Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

El-Bidaye ve'n-Nihaye – Ibn Kesîr

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
El-Bidaye ve'n-Nihaye – Ibn Kesîr



buyuk-islam-tarihi-1-hamur-15-cilt-ibn-kesir.jpg



Büyük İslâm âlimi müfessir, muhaddis ve müverrih (tarihçi) ünvanları ile tanınan İbn Kesîr in "el-Bidâye ve n-Nihâye" isimli eseri "Büyük İslâm Tarihi" adıyla sunulmuştur. Tarihçi İbn Kesîr, yegâne İslâm Tarihi kaynağı bu eserinde İslâm Tarihinin her yılını kendi zaman ve şartları içerisinde kronolojik olarak değerlendirmiş, muhaddis ve müfessirliğinin verdiği dirayetle sağlam kaynaklardan istifade ederek tarihin bütün dönemlerini birer ibret levhası olarak gözler önüne sermiştir. Büyük tarihçi, tarihî hadiseleri doğru değerlendirebilmesi için doğruluğundan emin olmadığı rivayetleri kitabına almış, bunları eleştiri süzgecinden geçirerek olayların yanlışlığını ortaya koymuş okuyucunun doğru bilgi edinebilmesini sağlamıştır.
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
[h=1]Sunuş[/h][h=1][/h]Kuruluşumuzdan bugüne kadar okuyucularımıza temel ve kaynak eserler sunduk.

Bunlar arasında 6 ciltlik (4000 safya) Mecmau't-Tefâsir, 23 ciltlik (23000 sayfa) Kütüb-ü Sitte ve Şerhleri, 8 ciltlik (4300 sayfa) Mu'cemu'l-Müfehres lil Hadis, 10 ciltlik (6500 sayfa) el-Mebsut gibi İslâm ilimlerinin temeli olan tefsir, hadis, fıkıh ilmine dair eserlerin Arapça metinleri; 5 ciltlik (3785 sayfa) Şakaik-i Nu'maniye ve Zeyilleri, Kâmus-i Türkî (1590 sayfa), Lügat-x Naci (976 sayfa), Redhause Sözlüğü (2239 sayfa) gibi eserlerin Osmanlıca asıllarının tıpkı basımlarım; Prof.Dr. Abdur-rahman Cezîrî başkanlığında seçkin Mısır ulemasından oluşan bir komisyonun hazırladığı 8 ciltlik (3720 sayfa) "Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı", Asr-ı Saadet'ten günümüze kadar yaşamış bütün müfessirlerin görüşlerini ihtiva eden ve dilimizde yazılmış tefsirlerin en büyüğü olan 16 ciltlik (10000 sayfa) "Hadislerle Kur'ân-ı Kerîm Tefsiri İbn Kesîr" ile klasik ve çağdaş düşünürlerimizin 40'm üzerinde gerek telif gerekse tercüme Türkçe eseri de bulunmaktadır.

Şimdi de siz değerli okuyucularımıza büyük İslâm âlimi müfessir, muhaddis ve müverrih (tarihçi) unvanları ile tanınan İbn Kesîr'in "el-Bidâye ve'n-Nihâye" isimli tarihini, "Büyük İslâm Tarihi" adıyla sunmanın mutluluğunu yaşıyoruz.

Tarihçi İbn Kesîr, "Büyük İslâm Tarihi" adıyla sunduğumuz bu eserinde, olayları tarih sırasına göre (kronolojik olarak) işlemekte, sırası ile kainatın yaratılışından başlayarak Hz. Muhammed'e kadar bilinen bütün peygamberlerin hayat hikayeleri, Asr-ı Saadet ve Hulefa-i Raşidin dönemleri ile Emeviler, Abbasiler, Endülüs Emevileri, Fatimîler, Eyyûbîler, Memlûkler ve Selçuklular gibi İslâm devletlerinin siyasi, kültürel ve ekonomik hayatlarını akıcı bir üslûpla bize aktarmaktadır.

Tarih ilmine yeni bir metod getirerek olayları anlatırken okuyucunun tarihi hadiseleri doğru değerlendirmesini temin etmek için doğru-jugundan emin olmadığı rivayetleri de kitabına almakla birlikte onların bir kısmının garip, israiliyyat ve kabul edilemez rivayetler olduklarını belirtmektedir. Böylece okuyucunun tarihi olayları yanlış değerlendirip yanlış ders çıkarmasına ve yanlış yorumlara gitmesine mani olmaktadır.

İbn Kesîr'in "el-Bidâye ve'n-Nihâye" isimli eseri, bu vasıflarından dolayı tarih sahasında çok önemli bir eser olup günümüzden yaklaşık 700 yıl önce kaleme alınmasına rağmen bu gün hâlâ en önemli tarih kaynağı sayılmakta, İslâm dünyasında en çok okunan tarih eseri olma özelliğini hâlâ muhafaza etmektedir. Biz böyle bir eserin Türkçesini okuyucumuza sunmakla çok büyük bir hizmeti ifâ ettiğimiz inancını taşımaktayız.

14 normal, 1 şahıs ve yer isimleri indexsi cildinden oluşan, toplam 15 ciltlik bu kıymetli eserin dizgisi, tertibi, baskısı ve cildinin hazırlanması sırasında hiçbir masraftan çekinmedik. Türkiye'de yapılabileceğin en iyisini yapmaya çalıştık.

Burada eseri Türkçeye kazandıran sayın-Mehmet KESKİN-beye, kıymetli vakitlerini esirgemeyerek eseri redakte eden M.Ü. İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ziya KAZICI beye, tashih ve tertip sırasında bize yardıma olan Mehmet IRMAK beye, eserin tercüme ve yayım esnasında her türlü fedakarlığı göstenen Çağrı Yayınları çalışanlarına teşekkürü bir borç bilir, bunun gibi yeni kaynak eserleri insanlığın hizmetine sunmayı bize nasip etmesini Cenâb-ı Allah'tan niyaz ederiz.




Şaban KURT
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
İbn Kesir Ve Tarihî


İslâm dünyasının yetiştirdiği büyük âlimlerden biri olan îmadu'd-Din Ebu'1-Fida İsmail b. Ömer b. Kesîr, döneminin muhaddis, müfessir ve tarihçisi olarak bilinir.

Konusu, sadece geçmiş olayların bir kümesi olmayan tarihin gerçek konusu insandır. Gayesi de bu insanı Allah'ın rızası doğrultusunda yetiştirmektir. Bu sebepledir ki tarihin ilk belirtilerini bizzat Kur'ân-ı Kerîm'de görüyoruz. Zira Kur'ân, insan hayatının sadece manevî yönünü değil, bütün sosyal hayatının temel çizgilerini taşır ki bunlar tarihle çok yakından ilgilidir. Bu bakımdan Kur'ân'da, tarihin başlangıcı olan yaradılışın düşünülmesi emre dilmektedir. Onun bir ibret kaynağı olduğu, bunu görmek için de gezip dolaşmak (seyahat) gerektiği açıklanmaktadır. (eî-Ankebût, 20; er-Rûm, 42) Gerçekten bugünü anlamak ve geleceğe hazırlanabilmek için tarihin verilerini değerlendirip ondan ibret almak gerekir. Şayet tarih toplum için ibret vesilesi olmuyorsa kuru bir bilgiden ibaret kalır.

Bilindiği gibi Hz. Peygamberin gerek hayatı, gerek şahsiyeti ve gerekse onun zamanındaki İslâm toplumunun hareket ve davranışları, Müslümanlar için her yönü ile iyi bir örnektir. Bunun içindir ki o dönemin safha safha ve güzel bir şekilde Öğrenilmesi gerekir. İşte burada, hicri sekizinci asırda (701-774) Şam bölgesinde doğan ve yine orada vefat eden İbn Kesîr karşımıza çıkmaktadır. Tefsirinde de geniş ölçüde tarihî bilgilere yer veren müellifimiz, tarihin insan hayatındaki önemini bildiğinden bu sahadaki engin selâhiyetini "el-Bidâye ve'n-Nihâye" adlı eseri ile isbat etmiştir. Böylece o, sağlam kaynaklardan istifade ile gerek Hz. Peygamber, gerekse daha sonraki dönemleri birer ibret levhası olarak gözlerimizin önüne sermektedir.

Her Müslümanm örnek alması ve hayatını ona göre yönlendirmesi icap eden o Muhammedi hayatın bütün safhalarını, aynı zamanda büyük bir muhaddis olan İbn Kesîr'in, elinizde bulunan bu eserinden öğrenmek mümkündür.

Rivayet metoduna bağlı olmakla birlikte dirayet ve tenkid hususunu da ihmal etmeyen İbn Kesîr, kronolojik bir eser meydana getirmekle islâm tarihinin her yılını kendi zaman ve şartları içinde değerlendirip okuyucuya takdim etmiştir. Böylece o, bu engin tarihin geçirmiş olduğu tekâmül ve gelişme çağlarını gözler önüne sermiştir.

İslâm kültür dünyasında Zehebî, Îbnu'1-Verd, Safedî ve İbn Şakır gibi tarihçilerin bulunduğu bir dönemde yetişen İbn Kesîr, rivayetçi özelliğini korumakla birlikte zaman zaman "Bu, garip bir hadistir", "Bu, zayıf bir rivayettir", "Bu, tamamen uydurmadır" gibi ifadelerle görüşünü ortaya koyduğu gibi bazen de "Ben derim ki" şeklindeki ifadelerle tamamen kendi mütalaasını beyan eder. Böylece o, bazı rivayetleri terikid süzgecinden geçirir.

Tarihini, tefsirinden sonra yazdığı için zaman zaman, "Bu konuda tefsirimizde şöyle söyledik" demek suretiyle tefsirine atıflarda bulunur. Keza o, Kur'ân ve sünnetten aldığı ilhamla bazı tavsiye ve Öğütlerde de bulunur. Böylece o, tarihin fazilet ve reziletlerini teşhir ederek, gelecek nesillerin ahlâkını düzeltmeye hizmet etmesi gerektiğine kail olanlara da iştirak etmiş görünmektedir.

İslâm dünyasında ve özellikle ülkemizde tefsiri ile tanınan İbn Kesîr'in tarih kaynakları, metodu ve tarihçiliği üzerinde şimdiye kadar ciddî bir araştırmanın henüz yapılmadığı anlaşılmaktadır.[1]

İslâm dünyasının en ünlü ve ülkemizde çok ilgi gören İbn Kesîrin tefsirinden sonra şimdi de ünlü "el-Bidâye ve'n-Nihâye" isimli eseri "Büyük İslâm Tarihi" çevirisi adıyla değerli okuyuculara sunulmaktadır. Ülkemizde tarihçi yanı pek iyi tanınmayan bu büyük âlimin, bu değerli eserinin bilim ve kültür tarihimize büyük katkılar sağlayacağı muhakkaktır.



Prof. Dr. Ziya Kazıcı



[1] Kahire'de bulunduğumuz 1988 yılının sonlarına doğru el-Ezher Üniversitesi'nde Abdul-Fettah Abdulaziz Abdullatif Reslan "Tarihçi olarak ibn Kesîr" diye bir doktora çalışmasına başlamıştı.
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
Îbn Kesır'in Hayatı


Ebu'1-Fida İsmail İmadu'd-Din îbn Ömer îbn Kesîr İbn Davud îbn Kesîr el-Dımaşkî el-Kureyşî, Şam yakınlarındaki Busrâ'ya bağlı Micdel veya Mecdel köyünde Hicrî 701 (Milâdî 1301) yılı civarında dünyaya geldi. el-Bidâye ve'n-Nihâye isimli eserinde belirttiğine göre, babası hicrî 703 senesinde vefat ettiği zaman kendisi üç veya dört yaşlarında imiş. Babasını çok az hatırlayan müellifimiz, ailesi ile birlikte yedi yaşlarında köyden kalkıp Şam'a yerleşmiş, İsmail İbn Kesîr'in yetişmesinde ağabeyi Abdülvehhab'm etkisi büyük olmuş. İlk dinî bilgileri aile yuvasında almış olan îbn Kesîr, daha sonra Burhâneddin el-Fezârî, Kemaleddin İbn Kâdî Şihne, Kasım îbn Asakir, İshak İbn Amidî, Muhammed İbn Zinâd, İbn er-Rabî ve îbn Teymiyye gibi devrinin ünlü bilginlerinden nlah, tefsir, hadis öğrenmişti. Genç yaşta eserler telif etmeye başlayan îbn Kesîr, "Tekzîb el-Kemal" adlı eserin müellifi el-Mizzî'nin derslerine devam etmiş ve onun kızıyla evlenerek bu büyük bilgine damad olmuştur. Bilahare Karâfî, Debbûsî, Uranı ve Hutenî gibi bilginlerden icazet almıştır. Uzun yıllar Şam'ın ünlü medreselerinde dersler vermiş daha sonra Hecibiye Medresesi müderrisliğine tayin edilmiştir. Subkî'nin vefatından sonra da meşhur Eşrefîyye Dâr'ül-Hadîsi hocalığına geçmiştir. Yetiştirdiği sayısız öğrenciler arasında; İbn Hacer gibi büyük hadis bilginleri, Şihâbüddin îbn Hiccî, Hafız Ebu'l-Mehâsin el-Hüseynî gibi o devrin meşhur âlimleri de bulunmaktadır.[1]

Ömrünün sonlarına doğru gözlerini kaybetmiş olan İbn Kesîr, Hicrî 774 (Miladî 1373) senesi şaban ayının 26. perşembe günü 74 yaşında iken Şam'da vefat etmiştir.

Îbn Kesîr'in Eserleri

Îbn Kesîr, yalnızca bir tarihçi değil,aynı zamanda büyük bir fıkıh ve hadîs bilginidir. Bu bakımdan îslâm düşüncesinin tarih, fikıh, hadîs ve tabakât konularında çok değerli ve orjinal eserler telif etmiştir. Başlıca eserleri şunlardır:

1- el-Bidâye ve'n-Nihâye fi't-Tarih: Genel tarih niteliğinde olan bu eser, kâinatın yaratılışından başlayarak müellifin hayatının son günlerine kadar geçen olayları anlatır.

2- el-Bâis'ül-Hasîs Şerh İhtisar Ulûm'il-Hadis: Bu eser, İbn Salâhın Ulûm'ül-Hadîs isimli eserinin özetidir.

3- et-Tekmîl fı'Ma'rifeti's-Sikât ve'd-Duafâ ve'1-Mecâhîl: Hadisteki güvenilir, zayıf ve bilinmeyen ravîleıie ilgili önemli bir eserdir.

4- el-Hedyü ve's-Sünen fi. Ahadisi'l-Mesânîd ve's-Sünen: Câmiü'l-Mesânîd diye de bilinen bu eser, Ahmed İbn Hanbel'in Müsned'i, Bezzâr, Ebu Ya'lâ ve İbn Ebu Şeybe'nin eserleriyle Kütüb-i Sitte'yi birleştirerek bölümlere göre tanzim eder.

5- Ehâdîsu't-Tevhîd ve'r-Redd Alâ'ş-Şirk: Tevhîd ve şirk konusundaki hadisleri inceler.

6- el-İctihâd fi Talebi Fadaîlil-Cihâd: Cihadla ilgili konuları araştırır.

7- Tabakâtu'ş-Şâfiîye: Şafiî fakihlerin hayatından bahseder.

8- Edillet'üt-Tenbîh fi Fıkhi'ş-Şâfîîyye: Şafiî fıkhına dair konuları ele alır.

9- Menâkıbu İmâm eş-Şâfiî: İmam Şafiî'nin menakibinden bahseder.

10- el-Ahkâm alâ Ebvâbi't-Tenbih: Fıkhın ahkâmından bahseden bu eserini tamamlayamamıştır. Sadece hacc bahsine kadar olan kısmı incelemiştir. Tefsîrinde bu eserine pek çok atıflar yapmaktadır.

11- Müsnedu'ş-Şeyhayn: Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer'in Müsnedle-rini ele alır.

12- Muhtasar Îbnu'l-Hâcibın: İbn Hâcib'in bir eserinin muhtasarıdır.

13- Şerhu'l-Buhârî: Tamamlanamamış olan bu eser, İmam Bu-harî'nin Sahîh'inin şerhidir.

14- Fedâilu'l-Kur'ân: Kur'ân'ın faziletlerine dair olan bu eser, tefsirinin sonunda yer almakta olup, Kur'ân'm faziletlerini anlatmaktadır.

15- Tefsîr'ül-Kur'ân-Azim: Rivayet tefsirlerinin en muteberlerinden birisidir. İbn Kesîr, gerçek anlamda bir rivayet tefsiri olan bu eserine, zaman zaman dirayet tefsirlerinden alıntılar yapmış ve bazen kendi görüşlerini de eklemiştir.

Bu eserlerin pek çoğu basılmıştır. Ancak henüz tab edilmemiş risaleleri de bulunmaktadır.



[1]İbn Kesîr, Tefsir Mukaddimesi, 9-10; Bağdatlı İsmail Paşa, Hediyyetül-Ârifîn, I, 215; Menn'a el-Kattân, Mebahîs fi-Ulûmi'1-Kur'an, 386, 387; Zerkânî, Menâhilu'l-lrfân fi Ulûmil-Kur'ân, I, 498; İbn Hacer, ed-Dürretul-Karnine, I, 399, 400: Suyûtî, Zeyl Ta-bakatul-Huffaz, 361, 362; Nuaymî ed-Dimaşkî, el-Darîs fi Tarihli-Medâris, I, 36, 37; ibn el-îmâd, Şezerâtu'z-Zeheb, VI, 231, 232; Zehebî, et-Tefsîr vel-Müfessirûn, I., 242, 247; Ömer Nasûhî Bilmen, Tefsir Tarihi, II, 570,571.
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
Müellifin Önsözü


Evvel ve âhir, bâtın ve zahir, her şeyi bilen, kendisinden önce hiçbir şeyin bulunmadığı ilk, kendisinden sonra hiç bir şeyin olmayacağı son, kendisinden üst hiçbir şeyin bulunmayacağı zahir, kendisinden geride hiçbir şeyin bulunmayacağı bâtın, devamlı surette kemâl sıfatlarıyla muttasıf olarak mevcudiyeti süren ezeli ve kadîm; aralıksız, inkitasız, zevalsiz bir surette sonsuza dek baki ve sermedi olarak varlığı devam edecek; siyah karıncanın zifiri karanlık gecede sessiz kaya üzerindeki yürüyüşünü bilmekte, kumların sayısını bilmekte, yüce, ulu ve her şeyi yaratıp bir ölçü ile takdir edici, gökleri sütunsuz olarak yükseltmiş, semaları çiçek gibi parlak yıldızlarla süslemiş, semalarda yıldızları kandil kılmış, Ay'ı parlak ışıklar saçıcı yapmış, bunların üstünde de göğü kubbe gibi yuvarlak, geniş ve yüksek bir şekilde yaratmış, sütunları yüce Arş-ı A'la'yı yaratmış olan Allah'a hamdolsun.

O Arş-ı A'la ki, kıymetli melekler onu taşırlar. Kerrübiyûn melekleri onu kuşatırlar. Allah'ın salat-ü selâmı onların üstüne olsun. O meleklerin, takdis ve tazim sesleri yükselir. Aynı şekilde göklerin her tarafı, meleklerle dopdoludur. Onlardan her gün 70.000 melek, dördüncü kattaki Beytü'l-Ma'mur'a gelip orayı ziyaret ederler. Gittikten sonra oraya dönmek için tekrar sıra kendilerine gelmez. Onların, en son olarak içinde bulundukları hâl, tehlil, tahmid, tekbir, salat ve teslimdir.

Cenâb-ı Allah, yeryüzünü mahlukat için suların dalgaları üzerine koymuştur. Gökleri yaratmadan önce yeryüzüne, sabit dağlar yerleştirmiştir. Orayı bereketli kılmış, arayanlar için yeryüzünde gıdaların normal olarak dört gün (dört mevsim) içinde yetiştirilmesi kânununu koymuştur. Oraya, her çiftten iki şeyi yerleştirmiştir. Bunu da akıllılar için bir delil kılmıştır. Yazlarında ve loşlarında kulların ihtiyaç duydukları ner şeyi, her hayvanı yeryüzünde onlara ihsan etmiştir.

İnsanoğlu, kendisinden söz edilmeyen, hiçbir şey değilken onu yaratmaya çamurdan başlamış, sonra onun neslinin devamını sağlam bir yerde (rahimde), değersiz bir su ile (döl suyu ile) devam ettirmiş, onu gören ve işiten bir varlık haline getirmiştir. O varlığı, eğitim ve öğretimle şer ellendirmiş tir. İnsanlığın babası Adem (a.s.)'i kendi mübarek eliyle yaratmış, onun bedenine şekil vermiş, bedenine kendi ruhundan üfle-miş, melekleri ona secde ettirmiş, eşi ve insanlığın annesi Havva'yı onun vücudundan yaratmış, ona eş kılmış, ikisini Cennet'te barındırmış, üzerlerine nimetlerini yağdırmış, sonra kendi bilgeliğinin ezeldeki bir gereği olarak yaratıp yei-yüzüne yaymış, onları kendi yüce kudreti ile hükümdarlar, halk tabakası, zengin, yoksul, köle, efendi, cariye, hanım şeklinde çeşitli kısımlara ayırmış ve yeryüzünün enine boyuna her tarafma yerleştirmiş, onları birbirinin ardısıra gelen halefler yapmış; bunu kıyamet gününe, hesap zamanına ve ilim-bilgelik sahibi olan yüce zatının huzuruna çıkanncaya kadar da devam ettirecektir- Kullarına çeşitli memleketleri, ihtiyaca göre irili ufaklı şehir ve kasabalara bölen nehirleri emre amade kılmış, onlar için kuyular ve pınarlar fışkırtmış, bulutlar vasıtasıyla üzerlerine yağmurlar yağdırmış, böylece onlara çeşitli ekin ve ürünleri bitirmiştir. Lisan-ı hal ve sözleri ile diledikleri her şeyi onlara bahsetmiştir: «Allah'ın nimetini sayacak olsanız bitiremezsiniz. Doğrusu insan pek zalim ve çok nankördür.» (ibrahîm, 34.)

Allah, kerem sahibi, ulu, yüce ve yumuşak huylu olup noksanlıklardan münezzehtir. Kendilerini yaratıp rızıklandırdıktan, yollarını kolaylaştırdıktan ve onlara lisan bahşettikten sonra kullarına ihsan ettiği nimetlerinin en büyüğü, peygamberlerini göndermiş ve kitaplarını indirmiş olmasıdır. Bu kitaplar, onlara ilahî helal ve haramları, haber ve hükümleri açıklarlar. Dünya ve ahiretle ilgili her türlü detayı, kıyamete kadar onlara beyan ederler.

Mutlu kimse, haberleri tasdik ve teslimiyetle, emirlere boyun eğmekle, yasakları da Rabbini tazim etmekle kabul eden ve ebedi nimeti elde eden kimsedir. Zakkum ve kaynamış su yedirilip içirilen, elem verici azaba maruz bırakılan Cehennem de, yal ani ayıcıların makamında bulunmaktan uzak duran kimsedir.

Yüce zatına, kadim saltanatına ve mübarek zatına yaraşırcasma Allah'a, göklerle yeri dolduran mübarek, hoş ve çok hamd-ü senalarda bulunurum. Bu hamd-ü senalar, sonsuza dek, kıyamet gününe kadar devam edecektir. Her anda ve her saatte bu hamdimi devam ettireceğim, Kendisinden başka ilah bulunmayan, ortağı olmayan, çocuğu ve atası bulunmayan, eşsiz, benzersiz, vezirsiz, müşavirsiz, zevcesiz, denksiz olan Allah'ın varlığına ve birliğine şahadet ederim.

Muhammed'in de O'nun kulu, elçisi, sevgilisi ve dostu olduğuna şahadet ederim. Muhammed, Arab-ı Aribe'nin hülasasından seçilmiş olup peygamberlerin son halkasını teşkil etmektedir. İnsanın, kana kana su içebileceği büyük Kevser havuzunun ve kıyamet gününde en büyük şefaat makamının sahibidir. Allah 'm Makam-ı Mahmud'a göndereceği livau'1-hamd sancağının taşıyıcısı dır. Muhammed (s.a.v.), İbrahim (a s.) de dahil olmak üzere bütün peygamberler ve mürsellerin imreneceği bir makama sahip olacaktır. Ona, salat-ü selâmların en yükseği, en şereflisi, en temizi, en yücesi olsun. Allah, onun parlak yüzlü, âlicenâb, lider ve kutub şahsiyetler olan, peygamberlerden sonra âlemin hülasası olan ashabının tamamından razı olsun. Bu ilahi rıza da; karanlığın ışığa karıştığı (gece ile gündüzün devam ettiği), ezanlar okunduğu ve gündüz aydınlığının gecenin zifiri karanlığını sildiği sürece devam etsin.

İmdi bu kitapta, Allah'ın yardımı ve başarısı ile mahlukatm yaratılışının başlangıcından; Arş'm, Kürsü'nün, semâvatm, yerlerin, bunlar içinde mevcud olan şeylerin, bunların arasındaki meleklerle cin ve şeytanların yaratılışından, Adem peygamberin yaratılış keyfiyetinden, peygamberlerin kıssalarından, peygamberliğin Efendimiz Muhammed (s.a.v.)'e ulaşmasına kadar ki İsrailoğullan zamanında ve cahiliye gün-leıinde cereyan eden hadiselerden bahsedeceğim. Hz. Peygamberin si-retini de, susamış gönüllere su serpecek ve hasta gönüllerdeki marazı giderecek şekilde anlatmaya çalışacağım.

Bundan sonra da zamanımıza kadar devam eden hadiselerden, fitnelerden, savaşlardan, kıyamet alametlerinden, ölüm sonrası dirilişten, mezarlardan çıkıştan, kıyametin korkunç hallerinden, kıyamet gününün evsafından, o günde meydana gelecek korkunç hadiselerden, Ce-hennem'in evsafından, Cennetlerin niteliklerinden, oralardaki güzel şeylerden ve diğer hususlardan bahsedeceğim.

Bu konularla ilgili kitab, sünnet, eser ve âlimler nezdinde menkul bulunan haberlerden nakiller yapacağım. O âlimler ki, peygamberlerin mirasçılarıdırlar. Muhammed Mustafa (s.a.v.)'nın nübüvvet kandilinden nur ve ışık almışlardır. Nübüvvet kandilini getiren Muhammed Mustafa'ya salat-ü selâmların en faziletlisi olsun.

Biz, israîliyat haberlerinden, ancak Allah'ın kitabına ve Rasûlü'nün sünnetine muhalif olmayıp, şeriat sahibi tarafından nakline izin verilenleri nakledeceğiz ki, bunlar da ne yalanlanan ne de doğrulanan israiliyat haberleridir. Bunlar da bizce muhtasar olan hususlar, ayrıntılı bir şekilde açıklanmaktadır. Ya da belirsiz hususlar, belirginlik kazanacaktır. Gerçi bunları belirlemede de fazla bir fayda yoktur, ancak biz ihtiyaç duyduğumuzdan veya delil saydığımızdan değil de kokuyu süslemek bakımından bu haberlere başvuracağız. Aslında dayanılacak yer, Allah'ın kitabı ile Rasûlullah'm sünnetidir. Sünnetten de nakli sahih veya hasen olanları nakledeceğiz. Zayıf olanlara da dikkat Çekeceğiz. Yardımına başvurulacak ve kendisine dayanılacak olan yegâne zat, yüce Allah'tır. Güç ve kuvvet sahibi ancak yüce Allah'tır. O yücedir, güçlüdür, hikmet sahibidir, uludur.

Yüce Allah, kitabında şöyle buyurmuştur:

«Ey Muhammedi Geçmiş olayları sana böyle anlatırız. Katımızdan sana da bir kitab gönderdik.» (Ta-hâ, 99.) Cenâb-ı Allah,peygamberine geçmişteki mahrukatın haberlerini, mazide kalan ümmetlerin durumlan-m,dostlarma ne yaptığını, düşmanlarının başına da neler getirdiğini anlatmıştır. Rasûlullah (s.a.v.) da bütün bunları, kendi ümmetine sadra şifa-verecek şekilde açıklamıştır. Her bölümde, Rasûlullah (s.a.v.)'dan o bölümle ilgili olarak gelen hadisleri, konuyla ilgili ayetleri zikrettikten sonra nakledeceğiz. Ancak bunlardan da ihtiyaç duyduklarımızı nakledecek, öğrenilmesine lüzum olmayan şeyleri terkedeceğiz. İşi, kısa tutacak ve bizce muvafık olan şeylerdeki gerçeği vuzuha kavuşturacağız. İnkar ile karşılanan ve bize muhalif olan şeyleri de beyan edeceğiz.

Şimdi Buharî'nin sahih adlı eserinde Amr b. As'tan yaptığı, şu rivayete gelelim: Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki:

«Bir ayet de olsa onu benden nakledin. îsrailoğullarmdan da haberler nakledin. Bunda bir sakınca yoktur. Benden hadis nakledin ancak bana yalan isnad etmeyin. Her kim kasıtlı olarak bana yalan isnad ederse, ateşteki yerini hazırlasın.»

Bu hadiste naklinde salanca görülmeyen israiliyat haberleri; doğrulanmasına ya da yalanlanmasına bizim nezdimizde herhangi bir sebep bulunmayan israiliyat haberleridir ki, ibret almak maksadıyla bunların rivayeti caizdir. Kitabımızda kullandığımız israiliyat haberleri de bu türdendir. Şeriatımızın doğruluğuna şahitlik ettiği israiliyat haberlerine gelince, bizdeki deliller ve haberler, bunları kullanmamıza ihtiyaç bırakmamaktadır. Şeriatımızın, bâtıllığma şahidlik ettiği israiliyat haberlerine gelince bunlar, zaten reddedilmiştir. Hikaye edilmeleri caiz değildir. Ancak inkar ve iptal maksadıyla nakledilebilirler. Hamdü senaya layık ve noksanlıklardan münezzeh bulunan yüce Allah, bizi Muhammed (s.a.v.) sayesinde diğer şeriatlere muhtaç olmaktan ve Kur'ân-ı Kerim sayesinde de diğer kitaplara muhtaç olmaktan kurtardığına göre İsrailoğullarımn yalan, yanlış, uyduruk, muharref, değiştirilmiş ve tağyir edilmiş haberlerine göz atacak ve bunları kullanacak değiliz. Kaldı ki israiliyat haberlerinin tamamı, neshedihniş ve değiştirilmiştir. Kendisine ihtiyaç duyulan haberleri Peygamberimiz bize açıklamış, şerh etmiş, izah etmiştir. Bunu bilen bilmiş, bilmeyen bilme-miştir. Nitekim Ebu Talip oğlu Ali de şöyle.demiştir:

"Allah'ın kitabı... onda sizden öncekilerin haberi, sizden sonrakilerin de haberi, aranızdaki ihtilafların kesin çözümü vardır. O bir hükümdür. Şaka götürür yam yoktur. Allah, bir zorbadan korkarak onu terke-den kimseyi helak eder. O'ndan başka şeyde hidayeti arayan kimseyi de Allah sapıklığa sürükler."

Ebu Zer (r.a.) de şöyle demiştir: "Rasûlullah (s.a.v.) vefat ettiğinde, uçan kuş hakkında dahi bize bilgi vermiştir."

"Kitabu Bed'il-Halk" adlı bölümde Buharî, Tarık b. Şihab'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: Hattab oğlu Ömer'in şöyle dediğini işittim: Rasûlullah (s.a.v.) bir ara yanımızda iken kalktı ve bize yaratılışın başlangıcından bahsetti. Her şeyi anlattı. Öyle ki cennetlikler yerlerine, cehennemlikler de yerlerine girdiler. Ezberleyen ezberledi, unutan da unuttu.

İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Zeyd el-Ensârî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Rasûlullah (s.a.v.) bize sabah namazını kıldırdı, sonra minbere çıktı, bize hutbe irad etti, konuşmasını öğle vaktine kadar devam ettirdi. Minberden indi, öğle namazını kıldırdı. Sonra yine minbere çıktı, ikindiye kadar konuşmasını sürdürdü. Minberden indi. İkindi namazını kıldırdı, sonra yine minbere çıktı, Güneş batmcaya kadar konuşmasını sürdürdü. Olmuş ve olacak şeyleri bize anlattı, bize Öğretti ve hafızamıza yerleştirdi.»

Fasıl

Yüce Allah, kutsal kitabında şöyle buyurmuştur:

«Allah, her şeyin yaratanıdır. O her şeye vekildir.» (ez-Zümer, 62.)

Kendisinden başka her şey, Allah'ın yaratığıdır. O, onların Rabbi-dir, onların işlerini yürütendir. O şeyler de, daha önce yok iken sonradan yaratıldılar. Ortada yokken meydana geldiler. Göklerden toprağa kadar bütün yaratıkların üzerinde örtü gibi duran Arş in, onun altında bulunan canlı cansız herşeyrn yaratıcısı Allah'tır. O şeyler de O'nun yaratıkları, mülkü ve kullarıdırlar. O'nun güç, satvet, tasarruf ve iradesinin altındadırlar.

«Gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş'a hükmeden yere gireni ve ondan çıkanı, gökten ineni ve oraya yükseleni bilen O'dur. Nerede olursanız olun O, sizinle beraberdir. Allah yaptıklarınızı görür.» (el-Hadîd, 4.)

Zaten hiç bir Müslümanm da bu hususta şüphesi bulunmadığı gibi bütün âlimler, Cenâb-ı Allah'ın göklerle yeri ve ikisi arasında bulunan şeyleri altı günde yaratmış olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de buna açıkça delâlet etmektedir. Ancak âlimler, Kur'ân-ı Kerîm'in bu ayetinde sözü edilen günlerin, yaşadığımız günler gibi mi yoksa bizim saydığımız zamana göre her biri 1000 senelik bir zaman mı olduğu hususunda ihtilaf etmişlerdir. Tefsirimizde de açıkladığımız gibi bu hususta, iki görüş ileri sürmüşlerdir. "Yine âlimler, göklerle yerin yaratılmasından önce yaratılmış olan başka bir şeyin olup olmadığı hususunda ihtilafa düşmüşlerdir. Kelamcılardan bir grup, göklerden ve yerlerden önce hiç bir şeyin mevcut olmadığını ve göklerle yerin salt yokluktan yaratıldıklarını iddia etmişlerdir. Diğerleri ise, göklerle yerin yaratılmasından önce başka yaratıkların mevcut olduğunu ifade ederek görüşlerini teyit etmek için şu ayet-i kerimeyi ileri sürmüşlerdir:

«Arşı su üzerinde iken, hanginin daha güzel iş işleyeceğini ortaya koymak için gökleri ve yeri altı günde yaratan O'dur.» (Hûd, 7.)

İleriki sayfalarda da nakledileceği gibi Ümran b. Husayn'm rivayet ettiği bir hadiste şöyle denilmektedir:

«Allah vardır. O ndan önce hiç bir şey yoktu. Arş'ı da su üzerinde idi. Zikirde her şeyi yazdı, sonra da gökleri ve yeri yarattı.»

İmam Ahmed b. Hanbei, Veki b. Huds'un şöyle dediğini rivayet etmiştir: Amcam Ebu Rezin Lakit b. Amir el-Ukaylî, Rasûlullah (s.a.v.)'a şöyle bir soru sordu:

- Ya Rasûlallah, göklerle yer yaratılmadan önce Rabbimiz neredeydi?

Rasûlullah buyurdu ki:

- Altında hava, üstünde hava bulunan bir bulutta idi. Sonra Arş'mı su üzerinde yarattı.

Alimler, Cenâb-ı Allah'ın önce neyi yarattığı hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bazıları önce kalemi, sonra diğer eşyayı yarattığını söylemişlerdir. İbn Cerir ile İbn Cevzî ve diğerleri bu görüşü benimsemişlerdir. İbn Cerir'e göre kalemi yarattıktan sonra ince bulut tabakalarını yaratmıştır. Bu görüşte olanlar, İmam Ahmed b. Hanbel ile Ebu Davud ve Tirmizî'nin Ubade b. Samit'ten naklettikleri şu hadisi delil olarak ileri sürmüşlerdir: Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki:

«Allah'ın yarattığı ilk şey kalemdir. Sonra kaleme dedi İd: «Yaz», işte o anda, kıyamet gününe kadar olacak şeyler kalemle yazıldı.» Hafız Ebu Ala el-Hemedânî'nin naklettiğine göre cumhur-u ulema şu görüştedir: «Arş'ı A'la, kalemden önce yaratılmıştır. İbn Cerir'in Dahhak tariki ile İbn Abbas'tan naklettiği rivayet budur. Nitekim Sahih adlı eserinde Müslim'in rivayet ettiği hadis de bu görüşü teyid etmektedir. Müslim, Abdullah b. Amr b. As'tan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«Allah, göklerle yeri yaratmadan 50.000 sene önce yaratıkların kaderini yazdı. Arş'ı da su üzerinde idi.» Bu hadis de kaderin yazılmasının, Arş'm yaratılmasından sonra olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla kaderleri yazan kalemin yaratılmasından önce de Arş'in yaratılmış olduğu sabit olmaktadır ki cumhur-u ulema da bu görüştedir. Öyleyse hadisteki "kalemin ilk yaratık olduğu" şeklindeki ifadeyi, "kalemin bu âlemdeki ilk yaratık olduğu" tarzında anlamak gerekir. Buharî'niıı İmran b. Hu-sayn'dan naklettiği şu rivayet de bu görüşü teyid etmektedir: Yemenliler, Rasûlullah (s.a.v.)'a dediler ki:

Sana, dinimizi öğrenmek ve şu yaratılışın evvelini sormak için geldik.

Rasûlullah (s.a.v.) da onlara şöyle cevap verdi:

«Allah vardı, ondan önce hiç birşey yoktu.»

Başka bir rivayete göre ise, "O'nunla beraber birşey yoktu." denilmiştir. "O'ndan başka bir şey yoktu", şeklinde de bir rivayet vardır. Hz. Peygamber, yukarıdaki hadisin devamında da şöyle demiştir: «O zaman Allah'ın Arş'ı su üzerinde idi. Zikirde de her şeyi yazdı. Sonra gökleri ve yeri yarattı.»

Yemenliler, göklerle yerin yaratılışının başlangıcını Rasûlullah (s.a.v.)'a sordular, bu yüzden ona: «Bu işin evvelini sana sormaya geldik.» dediler. Rasûlullah da sadece sorularını cevapladı, Arşın yaratılışım onlara anlatmadı. İbn Cerir'in ifadesine göre ise başkaları şöyle demişlerdir:

«Aksine Cenâb-ı Allah, Arş'tan önce suyu yarattı.»

Süddî, Rasûlullah in ashabından bazılarının şöyle dediklerini rivayet etmiştir:

"Allah'ın Arş'ı su üzerinde idi. Suyu yaratmadan önce başka bir şeyi yaratmış değildir."

İbn Cerir, Muhammed b. îshak'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Aziz ve Celil olan Allah'ın ilk yarattığı şey, aydınlık ve karanlıktır, sonra bunları birbirinden ayırdı. Karanlığı, zifiri karanlık bir gece haline getirdi, aydınlığı da gözle görülen ışıklı bir gündüz haline getirdi."

İbn Cerir, bazılarının şöyle dediklerini nakletmiştir: «Rabbimizin kalemden sonra yarattığı şey Kürsü'dür. Kürsüyü yarattıktan sonra da Arşı yaratmıştır. Ondan sonra hava ve karanlığı, daha sonra da suyu yaratmış, Arşını da su üzerine koymuştur.» Doğruyu, noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah daha iyi bilir.

>>>>Devam
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
Fasıl

Arş ve Kürsü'nün yaratılmasına dair nakillerdir.

Yüce Allah buyurdu ki: «Arş sahibi, varlıkların en yücesi olan Allah.» (el-Gâfir.15.)

«Gerçek hükümdar olan Allah yücedir. O'ndan başka tanrı yoktur. O, yüce Arşın Rabbidir.» (ei-Mü'minûn, ııe.)

«O'ndan başka tanrı yoktur O, ulu Arş'm sahibidir.» (el-Mu'minûn, 86.)

«Yüce Arşın sahibi, çok seven, bağışlayan O'dur.» (el-Bürûc, 14-15.)

«Rahman, Arş'a hükmetmektedir.» (Tâ-hâ, 5.)

«Sonra Arş'a hükmetti.» (er-Râ'd, 2.)

«Arş'ı yüklenen ve çevresinde bulunanlar, Rablerini överek teşbih ederler, O'na inanırlar. Mü'minler için; «Rabbimiz! İlmin ve rahmetin her şeyi içine almıştır. Tevbe edip senin yoluna uyanları bağışla, onları Cehennem'in azabından koru.» diye bağışlanma dilerler.» (el-Gâfîr, 7.)

«O gün Rabbinin Arşını onlardan başka sekiz tanesi yüklenir.» (el-Hâkka, 17.)

«Melekleri, Arşın etrafını çevirmiş oldukları halde, Rablerini hamd ile överken görürsün. Artık insanların aralarında adaletle hükm olunmuştur: «Övgü, âlemlerin Rabbi olan Allah içindir.» denir.» (ez-Zumer, 75.)

Sıkıntıdan kurtulup genişliğe kavuşmak için sahih hadiste şöyle bir dua varid olmuştur:

«Kendisinden başka ilâh bulunmayan ulu ve hilim sahibi Allah'tır, kendisinden başka ilâh bulunmayan Arş in Rabbi olan Allah'tır. Kendisinden başka ilâh bulunmayan göklerle yerin sahibi Allah'tır. O, ulu Arş in Rabbidir.»

İmam Ahmed b. Hanbel, Abbas b. Abdülmuttalib'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

Bathâ'da Rasûlullah (s.a.v.)'la beraber oturmaktaydık. Üzerimizden bir bulut geçti. Rasûlullah (s.a.v.) bize dedi ki:

- Şunun ne olduğunu biliyor musunuz?

- Buluttur.

- Beyaz buluttur.

- Beyaz buluttur.

- Evet buluttur.

Biz sustuk. Sonra Rasûlullah (s.a.v.) bize şöyle bir soru sordu:

- Gök ile yer arasındaki mesafenin ne kadar olduğunu biliyor musunuz?

- Allah ve Rasûlü daha iyi bilirler.

- İkisi arasındaki mesafe 500 senelik yoldur. Her sema tabakası arasındaki mesafe de 500 senelik yoldur. Her sema tabakasının kendi içindeki mesafesi de 500 senelik yoldur. Yedinci kat göğün üzerinde bir deniz vardır. Bu denizin altı ile üstü arasındaki mesafe, gök ile yer arasındaki mesafe kadardır. Onun da üstünde sekiz keçi vardır ki bunların sırtları ile tırnakları arasındaki mesafe, gök ile yer arasındaki mesafe kadardır. Onların da sırtlarının üzerinde Arş-ı A'la vardır. Arş'm üstü ile altı arasındaki mesafe, gök ile yer arasındaki mesafe kadardır. Allah ta onun üzerindedir. Ademoğullarmm işledikleri amellerden hiç biri, O'na gizli kalmaz.»

Ahmed b. Hanbel, Cübeyr b. Mut'im'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Bedevinin biri, Rasûlullah (s.a.v.)'a gelip şöyle dedi:

- Ya Rasûlallah, canlar bitkin düştü, çoluk çocuk aç kaldı, mallar tükendi, davarlar helak oldu. Allah'tan bize yağmur yağdırmasını dile. Allah'a karşı senin şefaatim diliyoruz ve sana karşı da Allah'tan şefaat diliyoruz.

- Yazıklar olsun sana. Sen ne söylediğini biliyor musun? Rasûlullah (s.a.v.) böyle dedikten sonra teşbih getirmeye başladı.

Bir süre teşbih getirmeye devam etti. Ashabının yüzünden, bu duruma rahatsız olduklarını anladı. Sonra o adama şöyle dedi:

- Yazıklar olsun sana, yaratıklarından herhangi birine karşı Allah'ın şefaati istenilmez. Allah'ın şanı, bundan yücedir. Yazıklar olsun sana, sen Allah'ın Arş'mm semalar üstünde şu şekilde olduğunu biliyor musun?» Böyle derken Rasûlullah (s.a.v.) parmaklarım kubbe şeklinde bir araya getirdi ve binenin deve üzerindeki ağırlığından Ötürü onun ıhlamasını andıran bir ses çıkardı.

İbn Bezzar, hadisinde şöyle demiştir: «Doğrusu Allah, Arş inin üzerindedir. Arşı da semaların üstündedir.»

"Müsned" adlı eserinde Bezzar, "Muhtarat" adlı eserinde de Hanz Ziya el-Makdisî, Hz. Ömer'in şöyle dediğini rivayet etmişlerdir:

Kadının biri, Rasûlullah (s.a.v.)'a gelip: «Beni Cennet'e koyması için Allah'a dua et.» dedi. Rasûlullah (s.a.v.) da Rabbini tazim edip yücelterek şöyle dedi: «O'nun Kürsü'sü, göklerle yeri kuşatmıştır ve yeni semerin, yükü altında gıcırdaması gibi Kürsü'sünden gıcırdama sesleri gelmektedir.»

Sahih-i Buharî'de sabit olduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«Allah'tan Cenneti dilediğinizde Firdevs Cennetini dileyin, çünkü -Firdevs, Cennet'in en yüksek ve orta kısmıdır, onun üzerinde de Rah-man'm Arşı vardır.»

Bazı rivayetlerde anlatıldığına göre Firdevs Cenneti'nde bulunan kimseler, Arşın ağırlık altında kalan bir binek gibi ses çıkardığını, yani teşbih ve tazimini işitirler, bu da onların Arş'a yakın olmaları sebebiyledir.

Sahih bir rivayette anlatıldığına göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: «Sa'd b. Muaz'm vefatı yüzünden Rahmanın Arşı titremiştir.»

«Arş'm Sıfatı» adlı kitabında Hafız b. Muhammed b. Osman b. Ebi Şeybe, seleften birinin şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Arş, kızıl yakuttan yaratılmıştır. İki kutbu arasındaki mesafe, 50.000 senelik yoldur.»

«Melekler ve Cebrail miktarı 50.000 yıl olan o derecelere bir günde yükselirler.» (ei-Meâric, 4.)

Bu ayetten bahsederken Arş-ı A'la'nın, yedinci kat yere olan uzaklığının 50.000 senelik yol olduğunu, genişliğinin de 50.000 senelik yolol-duğunu söylemiştik.

Kelamcılardan bazıları, Arşın yuvarlak bir yörünge halinde olup ner taraftan âlemi kuşattığını söylemişler ve bu sebeple ona dokuzuncu ielek, atlas ve esir feleği adını vermişlerdir ki bu uygun değildir. Çünkü şer'an sabit olduğuna göre Arş’in ayakları vardır ki onları melekler taşırlar. Oysa yörüngenin taşınacak ayakları olmaz. Ayrıca Arş, Cennetin üzerindedir. Cennet ise, göklerin üzerindedir. Arş'ta yüz derece vardır ki her iki derece arasındaki mesafe, gök ile yer arasındaki mesafe kadardır. Arş ile Kürsü arasındaki uzaklık, bir felek ile diğer felek arasındaki uzaklık gibi değildir. Ayrıca lügata göre Arş, hükümdarın üzerinde oturduğu tahttır. Nitekim yüce Allah buyurmuş ki: «O'nun büyük bir tahtı vardır.» (en-Nemi, 23.)

Evet, Arş, yuvarlak bir yörünge değildir. Araplar, Arş kelimesinden bunu anlamazlar. Kur'ân-ı Kerîm de Arap lügati ile nazil olmuştur. Şu halde Arş, ayakları melekler tarafından taşman bir tahttır. Âlem üzerindeki bir kubbe gibidir. Mahlukatm üzerinde bir tavandır. Yüce Allah buyurdu ki:

«Arşı yüklenen ve çevresinde bulunanlar, Rablerini överek teşbih ederler, O'na inanırlar, mü'minler için bağışlanma dilerler.» (ei-Mü'min, 7.)

Koçlarla ilgili hadiste de anlatıldığı gibi, Arşı taşıyan koçların sayısı sekizdir. Bu hususta yüce Allah şöyle buyurmuştur:

«O gün Rabbinin Arş'mı onlardan başka sekiz tanesi yüklenir.» (ei-Hâkka, 17.)

Şehr b. Havşeb dedi ki: «Arş'ı yüklenen meleklerin sayısı sekizdir. Bunlardan dördü şöyle derler: «Noksanlıklardan münezzeh olan Allah'ım! Seni hamd ile överiz. İlimden sonra hilim sahibi olmandan ötürü de seni överiz.» Diğer dördü de şöyle derler: Ey noksanlıklardan münezzeh olan Allah'ım! Seni hamd ile överiz. Kudretinden sonra affından ötürü seni överiz.»

İmam Ahmed b. Hanbel, İbn Abbas'tan rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«Ümeyye (b. Ebi Salt) şiirinin şu iki beytinde ne doğru söylemiştir:

"Bir adam ve onun sağ ayağının altında bir boğa,

Diğer ayağının altında ise, kartal ve aslan gözetmektedirler."

Rasûlullah (s.a.v.): "Ümeyye doğru söyledi." dedi.»

Ümeyye bir başka şiirinde de şöyle demiştir:

"Her gecenin sonunda Güneş kızarık bir renkle doğup gülü andırır. Ağır ağır seyrinde bize bu durumu pek fazla görünmez, ancak sabır ve dayanıklılığı ile bize zuhur eder."

Rasûlullah (s.a.v.) bu şiir için de; «Ümeyye doğru söyledi.» dedi.

Bu, senedi sahih bir hadis olup ravileri sıkadır. Bundan anlaşıldığına göre zamanımızda da Arş'ı yüklenen dört melek vardır. Ancak koçlarla ilgili hadis buna ters düşmektedir. Fakat denebilir ki Arş'ı yüklenmekte olan dört meleğin bu şekilde nitelenmeleri, onlardan başka meleğin bulunmadığını isbatlamaz, doğrusunu Allah bilir.

Ümeyye b. Ebi Sait'in, Arş'la ilgili başka bir şiirinde de şöyle denmektedir:

"Allah'ı temcid edin, O temcide layıktır.

Rabbimiz semada uludur.

Gözleri kamaştıran yüksek bir binası vardır.

Semaların üzerinde de kendisi için yüksek bir taht yapmıştır, gözler ona ulaşamazlar.

O tahtın çevresinde boynunu uzatıp yükseklere bakan melekler görürsün."

Abdullah b. Revalıa da, kendisini, cariyesi ile ilişkiye girerek ald% tan karısına şöyle bir şiir söyleyerek tarizde bulunmuştu:

"Allah'ın vadinin gerçek olduğuna,

Cehennem'inde kafirler için durak olduğuna,

Arş in su üzerinde dolaştığına,

Arş'm üzerinde de âlemlerin Rabbinin bulunduğuna şahadet ederim.

O Arş'ı kıymetli melekler yüklenirler.

O melekler ki ilahın nişanlı melekleridirler."

Ebu Davud, Cabir b. Abdullah'tan rivayet etti İd, Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«Aziz ve Celil olan Allah'ın Arş'ı yüldenen meleklerinden birini anlatmama izin verildi; o meleğin kulak yumuşağı ile omuzu arasındaki mesafe, 700 senelik yoldur.»
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
Kürsü


İbn Cerir, Hasan-ı Basrî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Kürsü, Arş'm ta kendisidir.» Hasanın böyle demesi sahih değildir, aksine ondan ve diğer sahabilerle tabiilerden gelen sahih rivayetlerde anlatıldığına göre Kürsü, Arş'tan ayrı bir şeydir.

«Kürsü'sü, gökleri ve yeri kuşatmıştır.» (el-Bakara, 255.)

İbn Abbas ile Said b. Cübeyr, bu ayet-i kerimede geçen Kürsü kelimesi ile Cenâb-ı Allah'ın ilminin kastedildiğini söylemişlerdir.

"Müstedrek" adlı eserinde Hakim de, İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Kürsü, iki ayağın bastığı yerdir. Arş'a gelince onu Aziz ve Celil olan Allah'tan başka kimse takdir edemez.»

Süddî, Ebu Malik'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Kürsü, Arş'm altındadır.»

Süddî dedi ki: «Göklerle yer, Kürsünün içindedir. Kürsü de Arş'm önündedir.»

İbn Cerir ile İbn Ebi Hatim, İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmişlerdir:

"Yedi kat gök ile yedi kat yer serilip biribirine bitiştirilseydi yine de Kürsü'nün genişliği kadar bir yer tutmazlardı. Bunların Kürsü'ye nis-betle genişlikleri, ancak bir çöle atılan bir halka büyüklüğündedir.»

İbn Cerir, Rasûlullah (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

«Yedi kat göğün Kürsü içindeki büyüklüğü, bir kalkanın içine atılan yedi dirhem kadardır.»

Ebu Zer, Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu rivayet etmiştin «Arş'a nisbetle Kürsü'nün büyüklüğü, çöle atılan bir demir halka gibidir.»

Ebu İdris el-Holanî'den rivayet olunduğuna göre Ebu Zer el-Gıfarî, Rasûlullah (s.a.v.)'a Kürsü'nün durumunu sormuş, Rasûlullah (s.a.v.) da ona şu cevabı vermiştir:

«Nefsim kudret elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki, Kürsü'ye nisbetle yedi kat gökle yedi kat yerin büyüklüğü, ancak çöle atılan bir halka kadardır. Doğrusu, Kürsü'ye nisbetle Arş'ın üstünlüğü, o çölün içine atılan halkaya olan üstünlüğü kadardır.»

"Tarih" adlı eserinde İbn Cerir, Said b. Cübeyr'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: İbn Abbas'a, «Allah'ın Arş'ı su üzerinde idi.» ayet-i kerimesinden bahsedilerek suyun ne üzerinde olduğu sorulmuş, îbn Abbas ta şu cevabı vermiştir: «Su, rüzgarın üzerinde idi, göklerle yerleri ve bunların içinde bulunan her şeyi denizler kuşatmıştı. Bütün bunları da heykel kuşatmıştı. Heykeli de anlatıldığına göre Kürsü kuşatmıştı.»

Vehb, heykel kelimesini-şöyle açıklamıştır: "Heykel, göklerin kenarındaki bir şeydir ki, yerleri ve denizleri çadır ipi gibi kuşatmıştır."

Astronomi ilmi ile ilgilenen bazılarınm iddiasına göre Kürsü, sekizinci felektir ki, ona sabit yıldızların feleki adını verirler. Bunların bu iddiası, pek dikkate alınacak bir şey değildir. Çünkü Kürsü'nün, yedi kat gökten daha büyük olduğu sabittir. Önceki sayfalarda geçen hadislerde de anlatıldığına göre Kürsü'nün göklerle yere nisbetle büyüklüğü, bir çölün içine atılan bir demir halkasına nisbetle olan büyüklüğü kadardır. Bu da bir felekin başka bir feleke nisbet edilmesi değildir. Eğer bu iddiayı öne sürenlerin sözleri, «Biz bunu itiraf ediyoruz ama bununla beraber yine de Kürsü'ye felek adını veriyoruz.» ise, biz de ona cevaben şöyle deriz:

«Kürsü, lügata göre felekten ibaret bir şey değildir. Aksine o, bir çok selef ulemasının da ifade ettiği gibi Arş'ın önündeki bir merdiven gibidir. Böyle bir şey de felek olamaz. Sabit yıldızların, bu felek içinde murassa bir şekilde bulunduğuna dair iddiaları da delilsiz bir iddiadır. Kaldı ki onlar, bu iddialarını ileri sürerlerken de kendi aralarında ihtilafa düşmüşlerdir. Bu husus, onların kitaplarında da görülmektedir. Doğrusunu Allah bilir.
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
Levh-î Mahfuz


Hafız Ebu'l-Kasım et-Taberanî, îbn Abbas'tan rivayet etti ki, Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«Doğrusu, Cenâb-ı Allah Levh-i Mahfûz'u beyaz inciden yarattı. Levh-i Mahfuzun sayfaları kırmızı yakuttandır, kalemi nurdur, yazısı nurdur, onda her bir gün, 360 lahzadır. O, yaratır, rızık verir, öldürür, diriltir, yüceltir, alçaltır, dilediğini yapar.»

İshak b. Bişr, İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir.

«Levh-i Mahfûz'un baş kısmında şu yazı vardır: Allah'tan başka ilâh yoktur. O birdir, dini İslâm'dır. Muhammed onun kulu ve elçisidir. Allah'a iman edip, vaadini doğrulayan, peygamberlerine tabi olan kimseyi Allah, Cennet'ine koyar.»

«Levh-i Mahfuz, beyaz inciden bir levhadır. Uzunluğu göklerle yer arasındaki uzunluk kadardır. Genişliği de doğu ile batı arasındaki genişlik kadardır. Sayfaları inci ve yakuttandır. Kapakları kırmızı yakuttandır. Kalemi nurdur. Yazısı Arş'a bağlıdır. Aslı da bir meleğin kuca-ğındadır.»

Enes b. Malik ve seleften bazıları dediler ki: «Levh-i Mahfuz, İsrafil'in cephesindedir.»

Mukatile göre ise Levh~i Mahfuz, Arş'ın sağındadır.
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
Göklerle Yerin Ve Bu İkisî Arasındaki Şeylerin Yaratılışlarına Daîr Ayet Ve Hadîsler


Yüce Allah buyurdu ki:

«Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah'a mahsustur. Öyle iken, inkar edenler Rablerine başkalarını eşit tutuyorlar.» (el-En'âm, 1.)

«Gökleri ve yeri altı günde yaratan O'dur.» (Hûd, 7.) Tefsirciler, bu altı günün mikdarı hususunda ihtilaf ederek iki görüş ileri sürmüşlerdir. Cumhur-u ulemaya göre ayette sözü edilen günler, bizim dünyadaki günlerimiz miktarmcadır. İbn Abbas, Mücahid, Dahhak ve Ka'bü'l-Ahbar'a göre ise ayette sözü edilen günlerden her biri, bizim saymakta olduğumuz senelerden 1000 sene kadardır. Celimi-ye'ye reddiye olarak yazdığı kitabında İmam Ahmed b. Hanbel bu görüşü benimsemiştir. İbn Cerir ile müteahhirin ulemadan bir kısmı da bu görüştedirler. Doğrusunu Allah bilir.

İbn Cerir'in, Dahhak'tan ve diğerlerinden yaptığı rivayete göre ayette sözü edilen altı günün adları şöyledir:

«Ebced, hevvez, hutti, kelemen, sa'fes ve kareşet.»

İbn Cerir, ayette sözü edilen günlerin ilki hakkında üç kavil ileri sürmüştür. Rivayete göre Muhammed b. İshak, bu günlerin ilkinin hangisi olduğu hususunda şöyle bir nakilde bulunmuştur: «Tevrat ehli derler ki: Cenâb-ı Allah, yaratmaya pazar gününden itibaren başlamıştır. İncil ehli ise derler ki; Cenâb-ı Allah, yaratmaya pazartesi gününden itibaren başlamıştır. Biz Müslümanlara gelince bizler, Rasülullah (s.a.v.)'dan bize ulaşan habere dayanarak deriz ki; Cenâb-ı Allah, yaratmaya cumartesi gününden itibaren başlamıştır.»

İbn İshak'm, Müslümanlardan naklettiği bu kavle, Şafii ûkıhçıla-rından ve diğerlerinden bazıları meyi etmişlerdir. İleride de nakledeceğimiz bir hadiste Ebu Hüreyre'nin ifadesine göre Cenâb-ı Allah, toprağı cumartesi günü yaratmıştır.

Yaratmaya pazar gününden itibaren başlandığına dair ileri sürülen kavli İbn Cerir; Süddî, Ebu Malik, Ebu Salih, İbn Abbas, Mürre, İbn Mesud, sahabelerden bir topluluk ve Abdullah b. Selam1 dan rivayet etmistir ve kendisi de bu kavli tercih etmiştir. Bu, aynı zamanda Tevrat'ın da nassıdır. Fıkıhçılardan bir grup da bu kavle meyletmiştir. Bu kavil, pazar günü için münasip bir kavildir. Bu sebeple Cenâb-ı Allah, yaratmayı altı günde tamamlamış ve cuma gününde yaratma işi sona ermiştir ki Müslümanlar da bunu kendileri için haftanın bayramı olarak kabul etmişlerdir. Cuma gününde Cenâb-ı Allah, bizden önceki kitab ehlini kendinden uzaklaştırıp sapıklıkta bırakmıştır, inşaallah bunu ileride açıklayacağız. Yüce Allah buyurdu ki;

«Yerde olanların hepsini, sizin için yaratan O'dur. Sonra, göğe doğru yönelerek yedi gök olarak onları düzenlemiştir. O, her şeyi bilir.» {el-Bakara, 29.)

«Ey Muhammed! «Siz yeri iki günde yaratanı mı inkar ediyor ve O'na eşler koşuyorsunuz? O, âlemlerin Rabbidir.» de.

Yeryüzüne sabit dağlar yerleştirdi. Onu bereketli kıldı; arayanlar için yeryüzünde gıdalarını normal olarak dört gün (dört mevsim) içinde yetiştirmesi kanununu koydu. Sonra, duman halinde bulunan göğe yöneldi, ona ve yeryüzüne «İstiyerek veya istemiyerek buyruğuma gelin.» dedi. İkisi de: «İstiyerek geldik.» dediler.

Allah, bunun üzerine, iki gün içinde yedi gök var etti ve her göğün işini kendisine bildirdi. Yakın göğü ışıklarla donattık ve bozulmaktan koruduk. İşte bu, bilen, güçlü olan Allah'ın kanunudur.» (Pussiiet, 9-12.)

Bu da, yerin gökten önce yaratıldığını ispatlıyor. Çünkü yer, göğe nispetle binanın temeli gibidir. Nitekim yüce Allah buyurdu ki:

«Sizin için yeri durak, göğü bina eden, size şekil verip de şeklinizi güzel yapan, sizi temiz şeylerle rızıklandıran Allah'tır. İşte Rabbiniz olan Allah budur. Âlemlerin Rabbi olan Allah ne yücedir!» (el-Mu'min, 64.)

«Biz yeryüzünü bir beşik, dağlan da onun için birer direk kılmadık mı?»

«Sizi çift çift yarattık. Uykunuzu dinlenme vakti kıldık. Geceyi bir Örtü yaptık. Gündüzü, geçimi sağlama vakti kıldık. Üstünüze yedi kat sağlam gök bina ettik. Parlak ışığı veren Güneş'i var ettik.» (en-Nebe', 6-13.)

«İnkar edenler, gökler ve yer yapışıkken onları ayırdığımızı ve bütün canlıları sudan meydana getirdiğimizi bilmezler mi? İnanmıyorlar mi?» (el-Enbiyâ, 30.)

Göklerle yeri birbirinden ayırdık. Nihayet rüzgarlar esti, yağmurlar yağdı. Pınarlarla nehirler aktı ve canlılar kalkıp yürüdü.

«Göğü karışıklıktan korunmuş bir tavan kıldık. Oysa onlar, bundaki delillerden yüz çeviriyorlar.» (d-Enbiyâ,32.)

Göklerde yaratılan sabit yıldızlar, gezegenler, parlak yıldızlar, aydınlık saçıcı cisimler ve göklerle yerin yaratıcısının bilgeliğini ispatlayan delillerden yüz çeviriyorlar. Nitekim yüce Allah buyurdu ki:

«Göklerde ve yerde nice belgeler vardır ki, yanlarından yüzlerini çevirerek geçerler. Onların çoğu, ortak koşmadan Allah'a inanmazlar.» (Yûsuf, 105-106.)

Şimdi de şu ayet-i kerimeye bakalım:

«Ey inkarcılar! Sizi yaratmak mı daha zordur, yoksa göğü yaratmak mı? Ki onu, Allah bina edip yükseltmiş ve ona şekil vermiştir. Gecesini karanlık yapmış, gündüzünü aydınlatmıştır, ardından yeri düzenlemiştir. Suyunu ondan çıkarmış ve otlak yer meydana getirmiştir. Dağları yerleştirmiştir. Bunları, sizin ve hayvanlarınızın geçinmesi için yapmıştır.» (en-Nâziât, 27-33.)

Bazı kimseler, bu ayet-i kerimeye dayanarak göklerin yerlerden Önce yaratıldığını iddia ederek önceki iki ayetin sarih ifadesine muhalefet etmiş ve bu ayet-i kerimenin manasını anlayamamışlardır. Zira bu ayet-i kerimeden anlaşıldığına göre yerin yayılıp ondaki suların ve meraların fiilen ortaya çıkarılması, göğün yaratılmasından sonradır. Bu, bu ayet-i kerimenin zımnında bil kuvve mukadder olan bir manadır. Nitekim Yüce Allah buyurdu ki:

«...Onu bereketli kıldı; arayanlar için yeryüzünde gıdalarını normal olarak dört gün (dört mevsim) içinde yetiştirmesi kanununu koydu.»(Fussilet, 9-10.)

Yani ekinlerin yerlerini, pınarların ve nehirlerin mekanlarını hazırladı. Süfli ve ulvi âlemin suretinin yaratılışını tamamladıktan sonra yeri de yaydı. Ondan, içinde gizli bulunan hazineleri ortaya çıkardı. Böylece pınarlar fışkırdı, nehirler aktı, ekinler ve meyveler bitti. Bu sebepledir ki ayet-i kerimede geçen fiili, yerden su nşkırtmak, mera bitirmek ve dağları yere sabit kazıklar olarak çakmak şeklinde tefsir edilmiştir. Bununla ilgili olarak yüce Allah buyurdu ki:

«Ardından yeri düzenlemiştir. Suyunu ondan çıkarmış ve otlak yer meydana getirmiştir.»

«Dağları yerleştirmiştir.» Yani dağları bulundukları yerlerde sabit kılıp yerleştirmiş ve kazık gibi yeryüzüne çakmıştır.

«Göğü, gücümüzle biz kurduk ve biz şüphesiz genişleticiyiz. Yeryüzünü biz yayıp döşedik. Ne güzel döşeyiciyiz! İbret alasınız diye her şeyi çift çift yaratmışız dır.» (ez-Zâriyât, 47-49.)

Ayet-i kerimede geçen "genişleticiyiz" sözü ile göklerin genişletil-dikleri kastedilmektedir. Zira yükselen her şey genişler. Bir alt tabakanın üstünde bulunan bir gök tabakası, altmdakine nisbetle daha geniş olur. Bu sebepledir ki Kürsü, göklerden daha yüksek ve dolayısı ile hepsinden daha geniştir. Arş ta bu saydıklarımızın tamamından daha uludur. Yeryüzünü biz yayıp döşedik. Onu sarsılmayan sakin bir kara parçası haline getirdik, sizi sarsmaz. Bu sebeple Cenâb-ı Allah: «Biz ne güzel döşeyiciyiz!» demiştir. Bu ayet-i kerimede yerlerden, göklerden sonra bahsedilmiştir. Bu demek değildir ki yerler, göklerden sonra yaratılmıştır. .Buradaki sıralama, lügata bağlı bir haber verme sıralamasıdır. Doğrusunu Allah bilir.

Buharî, İmran b. Husayn'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Peygamber (s.a.v.)'in yanma gittim,devemi kapıya bağladım. Yanma Beni Temim kabilesinden bir kaç kişi geldi. Peygamber (s.a.v.) onlara: «Ey Temim oğulları, müjdeyi kabul edin.» dedi. Onlar da: «Yeter artık bize müjde verdiğin. Sen bize mal ver.» dediler. Bu sözlerini iki kez tekrarladılar. Sonra Rasülullah (s.a.v.)'m yanma Yemenlilerden bazı kimseler geldi. Peygamber (s.a.v.) onlara: «Ey Yemenliler! Müjdeyi kabul edin. Temim oğulları kabul etmediyse de siz kabul edin.» dedi. Onlar da şöyle dediler: «Kabul ettik ya Rasûlallah! Sana şu yaratma işinin evveliyatını sormaya geldik.» Peygamber (s.a.v.) onlara konuyu şöyle anlatmaya başladı: .

«Allah vardı. O'ndan başka hiçbir şey yoktu. O'nun Arş'ı su üzerinde idi. Zikirde her şeyi yazdı. Gökleri ve yeri yarattı...» O esnada biri, «Ey Husayn oğlu, deven kaybolup gitti.»dedi. Ben de koşup dışarı çıktım. Baktım ki devem gitmiş, ardı sıra serap görünüyor. Keşke deveyi bırak-saydım da yerimden kalkmış olmasaydım.»

İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Rasülullah (s.a.v.) elimi tutup bana şöyle dedi:

«Allah, cumartesi günü toprağı yarattı. Pazar günü dağları yarattı, pazartesi günü ağaçları yarattı, sah günü mekruhu yarattı, çarşamba günü nuru yarattı, perşembe günü canlıları yeryüzüne yaydı, cuma günü ikindiden sonra Adem'i yarattı. Adem, cuma gününün son saatinde ikindi ile gece arasında yaratılan son yaratık oldu.»

Bu hadisin metninde şiddetli bir gariplik vardır. Mesela, bu hadiste göklerin yaratılmasından bahsedilmemektedir. Yerlerin ve yerlerdeki mevcudatın yedi günde yaratıldığı söylenmektedir. Bu da Kur'ân'm ifadesine ters düşmektedir. Çünkü Kur'ân'da anlatıldığına göre yer, dört günde yaratılmış, sonra iki günde gökler dumandan yaratılmıştır. Dumandan maksat ta suyun Buharîdır. O buhar, büyük su kütlesinin dalgalanması neticesinde büyük İlâhi kudretin eseri olarak yerden yükselmişti.

«Yerde olanların hepsini sizin için yaratan O'dur. Sonra göğe doğru yönelerek yedi gök olarak onları düzenlemiştir.»

Yukarıdaki ayet-i kerime ile ilgili olarak büyük Süddî İsmail b. Ab-dirrahman, İbn Mesud ile başka bir kaç sahabeden rivayet ettiki, Rasülullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«Allah'ın Arş'ı su üzerinde idi. Suyu yaratmadan önce başka birşeyi yaratmış değildi. Yaratıkları yaratmak istediği zaman sudan bir duman çıkardı. Bu duman su üzerinde yükseldi ve bu dumana sema adını verdi.Bundan sonra o suyu kurutup tek bir yer kütlesi haline getirdi. Sonra bu kütleyi yardı ve iki günde (pazartesi ve salı gününde) yedi kat yeri yarattı. Yeri balık üzerinde yarattı ki o balığın adı "Nün" dur. Yüce Allah o balıktan şöyle söz eder:

«Nün, kalem ve onunla yazılanlara and olsun.» Balık sudadır. Su ise, kaygan ve düz bir taş üzerindedir. O taş ta meleğin sırtı üstündedir. Melek, bir kaya üzerindedir. Kaya ise' rüzgarın üzerindedir. Bu kaya, Lokmanın sözünü ettiği kayadır. Gökte ve yerde değildir. Balık hareket etti, sarsıldı, yer de sarsıldı. Bunun üzerine Cenâb-ı Allah, dağları yerin üzerine yerleştirdi ve yer sakinleşti. Cenâb-ı Allah, sah günü dağları ve içindeki faydaları yarattı. Çarşamba günü ağaçları, suyu, şehirleri, mamur ve harap yerleri yarattı, göğü yer kütlesinden ayırdı. Daha önce yere bitişikti. Gökleri perşembe ve cuma günlerinde yedi kat olarak düzenledi. Cuma gününe cuma günü denmesinin sebebi, o günde göklerle yerin cem edilmesidir. Ve yine Cenâb-ı Allah, her semaya kendi görevini ilham etti. Her semadaki yaratıkları, melekleri, denizleri, sayısız dağları ve kendisinden başka kimsenin bilmediği yaratıkları yarattı. Sonra semayı yıldızlarla süsledi. Yıldızları, bir süs yaptı ve şeytanlardan yıldızlar vasıtası ile gökleri korudu. Dilediği şeyleri yarattıktan ve yaratma işini tamamladıktan sonra Arş'a yöneldi.»

Süddî'nin anlattığı bu şeylerin senetlerinde gariplikler vardır ve bunların çoğu da israiliyattan alınmadır. Ka'bü'l-Ahbar, Hz. Ömer'in zamanında Müslüman olduğunda gelip Hz. Ömer'in huzurunda ehl-i kitabın ilminden bahseder, onlara bildikleri bazı şeyleri anlatır. Hz. Ömer de onun gönlünü İslâm'a ısındırmak amacı ile dinlerdi. Anlattığı şeylerin şeriata uyanlarını beğeni ile dinlerdi. Bu sebepledir ki insanların çoğu, Ka'bü'l-Ahbar'm naklettiği şeyleri nakletmeye cevaz vermişlerdir. Ayrıca İsrailoğullarından bazı şeylerin nakline izin verilmiştir. Ancak Ka'bü'l-Ahbar'm rivayetlerinde büyük yanlışlıklar ve çok hatalar da vardır.

Buharî, "Sahih" adlı eserinde Muaviye'nin Ka'bü'l-Ahbar hakkında şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Bununla birlikte biz, onun yalan söylemekle mübtela olduğunu biliyoruz.» Yani nakillerinde yalan söylediğini biliyoruz. Çünkü o bunu kasıtlı olarak söylemiştir. Doğrusunu Allah bilir.

Biz, büyük mütekaddimin imamların israiliyattan naklettiği şeyleri naklederiz. Sonra bunlarla ilgili olarak doğrulayıcı veya yalanlayıcı hadisleri araştırırız. Geri kalan israiliyat haberlerinden doğru veya yanlış olabileceklere gelince, bunlar hususunda Cenâb-ı Allah'ın yardımını dileriz. Güvencimiz ve dayanağımız Allah'tır.

Buharî, Ebu Hüreyre'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«Cenâb-ı Allah, mahrukatı yaratma işinde Arş'm yanında bulunan kitabına şöyle yazdı: «Doğrusu benim rahmetim, gazabıma galip oldu.»
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
Yedi Kat Yerin Yaratılması Île İlgili Ayet Ve Hadisler



Yüce Allah buyurdu ki:

«Yedi göğü ve yerden de bir o kadarım yaratan Allah'tır, Allah'ın her şeye kadir olduğunu ve Allah'ın ilminin her şeyi kuşattığını bilmeniz için Allah'ın buyruğu bunlar arasında iner durur.» (ct-Talâk, 12.)

Buharî, Ebu Seleme b. Abdurrahman'dan şöyle bir rivayette bulunmuştur: Ebu Seleme ile birkaç kişi arasında bir arazi ihtilafı vardı. Bunlar birbirleriyle çekiştiler. Ebu Seleme, Hz. Aişe'nin yanma gidip durumu anlattı. Hz. Aişe de ona şöyle dedi:

Ey Ebu Seleme! Araziden uzaklaş. Zira Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«Bir kimse, bir karış kadar yeri zulmen alırsa, bu zulmü yedi kat yerden onu kuşatır.»

Buharî, Salim'in babasından rivayet etti ki, Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«Bir kimse, hakla olmaksızın biraz yer alırsa, o kimse kıyamet gününde yedi kat yere batar.»

Buharî, Ebu Bekir'den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«Zaman, Allah'ın göklerle yeri yarattığı günkü gibi kendi asli heyeti ile dönmüştür, sene oniki aydır.»

Allah, bilir ya bu hadis ile şu ayet-i kerime kastedilmiştir:

«Yedi göğü ve yerden de bir o kadarını yaratan Allah'tır.»

Yani yerden de yedi kat gök sayısınca yedi kat yaratmıştır. Allah'ın ilk kitabında ayların sayısı nasıl oniki ise zamanımızda da bu aynıdır. Gökler de nasıl ki yedi kat ise, yerler de yedi kattır.

Buharî, Said b. Amr b. Nüfeyl'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

Hakkını alıp Mervan'a verdiğimi iddia eden Erva benimle tartıştı. Ben de kendisine şöyle karşılık verdim:

- Ben mi senin hakkım alıp Mervan'a vermişim? Ben, Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğuna şahid oldum: «Bir kimse haksız yere bir karış yer alırsa bu, kıyamet gününde yedi kat yerden onu kuşatır.»

İmam Ahmed b. Hanbel, İbn Mesud'un şöyle dediğini rivayet etmiştir:

Dedim ki:

«Ya Rasûlallah, hangi zulüm daha büyüktür?» Rasûlullah buyurdu ki: «Kişinin, kendi kardeşinin hakkından aldığı bir zira'lık yerdir. Aldığı o yerdeki çakıl tanelerinden her biri, mutlaka kıyamet gününde onu yerin dibine batırıncaya dek kuşatır. Yerin dibinin derinliğini de ancak onu yaratan bilir.»

Bu hadisler, yedi kat yerin mevcudiyetini isbatlayan mütevatir derecedeki hadislerdir. Bununla kastımız şudur ki, yer tabakaları üst üstedirler. Bir alttaki tabaka, bir üsttekinin orta hizasmdadır. Jeoloji âlimleri böyle derler. Nihayet yedinci tabakaya varılır ki, onun iç boşluğu yoktur ve sessizdir. Ortasında merkez vardır ki, o da takdiri bir noktadır. Ağırlıkların merkezidir. Arada bir mani bulunmadığı takdirde her taraftan gelen şeyler oraya düşer. Bir çekim gücü vardır. Yalmz yer tabakaları arasında boşluk var mıdır, yoksa üst üste yığılı halde midirler? Bu hususta ihtilaf vardır ve neticede iki kavil ileri sürülmüştür. Bu ihtilaf, gök tabakaları hakkında da caridir.

Ama Kur'ân'm ifadesinden anlaşıldığına göre bu tabakalar arasında mutlaka bir mesafe vardır.

Yüce Allah buyurdu ki:

«Yedi göğü ve yerden de bir o kadarını yaratan Allah'tır. Allah'ın buyruğu bunlar arasında iner durur.» (et-Talâk, 12.)

İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Bir ara bizler, Rasûlullah (s.a.v.)'m yarımdaydık. Gökten bir bulut geçti. Rasûlullah (s.a.v.) sordu:


  • Bunun ne olduğunu biliyor musunuz?
  • Allah ve Rasûlü daha iyi bilirler.
  • Bu buluttur. Yerin zaviyeleri bunu, kullarından Allah'a şükretmeyen, ona dua etmeyen kimselere taraf sevk ederler. Şu üzerinizdeki şeyin ne olduğunu biliyor musunuz?
  • Allah ve Rasûlü daha iyi bilirler.
  • Yüksek bir dalgadır ki, korunmuş ve muhafaza altına alınmış bir tavandır. Sizinle onun arasında ne kadarlık mesafe olduğunu biliyor musunuz?
  • Allah ve Rasûlü daha iyi bilirler.
  • 500 senelik yoldur. Onunla üzerinde ne olduğunu biliyor musunuz?
  • Allah ve Rasûlü daha iyi bilirler.
  • Onun üzerinde 500 senelik yol vardır. (Böyle diyerek Rasûlullah (s.a.v.) yedi kat göğü saydı.) Sonra şöyle buyurdu:
  • Onunla üzerinde ne olduğunu biliyor musunuz?
  • Allah ve Rasûlü daha iyi bilirler
  • Onun üzerinde Arş vardır. Onunla yedinci kat arasındaki mesafenin ne kadar olduğunu biliyor musunuz?
  • Allah ve Rasûlü daha iyi bilirler.
  • Aradaki mesafe 500 senelik yoldur. Altınızda ne bulunduğunu bi
    liyor musunuz?
  • Allah ve Rasûlü daha iyi bilirler.
  • Altınızda yer vardır. Onun altında ne bulunduğunu biliyor musunuz?
  • Allah ve Rasûlü daha iyi bilirler.
- Onun altında başka bir yer tabakası vardır. Bu iki tabaka arasındaki mesafenin ne kadar olduğunu biliyor musunuz?Allah ve Rasûlü daha iyi bilirler.

- Bu iki tabaka arasındaki mesafe 700 senelik yoldur.

(Böyle diyerek Rasûlullah (s.a.v.) yedi kat yer tabakasını saydı.) Sonra şöyle buyurdu: «Allah'a yemin ederim ki sizden biri ayağını yedinci kat yere sarkıtacak olursa düşer. (Böyle dedikten sonra Rasûlullah (s.a.v.) şu ayet-i kerimeyi okudu.): «O evvel, âhir, zahir ve bâtın olandır ve O, her şeyi bilendir.»

Koçlarla ilgili hadiste de geçtiği gibi Arş-ı A'la tavsif edilirken yedinci kat gökten itibaren yüksekliğinin miktarı burada verilen mesafeden farklı verilmişti. O hadiste anlatıldığına göre her gök tabakası arasındaki mesafe, 500 senelik yoldur. Her gök tabakasının genişliği de 500 senelik yoldur. Bazı kelamcılarm, "Yedi kat yerin çevresinden onu kuşatır." mealindeki hadisten kasdettikleri mana, yedi kat yerin yedi iklim olduğudur. Ancak bu, ayetin ve sahih hadisin zahirine muhalif bir kavildir. Sonra bu, hadis ve ayeti zahirlerinin hilanna delilsiz ve dayanıksız olarak yorumlamaktadır. Doğrusunu Allah bilir. Ehl-i kitabtan çoğunun anlattıklarına ve âlimlerimizden de bazılarının onlardan yaptıkları nakillere göre altımızda bulunan ve topraktan oluşan yer tabakasının altındaki yer tabakası demirden, onun altındaki taştan, onun altındaki kibritten oluşmuştur. Bütün bunlar hadiste ve sahih senetli haberlerde Rasûlullah (s.a.v.)'a isnad edilmedikçe, söyleyicisine reddedilen sözlerdir. İbn Abbas'tan gelen bir rivayette anlatıldığına göre o şöyle demiştir: «Her yer tabakasında, şu üzerinde bulunduğumuz yer tabakasının yaratıkları gibi yaratıklar ve mahluklar vardır. Hatta Adem'iniz ve İbrahim'iniz gibi Adem ve İbrahim de oralarda vardır.» Eğer bu rivayetin nakli sahih ise, İbn Abbas bunu israiliyattan almış demektir. Doğrusunu Allah bilir.

İmam Ahmed b. Hanbel, Enes b. Malik (r.a.)'den rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«Cenâb-ı Allah, yeri yarattığı zaman yer kaymaya başladı. Allah da dağları yaratıp yerin üzerine bıraktı. Böylece yer sabitleşti. Melekler dağların yaratılışına şaşıp şöyle dediler:

- Ya Rab! Yaratıkların arasında dağlardan daha kuvvetli birşey var
mıdır?

- Evet, demir vardır.

- Ya Rab, yaratıkların arasında demirden daha kuvvetli birşey var mıdır?

- Evet, ateş vardır.

- Ya Rab, yaratıkların arasında ateşten daha kuvvetli birşey var mıdır?

- Evet, rüzgar vardır.

- Ya Rab, yaratıkların arasında rüzgardan daha kuvvetli birşey var mıdır?

- Evet, ademoğlu vardır. O, sağ eliyle sadaka verir ve o sadakayı sol elinden gizler.»

Jeoloji bilginleri, doğusundan batısına kadar yeryüzünün her tarafındaki dağları sayıp anlatmışlar, bunların uzunluk, genişlik ve yüksekliklerini kaydetmişler, bu konuda teferruatlı açıklamalar yapmışlardır. Yüce Allah, dağlarla ilgili olarak şöyle buyurmuşlardır:

«Dağlarda da beyaz, kırmızı, siyah ve türlü renkte yollar var etmişizdir.» (el-Fâtır, 27.)

Cenâb-ı Allah, kutsal kitabında isim vererek Cudi dağından söz etmiştir. Bu, îbn Ömer'in ceziresinin doğusunda ve Dicle'nin yan tarafında bulunan Musul'a yakın bir dağdır. Kuzeyden güneye uzunluğu, üç günlük yoldur, yüksekliği de yarım günlük yoldur. Üzerinde palamut ağaçları bulunduğundan yeşil bir renge bürünmüştür. Yanında Semânîn adlı bir köy vardır. Semânın, seksen demektir. Nuh peygamberle birlikte boğulmaktan kurtulan gemideki seksen kişi orada yaşadıklarından, oraya bu ad verilmiştir. Tefsircilerin bir çoğu böyle demişlerdir. Doğrusunu Allah bilir.
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
Denizler Ve Nehirler


Yüce Allah buyurdu ki:

«Taze et yemeniz, takındığınız süsleri edinmeniz ve Allah'ın bol nimetinden faydalanmanız için denize -ki gemilerin onu yara yara gittiğini görürsün- boyun eğdiren de O'dur. Artık belki şükredersiniz, yeryüzünde s arsılmayasınız diye sabit dağlar, nehirler ve belki yolunuzu bulursunuz diye yollar ve işaretler meydana getirmiştir. Onlar, yıldızlarla da yollarını bulurlar.

Hiç yaratan, yaratamayana benzer mi? İbret almaz mısınız?

Allah'ın verdiği nimetleri sayacak olsanız bitiremezsiniz. Doğrusu Allah bağışlar,merhamet eder.» (cn-Nahl,14-18.)

«İki deniz bir değildir. Birinin suyu tatlı ve kolay içimlidir; diğeri tuzlu ve acıdır. Herbirinden taze balık eti yersiniz. Takındığınız süsleri çıkarırsınız. Allah'ın lütfuyla rızık aramanız için gemilerin onu yararak gittiğini görürsün. Belki artık şükredersiniz.» (el-Fâtır, 12.)

«Birinin suyu tatlı ve kolay içimli, diğerininki tuzlu ve acı olan iki denizi salıverip aralarına da, karışmalarına engel olan bir sınır koyan Allah'tır.» (el-Furkân, 53.)

«Acı ve tatlı sulu iki denizi birbirine kavuşmamak üzere salıvermiştir. Aralarında bir engel vardır. Birbirinin sınırını aşamazlar.» (er-Rahman, 19-20.)

Cenâb-ı Allah, acı ve tatlı sulu denizleri kulların yararına olsunlar diye ülkelerin sınırları arasından geçirmiştir. İbn Cüreyc ile bir çok imam böyle demişlerdir.

Yüce Allah buyurdu ki:

«Denizde yüce dağlar gibi gemilerin yürümesi, O'nun varlığının delillerinden dir. O, dilerse rüzgarı durdurur. Yelkenle giden gemiler o zaman denizin yüzünde durakalır. Bunlarda, sabırlı olan ve çok şükreden kimseler için deliller vardır. Yahut yaptıklarına karşılık onları ortadan kaldırır, bir çoğunu da bağışlar.» (eş-Şûrâ, 32-34.)

«Gemilerin denizde Allah'ın lütfuyla yürüdüğünü görmez misin? Allah böylece size varlığının delillerini gösterir. Bunlarda, pek sabırlı ve çok şükreden kimselerin hepsine dersler vardır.

Dağlar gibi dalgalar insanları kuşattığı zaman, dini tamamen Allah'a has kılarak O'na yalvarırlar. Onları karaya çıkararak kurtardığında içlerinden bir kısmı doğru yolda kalır. Zaten ayetlerimizi bilerek ancak hain nankörler inkar eder.» (Lokman, 31-32.)

«Göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde, insanların yararlı şeylerle denizde süzülen gemilerde, Allah'ın gökten indirip yeri ölümünden sonra dirilttiği suda, her türlü canlıyı oraya yaymasında, rüzgarları ve yerle gök arasında emre amade duran bulutları döndürmesinde, düşünen kimseler için deliller vardır.»(el-Bakara, 164.)

Cenâb-ı Allah, kulları için yaratmış olduğu nehirler ve denizlerden bahsederek onlara olan nimetlerini hatırlatıyor. Yeryüzünün her tara-nnı kuşatan okyanuslar ve kıyılarında biten otlar, tuzlu ve acıdır. Bunda da havanın sağlıklı olması için büyük bir hikmet vardır. Eğer bu sular tatlı olsaydı, içindeki canlıların ölmesi sebebiyle her taraf kokuşur ve hava bozulurdu. Bu da insanlığın yok olmasına yol açardı. Ama sonsuz hikmet, bu maslahat sebebi ile deniz sularının ve bazı nehirlerin sularının tuzlu olmasını gerekli kılmıştır. Bu yüzdendir ki denizin hükmü kendisine sorulduğunda Rasûlullah (s.a.v.) şu cevabı vermiştir: «Onun suyu temizleyicidir, ölüsü de helaldir.»

Nehirlere gelince, bunların suyu tatlı ve isteyenler için de içimi kolaydır. Cenâb-ı Allah, bunları akar halde yaratmıştır. Bir yerden çıkarır, başka bir yere sevkeder. Kulları için rızık olarak yaratmıştır bu nehirleri. Bunların kimi büyük, kimi küçüktür. İhtiyaç ve maslahata göre irili ufaklıdırlar. Heyet (astronomi) âlimleri ile tefsirciler, denizlerin ve büyük nehirlerle bunların kaynaklarım, çıkış yerlerini, nerelere kadar uzandıklarını, yüce yaratıcının kudretine delalet eden hikmetli sözlerle anlatmışlardır. Cenâb-ı Allah'ın bunları ihtiyarı ve bilgeliği ile yaratmış olduğunu söylemişlerdir.

Bu ayet-i kerimenin manası ile ilgili olarak iki görüş ileri sürülmüştür. Bu görüşlerden birine göre ayet-i kerimede sözü edilen denizden kasıt, koçlarla ilgili hadiste geçen ve Arş-ı Alanın altındaki denizdir ki, bu da yedi kat göğün üzerindedir. Altı ile üstü arasındaki mesafe (derinlik), iki gök tabakası arasındaki derinlik kadardır. Haşirden önce bu denizden yeryüzüne yağmur yağacak, bu yağmur suları ile mezarlardaki cesetler diriltileceklerdir. Rebf b. Enes bu görüşü benimsemiştir.

Diğer görüşe göre yukarıdaki ayet-i kerimede geçen deniz kelimesi, bir cins ismidir ki, yeryüzünde bulunan bütün denizleri kapsamına alır. Cumhur-u ulema bu görüşü benimsemiştir. Alimler, yukarıdaki ayet-i kerimede geçen "mescur" kelimesinin ne anlama geldiği hususunda ihtilaf etmişlerdir. Kimi, bu kelimenin dolu anlamına geldiğini ifade etmiş, kimi ise, bu kelimenin kıyamet gününde alevlenen bir ateş anlamına geldiğini ve haşr meydanındaki herkesi kuşatacağını söylemişlerdir. Nitekim tefsirimizde Ali İbn Abbas, Said b. Cübeyr, İbn Cahit ve diğerlerinden böyle bir nakilde bulunmuşuzdur. "Mescur" kelimesinin, korunan ve muhafaza altına alman deniz anlamına geldiğini söyleyenler de olmuştur ki, korunma altına alman bu deniz, yeryüzüne akıp insanları ve diğer canlıları boğmasın. Valib, İbn Abbas'm-böyle dediğini rivayet etmiştir ki, bu aynı zamanda Süddî ile diğerlerinin de görüşüdür. Bunu İmam Ahmed b. Hanbel'in rivayet ettiği şu hadiste teyid etmektedir: Sahilde bekçilik yapan bir adam bize dedi ki: Ömer b. Hattabın azatlısı Ebu Salih'le karşılaştım. Bize, Hz. Ömer'den şöyle bir rivayette bulundu: Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: «Her gece mutlaka deniz üç kez açığa çıkmak ve suyunu etrafa saçmak için Allah'tan izin ister, ancak Allah onu men eder.»

Bu da, Cenâb-ı Allah'ın bir nimetidir. Kullarına olan lütfudur. Onları, denizin suları altında boğulmaktan koruyor. Denizi, onların emrine boyun eğdiriyor.Uzak ülkelere ulaşımlarım sağlamak, gidip oralarda ticaret yapmalarına imkan vermek için gemilerini deniz üzerinde yürütüyor. Yeryüzünde yarattığı dağlar ile göklerde yarattığı yıldızlar, deniz üzerinde yönlerini ve yollarını bulmalarına imkan bahşediyor. Bu işaretler sayesinde deniz yolculuklarında yönlerini tesbit edip kaybolmaktan kurtuluyorlar. Ayrıca denizlerde onlar için inciler, kıymetli ve nefis cevherler bahşediyor. Bunlar, denizden başka bir yerde bulunmazlar. Ayrıca denizlerde, onlar için garip canlılar yaratmış, etlerim hatta bu hayvanların ölülerini de onlara helal kılmıştır. Nitekim Yüce Allah buyurdu ki: «Deniz avı ve onu yemek size helal kılınmıştır.» (ei-Mâide, 96.)

Peygamber (s.a.v.) de şöyle buyurmuştur: «Denizin suyu temizleyici, Ölüsü de helaldir.»

«Bize iki ölü ve iki kan helal kılındı: Balık, çekirge, ciğer ve dalak.»

Hafız Ebu Bekir el-Bezzar, Ebu Hüreyre'nin Peygamber Efendi-miz'den naklen şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Cenâb-ı Allah, şu batı denizi ve şu doğu denizi ile konuştu. Batı denizine dedi ki: «Ben kullarımdan bazı kulları sana yükleyeceğim. Sen onlara nasıl davranacaksın?» Batı denizi, «Onları boğarım.» deyince Cenâb-ı Allah ona şöyle dedi: «Kuvvetin, kıyılarında olsun.» Ve o denizi zinet eşyalarından-ve avdan mahrum bıraktı. Doğu denizine de dedi ki: «Ben kullarımdan bazılarını sana yükleyeceğim. Onlara nasıl davranacaksın?» Doğu denizi de, «Onları üzerimde taşırım, onlara ananın çocuğuna davrandığı gibi davranırım.» dedi. Cenâb-ı Allah da ona ziynet eşyalarını ve avı verdi. Sonra da «Bunu kimseye bildirme.» dedi.»

Enlemlerden, boylamlardan, denizlerden, nehirlerden, dağlardan, ovalardan, yerdeki şehirlerden, harabelerden, mamurelerden, yedi iklimden, çeşitli madenlerden ve ticaretlerden'bahseden tefsir âlimleri dediler ki: Yeryüzü, su ile kaplandı, ancak dörtte biri olan doksan derecelik kısım, susuz bırakıldı. Bu da İlâhî lütfün gereği idi. Buna göre sular yerin dörtte birinden çekildi ki, üzerinde canlılar yaşayabilsin; ekinler ve ürünler bitsin. Nitekim Yüce Allah buyurdu ki:

«Allah, yeri canlı yaratıklar için meydana getirmiştir. Orada meyveler, salkımlı hurma ağaçları, kabuklu taneler, güzel kokulu otlar vardır. Ey insanlar ve cinler, öyleyken Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlarsınız?» (er-Rahmân, 10-13.)

Dediler ki: Yeryüzünün çöllerinden olan şu mamur kısım, yeryüzünün üçte ikisine, ya da bundan biraz fazlasına yakındır ki bu, doksan beş derecelik kısımdır,.Batı Okyanusu, Mağrib ülkelerini sınırları içine alır ki, orada daimi adalar vardır. Bunlarla Mağrip ülkelerinin kıyıları arasında on derecelik mesafe vardır ki, bu takriben bir aylık mesafedir. Çok dalgalı olduğundan bu denizde yolculuk yapmaya imkan yoktur. Ayrıca çok fırtınalar ve dalgalar vardır. Buralarda avlanma ve bir şeyler çıkarma imkanı yoktur. Ticaret veya başka bir amaçla buralardan sefer yapılamaz. Güneş tarafından başlayan bir yol,, Komor dağlarına kadar uzanır. Bu Komor dağları, Mısır'daki Nil nehrinin kaynağıdır. Bu, ekvator çizgisini aşar, sonra doğuya uzanır ve yerin güneyine varır. Orada Zabic adaları vardır. Kıyılarında çok harabeler vardır. Sonra bu çizgi, kuzey doğu itibariyle uzanarak Çin ve Hint denizine varır. Bundan sonra doğuya giden çizgi, yerin açık olan doğu tarafına varır ki orada Çin beldeleri vardır. Çin'in doğusundan kuzey taraflarına gidilerek Çin beldeleri geride bırakılır ve Ye'cûc ve Me'cûc şeddinin hizasına varılır. Buradan da bir burgaç ile dönülüp durumu belirsiz araziler, daire içine alınır. Buradan da batıya uzanılarak yerin kuzeyine varılır ve Rus beldelerinin hizasına gelinir. Burası da aşılıp güneybatıya varıldığında yeryüzü bir daire içine alınır ve batı tarafına dönülür. Batıdan yerin sırtı üzerinden bir yol çıkar ki bunun sonu batıdaki Şam beldelerinin sınırlarına uzanır. Sonra Rum beldelerine varılır ki Kostantiniye ve diğer beldelere ulaşılır.

Doğu Okyanusundan başka denizler çıkar ki, bunlarda da bir çok adalar vardır. Öyle ki Hint denizinde 1700 ada vardır. Bu adalarda şehirler ve mamureler vardır. Ayrıca âtıl durum daki başka adalar da vardır. Buraya yeşil deniz de denir. Bunun doğusunda Çin denizi, batısında Yemen denizi, kuzeyinde Hint denizi, güneyinde de belirsiz yerler vardır.

Anlatıldığına göre Hint ve Çin denizleri arasında ayına dağlar vardır. Bu dağlarda geçit veren bazı yollar vardır. Nitekim Yüce Allah buyurdu ki:

«Yeryüzüne, insanlar sarsılmasın diye sabit dağlar yerleştirdik. Rahat gidebilsinler diye aralarında geniş yollar var ettik.» (ei-Enbiyâ, 3i.)

Me'mun zamanında Arapça'ya çevrilen "el-Macesti" adlı eserinde Hint hükümdarlarından Batlaymus'uıı anlattığına göre batı, doğu, kuzey, güney okyanuslarından bir çok denizler fışkırmıştır. Bunların hepsi aym kökenlidir. Ancak kıyılarındaki beldelere göre isim alırlar. Bunlardan biri Kalzum denizidir. Kalzum, Eyle'ye yalan bir kasaba olup denizin kıyısmdadır. Faris, Hazar, Vernek, Rum, Bantaş, Ezrak denizleri de vardır. Ezrak, deniz kıyısındaki bir şehirin adıdır. Buradaki denize, Kırım denizi de denir. Dar bir boğazdan geçerek Kostantiniye yanında güneye doğru Rum denizine dökülür. Bu, Kostantiniye boğazıdır. Bu yüzdendir ki Kırım'dan Rum denizine gidilirken çabuk gidilir. Ama İskenderiye'den Kırım'a gelindiğinde karşıda su cereyanı olduğundan dolayı geç gelinir. Bu da dünyadaki acayipliklerdendir. Bütün akarsular tatlıdır, ancak buradaki su durgun olduğundan tuzludur. Yalmz Hazar denizinin suyu tatlıdır. Ona Cürcan denizi de denir. Taberistan denizi adını alan Hazar denizinde tatlı suyu içeren büyük bir kısım vardır. Seyyahlar böyle haber vermişlerdir.

Hey'et âlimlerinin anlattıklarına göre Hazar denizi, uzunlamasına yuvarlak bir denizdir. Kal'a gibi üçgen olduğunu söyleyenler de vardır. Bitişiğinde okyanus yoktur. Müstakil bir denizdir. Uzunluğu 800, eni ise 600 mildir. Daha büyük ebatta olduğu da söylenmiştir. Doğrusunu Allah bilir.

Sonra Basra yanında bir deniz vardır ki, med ve cezire büyük çapta sahne olur. Onun karşıtı Mağrib ülkesinde de vardır. Bu denizlerde ayın başından yirmidördüncü gecesine kadar sürekli kabarma (med), ay sonuna kadar da eksilme (cezir) meydana gelir. Âlimler, bu denizlerin başlangıç ve sonuç noktalarını, yeryüzündeki nehirlerden oluşan gölcükleri ve diğer vadiler arasında akan ırmakları da anlatmışlardır.

Âlimler, yeryüzündeki meşhur büyük nehirleri zikredip bunların başlangıç ve sonuç noktalarını da anlatmışlardır. Biz, bunları burada uzun uzadıya anlatacak değiliz. Ancak hadislerde kendilerinden bahsedilen nehirlerden bahsedeceğiz. Yüce Allah buyurdu ki:

«Gökleri ve yeri yaratan, yukarıdan indirdiği su ile size rızık olarak ürünler yetiştiren, emri gereğince denizde yüzmek üzere gemileri, belli yörüngelerinde yürüyen Ay ve Güneş'i, gece ile gündüzü sizin buyruğunuza veren Allah'tır. Kendisinden istiyebileceğiniz her şeyi size vermiştir. Allah'ın nimetini sayacak olsanız bitiremezsiniz. Doğrusu insan, pek zalim ve çok nankördür.» (İbrahim, 32-34.)

Buharî ve Müslim'in sahihlerinde Malik b. Sa'saa'mn şöyle dediği rivayet edilir: Rasûlullah (s.a.v.), Sidretü'l-Münteha'dan bahsedince dedi ki: «Baktım ki Sidretü'l-Münteha'nm dibinden iki batm,iki de zahir, dört nehir çıkmaktadır. Batın olanlar Cennet'tedirler. Zahir olanlar ise, Nil ve Fırat nehirleridir.»

Sahih-i Müslim'de, Ebu Hüreyre'den rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«Seyhan, Ceyhan, Fırat ve Nil nehirleri, hep Cennet nehirleridirler.»

Doğrusunu Allah bilir ya bu nehirler, berraklık ve tatlılıkları ile akışları bakımından Cennet nehirlerine benzemektedirler. Burada bir; teşbih sözkonusudur. Nitekim başka bir hadiste, Ebu Hüreyre'den rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: «Hurma, Cennet meyvesidir. Onda zehire karşı şifa vardır.»

Yani hurma, Cennet meyvelerine benzer. Çünkü o, Cennet'ten dev-şirilmiştir. Hurmanın, Cennet meyvesi olduğunu maddeten kabul etmek mümkün değildir. Şu halde arada bir benzetme sözkonusudur. Nitekim başka bir hadiste de Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: «Sıtma, Cehennem ateşindendir. Onu su ile serinletin.» Demek ki hadiste sözü edilen nehirlerin kaynağı da yeryüzündedir.

Nil nehrinin dünyada tatlılık ve letafet bakımından benzeri başka bir nehir yoktur. Başlangıç ve sonuç noktaları arasındaki uzak mesafe bakımından da diğer nehirler ona ulaşamazlar. Kaynağı, Komor dağla-rmdadır. Bu dağlar yeryüzünün batısında, Ekvator çizgisinin gerisinde olup güneye yönelir. Birbirine uzak on yataktan gelip toplanır. Sonra bu on yataktan her beş yatak, bir denizde toplanır. O denizden de altı nehir çıkar, sonra bunların tümü bir gölcükte bir araya gelir. Bu gölcükten bir nehir çıkar ki buna Nil nehri denir. Nil nehri, önce Sudan beldelerine, sonra Nobe ülkesine ve bu ülkenin büyük şehri olan Demkalaya, bundan sonra da Asvan'a gelir ve oradan da Mısır diyarına ulaşır. Nü nehri, Habeş beldelerinden aldığı bol yağmurları ve toprakları da Mısır'a getirir. Mısır diyarı, bol yağmura da toprağa da muhtaçtır. Çünkü Mısır'a az yağmur yağar ki bu da, Mısır'daki ağaçlara ve ekinlere yetmez. Ayrıca Mısır'ın toprağı da kumdur. Ekin yetiştirmeye müsait değildir. Nil'in getirdiği bol su ve toprak sayesinde Mısır'da ekinler biter, ürünler yeşe-rir. Yüce Allah buyurdu ki: «Kuru yerlere suyu gönderip onunla hayvanlarının ve kendilerinin yedikleri ekinleri çıkardığımızı görmezler mi? Görmüyorlar mı?» (es-Sccde, 27.)

Sonra Nil nehri, Mısır'ı azıcık geride bırakır ve Şantuf kasabasının yanında iki kola ayrılır, batıya doğru gider. Reşit kasabasına uğrar ve Akdeniz'e dökülür. Doğu tarafına gelince, orada da Oocer kasabasının yanında ikiye ayrılır. Batıya doğru gider, bu kollardan biri Dimyat'a varır. Denize dökülür. Doğu tarafındaki ise, Eşmun kasabasına uğrar, oradan Dimyat in doğu tarafındaki Tenis ve Dimyat gölüne dökülür. Görülüyor ki, Nil'in başlangıç noktası ile sonuç noktası arasında büyük bir mesafe vardır. Bu sebeple Nil, suyu en tatlı ve leziz olan nehir durumuna geçmektedir. İbn Sinan'a göre Nil nehrinin, yeryüzünün diğer sularına nisbetle bir çok özellikleri vardır. Bu özellikleri şöylece sıralamak mümkündür:

a- Başlangıç noktası ile sonuç noktası arasındaki mesafe bakımından, diğer nehirlerden daha uzundur.

b- Nil nehri, kayalardan ve kumluklardan geçer ki o nehrin sularında çamur, kiremit kırıntısı ve yosun yoktur.

c- Nil nehrinde taşlar yeşermez. Çakıllar yosun tutmaz. Bu da onun mizacının sağlam oluşundan, suyunun tatlı ve latif oluşundandır.

d- Diğer nehirlerin sularının azaldığı dönemlerde Nil nehrininki aksine artar. O nehirlerin sularının çoğaldığı zamanlarda Nil'in suları azalır.

>>>>Devam
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
Bazı kimselerin anlattığına göre Nil'in kaynağı yüksek bir tepededir ki bazı kimseler oraya gidip baktıklarında orada korkunç şeyler, güzel cariyeler ve garip eşyalar görmüşlerdir. Bu, tarihçilerin hurafelerinden ve yalancıların hezeyanlarından başka bir şey değildir.

Abdullah b. Lühay'a, Kays b. Haccac'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Amr b. As, Mısır'ı fethettiği zaman buine ayında (Acemlerin aylarından birinin adıdır.) Mısırlılar yanma gelip şöyle dediler:

- Ey Komutan! Şu bizim Nil nehrinin bir âdeti vardır. Bu âdetin gereği yerine getirilmedikçe suyu akmaz.

- Neymiş nehrinizin âdeti?

- Buine ayının birinci gecesi olduğunda biz bakire bir kızı anne ve babasının rızasını alarak giydirip kuşatır, süsler ve zinetlendirir, sonra da Nil nehrine atarız. Böylece nehir suları akmaya başlar.

- Bu, İslâm'da olmayan bir âdettir. İslâmiyyet kendisinden Önceki şeyleri yıkar.

Mısırlılar, buine ayını öylece geçirdiler. Nil nehri, az veya çok akmadı (Başka bir rivayette anlatıldığına göre Mısırlılar, buine ve mesra aylarını susuz geçirdiler. Nil akmıyordu. Artık kıtlığa maruz kalmaktan endişe etmeye başladılar.) Bunun üzerine Amr b. As durumu, Hz. Ömer'e bir mektubla yazdı. Hz. Ömer de ona yazdığı cevabî mektubta şöyle demişti: «Yaptığında isabetlisin. Ben sana bir pusula gönderiyorum. Pusulamı alınca Nil nehrine at.»

Pusula, Amr b. As'a gelince alıp açtı ve içinde şu ibarenin yazılı olduğunu gördü:

«Allah'ın kulu ve Mü'minlerin Emin Ömer'den Mısır Nil'ine. İmdi eğer sen kendiliğinden akmakta isen hiç akma, eğer seni akıtan bir ve kahredici güce sahip Allah'sa, seni akıtmasını Allah'tan diliyorum.»

Amr b. As, bu pusulayı Nil nehrine attı. Cumartesi günü sabahla-. dıklarında baktılar ki Cenâb-ı Allah, bir gecede Nil nehrini onaltı zi-ra'lık miktarda akıtmıştır ve Nil'in bu âdetini, o sene Mısırlıların üzerinden kaldırmıştır. Nil nehri günümüze kadar akmaya da devam ediyor.

Fırat nehrine gelince, bunun kaynağı Rum diyarının kuzeyindedir. Bu kaynaktan çıkıp Malatya yakınlarına gelir, sonra Samsat'a, oradan da Birecik'e uğrar, sonra doğuya kıvrılarak Bals ve Caber kalesine, oradan da Rakka'ya, Rakka'dan da çöle, kuzeye doğru akar, oradan Arc'ye, sonra Beyte, sonra Kûfe'ye varır. Küfe'den Irak çölüne çıkar ve büyük vadilerde akar. İrili ufaklı bir çok nehirler ona katılır, ondan ayrılan nehirlerde olur.

Seyhan nehrine gelince, buna aynı zamanda Seyhun nehri de denir. Rum beldelerinden kaynaklanır. Kuzeybatıdan çıkıp güneydoğuya akar. Ceyhan nehrinin yatağının batı tarafmdadır. Su miktarı ondan azdır. Bugün Sis diye bilinen beldelerden akıp gider. İslâm devletinin ilk zamanlarında burası, Müslümanların elinde idi. Fatımüer, Mısu- diyarına hakim olup Şam'ı ele geçirdiklerinde buraları, düşmanlara karşı korumaktan aciz kaldılar. Bu yüzden Ermeni tekfuru, Sis beldelerine sahip oldu. 300'lü senelerin başından günümüze kadar Ermeniler oraya hakimdirler. Kendi güç ve kuvveti ile oraları tekrar Müslümanların hakimiyetine iade etmesini Yüce Allah'tan diliyoruz.

Seyhan ve Ceyhan nehirleri, Adana'da birleşip tek nehir haline gelir. Sonra da Yumurtalık ve Tarsus arasında Akdeniz'e dökülürler.

Ceyhan nehrine gelince, buna Ceyhun nehri de denir. Halk tarafından buna Cehan denir. Kaynağı, Rum beldelerindedir. Sis beldelerinde, kuzeyden güneye doğru yoluna devam, eder. Önem bakımından Fırat nehrine eşdeğerdir. Sonra Adana'da Seyhan nehriyle birleşerek tek nehir haline gelir .Ve Yumurtalık ile Tarsus arasında Akdenize dökülür. Doğrusunu Allah bilir.

Fasıl

Yüce Allah buyurdu ki:

«Gökleri, gördüğünüz gibi direksiz yükselten, sonra Arş'a hükmeden, her biri belli bir süreye kadar hareket edecek olan Güneş ve Ay'ı buyruğu altına alan, işleri yürüten, ayetleri uzun uzun açıklayan Allah'tır. Olaki Rabbinize kavuşacağınıza kesin olarak inanırsınız.

Yeri düzleyen, orada dağlar, nehirler var eden, her türlü üründen çift yetiştiren, gündüzü gece ile bürüyen de O'dur.

Doğrusu bunlarda, düşünen kimseler için ibretler vardır.

Yeryüzünde, tamamı aynı su ile sulanan, birbirine komşu toprak parçaları, tek ve çok köklü üzüm bağları, ekinler, hurma ağaçları vardır. Fakat onları şekil ve lezzetçe birbirinden farklı kılmışızdır. Düşünen kimseler için bunda ibretler vardır.» (er-Ra'd, 2-4.)

«Yoksa gökleri ve yeri yaratan, gökten size su indirip onunla, bir ağacını bile bitirmeye gücünüzün yetmediği, güzel güzel bahçeler meydana getiren mi? Allah'ın yanında başka bir tanrı mı? Hayır, Onlar taptıklarını Allah'a eşit tutan bir millettir.

Yoksa yeri, yaratıklarının oturmasına elverişli kılan ve aralarında ırmaklar meydana getiren, yeryüzüne sabit dağlar yerleştiren, iki deniz arasına engel koyan mı? Allah'ın yanında başka bir tanrı mı? Hayır, çoğu bilemezler.» (en-Ncml, 60-61.)

«Yukarıdan size su indiren O'dur. Ondan içersiniz. Hayvanları otlattığınız bitkiler de onunla biter.

Allah, onunla size ekinler, zeytin ve hurma ağaçları, üzümler ve her türlü ürünü yetiştirir. Düşünen kimseler için bunda ders vardır.

Geceyi, gündüzü, Güneş'i ve Ay'ı sizin istifadenize vermiştir. Yıldızlar da O'nun buyruğuna boyun eğmiştir. Bunlarda akleden kimseler için dersler vardır.» (en-Nahi, 10-12.)

Cenâb-ı Allah bu ayet-i kerimelerde yeryüzünde yaratmış olduğu dağlardan, ağaçlardan, meyvelerden, ovalardan, sarp yerlerden ve yaratmış olduğu canlı cansız mahlukat sınıflarından, kurak çöllerden, kara parçalarından, denizlerden bahsetmiştir ki bütün bunlar, O'nun ululuğuna, kudretine, bilgelik ve rahmetine delâlet etmektedirler. O, yaratıklarına karşı şefkatli ve merhametli, onlar üzerinde muktedir bilge bir zattır. Gece gündüz, yaz kış, sabah akşam mahlukatm muhtaç olduğu rızkı onlara nasıl kolaylaştırdığını da bu ayet-i kerimelerde yüce Rabbi-miz açıklamıştır. Nitekim bir ayet-i kerimede buyuruyor ki:

«Yeryüzünde yaşayan bütün canlıların rızkı, ancak Allah'a aittir.

O canlılar babaların sulbünde kararlaşmış ve anaların rahminde kararlaşmakta iken de bilir. Her şey apaçık bir kitaptadır.» (Had, 6.)

Hafız Ebu Yala, Hz. Ömer (r.a.)'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«Cenâb-ı Allah, bin ümmet yarattı. Bundan 600'ünü denizde, 400'ünü de karada yarattı. Bu ümmetlerden helak olacak olan ilk ümmet, çekirge ümmetidir. Bunlardan biri helak olunca, diğerleri de peş peşe helak olurlar. Tıpkı ipi kopan teşbih taneleri gibi dağılırlar.»

Bu hadisin ravilerinden biri, Übeyd b; Vakid'dir. Bu zatın rivayetine itimad edilmez. Şeyhi de kendisinden daha zayıftır. Fellas ile Buharî bunun rivayet ettiği hadislerin münker olduğunu, Ebu Zür'a bundan hadis nakledilmesinin uygun olmayacağını, îbn Hibban ile Dare Kutni zayıf ravilerden olduğunu ve îbn Adiy onun rivayet ettiği bu hadisin ve diğer rivayetlerinin münker olduğunu söylemişlerdir. Doğrusunu Allah bilir.

Yüce Allah buyurdu ki: «Yerde yürüyen hayvanlar ve kanatlarıyla uçan kuşlarda, sizin gibi birer toplulukturlar. Biz, Kitapta hiç birşeyi eksik bırakmadık. Onlar.sonra Rablerine toplanacaklardır.» {el-En'am, 38.)
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
Gökler Ve Göklerdekîlerin Yaratılışının Ayetlerle İzahı



Önceki sayfalarda anlattığımız gibi yeryüzünün yaratılması, gökyüzünün yaratılmasından önce olmuştur. Nitekim yüce Allah buyurdu ki:

«Yerde olanların hepsini, sizin için yaratan O'dur. Sonra göğe doğru yönelerek yedi gök olarak onları düzenlemiştir. O, her şeyi bilir.» (ei-Bakara, 29.)

«Ey Muhammedi «Siz yeri iki günde yaratanı mı inkar ediyor ve ona eşler koşuyorsunuz! O, âlemlerin Rabbidir.» de.

Yeryüzüne sabit dağlar yerleştirdi, onu bereketli kıldı. Arayanlar için yeryüzünde gıdalarını normal olarak dört gün (dört mevsim) içinde yetiştirmesi kanununu koydu sonra, duman halinde bulunan göğe yöneldi, ona ve yeryüzüne: «İstiyerek veya istemiyerek buyruğuma gelin.» dedi. İkisi de: «İstiyerek geldik.» dediler.

Allah, bunun üzerine, iki gün içinde yedi gök var etti ve her göğün işini kendisine bildirdi. Yakın göğü ışıklarla donattık ve bozulmaktan koruduk. İşte bu, bilen, güçlü olan Allah'ın kanunudur.» (Fussilet, 9-12.)

«Ey inkarcılar! Sizi yaratmak mı daha zordur, yoksa göğü yaratmak niı? Ki onu Allah bina edip yükseltmiş ve ona şekil vermiştir. Gecesini karanlık yapmış, gündüzünü aydınlatmıştır. Ardından yeri düzenlemiştir.» (en-Nâziât, 27-30.)

«Hükümranlık elinde olan Allah yücedir ve O, her şeye kadirdir. Hanginizin daha iyi iş işlediğini belirtmek için, ölümü ve dirimi yaratan O'dur. Rahmanın bu yaratmasında bir düzensizlik bulamazsın. Gözünü bir çevir bak, bir çatlak görebilir misin? Bir aksaklık bulmak için gözünü tekrar tekrar çevir bak, ama göz umduğunu bulamayıp bitkin ve yorgun düşer. Andolsun ki, yakın göğü kandillerle donattık. Onlarla şeytanların toplanmasını sağladık ve şeytanlara çılgın alev azabını hazırladık.» (el-Mülk, 1-5.)

«Üstünüzde yedi kat sağlam gök bina ettik, parlak ışık veren Güneş'i var ettik.» {en-Nebe1,12-13.)

«Allah'ın, göğü yedi kat üzerine nasıl yarattığını görmez inisin? Aralarında Ay'a aydınlık vermiş ve Güneş'in ışık saçmasını sağlamıştır.» (Nûh, 15-16.)

«Yedi göğü ve yerden de bir o kadarını yaratan Allah'tır. Allah'ın her şeye Kadir olduğunu ve Allah'ın ilminin her şeyi kuşattığını bilmeniz için Allah'ın buyruğu bunlar arasında iner durur» (et-Talâk, 12.)

«Gökte burçlar vareden, orada ışık saçan Güneş ve aydınlatan Ay'ı yaratan Allah, yücelerin yücesidir. İbret almak veya şükretmek dileyen kimseler için gece ile gündüzü birbiri ardınca getiren O'dur.» (ei-Furkân, 61-62.)

«Şüphesiz biz, yakın göğü bir süsle, yıldızlarla süsledik. Onu her türlü inatçı şeytandan koruduk. Onlar yüce âlemi asla dinleyemezler, her yönden kovularak atılırlar. Onlara sürekli bir azab vardır, hele bir tek söz kapan olsun, delici bir alev onun peşine düşüverir.» (es-Sâffât, 6-10.)

«Andolsun ki, gökte burçlar meydana getirdik. Onları bakanlar için donattık. Onları, kovulmuş her şeytandan koruduk, fakat kulak hırsızlığı yapan olursa, parlak bir ateş onu kovalar;» (el-Hkr, 16-18.)

«Göğü, gücümüzle biz kurduk. Şüphesiz biz geniş kudret sahibiyiz.»(ez-Zâriyât, 47.)

«Göğü karışıklıktan korunmuş bir tavan kıldık. Oysa onlar bundaki delillerden yüz çeviriyorlar. Geceyi ve gündüzü, Güneş'i ve Ay'ı yaratan O'dur. Her biri bir yörüngede yürür.» {el-Enbiyâ, 32-33.)

«Onlara bir delil de gecedir. Gündüzü ondan sıyırırız ve karanlıkta kahverirler. Güneş te yörüngesinde yürüyüp gitmektedir. Bu, güçlü ve bilgin olan Allah'ın kanunudur. Ay için de sonunda kuru bir hurma dalına döneceği konaklar tayin etmişizdir. Ay'a erişmek, Güneş'e düşmez. Gece de gündüzü geçemez, her biri bir yörüngede yürürler.» (Yasin, 37-40.)

«Tan yerini ağartan, geceyi dinlenme zamanı, Güneş ve Ay'ı vakit ölçüsü kılandır. Bu, güçlü olanın, bilenin nizamıdır. O, yıldızları kara ve denizin karanlıklarında yol bulaşınız diye sizin için var edendir. Bilen millet için ayetleri uzun uzadıya açıkladık.» (el-En'âm, 96-97.)

«Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan ve sonra Arş'a hükmeden, gündüzü -durmadan kovalayan- gece ile bürüyen; Güneş'i, Ay'ı, yıldızlan hepsini buyruğuna baş eğdirerek var eden Allah'tır. Bilin ki yaratma da emir de O'nun hakkıdır. -Alemlerin Rabbi olan Allah yücedir.» (el-A'râf, 54.)

Bu konuda çok ayet-i kerime vardır. Bunların tümünü tefsirimizde açıklamışızdır.

Kısaca anlatmak istediğimiz şudur ki, yüce Allah, göklerin yaratılışını, genişliğinin muazzamhğmı, yüksekliğim, son derece güzel ve göz alıcı oluşunu, mükemmellik ve ulviliğini bu ayet-i kerimelerde beyan buyurmaktadır. Nitekim yüce Allah buyurmuş ki: «İçinde yörüngeler bulunan göğe andolsun.» (ez-üariyAt, 7.)

Yani güzel bir yaratılışa sahip olan göğe andolsun.

Başka bir ayet-i kerimede de yüce Allah şöyle buyurmuştur:

«Gözünü bir çevir bak, bir çatlak görebilir misin?

Bir aksaldık bulmak için gözünü tekrar tekrar çevir bak, ama göz umduğunu bulamayıp bitkin ve yorgun düşer.» (el-Mulk, 3-4.)

Yani göz, gökte bir noksanlık veya halel görebilmek amacıyla baktığı takdirde neticede zayıf, yorgun ve bitkin düşer birşey göremez, eksiklik bulamaz. Gökte bir ayıp ve noksanlık yoktur. Çünkü Ccnâb-ı Allah onu muhkem yaratmış ve yıldızlarla ufkunu süslemiştir. Nitekim buyurmuş ki: «İçinde burçları bulunan göğe andolsun.» (ei-Burûc, 1.)

Burada burçlardan kasıt yıldızlardır, bazıları ise bekçi meleklerin yerleri olduğunu söylemiştir ki melekler, gökteki haberleri çalmak isteyen şeytanlara ateşten korlar fırlatırlar. İki kavil arasında çelişki yoktur. Nitekim yüce Allah buyurmuş ki:

«Andolsun ki, gökte burçlar meydana getirdik, onları bakanlar İçin donattık. Onları, kovulmuş her şeytandan koruduk.» (cl-Hicr, 16-17)

Cenâb-ı Allah, bu ayet-i kerimede göklerin görüntüsünü, sabit ve seyyar yıldızlarla parlak ve ışık saçıcı Güneş ve Ay'la zinedendirdiğini ve göğü şeytanın girmesine karşı koruduğunu beyan buyurmuş ve: «Biz göğü kovulmuş her şeytandan koruduk.» demiştir. Nitekim buyurmuş ki:

«Şüphesiz biz, yakın göğü bir süsle, yıldızlarla süsledik. Onu, inatçı her türlü şeytandan koruduk. Onlar, yüce âlemi asla dinleyemezler.» (es-Sâffât, 6-9.)

"Bedü'1-Halk (Yaratmanın Başlangıcı)" adlı kitabında Buharî ve Katade dediler ki: «Yakın göğü ışıklarla donattık.» Cenâb-ı Allah, bu üç çeşit yıldızı yarattı, bunları dünya seması için süs yaptı ve haber hırsız-hğı yapmak isteyen şeytanlara karşı atılan kor haline getirdi. Ayrıca bunlar vasıtası ile insanlar yollarını bulurlar. Yukarıdaki ayet-i kerimeyi bunun dışındaki bir mana ile tevil eden kimse hata yapmış ve ilimdeki nasibini kaybetmiş olup bilmediği hususlarda tevil yapmaya kendini zorlamış olur.

Katade'nin bu sözü, şu ayet-i kerimelerde açıkça ifadesini bulmaktadır:

«Andolsun ki, yakın göğü kandillerle donattık. Onlarla şeytanların taşlanmasını sağladık.» (ei-Müik, 5.)

«O, yıldızlan kara ve denizin karanlıklarında yol bulaşınız diye sizin için var edendir.» (ei-En'âm, 97.)

Yani yıldızların hareketlerinin delalet ettiği hükümler ve bunların seyirlerindeki mukayese ile bunların yeryüzündeki hadiselere delalet ettikleri dışında başka bir şekilde yıldızlan tevil eden kimse hata yapmış olur. Zaten bu hususta fikir beyan edenlerin çoğunun sözleri, tahminden, asılsız zanlardan ve batıl iddialardan başka bir şey değildir.

Yüce Allah, yedi kat göğü üst üste tabakalar halinde yarattığını beyan buyurmuştur. Astronomi bilginleri bu tabakaların üstünde yığıh mı, yoksa aralarında boşluk bulunan tabakalar halinde mi olduğu hususunda ihtilaf etmişler ve bu hususta iki kavil ileri sürmüşlerdir. Sahih kavle göre gök tabakaları arasında boşluk vardır. Bu hususta Abdullah b. Ümeyre, Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

«Sema ile yeryüzü arasındaki mesafenin ne kadar olduğunu bilemiyor musunuz?

- Allah ve Rasûlü daha iyi bilirler.

- İkisi arasındaki mesafe 500 senelik yoldur. Gök tabakaları arasındaki mesafe de 500 senelik yoldur, her gök tabakasının derinliği de 500 senelik yoldur.»

Buharî ve Müslim'in sahihlerinde İsrâ hadisinde Enes'in şöyle dediği rivayet edilmiştir:

«Dünyaya en yakın gök tabakasında Adem'e gidildi. Cebrail, Peygamber. Efendimiz'e Adem'i göstererek: «Bu, senin atan Adem'dir.» dedi.' Peygamber (s.a.v.): Adem'e selam verdi, Adem de selamım aldı ve: «Merhaba, hoş geldin ey oğlum, sen ne güzel oğulsun.» dedi. Sonra Cebrail ve Peygamber Efendimiz, ikinci gök tabakasına yükseldiler, üçüncü, dördüncü, beşinci, altıncı ve yedinci tabakaya gittiler.»

Bu hadis te gösteriyor ki, gök tabakaları arasında mesafe vardır. Bu, bizim kavlimizin doğruluğunu teyid etmektedir. Doğrusunu Allah bilir.

Ibn Hazm, İbn Münir, Ebu Ferec, İbn Cevzî ve diğer bazı âlimler, se-mavatm yuvarlak bir küre halinde olduğu hususunda icma bulunduğunu nakletmişlerdir: «Her biri bir yörünge de yürürler.» ayet-i kerimesi de bunu ispatlamaktadır.

Hasan dedi ki: Gökteki yıldızlar, deveran ederler.

Ibn Abbas dedi ki: Gökteki yıldızlar, Öreke gibi yörünge içinde dönerler.

Dediler ki: Bu fikrin doğruluğunu, Güneş'in her gece batı ufkundan batıp sabahleyin doğu ufkundan doğması ispatlamaktadır. Nitekim Ümeyye b- Ebi Salt ta bir şiirinde şöyle demiştir:'

«Güneş, her gecenin sonunda kızarık renkte gülü andıran bir kızarıklıkta doğar.

Doğmaya yanaşmaz ve bunu kendi ağır seyrinde bize göstermez, ancak zahmet ve meşakkatten sonra doğar.»

Buharî, İbrahim et-Teymî'nin babasının şöyle dediğini rivayet etmiştir: Güneş battığı zaman Rasûlullah (s.a.v.), Ebu Zer'e şöyle dedi:

- Güneş'in nereye gittiğini biliyor musun?

- Allah ve Rasûlü daha iyi bilirler.

- Güneş gider ve Arş'ın altında secdeye kapanıp Allah'tan izin ister, kendisine izin verilir, yakın bir zamanda secde edecek ama kendisine istediği izin verilmeyecektir. «Geldiğin yere geri dön.» denilir, o da batı ufkundan doğar. Bu da, yüce Rabbin şu ayetinin tecellisidir:

«Güneş de yörüngesinde yürüyüp gitmektedir. Bu, güçlü ve bilgin olan Allah'ın kanunudur.» (Yâsîn, 38.)

Bu husus böyle bilindiğine göre bu hadis bizim, semavattan ibaret olan feleklerin daire şeklinde olduklarına dair söylediklerimize ters düşmemektedir. Bu hususta iki meşhur görüş vardır. Ama bu hadis, bazılarının iddia ettikleri gibi Arş'm küreselinde olduğuna delalet etmemektedir. Önceki sayfalarda biz bu iddiacıların sözlerini iptal etmiştik. Bu, Güneş'in bizim açımızdan semavatm üstüne çıktığına ve orada Arşın altında secde ettiğine delalet etmemektedir. Aksine Güneş kendi yörüngesinde dönmeye devam ederek gözlerimizden kaybolup batmaktadır ki, onun yörüngesi dördüncü semadadır. Bu hususta bir çok tefsir âlimi böyle demişlerdir. Şeriatte ve müsbet ilimde bunu reddedecek bir husus yoktur. Güneş'in tutulması hadisesi de bunu ispatlamakta ve bunu gerekli kılmaktadır. Dördüncü semanın oltalarına gece vakti vardığında (ki, mutedil zamanlarda öyle olur), kuzey ve güney kutuplarının orta kısmına vardığında Arş-ı Al'a'dan en uzak noktaya gelinmiş olur. Dünya cihetinden bakıldığında Arş kubbelidir. İşte Güneş'in secdeye vardığı yer orasıdır. Arş'a en yakın mahaldir. Güneş, secde mahalline vardığında doğudan doğmak için Aziz ve Celil olan Rab'den izin ister. Kendisine bu izin verilir ve böylece o, doğu tarafından doğar, doğarken de ademoğullarmdan isyankâr olan kimselere karşı hoşnutsuzdur. Onların üzerine doğmak istemez. Bu yüzden şair Ümeyye şöyle demiştir:

«Doğmaya yanaşmaz ve bunu kendi ağır seyrinde bize göstermez. Ancak zahmet ve meşakkatten sonra doğar.»

Cenâb-ı Allah'ın batı ufkundan doğmasını istediği zaman geldiğinde Güneş, yine normal âdeti üzere Arş'ın altında secde eder ve mutad vechi ile doğudan doğmak için tekrar izin istediğinde kendisine izin verilmez, tekrar secdeye kapanıp izin ister, izin verilmez, secdesini tekrarlayip izin istediğinde yine izin verilmez ve tefsirimizde de açıkladığımız gibi o gece uzadıkça uzar. Güneş; «Ya Rab, şafak vakti yaklaştı, mesafede uzaktır.» der. Kendisine: «Geldiğin yere geri dön.» denilir. Böylece o, geldiği batı ufkuna dönüp oradan doğar. İnsanlar, onun batı ufkundan doğduğunu görünce hep birlikte iman ederler. Ancak bu, kişiye yarar sağlamayacak bir zamanda yapılan bir imandır. Çünkü böylesi kimseler daha önce iman etmemişlerdi. Veya kendi imanlarında hayır kazanmamışlardı. Alimler bu durumu, şu ayet-i kerimenin tefsirinde açıklamışlardır:

«Güneş de kendi yörüngesinde yürüyüp gitmektedir.»

Bu ayet-i kerimedeki "müstakar" kelimesi ile Güneş'in batıdan doğacağı zamanın kastedildiği söylenmiştir. Bazıları ise bu kelimenin, Güneş'in Arş'ın altında secdeye kapandığı yer anlamına da geldiğini söylemişlerdir. Bu kelimenin, dünyanın sonu ve Güneş'in hareketinin sona ermesi anlamına geldiğini söyleyenler de vardır. Rivayete göre İbn Abbas yukarıdaki ayet-i kerimeyi şeklinde okumuştur. Yani Güneş durmayacak ve hareket halinde iken de secde edecektir. Bu sebeple yüce Allah buyurmuş ki:

«Ay'a erişmek Güneş'e düşmez. Gece de gündüzü geçemez, her biri bir yörüngede yürürler.» (Yâsîn, 40.)

Yani Güneş Ay'a ulaşamaz ki onun sultan ve devletinde doğsun. Ay da Güneş'e ulaşamaz, gece de gündüzü geçemez, aksine gündüzün aydınlığı gidince peşi sıra gece gelir. Nitekim başka bir ayet-i kerime de yüce Allah şöyle buyurmuştur:

«Gündüzü durmadan kovalayan- gece ile bürüyen; Güneş'i, Ay'ı, yıldızları, hepsini buyruğuna ba'ş eğdirerek vareden Allah'tır. Bilin ki yaratma da emir de O'nun hakkıdır. Âlemlerin Rabbi olan Allah yücedir.» (el-A'râf,54.)

«İbret almak veya şükretmek dileyen kimseler için gece ile gündüzü birbiri ardınca getiren O'dur.» (el-Furkân,62.)

Yani gündüzün peşi sıra gece, gecenin peşi sıra da gündüz gelir. Nitekim bir hadis-i şerifte Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«Gece şu taraftan gelmeğe başladığı ve gündüz de şu taraftan arkasını dönüp gitmeğe başladığı ve Güneş battığı zaman oruçlu kimse orucunu açmış olur.»

Muhakkak olan şu ki, zaman, gece ve gündüze bölünür. Gece ile gündüz arasında başka bir zaman yoktur, bu sebeple yüce Allah şöyle buyurmuştur:

«Allah'ın geceyi gündüze ve gündüzü geceye kattığını, her biri belirli bir süreye kadar hareket edecek olan Güneş'i ve Ay'ı buyruk altında tuttuğunu; Allah'ın yaptıklarınızdan haberdar olduğunu bilmez misin?»(Lokman,29.)

Yani gecenin bir kısmını alıp gündüze ekler, gündüzün de bir kısmı- . m alıp geceye ekler. Gecenin uzunluğunu alıp gündüzün kısalığına, gündüzün uzunluğunu alıp gecenin kısalığına ekler. Böylece gece ve gündüz, bahar mevsiminin başlangıcında olduğu gibi mutedil yani eşit hale gelir. Oysa bahar mevsiminden önce geceler uzun, gündüzler kısadır. Gece eksilmeğe, gündüz artmaya başlar ve nihayet ikisi eşit hale gelir. İşte bu, baharın başlangıcıdır. Sonra gündüzler uzamaya, geceler kısalmaya başlar ve yine güz mevsiminin başlangıcında ikisi de eşit hale gelirler. Tekrar geceler uzamaya, gündüzler kısalmaya başlar ve bu hal güz mevsiminin sonuna kadar devam eder. Artık gündüzler azar azar uzamaya, geceler de azar azar kısalmaya başlar ve yine bahar mevsiminin başına kadar böylece devam ederler. Nihayet ikisi eşit hale gelir-ve bu, her sene böyle olur. Nitekim yüce Allah buyurmuş ki:

«Gece ile gündüzün birbiri ardından gitmesi de O'nun emrine bağlıdır.» (el-Mü'minûn, 80.)

Yani bütün bu işlerde tasarruf yapan Allah'tır, emrine karşı gelinmeyecek hakim O'dur. Bu sebeple O, göklerden, yıldızlardan gece ve gündüzden bahseden her üç ayette de şöyle buyurmuştur: «Bu, Aziz ve Alim olan Allah'ın takdiridir.»

Azizdir ki O, her şeyi gücü altına almış, her şey O'na boyun eğmiştir. Emrine karşı gelinemez ve O, asla mağlub edilemez. Her şeyi bilendir. Her şeyi bir takdire bağlamış ve düzen içinde meydana getirmiştir ki, bu düzen asla bozulmaz ve sarsılmaz.

Buharî ve Müslim'in sahihlerinde Ebu Hüreyre'den rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«Allah buyurdu ki: Ademoğlu dehre sövmekle bana eziyet eder. Oysa dehr benim. İş, benim elimdedir. Geceyi ve gündüzü çeviren benim.»

Şafii, Ebu Ubeyd Kasım b. Sellam ve diğer bazı âlimler, dehre sövmenin şöyle olacağını söylediler: Kişi, «Felek bize şöyle yaptı. Ey kahrolası felek, çocuklarımızı yetim bıraktı, kadınlarımızı dul bıraktı. Alı felek!» demekle dehre sövmüş olurlar. Yüce Allah buyurdu İd: «Dehr benim.»
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
Yani kişinin felek diyerek kasdettiği dehr benim.

Burada her ne kadar felek denen dehr, mahluk ise de bu işleri yapan aslında Cenâb-ı Allah'tır. Kişi bu durumda dehre ve feleke sövmekle, bu işleri yapan faili kasdetmiş olmaktadır. Bütün bunların faili Allah'tır. O, her şeyi yaratandır. Her şeyde tasarrufta bulunan O'dur. Nitekim O buyurmuş ki: «Dehr benim, iş benim elimdedir. Zamanın gecesini ve gündüzünü ben çeviririm.»

Nitekim başka bir ayet-i kerimede yüce Allah şöyle buyurmuştur: «Ey Muhammed, de ki: «Mülkün sahibi olan Allah'ım! Mülkü dilediğine verirsin, dilediğinden çekip alırsın; dilediğim aziz kılar, dilediğini alçaltırsın. İyilik senin elindedir. Doğrusu sen her şeye kadirsin, geceyi gündüze, gündüzü geceye geçirirsin, ölüden diri, diriden ölü çıkarırsın, dilediğini hesapsız rızıklandırırsm.» (Âı-i İmrân, 26-27.)

«Güneş'i ışıklı ve Ay'ı nurlu yapan, yılların sayısını ve hesabını bilmeniz için, Ay'a konak yerleri düzenleyen O'dur. Allah bunları ancak gerçeğe göre yaratmıştır. Bilen millete ayetleri uzun uzadıya açıklıyor. Gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde, Allah'ın göklerde ve yerde yarattıklarında, O'na karşı gelmekten sakınan kimseler için ayetler vardır.» (Yûnus, 5-6.)

Yani Cenâb-ı Allah, aydınlık vermeleri, şekilleri, vakitleri, hareketleri bakımından Ay ile Güneş'i birbirinden farklı yaratmıştır. Güneş'i ziyalı ve şualı yaratmıştır İd bu, apaçık bir burhan ve gözler kamaştıran bir ışıktır, Ay'ı da nurlu yaratmıştır. Yani onun verdiği ışık, Güneş'inki-ne nisbetle daha zayıftır. Ay, ışığını Güneş'ten alır. Allah, Ay için menziller takdir etmiştir. Yani Ay, ilk gecesinde küçük ve ışığı az olarak doğar. Çünkü Güneş'e çok yakın olup onunla az mukabelede bulunur. Güneşle karşılaştığı ve mukabelede bulunduğu ölçüde ışık verir. Bu yüzden ikinci gecede Güneş'ten daha uzak olur ve ışığı da önceki geceye nispetle daha fazla olur. Güneş'ten uzaklaştıkça ışığı artar ve nihayet dolunay haline gelince ışığı tam olur. Bu da Ay'ın on dördüncü gecesinde olur. Sonra Güneş'e diğer taraftan yaklaştığı için ışığı azalmaya başlar ve ay sonuna doğru ışığı gittikçe azalır. Ay başındaki az ışıklı haline döner. Ay sayesinde aylar bilinir. Güneş vasıtasıyla geceler ve gündüzler bilinir, böylece seneler ve mevsimler anlaşılır. Nitekim yüce Allah buyurmuş ki:

«Güneş'i ışıklı, Ay'ı nurlu yapan, yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için Ay'a konak yerleri düzenleyen O'dur.» (Yûnus, 5.)

«Gece ile gündüzü varlığımıza bir delil kıldık, bir delil olan geceyi kaldırıp yine bir delil olan gündüzü Rabbinizin bol nimetini aramanız, yılların sayısını ve hesabını bilmeniz için- aydınlık kıldık.» (ei-Isrâ, 12.)

«Ey Muhammedi Sana hilâl halindeki ayları sorarlar; De ki: «Onlar insanların ve hac mevsimlerinin Ölçüsüdür.» (el-Bakara, 139.)

Bütün bunlarla ilgili olarak tefsirimizde geniş açıklamalarda bulunmuşuzdur. Semadaki yıldızların bir kısmı gezegendir, tefsir âlimleri terim olarak buna Mütehayyine yıldızlar derler. Bunların hakkında ilmin çoğu sahihtir. Ama ahkam ilmi böyle değildir. Onun çoğunluğu batıl ve iddiadan başka bir şey değildir ki, delili yoktur. Gökteki seyyar yıldızlar yani gezegenler yedidir. Bunlardan Ay birinci gök tabakasında, Utarit ikinci tabakada, Zühre üçüncü tabakada, Güneş dördüncü tabakada, Merih beşinci tabakada, Müşteri altıncı tabakada, Zühal yedinci tabakadadır. Diğer yıldızlarsa sabit yıldızlar diye adlandınlırlar. Astronomi âlimlerine göre bunlar, sekizinci gök tabakasmdadırlar ki oraya Kürsi denilir. Bir çok müteahhirin ulema sekizinci feleke, Kürsi adını vermişlerdir. Diğer âlimler ise, bütün yıldızların Dünya semasında olduklarını söylemişlerdir. Bunların üst üste olmasına herhangi bir engel yoktur. Buna delil olarak ta şu ayet-i kerimeler ileri sürülmüştür:

«Andolsun ki, yakın göğü kandillerle donattık, onlarla şeytanların taşlanmasını sağladık.» (ei-Müik, 5.)

«Allah, bunun üzerine, iki gün içinde yedi gök var etti ve her göğün işini kendisine bildirdi. Yakın göğü ışıklarla donattık ve bozulmaktan koruduk. İşte bu, bilen ve güçlü olan Allah'ın kanunudur.» (ei-Fussiiet, 12.)

Cenâb-ı Allah, yedi kat gök tabakası arasından dünya semasını ayırıp onu yıldızlarla süslemiştir. Bu, dünya semasının süslü ve murassa olduğuna delalet ediyorsa ne âla, aksi takdirde diğer âlimlerin söylediklerine herhangi bir mani yoktur. Doğrusunu Allah bilir.

O âlimlere göre yedi kat gök tabakası hatta sekizinci gök tabakası, içlerindeki sabit ve seyyar yıldızlarla birlikte dönmektedirler. Yörüngelerin tersine batıdan doğuya doğru dönerler. Ay, yörüngesini bir ayda, Güneş de yörüngesini bir senede dönüp tamamlar. Güneş, dördüncü gök tabakasmdadır. Bunların seyirleri arasında farklılık olmadığına göre hareketleri birbirine yakındır. Böyle olunca dördüncü gök tabakası, birinci gök tabakası olan Dünya semasına nispetle oniki kez daha büyüktür.

Zühal yıldızı, yörüngesini otuz senede dönüp tamamlar ki o da yedinci gök tabakasmdadır. Böyle olunca yedinci gök tabakası, birinci tabaka olan Dünya semasına nisbetle 360 kat daha büyüktür.

Alimler, bu yıldızların büyüklükleri, seyir ve hareketleri ile ilgili geniş açıklamalarda bulunmuşlar, hatta ahkam ilminin sınırlarını aşmışlar ve bu yıldızların hareketlerine bağlı olarak yeryüzünde bazı olayların meydana geldiğini ve daha bilmedikleri bir çok şeylerin olabileceğini söylemişlerdir.

Hz, İsa'dan asırlar önce Şam'da yaşayan Rumların bu konuda söyledikleri çok sözler olmuştur ki bu sözleri burada nakledersek fazla yer işgal edecektir. O Rumlar, Şam şehrini inşa etmişler, ona yedi kapı yapmışlar ve her kapının başında yedi gezegen şeklinde heykel yapmışlardı. Bu heykellerden her birinin yanında ibadet edip bazı dualarda bulunurlardı. Tarihçilerden ve diğer âlimlerden bu duaları bize nakledenler vardır. Bunu «es-Sırru'1-Mektûm Fi Muhatebeti'ş-Şemsi ve'1-Kameri ve n-Nücûm» adlı eserin sahibi ve diğer Harranlı âlimler bize nakletmiş-^ lerdir. Eski zamanlarda ki Harran felsefecileri ve Harranlılar müşrik olup yedi gezegene taparlardı. Bunlar, yıldızperestlerden bir grup idiler. Bu hususta yüce Allah şöyle buyurmuştur:

«Gece ile gündüz, Güneş ile Ay Allah'ın varlığının belgelerindendir. Güneş'e ve Ay'a secde etmeyin, eğer Allah'a kulluk etmek istiyorsanız, bunları yaratana secde edin.» (Fussilet, 37.)

Yüce Allah, Hüdhüd'ten bahsederken onun Süleyman peygambere, Saba melikesi Belkıs ve ordusu hakkında şöyle dediğini ifade buyurmuştur:

«Ora halkına hükmeden, herşeyden kendisine bolca verilen ve büyük bir tahta sahip olan bir kadın buldum. Onun ve milletinin, Allah'ı bırakıp Güneş'e secde ettiklerini gördüm/Göklerde ve yerde olanları ortaya koyan, gizlediğiniz ve açıkladığınız şeyleri bilen Allah'a secde etmemeleri için şeytan, kendilerine, yaptıklarını güzel göstermiş, onları doğru yoldan alıkoymuştur. Onun için doğru yolu bulamazlar. O çok büyük Arş'ın sahibi olan Allah'tan başka tanrı yoktur.» dedi. (en-Ncml, 23-26.)

..Göklerde ve yerde olanların, Güneş, Ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanların ve insanların bir çoğunun Allah'a secde ettiklerini görmüyor musun? İnsanların bir çoğu da azabı haketmiştir. Allah'ın alçalttığı kimseyi yükseltebilecek yoktur. Doğrusu, Allah ne dilerse onu yapar.»(el-Hacc, 18.)

«Allah'ın yarattığı şeylerin; gölgeleri sağa sola vurarak, Allah'a boyun eğerek, secde etmekte olduğunu görmüyorlar mı?

Göklerde ve yerde bulunan canlılar ve melekler, büyüklük tasla-maksızm Allah'a secde ederler.

Üstlerindeki Rablerinden korkarlar ve emrolundukları şeyleri yaparlar.» (en-Nahl, 48-50.)

«Yerde ve göklerdeki kimseler de, gölgeleri de sabah akşam ister istemez Allah'a secde ederler.» (er-Ra'd, ıs.)

«Yedi gök, yer ve bunlarda bulunanlar O'nu teşbih eder, O'nu.hamd. ile teşbih etmeyen hiç bir şey yoktur. Fakat siz, onların teşbihlerini anlamazsınız. Doğrusu O, halim olandır, bağışlayandır.» (ei-Isrâ, 44.)

Bu konudaki ayetler gerçekten çoktur.

Göklerde ve yerde müşahede edilen cisimlerin en şereflisi yıldızlar ve bunların da manzara ve itibar bakımından en üstünleri Güneş ile Ay olduğu halde İbrahim (a.s.), bunlardan herhangi birinin ilâh olmasının imkansız olduğuna delil buldu. Bu istidlali, şu ayet-i kerimelerde anlatılmaktadır:

«Gece basınca bir yıldız gördü, «işte bu, benim Rabbim» dedi. Yıldız batınca, «Batanları sevmem.» dedi. Ay'ı doğarken görünce, «İşte bu, benim Rabbim» dedi. Ay batınca, «Rabbim beni doğruya eriştirme şeydi andolsun ki sapıklardan olurdum.» dedi.

Güneş'i doğarken görünce, «İşte bu, benim Rabbim, bu daha büyük» dedi. Batınca, «Ey milletim! Doğrusu ben ortak koştuklarınızdan uzağını.» dedi. «Doğrusu ben yüzümü, gökleri ve yeri yaratana, doğruya yönelerek çevirdim, ben puta tapanlardan değilim.» (ei-En'âm, 76-79.).

Burhan-ı kafi yolu ile İbrahim (a.s.),.görülen bu yıldız, Ay, Güneş gibi gök cisimlerinden herhangi birinin ilâhlığa elverişli olmadığını açıklamıştır. Çünkü bunların tamamı yaratılmış ve bir Rabbin emri altında olup emre amade bir şekilde rotaları dahilinde hareket etmektedirler. Yaratılış amaçlarının dışına çıkmamaktadırlar. Bunu da işini sağlam yapan bir Rabbin takdiri çerçevesinde yerine getirmektedirler ki, O'nun takdiri asla bozulmaz ve değişmez. Bu da bu yaratıkların bir Rab tarafından meydana getirildiklerine, emir altında hareket ettiklerine ve ilâhî buyruğa musahhar kılındıklarına bir delildir. Bu sebebledir ki Yüce, Allah şöyle buyurmuştur:

«Gece ile gündüz, Güneş ile Ay, Allah'ın varlığının belgelerindendir. Güneş'e ve Ay'a secde etmeyin. Eğer Allah'a kulluk etmek istiyorsanız, bunları yaratana secde edin.» (ei-Fussıiet, 37.)

Buharî ve Müslim'in sahihlerinde Güneş tutulması bahsinde İbn Ömer'den rivayet olunduğuna göre, Güneş'in tutulduğu günde Rasûlul-lah (s.a.v.), irad etmiş olduğu hitabesinde şöyle demiştir:

«Doğrusu Güneş ile Ay, Aziz ve Celil olan Allah'ın ayetlerinden iki ayettirler ve bunlar herhangi bir kimsenin ölümü ya da dirimi için tutulmazlar.»

Bedü'l Halk bölümünde Buharî, Ebu Hüreyre (r.a.)'den rivayet etti ki, Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«Güneş ile Ay, kıyamet gününde dürüleceîderdir.»

Ebu Hüreyre (r.a.)'den rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«Güneş ile Ay, kıyamet gününde ateşte iki sığırdırlar.»

Hasan, Ebu Hüreyre (r.a.)'ye; "Güneş ile Ay'ın dinleri nedir?» diye sorunca Ebu Hüreyre şu cevabı verdi: «Ben sana Rasûlullah (s.a.v.)fdan hadis naklediyorum. Sen ise, Ay ve Güneş'in dinlerinin ne olduğunu soruyorsun.»

Hafiz Ebu Yala el-Musılî, Enes (r.a.)'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: «Güneş ile Ay, ateşte iki kısır inektirler.»

«Güneş dürüldüğünde» ayet-i kerimesi ile ilgili olarak İbn Ebı Hatim, ibn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Cenâb-ı Allah kıyamet gününde, Güneş, Ay ve diğer yıldızları denize batırıp dürer, ışıklarını giderir ve sonra batı rüzgarını estirerek denizden alev çıkartır.»

Bütün bu anlattıklarımız Güneş ile Ay'ın, Cenâb-ı Allah tarafından yaratılmış şeyler olduklarım ispatlıyor. Cenâb-ı Allah, kendi dileğine uygun olarak bunları yaratmış, sonra bunlara dilediği şekilde muamele etmiş ve edecektir. O'nun, itirazları reddedici hücceti ve sonsuz hikmeti vardır. îlim, hikmet, kudret ve nüfuz edici iradesi sebebiyle yaptığı ışle-' rin hesabı kendisine sorulamaz. O'nun hükmü reddedilemez, kendisine karşı çıkılamaz ve mağlub edilemez. İmam Muhammed b. İshak b. Yesar, siyer kitabının baş kısmında semavatm, yeryüzünün, Güneş ile Ay'ın ve diğer yaratıkların yaratılması hakkında Zeyd b. Amr b. Nüfeyl'e ait güzel bir şiir nakletmiştir. İbn Hişam ise bu şiirin Ümeyye b. Ebi Salt'a ait olduğunu söylemiştir. Sözü edilen şiir şudur:

«Övgü ve methimi, Allah'a hediye ederim. Beğenilmiş sözümü zaman durdukça eskitecek hiç birşey yoktur. Bu sözümü, fevkinde başka bir Rab ve ilâh bulunmayan en yüce melike sunuyorum. O melik, hiç kimseye boyun eğmez.

Dikkat et ey insan, çukura yuvarlanmaktan sakın, sen hiç bir şeyini Allah'a karşı gizleyemezsin.

Allah ile beraber başka bir tanrıya tapmaktan sakın.

Çünkü doğru yol ortaya çıkmıştır.

O'nun şefkatine sığın, cinler de onun şefkatini umarlar.

Sen benim ilâhımsm Ey Rabbim, ümidimsin.

Seni Rab olarak seçtim, senden başka ikinci bir ilâha boyun eğecek değilim.

Sen ki lütuf ve rahmetinle,

Musa'yı elçi ve çağrıcı olarak gönderdin.

O'na dedin ki: Harun ile birlikte Firavun'a gidin.

O ki taşkınlık etmiştir, onu Allah'a davet edin.

O'na deyin ki: Sen mi şu yeri kazıksız olarak tesbit ettin ve onu bu sakin halinde meydana getirdin?

O'na deyin ki: Sen mi şu gökleri sütunsuz olarak diktin, insaf et, sen mi bunu bina ettin?

O'na deyin ki: Sen mi göğün ortasını aydınlatıcı kıldın, gece karanlığı bastırdığında Ay'ı sen mi oraya yerleştirdin?

O'na deyin ki: Sabah olunca kim Güneş'i Dünya1 ya gönderir?

Işığı Dünya'ya varınca kuşluk vakti her taraf aydınlanır.

O'na deyin ki: Topraktaki bitkileri kim yeşertir?

Hububat, toprağı kabartarak yükselir.

Ondan çıkan taneler, bitki başlarında bulunur.

Bunda da aklı başında olan kimseler için ibretler vardır.

Sen kendi lütfunla ey Rabbim, Yunus'u kurtardın,

Oysa o balığın karnında bir kaç gece kalmıştı.

Ey Rabbim, senin adını teşbih ile anarsam günahımın çok olduğunu görürüm. Ancak sen, benim hatalarımı bağışlarsın.

Ey kulların Rabbi, benim üzerime bağış ve rahmetini gönder, malımı ve çocuklarımı bereketli kıl, mübarek yap.»

Bütün bu anlattıklarımız bilindikten sonra şunu da söylemek gerekir ki, göklerde bulunan sabit ve seyyar yıldızların tamamı, Allah tarafından yaratılmış mahluklardır. Nitekim yüce Allah buyurmuş ki:

«Her göğün işini kendisine bildirdi. Yakın göğü ışıklarla donattık ve bozulmaktan koruduk. İşte bu, bilen, güçlü olan Allah'ın kanunudur.»

Tefsircilerin bir çoğunun anlattığı şöyle bir kıssa vardır: Zühre yıldızı daha önce bir kadın imiş. Hamt ile Marut, onu baştan çıkarmaya çalışmışlar. Ancak Zühre, onlara yanaşmamış, kendilerine "ism-i azâm'ı Öğretmeden onlarla yatmayacağım söylemiş. Bunlar da ona ism-i azâmi Öğretmişler. O, ism-i azâmi okuyunca bir yıldıza dönüşerek semaya yükselmiş- Zannedersem bu, İsraillilerin uydurmalarmdandır. Her ne kadar Kabü'l-Ahbar bunu rivayet etmiş ve selef ulemasından bazıları bu hikayeyi ondan almışlarsa da selef uleması, bunu bir hikaye olarak îsra-iloğullarmdan nakletmişlerdir.

"Müstedrek" adlı eserinde Hakim, tefsirinde de İbn Ebi Hatim, îbn Abbas'tan böyle bir nakilde bulunmuş ve şöyle demiştir: «O zamanlarda güzel bir kadın vardı. Güzelliği, diğer kadınlara nisbetle, Zühre yıldızının diğer yıldızlara nisbetle olan üstün güzelliği kadardı.»

Bu konuda rivayet edilen en güzel hikaye işte budur. Doğrusunu Allah bilir.

Amr b. İsa, İbn Ömer'in şöyle dediğim rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.), Süheyl yıldızından bahsederken şöyle dedi: «Süheyl yıldızı, daha önce vergi toplayan zalim bir kimseydi. Allah onu insanlıktan çıkarıp bir yıldız koru haline getirdi.

Bu hadisin ravilerinin çoğu zayıf kimselerdir. İmam Ahmed b. Han-bel ile Dare Kutni, bu hadisin ravilerinden Mübeşşir b. Ubeyd el-Kureşî'nin hadis uyduran yalancı bir kimse olduğunu söylemişlerdir. Yine bu rivayet senedinde ada geçen İbrahim b. Yezid'e gelince, o da ittifakla zayıf bir ravidir. İbn Main, onun güvenilmez bir kimse olduğunu söylemiştir. Biz bu konuda her ne kadar hüsn-i zan sahibi olsak ta neticede diyeceğimiz şudur ki bu rivayetler, israiliyat haberleridir ve onların mesnetsiz hurafeleridir. Doğrusunu Allah bilir.
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
Gökkuşağı


Ebü'l-Kasım Et-Taberanî, îbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: Heraklius, Muaviye'ye bir mektub gönderdi, gönderirken de; «Eğer bunlarda peygamberlikten bir bilgi kalmış ise kendilerine soracağım soruların cevabını bana bildirirler.» dedi. Muaviye'ye gönderdiği mektubunda gökkuşağını ve günde sadece bir saat güneş ışığı gören yer parçasının neresi olduğunu soruyordu. Elçi mektubu kendisine getirdiğinde Muaviye: «Bu güne kadar benden böyle bir soru sorulmadı. Bunun cevabını kim verecek?» diye sordu. Kendisine bunun cevabını îbn Abbas'm verebileceğini söylediklerinde Muaviye, mektubu durup İbn Abbas'a gönderdi, o da şu cevabî mektubu gönderdi:

«Gökkuşağı, yeryüzü halkı için boğulmaya karşı bir emandır ve gökten açılan bir kapıdır. Gündüzleyin sadece bir saat güneş ışığı gören yere gelince orası israiloğullannm geçmelerine yol veren denizdir.»

Taberanî, Cabir b. Abdullah'tan rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«Ey Muaz! Ben seni kitab ehli bir millete gönderiyorum. Sana gökkuşağını sorarlarsa de ki o, Arş'm altındaki yılanın salyasıdır.» Bu cidden münker ve tuhaf bir hadistir. Hatta uydurmaya benzemektedir. Hadisin ravisi Fadl b. Muhtar yani Ebu Sehl el-Basrî'nin rivayet ettiği hadislerin senedine de metnine de itibar edilemeyeceğini İbn Adiyy söylemiştir.

Yüce Allah buyurdu ki:

«Korku ve ümide düşürmek için size şimşeği gösteren, yağmurla yüklü bulutları meydana getiren O'dur. O'nu, gök gürlemesi hamd ile, melekler de korkularından teşbih ederler. Onlar, pek kuvvetli olan Allah hakkında çekişirken, O, yıldırımları gönderir de onlarla dilediğini çarpar.» <er-Ra'd,12-13.)

«Göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde, insanlara yararlı şeylerle denizler de süzülen gemiler de, Allah'ın gökten indirip ölümünden sonra dirilttiği suda, her türlü canlıyı orada yaymasında, rüzgarları ve yerle gök arasında emre amade duran bulutları döndürme sinde, düşünen kimseler için deliller vardır.» (el-Bakara,164.)

İmam Ahmed b. Hanbel, İbrahim'in babası Sa'd'dan rivayet etti ki: Beni Gıfar kabilesinden yaşlı bir adam şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle dediğini işittim:

«Doğrusu, Allah bulutları meydana getirir, en güzel şekilde konuşur ve en güzel şekilde güler.» Yani Allah'ın konuşması gök gürlemesi-dir, gülmesi de şimşek çakmasıdır.»

İbn Ebi Hatim, Muhammed b. Müslim'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Bize ulaşan bir habere göre şimşek, bir melektir ki onun dört yüzü vardır: Bir yüzü insan yüzü, bir yüzü sığır yüzü, bir yüzü kartal yüzü, bir yüzü de aslan yüzüdür. Kuyruğunu oynatınca şimşek çakar.»

İmam Ahmed b. Hanbel, Tirmizî, Nescî, Buharî ve Hakim, Salim'in babasından rivayet ettiler ki, Rasûlullah (s.a.v.) gök gürlemesini ve şimşek çakmasını işitince şöyle dedi:

«Allah'ım, bizi gazabınla öldürme ve bizi azabınla helak etme. Bun-. dan önce bize afiyet ver.»

İbn Cerir, Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.) gök gürültüsünü duyduğunda şöyle dedi:

«Yıldırımın hamd ile kendisini teşbih ettiği Allah, noksanlıklardan münezzehtir.»

Hz. Ali (r.a.)'den rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.) gök gürültüsünü duyduğunda şöyle dermiş:

«Gök gürültüsünün kendisini teşbih ettiği Allah, noksanlıklardan münezzehtir.»

Malik, İbn Ömer'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) gök gürültüsünü duyunca şöyle derdi:

«Gök gürültüsünün hamd ile, meleklerin de korkusu ile kendisini teşbih ettikleri Allah, noksanlıklardan münezzehtir. Doğrusu bu, yeryüzü sakinleri için şiddetli bir tehdittir.»

İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Hüreyre (r.a.)'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«Rabbiniz buyurdu M: "Eğer kullarım bana itaat ederlerse geceleyin onlara yağmur yağdırırım, gündüzleyin de üzerlerine güneşi doğdururum, onlara yıldırımın sesini işittirmem."

«Siz Allah'ı zikredin. Çünkü yıldırım, zikreden kimseye çarpmaz.»

Bütün bunlar tefsirimizde detaylı olarak açıklanmıştır. Hamd ve minnet Allah'adır.
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
Meleklerin Yaratılışları Ve Özellikleri


Yüce Allah buyurdu ki:

«Rahman çocuk edindi.» dediler. Haşa... Hayır, melekler şerefli kılınmış kullardır.

Allah'tan önce söz söyleyemezler. Ancak O'nun emri üzerine iş yaparlar. Allah, onların yaptıklarım ve yapmakta olduklarını bilir. Onlar, Allah'ın hoşnut olduğu kimseden başkasına şefaat edemezler. O'nun korkusundan titrerler. Bunlar içinde kim «Ben, Allah'tan başka bir tanrıyım» derse, işte onu Cehennem'le cezalandırırız. Zulmedenlerin cezasını işte böyle veririz.» (ei-Enbîyâ,26-29.)

«...Melekler ise, Rablerini överek teşbih eder ve yeryüzünde bulunanlar için Ondan bağışlanma dilerler. Gökler, nerede ise (putperestlerin sözünden) çatlayacak. İyi bilin, Allah şüphesiz bağışlayandır, merhametli olandır.» <eş-Şûrâ,5.)

«Arş'ı yüklenen ve çevresinde bulunanlar, rablerini överek teşbih ederler. O'na inanırlar. Mü'minler için: «Rabbimiz! İlmin ve Rahmetin herşeyi içine almıştır, tevbe edip senin yoluna uyanları bağışla, onları Cehennem'in azabından koru.» diye bağışlanma dilerler.

«Rabbimiz! Mü'minleri ve babalarından, eşlerinden, soylarından iyi olanları, kendilerine söz verdiğin Adn Cennetlerine koy, şüphesiz güçlü olan, Hakîm olan ancak sensin» (e]-Mü'min,7-8.)

«Putperestler eğer büyüklük taslarlarsa kendi aleyhlerinedir. Rab-binin katında bulunanlar hiç usanmadan, O'nu gece gündüz teşbih ederler.» (Fussilet,38.)

«Katında olanlar O'na kulluk etmekten çekinmezler ve usanmazlar, gece gündüz bıkmadan teşbih ederler.» (ei-Enbiyâ,i9-20.)

«Melekler şöyle derler: «Bizim herbirimizin bilinen bir makamı vardır. Şüphesiz biz, sıra sıra duranlarız. Şüphesiz biz Allah'ı teşbih edenleriz.» (es-Sâffât,164-166.)

«Cebrail, Muhammed'e şöyle dedi: «Biz ancak Rabbinin buyruğuyla ineriz, geçmişimizi, geleceğimizi ve ikisinin arasındakini bilmek, O'na mahsustur. Rabbin unutkan değildir.» (Meryem,64.)

«Oysa yaptıklarınızı bilen, değerli yazıcılar sizi gözetlemektedirler.» (el-lnfitâr,10-12.)

«Rabbinin ordularını kendisinden başkası bilmez.» (ei-Müddessir,3i.)

«Melekler, her kapıdan yanlarına girip: «Sabretmenize karşılık size selam olsun, burası Dünya'nın ne güzel bir sonucudur!» derler. (er-Ra'd,22-23.)

«Hanıd, gökleri ve yeri yaratan, melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler kılan Allah'a mahsustur. Yaratmada dilediğini artırır, doğrusu Allah, her şeye Kadir olandır.» (ei-Fâtır,ı.)

«O gün, gök beyaz bulutlar halinde parçalanacak ve melekler bölük bölük indirilecektir. O gün gerçek hükümdarlık Rahman'mdır. İnkarcılar için yaman bir gündür.» (el-Furkân,25-26.)

«Bizimle karşılaşmayı ummayanlar: «Bize ya melekler indirilmeli, ya da Rabbimizi görmeliyiz.» derler. Andolsun ki kendi kendilerine bü-yüklenmişler, azgınlıkta pek ileri gitmişlerdir. _Melekleri gördükleri gün, işte o gün, suçlulara iyi haber yoktur. Melekler: «İyi haber size yasaktır yasak!» derler.» (ei-Furkân, 21-22.)

«Allah'a, meleklerine, peygamberlerine, Cebrail'e ve Mikail'e düşman olan kimse, inkar etmiş olur. Allah şüphesiz, inkar edenlerin düşmanıdır.» (el-Bakara,98.)

«Ey İnananlar! Kendinizi ve çoluk çocuğunuzu Cehennem ateşinden koruyun. O'nun yakıtı, insanlar ve taşlardır. Görevlileri, Allah'ın kendilerine verdiği emirlere baş kaldırmayan, kendilerine buyrulanları yerine getiren pek haşin meleklerdir.» (et-Tahrtm,6.)

Melekler hakkında gerçekten çok ayetler vardır. Yüce Allah, onları ibadet hususunda kuvvetli olmak, yaratılışta güçlü olmak, görünüşte güzel olmak, şekil bakımından azametli olmak ve çeşitli suretlerde zinde olmakla nitelemektedir. Nitekim bir ayet-i kerimede yüce Rabbimiz buyurmuş ki:

«Elçilerimiz Lut'a gelince, onun fenasına gitti, çok sıkıldı, «Bu çetin bir gündür.» dedi. Milleti ona koşarak geldiler, daha önce kötü işler işliyorlardı.» (Hûd,77-78.)

Tefsirimizde bir çok âlimin de naklettiği gibi dedik ki: Melekler, Lut kavmine güzel suretli gençler olarak göründüler. Bu, onları imtihan etmek ve denemek içindi, nihayet Lut kavminin aleyhine hüccet meydana geldi. Cenâb-ı Allah da onları güçlü ve muktedir bir zata yaraşacak şekilde yakaladı. Aynı şekilde Cebrail de Peygamber (s.a.v.) Efendimize çeşitli şekillere bürünerek gelirdi. Bazen Dîhye b. Halife el-Kelbî'nin kılığında, bazen bir bedevinin kılığında, bazen de kendi asli görüntüsünde gelirdi. O'nun 600 kanadı vardı. İki kanadı arasındaki mesafe, yeryüzünün doğusu ile batısı arası kadardı. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.), onu bu şekliyle iki defa görmüştü. Bir defasında gökten yere inerken, bir defasında da Cennetü'l-Me'vâ'nın yanındaki Sidretü'l-Münteha'da görmüştü. Nitekim bu husus, şu ayet-i kerimede de izah edilmektedir.

«O'na, çetin kuvvetlere sahip ve güçlü olan Cebrail öğretmiştir. En yüksek ufukta iken doğruluvermiş, sonra yaklaşmış ve inmiştir. Aralan iki yay aralığı kadar, belki daha da yakın oldu. Allah, o anda kulu Mu-hammed'e vahyedeceğini etti.» (on-Necm,5-i o.)

«Andolsun ki Muhammed, Cebrail'i sınırın sonunda (Sidretü'l-Münteha) başka bir inişinde de görmüştür, orada Me'vâ Cennet'i vardır. Sidre'yi bürüyen buruyordu. Muhammedm gözü, oradan ne kaydı ne de onu aştl.» (on-Nccm,13-17.)

İsrâ sûresinde, İsrâ hadisleri meyanında da anlattığımız gibi Sidre-tü'1-Münteha, yedinci gök tabakasmdadır. Başka bir rivayette anlatıldığına göre altıncı gök tabakasmdadır yani kökü altınca gök tabakasında, dallan da yedinci gök tabakasındadur. Orada onu, Allah'ın emri bürüdü de bürüdü. Bir rivayette anlatıldığına göre Yüce Rabb'in nuru, onu bürümüştür. Başka bir rivayette ise onu, altından bir örtü bürümüştür. Onu müteaddid renklerde ve sayılamıyacak miktarda örtüler bürümüştür. Karga sürüsü gibi meleklerin onu bürüdüğü de söylenir. Anlatıldığına göre onu, Allah'ın nuru bürümüştür ki o nuru hiç kimse vasfede-mez, çünkü o kadar güzel ve kıymetli bir nurdur. Bu kaviller arasında bir tezat yoktur. Çünkü bunların tamamını bir noktada toplamak mümkündür.

Önceki kısımlarda da anlattığımız gibi Rasûlullah (s.a.v.), miraçtan bahsederken şöyle demiştir:

«Sonra Sidretü'l-Müııteha'ya yükseltildim. O ağacın meyveleri testiler gibi idi. Yapraklan fil kulağı gibiydi. Kökünden ikisi batın, ikisi de zahir olmak üzere dört nehir çıkıyordu. Batın nehirler Cennet'tedir. Zahir nehirlerden biri Nil, diğeri de Fırat'tır.»

Önceki sayfalarda yerin ve yerdeki deniz ve nehirlerin yaratılışından bahsederken bu konuya değişmiştik.

Miraçla ilgili hadiste Peygamber (s.a.v.), sözüne devamla şöyle diyor:

«Sonra Beyt-i Ma'mur'a yükseltildim. Baktım ki ona her günde 70.000 melek giriyor, sonra onlar gidince tekrar oraya dönme sırasını bulamıyorlar. Orada İbrahim Halil (a.s.)'i, sırtını Beyt-i Ma'mur'a dayamış halde gördüm. Beyt-i Ma'mur, yedinci kat gökte olup yerdeki Ka'be'nin hizasmdadır.»

Süfyan-ı Sevrî ile Şube ve Ebu'l-Ahvez, Haîid b. Arare'nin şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: îbn Kevva, Hz. Ali'ye Beyt-i Ma'mur'u sordu. O da şu cevabı verdi;

«Beyt-i Ma'mur, semada bir mescittir ki ona Durrah denilir, bu mescit, yeryüzündeki Ka'be'nin hizasmdadır. Gökteki hürmeti, yerdeki Ka'be'nin hürmeti kadardır. Her gün 70.000 melek onda namaz kılar. Onlar gittikten sonra tekrar gelme nöbetini elde edemezler.»

Taberanî, îbn Abbas'tan rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«Beyt-i Ma'mur semadadır. Ona Durrah denir. Beyt-i Haramın hizasmdadır; Eğer gökten düşecek olursa Beyt-i Haramın üzerine düşer. Günde 70.000 melek ona girer, sonra bir daha dönüp onu göremezler. Mekke'deki Ka'be'nin hürmeti kadar, semada da onun hürmeti vardır.»

Katade dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.) bir gün ashabına şöyle sordu:

- Beyt-i Ma'mur'un ne olduğunu biliyor musunuz?

- Allah ve Rasûlü daha iyi bilirler.

- O, Ka'be hizasında olup semada bulunan bir mescittir. Eğer gökten yere düşecek olursa, Ka'be'nin üzerine düşer, günde 70.000 melek onda namaz kılar. Oradan çıkıp gittikten sonra artık oraya hiç dönemezler.»

Dahhak'm ifadesine göre Beyt-i Ma'mur'u, mel'un İblis'in kabilesinden olup kendisine cin denen bir melek grubu imar edip hizmetine bakarlar. Doğrusunu Allah bilir.

Başkalan dediler ki: Her sema tabakasında bir beyt vardır ki, melekler ibadetle şenlendirirler, oraya tevbe ile gelirler. Sıra halinde onu ziyaret ederler. Tıpkı yeryüzündeki Beyt-i Atik'i her sene hac ve umre için ziyaret eden kimseler gibi melekler de her vakitte onu namaz ve tavaf ile şenlendirirler.

"Meğazi" kitabının baş kısmında Said b. Yahya b. Said el-Ümevî dedi ki, Mücahidin hadisinde Ebu Ubeyd bize şöyle dedi: «Harem'in kadri yüceltilmiştir. Onun kadri, yedi kat gök ve yedi kat yerde yücedir. O, on-dört beytin ondördüncüsüdür. Her sema ve yer tabakasında bir beyt vardır. Bunlar düşecek olurlarsa, üst üste düşerler. Birbirlerinin hizasındadırlar.»

Abdullah b. Amr dedi ki: «Harem, yedi kat gökte ve yedi kat yerde hürmetlidir. Mescid-i Aksa'da yedi kat gökte ve yedi kat yerde hürmetlidir. Nitekim şairin biri demiş ki:

«Gökleri bina edip yükselten zat, gökte bir beyt inşa etmiştir ki, onun sütunları daha uzun ve daha sağlamdır.»

Semadaki beytin adı, Bey tül-İzzet'tir. Oradaki meleklerin öncüsünün adı İsmail'dir. Şu halde Beyt-i Ma'mur'a her gün 70.000 melek girmekte ve sonra da oraya bir daha gelme sırasını elde edememektedirler. Bunlar yedinci kat sakinlerinden olurlar. Bu sebeple Yüce Allah buyurmuş ki: «Rabbinin ordularını kendisinden başkası bilmez.» <el-Müddessir,31.)

İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Zer'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«Doğrusu ben sizin görmediğinizi görürüm, sizin işitmediğinizi işitirim. Sema, ağır yük altında ıhlayan hayvan gibi ıhlamaktadır ve ıhlamaya da hakkı vardır. Çünkü onda, dört parmaklık boş bir yer yoktur ki üzerinde secde eden bir melek bulunmasın. Eğer benim bildiklerimi bilseydiniz az güler, çok ağlardınız. Yataklarda kadınlarla oynaşıp lezzet bulmazdınız. Yüksek yerlere çıkıp Aziz ve Celil olan Allah'a feryad edip figan ederdiniz.» Ebu Zer dedi ki: «Vallahi kesilip koparılan bîr ağaç olmayı çok isterdim.»

Hafız Ebu'l-Kasım et-Taberanî, Cabir b. Abdullah'tan rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«Yedi kat gökte bir ayak, bir karış ve bir avuç içi kadar her yerde mutlaka kıyam halinde veya secde halinde veya rükû halinde bulunan bir melek vardır. Kıyamet gününde bunların hepsi Allah'a derler ki: «Sana hakkıyla ibadet edemedik, ancak hiç bir şeyi sana ortak koşmadık.»

Bu iki hadis gösteriyor ki, yedi kat gökte bulunan her yerde mutlaka melekler vardır ki, bunlar çeşitli ibadetlerle meşguldürler. Kimi kıyamda, kimi rükû halinde, kimi de secde halindedir. Kimi de başka ibadetlerle meşgujdür. Doğrusunu Allah bilir. Onlar sürekli ibadet, teşbih, zikir ve Allah'ın emrettiği amellerle meşguldürler. Rableri katında menzil ve mertebeleri vardır. Nitekim Yüce Allah buyurmuş ki:

«Melekler şöyle derler: «Bizim her birimizin bilinen bir makamı vardır. Şüphesiz biz sıra sıra duranlarız, şüphesiz biz, Allah'ı teşbih edenleriz.» (es-Sâffât,164-166.)

Peygamber (s.a.v.) sahabelere şöyle buyurdu:

- Meleklerin, Rableri nezdinde saf tuttukları gibi saf tutsanıza.

- Onlar, Rablerinin nezdinde nasıl saf tutarlar?

Birinci safn tamamlarlar ve safta sıra halinde dizilirler. Allah, bizi diğer insanlara karşı üç şey ile üstün kıldı, yeryüzünü bizim için mescit kıldı, toprağı da bizim için temizleyicidir. Saflarımızı da meleklerin safları gibi yaptı. Kıyamet gününde melekler, yüce Rabbin huzuruna saflar halinde geleceklerdir. Nitekim yüce Rab buyurdu M: «Melekler sıra sıra dizilip Rabbinin buyruğu gelince.» (ei-Fecr,22.)

«Melekler, Aziz ve Celil olan Rablerinin huzurunda kıyamet gününde saf halinde durdukları gün, Rahman olan Allah'ın izni olmadan kimse konuşamıyacaktır. Konuştuğu zaman da doğruyu söyleyecektir.» (en-Nebe',38.)

Bu ayet-i kerimede1 geçen "Ruh" kelimesi ile âdemoğulları kastedilmiştir. İbn Abbas,Hasan ve Katade böyle demişlerdir. Ruh kelimesiyle şekil bakımından ademoğullarına benzeyen bazı meleklerin kastedildiği de söylenmiştir, tbn Abbas, Mücahit, Ebu Salih ve Ameş böyle demişlerdir. Bu kelime ile Cebrail'in kastedildiği de söylenmiştir. Sabi, Said b. Cübeyr ve Dahhak böyle demişlerdir. Ruh kelimesi ile bir meleğin kastedildiği söylenmiştir ki bu melek, bütün mahlukatm büyüklüğüncedir. Ali b. Ebi Talha, İbn Abbas'ın böyle dediğini rivayet etmiştir. İbn Ab-bas'a göre kıyamet gününde meleklerin en iri cüsseli olanı mahşer yerine gelecektir ki, ona Ruh denilir.

İbn Cerir, îbn Mesud'un şöyle dediğim rivayet etmiştir: «Ruh, dördüncü gök tabakasmdadır ki o, göklerden de, dağlardan da ve bütün meleklerden de büyüktür*. Günde 12.000 defa teşbih getirir, Allah onun her teşbihinden bir melek yaratır ve o melekler, kıyamet gününde bir tek melek safına bedeldir.» Bu, cidden garip bir sözdür.

Taberanî, Abdullah b. Abbas'tan rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«Allah'ın bir meleği vardır ki ona; "Göklerle yerleri bir lokma halinde yut." denirse bunu yapar. O'nun teşbihi şöyledir: «Ey Rabbim, her nerede olursan ol, sen noksanlıklardan münezzeh ve yücesin.» Bu hadis te cidden gariptir, mevkuf olabilir.

Arş'ı yüklenen meleklerin evsafım anlatırken Cabir b. Abdullah'tan şöyle bir rivayette bulunmuştuk: Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: «Arş'ı yüklenen Allah'ın meleklerinden biri hakkında konuşmam için bana izin verildi: O meleğin kulak yumuşağı ile omuzu arasındaki mesafe, 700 senelik yoldur.» Bu hadisi, Ebu Davud rivayet etmiştir. İbn Ebi Ha-tim'den gelen bir rivayette ise şöyle denilmiştir:

«O meleğin kulak yumaşağı ile omuzu arasındaki mesafe, bir kuşun 700 senede uçabileceği kadardır.»

Cebrail'in evsafı hakkında çok şeyler söylenmiştir. Yüce Allah buyurdu ki: «Ona, çetin kuvvetlere sahip ve güçlü olan Allah öğretmiştir.» (en-Necm,5.)

Anlatıldığına göre Cebrail, o kadar güçlü ve kuvvetliynıiş ki,Meda-yin şehrini Lut kavminin üstüne kaldırmıştır. Onlar, içindeki ümmetlerle birlikte yedi kavim idiler ve 400.000'e yakın kişiydiler. Ayrıca beraberlerinde diğer canlılar ve hayvanlar vardı. Medayin şehrinde bir çok araziler, imaretler ve mahalleler vardı. Cebrail, bütün bunları kanadının ucu ile tutup kaldırmış, göklerin ucuna kadar yükseltmişti. Öyleki göklerdeki melekler, Medayin şehrinde uluyan köpeklerin ve öten horozların seslerim işitmişlerdi Sonra bu şehri ters çevirmiş, altını üstüne getirmişti. İşte Cebrail, böylesine güçlü ve kuvvetli bir melektir. Cebrail, güzel yaratılışa sahip yüce bir melektir. Nitekim başka bir ayet-i kerimede Cenâb-ı Allah, Kur'ân-ı Kerîm'den bahsederken şöyle buyurmuştur: «Bu Kur'an, şereûi bir elçinin (Cebrail'in) getirdiği sözdür.» (et-Tekvîr,19.)

Evet, bu Kur'an, Allah katmda şerefli, güzel görünüşlü, güçlü bir elçi olan Cebrail'in getirdiği bir sözdür. O, Arş'm sahibi katında itibarlı, yüksek mertebe sahibi ve onurlu bir kimsedir. Mele-i a'la da yani yüce âlemlerde sözü dinlenen bir melektir. Büyük emanet sahibidir. Bu yüzden o, Allah ile peygamberleri arasında elçilik görevi ifa etmektedir. Onlara vahiy indirmektedir. O vahiyde doğru haberler, adil şeriatler vardır. Önceki sayfalarda da anlattığımız gibi Cebrail, çeşitli sıfatlara bürünerek Peygamber (s.a.v.)'e gelirdi. Peygamber (s.a.v.) onu, Allah'ın yaratmış olduğu asli seldi ile iki kez görmüştür. Onun 600 kanadı vardı.

«Araları iki yay aralığı kadar belki daha da yakın oldu. Allah o anda kuluna vahyedeceğini etti.» (en-Necm,9-ıo.)

Buharî, Abdullah b. Mesud'un şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Rasulullah (s.a.v.), Cebrail'i 600 kanatlı olarak görmüştür.»

îmanı Ahmed b. Hanbel, Abdullah b. Mes'ud'un şöyle dediğini rivayet etmiştir:

Rasulullah (s.a.v.), Cebrail'i asli suretinde gördü. Onun 600 kanadı vardı, her kanadı ufku dolduracak büyüklükte idi, kanatlarından çeşitli renkte inci ve-yakutlar dökülüyordu ki, onları Allah bilir.

«Andolsun ki Muhammed, Cebrail'i sınırın sonunda (Sidretü'l-Münteha'da) başka bir inişinde de görmüştür.» (en-Necm,i3-u.)

İmam Ahmed b. Hanbel'in nakline göre Abdullah b. Mesud, bu ayetle ilgili olarak Rasulullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

«Cebrail'i gördüm, 600 kanadı vardı. Kanadından çeşitli renklerde inci ve yakutlar dökülüyordu.»

İmam Ahmed b. Hanbel, İbn Mesud'tan rivayet etti ki, Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«Cebrail'i, Sidretü'l-Münteha'nm üzerinde gördüm, 600 kanadı vardı.»

Ravi eliyor ki, Bu hadisi nakleden Asım'a kanatları sordum, o bana bir şey söylemeye yanaşmadı. Ancak şöyle dedi: Arkadaşlarımdan birinin bana anlattığına göre Cebrail'in bir kanadı, doğu ile batı ufukları arasını dolduracak kadar büyüktü.

İmam Ahmed b. Hanbel, Abdullah b. Mesud'dan rivayet etti ki, Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«Cebrail, bana bir yeşillik içinde geldi ki, ona inciler asılı idi.»

«Muhammed'in gözünün gördüğünü gönlü yalanlamadı.» (en-Necm ll.)

Bu ayetle ilgili olarak Abdurrahman b. Yezid, Abdullah b. Mesud'un şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Rasulullah (s.a.v.), Cebrail'i gördü. Onun üzerinde iki refref hüllesi vardı ki gök ile yer arasını doldurmuştu.»

Buharî ve Müslim'in sahihlerinde Mesruk'un şöyle dediği rivayet edilmektedir: Ben, Aişe'nin yanındaydım. Ona şöyle dedim: Allah demiyor mu ki, «Andolsun ki o, Cebrail'i apaçık ufukta görmüştür.» (et-Tekvtr,23); «Andolsun ki Muhammed, Cebrail'i başka bir inişinde de görür.» (en-Necm,13.)

Benim bu soruma karşı Hz. Aişe şu cevabı verdi: «Ben bu soruyu, Rasûlullah'a bu ümmet arasında soran ilk insanım. Rasulullah, bana cevaben dedi ki: «O ancak Cebrail'di. Onu, asli suretinde ancak iki kez gördüm. Bir defasında gökten yere inişinde onu gördüm ki vücudu yer ile gök arasını dolduracak büyüklükte idi.»

Buharî, İbn Abbas'tan rivayet etti ki, Rasulullah (s.a.v.), Cebrail'e «Bizi daha fazla ziyaret edemez misin?» diye sordu. Bunun üzerine şu ayet-i kerime nazil oldu:

«Biz ancak Rabbinin buyruğuyla ineriz.Geçmişimizi, geleceğimizi ve ikisinin ar'asmdakileri bilmek, O'na mahsustur.» (Mcryem,64.)

Buharî, Abdullah b. Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:

« Rasulullah (s.a.v.), insanların en cömerdi idi. Ramazan'da Cebrail ile mülakat yaptığında daha bir cömert olurdu. Cebrail, ramazanda her gece onunla mülakat yapar, onunla Kur'ân dersi görürdü. Rasulullah (s.a.v.), esen rüzgardan daha cömert ve daha çok hayır yapan bir kimseydi.»


>>>>Devam
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
Buharî, îbn Şihab'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: Ömer b. Abdülaziz, ikindi namazını azıcık geciktirdi. Urve ona dedi ki: «Cebrail inip geldi ve Rasulullah (s.a.v.)'m önünde namaz kıldn-dı.» Ömer ona dedi ki: Ey Urve, senin ne demek istediğini biliyorum. Beşir b. Ebi Mesud'un şöyle dediğini işittim: Ebu Mesud, Rasulullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu işittiğim söyledi: «Cebrail indi, bana imamlık yaptı, ben de onunla beraber namaz kıldım. Sonra onunla beraber kıldım. Sonra yine onunla beraber kıldım. Sonra yine onunla beraber kıldım.» Rasulullah (s.a.v.) böyle derken parmağı ile sayıyordu. Böylece beş vakit namaz saymış oldu.

İsrafil (a.s.)'in evsafına gelince o, Arşı yüklenenlerdendir. Rabbinin emri üzerine üç kez sûra üfleyecektir. Birinci üflemesi, korkutma üfleyi-şidir. İkincisi, bayıltıp yere düşürme üfleyişidir. Üçüncüsü, diriltme üf-leyişidir. Nitekim bu kitaptaki ilgili bölümde bu hususu detaylı olarak açıklayacağız. Sûr, içine üflenen bir boynuzdur. Onun genişliğinin çapı, gök ile yer arasındaki mesafe kadardır. Onun içinde kulların ruhlarının yeri vardır. Allah ona, kulları diriltmek için üflemesini emrettiği zaman üfler ve ruhlar oradan tutuşarak çıkarlar. Aziz ve Celil olan Rab der ki: «Onur ve üstünlüğüme andolsun ki her biriniz, bedenlerinize döneceksiniz. Dünyada yaşattığınız bedenlere girin.» Böylece ruhlar, mezarların-daki cesetlere girerler. Zehirin, ısmlmış kimsenin vücuduna girişi gibi girer ve cesetleri diriltirler Böylece mezarlar açılır, hepsi hızla koşup haşir meydanına giderler. Bununla ilgili açıklamalar ilgili bölümde verilecektir. Bu yüzden Rasulullah (s.a.v.) buyurmuştur ki:

«Sûrun sahibi, sûru ağzına alıp alnını eğmiş ve üfleme iznini beklemekte iken ben nasıl rahat ederim?» Dediler ki: «Sen ne dersin Ya Rasû-lallah?» Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: «Allah bize yeter, O ne güzel ve-kiidir. Allah'a tevekkül edip ezandık.»

İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Said el-Hudrî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.) Sûr sahibini anlattı ve dedi ki: «O'nun sağında Cebrail, solunda da Mikail (a.s.) vardır.»

Hafiz Ebu'l-Kasım et-Taberanî, îbn Abbas'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:

Rasûlullah (s.a.v.), bir ara Cebrail ile beraber iken bir tarafta göğün ufku yarıldı, İsrafil yere indi, salınarak geldi. Peygamber (s.a.v.)'in karşısında durup şöyle dedi:

- Ya Muhammedi Cenâb-ı Allah, kul peygamber veya hükümdar peygamber olmak arasında seni muhayyer kıldı. Ya kul peygamber ya da hükümdar peygamber olmaktan birini seç.

Peygamber (s.a.v.), olayın bundan sonrasını şöyle anlatıyor: «Cebrail, eli ile bana işaret ederek mütevazi olmamı Öğütledi, ben de onun bana öğüt verdiğini anladım ve soruyu soran meleğe: «Kul peygamber olmak istiyorum.» diye cevap verdim. O melek semaya yükseldi. Cebrail'e dedim ki:

- Bu durumu senden sormak istedim. Ancak meşgul olduğunu gördüğüm için soramadım. Ey Cebrail, bu gelen kimdi?

- Bu, İsrafil (a.s.) idi. Cenâb-ı Allah'ın kendisini yarattığı günden beri o, Allah'ın huzurunda esas duruş vaziyetinde beklemektedir. Gözlerini kaldırıp bakmaz. Onunla Rabbi arasında yetmiş nur vardır. O nurdan birine her kim yaklaşırsa mutlaka yanar. Onun önünde bir levha vardır. Allah, gök veya yer işlerinden birinin yapılmasına izin verdiği zaman o levha kalkıp İsrafil'in gözü önüne getirilir. Levhaya bakar. Eğer benimle ilgili bir işin yapılması emredilmekte ise emri bana iletir, eğer Mikail 'in yapması gereken bir iş emredilmekte ise emri Mikail'e iletir, eğer ölüm meleğinin yapması gereken bir iş emredilmekte ise emri ona iletir.

- Ey Cebrail, sen hangi işle görevlisin?

- Rüzgar ve ordularla görevliyim.

- Mikail hangi işle görevlidir?

- Yağmur ve nebatat işiyle görevlidir.

- Ölüm meleği hangi işle görevlidir.

- Ruhları teslim almakla görevlidir. Ben, onun ancak kıyamet kopması saatinde ineceğini sanıyordum. Ve senin bende gördüğün hal, kıyamet saatinin gelmesinden korkmam dır.» Bu hadis gariptir.

Sahih-i Müslim'de Aişe (r.a.)'den rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.), geceleyin kalkıp namaz kılarken şöyle dua edermiş: «Ey Cebrail'in, Mikail'in ve İsrafil'in Rabbi olan, göklerle yeri yaratan, görünür görünmez âlemlerin hakkında bilgi sahibi olan Allah'ım! Sen anlaşmazlığa düştükleri hususlarda kullarının arasında hükmedersin. Beni de üzerinde ihtilafa düşülen Hak yolda hidayete ilet, bunu izninle yap. Sen dilediğini dosdoğru yola iletirsin.»

Sûrla ilgili hadiste anlatıldığına göre insanların kıyamet vakti düşüp Ölmelerinden sonra Cenâb-ı Allah, sûru üflemesi için ilk olarak İsrafil'i diriltecektir.

Muhammed b. Hasen En-Nakkaş'm anlattığına göre İsrafil, Adem (a.s.)'e ilk secde eden melektir. Bunun için Cenâb-ı Allah onu, Levh-i Mahfuz'un korunmasıyla görevlendirmiş ve onu mükafatlandırmıştır.

«Allah'a, peygamberlerine, meleklerine, Cebrail'e ve Mikaü'e düşman olan kimse, inkar etmiş olur.» (ci-Bakara,98.) Cenâb-ı Allah bu ayet-i kerimede şerefli ve üstün varlıklar oldukları için- Cebrail ile Mikail'i melekler üzerine atfetmiştir. Cebrail, büyük bir melektir. Onunla ilgili açıklamalar önceki kısımlarda verilmiştir. Mikail'e gelince o yağmur ve nebatat işleri ile görevlidir. Aziz ve Celil olan Rabbi katmda büyük itibar sahibidir. Allah'a yakın meleklerin en şereflilerin dendir.

İmam Ahmed b. Hanbel, Enes b. Malik'ten rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«Cebrail'e dedim ki:

- Buna ne olmuş? Mikail'in güldüğünü hiç görmedim. Cebrail şöyle cevap verdi:

- Ateş yaratılalı beri Mikail hiç gülmemiştir.»

Kur'ân'da adları açıkça anılan melekler işte bunlardır. Sahih hadiste Peygamber Efendimizin duasında da adları geçen melekler bunlardır: «Ey Cebrail'in, Mikail'in ve İsrafil'in Rabbi olan Allah'ım!...»

Cebrail, ümmetlere tebliğ edilmesi için peygamberlere vahiy getirirdi.

Mikail ise, yağmur ve nebatat işleri ile görevlidir. Bu dünyadaki rızıklar, yağmur ve bitkilerden meydana gelir. Ayrıca Mikail'in, ilahî emirleri yerine getirme hususunda buyruğunu yerine getiren yardımcıları da vardır. Onlar Aziz ve Celil olan Allah'ın dilediği yerlere rüzgarları ve bulutları sevkederler. Önceki kısımlarda da rivayet ettiğimiz gibi gökten yere inen her yağmur damlasıyla birlikte bir melek de iner ve o yağmur damlasını yeryüzündeki yerine bırakır.

İsrafil, ölülerin mezarlarından kalkmaları için kıyamet gününde sûra liflemekle görevlidir. Mezarlarından dirilip kalkan ölüler, kıyamet gününde mahşer yerine gidip hazır bulunurlar ki şükreden kimseler felaha ersinler, nankörler de cezalarını bulsunlar, şükreden kimselerin günahları bağışlanacak, gayretleri de karşılığını bulacaktır, nankörlerin amelleri ise boşa çıkacak ve onlar ölüm istiyecek, vaveyla edeceklerdir.

Cebrail de getirdiği hidayetin sonuçlarım elde edecektir. O, vahiy getirmekle görevlidir. Mikail'e gelince o, görevli olduğu rızık işlerini yürütmekle memurdur. İsrafil ise, yardım ve ceza işleriyle görevli olup. bu işleri yürütür. Ölüm meleğine gelince, ne Kur'ân'da ne de sahih hadislerde onun adından açıkça bahsedilin emektedir. Sadece bazı eserlerde . onun adı Azrail olarak geçmektedir. Doğrusunu Allah bilir.

Bir ayet-i kerimede yüce Allah şöyle buyurmuştur:

«Ey Muhammedi De İd: «Size vekil kılman ölüm meleği canınızı alacak, sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.»(es-Secde, 11.)

Ölüm meleğinin, kulların ruhlarını kabzetmede, bedenlerinden çıkarıp boğaza getirinceye kadar yardım eden muavinleri vardır. Can boğaza geldikten sonra Ölüm meleğinin kendisi o canı çıkarır, çıkardıktan sonra da bir saniye bile elinde kalmadan yardımcıları ruhu, onun elinden alıp münasip bir kefene sararlar. Nitekim bir ayet-i kerimede bu husus şöylece açıklanmıştır:

«Allah inananları, dünya hayatında ve ahirette sağlam bir söz üzerinde tutar.» (Ibrâhîm; 27.)

Yardımcı melekler teslim alınan ruhu, Azrail'den ahp yükseklere çıkarırlar. Eğer salih bir ruh ise ona göklerin kapıları açılır, aksi takdirde gök kapıları açılmaz ve yere fırlatılır. Nitekim yüce Allah buyurmuş ki:

«O, kulların üstünde yegane hakimdir, size koruyucular gönderir, artık birinize ölüm gelince elçilerimiz, bir eksiklik yapmaksızın onun canını alırlar. Sonra gerçek Mevlalarma döndürürler. Haberiniz olsun, hüküm O'nundur. O, hesap görenlerin en süratlisidir.» (el-En'âm,61-62.)

Rivayete göre İbn Abbas ile Mücahid ve diğer bazıları demişler ki: Yeryüzü, ölüm meleğinin elinde bir tas gibidir. Onu dilediği tarafından tutar. Önceki kısımlarda da anlattığımız gibi ölüm melekleri insana, ameline göre kılıklara bürünerek gelirler, eğer kişi mü'min ise, ölüm melekleri beyaz yüzlü, beyaz elbiseli ve güzel kokulu bir surette onun yanına gelirler, eğer kişi kafir ise bunun tersi bir şekilde onun yanma gelirler. Bundan Allah'a sığınırız.

İbn Ebi Hatim, Cafer'in babası Muhammed'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.), Ensâr'dan ölmek üzere olan bir adamın yanına gelen ölüm meleğine baktı ve ona şöyle dedi: «Ey ölüm meleği, arkadaşıma merhametle muamele et, o mü'mindir.» Ölüm meleği de ona şöyle cevap verdi: «Ya Muhammed, gönlün müsterih olsun, gözün aydın olsun, doğrusu ben, mü'min olan herkese merhametle muamele ederim. Şunu bilesin ki yeryüzünde ne bir çadır, ne de taştan yapılmış bir ev ne de denizdeki bir yer yoktur ki ben her gün orayı beş kez kontrol etmiş olmayayım. Öyle ki o evlerde bulunan büyük küçük herkesi tanırım. Allah'a yemin ederim ki, Ey Muhammed, eğer ben bir sivrisineğin canım almak istesem dahi bunu yapamam, ancak Allah emrederse yaparım.»

Cafer b. Muhammed es-Sadık dedi ki: "Bana ulaşan bir habere göre ölüm meleği, insanları namaz vakitlerinde kontrol edermiş, eğer kişi can çekiştiği zaman daha önce namazına devam eden kimselerdense ölüm meleği ona yaklaşır, şeytanı ondan uzaklaştırır ve ona, demeyi o zorlu halde iken telkin eder.» Bu, mürsel bir hadistir ve ihtilaf konusudur. Bu hadisin devamında anlatıldığına göre Cenâb-ı Allah, mahlukatm düşüp ölmeleri için İsrafil'e, sûra üflemesini emreder. O da üfleyince göklerde ve yerlerdeki canlıların tamamı düşüp ölür. Ancak Allah'ın hayatta kalmalarını istediği kimseler hariç. Ölüm meleği, Aziz ve Cebbar olan Allah'ın yanma gelir ve der ki:

-Ya Rab, göklerde ve yerlerde senin, hayatta kalmalarım dilediğin kimseler dışındaki herkes öldü.

Hayatta kalanları elbette ki kendisi daha iyi bildiği halde yüce Allah, Ölüm meleğine sorar:

- Kimler hayatta kalmış?

- Ölümsüz ve diri olan sen, Arşını taşıyanlar, Cebrail ve Mikail hayatta kalmıştır.

- Cebrail ile Mikail ölsünler. Arş-ı A'la der ki:

- Ya Rab, Cebrail ile Mikail mi ölsünler diyorsun?

- Sus! Ben, Arşımın altında bulunan herkesin ölmesini takdir ettim. Bu ikisi Öleceklerdir.

Sonra ölüm meleği, Aziz ve Cebbar olan Allah'ın yanma gelip şöyle der:

- Ya Rab, Cebrail ile Mikail öldüler.

Hayatta kalanları kendisi daha iyi bildiği halde yüce Allah sorar:

- Kimler hayatta kaldı?

- Ölümsüz ve diri olan sen, Arşını taşıyan melekler ve bir de ben hayatta kaldık.

- Arşı taşıyan melekler de ölsünler.

Arş'ı taşıyan melekler de ölürler. Cenâb-ı Allah, Arş'a emir verir, Arş" ta sûru İsrafil'den alır, sonra ölüm meleği gelip şöyle der:

- Ya Rab, senin Arşını taşıyan melekler de öldüler. Hayatta kalanları kendisi daha iyi bildiği halde yüce Allah sorar:

- Kimler hayatta kaldı?

- Ölümsüz ve diri olan sen, bir de ben...

- Sen de benim yaratıklarımdan bir yaratıksın, seni bir iradem gereği olarak yaratmıştım, şimdi öl.

Ölüm meleği de ölür, o zaman Bir, Kahhar, Tek, hiç bir şeye muhtaç olmayan, her şeyin kendisine muhtaç olduğu, doğmayan, doğurmayan, dengi ve eşi bulunmayan Allah baki kalır, tıpkı daha önceden kendisi var olduğu gibi sonra da var ve baki olacaktır.»

Kur'ân-ı Kerîm'de adlarından açıkça bahsedilen meleklerden Ha-rut ile Marut ta vardır. Selef ulemasından bir grup böyle demişlerdir. Bunların kıssaları ve akibetleri hakkında bir çok rivayetler nakledilmiştir ki, çoğu israiliyat haberleridir. Bu rivayetlerden birinde anlatıldığına göre Zühre yıldızı, çok güzel bir kadın suretinde bu Harut ile Marufun karşısına çıkmıştır. Ali, İbn Abbas ve İbn Ömer'den de nakledildiğine göre Zühre yıldızı, zamanında bir kadınmış. Harut ile Marut ondan, kendileriyle yatmasını istediklerinde bu isteklerini ism-i azâmi kendisine Öğretmeleri karşılığında kabul etmiş. Onlar ism-i azâmi kendisine öğretipte o, bu duayı okuyunca semaya yükselmiş ve bir yıldız haline gelmiştir. "Müstedrek" adlı eserinde İbn Abbas'tan rivayette bulunan Hakim demiştir ki: Harut ile Marut zamanında çok güzel bir kadın vardı. O kadının diğer kadınlara nisbetle güzelliği, Zühre yıldızının diğer yıldızlara nisbetle güzelliği kadar fazlaydı.

Bu rivayet, Zühre hakkında varid olan sözlerin en güzelidir. Sonra anlatıldığına göre Harut ile Marufun kıssası, İdris peygamber zamanında cereyan etmiştir. Süleyman Peygamber zamanında cereyan etmiş olduğuna dair başka bir rivayet te vardır. Nitekim bunu tefsirimizde detaylı surette açıklamıştık.

Kısaca anlatmak istediğimiz şudur M, Zühre yıldızı ve Harut ile Marut hakkında nakledilen haberler, Kabü'l-Ahbar tariki ile gelen israiliyat haberleridir. Nitekim tefsirinde Abdürrezzak, Sevrî'den, Musa b. Ukbe'den, Salim'den, İbn Ömer'den, Kabü'l-Ahbar'dan böyle nakillerde bulunmuştur ki, bu senedi sahih bir rivayettir. Bu rivayetin ricali de adaleti sabit olan kimselerdir. Doğrusunu Allah bilir.

«Babil'de melek denilen Harut ve Marufa birşey indirilmemişti.» ayet-i kerimesinde geçen Harut ile Marut isimlerinin, iki cin kabilesi olduğunu İbn Hazm söylemiştir İd, bu, hakikatten uzak ve garip bir söz-' dür. Bazı kimseler, bu ayetteki melek kelimesini, melik şeklinde okumuş ve bunların Farslardan manevi mezhebine mensup kimseler olduklarını söylemişlerdir. Dahhak böyle demiştir. Bazıları ise, bunların gökteki iki melek olduğunu, ancak Allah'ın ezeli takdiri gereği haklarında cari olan bir kader gereğince İblis'in hükmüne tabi olduklarını söylemişlerdir. Tabii melek olduklarını söyleyenlere göre bu böyledir, ama sahih kavle göre bunlar cinlerdendir.

Hadiste ismi geçen meleklerden ikisi, Münker ile Nekir'dir. Kabir sualKle ilgili bir çok hadiste bunların adı geçmektedir.

«Allah, inananları, dünya hayatında ve ahirette sağlam bir söz üzerinde tutar, zalimleri de saptırır. Allah dilediğini yapar.» (îbrâhîm, 27.)

Bu ayet-i kerimeden bahsederken Münker ile Nekir'in mezarda ölüyü sorgulamakla görevli olduklarını, ona Rabbini, dinini, peygamberini sorduklarım, iyi veya kötü herkesi imtihana tabi tuttuklarını anlatmıştır. Keskin bakışlı, ayrık ve sivri dişli, korkunç görüntülü, ürkütücü bir sese sahiptirler. Allah, bizleri kabir azabından korusun ve orada sabit sözü (Keliıne-i Tevhid'i) bizlere söylemeyi n^sib eylesin. Amin.

Buharî, Hz. Aişe (r.a.)'nin Peygamber (s.a.v.)'e şöyle bir soru yönelttiğini rivayet etmiştir:

- Uhud gününden daha şiddetli bir günle karşılaştın mı?

- Kavmimden çok sıkıntılar çektim. En çok ta Akabe gününde sıkıntı çektim. Çünkü kendimi Abdi Ya Leyi b. Abdi Külal'in oğluna (beni himaye etmesi için) arzettinı ama isteğime cevap vermedi. Üzüntülü bir şekilde yoluma devam ettim. Karnüs Sealip denen yere geldiğimde kendime geldim. Başımı kaldırdım, baktım ki, bir bulut beni gölgelendiriyor. Buluta iyice baktığımda içinde Cebrail'i gördüm, bana şöyle seslendi:

- Doğrusu Allah, kavminin sana söylediklerim ve verdikleri cevabı işitmiş ve s ana, dil ediğin emri kendisine vermen için dağların meleğini göndermiştir.

Cebrail böyle dedikten sonra dağların meleği bana seslendi, selam verdi ve şöyle dedi:

- Ya Muhammedi Dileğin nedir? Eğer istersen, şu Ahşabeyn dağlarını senin kavminin üzerine kaldırıp bırakırım. Ben de dedim ki:

- Hayır, umarım ki Allah, onların soyundan sadece Allah'a ibadet eden ve O'na hiç bir şeyi ortak koşmayan kimseleri dünyaya getirecektir.

Fasıl

Melekler, Cenâb-ı Allah'ın kendilerini yaratmış olduğu görevleri' bakımından kısımlara ayrılırlar. Bir kısım melekler Arş'ı taşırlar. Nitekim bunlardan önceki sayfalar da bahsetmiştik. Bir kısım meleklere Kerrübiyun melekleri denir ki bunlar Arş'm çevresindedirler. Arş'ı taşıyan meleklerle birlikte diğerlerinin en şereflileridirler. Bunlar Mukar-reb (gözde) meleklerdir. Nitekim yüce Allah buyurmuş ki:

«Mesih de, gözde melekler de Allah'a kul olmaktan asla çekinmezler.» (en-Nisâ,172.)

Cebrail ile Mikail de meleklerdendir. Bunların, mü'minler için gıyaben mağfiret dilediklerini Cenâb-ı Allah bildirmiştir. Nitekim bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: «Arş'ı yüklenen ve çevresinde bulunanlar, Rablerini överek teşbih ederler, O'na inanırlar. Mü'minler için: «Rabbimiz, ilmin ve rahmetin her şeyi içine almıştır. Tevbe edip senin yoluna uyanları bağışla; onları Cehennem'in azabından koru» diye bağışlanma dilerler.

«Rabbimiz! Mü'minleri ve babalarından, eşlerinden, soylarından iyi olanları, kendilerine söz verdiğin Adn Cennetlerine koy. Şüphesiz güçlü olan, Hakim olan ancak sensin. Onları kötülüklerden koru! O gün o kötülüklerden kimi korursan, ona şüphesiz rahmet etmiş olursun. Bu büyük kurtuluştur.» (ci-Cafîr,7-9.)

Meleklerin seciyeleri, böylesine teiniz bir seciye olduğuna göre kendileri de bu seciyeye sahib olan kimseleri severler. Özü sözü doğru ve sözü doğrulanmış olan Muhammed (s.a.v.), bir hadis-i şerifinde şöyle buyurmuştur: «Kul, kardeşi için gıyaben dua ettiği, zaman melek de amin ve senin için de aynı şey olsun, der.»

Meleklerden bir kısmı, yedi kat gökte devamlı suretle gece gündüz, sabah akşam ibadetle meşguldürler. Nitekim yüce Allah buyurmuş ki:

«Gece gündüz bıkmadan teşbih ederler.» (ei-Enbiyâ,20)

Meleklerden bir kısmı devamlı rükû halinde, bir kısmı devamlı kıyam halinde, bir kısmı da devamlı secde halindedir. Meleklerin bir kısmı da grup grup Beyt-i Ma'mur'a gidip ziyarette bulunurlar. Günde 70.000 melek oraya gider, orayı ziyaret edip ayrıldıktan sonra bir daha oraya dönme sırasını elde edemezler. Meleklerin bir kısmı, Cennet'teki işleri yürütürler. Cennetlikler için hizmet hazırlığında bulunurlar. Onları ağırlamak için gerekli elbise, mücevher, mesken, yiyecek, içecek ve diğer ikramları hazırlarlar ki bu ikramları ne gözler görmüş, ne kulaklar işitmiş ne de insan kalbinden geçirmiştir.

Cennet hazini bir melek vardır İd ona Rıdvan denilir, bunun adı bazı hadislerde" sarih olarak geçmektedir. Cehennem görevlisi meleklere de Zebani denir. Bunların reisleri ondokuz tanedir ki başlarında Malik vardır. O da bütün Zebanilerin reisidir. Zebaniler den şu ayet-i kerimelerde bahsedilmiştir:

«Ateşte olanlar, Cehennem'in bekçilerine: "Rabbinize yalvarm da hiç değilse bir gün, azabımızı hafifletsin." derler.» (cl-Mü'mm,49.)

«Cehennem'de şöyle seslenirler: «Ey nöbetçi! Rabbin hiç değilse canımızı alsın.» Nöbetçi: «Siz böyle kalacaksınız.» der. Andolsun ki, size gerçeği getirdik, fakat çoğunuz gerçeği sevmiyorsunuz.» (ez-Zuhmf,77-78.)

«Görevlileri, Allah'ın kendilerine verdiği emirlere baş kaldırmayan, kendilerine buyrulanlan yerine getiren pek haşin meleklerdir.» (et-Tahnm,6.)


>>>>Devam
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
«Orada ondokuz bekçi vardır. Cehennem'in bekçilerim yalnız meleklerden kılmışızdır. Sayılarım bildirmekle de, ancak inkar edenlerin denenmesini ve kendilerine kitab verilenlerin kesin bilgi edinmesini ve inananların da imanlarının artmasını sağladık. Kendilerine kitab verilenler ve inananlar şüpheye düşmesinler. Kalplerinde hastalık bulunanlar ve inkarcılar: «Allah bu misalle neyi murad etti?» desinler. İşte Allah, böylece dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola eriştirir. Rabbinin ordularını kendisinden başkası bilmez.» (ci-Müddessir,30-3i.)

Melekler, ademoğlunu muhafaza etmekle görevlendirilmişlerdir. Nitekim yüce Allah buyurmuş ki:

«Allah'a göre aranızdan sözü gizleyen ile açığa vuran ve geceye bürünerek gizlenip gündüzün ortaya çıkan arasında fark yoktur.

Ardında ve önünde insanoğlunu takip edenler vardır, Allah'ın emri ile onu gözetirler. Bir kavim kendini bozmadıkça, Allah onların durumunu değiştirmez. Allah bir milletin fenalığını dileyince, artık onun Önüne geçilmez. Onlar için Allah'tan başka hami de bulunmaz.» (er-Ra'd,10-12.)

Yukarıdaki ayet-i kerime ile ilgili olarak Valibî, İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: İnsanı, ardından ve önünden takip edip himaye edenler meleklerdir. O'nu, Allah'ın emrinden korurlar. Melekler, onu önden ve arkadan koruma altına alırlar. Allah'ın kaderi geldiğinde yanından uzaklaşırlar.

Mücahid dedi ki: Her kulu uyku halinde, uyanıklık halinde, cinlere, insanlara ve yırtıcı hayvanlara karşı koruyan görevli bir melek vardır. Başına bir iş geleceği zaman melek onu uyararak arkana bak, der. Ancak Allah'ın, yapılmasına izin verdiği şey geldiğinde melek onu uyarmaz ve o şey kulun başına gelir.

Ebu Üsame dedi ki: «Her ademoğluyla birlikte bir melek vardır ki onu korur ve savunur, ancak takdir gelince onu takdire teslim eder.»

Ebu Miclez dedi M: «Adamın biri, Hz. Ali'nin yanma gelip şöyle dedi:

- Murat kabilesinden bazı kimseler" seni öldürmek istiyorlar. Hz. Ali de o adama şu cevabı verdi:

- Her adamın beraberinde koruyucu iki melek vardır. Bunlar onu, hakkında takdir edilmemiş şeye karşı korurlar ama takdir edilen şey geldiğinde onu yalnız bırakırlar, doğrusu ecel, sağlam bir kalkandır.»

Bazı melekler de kulların işledikleri amelleri kayda geçirmekle görevlidirler. Nitekim yüce Allah buyurmuş ki:

«Sağında ve solunda, onunla beraber oturan iki alıcı melek, yanında hazır birer gözcü olarak onun söylediği her sözü zaptederler.» (ei-Kâf.17-18.)

«Oysa yaptıklarınızı bilen, değerli yazıcılar sizi gözetlemektedirler.» (el-înfitâr,10-12.)

Hafız Ebu Muhammed Abdurrahman b. Ebi Hatim er-Razî, Müca-hid'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«Sizin yanınızdan ayrılmayan Kirame'n-Katibin meleklerine saygı gösterin, onlar sadece cünüblük ve abdest bozmanız halinde yanınızdan ayrılırlar, biriniz gusül yaptığı zaman bir duvar dibinde veya devesinin duldasında kendini duldaya alsın, ya da kardeşinin duldasına girsin.»

Bezzar, İbn Abbas'tan rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«Allah, sizi çıplak durmaktan meneder. Allah'tan ve beraberinizde-ki Kirame'n-Katibin meleklerinden utanın. O melekler ki, abdest bozma, cünüb kalma ve gusül yapmanız halinde yanınızdan ayrılırlar. Sizden biri açık yerde gusül yaptığı zaman elbisesi ile örtünsün veya bir duvarın yahut devesinin duldasına girsin.»

Meleklere saygı göstermekten kasıt, onlardan utanmaktır. Hiç kimse, onların yazacağı kötü amelleri, çirkin işleri onlara zapt ettirmesin. Çünkü Allah, yaratılış ve huy bakımından onları mükerrem yaratmıştır. Onların ne kadar mükerrem varlıklar olduğunu şu hadis-i şerif göstermektedir:

«Melekler, içinde suret, köpek ve cünüb bulunan eve girmezler.»

Hz. Ali'den gelen bir rivayette de şu ilave vardır:

«Etrafında sidik bulunan bir eve de melekler girmezler.»

Ebu Said'in merfu olarak rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«İçinde resim ve heykel bulunan bir eve, melekler girmezler.»

Zekvan Ebu Salih es-Semak, Ebu Hüreyre (r.a.)'den rivayet etti M, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«Beraberlerinde köpek veya çan bulunan yoldaşlara melekler yoldaşlık etmezler.»

Bezzar, Ebu Hüreyre (r.a.)'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: «Allah'ın melekleri vardır ki onlar ademoğullarını ve onların işledikleri amelleri bilip tanırlar. Allah'ın taatiyle amel eden bir kula baktıkları zaman, onu kendi aralarında adım vererek anar ve onun hakkında; «Bu gece falan adam felaha erdi, bu gece falan adam kurtuluşa erdi.» derler. Allah'a karşı ma'siyet (günah) işleyen bir kula baktıklarında onun da adını vererek kendi aralarında anarlar ve; «Bu gece falan adam helak oldu.» derler.»

Buharî, Ebu Hüreyre (r.a.)'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«Melekler nöbet tutarlar. Gece nöbetçisi olan melekler vardır, gündüz nöbetçisi olan melekler vardır. Bunlar sabah ve ikindi namazlarında nöbet değişimi yaparlar, geceyi yanınızda geçirmiş olan melekler, nöbetlerini devrettikten sonra Allah'ın huzuruna çıkarlar. O, (kullarının durumunu) daha iyi bildiği halde sizi onlara sorar ve: «Kullarımı ne halde bıraktınız?» der. Onlar da şu cevabı verirler: «Onları namaz kılarken bıraktık, yanlarına gittiğimizde de namaz kılıyorlardı.»

Bezzar, Enes (r.a.)'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«Amelleri zaptedici iki melek, Aziz ve Celil olan Allah'ın huzuruna çıkarken bir günde zaptettikleri amelleri Allah'a arzederler. O da'sayfanın başında ve sonunda istiğfarı görünce mutlaka şöyle der:

«Kulumun bu sahifenin başı ile sonu arasında zapta geçmiş bulunan bütün günahlarını bağışladım.»

Kısaca demek istediğimiz, şudur ki, her insanın iki koruyucu meleği vardır. Bunlar onu, önden ve arkadan Allah'ın emrine karşı yine Allah'ın emriyle korurlar. Yine kulun sağında ve solunda iki yazıcı melek vardır. Sağdaki yazıcı melek, soldaki yazıcı meleğin amiridir. Nitekim bu hususu, aşağıdaki ayet-i celileyi tefsir ederken açıklamıştık:

«Sağında ve solunda onunla beraber oturan iki alıcı melek, yanında hazır birer gözcü olarak söylediği her sözü zaptederler.» <ei-Kâf,i7-i8.)

İmam Ahmed b. Hanbel, Abdullah b. Mesud (r.a.)'dan rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«Sizden her birinize cinlerden ve meleklerden birer arkadaş verilmiştir.

Dediler ki:

- Ya Rasûlallah, sanada mı verilmiştir? ' Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki:

- Bana da verilmiştir, ancak cin arkadaşıma karşı Allah bana yardım etmiştir, o cin, bana hayırdan başka bir tavsiyede bulunamaz.»

Muhtemelen bu iki arkadaştan melek olan, insanı korumakla görevli olan melekten başka bir melektir ki o, insana doğru yolu göstermek ve Rabbinin izni ile hayır yolunu göstermekle görevlendirilmiştir. Nitekim cinlerden ve şeytanlardan olan arkadaşı da insanı hep fesada ve sapıklığa sürüklemekle görevlidir. Masum kişi, yüce Allah'ın koruduğu kişidir. Allah'ın yardımını diliyoruz. Yardımına başvurulacak zat yüce Allah'tır.

Buharî, Ebu Hüreyre (r.a.)'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«Cuma günü olduğunda mescitlerin kapılarına melekler gelip dururlar, içeriye girenleri sırasıyla yazarlar, imam oturduğu zaman defterleri dürer ve zikri dinlemeye gelirler.»

Yüce Allah buyurdu ki:

«Sabah vakti de namaz kıl, zira sabah namazına melekler şahid olur.» (el-îsrâ,78.)

Ebu Hüreyre (r.a.)'den rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.), bu ayet-i kerimeyi açıklarken şöyle buyurmuştur: «Sabah namazına gece melekleri ile gündüz melekleri gelip şahid olurlar.»

Buharî, Ebu Hüreyre (r.a.)'den rivayet etti ki, Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«Cemaatle kılman namaz, münferit olarak kılman namazdan yirmi beş derece daha faziletlidir. Gece melekleri ile gündüz melekleri sabah namazında bir araya gelirler.»

Ebu Hüreyre (r.a.) şöyle diyordu: Dilerseniz şu ayeti okuyun;

«Sabah vaktinde namaz kıl, zira sabah namazına melekler şahid olur.»

Buharî, Ebu Hüreyre (r.a.)'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«Erkek karısını yatağına davet eder de karısı davetine icabet etmez ve erkek öfkeli olarak yatarsa, sabaha kadar melekler onun karısına lanet okurlar.»

Buharî ve Müslim'in sahihlerinde sabit olan. bir hadiste Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«İmam, âmin dediği zaman siz de âmin deyin, zira âmin deyişi, meleklerin âmin deyişine denk gelen kimsenin önceki günahları bağışlanır.»

Sahih-i Buharî'de sabit olan bir hadiste de Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«İmam, âmin dediği zaman semadaki melekler de âmin derler. Amin deyişi, meleklerin âmin deyişine denk gelen kimsenin önceki günahları bağışlanır.»

Buharî, Ebu Hüreyre (r.a.)'den rivayet etti ki, Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«İmam, "Semiallâhü limen hamideh" dediği zaman siz de, "Alla-hümme Rabbena ve lekel hamd" deyin. Zira sözü, meleklerin sözüne denk gelen kimsenin Önceki günahları bağışlanır.»

İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Said'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«Allah'ın, yeryüzünde, insanların amellerini yazan meleklerden ayrı olarak gezici melekleri de vardır. Bunlar, Allah'ı zikreden bir topluluk gördüklerinde birbirlerine şöyle hitab ederler: «Aradığınıza gelin.», gelirler. Dünya semasına inerler. Cenâb-ı Allah, onlara şöyle sorar:

- Kullarımı ne iş yaparken bırakıp geldiniz?

- Onları, seni hamd, temcid ve zikrederken bırakıp geldik.

- Onlar beni görmüşler midir?

- Hayır.

- Onlar beni görselerdi nasıl olurdu?

- Eğer seni görselerdi, daha çok hamdeder, temcid eder ve zikrederlerdi.

- Onlar ne istiyorlar?

- Cenneti istiyorlar.

- Cenneti görmüşler midir? -Hayır.

- Cennet'i görselerdi nasıl olurdu?

- Eğer Cenneti görselerdi, ona karşı daha tutkulu olurlar ve daha çok isterlerdi.

- Onlar neden sığmıyorlar?

- Ateşten sana sığınıyorlar. -Ateşi görmüşler midir?

- Hayır.

- Görselerdi nasıl olurdu?

- Eğer ateşi görselerdi, ondan daha çok kaçarlar ve daha çok korkarlardı.

- Şahit olun, ben onları bağışladım.

- İyi ama onların arasında günahkar olan falan kimse vardı, o sadece bir iş için onların yanma gelmişti.

- Onlar öyle bir topluluktur ki, meclislerinde oturan kimse (her ne vasıfta olursa olsun) bedbaht olmaz.»

' İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Hüreyre'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«Bir kimse, bir mü'minin dünya sıkıntılarından birini gidererek nefes aldınrsa, Allah'ta onu kıyamet gününün sıkıntılarından kurtarıp nefeslendirir. Bir kimse, bir Müslümanm ayıbını gizler ise, Allah da dünya ve ahirette onun (ayıbını gizler), kul, kardeşine yardım ettiği sürece Allah ta ona yardımcı olur. Bir kimse, ilim elde etmek maksadıyla bir yola koyulursa Cenâb-ı Allah, onun Cennet'e götürücü yolunu kolaylaştırır. Bir topluluk, Allah'ın evlerinden birinde bir araya gelip Allah'ın kitabını okur,kendi aralarında onu ders olarak ele alırlarsa, üzerlerine huzur iner, rahmet onları kaplar, melekler onları kuşatır ve Allah ta onları kendi yanındaki kimselere (meleklere) anlatır. Bir kişiyi, ameli geciktirir (geride biralar) ise soyu onu hızlandırmaz, (ileriye götürmez.)»

İmam Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde Ebu Derda'dan merfu olarak şöyle bir hadis rivayet edilmiştir:

«Yapdığı işe razı oldukları için melekler ilim talebesinin önüne kanatlarım sererler.» Yani ona karşı mütevazı olurlar. Nitekim yüce Allah buyurmuş ki:

«Onlara acıyarak alçak, gönüllülük kanatlarını ger» (ei-îsrâ, 24.)

«Sana uyan mü'minleri kanatlarının altına al.» (eş-şuarâ, 215.)

İmam Ahmed b. Hanbel, Abdullah b. Mesud'dan rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«Allah'ın yeryüzünde gezici melekleri vardır. Ümmetimin selamlarını bana tebliğ ederler.»

İmam Ahmed b. Hanbel, Hz. Aişe'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«Melekler, nurdan yaratıldılar. Cinler, dumansız ateşten yaratıldılar. Adem ise, size anlatılan şeyden yaratıldı.»

Melekler ile ilgili bir çok hadis vardır. Allah'ın bize nasib ettiği kadarını burada naklettik. Hamd Allah'adır.

Fasıl

İnsanlar, meleklerin beşere nisbetle daha üstün olup olmadığı hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bu mesele, daha çok kelamcılarm kitaplarında görülmektedir. Bu hususta Mutezilüer ve onlara muvafakat edenlerle kelamcılar arasında ihtilaf vardır. Bu mesele ile ilgili olarak gördüğüm en eski söz, Hafız İbn Asakir'in kendi târihinde Ümeyye b. Amr b. Said b-. As'm biyografisinden bahsederken söylediği sözdür: Ümeyye, Ömer b. Abdülaziz'in meclisine gitmiş. Yanında da bir cemaat varmış. Ömer b. Abdülaziz: «Allah katında insandan daha kıymetli bir şey yoktur.» demiş ve sözünü teyid etmek için de şu ayet-i kerimeyi delil olarak ileri sürmüştü:

«İnanıp yararlı iş işleyenler, işte onlar da yaratıkların en iyileridirler.» (el-Beyyinc,7.)

Ömer b. Abdülaziz'in bu görüşüne, Ümeyye b. Amr b. Said de muvafakat etmişti. Ancak İrak b. Malik şöyle karşılık vermişti: «Allah katında meleklerinden daha kıymetli ve üstün bir varlık yoktur. Çünkü onlar, onun iki evinin hizmetçileridirler. Peygamberlerine gönderdiği elçileridirler.» Böyle derken şu ayet-i kerimeyi delil olarak ileri sürmüştü:

«Rabbinizin sizi bu ağaçtan menetmesi, melek olmanızı veya burada temelli kalmanızı önlemek içindir.» (cl-Arâf, 20.)

Ömer b. Abdülaziz, meclisinde bulunan Muhammed b. Ka'b el-Kurazî'ye: «Sen ne diyorsun ey Ebu Hamza?» diye sorunca o da şu cevabı vermişti:

«Cenâb-ı Allah, Adem'i mükerrem kıldı, onu, kendi eliyle yarattı ve ona kendi ruhundan üfledi, melekleri ona secde ettirdi. Onun soyundan peygamberleri ve mürselleri gönderdi, melekleri de ona ziyaretçi olarak gönderdi.»

Muhammed b. Kab böyle diyerek Ömer b. Abdülaziz'in görüşüne muvafakat etti. Ancak delil olarak, onun ileri sürdüğü ayetten başka bir delile dayandı. Bu hususta ileri sürülen en kuvvetli delil, şu ayetin sarih ifadesidir: «İnanıp yararlı iş işleyenler...» ayet-i kerimesi, sadece insanlara mahsus değildir. Cenâb-ı Allah, meleklerini de mü'minlikle nitelemektedir. Onlar hakkında şöyle der: «Melekler, O'na iman ederler.» Cinler de aynı niteliğe sahiptir. O'nlar da imanla muttasıfhrlar: «Şüphesiz, doğruluk rehberi olan Kur'ân'ı dinlediğimizde ona inandık.» (el-Cinn, 13.)

«İçimizde kendini Allah'a vermiş olanlar da vardır.» (el-Cinn,i4.)

Bu konuda dayanılacak en güzel delil, Osman b. Said ed-Darimı nin Abdullah b. Amr'dan merfu olarak rivayet ettiği şu sahih hadistir:

«Cenâb-ı Allah, Cennet'i yarattığı zaman melekler dediler ki: «Ya Rab, bunu bize ver, bunun yiyeceklerini yiyip, içeceklerini içelim.Sen dünyayı ademoğulları için yaratmışsın (Bunu da "bize ver).» Cenâb-ı Allah onlara cevaben şöyle dedi: «Kendi elimle yarattığım kimsenin salih yyetini, kendisine «ol» dediğimde olan varlığa (meleğe) eşit yapmam.»
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
Cinlerin Yaratılması Ve Şeytanın Kıssası


Yüce Allah buyurdu ki:

«O, insanı pişmiş çamur gibi kuru balçıktan yaratmıştır. Cinleri de yalın bîr alevden yaratmıştır. Öyleyken, Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlarsınız?» (cr-Rahmân,u-i6.)

«Andolsun ki, insanı kuru balçıktan, işlenebilen kara topraktan yarattık, cinleri de, daha önce dumansız ateşten yarattık.» (ei-Hîcr,26-27.)

Hz. Aişe'den rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«Melekler nurdan yaratıldılar, cinler ateşten yaratıldılar, Adem de anlatılan şeyden yaratıldı.»

Tefsircilerin çoğu dedi ki: Cinler, Adem peygamberden önce yaratılmışlardır. Onlardan önce yeryüzünde hin ve bin denen (cin ile insan arasında) yaratıklar vardı. Cenâb-ı Allah, cinleri bunlara musallat kıldı. Cinler bunları öldürdüler, bir kısmını da yeryüzünden sürgün ettiler, sonra da yeryüzüne kendileri yerleştiler.

Süddî,İbn Mesud'dan ve bazı sahabelerden rivayet etti ki, Cenâb-ı Allah, dilediği yaratıkları yarattıktan sonra Arş'a yöneldi. İblis'i Dünya'daki meleklerin üzerine amir yaptı. İblis, cin denen bir melek ka-bilesindendi, onlara cin denmesinin sebebi, Cennet bekçileri olmalarından dolayıdır. İblis, Cennet bekçisi iken kalbinden şöyle bir düşünce geçti; «Allah, diğer meleklere üstün olduğum için beni onlara amir yaptı. Bunu bendeki bir meziyetten dolayı yaptı.»

Dahhak, İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir; «Cinler, yeryüzünde fesat çıkarıp kan akıttıktan sonra Cenâb-ı Allah, melek ordusuyla birlikte üzerlerine İblis'i gönderdi. İblis ve ordusu, onları öldürüp. yeryüzünden denizdeki adalara sürgün ettiler.»

Muhammed b. İshak, İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Günah işlemeden önce İblis'in adı Azazil'di. Yeryüzünde yaşardı. Meleklerin en çok ibadet edeni ve en fazla bilgili olanı idi. Cin denen bir melek kabilesin dendi.»

İbn Ebi Hatim, Said b. Cübeyr'in şöyle dediğini rivayet etmiştir; «İblis'in adı Azazil'di, meleklerin dört kanatlılarından ve en şereflilerin-dendi.»

Haccac, îbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: «İblis, meleklerin en şereflilerinden ve en soylu kabilelerindendi. Cennetlerin bekçi-siydi, dünya semasının idaresi ve kontrolü, ona verilmişti. Yeryüzünün amiriydi.»

Tev'eme'nin azadlısı Salih, îbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: «İblis, yer ile gök arasındaki işleri idare ederdi.»

Katade, Said b. Müseyyeb'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «İblis, dünya semasındaki meleklerin reisi idi.»

Hasan-ı Basrî dedi ki: «İblis, bir an dahi meleklerden olmadı, o cin asıllıdır, tıpkı Adem'in beşeriyetin aslı oluşu gibi o da cinlerin aslı ve atasıdır.»

Şehr b. Havşeb ile diğerleri dediler ki: «İblis, melekler tarafından kovulan cinlerdendir. Melekler onları kovdular, bazılarını esir alıp semaya götürdüler.»

Dediler ki: Cenâb-ı Allah, yeryüzünde yaşasın diye Adem'i ve ondan sonra da yaşasınlar diye zürriyetini yaratmak istediği zaman, cesedini şekillendirdi, o esnada cinlerin reisi ve en çok ibadet edeni olan İblis (Azazil) gelip Adem'in cesedinin etrafında dolaştı, içinin boş olduğunu görünce onun herhangi bir şeye muktedir olamayacağını, bir yaratık olduğunu sandı ve Adem'in cesedine hitaben şöyle dedi: «Eğer sana musallat kılınırsam seni helak ederim, eğer sen bana musallat kılmırsan sana karşı gelir, asi olurum.» Cenâb-ı Allah, Adem'e kendi ruhundan üflediği zaman meleklere, ona secde etmelerini emretti. O esnada İblis'in içine büyük bir haset duygusu girdi ve Adem'e secde etmeye yanaşma-yıp; «Ben ondan daha hayırlıyım, sen beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın.» dedi. Emre muhalefet edip Aziz ve Celil olan Allah'a itiraz etti. Yanlış konuştu. Rabbinin rahmetinden uzaklaştı. Yaptığı ibadetlerle yükselmiş olduğu mertebesinden düştü. İblis, meleklere benzerdi, ama onların cinsinden değildi. Çünkü o ateşten yaratılmış, melekler ise nurdan yaratılmışlardı. Çok muhtaç olduğu bir demde tabiatı (yaratılışı) kendisine ihanet etti, aslı olan ateşe döndü. «İblis'ten başka bütün melekler secde etmişlerdi. O, büyüklük taslamış ve inkarcılardan olmuştu» (Sâd,73-74.)

Meleklere: «Adem'e secde edin» demiştik. İblis'ten başka hepsi secde etmişti. O, cinlerdendi. Rabbinin buyruğunun dışına çıktı.

Ey İnsanoğulları! Siz, beni bırakıp onu ve soyunu dost mu ediniyorsunuz? Halbuki onlar, size düşmandır. Kendilerine yazık edenler için bu ne kötü değişmedir!» (ci-Kehf, 50.)

Bunun üzerine İblis, yüce âlemlerden aşağılara düştü. Oralarda yaşamasını Allah yasakladı. Bu yüzden horlanmış, alçalmış, kovulmuş, kendisi ve kendisine uyan cinlerle insanlar, Cehennemle tehdit edilmiş olarak yeryüzüne indi. O, ademoğullarını her çeşit yol ve her çeşit vesileyle, her yol başında ve her gözetim yerinde saptırmaya, yoldan çıkarmaya gayret edecektir. Nitekim Yüce Allah buyurmuş ki:

«Benden üstün kıldığım görüyor musun? Kıyamet gününe kadar beni ertelersen, andolsun ki, azı bir yana, onun soyunu kendi buyruğum altına alacağım.» demişti.

Allah: «Haydi git! Onlardan sana kim uyarsa bil ki, Cehennem hepinizin cezası olur, hem de tam bir ceza.» dedi.

«Sesinle, gücünün yettiğini yerinden oynat, onlara karşı yaya ve atlılarınla hay kırarak yürü, mallarına ve çocuklarına ortak ol, onlara va-adlerde bulun.» Ama şeytan, sadece onlân aldatmak için vadeder.. Doğrusu, benim mümin kullarım üzerinde senin bir hakimiyetin olamaz. Rabbin vekil olarak yeter.» (ci-lsrâ,62-65.)

Bu kıssayı, Adem peygamberin yaratılışı bahsinde genişçe anlatacağız. Kısaca demek istediğimiz şudur ki, cinler ateşten yaratılmışlardır, ama tıpkı insan gibi yeyip içer ve ürerler, bir kısmı mü'min, bir kısmı da kafirdir. Nitekim Yüce Allah, onlardan bahsederken bunu bize bildiriyor:

«Ey Muhammedi Kur'ân'ı dinleyecek cinlerden bir takımını sana yöneltmiştik. Onlar, Kur'ân'ı dinlemeye hazır olunca birbirlerine: "Susun" dediler. Kur'ân'm okunması bitince, her biri birer uyarıcı olarak milletlerine döndüler. Şöyle dediler,«Ey milletimiz! Doğrusu biz, Musa'dan sonra indirilen, kendisinden öncekileri doğrulayan, gerçeği ve doğru yolu gösteren bir kitab dinledik. Ey Milletimiz! Allah'a çağıran Muhammed'e uyun ve ona inanın da Allah da sizin günahlarınızı bağışlasın ve sizi can yakıcı azabtan korusun. Allah'a çağıran Muhammed'e uymayan kimse bilsin ki, Allah'ı yeryüzünde aciz bırakamaz, onların ondan başka dostları da bulunmaz. İşte onlar apaçık sapıklıktadırlar.» (el-Ahkâf,29-32.)

«Ey Muhammed! De ki: «Cinlerden bir topluluğun Kur’ân'ı dinlediği bana vahyolundu, onlar şöyle demişlerdir: «Doğrusu biz, doğru yola götüren, hayrete düşüren bir Kur'ân dinledik de ona inandık. Biz, Rabbi-mize hiç bir şeyi ortak koşmayacağız. Doğrusu Rabbimizin yüceliği, her yücelikten üstündür. O, zevce ve çocuk edinmemiştir. Doğrusu, aramızdaki beyinsiz, Allah'a karşı yalanlar uyduruyordu. Doğrusu, insanların ve cinlerin Allah'a karşı yalan uydurabileceklerini sanmazdık. Gerçekten bir takım insanlar, cinlerin bir takımına sağınırlardı da onların azgınlıklarını arttırırlardı. Doğrusu, onlar da sizin, Allah'ın kimseyi yeniden diriltmeyeceğini sandığınız gibi sanı da bulunmuşlardı. Doğrusu, biz göğü yokladık, onu sert bekçiler ve kayan ateşlerle doldurulmuş bulduk. Doğrusu biz, göğün dinleyebileceğimiz bir yerinde otururduk ama şimdi kim dinleyecek olsa,kendisini gözleyen bir ateş buluyor. Yeryüzünde olanlara kötülük mü murad edildi, yahut Rableri onlara bir iyilik mi dilemiştir, doğrusu biz bilemeyiz. Doğrusu, aramızda iyiler de vardır, bundan aşağı bulunanlar da vardır. Biz, türlü türlü yolda olan topluluklardık. Yeryüzünde kalsak da Allah'ı aciz bırakamayacağımızı, başka yere kaçsak da, O'nu aciz bırakamayacağımız gerçeğini şüphesiz anladık. Şüphesiz, doğruluk rehberi olan Kur'ân'ı dinlediğimizde O'na inandık. Kim Rabbine inanırsa, o, ecrinin eksiltileceğinden ve kendisine haksızlık edileceğinden korkmaz. İçimizde kendini Allah'a vermiş olanlar da, yazık edenler de vardır. Kendini Allah'a veren kimseler, işte onlar doğru yolu arayanlar, O'na layık olanlardır. Kendilerine yazık edenlere gelince, onlar Cehennem'in odunları oldular. Ama doğru yola girmiş olsalardı, onları bu hususta denememiz için onlara bol su içirirdik. Kim Rabbini anmaktan yüz çevirirse, Rabbi onu gittikçe artan bir azaba uğratır,» (el-Cinn,l-17.)

Bu sûrenin tefsirini yaptık. Bu kıssanın tamamı, el-Ahkâf sûresinin sonundadır. Konuyla ilgili hadisleri de orada zikrettik. Peygamber (s.a.v.)'in yanma gelip onun sohbetini ve okuduğu Kur'an'ı dinleyen cin topluluğu, Nusaybin cinlerindendir. Bazı rivayetlerde anlatıldığına göre bunlar Basra cinlerin denmiş. Rasûlullah (s.a.v.), Mekke semtlerinden Batn-ı Nahle'de ashabına namaz kıldırırken bunlar onun yanına gitmişler, okuduğu Kur'ân-ı Kerîm'i dinlemişlerdi. Sonra Rasûlullah (s.a.v.), gece boyunca onlarla sohbet etmiş, onlar da kendisine bazı sorular yöneltmiş ve bazı isteklerde bulunmuşlardı. Rasûlullah (s.a.v.), onlara bazı şeyleri yapmalarını emretmiş, bazı şeylerden uzak durmalarını tenbihlemişti. Kendisinden azık istediklerinde onlara şöyle demişti:

«Üzerine Allah adının anıldığı her kemik parçasını etten daha çok bulacaksınız ve her hayvan tersi de sizin binekleriniz için yemdir.» Rasûlullah (s.a.v.), insanların kemik parçaları ve hayvan tersleri ile is-tinca yapmalarım yasaklamış ve «Bunlar sizin kardeşleriniz cin (cinlerin) azığıdır.» demişti. Ayrıca cinlerin meskeni olduğu için yollarda idrar yapmaktan da insanları menetmiş idi.

Rasûlullah (s.a.v.), yanına gelen cinlere Rahman sûresini okumuş ve:

«Öyleyken, Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlarsınız?» ayet-i kerimesine geldiğinde onlar şu karşılığı vermişlerdi: «Hayır, Ey Rabbimiz, senin nimetlerinden hiç birşeyi yalanlamıyoruz. Hamd, sanadır.»

Rasûlullah (s.a.v.), insanlara Rahman sûresini okuyupta onlar cevap vermediği zaman cinleri onlara karşı överek şöyle demişti: «Cinler daha güzel karşılık veriyorlardı, onlara; «Öyleyken, Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlarsınız?» ayetini okuduğum zaman mutlaka şu cevabı veriyorlardı: «Hayır, Ey Rabbimiz, senin nimetlerinden hiç birini yalanlamıyoruz. Hamd, sanadır.»

Cinlerden mü'min olanlarının Cennet'e girip girmeyecekleri veya onlardan Allah'a itaat edenlerin mükafatlarının sadece Cehennem azabı görmeyecekleri hususunda ihtilafa düşülmüştür. Sahih kavle göre onlar, Cennet'e gireceklerdir. Kur'ân'm şu ayetleri bu hususta genel, bir bilgi vermektedirler.

«Rabbine karşı durmaktan korkan kimseye iki Cennet vardır. Öyleyken, Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlarsınız?» (cr-Rahmân,46-47.)

Allah, bununla onlara lütufta bulunduğunu beyan buyurmuştur. Eğer cinlerin mü'min olanları Cennet'e girmeyecek olsalardı, Cenâb-ı Allah, bahşetmiş olduğu nimetleri onlara hatırlatmaz ve buna gerek duymazdı. Bu da bu konuda bizim için müstakil ve yeterli bir delildir. Doğrusunu Allah bilir.

Buharî, Ebu Sa'saa'dan rivayet etti ki, Ebu Said el-Hudrî kendisine şöyle demiştir:

«- Görüyorum ki sen, koyunları ve çölü çok seviyorsun. Eğer çölde ve koyunlarının arasında bulunup ta ezan okursan sesini yükselt, çünkü müezzinin sesini duyan cinler, insanlar ve her şey, kıyamet gününde onun lehinde şahitlik yapacaktır.»

Ebu Said dedi ki: «Ben bu sözü, bizzat Rasûlullah (s.a.v.)'dan işittim.» Cinlerin kafir olanlarına gelince, şeytanlar bunlardandır. Şeytanların lideri de insanlığın atası Adem (a.s.) peygambere düşman olan îb-lis'tir. İblis'in hem kendisi, hem de zürriyeti, Adem (a.s.) peygambere ve onun zürriyyetine musallat olmuştur. Cenâb-ı Allah, kendisine iman edip peygamberlerini tasdik eden ve onların şeriatlerine uyan kimseleri, İblis'e ve zürriyetine karşı korumayı tekeffül etmiştir. Nitekim Allah buyurmuş ki:

«Doğrusu, benim mü'min kullarım üzerinde senin bir hakimiyetin olamaz. Rabbin, vekil olarak yeter.» <el-Isrâ,65.)

«Andolsun ki İblis, onlar hakkındaki görüşünü doğru çıkartmış, inananlardan bir topluluk dışında hepsi ona uymuşlardı. Oysa İblisin onlar üzerinde bir nüfuzu yoktu. Ama biz, ahirete inanan kimselerle, ondan şüphede olanları işte böylece ortaya koyarız. Rabbin, her şeyi gözetip koruyandır.» (Scbe',20-21.)

«Ey İnsanoğullarıî Şeytan, ayıp yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak ananızı, babanızı Cennet'ten çıkardığı gibi sizi de şaşırtmasın. Sizin onları görmediğiniz yerlerden, o ve taraftarları sizi görürler. Biz, şeytanları, inanmayanlara dost kılarız.» (el-A'râf,27.)

«Rabbin meleklere: «Ben, balçıktan, işlenebilen kara topraktan bir insan yaratacağım. O'nü yapıp ruhumdan üflediğimde ona secdeye kapanın.» demişti. Bunun üzerine, İblis'in dışında bütün melekler secde ettiler. O, secde edenlerle beraber olmaktan çekindi.

Allah: «Ey İblis! Secde edenlerle beraber olmaktan seni alıkoyan nedir?» dedi.

O: «Balçıktan, işlenebilen kara topraktan yarattığın insana secde edemem.» dedi.

«Öyleyse defol oradan, sen artık kovulmuş birisin. Doğrusu, hesab gününe kadar lanet sanadır.» dedi.

«Rabbim! Beni hiç olmazsa, tekrar dirilecekleri güne kadar ertele.» dedi.

Allah: «Sen, bilinen gün gelene kadar bırakılandansın.» dedi.

«Rabbim! Beni saptırdığın için, andolsun ki yeryüzünde fenalıkları onlara güzel göstereceğim. Halis kaldığın kulların bir yana, onların hepsini saptıracağım.» dedi.

Allah şöyle dedi: «Benim gerekli kıldığım dosdoğru yol budur. Kullarımın üzerinde senin bir nüfuzun olamaz. Ancak sana uyan sapıklar, bunun dışındadır. Ve Cehennem, onların tamamının toplanacağı yerdir. O Cehennemin yedi kapısı olup, her kapıdan onların girecekleri ayrılmış bir kısım vardır.» (el-Hicr,28-45.)

Cenâb-ı Allah, bu kıssayı, Bakara, A'râf, Hicr, İsrâ, Tâhâ ve Sâd sûrelerinde anlatmıştır. Bu sûreleri tefsir ederken gerekli açıklamaları yaptık. Allah'a hamd olsun. Bu konuyu Adem peygamberin kıssasında da inşaallah anlatacağız. Kısaca demek istediğimiz şudur ki Cenâb-ı Allah, İblisi -kullarını imtihan edip denemek için- kıyamet gününe kadar yaşatacaktır. Nitekim bir ayet-i kerimede yüce £Hah şöyle buyuruyor:

«Oysa İblis'in onlar üzerinde bir nüfuzu yoktu. Ama biz ahirete inanan kimselerle ondan şüphede olanları, işte böylece ortaya koyarız. Rabbin, her şeyi gözetip koruyandır.» (Sebe',21.)

«İş olup bitince, şeytan: «Doğrusu, Allah size gerçeği va'd etmişti. Ben de size söz verdim, ama sonra caydım, esasen sizi zorlayacak bir nüfuzum yoktu. Sadece çağırdım. Siz de geldiniz. O halde beni değil, kendinizi kınayın. Artık ben, sizi kurtaramam. Siz de beni kurtaramazsınız. Ben, Allah'a ortak koşmanızı daha önce kabul etmemiştim. Doğrusu, zalimlere can yakan bir azap vardır.» der.

İnanan ve yararlı işleri yapanlar, içlerinden ırmaklar akan Cennetlere konulurlar. Rablerinin izni ile orada temelli kalırlar. Oradaki dirlik temennileri: «Selâm» dır.» (lbrâhîm,22-23.)

Kur'ân nassmdan da anlaşılacağı gibi lanetli İblis, şu anda diridir ve kıyamet gününe kadar yaşayacaktır. Onun deniz üzerinde tahtı vardır. Tahtının üzerinde oturur. Çetelerini de -insanlar arasına şer ve fitne bırakmaları için- etrafa gönderir. Yüce Allah buyurmuştur ki:

«Esasen şeytanın hilesi zayıftır.» (en-Nisâ,76.)

Ma'siyet işlemeden önce İblis'in adı Azazil idi. Nakkaş in ifadesine göre onun künyesi Ebu Kerdüş imiş. Bu sebeple Peygamber (s.a.v.), îbn Sayyad'a: «Ne görüyorsun?» diye sorup İbn Sayyad: «Su üzerinde bir taht görüyorum.» dediğinde şu cevabı vermişti: «Alçal! Sen haddini ve sınırını aşamazsın.» Peygamber (s.a.v.), İbn Sayyad'm yaptığı mükaşefenin, İblis'in takviyesi ile yapılan şeytani bir mükaşefe olduğunu ve bu yüzden İblis'in deniz üzerindeîd tahtım gördüğünü anlamış ve ona şöyle demişti: «Alçal! Sen haddini ve sınırım aşamazsın.» Yani hakir, hasis ve alçak değerinden öteye gidemezsin.

İblis'in tahtının deniz üzerinde olduğunun delili şu hadistir:



>>>>Devam
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
İmam Ahmed b. Hanbel, Cabir b. Abdullah'tan rivayet etti ki, Rasû-lullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«İblisin tahtı deniz üzerindedir. Her gün çetelerini gönderir. Bu çeteler, insanlar arasında fitne çıkarırlar, bunlardan İblis yanında en yüksek makam sahibi olanlar, insanları fitneye düşürmede eri büyük olanlardır.»

İmam Ahmed b. Hanbel, Cabir b. Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu işittim:

«İblis'in tahtı deniz üzerindedir. Çetelerini gönderir, bunlar, insan-,ları fitneye düşürürler. Onun yanında bu çetelerden en büyük olan, insanları fitneye düşürme hususunda en büyük olandır.»

İmam Ahmed b. Hanbel, Cabir b. Abdullah'tan rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.), İbn Said'e şöyle sormuştur:

- Ne görüyorsun?

- Su üzerinde bir taht görüyorum (veya ibn Said şu cevabı vermişti: deniz üzerinde, çevresinde yılanlar bulunan bir taht görüyorum.)

- İşte bu taht, İblis'in tahtıdır.»

İmam Ahmed b. Hanbel, Cabir b. Abdullah'tan rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«Doğrusu şeytan, namaz kılan kimselerin kendisine ibadet etmelerinden ümidini kesmiştir. Ancak onların arasında fesat çıkarmak için çabalar.»

Müslim, Cabir b. Abdullah'tan rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«Şeytan, tahtını su üzerine kurar, sonra çetelerini insanlara gönderir. Çetelerinden onun yanında en yakın mertebede bulunanlar, insanlar arasında en çok fitne çakaranlardır. Bunlardan biri, Şeytanın yanına gelir ve: «Falanla o kadar uğraştım, nihayet onu şu ve şu halde bırakıp geldim» der. İblis te ona, «Vallahi bir şey yapmış değilsin.» diye karşılık verir. Bir başkası gelir, o da: «Ben falan adamla uğraştım, nihayet onunla ailesini birbirinden ayırdım.» der, İblis onu yanına yaklaştırır ve ona: «Sen ne iyi yapmışsın.» diye cevap verir.

Biz bu hadisi, «Halbuki bu ikisinden, koca ile karısının arasını ayıracak şeyler Öğreniyorlardı.» (cl-Bakara,ıo2.) ayet-i kerimesinin tefsirini yaparken nakletmiştik. Yani insi ve cirmi şeytanlardan elde edilen büyü yoluyla dostlar ve sevgilileri birbirlerinden ayırabilirler. Bunun için İblis, insanları ve dostları birbirinden aynan ve bu uğurda çaba sarfeden çetelerine teşekkür ediyor, Allah'ın kınadığı ve yerdiği işi yapan kimseyi Övüyor, Allah'ın hoşlanmadığı şeyden hoşlanıyor. Allah in laneti onun üzerine olsun, Her türlü şerre, kötülüğe, şer ve kötülüğün sebep ve gayelerine karşı koruyucu birer kalkan olarak Cenâb-ı Allah, Muavvizeteyn sûrelerini inzal buyurmuştur. Özellikle şu sûre, yüceliğiyle kötülüklere ve şerre karşı koruyucu bir kalkandır:

«Ey Muhammed! De İd: İnsanlardan, cinlerden ve insanların gönüllerine vesvese veren o sinsi vesvesecinin şerrinden, insanların tanrısı, insanların hükümranı ve insanların Rabbi olan Allah'a sığınırım.»

Buhari ve Müslim'in sahihlerinde Safiye binti Hüyey'den rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«Doğrusu şeytan, ademoğlunun kanının dolaştığı yerlerde dolaşır.» Hafız Ebu Ya'lâ el-Musılî, Enes'ten rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«Şeytan burnunu ademoğlunun kalbinin üzerine koyar. Ademoğlu, Allah'ı zikrederse, şeytan geri çekilir. Eğer ademoğlu Allah'ı anmayı unutursa, şeytan onun kalbini yıkar; İşte vesveseci ve sinsi şeytan budur.»

Cenâb-ı Allah'ı anmak, şeytanı kalbten uzaklaştıran bir iksir olduğuna göre bunda insanlar için bir ibret vardır. Nitekim Allah Teâlâ buyurmuş ki: «Unuttuğun zaman Rabbini an.» (oi-Kehf,24.)

Musa peygamber'in arkadaşı da şöyle demişti. «Bana O'nu hatırlamamı unutturan ancak şeytandır.» (el-Kehf,63.)

Yüce Allah buyurdu ki: «Ama şeytan, efendisine onu hatırlatmayı unutturdu.» (Yûsuf,42.)

Yani saki, Yusuf peygamberin kendisine, «Beni hükümdarının yanında an.» diye yaptığı tenbihatı unuttu. Bunu ona şeytan unutturdu. Bu yüzden Yusuf peygamber bir kaç sene daha bekledi. Bu sebepledir ki daha sonraki ayette Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

«Hapisteki iki kişiden kurtulmuş olanı, nice zaman sonra Yusuf u hatırladı.» (Yûsuf,45.)

Bu ayet-i kerimedeki "ümmet" kelimesini, "emmet" şeklinde okuyanlar da olmuştur. Emmet kelimesi, unutmak anlamındadır. Yani "Hapisteki iki kişiden kurtulan, unuttuktan sonra Yusuf u hatırladı." Tefsirimizde de açıkladığımız gibi "O iki kişiden Yusuf u anmayı unutan kişi sakidir." deyişimiz bundandır. Doğrusunu Allah bilir.

İmam Ahmed b. Hanbel, Redifin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Peygamber (s.a.v.)'in merkebinin ayağı sürçtü. Ben de; «Şeytanın nefsine...» dedim. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) bana şöyle dedi: «Şeytanan nefsine deme. Çünkü sen, şeytanın nefsine dediğin zaman o büyük-lenir ve: «Ben gücümle onu yıktım.» der. Ama sen, Allah'ın adıyla dediğin zaman o küçülür. Öyleki, kara sinek kadar ufalır.»

İmam Ahnıed b. Hanbel, Ebu Hüreyre'den rivayet etti ki, Rasûlul-lah (s.a.v,) şöyle buyurmuştur:

«Sizden biri mescidte bulunupta şeytan onun yanma gelirse, şeytan, kişinin (kaçıp giden) bineğinden ümidim kestiği gibi ondan ümidini keser. Bineği durduğu zaman kişi bineğini sıkıştırır ve gemler.»

Ebu Hüreyre dedi İd: Siz de bunu görüyorsunuz, sıkıştırılan kimse-. nin sağa sola şöyle veya böyle eğildiğini, Allah'ı zikretmediğini görürsün. Zorlanan kimse ise ağzı açıktır, Aziz ve Celil olan Allah'ı anmaz.

İmanı Alımed b. Hanbel, Ebu Hüreyre'den rivayet etti İd, Rasûlul-lah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«Nazar değmesi gerçektir. Bunu şeytan ve ademoğlünun kıskançlığı getirir.»

İmam Ahmed b. Hanbel, İbn Abbas'm şöyle dediğim rivayet etmiştir:

«Adamın biri, Peygamber (s.a.v.)'e gelip şöyle dedi:

«Ya Rasûlalîah, içimden öyle bir şey geçiyor ki onu başkasına açıkla-maktansa gökten yere düşmeyi yeğlerim.» Peygamber (s.a.v.), bunun üzerine şöyle buyurdu: «Allahu Ekber, şeytanın hilesini vesveseye dönüştüren Allah'a hamdolsun.»

Buharî, Ebu Hüreyre'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«Şeytan, sizden birinize gelir ve şunu kim yarattı, şunu kim yarattı?», «Rabbini kim yarattı?» diye sorar, iş bu noktaya geldiği zaman kişi,. «Allah'a sığınırım.» desin ve onunla konuşmasına son versin.»

Yüce Allah buyurdu ki:

«Allah'a karşı gelmekten sakınanlar, şeytan tarafından bir vesveseye uğrayanca Allah'ı anarlar ve hemen gerçeği görürler.» (e!-A'râf,2oı.)

«De ki: «Rabbim! Şeytanların kışkırtmalarından sana sığınırım. Rabbim! Yanımda bulunmalarından da sana sığınır:m» (ei-Mü'mînûn.97-98.)

«Şeytan seni dürtecek olursa Allah'a sığın. Doğrusu O, işitir ve bilir.» (el-A’âf,200.)

«Kur'ân okuyacağın zaman, kovulmuş şeytandan Allah'a sığın. Doğrusu şeytanın, inananlar ve yalnız Rablerine güvenenler üzerinde bir nüfuzu yoktur. Onun nüfuzu sadece, onu dost edinenler ve Allah'a ortak koşanlar üzerindedir.» (en-Nahi, 98-ıoo.)

İmam Ahmed b. Hanbel ile sünen sahihleri, Ebu Sai-d'in şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle derdi:

«Kovulmuş şeytandan, onun dürtmesinden, üflemesinden ve kibrinden, işiten ve bilen Allah'a sığınırım.»Buharî ve Müslim'in sahihlerinde Enes'ten rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.) helaya girerken:

«Pisliklerden ve kötülüklerden Allah'a sığınırım.» derdi.

Âlimlerden bir çoğu dedi İd: Peygamber (s.a.v), helaya girerken şeytanların erkeklerinden ve dişilerinden Allah'a sığınırdı.

İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Hüreyre'den rivayet etti İd: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: «Biriniz abdest bozmaya gittiği zaman örtünsün. Örtünecek bir şey bulamadığı zaman bir kum yığını meydana getirsin ve bu yığının arkasında def-i hacette bulunsun. Çünkü şeytan, ademoğullannın arkaları iîe oynar. Örtünmek için tedbir alan kimse iyi yapar. Ama imkan bulamayan kimse için sorumluluk yoktur.»

Buharî, Süleyman b. Sard'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: İki kişi Peygamber (s.a.v.)in yanında birbirlerine küfrettiler. Biz de orada oturmakta idik. Bunlardan biri, yüzü kızarmış ve öfkelenmiş olarak diğerine küfretti. Peygamber (s.a.v.) bunun üzerine şöyle buyurdu:

«Öyle bir kelime biliyorum ki, eğer bu adam o kelimeyi söyleyecek olursa öfkesi gider. Eğer; "Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım." derse, Öfkesi gider.»

Küfreden adama mecliste bulunan kimseler: «Peygamber (s.a.v.)'in dediğini işitmiyor musun?» dediklerinde o adam: «Ben deli değilim.» dedi.

İmam Ahmed b. Hanbel, İbn Ömer'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«Sol elinizle yemeyin ve içmeyin, çünkü şeytan sol eliyle yeyip içer.»

İmam Ahmed b. Hanbel, Hz. Aişe'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«Bir kimse sol eliyle yemek yerse şeytan da onunla beraber yer, bir kimse sol eliyle içerse şeytan da onunla beraber içer.»

İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Peygamber (s.a.v.), ayakta su içen bir adamı görünce ona şöyle dedi:

- Kus!

- Niçin?

- Kedi'nin seninle beraber içmesinden hoşlanır mısın?

- Hayır.

- Kedi1 den daha kötü bir varlık, yani şeytan seninle beraber içti.» İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Hüreyre'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«Ayakta su içen kişi, karnına ne girdiğini bilseydi mutlaka kusardı.» İmam Ahmed b. Hanbel, îbn Zübeyrin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Cabir b. Abdullah'a şu hadisi sordum: «Kişi evine girerken ve yemek yerken Allah'ın adını anarsa, şeytan kendi yardımcılarına: «Burada geceleme yeriniz ve yiyeceğiniz yoktur.» der. Kişi eve girerken Allah'ın adını anmazsa, şeytan yardımcılarına: «Geceleyecek yer buldunuz.» der. Yemek yerken Allah'ın adını anmazsa, o zaman şeytan yardımcılarına: «Hem geceleme yerini, hem de akşam yemeğini elde ettiniz.» der.» Sen bu hadisi Rasûlullah'tan işittin mi?

Cabir de, «Evet, işittim.» dedi.

Buharî, İbn Ömer'den rivayet etti İd, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«Güneş kursunun ucu göründüğünde namazı bırakın. Tam olarak doğmasını ve ortaya çıkmasını bekleyin, Güneş kursunun ucu ufukta battığında namazı bırakın. Tam olarak batıp kaybolmasını bekleyin. Namazınızı, Güneş'in doğuşu ve batışı vaktine bırakmayın. Çünkü Güneş, şeytanın (veya şeytanların) iki boynuzu arasından doğar.»

Buharî, İbn Ömer'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.)'m doğu tarafını göstererek şöyle buyurduğunu gördüm: «İşte fitne, şu taraftadır. Fitne, şeytanın boynuzunun çıktığı taraftadır.»

Sünen'de rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.), insanların gölgelik ve güneşlik yerler arasında oturmalarını menetmiş ve: «Burası şeytanın oturduğu yerdir.» demiştir. Alimler bu hadisin çeşitli manalarının olduğunu söylemişlerse de bu manalar arasında en güzeli şudur: İnsan, gölge ve güneşlik yerin kesiştiği noktada oturunca yaratılışı bozulur. Şeytan da bunu ister. Çünkü kendisinin yaratılışı bozuktur. Zihinlere yerleşen mana budur. Bu sebeple yüce Allah buyurmuş ki:

«Tomurcukları, şeytan başı gibidir.» (es-SâflM,65.)

Sahih kavle göre burada sözü edilen şey, yılanlar değil de şeytanlardır. Çünkü nefislere şeytanların çirkinliği ile - kendileri istemeseler bile- meleklerin güzel yaratılışı yerleştirilmiştir. Bu yüzden Cenâb-ı Allah; «Tomurcukları, şeytan başı gibidir.» demiştir.

Yusuf peygamberin güzelliğini gördükleri zaman kadınlar şöyle demişlerdi:

«Allah'ı tenzih ederiz ama, bu insan değil ancak çok güzel bir melektir.» (Yûsuf,31.)

Buharî, Cabir'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«(Güneş batıp) gece karanlığı, yahut gecenin bir kısmı hasıl olduğu zaman, (çocuklarınızı dışarı çıkarmaktan) menediniz. Çünkü şeytanlar o sırada dağılır (faaliyete geçer)ler. Yatsıdan sonra bir saat geçince de (dışarıdaki) çocuklarınızı (meskeninize) koyunuz. Ey mü'min, o zaman Allah'ın ismini anarak (Bismillâhirrahmânirrahîm diyerek) kapını kapa, Besmele ile kandilini söndür, su kırbanın ağzını Besmele ile bağla, yine Besmele ile kapkacağını kapat. Velevki o kap üzerine enine (tahta parçası gibi) bir şey konsun.»

İmam Ahmed b. Hanbel, Cabir'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«(Güneş battığı zaman gece karanlığı çökünce) kapılarınızı kapatın, kapkacağjnızı Örtün, kırbanızın ağzını bağlayın, kandilinizi söndürün. Çünkü şeytan, kilitli kapıyı açmaz, kapalı kapları ve ağzı bağlı kırbaları kırmaz, küçücük fasıklar yani (fareler) sahiplerine karşı evi tutuşturmaya gayret ederler.»

Buharî, İbn Abbas'tan rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«Sizden biri uykusundan uyanıp ta abdest alırsa, üç kez burnuna su alıp sümkürsün. Çünkü şeytan, geceyi onun genzinde geçirir.»

Buharî, Ebu Vail'den rivayet etti ki, Abdullah şöyle demiştir: «Geceyi uykuyla geçirip sabahlayan (namaz kılmayan) bir adamdan Hz. Pey-gamber'e söz edildi. Hz. Peygamber de o adam için, «O öyle bir adamdır ki, şeytan onun kulaklarına idrarını yapmıştır.» dedi.

Buharî, Ebû Hüreyre'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«Namaz için ezan okunduğunda şeytan yellenerek arkasını dönüp gider, ezan tamamlandığında geri gelir, namaza yöneiindiğinde tekrar arkasını dönüp gider, namaz tamamlandığında dönüp gelir, nihayet insan ile kalbi arasına girer ve: "Şunu hatırla, şunu hatırla" der. Kişi de bu yüzden üç rekat mı, dört rekat mı kıldığını bilemez. Bu durumda kişi, sehiv secdesi yapar.»

İmam Ahmed.b. Hanbel, Enes'ten rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«Safları sık ve düzgün tutun. Çünkü şeytan, boşluklara girer.»


>>>>Devam
 
Üst Alt