Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Peygamber (s.a.a)’in Hilafet Konusundaki Tavrı

caferi_humeyni

New member
Katılım
13 Şub 2006
Mesajlar
242
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Peygamber (s.a.a)’in Hilafet Konusundaki Tavrı
1. Bölüm

Peygamber (s.a.a) bir ilahi önder olarak ümmetinin gelecekte hilafet meselesinde nasıl ihtilafa düşeceklerini biliyordu. Şimdi şu soru sorulması gerekir ki: Acaba Peygamber (s.a.a) bu ihtilaf ve ayrılıkları önlemek için hiçbir tedbir düşünmedi mi? Yoksa gereken tedbirleri düşünerek Allah tarafından emredilen önlem aldı mı?

Şu bir gerçektir ki: Hilafet konusunda Peygamber (s.a.a) mutlaka şu üç tavırdan birini takınmıştır çünkü bu üç tavır dışında başka mümkün ve makul bir tavır yoktur. Biz aşağıda her üç yola kısaca değineceğiz.

1. Yol (Hilafet Konusunu Önemsememek)
Bu iddiaya göre Peygamber (s.a.a) hilafet konusuna hiç önem vermemiş ve kendisinden ümmetin içerisinden ayrılmasıyla meydana gelecek boşluğu doldurmak, ihtilaf ve ayrılıkları önlemek için hiçbir şey düşünmemiştir.

Birinci Yolun Eleştirisi

a-Böyle bir yolu seçmek Peygamber (s.a.a)’in siretinin hilafınadır. Tarih sayfalarında Peygamber (s.a.a)’in yaşantısına bakarsak, onun her zaman ümmetinin ıslahı için gerekli olan herşeyi düşündüğü açıkça görülür. Örneğin ömrünün son günlerinde yatakta hasta bir halde yatarken bile, Rumlara karşı koymak için bir ordu hazırlıyor. Yine aynı günlerde hayati bir destur yazarak ümmetini her türlü sapıklıktan korumak için, bir kalem ve kağıt istiyor. (Gerçi bazıları Peygamber (s.a.a) sayıklıyor -Eleyazubillah- diyerek, Peygamberi böyle hayati bir destur yazmaktan alıkoydular.)

Diğer yandan Peygamber (s.a.a)’in gazvelerini incelediğimizde ne zaman savaş için Medine’nin dışına çıksa, birkaç kişiyi halef unvanıyla Medine de bıraktığını görürüz.

Aşağıda Peygamber (s.a.a)’in savaşlarına ve Medine’de bıraktığı halifelerine işaret edilmiştir.

Hicretin ikinci yılında gazvelere gittiği zaman, Sa’d bin Maaz, Zeyd bin Harise, Eba Seleme-i Mahzumi, ibn-i Ümmü Mektum ve Ebu Lebabe Ensari Evsi’yi halife olarak Medine'de yerine bıraktı.

Hicretin üçüncü yılında, ibn-i Ümmü Mektum ve Osman bin Affan’ı; dördüncü yılında İbn-i Ümmü Mektum ve Abdullah bin Revahe Ensari’yi, yedinci yılda Seba bin Arfate’yi iki defa, sekizinci yılda Tebük gazvesinde Ebuzer-i Gaffari ve Ali bin Ebi Talip’i halife olarak yerine bıraktı. Ve aynı gazvede Peygamber (s.a.a) (s.a.a), Ali bin Ebi Talip (a.s) hakkında şöyle buyurdu: ‘’Senin makamın bana nispet, Harun’un Musa’ya nispet olan makamıyla aynıdır.’’[1]

Böyle geçici hadiselerde kendi yerine halife tayin eden hekim bir Peygamber (s.a.a) nasıl olurda ebedi seferi sırasında ümmetini kendi haline bırakarak, böyle hayati bir işi ihmal eder, yerine getirmez?! Böyle yüce makamlı ve hekim bir Peygambere bu iş yakışır mı?!

b-Allah’ın Resulü şöyle buyuruyor: ‘’Kim sabahlar ve Müslümanların işlerine önem göstermezse Müslüman değildir.’’[2]

Müslümanların geleceğini ihmal ederek hilafet konusunda onlara gereken talimatı vermemek onların işlerini önemsememek sayılmaz mı? Acaba Peygamber (s.a.a)’in kendi açıkladığı bir emri -yani Müslümanların işlerine önem vermek emrini- yerine getirmeyen ilk şahıs olduğu düşünülebilir mi?

İslam Peygamberi şöyle buyurdu: Benim vasi ve halifem Ali bin Ebi Talip'dir; ondan sonra, iki evladım Hasan ve Hüseyin’dir; onlardan sonra da Hüseyin’in soyundan dokuz İmam gelecektir.[3]

İbn-i Esir’in tarihinde şöyle gelmiştir: ‘’Hz. Adem (a.s) vefatı yaklaştığında Şeys’i halife olarak kendi yerine atadı. Ona gece ve gündüzün saatlerini öğretti; ona, halvette ve tek başına ibadet etmeği emretti; tufan olayından onu haberdar etti: Bu tertiple Hz. Adem’den sonra riyaset Şeys’e geçti ve Allah elli sahife ona nazil etti.[4]

Şeys ve ondan sonraki Peygamberler de kendi yerlerine halife tayin ettiler. Bu şekilde ki Şeys Unuş’u; Unuş Gaynan’ı; Gaynan, Mehlail’i; Mehlail Yerit’i; Yerit İdris’i halife olarak tayin etti.[5] Başka bir yerde İdris’ten sonraki halifelere değinilmiştir. Her Peygamber (s.a.a) kendi Vasisini şu tertiple tayin etmiştir:İdris, Metuşlah, Lamel, Nuh, Sam.[6] Aynı şekilde Hz. İbrahim Mekke’den ayrılmaya karar verdiğinde İsmail(a.s)’i halife olarak tayin etti.[7]

Musa bin Ümran rihleti sırasında, Allah’ın emriyle Yuşe bin Nun’u halife olarak Beni İsrail’e tanıttı.[8]

Peygamberler arasında halife ve vasi tayin etmek, halkın genel maslahatlarını korumak içindi. Bu iş ilahi emirle olmakla birlikte akıl gereği yapılması kaçınılmaz olan bir iştir ve bütün akıllılar bu konuya önem verirler. Önceki satırlarda geçenler, bu akıl sahiplerince benimsenen yöntemin Peygamberler arasında uygulanışına dair birkaç örnek idi. Ama bu iş burada bitmemiş, ondan sonraki Peygamberler arasında da devam etmiştir. Misal olarak, Davut Nebi(a.s), oğlu Süleyman’ı kendi yerine halife olarak tayin ediyor ve ona şöyle buyuruyor: ‘’Yüce Rabbimin vasiyetlerine amel et ve O’nun Tevrat’taki ant, ahit ve vasiyetlerini koru.’’[9]

Hz. İsa (a.s) da Şemun’u halife olarak tayin etti. Ondan sonra da Allah, yine imamet Allah'ın emriyle sonraki Peygamber ve vasilerle devam etti.

c-Peygamber (s.a.a)’in, vazifesi sadece vahyi alarak halka ulaştırmak değildi; bundan başka vazife ve görevleri de vardı.

Örneğin:

-Kur’an-ı Kerim’in tefsiri ve onun maksat ve hedeflerinin beyanı;

-Yeni çıkan ve Kur'an'da açıklanmamış meselelerin hükümlerini beyan etmek;

-Müslümanları şüpheye düşürmek için yapılan saldırıları ret ederek şüphelere cevap vermek;

-Dini, tahriften korumak.

Peygamber (s.a.a)’in varlığı işte tüm bu sorunları hallediyordu ve olmayışı bir çok boşluğu meydana getiriyordu. Bu zorluklara göğüs gerecek ve cevap verecek gereken ehliyet ve ilme sahip muteber bir şahsın tayin edilmemesi İslam'ı asıl çizgisinden çıkarak çeşitli tehlikelere maruz kalmasına yol açacaktı. Öyleyse böyle bir buhran ve bunalımların ortaya çıkışını önlemek için, hilafet ve imamet gibi bir makamı üstlenecek yetkili ve ehliyetli bir şahsı tayin ederek tanıtması gerekirdi
 

caferi_humeyni

New member
Katılım
13 Şub 2006
Mesajlar
242
Tepkime puanı
0
Puanları
0
2. Yol: İşi ümmetin ihtiyarına bırakmak
Bundan maksat şu ki: Peygamber (s.a.a)’in ümmeti öyle bir eğitim ve terbiye almışlardır ki Peygamber (s.a.a)’in yokluğuyla meydana gelebilecek bütün boşlukları, hiçbir ihtilaf olmadan doldurabilirlerdi. Bu yüzden Peygamber (s.a.a) de hilafet meselesini ümmetin ihtiyarına bırakarak, ümmetin şura veya başka yollardan bir halife seçmeleri için gerekli olan zemineyi hazırlamıştır.

-İkinci Yolun Eleştirisi

a- Ümmetin halifeyi şura yoluyla belirleyebilecek kadar irade ve karar gücü yoktu. Çünkü cahiliyet tozları o günün Arabistan’ının çehresinden henüz tamamen temizlenmemişti. Bu dönemde bir çok hassas zamanlarda yine de üstünlük ölçüsü olarak kendi kabile sistemlerinde olan cahili üstünlük ölçülerine başvurdukları bir gerçektir. Tarihin tanıklığıyla Arap kabilelerinin Hacerü’l Esved’i kendi yerine koymak hususunda ne kadar ihtilaf ettikleri ve bu ihtilafların neredeyse kan dökmeğe kadar varabileceği anlaşılabilir. (Elbette bu hadise İslam’dan önce idi.)

Beni Mustalak gazvesinde biri Muhacir ve diğeri Ensar’dan olan iki şahıs arasında kavga çıktığı zaman, her biri kendi kabilesine seslenerek –‘’Ey Muhacirler grubu’’, -‘’Ey Ensarlar grubu’’ demeye başladılar ve kendi gruplarından yardım istediler. Bu sırada Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: Bu gibi davetleri bir kenara bırakın; bunlar cahiliyet davetleridir. Peygamber (s.a.a)’in rihletinden sonra meydana gelen ‘’Sakife Hadisesi’’ Peygamber (s.a.a)’in geride bıraktıklarında ‘’kabilecilik ruhu’’ bulunduğuna dair en iyi tanıktır.

b- Ümmetin şura nizamı için yönlendirilmeyişi:

Eğer Peygamber (s.a.a)’in şura sistemini uygun görseydi bunu ümmete bildirmeli ve bunun çerçevesini ve özelliklerini halka anlatarak, halkı bu konuda bilgilendirmeliydi. Böylece halkın bu nizamla idare edilmesi için gereken zemine hazırlamış olurdu. Böyle bir şeyi ispat için hiçbir delil olmamakla birlikte, bunun aksini ispat eden bir çok delil vardır.

c- Ümmetin kültürel boşlukları dolduracak liyakat ve ehliyetinin olmayışı

Ümmetin o günlerde ki durumunu incelemek, Peygamber (s.a.a)’den sonraki noksanlıkları gidermekte aciz kaldığını ve telafi edemediklerini aydınlığa kavuşturur.

Örneğin Allah’ın kelamını tefsirde, ümmetin arasında bir çok ayrılığın olduğu görülmektedir. Bunun en açık örneği abdest ve namaz gibi apaçık meselelerdir. Abdest'in nasıl alınacağı hususunda değişik görüşlerin oluşu bunu her gün Peygamber'in huzurunda görmelerine ve öğrenmelerine rağmen bu kadar ihtilafın oluşu bunun gibi açık olmayan konularda ihtilaf için ne kadar durumun elverişli olduğunu göstermektedir. Oysa ki her kes görüşlerinin isbatı için Kur'an'a ve hadise istinat etmekteler. Demek ki Peygamber (s.a.a)'dan sonra da bir İmam ve önder olması kaçınılmaz bir gereklilikti.

Yukarıda verdiğimiz ibadi konuların yanı sıra Hırsızın elinin nereden kesileceği gibi hukuki konularda da aynı sorun mevcuttu. Buna benzer birçok mesele de aynı şekildedir. Ümmetin-özellikle Hulefanın- yeni gündeme gelen meselelerdeki tutumları onların bu meseleler hakkında ne kar bilgisiz ve cahil olduklarını göstermektedir.

Aşağıda bu numunelerden bazılarına değinilecektir:

- Bir hadiste şöyle anlatılıyor: Ömer bin Hattap altı aylık bir bebek dünayaya getiren bir kadını zina suçundan recim edilmesini emretmiş idi. Bu sırada Ali (a.s) Kur’an’a istinaden şöyle buyurdu: Yüce Allah buyuruyor ki: "Hamilelik ve ayrılık dönemi otuz aydır" ve diğer bir ayette de buyuruyor ki: "Süt emzirme dönemini tamamlamak isteyen anneler çocuklarını tam iki yıl süt emzirirler." Bu iki ayetten anlaşılıyor ki en az hamilelik dönemi altı aydır. Bunun üzerine Ömer kendi verdiği emri geri alarak şöyle dedi: Eğer Ali olmasaydı mutlaka Ömer helak olurdu.[10]

-İbn-i Cüzi ve diğer bir grup şöyle naklediyorlar: Ömer bin Hattap bir kadının ardı sıra bir konu hakkında soru sormak için birini gönderdi. O kadın hamile idi ve korkunun şiddetiyle çocuğunu düşürdü. Ömer ashabın ileri gelenlerinden bu bebeğin diyetiyle ilgili soru sordu. Herkes senin üzerine diyet yoktur, çünkü kastın edep etmekti, dediler. İmam Ali (a.s) buyurdu: ‘’Eğer bunlar senin rızayetini kazanmak için böyle fetva vermişlerse bil ki sana hile etmişlerdir; eğer bu fetva onların en son çabasının sonucu ise bil ki yanlış yapmışlardır. Ama hüküm, Allah yolunda bir köle azat etmendir. Bu sırada sahabenin hepsi Ali (a.s)’nin görüşünü kabul ettiler.[11]

-İbn-i Abbas anlatıyor: Zinakar deli bir kadını Ömer’in huzuruna getirdiler. O bazılarıyla meşveret ettikten sonra, onun recmine hüküm verdi. Hz. Ali (a.s) o kadını geri getirmelerini emretti ve Ömer’e dönerek şöyle buyurdu: Acaba Allah’ın Resulünün şöyle buyurduğunu bilmiyor musun?: Mükellefiyet şu üç gruptan kaldırılmıştır: Çocuk baliğ oluncaya kadar; uyuyan uyanıncaya kadar ve deli akıllanıncaya kadar...[12]

-Peygamber (s.a.a)’in vefatından sonra, Yahudi ve Hıristiyanlardan bir zümre, bu boşluktan yararlanarak yeni kurulmuş İslam camiasında akide ile ilgili çeşitli şüpheler yayarak onların düşüncelerini bölmek ve inançlarını sarsmak istiyorlardı. Bunun birçık örnekleri daha geniş kitaplarda nakledilmiştir. Biz konunun daha fazla uzamasını önlemek için, bu konuyu burada nakletmiyor ve isteyenlerin bu konuyla ilgili kaynaklara bakmalarını tavsiye ediyoruz.[13]

Tarih şunu gösteriyor ki Hz. Peygamber’den sonra Kaab-ul Ahbar, Temim-ud dari, Abdullah selem v.s...gibi Yahudi, Hıristiyan ve Mecusi alimlerinden bir kısmı, İslam kılığında, İsrailiyat hadislerini ve Hıristiyanlık hurafelerini dine sokmak istiyor ve bu uğurda büyük çaba gösteriyorlardı.

Böyle hassas bir zamanda Allah’ın dinini koruyacak Peygamber (s.a.a) gibi vehbi ilme sahip bir şahısın zarureti oldukça açıktır. Normal ümmet fertlerinin ilahi bir sağlam kaynağa dayanmadan böyle bir işin uhdesinden gelemeyeceği malumdur; zira yukarıda tarihten zikredilenler üzere, büyük sahabiler bile din hakkında geniş bilgiye sahip değillerdi. Mevcut birçok sorunları çözemeyen ve güncel meseleleri halledemeyen bir ümmet, böyle bir Peygamber (s.a.a)’in dini korumakla ilgili görevlerini yürütmeleri veya Peygamber (s.a.a)’in özelliklerini taşıyan birini seçebilmeleri nasıl mümkün olabilir?!

İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: ‘’Allah yeryüzünü alimsiz bırakmamıştır. Eğer böyle olsaydı hak batıldan ayrılmazdı.’’[14]

İmam Sadık (a.s) da şöyle buyurmuştur: ‘’Yeryüzü kesinlikle İmamdan boş kalmaz. Zira eğer Müminler dine bir şeyi eklerlerse onu reddetmesi, ve eğer bir şeyi azaltırlarsa, onu tamamlaması için bu gereklidir.’’[15]

Ancak bu büyük şahsiyet ve bu yüce özelliğe sahip kişi kim idi? Diye sorulacak olursa bunun cevabı tarihi yönden açıktır.

Zira, Allah’ın Resulünün ashabı Ali (a.s)’ı zamanın en bilgini olarak biliyorlardı ve değişik dallarda Onun bilgilerinden faydalanıyorlardı. O hatta hilafetin ondan gasp edilişinden sonra bile ümmetin ve dönemin halifelerinin karşılaştığı zor sorunların düğümünü çözüyordu. Aşağıda bu sözün bazı delillerine işaret edeceğiz:

Hadisler:
a-Belazuri ve diğerleri nakletmişlerdir ki Ali(a.s)’a: Nasıl ashabın hepsinden daha çok, sen hadis biliyorsun? Diye sordular. Cevapta şöyle buyurdu: Çünkü ben ne zaman Allah’ın Resulünden bir şey sorsam bana cevap verirdi; eğer sussam da o konuşmaya başlıyordu.[16]

b- Allah’ın Resulü buyurdu ki: ‘’Ali, yargıda hepinizden üstündür.’’[17]

c- Tirmizi ve diğerleri Allah’ın Resullünden şöyle nakletmişlerdir: ‘’Ben hikmet eviyim ve Ali onun kapısıdır.’’[18]

d-İbn-i Abbas şöyle nakletmiştir: Allah’ın Resulü buyurdu ki: ‘’Ben ilmin şehriyim ve Ali onun Kapısıdır. Öyleyse kim ilim isterse, kapısına gelsin.’’[19]

e- İbn-i Asakir naklediyor ki:Allah’ın Resulü Ali (a.s)’ye şöyle buyurdu: ‘’Sen benden sonra, ümmetimin ihtilaf ettiği konuları, onlar için beyan edeceksin.’’[20
 

caferi_humeyni

New member
Katılım
13 Şub 2006
Mesajlar
242
Tepkime puanı
0
Puanları
0
3. Yol: Halifenin Tayini
Birinci ve ikinci yolu ret ettikten sonra, sadece üçüncü yol kalıyor. Yani halifenin tayini. Bu yol, Peygamber (s.a.a)’in Allah’ın emriyle bir ferdi halife olarak tayin etmesi, böylece o şahısın halkın dini ve siyasi rehberliğini üstlenmesidir. İmamiye’nin inancına göre böyle bir şey vuku bulmuştur ve Ali bin Ebi Talip Allah’ın Resulünün halifesi olarak tayin edilmiştir.

Halifenin tayininin gerekliliği ispat edildikten sonra, şimdi sıra şu soruya geliyor ki: Acaba Peygamber (s.a.a) tarafından bu iş için bir girişim yapıldı mı? Bu girişimler neler idi? Cevapta söylenmesi gereken şu ki: Genel olarak Peygamber (s.a.a) bu konuda üç bölümde çalışmalarda bulunmuş ve gerekli tedbirleri almıştı:

-Terbiyet alanındaki hazırlıklar

-İmamet ve velayetin kime ait olduğunu nass ile açıklama.

-Ömrünün sonunda aldığı tedbirler

1- Terbiyet Alanındaki Hazırlıklar:

Peygamber-i Ekrem (s.a.a), daha risaletinin ilk yıllarından beri Ali as’ı ilahi emir gereği en zor mesuliyetleri taşımak için eğitiyordu. Bu vesileyle Ali (a.s) imamet ve halkın hidayeti için gerekli olan hazırlıkları kazanıyordu. Zaten tüm peygamber ve mesumlarda olan gerçek şudur ki, her masum şahsiyet kendisinden önceki bir masumun yanında terbiye görüp yetişmektedir.

Misal olarak bunlardan küçük bir bölümünü aşağıda zikrediyoruz:

-Naklolmuştur ki: ‘’Peygamber (s.a.a) namaz için evinden çıkarak Mescidu’l Harama geliyordu. O zamanda Peygamber (s.a.a) birlikte namaz kılanlar, Ali (a.s) ve Hatice (s.a) idi.’’[27]

-Abbas bin Abdullah anlatıyor: ‘’Ali (a.s)’den işittim ki buyurdu: Ben Allah’ın kulu ve Resulünün kardeşiyim; Ben Sıddık-ı Ekber’im. Benden sonra iftiracı ve yalancıdan başkası bu iddiada bulunmayacaktır. Halk Müslüman olmadan yedi yıl önce, ben, Allah’ın Resulüyle namaz kıldım.’’[28]

Tarih-i Taberi’de şöyle nakledilmiştir: Bi’setten önce Allah’ın Resulü ne zaman namaz için, Mekke vadilerine doğru gitseydi, Ali (a.s)’yi de kendisiyle birlikte götürürdü. Her ikisi de o mekanda namaz kıldıktan sonra Mekke’ye geri dönerlerdi.

İmam Ali (a.s) o dönemi Nehcü’l-Belaga’da güzel bir şekilde nitelendirmiştir.[29]

- Peygamber (s.a.a) Medine’ye hicret edeceği zaman yatağında yatması ve ondan sonra borçlarını ödemesi için Ali(a.s)’i seçti.[30]

- Ehl-i Sünnet’in alimlerinden olan Abdulkerim Hatip, şöyle yazıyor:... “Acaba bu hadiseden, Peygamber (s.a.a) ne zaman ümmetin arasından ayrılsa, onun halifesi olacak ve makamında oturabilecek tek kişi Ali (a.s) olduğu anlaşılmıyor mu?[31]

-Peygamber (s.a.a), dünyanın en üstün kadını olan Hz. Fatıma (a.s)’yı Hz. Ali (a.s)’yle evlendirdi. Ve Ali olmasaydı Fatime’ye eş ve denk olan biri bulunmazdı diye buyurdu.[32]

-Peygamber (s.a.a)’in bütün savaşlarında Muhacirlerin bayrağı Ali (a.s)’in elindeydi.[33]

-Peygamber (s.a.a) ömürlerinin sonuna kadar, geceleri vaktinin bir kısmını özel olarak Ali (a.s)’yle konuşmak için ayırmıştı.[34]

- Ebubekir ‘’Beraat suresini’’ iblağ için memur oldu. Ama Peygamber (s.a.a) kısa bir müddet sonra bu görevi onun ifa edemeyeceğini açıklayarak, Ali (a.s)’yi sesleyerek, ayetleri şahsen Mekke’ye götürüp halka okuması için bu memuriyeti ona verdi. O zaman Ebu Bekir’e cevaben şöyle buyurdu: “Allan bu ayetleri ya benim veya benden olan birinin halka okumasını emretmiştir”.[35]

-Ashabın bazılarının evlerinin bir kapıları Mescidu’n-Nebi’ye açılıyordu; Peygamber (s.a.a) kendisi ve Ali (a.s)’nin kapısı hariç, bütün kapıların kapatılmasını emretti.[36]

-Hakim Müstedrek’te Ümmü Seleme’den naklediyor: “Allah’a and olsun, Ali Peygambere halkın en yakın idi. Bir sabah vakti Allah’ın Resulüne geçmiş olsuna gittim; hazret mükerrer buyuruyordu ki: Ali (a.s) geldi mi? Fatma (s.a) arz etti: Sanki onu bir iş için göndermişsiniz? Ümmü Seleme şöyle söylüyor: Ali (a.s) geldiği zaman, Peygamber (s.a.a)’in onunla hususi bir işi olur diye odadan dışarı çıkarak kapının yanında durdum. Ali gelir gelmez Peygamber (s.a.a) kendini Ali (a.s)’nin üzerine attı ve onunla gizlice konuşmaya başladı. Hazret bu haldeyken kısa bir müddet sonra dünyadan rihlet etti.[37]

Tirmizi, senediyle ibn-i Ömer’den naklediyor ki: ‘’Allah’ın Resulü dostları arasında kardeşlik akdi okuyordu. Bu sırada Ali (a.s)’nin gözleri göz yaşıyla dolmuştu; O arz etti: Ey Allah’ın Resulü dostlarınız arasında kardeşlik akdi okudunuz, ama benimle başka birisi arasında böyle bir akit okunmadı. Peygamber (s.a.a) buyurdu: Sen dünya ve ahirette benim kardeşimsin.’’[38]

2-İmamet ve Velayet Hakkındaki Nasların Açıklanışı:

a-Ayetler

Ali (a.s) hakkında nazil olan ayet sayısı, o kadar çok ki ibn-i Abbas’tan, hiçbir ashap hakkında bu kadar ayetlerin gelmediği naklolunmuştur.[39]

İbn Abbas başka bir yerde söylüyor: ‘’Ali (a.s) hakkında 300 ayet nazil olmuştur.’’[40]

Aşağıda bu ayetlerin en önemlilerinden bazılarına işaret edilecektir:

1- Velayet Ayeti

Ali (a.s)’nin velayet ve rehberliğine delalet eden ayetlerden birisi velayet ayetidir.

Velayet ayetinde de Allah Teâla şöyle buyurmuştur: "Sizin veliniz, (ve yetki sahibiniz) ancak Allah'tır, O'nun Resulüdür ve inanıp namazı dosdoğru kılan ve rüku halinde zekat (sadaka) veren kimselerdir.." [41]

Bu ayet Şia ve Sünni rivayetlerine göre Ali (a.s) hakkında nazil olmuştur.

Ayetin iniş hikayesi, tarih, tefsir ve hadis kitaplarında nakledildiğine göre şöyledir:

“Bir gün fakir bir adam, mescitte halktan yardım isteğinde bulundu. Ali (a.s) namazda rüku halindeyken yüzüğünü ona sadaka olarak verdi. O sırada bu ayet Cebrail vasıtasıyla Peygambere evindeyken, vahyoldu. Allah’ın Resulü mescide doğru yol alırken ayeti kendi kendine tilavet ediyordu. Ashaptan bir kısım da onu işittiler; mescide ulaştıklarında hazret sordu: Acaba birisi rüku halindeyken sadaka mı vermiş? Fakir adam yüzüğü Allah’ın Resulüne göstererek şöyle dedi: Bu sadakayı, namaz kılan şu şahıs namazda rüku halindeyken bana verdi; bende yüzüğü onun parmağından çıkardım. Bu arada ashabın tekbir sesleri yükseldi ve Allah’ın Resulü, böyle bir şahısın kendisinden sonra müminlerin veli ve koruyucusu unvanıyla tayin edildiği için hamd ve şükür ettiler.”

Bu içeriği taşıyan hadisin muhtevası birçok sahabe tarafından nakledilmiştir. Bazıları şunlardır:

-Ebu Zer-i Gaffari

-Mikdad bin Esved

-Ebu Rafii

–Ammar bin Yasir

-Ali bin Ebi Talip (a.s)

–Amr bin As

-Abdullah bin Selam

- Abdullah bin Abbas

-Cabir ibn-i Abdullah Ensari

-Enes bin Malik

Bazı Ehl-i Sünnet alimleri de bu hadisi nakletmişlerdir. Onlardan bazıları şunlardır:

-Kadı Ebu Abdullah Vakidi, ölüm 207 H.k., Zehair-ul ukba s.102.

-Hafız Ebu Bekir Sen’ani , ölüm 211 h.k., Tefsir-i ibn-i Kesir, c.2/ s.71.

-Hafız bin Şeybe, ölüm 239 h.k., Tefsirinde

-Hafız Ebu Muhammet Keşşi, ölüm 249 h.k., bkz. Dürr-ül Mansur, c.3/ s.105.

-Hafız Nisai, ölüm 303 h.k., Sahihinde.

-ibn-i Cerir-i Taberi, ölüm 310 h.k., Kami-ul Beyan tefsirinde c.6/ s.288.

ibn-i Ebi Hatem-i Razi, ölüm 327 h.k., Suyuti’nin ‘’Libab-ul Nuhul’’undaki nakle göre.

- Hafız Taberani, ölüm 360 h.k., Mucem-ul Evset, c.7/ s. 10, hadis 6228.

-Hafız Ebu Bekir Cessas, ölüm 370h., Ahkam-ul Kur’an, c.2/ s.446.

-Hakim-i Nişaburi, ölüm 405 h.k., Marifet-u Usul-il Hadis, s.102.

-Hafız ibn-i Merdeviye İsfahani ölüm 416 h.k.,

-Salebi Nişaburi, ölüm 427 h.k., El- Kefş vel Beyan Tefsirinde s.180.

-Ebu Nuaym’i İsfahani, ölüm 430 h.k., Ma Nezele Min-el Kur’an fi Ali (a.s) Kitabında.

-Ebul Hasan-i Maverdi, ölüm 450 h., Tefser-ul Maverdi, c.2/ s.49.

-Hafız Ebu Bekir Beyhaki, ölüm 458 h., El- Müsennef’te.

-Hatip-i Bağdadi, ölüm 463, El- Müttefek’te.

-Hafız Vahidi Nişaburi, ölüm 468, Esbab-ul Nüzul, 133.

-ibn-i Meğazili Şafii, ölüm 483 h., El- Menakıb, s.311.

-Hakim-i Haskani, ölüm 490, Şevahid-ut Tenzil, c.1,s.231.

-Hafız Beğevi Şafii, ölüm 516 h.k., Mealim-ut Tenzil c.2 s.47.

-Carullah Zamehşerii Hanefi, ölüm 538, El-Keşşaf c.1/ s.649.

--Ebu Bekir Kurtubi, ölüm 567, El-Camu Ahkam-il Kur’an, c.6/ s.221.

-Hatip Harezmi, ölüm 568 h.k., El-Menakıb, s.264.

-Hafız ibn-i Asakiri Dimişki, ölüm 571 h.k., Tarih-i Medinet-i Dimişk, c.12/ s.305.

-Fahr-i Razi,ölüm 606, El-Tefsir-ul Kebir, c.12/ s.26.

-İbn-i Esir-i Cezeri Şafii, ölüm 606, Cami-ul Usul c.9/ s.478.

-Muhammet bin Talha Şafii, ölüm 662, Metalib-us Suul s.31.

-Sıbt bin Cevzi Hanefi, ölüm 654, Tezkeretu’l Havas s.15.

-İbn-i Ebi-l Hadidi Mütezili, ölüm 655, Şerh-i Nehcul Belaga c.1/ s.277.

-Hafız Genci Şafii, ölüm 658, Kiyafetüt Talib s.229.

-Kadı Beyzavi Şafii, ölüm 658, Tefsir-ul Beyzavi c.1/ s.282.

-Muhibbud Din-i Taberii Şafii, ölüm 694, Riyaz-un Nezra c.2/ s.227.

-Hafız-ud Din Nasafi,ölüm 701, Tefsir-un Nasafi c.1/ s.289.

-Şeyh-ul İslam Himevi, ölüm 722, Feraid-us Simtin c.1/ s.190.

-Ala-ud Din Hazen-i Bağdadi, ölüm 741, Tefsir-ul Hazin c.1/ s.475.

-Muhammet bin Yusuf Zerendi, ölüm 750, Nezm-u Durer-il Simteyn s.86.

Ebu Hayyan Endülüsi, ölüm 750, El Behr-ul Mühit, c.3/s.514.

-Kadı-ici Şafii, ölüm 756, El-Mevagif s.411.

-Saad-ud Din Taftazani Şafii, ölüm 791, Şehr-ul Megasid c.5/s.272.

-Seyyit Şerif Cürcani, ölüm 816, Şehr-ul Mevakif c.8/s.360.

-Ala-ud Din Kuşci, ölüm 879, Şerh-i Tecrit s.677.

-İbn-i Sebbağ-ı Maliki, ölüm 855, El-Fusulul Mühimme s.122.

-Celal-ud Din Suyuti, ölüm 911, Dürr-ül Mansur, c.3/ s.105.

-İbn-i Hacer-i Mekki Şafii, ölüm 947, Savaik-ul Muhrika, s.41.

-Kadı Şevkani, ölüm 1250, Feth-ul Kadir, c.2/ s.53.

-Şahab-ud Din-i Alusi Şafii, ölüm 1270, Ruh-ul Meani c.6/ s.167.

-Şeyh Süleyman Kunduzi Hanefi, ölüm 1293, Yenabi-ul Mevedde, c.2/s.

37.

-Seyyit Muhammet Mümin Şeblenci, Nur-ul Ebsar, s.158 ve diğerleri.

Yukarıda adı geçenler arasında, Kuşci Hanefi, Kadı Azduddin İci, Seyyit Şerif Cürcani ve Sa’duddin Taftazani, ‘’Velayet ayetinin’’ müfessirlerin icmasıyla, Ali (a.s) hakkında nazil olduğunu açıklamışlardır.

Geride kalan diğer önemli bir husus şudur ki, ‘’Veli’’ kelimesinin çeşitli anlamları vardır; mes’ul, rehber, dost, yardımcı gibi. Bu ayetten, ‘’emir sahipliği ve müminlerin rehberliğini’’ ispat etmek istediği nasıl kanıtlanabilir?

Şimdi kısaca bu mananın ayetten nasıl anlaşıldığına değineceğiz:

-Itlak (Genelleme) Yoluyla Ayetin Delaleti

Gerçi ayette geçen ‘’Veli’’ kelimesi mutlaktır ve yukarıda zikredilen bütün manaları kapsamaktadır; ama yaygın olan mana ki ıtlak da, o tarafa doğru yönelmektedir; birinci manadır; yani ‘’rehberlik ve emir sahibi olmak.’’ Buna göre Ali (a.s) müminlerin rehberidir. Zira ayette zikredilen bütün şartlara sahiptir. Ayrıca yüce Allah da kendi ve Resulünün velayetini, Ali (a.s)’ın velayetiyle aynı akımı içerisinde getirmiştir.

-Karineler Yoluyla Ayetin Delaleti

Ayet-i Şerifede bulunan ipuçları ‘’Veli’’ kelimesinin birinci manada kullanıldığını gösteriyor.

Birinci ipucu şudur ki örfte ne zaman ‘’veli’’ bakıcı ve koruyucuya muhtaç olan bir şahsın ismiyle tamlanırsa ‘’emir sahibi ve koruyucu’’ anlamına gelir. ‘’Kadının velisi’’ ve ‘’çocuğun velisi’’ gibi.

İkinci ipucu, ayette bulunan bağlaçtır. Zira Allah’ın velayeti ‘’emir sahibi’’ anlamındadır. Ayet-i Şerife’de Resul ve ayette zikredilen özelliğe sahip Müminlerin velayeti de Allah’ın velayetine atfolmuştur. Buna göre hiç şüphesiz müminlerin velayeti ‘’İlahi velayetle’’ aynı manada olacaktır.

Üçüncü ipucu, ‘’Hasr’’dır. Zira ayet-i şerife ‘’innema’’ kelimesini kullanmakla Velayeti, Allah, Resul ve söz konusu Müminlerde mahsus ve sınırlı kılmak istemiştir. Onlara sadece ‘’malikiyet ve rehberlik velayeti’’ mahsus olup diğer manalara gelen velayet onlara mahsus değildir.

Niçin Ayette Çoğul Zamiri Kullanılmıştır?

Ayette zamirin çoğul olarak getirilmesine ve ondan kastın Ali (a.s) olduğuna dair değişik nedenler zikredilmiştir. Onlardan bazılarına işaret ediyoruz:

Araplar bazen, gerekli olan bazı yerlerde tekil yerine çoğul zamirini getirirler. Al-i İmran 173; Maide 11; mubahale ayeti, Al-i İmran 181; Tevbe 61 gibi.

Tebersi Mecmeu’l Beyan’da şöyle buyuruyor: Çoğul getirilmesinin sebebi Ali (a.s)’ın ta’zimidir.

Merhum Şerafuddin buyuruyor ki: ‘’Bana göre bunun daha dakik ve latif bir sebebi var. Çünkü Ali (a.s)’ın ve Beni Haşim’in, düşmanlarının, münafıklar ve hasetçilerin bu ayeti tekil olarak işitecek kadar takat ve tahammülleri yoktu: Eğer tekil sigasıyla getirilseydi, bu gruplar dine açıkça karşı gelmek bahasına da olsa ona karşı çıkarlardı hatta Kur’an-ı Kerim’i tahrif ederlerdi; bu yüzden çoğul sigasıyla getirildi. Ama Peygamber (s.a.a) bu ayetin İmam Ali (a.s)’nin velayeti hakkında nazi olduğunu açıkça ve çeşitli ibaretlerle ve değişik yerlerde açıklamıştır ve bu hususta gerçekleri görmek isteyen hiç kimse için bir şüphe yeri bırakmamıştır.[42
 

caferi_humeyni

New member
Katılım
13 Şub 2006
Mesajlar
242
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Sahih-i Buhari c.3/ s.176, Tebük Gazvesi Babı.


[2] Usul-u Kafi c.2/ s.131.


[3] (1)- Yenabi-ul Mevedde 76. Bölüm, 1.ve 2. Hadis.


[4] İbn-i Kesir, El-Kamil, c.1/ s.47.


[5] Aynı kitap c.1/s.54/55.


[6] İbn-i Esir, El-Kamil, c.1/ s.62/63 ve 74.


[7] Tarih-i Yakubi, c.1/ s.28.


[8] Aynı kitap, c.1/ s.46.

[9] Tarih-i Yakubi, c.1/ s.58.

[10] Sünen-i Kubra, c.5/s.442 ve Dürrü’l Mansur, c.1/ s.288. v.s...


[11] İbn-i Cüzi, siret-i Ömer, s.118; Cem’u’l Cevami c.7/ s.300 ve ibn-i Ebil Hadidin Şerhi, c.1/ s.58.


[12] Sünen-i Ebi Davut, c.4/ s.140; Sünen-i ibn-i Mace c.1/ s.659; Müstedrek-i Hakim c.2/ s.69; Cami-ul Usul c.4/ s.271; İrşad-us Sari c.14/ s.259 ve Feth-ul Bari c.12/ s.121 v.s...


[13] El-Gadir, c.7/ s.243 ve c.6/ s.341 ve 387 c.7/ s.241; Asimi ‘’Zeyn-ul Feta’’ya bakınız.


[14] Usul-ü Kafi c.1/ s.178.


[15] Usul-ü Kafi c.1/ s.178.


[16] Ensab-ul Eşraf, c.2/ s.98; ibn-i Sa’d, Tabakat, c.2/ s.101.


[17]el İsabe Haşiyesinde el İstiab, c.3/ s.38; Menakıb-ı Harezmi, s.39; Nuru’l Ebsar, s.79.


[18] Sahih-i Tirmizi, c.5/ s.637 ve Kenz-ul Ummal, c.13, s.148.


[19] Müstedrek-i Hakim, c.3/ s.127; Kenz-ul Ummal, c.13/ s.147,sayı 36463,


[20] ibn-i Asakir, Tercüme-i İmam Ali (a.s) c.2/ s.448.


[21] Alusi, Muhtasar-ı Tuhfe-i İsna Aşeriye kitabına bak.


[22] Yenabi-ul Mevedde s.69.


[23] İbn-i Ebi-l Hadit, Nehc-ül Belaga’nın Şerhi, c.1/ s.17-18.


[24] Feth-ul Bari c.8/ s.167.


[25] İstiab, c.13/ s.40; Riyazu’n Nazrat c.3/ s.141.


[26] tarihi ibni asakir c.3 s.62; Usdul gave .4 s.22; er riyazun nezre c.3 s159ve...


[27] Müsned-i Ahmet, c.1/ s.209; Müstedrek-i Hakim, c.3/ s.183; Tarih-i Taberi, c.2/ s.311.


[28] Tarih-i Taberi c.2/ s.56.


[29] Subh-i Salih; Nehcül Belaga s.300/192. Hutbe.


[30] Müsned-i Ahmet c.1/ s.348; Tarih-i Taberi c.2/ s.99/101; ibn-i Saad c.1/ s.212; ibn-i Hişam, Siret c.2/ s. 291; ibni Kesir, Tarih c.7/ s. 338.


[31] Abdulkerim Hatip, Ali bin Ebi Talip, s.105.


[32] Nisai, Hasais, hadis 120.


[33] Zehebi, Tarih-i İslam; ibn-i Hacer, İsabe c.2/ s.30.


[34] Nisai, Hasais, Hadis 112.


[35] Müsned-i Ahmet, c.1/ s.3; Sünen-i Tırmızi, c.5/ s.719; Sünen-i Nisai, c.5/ hadis 8461.


[36] Müsned-i Ahmet, c./ s.331; Sünen-i Tırmızi, c.5/ s.3732; ibn-i Kesir,el Bidaye ven Nihaye, c.7/ s. 374.


[37] Müstedrek-i Hakim, c.3/ s.138, Müsned-i Ahmet, c.6/ s.300; Nisai, Hasais, s.40.


[38] Sünen-i Tırmızi c.5/ s.300, hadis 3804; Müstedrek-i Hakim c.3/ s.14.


[39] ibn-i Asakiri Şafii, İmam Ali (a.s)’ın Tercümesi, c.2/ s.430; Suyuti, Tarih-i Hulefa, s.171.


[40] İbn-i Asakiri Şafii, İmam Ali (a.s) Tercümesic.2/ s.31; Tarih-i Hulefa s.172; Sevaik-ul Muhrika s.125.


[41]- Mâide/55.


[42] Bkz. El-Müracaat, s.263.
 
Üst Alt