkar etmiş, ama bu milletlere mensup bazı kimseler, tufanın vukubulduğunu itiraf etmiş, yalnız demişler ki: Tufan, Babil mıntıkasında vukubuldu, suları bize ulaşmadı. Adem'den bu güne dek, dünyayı büyüklerimizden bir miras olarak devralmışız.

Bunu, şeytanın izinde yürüyen ve ateşe tapan bazı mecusi zındıkları söylemiştir. Bu onların bir safsatası, aşırı küfrü, katmerli cahillikleri, maddi olarak duyulur şeyleri inkarları ve göklerle yerin Rabbini yalanlamalarından başka bir şey olamaz.

Rahman olan Allah'ın elçilerinden nakiller yapan din âlimleri, sair zamanlarda insanların mütevatiren rivayet ettikleri haberlerin yanı sıra, Nuh tufanının vukubulduğu hususunda görüş birliği etmişlerdir. Bu tufan, bütün beldeleri sular altında bırakmış, Cenâb-ı Aîlah'da kendi desteğindeki günahsız peygamberi Nuh'un çağrısına icabet etmek ve kaçınılmaz takdirini infaz etmek için inkarcı kullardan hiç birini o zaman sağ bırakmamıştır. [2][7]



[1][6] Buharı, Kitabu s-Şavm, 39.

[2][7] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 1/137-162.
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
Nuh (a.s.)'un Şahsına Ait Bazı Haberler


Cenâb-ı Allah buyurdu ki:

«Doğrusu Nuh, çok şükreden bir kuldu.» (ei-îsrâ, 3.)

Denildi ki: Onun yemesi, içmesi, giymesi ve bütün davranışları Allah'ın gözetiminde ve onun rızasına uygundu.

İmam Ahmed b. Hanbel, Enes b. Malik'den naklederek Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu söyledi:

«Doğrusu Allah, kulun bir yiyeceği yeyip o yiyecekten ötürü kendisine hamdetmesini veya bir içeceği içip o içecekten ötürü kendisine ham-detmesini memnuniyetle karşılar.»[1][1]

Doğrusu şu ki şükreden; kalbi, kavli ve ameli taatler yaparak hayırlı aktivitede bulunan kimsedir. Şairin dediği gibi şükür, ancak böyle yapılır.

«Nimetleri size ifade eder üç şeyim;



[1][1] Suyutî, Camiü's-Sağir, Hadis No: 1795.
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
Nuh (a.s.)'un Oruç Tutuşu


Sehl b. Ebi Sehl, Abdullah b. Ömer'in şöyle dediğini rivayet etti: İşittim ki Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyuruyor: «Ramazan ve kurban bayramı günleri dışında Nuh (a.s.), zamanın tümünü oruçlu geçirmiştir.»

Taberanî, Abdullah b. Ömer'in şöyle dediğini rivayet etti: îşittimki Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyuruyor: «Ramazan ve Kurban bayramı günleri dışında Nuh (a.s.), zamanın tümünü oruçlu geçirmiştir. Davud (a.s.), zamanın (senenin) yarısını oruçlu geçirmiştir. îbrahim (a.s.), her aydan üç gün oruç tutmuştur. Bir yıl tutmuş, bir yıl tutmamıştır.»[1][1]



[1][1] Suyufcî, Camiü's-Sağir, Hadis No: 4986.
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
Nuh(a.s.)'un Haccı


Hafız Ebu Yala dedi ki: Süfyan b. Vekî', İbn Abbas (r.a.)'ın şöyle de*diğini rivayet etti:
«Rasûlullah (s.a.v.) haccetti. Usfan vadisine geldiğinde sordu: "Ey Ebu Bekir! Bu hangi vadidir? Bu hangi vadidir?" Ebubekir: "Usfan vadisidir." deyince Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Buraya Nuh, Hud ve İbrahim, genç develer üzerinde uğramışlardır. Yularları liften eşekleri vardı. Peştemalları çuhadan, omuzlukları da siyah beyaz çizgili olup yündendi. Allah'm şereüi evini ziyaret ederek haccediyorlardı."

Bu hadis "garib"dir.
 
Üst Alt