Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Resulullah´ın Hz. Ali´ye Vasiyyeti

abdullahadem

New member
Katılım
3 Ağu 2006
Mesajlar
172
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
32
Sahabe Rasulullah ile müslüman olarak görüşen ve konuşanlardır.Hz Vahşi Hz.Hamzayı şehit etmiş sonrada müslüman olmuştur.Hz.Muaviye ile Hz.Ali arasında sorun çıkmıştır.
Vesselam...
 

Mechul Filozof

New member
Katılım
21 Ağu 2006
Mesajlar
19
Tepkime puanı
0
Puanları
0
abdullahadem' Alıntı:
Sahabe Rasulullah ile müslüman olarak görüşen ve konuşanlardır.Hz Vahşi Hz.Hamzayı şehit etmiş sonrada müslüman olmuştur.Hz.Muaviye ile Hz.Ali arasında sorun çıkmıştır.
Vesselam...

.
Hz Muaviye-ile-Hz Ali arasında ne'den so-run çık'mış'tır..
.
ve hangi-si haklı-dır..
.
.
.

;,,
 

Mechul Filozof

New member
Katılım
21 Ağu 2006
Mesajlar
19
Tepkime puanı
0
Puanları
0
caferi_humeyni' Alıntı:
Ayrica Muaviye Hz.hasan Efendimizi Oldurmüştür

Gerçekten-mi,
.
.
.
UBI DUBIUM IBI LIBERTAS
.
- Suphenin oldugu yer-de ozgur-luk vardır..
.
.
.
Araştır-mak,, çok iyi

;,,
 

abdullahadem

New member
Katılım
3 Ağu 2006
Mesajlar
172
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
32
Burada haklı olanı bulmuyacağız biz ikiside sahabe olduğu için asla ama asla söz söyleyemeyiz çünkü ikisi de Sahabe=ashabtandır.
Hz.Muaviye Hz.Hasan ı öldürmemiştir.
Vesselam...
 

abdullahadem

New member
Katılım
3 Ağu 2006
Mesajlar
172
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
32
Hadisin ifade ettiği mânânın tahliline geçmeden önce, üzerinde durup hatırlatmakta fayda mülâhaza ettiğim bir hususu arz etmek istiyorum: Sahabe-i Kiram efendilerimizin hemen hepsi, değerler üstü değere sahiptirler ve bizim kriterlerimizle değerlendirmeye tâbi tutulmayacak kadar muallâdırlar. Günümüzde, onları kritiğe tâbi tutan bir kısım kendini bilmezler, onların büyük bir titizlikle üzerinde durup, kelimesi kelimesine bize o altın çağdan naklettiklerini kritiğe tabi tutmakta ve kendi vehimlerinde oluşturdukları sisle, dumanla onları karalamaya çalışmaktadırlar. Gariptir bunlar, İmrü’ü’l-Kays, Ferezdak, Tarafe ya da Mütenebbî gibi kimselerin sözlerini nahiv ve belâğatta esas aldıkları halde, hadis rivayetinde Sahabe’ye o ölçüde güvenmemektedirler. Oysaki Sahabe-i Kirâm, hadis rivayetinde insan üstü bir hassasiyet göstermiş ve fevkalâde titiz davranmışlardır; zira onlar bilmektedirler ki hadis, gayr-i metlüv vahiydir, ahzi ve muhafazası hususî ihtimam ister. Hadislerin her kelimesi tıpkı bir kuyumcu titizliğiyle seçilerek kullanılmış ve her birinin bir i’câz yönü söz konusudur.

Bir örnek olarak aynı i’câzı, Allah Resûlü’nün yukarıda zikredilen hadis-i şerifinde de görmek mümkündür. Kur’ân-ı Kerim, bir hakikat-ı külliyenin küçük bir kenarını göstererek, daha sonra zuhur edecek aynı tür hâdiseleri haber verdiği gibi; Allah Resûlü (sav) de, gayb-bîn gözüyle gördüğü gelecekle alâkalı olayları bu ve benzeri hadislerle haber vermiştir.

Bu hadis-i şerifte Allah Resûlü’nün (sav), âhir zamanda, dine girmeleriyle çıkmaları bir olan bazı kimseleri, avın bir tarafından girip öbür tarafından çıkan oka benzetmesi dikkat çekicidir. Bilindiği gibi ok, avın bir tarafından nasıl girmişse, kendisine bir şey takılmadan, bulaşmadan öbür tarafından da öyle çıkar. İşte “İslâm’ı kabul ettik” deyip onunla müşerref göründüğü halde, onun ruh ve mânâsından hiç mi hiç istifade edemeyen kimselerin, böyle bir oka benzetilmeleri, teemmülsüz, tetkiksiz, hissiz, şuursuz câmidâne, süratle ve hiçbir şey duymadan İslâm’a girmesiyle çıkması bir bazı kimselerin hallerini ifade bakımından fevkalâde mânidârdır.

Yine Allah Resûlü (sav), âhir zaman fitneleriyle alâkalı başka bir hadislerinde: “Ümmetimden bir kısım gruplar çıkacak, bunları bid’alar istila edecek, tıpkı kuduz, kuduza yakalanan kimsede hiçbir damar, hiçbir mafsal bırakmayıp her tarafını sardığı gibi, bu bid’a da onların her hallerine sirâyet edecektir.” buyurarak, o dönemde meydana gelen bid’atları, vücudun her organına sirâyet edip orada tesirini gösteren kuduz hastalığına benzetir. Bu misâl, Sünnet-i Seniyye’nin terkinin yanında bid’atların, insan hayatını dört bir yandan kuşatmasını ifade bakımından fevkalâde mânidardır. Zira bid’atlar, kişinin ruh dünyasına tıpkı bir virüs gibi girer, sonra da kılık-kıyafetten oturup-kalkmaya kadar onun her halinde kendisini gösterir.

Bu hadiste dikkat çeken bir başka husus da, Allah Resûlü’nün; “Yaratılmışın en hayırlısının sözünü söyler ve Kur’ân okurlar..” ifadesidir. Aynı mânâda başka bir hadis-i şerifte de: “Siz, kendi amellerinizi onların amellerinin yanında küçük görür ve hafife alırsınız.” buyurmaktadır ki, irtihal hâdisesinden kısa bir süre sonra, karmakarışık hâdiselerin sevimsiz lisanıyla Sahabe’ye bir kere daha “Muhammedün Resulullah” dedirtecek keşmekeşi ifade açısından ne ürpertici bir üslûptur!

Bu hususta ilk dikkatimizi çeken hiç şüphesiz, Asr-ı Saadet’e yakın, o dönemde zuhur eden Hâricilîk olayıdır. Onlar, dinde, günaha giren bir insanın kâfir olacağına inanacak kadar hassas düşünmüş ve ibadet ü taatlerinde olabildiğine dikkatli davranmışlardır. Hatta bu çerçevede yalan söylemeyi küfür saydıklarından, onca taşkınlıklarına rağmen hadisçiler, onların rivayet ettikleri hadisleri kabul etmişlerdir. Yine onlar, Kur’ân varken yapılacak başka içtihatları kabul etmemiş; etmemiş ve bundan dolayı, Ebû Musa el-Eş’arî ile Amr İbn Âs’ın hakemlik için bir araya gelmelerini, Hz. Ali (ra) ile Hz. Muaviye’nin küfrüne vesile saymışlardır.. evet, Hz. Ali de, Muaviye de kâfir oldu demişlerdir.

Onlar, Müslümanlığı kendi hesaplarına bu kadar derince yaşamalarına rağmen, davranışlarında aşırı, saldırgan ve dengesizdirler. Evet onlar, Hz. Ali (ra) ve Hz. Muaviye gibi şerefli sahabilere kâfir dedikleri gibi, “Lâ ilâhe illallâh” diyen pek çok kimseyi de kâfir saymaktadırlar. İşte bütün bunlar göstermektedir ki Hâricîler, Allah Resûlü’nün ifadeleri içinde, İslâmiyet’in içine bir ok gibi girmişler; girdikleri gibi de hiçbir şey elde etmeden ve duymadan çıkıvermişlerdir. Hz. Ali (ra), Sıffîn Savaşı’nda kolunda “ben” veya “ur” olan birini görünce, İbn Abbas’ın (ra), Efendimiz’in: “İşte bunlar sana karşı savaşacak ey Ali!” sözünü hatırlatması üzerine, onların öldürülmesini kendi hakkaniyetine delil saymış ve Peygamberimizi her zaman doğru çıkaran Allah’a hamdetmişti...

Benzeri örneklerin, günümüzde de yaşandığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Şöyle ki, Allah Resûlü (sav), Deccal’le ilgili bir hadislerinde, âhir zamanda Deccal’in ortaya çıktığı dönemde, Horasan civarında yetmiş bin taylasanlı (sarıklı) insanın ona iltihak edeceğini haber vermiştir. Bir dönemde komünist düşünce yaygınlaşmaya başladığında, kendisini Müslüman sayan nice insan, namaz kılıp hacca gittiği ve İslâm’ın diğer rükünlerini yerine getirdiği halde; İslâm’ın emirlerine karşı, “14 asır önce inmiş köhne düşünceler..” -haşa- deyip komünizm ideolojisine temennâ durmuşlardı.. durmuş, küfr ü küfrânın her tarafa yayılması karşısında yer yer hıçkıra hıçkıra ağladığı ve Rabbin huzurunda edeple durup ibadet ü taatte bulunduğu halde, bir vahşi sisteme karşı ses çıkarmamış, hatta “ale’r-re’si ve’l-ayn” diyerek hüsnükabul göstermişlerdi.

Aynı şekilde, günümüzde, ibadetlerinde bir hayli hassas davrandıkları halde, İslâm’ın gurbetini kendine dert bile edinmeyen ve böylece amelî münafıklık içine düşen nice insan vardır.. hele bazılarının Müslümanlık adına bir kısım folklorik hareketlerle mütesellî olduklarını gördükçe, “Acaba Allah Resûlü (sav)’in haber verdiği insanlar bunlar mı?” diye endişe duymamak elden gelmiyor.

Hâsılı; Allah Resûlü (sav), kıyamete yakın zamanda cereyan edecek çeşitli hâdiseleri, bu ve benzeri hadislerle haber vermiştir ki, O’nun gayb-bîn gözüyle görüp haber verdiği bu tür olayların bir bir cereyan etmesi, O’nun Sadık u Masdûk olduğunun apaçık delilidir.
 

Abd

New member
Katılım
28 Tem 2006
Mesajlar
225
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
40
Mechul Filozof' Alıntı:
.
Hz Muaviye-ile-Hz Ali arasında ne'den so-run çık'mış'tır..
.
ve hangi-si haklı-dır..
.
.
.

;,,

o ikisinin arasında bir sorun çıkmış olabilir bu günde iki müslüman arasında sorun çıkabilir. o onların sorunudur. mümine ancak ve ancak belki aralarını düzeltmek düşer. ben bu meselenin zerre kadar değer taşımadığını ve sürekli müslüman topluma zarar verdiğine inanıyorum. (inanç biraz hafif kaldı ama :) )

bu mesele tartışılabilir ama tarafsız ve bilgili insanlar tarafından. aksi takdirde tribünden solagan savaşına girişen stdyuma dönüyor ortam.

ikinci bir mesel diyelimki Hz Ali haklı olsun bu bu gün onun yolundan gittiğini söyleyen grubun hak olduğunu ıspat etmez yada aksi halde diğer tarafın doğru yolda olduğunu göstermez. biliyorum bu mesele hep tartışılmaya devam edecek ama ben düşüncelerimi bildirdikten sonra geri çekilip izleyecem :) çünkü benim ahiretimle alakalı bir konu değil.
 

abdullahadem

New member
Katılım
3 Ağu 2006
Mesajlar
172
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
32
Hz Aliyi İbn-i Mülcem denilen bir harici şehnit etti.Hz Hasan ı kim şehit ettiğini bilmiyorum.Ama Hz.Hasanı müslüman şehit etmediğne eminim çünkü müslüman olan bir kişi Rasulullah soyundan olan kişiye zarar vermez.
Vesselam...
 

Mechul Filozof

New member
Katılım
21 Ağu 2006
Mesajlar
19
Tepkime puanı
0
Puanları
0
abdullahadem' Alıntı:
Burada haklı olanı bulmuyacağız biz ikiside sahabe olduğu için asla ama asla söz söyleyemeyiz çünkü ikisi de Sahabe=ashabtandır.
.
Bu mantı-ğı beğen-me'dim,,
.
Çün-kü sE-nin tanımı-Na göre;,,
Sahabe Rasulullah ile müslüman olarak görüşen ve konuşanlardır.
.
.
.
Her ""müslüman cennet-lik,, ve hata-sız mı??
............. ( --haa, denebi-lir)
- Resul'ün sohbeti, veya yanında bulun-ma'nın manéviy-yatıy'la hata yapmaz'lar..
==> mantık-sız zira imtihanın, sınavın ne mana-sı kaldı,,
Resul'ü müslüman olarak gör,, sonra çiçekli yollar.... cen-net !!!
Bizim suçu-muz?
.
Sonra bu savaş-lar da nedir...?
bazı-larının söylediği basit sorun'lar değil bun-lar........ sahabe arasın'da olan..
.
... ölen insanlar ==> başkası değil ---> Fe Gal:bir insan-ı hak''sız öldüren insanlığı.....
.
.
Bile-mi-yorum,,
""Düşünmek"" lazım....
.
.

;,,
 

abdullahadem

New member
Katılım
3 Ağu 2006
Mesajlar
172
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
32
Kardeşim hata yapmaz demiyorum hata yaparlar ama onlar Rasulullah ı görevini yaparken görmüş kişilerdir.Biz Rasulullah ı görmedik onun için onlar bizden üstün.Onlar bizden daha fazla acı çekti onlara yapılon işkenceler hiç birimize yapılmadı onun için onlara söz söylenemez.Onlar İslamiyet ikl çıktığında İslamiyeti korumuşlardır ve yaymışlardır.Onlar imtihanı çok büyük bir makamda ve zorluklarla kazanmışlardır.Biz onlar kadar üstün olamadığımız için onlara söz söyleyemeyiz.
Vesselam...
 

Mechul Filozof

New member
Katılım
21 Ağu 2006
Mesajlar
19
Tepkime puanı
0
Puanları
0
abdullahadem' Alıntı:
Kardeşim hata yapmaz demiyorum hata yaparlar ama onlar Rasulullah ı görevini yaparken görmüş kişilerdir.Biz Rasulullah ı görmedik onun için onlar bizden üstün.Onlar bizden daha fazla acı çekti onlara yapılon işkenceler hiç birimize yapılmadı onun için onlara söz söylenemez.Onlar İslamiyet ikl çıktığında İslamiyeti korumuşlardır ve yaymışlardır.Onlar imtihanı çok büyük bir makamda ve zorluklarla kazanmışlardır.Biz onlar kadar üstün olamadığımız için onlara söz söyleyemeyiz.
Vesselam...
.
.
on-""LAR""
.
.
hep'si mi?
.
Dedikleri-nize Katılı-yor-um elbet'te ama, hepsi değil, hepsi olamaz cennetlik ===> çok-çok mantık-sız!!
.
.
;,,
 

abdullahadem

New member
Katılım
3 Ağu 2006
Mesajlar
172
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
32
Rasulullahtan sahabe ile ilgili hadisler:
1.Allah beni seçti.Benim için ashabı seçti.Onlar bana yardımcı ve akraba oldular.Kim ki onlara fena söz söylerse,Allah'ın meleklerin ve bütün insanların laneti onun üzerine olsun.Allah kıyamette böyle kimselerden ne farz ve nede nafile ibadet kabul edecektir.

2.Ümmetimin en hayırlısı benim zamanımda yaşayanlardır.

3.Ashabım yıldızlar gibidir.Hangisine uyarsanız doğru yola ulaşırsınız.

4.Allah'tan korkun.Ashabım hakkında Allah'tan korkun.Benden sonra onları hedef edinmeyin.Kim ki onları severse,bana olan muhabbetinden sever.Ve kim ki onlara buğzederse(kin güderse nefret ederse)bana buğzetmiş,kim bana eza etmiş olursa Allah a eza etmiş olur.Ve onu da Allah'ın perişan etmesi yakındır.

5.Bir kimse ashabımı,zevcelerimi ve ehli beytimi sever ve onlara dil uzatmaz,dünyadan da onlara sevgi üzerine çıkarsa ,kıyamet gününde (cennette)benimle birlikte olur.

Vesselam...
 

abdullahadem

New member
Katılım
3 Ağu 2006
Mesajlar
172
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
32
Hepsi çünkü hepsi İslam için eziyet çekti.Ve hepsi bizden daha fazla islamı yaşadı.Bütün emirlerini yerine getirdiler islamın biz getirebiliyor muyuz ?
Getiremediğimize göre onlar bizden üstün.
Vesselam...
 

abdullahadem

New member
Katılım
3 Ağu 2006
Mesajlar
172
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
32
Bediüzzaman'da sahabe telakkisi


1- Sahabe hakkında Ehl-i Sünnetin görüşü

Ehl-i Sünnet, Hz. Muhammed'i (aleyhissalatu vesselâm) risaletine iman etmiş olarak görüp aynı imanla ölen kimseye Sahabe der.1 Bu görüşme kısa da olsa fark etmez. "Uzun müddet beraberlik", "Hz. Peygamberle savaşa katılmış olmak", "hadis rivayet etmek" gibi şartlar ileri sürenler de olmuştur. Ancak bunlar münferid görüşlerdir, kaide olmamışlardır.

Yine ehl-i sünnete göre, Sahabenin hepsi adalet sahibidir.2 Yani, dinî mevzularda bilerek yalan söylemezler. Hz. Peygamberden her ne rivayet ederlerse doğru söylerler. Dinle ilgili bütün sözlerine itimad edilir. "Yalan söylemiş olabilir" diye, bir tereddüt ve kuşkuyu Ehl-i Sünnet âlimleri caiz görmezler. Bu kanaati bütün Sahabeler hakkında taşırlar. Adalet meselesinde "Sahabelik" şerefine eren herkesi bir tutarlar, hiçbir ayırım yapmazlar.

"Adâlet sahibi olma" tabiri, âlimlerin dilinde farklı mânâlarda kullanılmıştır.3 Bu tabir sahâbe hakkında kullanılınca ne kastedildiği, iyi bilinmesi gereken bir husustur. Hemen belirtmek isteriz: Bununla, onların günahtan, kusurdan mâsum oldukları kastedilmez. Ehl-i Sünnete göre, masumluk, yani ismet, yani günahlara karşı korunma melekesine sahip olma hali, sadece Peygamberlere has bir imtiyazdır. Peygamber dışında hiçbir beşer ismet iddiasında bulunamaz. Şia'nın masum imam inancı bu açıdan batıldır, ehl-i sünnet benimsemez. Ehl-i Sünnet, insan olmaları hasebiyle, sahabenin kasdî olmaksızın hata yapabileceğini, yanılabileceğini kabul eder.

Netice itibariyle "Ashab âdildir" derken İslâm ulemasının şu mânâyı kastettiği belirtilmiştir:

"Rivayette kizbe taammüd etmekten ve rivayetini kabul etmemeyi gerektiren bir fiil irtikab etmekten ictinab etmek (kaçınmak)"4

Ashab, kendi aralarında, fazilet yönüyle bir çok dereceye ayrılır. En faziletli olanlar ilk Müslüman olanlardır, yani Hz. Peygamberle beraberliği fazla olanlardır. Nitekim Aşere-i mübeşşere de ilk Müslümanlardandır. Binaenaleyh, Resulullah'ı son demlerinde bir defacık bile olsa görmüş olanlar Sahabe sayılsa da, öncekilere nazaran faziletçe geridirler.

Ehl-i Sünnet, sahabeyi, ayırım yapmadan ta'dil ederken âyet ve hadislere dayanır. Bu iki kaynaktan gelen pek çok nass herhangi bir ayırıma yer vermeden bütün sahabeleri över ve ta'dil eder. Âyetlerden birini kaydediyoruz:5 "Siz insanlar için gönderilen en hayırlı ümmetsiniz"6 Pek çok benzerinin yerine de şu hadisi kaydediyoruz: "Kim, Ashabımdan birine dil uzatırsa, Allah'ın lâneti üzerine olsun."7

Ehl-i Sünnetin, bilinmesi gereken, diğer bir görüşü, fazilette sahabeye kimsenin yetişemeyeceği görüşüdür. Yani, herhangi bir sahabe, sıralamada en sonda bile yer alsa, arkadan gelen en faziletli kişilere nazaran daha üstündür. Bir başka ifade ile bu ümmetin ilim, irfan ve velâyet yönleriyle en mümtaz olan güzide kişileri bile, fazilet yönüyle en âmi bir sahabeye yetişemez. İslâm uleması bu görüşlerine delil olarak şu hadisi de zikrederler:

"Nefsim kudret elinde olan Zâta yemin olsun! Sizden biri Uhud dağı kadar çok altın infakta bulunsa bile, sevapta, Ashabımın bir müd hatta yarım müd infakına yetişmez."8

Aleyhissalatu vesselâm ile olan sohbetleri, onlara öyle bir feyiz vermekte, öyle bir mertebe kazandırmaktadır ki, bir başka yolla buna yetişmek mümkün değildir. Dolayısıyla ümmetten hiç kimsenin Ashabla fazilet yarışına kalkması, üstünlük dâvâ etmesi caiz değildir. Böyle bir davranış, Muhammed ümmetinde bulunması gereken edebe aykırıdır. Zira, Âyet-i Kerime Allah ve Resulünün konuştuğu yerde kadın veya erkek hiçbir mü'mine söz hakkı tanımaz.9

2- Bediüzzaman'a göre Sahabenin Üstünlüğü

Bediüzzaman hazretleri, sahabe hakkında Ehl-i Sünnet'in görüşünü benimser. Ona göre Ashab insanlığın en mümtaz neslidir. Resulullah'la sohbet, onlara öyle bir feyiz, öyle bir şeref kazandırmıştır ki, arkadan gelecek ümmetin "en kâmilleri olan evliyanın büyükleri, Sahabenin küçüklerine karşı müsavat dâvâsını kazanamazlar."10

Yirmi Yedinci Söz'ün Zeyli, Sahabe hakkında müstakil bir bahistir. Ve sanki Ashab mevzuunda Ehl-i Sünnet'in görüşünü herkesçe kabul edilebilecek mukni bir açıklamaya kavuşturmak için kaleme alınmıştır. Risalede, Ashab hakkında polemik konusu yapılan en mühim meselelere soru-cevap şeklinde yer verilir. Bu bahiste yapılan bütün açıklamalar altı sorunun cevabıdır. Bunlardan beşi doğrudan, biri dolaylı olarak sahabeyi ilgilendirir. Doğrudan ilgilendiren sorular, sahabe mevzuunda gelen hadislere dayandığı ve bu konuda rastlanan polemikleri hemen hemen özetlediği için onları burada kaydederek mevzuya girmek istiyoruz.

1- "Sual ediyorsunuz: Bazı rivayetlerde vardır ki; 'bid'aların revacı hengamında ehl-i iman ve takvadan bir kısım sulehâ, sahâbe derecesinde veya daha ziyade efdal olabilir' diye rivayetler vardır. Bu rivayetler sahih midir, sahih ise hakikatleri nedir?"

2- "Deniliyor ki: Sahabeler, Resul-i Ekrem aleyhissalatu vesselâmı gördüler, sonra iman ettiler. Biz ise görmeden iman ettik. Öyleyse, imanımız daha kavidir. Hem, kuvvet-i imanımıza delalet eden rivayet var?"11

3- "Bir zaman kalbime geldi, niçin Muhyiddin-i Arabî gibi harika zatlar sahabelere yetişemiyor?

4- "Diyorlar ki: Ehl-i velayet ve ashab-ı kemâlat, dünyayı terk etmişler. Hatta hadiste var ki: Dünya muhabbeti bütün hataların başıdır. Halbuki Sahabeler dünyaya pek çok girmişler. Terk-i dünya değil, belki bir kısım sahâbe, o zamanın ehl-i medeniyetinden daha ileri gitmişler. Nasıl oluyor ki, böyle sahabelerin en ednasına, en büyük bir veli kadar kıymeti var diyorsunuz?"12

5- "Sahabelere karşı iddia-yı rüchan nereden çıkıyor? Kim çıkarıyor? Şu zamanda, bu meseleyi medar-ı bahsetmek nedendir? Hem müctehid-i İzama karşı müsavat dâvâ etmek neden ileri geliyor?"

3- Ashabın Üstünlük Sebepleri

İlk soru, Ümmet-i Muhammed içerisinde faziletçe Ashab'tan üstün kimselerin olup olamayacağı meselesiyle ilgili. Çünkü, bir kısmı sıhhatçe oldukça düşük olan pek çok rivayet, ahirzamanda gelecek bazılarının faziletçe Ashab'tan üstün olacağını ifade etmektedir.

Bediüzzaman, o rivayetlerin, ifade ettiği ortak mânâyı, yukarıda da kaydettiğimiz üzere Türkçe meali şeklinde ifadeye dökerek sual konusu yapar: "Bid'aların revacı hengamında ehl-i iman ve takvâdan bir kısım suleha, sahâbe derecesinde veya daha ziyade efdal olabilir" diye rivayetlerde vardır. Bu rivayetler sahih midir? Sahih ise hakikatleri nedir?"13

Bediüzzaman'ın cevabına geçmeden, soru metninde yer verdiği bir ustalığa dikkat çekmek isteriz: Sonradan gelecek bir neslin faziletini Ashabınki ile kıyaslayan rivayetlerin hiçbirinde, "Bid'aların revacı hengamında" kaydına rastlanmaz. O, böylece, daha soru faslında, sadedinde olduğumuz hadislerde nazarların çekildiği, sahabeninki ile kıyaslanabilecek bir fazilete ermenin ilk şartının-bid'aların hâkimiyeti sebebiyle insanların sünnetten uzaklaştıkları bir devirde "elde ateş tutarcasına"14 büyük sıkıntıları göze alarak-Sünnet'e uymak olduğunu ifade etmiş oluyor. Nitekim bir başka hadiste:

"Ümmet fesada uğradığı zaman sünnetime temessük edene yüz şehit ücreti verilir" buyrulmuştur.15

Bediüzzaman'ın bu şekilde vazettiği soruya verdiği cevabı iki kısımda inceleyebiliriz:

Birinci kısım: Bu kısım, sekiz satırlık bir giriş paragrafıdır. Burada meseleyi üslûp ve ifade maharetiyle çok yönlü olarak özetler: 1- Bu mevzuda sahih ve sahih olmayan rivayetlerin varlığına dikkat çeker. 2- Sahih hadislerde ifade edilen "Ümmetin sonradan gelenlerinin efdaliyeti" meselesinin mahiyeti açıklanır. 3- Ashabın insanlık tarihinde en üstün nesli teşkil ettiğine dair kanaatini Kur'ân'dan da delil göstererek ifade eder.

İkinci kısım: Burada, Ashab'ın üstünlüğünün sebep ve hikmetleri aklî bir muhtevada izah edilir. Bu izahta Ashabın üstünlüğünün pek çok sebebine işaret edildikten sonra sadece "Üç sebebi" üzerinde durulur.

Bu üç sebebin belirtilmesine geçmeden önce, mevzuun "tez"i mahiyetinde olan ve ihtiva ettiği üç ana temayı yukarıda kaydettiğimiz giriş paragrafını aynen kaydediyoruz:

"Enbiyadan sonra nev-i beşerin en efdali sahâbe olduğu, Ehl-i Sünnet ve Cemâatin icmâı, bir hüccet-i kâtıadır ki, o rivayetlerin sahih kısmı, fazilet-i cüz'iyye hakkındadır. Çünkü, cüz'i fazilette ve hususi bir kemâlde mercuh râcihe tereccuh edebilir.* Yoksa Sure-i Fethin âhirinde sitayişkârane tavsifat-ı Rabbaniyeye mazhar ve Tevrat ve İncil ve Kur'ân'ın medih ve senasına mazhar olan sahâbelere, fazilet-i külliye nokta-i nazarında yetişilemez. Şu hakikatin pek çok esbap ve hikmetlerinden, şimdilik üç hikmeti beyan edeceğiz."16 Şimdi biz, bu üç sebebi özetleyerek sunacağız:

Birinci Sebep: Resulullah aleyhissalatu vesselâmın sohbetidir. Bu sohbet, öyle bir iksirdir ki, bir dakika ona mazhar olan bir kimse ehl-i tasavvufun senelerce seyr u sülûkla elde edebileceği feyze ve hakikat nurlarına mazhar olabilir. Nasıl ki, bir sultanın hizmetkârı, o sultana tâbi olarak öyle bir mertebeye çıkar ki, bir şah çıkamaz. "İşte şu sırdandır ki, en büyük veliler sahabe derecesine çıkamıyor." Ashab'ın sohbeti Peygamberin nübüvvet şahsiyetiyle sohbettir. Bu sohbetin yüceliği şu misalden anlaşılabilir: Kızını diri diri gömecek kalp katılığına sahip bir bedevî adam, bir saatlik nebevi bir sohbetten sonra karıncaya ayağını basamayacak bir ruh inceliği kazanıyor; cahil ve vahşî bir adam, bir günlük bir sohbetten sonra Çin ve Hind gibi memleketlere gidip o medenî kavimlere muallim ve rehber oluyordu. Bu hususu Lemeat'ta şöyle nazmetmiştir:

Bir nazar-ı Peygamber

Birdenbire kalbeder

Bir bedevi-i câhilî

Bir ârif-i münevver

Eğer mizan istersen

İslâmdan evvel Ömer

İslâmdan sonra Ömer.17

İkinci Sebep: Sahabeler ekseriyet-i mutlaka itibariyle kemâlat-ı insaniyenin en a'la mertebesindedirler. Çünkü, onlar büyük İslâm inkılabına şâhid olup bizzat onu yaşadılar. İslâm inkılabı hayır ve hakkı bütün güzellikleriyle ortaya çıkarmış, şer ve bâtılı da üstün çirkinlikleriyle gözler önüne sermiştir. Bu iki zıtlar öylesine birbirinden ayrılmışlar belirgin hale gelmişler ki, hayrı, hakkı iltizam eden şerre, batıla, yalana müşteri olması mümkün değildir. Çünkü sıdk ile kizbin arasındaki mesafe iman ile küfür arasındaki, Cennet ile Cehennem arasındaki mesafe kadar uzaktır.

Böyle bir ortamda, yüce seciye sahibi Ashâb'tan, Resul-i Ekrem gibi nuranî bir meyve, Cennet gibi bir netice veren sıdka ve hakka ve imana bütün kuvvetleriyle taraftar olmaktan başka bir şey beklenemezdi. Bediüzzaman, Sahabe'nin adaletinin büyük ölçüde bu sırdan ileri geldiğini başka fırsatlarda da ifade eder.18

Üçüncü Sebep: Nübüvvetin velâyete nisbeti, güneşin kendisiyle, aynalardaki görülen timsaline nisbeti gibidir. Elbette gökteki güneşle aynadaki görüntüsü, aralarında kıyaslama yapılamayacak derecede birbirlerinden farklı ve uzaktırlar. Öyleyse nübüvvet dairesi, velâyet dairesinden ne derece üstün ise, "nübüvvet dairesinin hademeleri ve o güneşin yıldızları durumunda olan sahâbeler dahi, daire-i velayetteki sulehaya o derece tefevvuku olmak lâzım geliyor."

Bu üçüncü sebepte üç ayrı üstünlük vechi mevzu bahistir:

Birinci Vecih: İctihadda üstünlük

İctihadda, yani ortaya çıkan yeni meselelerle ilgili hükmü tesbitte yani Cenab-ı Hakkın rızasına uygun hükmü, onun kelamından çıkarma işinde sahabelere yetişilmez. Çünkü onların zamanında meydana gelen İslâm inkılabı, herkeste Allah'ın rızasını arama ve ilahî hükümleri ortaya çıkarma meylini doğurmuştur. Akıllar, fikirler, zihinler, arzular, emeller hep bu esas üzerinde dönmekte, insanlardaki bütün ilmî melekeler o istikamette inkişaf etmekte idi. Halbuki zamanımızda insanlar büyük çoğunluğuyla dünyayı arıyor, felsefe ve siyasetle meşgul, emeller ayrı, arzular başka, fikirler karmakarışık. İctimai ortamın, kültür atmosferinin şahsiyetin gelişmesinde ve melekelerin inkişafında fevkalade müessiriyeti var. Öyle ki, zamanımızın insanı, ictihad kapasitesini elde etmede Ashab'a nazaran en az on misli bir zamana muhtaçtır. Söz gelimi Tabiinden Süfyan İbn Uyeyne on yaşında müctehid olabilmişse, günümüz insanı yüz seneye muhtaçtır.

Bediüzzaman, bu meselenin ehemmiyetine binaen, herkesin hatırına gelecek bir soruyu sorar ve cevabını verir:

"Eğer desen: Sahabeler de insandırlar, hatâdan, hilaftan hâli olmazlar. Halbuki, ictihadatın ve ahkam-ı şeriatın medarı, sahabelerin adaleti ve sıdkıdır ki, hatta ümmet: 'Sahâbeler umûmen adildirler, doğru söylerler' diye ittifak etmiş?"

Bediüzzaman bu soruya: "Evet, Sahabeler ekseriyet-i mutlaka itibariyle hakka âşık, sıdka müştak adalete hahişgerdirler (arzulayan, taraftar olan)" der. Ve birinci ile ikinci sebepte kaydettiğimiz mütalaalar çerçevesinde açıklama yapar.19

Burada üzerinde durmak istediğimiz bir husus, Üstad'ın ihtiyatlı ifâdesidir: "Evet Sahabeler ekseriyet-i mutlaka itibariyle hakka âşık..." demiştir. Bu ifadeden, çok az da olsa bir kısmının bu vasıfların dışında kalabileceği anlaşılmaktadır. Bediüzzaman, buradaki ihtiyatkâr ifadesi ile-sahabe dışında kalan kimselerde görülmesi hâlinde, adaleti selbettiği için cerh vesilesi kabul edilen-bazı fiilleri işlemiş olanlarını kastedebilir. Ne var ki ulema, onların da tevbe etmiş olmaları sebebiyle temizlenmiş olduklarını, tevbe ile temizlenenleri-Nur sûresinin 4-5. âyetleri mucibince-adaletlerinin geri geleceğine hükmetmiştir. Kaldı ki, Hz. Peygamber zamanında hâd cezasına çarptırılan Mâiz İbnu Mâlik, Gamidiyye (bir kadın) ve Hımâr lakabıyla meşhur Abdullah radıyallahu anhüm ecmâinden-ne hikmetse-hiçbir rivayet kitaplarımıza intikal etmemiştir.20

İkinci Vecih: Kurbiyetleri velilerinkinden farklı

Sahabelerin Allah'a olan kurbiyetleri (yakınlıkları) noktasındaki makamlarına velayet ayağıyla yetişilemez. Çünkü onların velayeti, velilerin seyr u sülukla kat-ı meratib ederek kesbettikleri bir velayet değildir. Velayet-i Kübra namıyla yad edilen bu velayet, akrebiyet-i İlâhiyenin inkişafıyla mazhar olunan bir velayettir, kesbî değil vehbîdir. "Akrebiyetin inkişafı" da Cenab-ı Hakkın zât, sıfat ve şuunatı hususunda marifetin artmasıyla olur. İlahi bir lütuf olarak, nübüvvet nurunun sahabenin ruhunda in'ikas ve incizabıyla hemen hasıl olur.21

Peygamberlikteki kurbiyet de bu nevi bir kurbiyettir. Ve nübüvvet veraseti ve sohbet cihetiyle sahabeler o sırra mazhardırlar.
 

Mechul Filozof

New member
Katılım
21 Ağu 2006
Mesajlar
19
Tepkime puanı
0
Puanları
0
.
.
Yazdık-larınız benim dedik-lerimi çürüte(('cek'' nitelik-te ,, veyahut benim dedik-lerimin aksi ispat oluna-cak-- nitelik-te değil..!!
.
.
Ben sahabe-nin hepsinin cen-nete" gönderil-mesinden bahsediyorum ,, bazı))nın vé"ya çOğunun gönderil-mesin'den ;; cen-nete gidecek-lerin!den --> değil...
.
.
Ama yazıları-nız içerisin-de benim dediği'mi çürütecek sadece 1 (yazıyla bir) ,, cümle,, doğru-su ""hadis"" var ::
.
Ashabım yıldızlar gibidir.Hangisine uyarsanız doğru yola ulaşırsınız.
.
Bunu bir incele-mem lazım, bir @z (az) sonra yazacağım..
.
.
.

;,,
 

abdullahadem

New member
Katılım
3 Ağu 2006
Mesajlar
172
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
32
Kardeş AShabı kiramın üstünlüğü Rasulullah ı görmelere ve onunla muhabbet etmelerindendir.Bu onlara bir ikramdır.Çünkü onlar o zamanda zor şartlar altında putperestliği ve diğer dinleri bırakarak Müslüman oldular bununla yetinmediler bütün zorluklara rağmen İslamı korudular ve İslam için savaştılar.
İnsanların Yüzyıllardan beri devam eden geleneklerinden dönmeleri zordur onlar ise döndüler...
Vesselam...
 

Mechul Filozof

New member
Katılım
21 Ağu 2006
Mesajlar
19
Tepkime puanı
0
Puanları
0
.
Ashabım yıldızlar gibidir.Hangisine uyarsanız doğru yola ulaşırsınız.
.
.
Bu hadisi iki yol-la incele-miz gerekir;
Nak'li delil yoluy-la,,
Ak'li delil yoluy-la ,,
.
..::.. Araştır-dım,, inceledim, internet üzerin-den,, ama --> bu hadisi mutevatir hadis kaynak-lar-ı denilen (Kütüb-i Sitte) hiç birinde bulamadım.
.
Yani çok ün-lü olan bu hadis Kütüb-i Sitte'nin hiç birinde yok!!
.
Bu sizin için hadis "sahih"" değil anlamına geli'yor.
.
..::.. Akli olarak'ta incelersek ;;
bu bir hadis öncelik-le.. yani Peygamber (sav.)) tarafından ashabına söylenmiş.=>Ashaba hitabén --> peki Peygamber öz ashabına - ashabıma uYun!! . . . mu diyor??
.
Yani kéndilerini kéndilerine uymaya davet ediyor..!.!.!.!.!.!..
.
Nitekim bu mantık-tan dolayı (ya-ni çoğu-nun kendi'ne hak vermesi, hak-kı görme'mesi, in-kar yoluna gitmesi,, nas'ları dinle-me-mesi vs...) binlerce insan öldü,, tefrika çık-tı,, İslam Üm-meti bölün-dü, bid'at-ler ortaya çık-tı, fikri ayrılıklar çık-tı..
.
.
Sahabilerin cahiliy-ye adetleri-ni bırakmadık-larını söyleyen kim,, ama onlar-da insandır (ger-i dönemez'ler mi? ==> (Fe Gal: ...Gerisin geriye mi döneceksiniz),, hepsini top-yun cen-nete yolla'mak-da-nereden çıkmış??
.
.
Resulullahı (sav.)) gör-mek insana üstün-lük sağla'maz, Resulullah'a kamil iman üstünlük sağ-lar,, şunu da söy-lemek gerekir 'ki, tüm İslam akide'lerinin en faziletli saydık-ları müslüman-lar sahabilerden-di,, ama bu hepsini ak pak yapmıyor,, yapamaz..
.
.
Biz-ler kuru sayfalardaki, bir dam-la mürekkep-le iman etmiş-iz,,
.
.
.
.
Sahabi-ler üstün-dür,,
. . . . . . . . . . . .. ama hepsi değil..
.
.

;,,
 

nakkad

New member
Katılım
23 Ağu 2006
Mesajlar
97
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
40
peygamber asm ın söylediği sözler sadece ashabamı bakıyor bunları böyle mi algılıyorsunuz! Öyleyse sadece efendmz asm ashabını irsad etmiş gibi bir anlam çıkıyor. "Ashaba hitabén --> peki Peygamber öz ashabına - ashabıma uYun!! . . . mu diyor?? " ifadesi bana hiç anlamlı gelmedi. O' nun asm sözleri vahiy kaynaklıdr.dolayısyla her asırdaki ümmete hitab eder..

sahabenn üstünlüğüne gelince;
Sohbet-i nebeviye öyle bir iksirdir ki, bir dakikada ona mazhar bir zat, senelerle seyr ü sülûka mukabil hakikatin envârına mazhar olur. Çünkü, sohbette insibağ ve in'ikâs vardır. Malûmdur ki, in'ikâs ve tebaiyetle, o nur-u âzam-ı nübüvvetle beraber en azîm bir mertebeye çıkabilir. Nasıl ki, bir sultanın hizmetkârı ve onun tebaiyetiyle öyle bir mevkie çıkar ki, bir şah çıkamaz.


Sohbet-i nebeviye ne derece bir iksir-i nuranî olduğu bununla anlaşılır ki: Bir bedevî adam, kızını sağ olarak defnedecek bir kasavet-i vahşiyânede bulunduğu halde, gelip bir saat sohbet-i nebeviyeye müşerref olur, daha karıncaya ayağını basamaz derecede bir şefkat-i rahîmâneyi kesb ederdi. Hem cahil, vahşî bir adam, bir gün sohbet-i nebeviyeye mazhar olur, sonra Çin ve Hind gibi memleketlere giderdi, mütemeddin kavimlere muallim-i hakaik ve rehber-i kemâlât olurdu.
Meselâ, nasıl ki zaman oluyor, medeniyet-i beşeriye çarşısında ve hayat-ı içtimaiye-i insaniye dükkânında, bazı şeylerin verdiği müthiş neticeleri ve çirkin eserleri, zehr-i katil gibi, herkes onu satın almak değil, bütün kuvvetiyle ondan nefret edip kaçar. Ve bazı şeylerin ve mânevî metâların verdikleri güzel neticeler ve kıymettar eserler, bir tiryak-ı nâfi ve bir pırlanta gibi, herkesin nazar-ı rağbetini kendine celb eder. Herkes elinden geldiği kadar onları satın almaya çalışır. Öyle de, Asr-ı Saadette, hayat-ı içtimaiye-i insaniyenin çarşısında, kizb ve şer ve küfür gibi maddeler, şekavet-i ebediye gibi neticeleri ve Müseylime-i Kezzab gibi süflî maskaraları tevlit ettiğinden, secâyâ-yı âliye ve hubb-u maâlîye meftun olan Sahâbelerin, zehr-i katilden kaçar gibi ondan kaçmaları ve nefret etmeleri bedihîdir. Ve saadet-i ebediye gibi netice veren ve Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm gibi nuranî meyveler gösteren, sıdk ve hakka ve imana en nâfi bir tiryak, en kıymettar bir elmas gibi, o fıtratları sâfiye ve seciyeleri sâmiye olan Sahâbeler, bütün kuvvetleriyle ve hissiyat ve letâifleriyle onlara müşteri ve müştak olması zarurîdir.

Halbuki, o zamandan sonra, gid gide ve gele gele, sıdk ve kizb ortasındaki mesafe azala azala, omuz omuza geldi. Bir dükkânda ikisi beraber satılmaya başladığı gibi, ahlâk-ı içtimaiye bozuldu. Propaganda-i siyaset, yalana fazla revaç verdi. Yalanın müthiş çirkinliği gizlenip, doğruluğun parlak güzelliği görünmemeye başladığı zamanda, kimin haddi var ki, Sahâbenin adalet ve sıdk ve ulviyet ve hakkaniyet hususundaki kuvvetlerine, metanetlerine, takvâlarına yetişebilsin veya derecelerinden geçsin?
 
Üst Alt