Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Nusayrilik Nedir?

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,131
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Çoğunluğu Suriye'de yaşayan aşırı bir Şiî-Batinî fırkası.dır Bunlara günümüzde Numeyrîler ismi de verilmektedir. Nusayrî isminin ise geçmişte kalan bir isim olduğunu ve fırka kurucusuna nisbeten bu ismin verildiğini ileri sürerler. Fırkanın ismini, kurucusu olan Muhammed b. Nusayr en-Nemiri'ye (270/883) nisbeten aldığı bilinmektedir. Zaten itikadi fırkaların hemen hemen bir çoğunun kurucularına nisbeten tanındıkları ve buna uygun isim aldıkları bilinen ve sık rastlanan bir durumdur.


Batinî karakterli fırkalarda ortak olarak görülen husus, bunların genel olarak çift hayatları olmasıdır. Yani birisi, kendi içlerinde ve çevrelerinde yaşadıkları ve yaşattıkları hayat seyri, diğeri de toplum içinde yaşamaları itibariyle toplumsal hayatlarıdır. İşte Nusayrilik de genel anlamda bu özellikleri taşımakla birlikte, batınî fırkalar arasında, önemli eserlerinden bir kısmı elde edilebilmiş ve dolayısıyla görüşlerine vakıf olunabilmiş fırkalardan birisi olma özelliğini taşımaktadır.


Nusayriliğin kurucusu İbn Nusayr, Şiî-İmamiyyenin onuncu imamı Ali en-Nakî'nin hayatında onun tarafından gönderilmiş bir peygamber olduğunu iddia ediyor; onun hakkında aşırı görüşler ileri sürerek tenasuhtan söz ediyordu. Onun ilahlığını söylüyor ve haramları helal kılıyordu. Bir rivayete göre de, İbn Nusayr, İmamiyye'nin onbirinci imamı Hasan el-Askeri'nin (260-873) "bab"ı olduğunu ileri sürmüş ve onun vefatıyla da oğlu Muhammed b. el-Hasan'ın mehdiliğini kabul etmiştir (E.Ruhi Fığlalı, Çağımızda İtikadi İslam Mezhebleri, s. 143, en-Nevbahtî, Fırakuş-Şî'a, nşr. M.Sadık, Necef 1936, s. 193).


Genellikle Suriye bölgesinde yayılmış bulunan Nusayriler, Karmatilerin 291 (903) yılında Suriye'yi ele geçirmesi üzerine, bir kısmı Suriye'de kalırken bir diğer kısmı ise, Antakya civarına çekildiler. Özellikle Nusayrilik Hamdanilerin Suriye'ye egemen olmasıyla bu dönemde büyük bir güç kazandılar. Zira Hamdani emirleri bu mezhebe girmiş ve yaygınlaşması için uğraşmışlardır. Selçuklular döneminde Malazgirt savaşını (463/1071) takiben de Nusayriler Antakya'yı ele geçirmişlerdi. Frankların 492 (1098) yılında bölgeyi işgal etmeleri üzerine bir süre onların hakimiyetleri altında kaldılar. Haçlı seferleri esnasında Haçlı ordularına yardım etmiş ve müslümanların aleyhinde Hristiyanlara destek olmuşlardı. Bundan dolayı Selahaddin Eyyubî tarafından cezalandırılmışlardır. Aynı şekilde Memluklular aleyhinde Moğollara yardım ettikleri için Memluklu Sultanı Baybars'tan da baskı gönnüşlerdi. Nusayriler, bölgede sırasıyla hüküm süren, Selahaddin Eyyubi, Haçlılar, İsmaililer ve Moğollar'dan sonra Yavuz Sultan Selim'in 922 (1516) yılındaki Mercidabık Zaferi ile Suriye'yi ele geçirmesi ile daha sonraki devirlerde de aynı bölgede varlıklarını sürdürürler. Nusayrilerin hemen hemen her devirde ve özellikle Osmanlı Döneminde varlıklarını sürdürmelerindeki en önemli faktör, Osmanlı Devletinin, hükmü altındaki bölgelerde her inanç ve ırktan olan kavimlere gösterdiği müsamaha anlayışı ve tavrı gösterilmektedir. Zira, Osmanlı Devleti, bu tavrını devletin bağlayıcı ve birleştirici bir felsefesi olarak telakki etmekte idi. Zaman zaman Osmanlılara karşı isyan etmelerine rağmen II. Abdülhamid onları resmen bir mezheb olarak kabul etmişti.


Bugün Suriye'de çeşitli bölgelerde, Hatay, Tarsus, Adana, Fırat boyları ve Lübnan'da yaygın olarak yerleşmiş bulunan Nusayrilerin sayısı bir kısım araştırmacılara göre yaklaşık 325-400 bin kişi civarındadır (L.Massignon, "Nusayriler" Maddesi, İ.A.) Bir kısım araştırmacılara göre ise, yalnız Hatay Bölgesi'nde yaklaşık yüz kırk dokuz bin Nusayri bulunmaktadır (Ahmet Turan, Les Nusayris de Turquie dans la Religion d'Hatay, Doctorat de III e cylcle Paris 1973, s. 21).


Diğer bir çok itikadî fırkada olduğu gibi Nusayrilik de kendi arasında çeşitli fırkalara ayrılmıştır. Bunlar genel olarak dört kola ayrılmışlardır ki, bunlar; Haydariyye, Şimaliyye (veya Şemsiyye) Kilaziyye (veya Kameriyye) ve Gaybiyye'dir. Ancak bunlar, esas itibariyle, Şimafiyye ve Kıbliyye olmak üzere iki ana kol halinde yaygınlık kazanmışlardır.
Nusayrilerin itikadi görüşlerine gelince:


Bunların görüşleri kısmen İslâm'dan kaynaklanmış olsa da ağırlıklı olarak batıni tevillere dayanmakta ve hatta zaman zaman hristiyan kültürünün etkisi görülmektedir. Hüseyin b. Hamdân el-Hasıbî'nin (346 veya 358/957 veya 968) Kitâbül-Mecmû'u ile önce nusayri iken daha sonra hristiyan olan Adanalı Süleyman Efendi'nin Kitâbul-Bakürati's-Süleymaniyye fi Keşfi Esrâri'd-Diyânâti'n-Nusayriyye isimli eserleri Nusayriliğin itikadı ile ilgili önemli bilgiler ihtiva ederler.


Bir çok itikadi fırkada gördüğümüz gibi, fırkaların görüşlerini temel bazı hususlar teşkil etmekte ve diğer görüşler bu görüşün etrafında odaklanmaktadır. Nusayrilerin görüşlerinin temelini de Hz. Alinin ilahlaştırılması teşkil etmektedir. Bundan dolayı Nusayriler Şia fırkaları arasında gulat kısmından telakki edilmektedir. Bu fırkanın bütün kollarına göre Hz. Ali mabudtur, tanrıdır. Yüce Allah için sayılan sıfat ve özellikler Hz. Ali için sayılmaktadır. O nurun nurudur, ilahi zatı itibariyle gizlidir. O manadır. Görünüşte imam olmasına rağmen, batını cihetiyle O, Allah'tır. Buna göre onların şehadet kelimesi "Ben Ali'den başka ilah bulunmadığına şehadet ederim "şeklindedir.


Bu anlayışa göre Ali, Tanrıdır. Kendi ruhundan Muhammed'i, O da Selman-ı Farisî'yi yaratmıştır. Ali "mana", Muhammed "isim", Selman ise "bab"dır. Bu üçlü A(ayn), M (Mim) ve S (Sin) sembolleriyle ifade edilir. Bu üçlü sembolize sistemi Süleyman Hasbi tarafından Hristiyanlıktaki "Baba-Oğul-Ruhul-Kudüs" sistemiyle açıklanır. Ayrıca Selman'dan sonra beş tane de eytam vardır ki, bunlar; Mikdad b. el-Esved (Tabiat olayları ve zelzeleyi yürütür), Ebû Zerril-Gifâril-Gifâri (Yıldızların hareketini idare eder), Abdullah b. Revâha (Canlıların hayatlarıyla uğraşır), Osman b. Maz'un (Rızık ve hastalıklarla uğraşır) ve Kanber b. Kadân ed-Devrî (Ruhları cesetlere gönderir). Bu beş eytam, aynı zamanda beş büyük yıldızdır.
Tenasüh ve ruh göçüne inanırlar. Onlara göre, insanlar ilk kez semâvî varlıklar olarak yaratılmışlar; fakat düşüşlerinin bir sonucu olarak bu günkü şekillerini kabullenmek zorunda kalmışlardır. Sürekli tenasüh ve ruh göçü, insanların tekrar semavi varlıklara dönmesiyle son bulacaktır. Yine Hz. Ali (r.a)'in yıldızların prensi olduğunu ve güneş veya ay ile cisimlenmiş bulunduğuna inanırlar.


Kendileri Ali'nin uluhiyyetine inanmak ve onun yüceliğinin nimetine ermek şerefine ulaşan kişilerdir. Aliye inanan Nusayrilerin ruhla, hareket yoluyla yıldızlar haline dönüşerek nurlar alemine yükselir. Nusayri olmayanların ruhları ise, hayvan cesetlerine girer. Onlara göre kadınların ruhları yoktur. Şeytanlar insanların günahlarından, kadınlar da şeytanların günahlarından yaratılmışlardır. Bu bakımdan kadınlara onların mezheblerinin sırları açıklanmaz. Bu taassuplarından ötürü Fâtıma'nın ismini kullanmayıp, metinlerinde bu kelimenin müzekkeri olan Fâtır'ı kullanmayı tercih ederler. Ayrıca onlara göre, diğer halifelerle birlikte bir kısım sahabe ile Muaviye, Yezid ve Haccac da şeytanın sembolleridir ve lanetlidirler.


Tanrı olarak kabul ettikleri Ali'nin bulunduğu yer konusunda iki gruba ayrılırlar. Haydariler'e göre Ali, göktedir. Güneş Muhammed'i, ay da Selman'ı temsil eder. Ali güneşte oturmaktadır. Bu yüzden bunlara "Şemsiler" de denilmektedir. İkinci kol olan Kilaziler'e göre ise Ali'nin yeri ay'dır. Bu yüzden bunlara da "Kameriler" ismi verilmektedir.


Onlara göre şarap, uluhiyyetin sembolüdür. Bundan dolayı şarabı ve şarabın aslı olan üzüm asmalarını aşırı bir şekilde yüceltirler.





 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,131
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
İslamın beş şartı ise şöyle bir tevil esasına göre anlaşılır:


1. Şehadet: Nusayriliğe girişte yukarıda sözü edilen şehadet kelimesi tekrar edilir. Sonra da "Nusayri dininden, Cundebî görüşünden, Cunbulanî tarikatından, Hasibî akidesinden, Cillî inancından, Meymunî fıkhından olduğuma şehadet ederim" şeklindeki söz söylenir.


2. Namaz: Namaz sesle yapılan bir ibadet olup, sadece duadır. Namazın başında "Ali, Muhammed ve Selman'ı yüceltiriz" demek, namazı eda etmek olarak anlaşılır. Namaz Ali'ye açılan bir kalbin niyazı olarak anlaşıldığından ferdi yapılır, ancak, bayram ve mukaddes günlerde cemaat hafinde de yapılabilmektedir. Namazdan önce abdest alınmaz. Namazın şartları beştir:
a) Beş seçkini bilmek, Bunlar; Muhammed, Fâtır, Hasan, Hüseyin ve Muhsin'dir.
b) Gülmeden ve konuşmadan dua etmek,
c) Namazı, Abbasi rengi olduğu için siyah takkesiz kılmak,
d) İbadeti başkaları görmeden gizli yapmak,
el Namazı, "Ey Yüce, Büyük ve Arıların Efendisi Ali, bize merhamet et" diyerek bitirmek.
Namazın sayısı yine beştir ve beş masuma tahsis edilmiştir. Namazda Mekke'ye dönmek şart değildir. Öğleye kadar güneşin doğuş yönüne, öğleden sonra ise batıya doğru yönelinir.


3. Oruç: Oruç, Resulullah'ın babası Abdullah b. Abdulmuttalib'in sessizliğini temsil eder. Buna göre Ramazan Abdullah, Kur'an Hz. Muhammed'dir. Ramazan günleri ise, Nusayrilerin kutsal kişilerini temsil eder.


4. Zekat: Zekatın manası dini öğrenmek ve aktarmaktır. Her aile malî şartlarına göre, şeyhe para vermek zorundadır. Bu zekat yerine geçer.


5. Ziyaretler: Ziyaret yerleri çok önemlidir. Buralar beyaza boyanır ve aynı zamanda ibadet yerleridir. Ziyaret yerleri ya su kenarlarında ya da ağaçlık yerlerdedir. Bu anlayışları eski Fenikelilerden kalan bir inançtır.
Nusayrilerde, şeyhler tabir edilen din işlerini organize eden dört ayrı sınıf vardır ki, bunlar onlara göre büyük önem arzetmektedir.
Bunları da sırasıyla şöyle sıralayabiliriz;


A- Büyük Şeyh: Ali'nin yeryüzündeki gölgesi durumunda olup, geniş ve büyük bir otoritesi vardır. İnsanüstü gücü bulunduğuna inanılır, bu yüzden büyük itibar görür. Vazifesi, şeyh ve imam adaylarını seçmektir. Her bölgede ancak bir büyük şeyh bulunur.


B- Şeyh: Cemaatın manevi önderleri durumunda bulunan şeyhlerin sayıları çoktur ve atalarının melekler olduğuna inanılır. Melekler onlara hulul etmiştir. Ahiret aleminde şefaat hakkına sahiptirler. Merasim ve ziyaretleri idare edip, hastalara dua ederler, onlardan izinsiz doktora bile gidilmez. En güzel ve zengin kızlarla evlenirler ve evleri herkese açıktır. Şeyh olabilmek için şeyh ailesinden gelmek şart olduğu gibi geniş bir kültüre de sahip olmak zorunludur.


C- Nüvvab: Bir nevi şeyh yardımcısı durumundadırlar. Şeyh olabilmeleri büyük şeyhin kararına bağlıdır. Bunun için geniş bir tecrübeden geçmesi gereklidir, şeyh olabileceği kanaatı oluşuğunda bir başka bölgeye şeyh olarak atanır.


D- İmam: Daha alt tabakadan görevlilerdir.
Nusayriliğe giriş bir kaç merhaleden oluşmaktadır. Kadınlar bu mezhebe giremezler. Erkekler ise mezhebe girmekle yükümlüdürler. Giriş için, esas şart ana-babanın Nusayri olmasıdır. Erkek, sağlığı yerinde, 8-10 yaşından büyük ve ölümle karşı karşıya kalsa bile sır saklayabilecek kabiliyet ve olgunlukta olmak da Nusayriliğe giriş için gerekli şartlardandır.
Nusayriliğe giriş genel olarak üç merhaleden oluşmaktadır.
Sırasıyla bu merhaleleri görmeye çalışalım;


Birinci merhale: Mezhebe girecek yaşa gelen çocuğu babası, güvendiği bir nusayriye götürür ve ona tavassut etmesini ister. O şahıs onun manevi babası haline gelerek onu iyice tanır. Çocuğun durumu hakkında şahitler ve şeyhin huzurunda teminat alınır, çocuk eğer sır verirse öldürülür. Daha sonra o kişi çocuğun eğitimini sağlar. Müslümanların gözünde iyi bir müslüman intibası bırakmak için namaz kılıp, oruç tutmasına özen göstermesi istenir. Zira bu safhada o çocuk bir nevi ilk imtihandan geçmektedir.
Bu ön hazırlık safhasından sonra çocuk, "Meşveret Cemiyeti" adı verilen bir toplantıya alınır ki, bu toplantı şeyhin veya ileri gelen bir nusayrinin evinde yapılır. Çocuk içeri alınır ve nefsini alçaltma, itaatkâr olmanın bir nişanesi olarak, şeyhin ve orada bulunanların ayakkabılarını başına koyar. Uluhiyyet sembolü olan bir kadeh şarabı içtikten sonra, o, "Abdu'n-Nur" (Nurun kulu) adını alır. Bu arada a(ayın), m(mim), s(sin) harfleri, manaları anlatılmadan bir mühür şeklinde tekrar ettirilir, tekrar el ve ayaklar öpülür. Sonunda da bu merasimin ay, gün ve senesi kaydedilir.


İkinci merhale: İlk merhaleden kırk gün sonra yapılan bu toplantının adı "Melik Cemiyeti"dir. Çok zengin ve görkemli bir toplantıdır. Nakib, çocuğa tekrar bir kadeh içki sunar ve a(ayın), m(mim), s(sin) harflerinin sırrını öğreterek bunları her gün 500 defa tekrar etmesini emreder. Bu arada "Kitâbül-Mecmu" dan da bazı bölümler kendisine öğretilir.


Üçüncü merhale: Bu ikinciden daha görkemlidir. Nusayriliğe giren çocuk eğer ileri gelen bir aileden veya şeyh ailesinden birisi ise ikinciden yedi ay, eğer halkdan birisi ise dokuz ay sonra icra edilir. Geniş bir salonda yapılan bu merasim bir hayli kurallara bağlıdır. Salonda ortada büyük şeyhi temsilen bir imam oturur, sağında nakib, solunda ise necîb vardır. Bu şekil aynı zamanda a(ayın), m(mim), s(sin) harflerini yani Ali, Muhammed ve Selman üçlüsünü temsil etmektedir. Nakibin sağında da havarileri temsilen on iki kişi bulunur. Necibin solunda ise yirmi dört kişi yer almaktadır. Bu kişiler Kitabul-Mecmu'un beş defa tekrar edildiğine şahitlik ederler. Merasimin başında imam tekrar, sır saklayacağına dair söz ister, havariler de onun sözüne şahitlik ederler. Bu sırada on iki havari önlerindeki on iki bardaktan birer yudum içki alırlar, aday da alır ve böylece uluhiyyete erilmiş olur.
Nusayrilere göre kutsal kabul edilen bayram ve merasimler şunlardır:


1. Fıtr (Ramazan) 2. Adhâ (Kurban) 3. Gadîr (18 Zilhicce; Hz. Peygamberin Hz. Ali'yi imam tayin ettiğine inanılan gün) 4. Mubahale (21 Zilhicce, Necranlı Hristiyanlarla Hz. Muhammed arasındaki lânetleşme olayı) 5. Firaş (29 Zilhicce; Hz. Peygamberin Medine'ye hicret ettiği gece Hz. Ali'nin O'nun yatağına yatması) 6. Aşüre (10 Muharrem; Nusayrilere göre Hz. Hüseyin, Kerbela'da ölmemiş, Hz. İsa gibi göğe çekilmiştir). 7. 9 Rebiulevvel (Hz. Ömer'in şehid edildiği gün) 8. 15 Şaban (Selman'ın ölümü) 9. Nevruz ve Mihrican bayramları 10. 24/25 Aralık gecesi Hz. İsa'nın doğumu ve "son yemek" ayini.


Onlar bayramlarda özellikle uluhiyyetin sağlanması için şarap içer ve buhur yakarlar. Onlara göre bu hareket bir uluhiyyet göstergesidir. Zira şarap kutsaldır.


Nusayriler, burada görüldüğü üzere, kendilerince kutsal kabul ettikleri bir takım bayram ve merasimlere çok bağlıdırlar ve bunları dikkatlice icra ederler. Zira bir çok batıl fırkada görüldüğü gibi, onlar kendi otorite ve ağırlıklarını ancak bu şekildeki resmi ve görkemli merasimlerle ve mensupları huzurundaki söz vermelerle sağlamaktadırlar. Yani bunun ancak ve ancak kollektif şuurla sağlanabileceği kanaatindedirler. Kollektif şuur, bir bakıma oldukça önemli ve zaman zaman da kullanılması lüzumludur. Ancak, bunun bir taassup ve hedef şeklinde kullanılması yanlış kanaat ve izlenimlere götürmektedir. İslâmda da bir takım merasim ve kollektif şuura götüren vesileler vardır, fakat bunların hiç birisinde esas itibariyle bir aşırılık gözlenmediği gibi daima itidal tavsiye ve tasvib edilmiştir. Ayrıca akıl ve mantık ölçüleri hiç bir şekil ve surette ihmal edilmemiştir. Önemli olan da budur ve bu tür merasimlere taassup ve ifrat-tefritin karışmamasıdır. Ve bu tür merasimlerin hiç bir şekilde hedef ve amaç olarak görülmemesidir.


Nusayrilerin buraya kadar anlatılan inanış, davranış, hal ve hareketleri dikkatlice izlenip gözönüne alındığında, bu mezhebin söz konusu bölgelerde zaman süreci içinde hüküm süren eski dinler ve inanışlardan, özellikle totemcilikten, Sabiîlik'ten, Mecusîlikten, Musevilik ve Hristiyanlıktan ve ilkel inanışlardan oldukça büyük oranda etkilendiğini görmek ve müşahede etmek mümkündür. Bu inanış biçimi ve tezahürleri aynı zamanda bâtınilik perdesi ile de örtülerek bir gizlilik içinde, takdim edilmiştir. Zira, sözü edilen tutarsız görüş ve inanç biçimleri ancak bu şekilde idame ettirilebilmiştir. Dikkat edilirse mezhebe ilk girenden, ilk alınan söz, sır saklama hususudur.


Şu ana kadar inançlarını özetlemeye çalıştığımız Nusayriler, aslında inançlarını son derece gizli tutarlar. Öyle ki, büyük bir çoğunluğu inançların tamamı ve sırları hakkında bilgi sahibi olamazlar. Bu, ancak seçkin bir zümreye aittir. Öğretiler uzun bir üyeliğe kabul süreci içinde öğretilir. Bu, ancak uygun görülen 19 yaşına basmış erkekler için başlar. Sırlarını, başkalarına açma korkusuyla kadınlara öğretmedikleri gibi, kadınlar ayinlere de katılamazlar. Üyeliğe kabul töreni masonların üyeliğe kabul törenlerine şaşırtıcı bir biçimde benzemektedir.


Nusayrilere Fransız işgalcileri Eylül 1920'de Alevî ismini verdiler. Böylece Hz. Ali (r.a)'nin ismini kullanarak İslamı yıkmak daha kolay olacaktı. Dolayısıyla o günden bu güne Alevî ismiyle çağrılmayı tercih ettiler. İran'daki Bahâiler ve Pakistan'daki Kadiyâniler gibi Nusayriler de emperyalistlerin çıkarları doğrultusunda kendilerine düşen rolü layıkiyle oynamışlar ve bu gün Suriye'de bu rollerini oynamaya devam etmektedirler.


Bu gün Suriye bu insanlar tarafından idare edilmekte olup, tarih boyunca Müslümanları devamlı katletmişlerdir. Sadece 1982 yılında Hama şehrinde gerçekleştirdikleri katliamda otuz bin sivil insan şehit olmuştur.


Sonuç olarak; gerçekte bir mezhep gibi görünmesine rağmen Nusayrilik, ne Hristiyanlıkla, ne Yahudilikle, ne de İslam ile ilgisi olmayan; gerek inanç, gerekse ibadet yöntemleriyle ayrı bir din olarak ortaya çıkmaktadır. Bunların kâfir, müşrik, mülhid olduklarında bütün Ehl-i sünnet ve Şia uleması ittifak etmiştir. Hatta İbn Teymiyye, bunların kestiklerinin yenilemeyeceğini, kadınlarının nikâh edilemeyeceğini söyledikten sonra; mürted olduklarından Cizye ödemekle hayat hakkına sahip olamayacaklarını bildirmektedir.


Nusayrilik bu tepkiyi görmesine rağmen bir ara Lübnan'daki İmamiye mezhebi mensupları tarafından Şiî bir mezhep olarak kabul edildi. Nusayrîler Suriye halkının dörtte biri olmalarına rağmen 1971'den beri ülke yönetimine hakim olmuşlardır. Böylelikle yirmi yıldır bütün ülke diktatör hafız Esad tarafından baskı altında tutulmaktadır.
 

radikal

New member
Katılım
10 Şub 2007
Mesajlar
2,635
Tepkime puanı
1,763
Puanları
0
Yaş
50
Konum
Gönül aleminden
Ne kadar güzel bir araştırma. Allah (cc) razı olsun. Emeğin zayi olmaz inşaallah.
Bakalım süpermenler kimlermiş, görelim, tanıyalım.

Bir peygamberi peygamber gibi görmek ile, bir kulu peygamberlik makamına yüceltmek arasındaki farkı anlayanlardan olalım inşaallah.

Anlayan, anladı.
 

Aleviyyun

New member
Katılım
6 Şub 2011
Mesajlar
11
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Hatay
Arkadaşlar Nusayrilik hakkında yanlış bilgi vermişsiniz. Ben Nusayriyim (Arap Alevisiyim) ve nusayrilik hakkında sizlerle doğru bilgiler paşlaşmak istiyorum.


ALEVİ MÜSLÜMANLAR (NUSAYRİLER - ARAP ALEVİLERİ)

ALEVİLİK NEDİR?
Alevilik; Kaynağını Kuran’dan alan, Hz. Muhammed’in (s.a.a.v.) hadisleri ve Ehlibeyt imamlarının (a.s.) öğretileriyle şekillenen İslam’ın özüdür, sırat-ı müstakimdir. Yani doğru ve hak olan yoldur.

Alevilik, Hz. Ali’nin (a.s.) taraftarı (Şiası) olmak demektir. Onun taraftarı olmak demek Hz. Muhammed’in (s.a.a.v.) taraftarı olmak demektir; yani Allah’ın taraftarı olmak demektir. Hz. Muhammed (s.a.a.v.) hadis-i şerifte “Her kim Ali’yi severse, beni sevmiş olur; beni seven de Allah’ı sevmiş olur. Ali’ye kim düşmanlık ederse bana düşmanlık etmiş olur.” diye buyurmaktadır. Kur’an, Allah’ın (c.c.) kelamı; Hz. Muhammed (s.a.a.v.) Kuran’ın dili, Hz. Ali (a.s.) de konuşan Kuran’dır. Hadis-i şerifte; “Kuran Ali’yle, Ali de Kur’an’la beraberdir. Kıyamet Günü’ne kadar birbirlerinden ayrılmayacaklardır.” diye buyrulmaktadır. Hz. Ali (a.s.) Sıffin’de bir hutbesinde “Konuşan Kur’an benim.” diye buyurmuştur. Kısaca Kur’an, Hz. Muhammed (s.a.a.v.) ve Hz. Ali (Ehlibeyt) (a.s) birbirini destekleyen, insanın doğru yolda yürümesini sağlayan ana kaynaklardır. Alevilik bu kaynaklara dayandığından hak yoldur.

Hz. Muhammed (s.a.a.v.) amcasının oğlu ve damadı olan Hz. Ali’yi (a.s.) çok severdi ve Hz. Ali, kendisine en yakın kişiydi. Tebük Seferi’ne çıktığında Hz. Ali’yi kendi yerine Medine’de vekil olarak bırakması ona olan güveninin bir göstergesidir.

Hz. Peygamberin Hz. Ali’ye olan sevgi ve güvenini belirleyen birçok hadisi vardır. “Ali bedenimde baş gibidir.” ... “Her nebi için bir vasi ve varis vardır, Ali de benim vasiyyim ve varisimdir.” Gadir-i Hum’da; “Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır.” gibi hadislerle Hz. Ali’yi kendisinden sonra vasi olarak tayin etmiştir. Nusayriler, Hz. Muhammed’in (s.a.a.v.) vasiyetini dinlediği ve ona uyduğu için ALEVİDİR.

“Alevilik” Hz. Ali’ye bağlılıktır, Hz. Ali’nin yandaşı olmaktır, Hz. Ali’yi sevmektir, Hz. Ali’yi yüceltmektir. Çünkü Alevilik; Hz. Muhammed’in Hz. Ali’ye olan sevgi, bağlılık ve telkinleriyle oluştu. İslam diniyle beraber Aleviliğin tohumları ekildi. İsim “Müslümanlık” kimlik “ALEVİLİK” olduğu için Aleviyiz.

Aşağıda yazılanlar okunduğunda neden Alevi olduğumuz daha iyi anlaşılacaktır:
“Selman El Farisi” dedi ki: Resûlullah (s.a.a.v.) imam Ali’ye hitaben : “Bu vasim sırrımın yeri ve terk ettikle-rimin en hayırlısıdır.”
(Mizanul-itidal, 1/635)
“Hz. Muhammed (s.a.a.v.) Hz. Fatıma’ya: “Senin kocan dünya ve ahirette seyyiddir. Kendisi ashabım içinde İslam’a ilk gelendir. Âlem içinde en fazla ilme sahip olan ve âlem içinde en kuvvetli hilme sahip olandır.”
(El-istiab,1099 El istiab.1091)

Bir hadisinde (s.a.a.v.); “Dünya ve ahirette bayrağımı Ali taşıyacaktır.” demiştir.

İbni Abbas diyor ki:
“Ali’nin dört özelliği var ki, başkasında yoktur:
1- Kendisi Acem ve Araptan önce Resûlullah (s.a.a.v.) ile ilk namaz kılandır.
2- Her çarpışmada peygamberin (s.a.a.v.) bayrağı onun elindeydi.
3- Başkaları Peygamberi (s.a.a.v.) terk edip kaçtıklarında ancak kendisi sebat edip Peygamber’in yanında kalmıştı.
4- Kendisi Resûlullahı (s.a.a.v.) vefatından sonra yıkayıp kabrine defnedendir.”
(El-istiab, 3/1090)

Selman-ı Farisi diyor ki: Resûlullah (s.a.a.v.) şöyle buyurdu: “Ümmetimden Kevser Havuzu’nun başında bana ilk erişecek olan Ali bin ebi Talip’tir.”
(El istiab.1091)

Hz. Ali’nin bu yüce konumu ile Hz. Peygamberin bu hadisleri, Müslüman insanın "Alevi" olması için yeterlidir. Hz. Muhammed tarafından Hz. Ali’nin bu kadar yüceltildiğini gören ve Hz. Ali’nin faziletlerine şahit olan samimi Müslümanlar "Alevi" ismini aldı.

Muhammed ibn-i Nusayr'in isminden türeyen Nusayri sözcüğünün kendileri için kullanılmasını istemediklerinden Türkiye'de genelde "Arap Alevisi" denir. Nusayri ismini kullanmak istememelerinin sebebi Muhammed ibn-i Nusayr'in sadece Ehl-i Beyt öğretisini yaymış olmasıdır, yani mezhep kurmamıştır.

Anadolu Aleviliği ile benzer yönü sadece Kur'an-ı Kerim ve Ehl-i Beyt sevgisidir. Caferiyye Şiiliği ile itikadi yönden benzemektedir.

Mezhebin kurucusu ve Muhammed ibn-i Nusayr'in isminden türeyen Nusayri tanımlaması kullanılmaktadır. Ancak, Nusayrilere göre Muhammed bin Nusayr mezhep kurucusu değil, sadece 11. İmam Hasan El Askeri'nin öğrencisi ve Ehlibeyt öğretisini yayan kişidir.
11. İmam Hasan El Askeri'nin öğrencisi Muhammed bin Nusayr'ı (ö. 883) otorite kabul ettikleri için bu adı alırlar. Ancak Nusayriler bu ismi kendileri için asla kullanmazlar.

Dil
Anadilleri Arapçadır. Yaşlı nesil hâlâ Arapça konuşmaktadır.
Türkiye'de ise Hatay'ın katılmasından (1939) sonra doğmuş olan daha genç nesil tarafından Türkçe konuşulmaktadır.
Bugün Arapça ile Türkçenin bir karışımı konuşulur.


İNANÇ VE İTİKAT
Din: Semavi dinlerin sonuncusu ve en mükemmeli, yüce Allah’ın kullarına hidayet için gönderdiği son Peygamber Hz. Muhammed’in (s.a.a.v) bildirdiği "İSLAM" dır. "Allah’ın yanında din İSLAM'dır” (Ali İmran 19), “Kim İslam’dan başka bir din ararsa onun dini asla kabul olunmayacak. O, ahirette kaybedenlerden olacaktır.” (Ali İmran 85)
İslam: İki şahadete ikrar etmektir. “Eşhedü enla ilahe illellah ve eşhedu enne Muhammeden Resûlullah” demek ve Hz. Peygamber’e (s.a.a.v), Yüce Allah tarafından emredileni tatbik etmektir.
İman: Yüce Alah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, kadere, ölümden sonra tekrar dirilmeye, Allah’tan başka ilah olmadığına ve Hz. Muhammed’in Allah’ın resulü olduğuna kayıtsız şartsız inanmaktır.
Bunun yanında Nusayrilerin inancında usul beştir. Tevhid, adalet, peygamberlik, imamet ve dirilmedir.


Bunları tahmin ve taklitle değil; delillerle, Kur’an-ı Kerim, Hz. Peygamber ve Ehlibeyt'in hadisleriyle bilmek gerekir.
1-Tevhid: Nusayrilerin İnancında, bütün âlemi Allah yaratmıştır. Allah yalnız ve tektir, ortağı yoktur. “Onun hiçbir benzeri yoktur. Hem o işitir ve görür.” (Şura 11) Kur’an-ı Kerim’de Hz. Peygamberine: “Deki; O Allah birdir. Ululuk onda nihayet bulmuştur. Doğmamış, doğurulmamıştır. Onun hiçbir eşi de yoktur.”(İhlas Suresi)
2- Adalet: Yüce Allah âdildir, hiç kimseye zulüm etmez. “Senin Rabbin hiçbir yerde zulüm etmez.” (Kehf 49) Adaletinin ispatı için de insanlara yalnız ıslahları için emir verir, kötülüklere uğramamaları için de yasak koyar “Her kim iyi iş işlerse kendisi için işler, her kim kötülük yaparsa yine kendine eder, Rabbin kulları hakkında asla zalim değildir.”(Fussilet 46)
3- Peygamberlik: Nusayri inancında, yüce Allah, lütuf ve adaletinden doğru yoldan sapmamaları için kullarına peygamberler gönderdi. Peygamberlerin ilki Hz. Adem’dir. Sonuncusu da Abdullah oğlu Hz. Muhammed’dir.
4- İmamet: İnsanların maslahatları için yüce Allah imamlara ilahî bir makam verdi. Her bir Peygamber vefatından önce kendisine bir vasi tayin etti. Peygamberlerin sonuncusu olan peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.a.v) kendisi için on iki vasi tayin etti. “Benden sonra 12 halife olacaktır, hepsi Kureyşten dir.”
(Sahihi Buhari 8/105 Sahihi Müslim 3/1452)
Bu imamlar, Peygamberin ümmetine bıraktığı dinî hükümlerin değiştirilmesini ve usulleriyle oynanmasını önlemek için yüce Allah’ın emriyle makam aldı. Yüce Allah İmamları tıpkı peygamberler gibi, insanların kendilerine inanmaları ve tutunmaları için yanılmaktan, hata yapmaktan ve günah işlemekten masum kıldı ve inanırız ki; son zamanda son imam Muhammed el-Mehdi gelecek ve dünyayı nasıl zulüm ve çirkinliklerle dolduysa, adalet ve merhametle dolduracaktır.
5- Mead (Dirilme): Yüce Allah iyilik yapanı iyilikle mükâfatlandırıp, kötülük yapanı da kötülükle cezalandırması için insanları kabirden kaldıracaktır. Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de kıyamet gelecektir. Onun kopmasında şüphe götürecek hiçbir şey yoktur. Allah kabirdekileri kaldıracaktır.” (Hac 7)
Yine Kur’an-ı Kerim’de; "Her kim zerre ağırlığında hayır işlerse onu görecek, zerre ağırlığında şer işleyen de onu görecektir.” (Zilzel 7-8)
Nusayrilerin, Kur’an-ı Kerim’de geçen her kelime ve ayete inancı tamdır. “Ey Rabbimiz! Bize indirdiğin kitaba inandık, Resule de uyduk, bu hâlde bizi şahitler ile beraber yaz.” ( Ali İmran 53)

Bu beş madde altında topladığımız ana din usulünde filizler (furu-uddiyn) de vardır. Bunlar;

1- Namaz Kılmak: Günde beş vakit namaz kılmaktır. Vakitleri; öğle, ikindi, akşam, yatsı ve sabahtır.
Bu beş vaktin farz rekâtları on yedidir. Yolculuk ve zaruretler de dört rekâtlı namazlar, iki rekât olarak kılınabilir. İsteğe bağlı rekâtlar ise otuz dörttür. Bunlar (Nafile) sünnettir.

2-Oruç Tutmak: Her yıl mübarek Ramazan ayında Kur’an-ı Kerim’in emrettiği şekilde otuz gün oruç tutmaktır.

3- Zekât Vermek: Yılda bir defaya mahsus her kişi malının zekâtını ehline vermesidir. Miktarı gelirinin yüzde beşidir.

4- Hacca Gitmek: İmkânlar çerçevesinde maddî, manevî ve yol emniyeti olması durumunda ömürde bir defa Mekke’ye gidip Beytullahıl Haram’ı ziyaret ve tavaf etmektir.

5- Cihad: İslam dinini müdafaa etmek, bilmek, öğrenmek, öğretmek ve peygamberlerin izini takip etmektir.

6- Marufa Emir (El-emru bil maruf): Her Müslüman kadın-erkek kendi hükmünde olabilecek Müslümanları (ailesi ve yakınları) iyi ve hayırlı işler görmeye davet etmektir.

7- Münkerlere Yasak (En-nehy anil münker): İnsanları kötü işlerden alıkoymak, haramdan sakınmaya davet etmektir.

8- Elvela (Tevella): Yüce Allah’ın tek olduğuna, Hz. Muhammed’in (s.a.a.v) onun peygamberi olduğuna inanmak ve Ehlibeyt imamlarına velayet (bağlılık) etmek ve velayet edenine de veli (kardeşlik) olmaktır. Hz. Muhammed (s.a.a.v); “Mümine vazife olan şey Allah’ın velisini bilip ona velayet etmek, düşmanını bilip de düşmanlık etmektir” buyurmuştur.

9- El-bera (Teberra): Yüce Allah’a, Allah’ın Peygamberine, Peygamberinin Ehlibeytine ve imamlara düşmanlık eden herkesi düşman bilmek ve benliğimizi onlardan arındırmaktır.

Yukarıda yazdığımız gibi dine olan itikadımız Allah’ın kitabı Kur’an-ı Kerim’de geçtiği gibidir. Kur’an-ı Kerim Allah’ın kelamıdır. “Ona ne önünden, ne de ardından batıl gelemez. O, hüküm ve hikmet sahibi, övülmeye layık olan Allah tarafından indirilmiştir.” (Fussılet 42)

İSLAMIN ŞARTLARI
Hz. Peygamberimizin hadislerinde Hz. Ali’nin şiası (taraftarı) olarak adlandırılmışız. Hz. Muhammed’den (s.a.a.v.) sonra “Alevi” ismi Hz. Ali’nin yandaşlarına (Şiası) verildi. İslam’ı sevenler İslam’ın şartlarını Hz. Ali ile yerine getirmekten büyük haz duymuşlardır. Hz. Ali, Hz. Peygamberden sonra İslam’ın kurallarını hatasız şekilde yaymıştır. Birçok rivayette İslam’ı sevenler namaz kılmayı Hz. Ali’den öğrenmek istemişlerdir. Namaz kılmaktan zevk almak isteyenler de Hz. Ali ile namaz kılmışlardır. Yüce Allah’ın Kur’an-ı Kerim’de Müslümanlara farz kıldığı ve tediyesini emrettiği vecibelere ‘İslam’ın Şartları’ denmiştir. Bu İslamî şartlar beştir.
Aşağıda gösterilen farzlar birinin edası durumunda, eda eden kişinin Müslüman olduğuna işaret eden şartlardır.

İSLAMIN BEŞ ŞARTI
Bu beş farizadan birini veya hepsini ancak Müslüman olan biri eda eder.

1- Kelime-i şahadet getirmek
2- Namaz kılmak
3- Oruç tutmak
4- Hacca gitmek
5- Zekât vermek

1-Kelime-i şahadet: “Eşhedü enla ilahe illellah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resulühü ” (“Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in onun kulu ve elçisi olduğuna şahitlik ederim”)

2-Namaz kılmak: Yüce Allah’ın farz kıldığı İslam’ın şartlarının en önemlisidir. Hz. Muhammed’le (s.a.a.v) ilk namaz kılan Hz. Ali’dir. Kur’an-ı Kerim’de “Namazı dosdoğru kılın, zekat verin, rüku edenler ile beraber rüku edin” (El bakara, 43) der. Ve Kur’an-ı Kerim’de namaza işaret eden ayetler elliden fazladır. Aşağıda namaz kılma şekli gösterilecektir.

3-Oruç tutmak: Yüce Allah’ın farz kıldığı İslam’ın şartlarından biridir. Ramazan ayında oruç tutmak Kur’an-ı Kerim’de: “Ey iman edenler! Sizden evvelkilere oruç nasıl farz edilmiş ise maziden sakınasınız diye size de öyle farz kılındı.” (El barka 183.) Oruç, Bakara suresinin 185-187. ayetlerinde de zikredilmektedir.

4 - Hacca gitmek: Yüce Allah’ın ömürde bir defa maddi ve manevi gücü olana farz kıldığı İslam’ın şartlarından biridir. Kur’an-ı Kerim’de “Hac” İbadeti için Ali İmran suresinin 97. Ayetinde “Onda apaçık işaretler ve İbrahim'in makamı vardır. Oraya giren güvenlikte olur. Hac için bir yol bulabilenin Beyti ziyaret etmesi ise, Allah'ın insanlar üzerindeki hakkıdır. İnkâr edenlere gelince, Allah'ın âlemlerde hiçbir şeye ihtiyacı yoktur.” diye buyurmaktadır. Kur’an-ı Kerim’de “Hac” konusunda ondan fazla ayet vardır.

5 - Zekât vermek: Yüce Allah’ın farz kıldığı İslam’ın bir şartıdır. Müslüman’ın malından gelirinin yüzde beşini zekât vermesidir. Kur’an-ı Kerim’de: “Namazı dosdoğru kılın, zekât verin, nefsiniz için evvelce ne hayır gönderirseniz onu da Allah’ın yanında bulursunuz.” (El bakara 110) Kur’an-ı Kerim’de zekâtla ilgili yirmi beşten fazla ayet vardır. Burada İslam’ın beş farzı özetle zikredilmiştir.

Şunu bilmek gerekir ki, Aleviler Müslüman’dır. Alevilikleri ise Hz. Ali’ye yandaşlıkları, taraftarlıkları ve sevgileridir. İmam Hz. Ali, Hz. Peygamberin amcasının oğlu, damadı ve vasisidir. İlk iman eden ve Müslüman olan kişidir.
Rabbimiz Allah’tır. Peygamberimiz Hz. Muhammed’dir. İmamımız Emiyrül Müminin Ali Bin Ebi Talip’tir. İslam dinine zıt olan bütün dinlerden aklanırız. Dini hükümleri İslam Dini Anayasa’sı olan Allah’ın Kitabı Kur’an-ı Kerim, sünneti nebevi ve Ehlibeyt imamlarının rehberliğinde öğrenir ve uygularız.
Müslüman Alevi olarak adlandırılan bizlerin itikadı budur. Alevi kardeşimiz bu bilgiler ışığında büyümüştür. Bizleri daha farklı görenlerin basiretleri bizleri bu şekilde görmekle açılacak ve bizi yanlış tanıyan gözlerin önünden
bizi kapatan perdeler açılacaktır.
Bu bilgiler bizim gerçek kimliğimizi göstermektedir. Bu deyimler asıl inancımızı anlatmaktadır. Bin dört yüz yıldır doğrularla haykıran bu Alevilerin sesi duyulmadı. Kendilerini tanıttılarsa da onları duymak istemeyenler duymadı.
“İnsanlar bilmediklerinin düşmanıdır.” hadis-i şerifi insanların birbirlerini anlayamadıkları ve tanıyamadıkları için söylendiğine işarettir.
Yüce Allah bizleri en doğru ve gerçek yola hidayet etmiştir. Bu doğru yolda dünyanın en kutsal inancına, İslam’ın özüne sahip olmakla onurlandırıldık. Çünkü İnsanlığın en kutsal inancını en yüce kaynaklardan öğrendik. Yüce Allah’ın hidayetiyle Hz. Muhammed’in sünnetiyle, Ehlibeytin rehberliğiyle, Müslümanlığın temelinde Aleviliğimizle ne kadar övünsek azdır. Bu kutsal inanca mensup olmakla dünyanın en mesut ve huzurlu kulları olarak ahirette sevinecek ve bahtiyar olacağız. Yüce Allah’ın ve Peygamberinin emrettiği şekliyle Ehlibeyt ipine sımsıkı tutunmaya ve Aleviliğimizin gereklerini yerine getirmeye yüce Allah bizi muvaffak etsin.
Allah’ın rahmeti; Hakkı görüp Hakka tapanlara olsun.
ALLAH BİZLERİ EHLİBEYT YOLUNDAN AYIRMASIN...
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,131
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
4- İmamet: İnsanların maslahatları için yüce Allah imamlara ilahî bir makam verdi. Her bir Peygamber vefatından önce kendisine bir vasi tayin etti. Peygamberlerin sonuncusu olan peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.a.v) kendisi için on iki vasi tayin etti. “Benden sonra 12 halife olacaktır, hepsi Kureyşten dir.”
(Sahihi Buhari 8/105 Sahihi Müslim 3/1452)
Bu imamlar, Peygamberin ümmetine bıraktığı dinî hükümlerin değiştirilmesini ve usulleriyle oynanmasını önlemek için yüce Allah’ın emriyle makam aldı. Yüce Allah İmamları tıpkı peygamberler gibi, insanların kendilerine inanmaları ve tutunmaları için yanılmaktan, hata yapmaktan ve günah işlemekten masum kıldı ve inanırız ki; son zamanda son imam Muhammed el-Mehdi gelecek ve dünyayı nasıl zulüm ve çirkinliklerle dolduysa, adalet ve merhametle dolduracaktır.


Şia, Nusayrilik ve Alevilik ile alakalı ihtisasi bir ilmimiz olmamakla beraber yukarıda İmamet kısmında belirtilenler İslam'a aykırıdır. Zaten Alevilikte de bu İmamet hükmüne dayanılarak türlü türlü İslam dışı hükümler meşrulaştırılmıştır.

Mesajınızda belirttiğiniz İslami esasların buraya alıntıladığım dışındakiler için denecek bir şey yok. Siz bu hükümlere Ehli Sünnet itikadı çerçevesinde riayet ediyorsanız bende Aleviyim. Lakin bizler de çok iyi bilmekteyiz ki Türkiyede ki Aleviler bu esaslara uymamaktadır. Sizin ifadeleriniz sonucundan anlaşılmaktadır ki Aleviyim diyenlerin de çok çeşidi var. Mesela Türkiye de Aleviler'in bir kısmı okullarda ki din dersine karşı çıkmakta, bir kısmı camii'yi reddedip "cem evi" demekte ve saire.

Ama bizim Nusayrilik hakkında yazdıklarımız ciddi araştırma ve vak'a lar sonucunda yazılmıştır, fark belki sizin farklı versiyonda olmanızdır.
 

Aleviyyun

New member
Katılım
6 Şub 2011
Mesajlar
11
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Hatay
Şia, Nusayrilik ve Alevilik ile alakalı ihtisasi bir ilmimiz olmamakla beraber yukarıda İmamet kısmında belirtilenler İslam'a aykırıdır. Zaten Alevilikte de bu İmamet hükmüne dayanılarak türlü türlü İslam dışı hükümler meşrulaştırılmıştır.

Aleviler, Hz. Ali’nin yolundan gidenlerdir, İslam’a bağlı kişilerdir.
Alevilik İslam’ın bir yorumu değil, İslam’ın ta kendisidir. İslam âlemi Hz. Muhammed’in vasiyetine uyarak Hz. Ali’nin velayetini kabul etmiş olsaydı, İslam’da bölünmeler baş göstermeyecekti.
İslam ismi tek başına yeterli olacak, Alevi kelimesini kullanmaya gerek kalmayacaktı. Çünkü İslam kendi bünyesinde zaten Hz. Ali’nin velayetini içermektedir. Fakat Müslümanların bir kısmı Hz. Ali’nin velayetini yadsıyınca, Hz. Ali’nin velayetine bağlı olan Müslümanlar, İslam adıyla birlikte ikinci bir ad olarak Alevi adını kullanmak zorunda kaldılar. İslam ve Alevilik kelimelerinin farklı olması, bu ikisinin farklı şeyler olduğunu göstermemektedir.

İslam Alevilikten, Alevilik de İslam’dan başka bir şey değildir.
Hz. Ali’ye bağlı Müslümanlara baktığımızda, bunların da iman ve ilim derecelerinin farklılığı nedeniyle birçok gruba ayrıldığını görüyoruz. Bunlara örnek olarak Caferiler, Nusayriler… Verilebilir.
Bilindiği gibi yüce Allah İslam’ı Hz. Ali’nin velayeti ile tamamlamış ve İslam’ı insanlara din olarak seçmiştir. Bütün Müslümanların Hz. Ali’ye peygamberin vasisi ve halifesi olarak biat ettiği Gadir-i Hum gününde inen ayet bunun en somut kanıtıdır;

“Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam’ı seçtim.” (Maide S. Ayet 3)

Mesajınızda belirttiğiniz İslami esasların buraya alıntıladığım dışındakiler için denecek bir şey yok. Siz bu hükümlere Ehli Sünnet itikadı çerçevesinde riayet ediyorsanız bende Aleviyim. Lakin bizler de çok iyi bilmekteyiz ki Türkiyede ki Aleviler bu esaslara uymamaktadır. Sizin ifadeleriniz sonucundan anlaşılmaktadır ki Aleviyim diyenlerin de çok çeşidi var. Mesela Türkiye de Aleviler'in bir kısmı okullarda ki din dersine karşı çıkmakta, bir kısmı camii'yi reddedip "cem evi" demekte ve saire.

Sizin çevrenizde Alevi diye bildiğiniz kişiler; Anadolu Alevileri olarak bilinen Bektaşilerdir, Bektaşilik bir tarikattır ve Bektaşilerin Alevilikle bir ilgisi yoktur.
Gerçek Aleviler, din dersine karşı çıkmıyorlar ve kendi mescitleri vardır.

Kim hangi dinin emrini yapıyorsa o dindendir, kim hangi önderin tavsiyesini uyguluyorsa o kişiyle beraberdir.

Gerçek bir Alevinin yaptığı her ibadetin şekli 12 imamların (Ehlibeyt imamları) sözlerine ve tavsiyelerine uygun olmalıdır.
Çünkü Kuran-ı Kerim'i en iyi onlar biliyor ve peygamberimizin sünnetini en iyi onlar aktarıyordu.

Ama bizim Nusayrilik hakkında yazdıklarımız ciddi araştırma ve vak'a lar sonucunda yazılmıştır, fark belki sizin farklı versiyonda olmanızdır.


Diyorsunuz ki ciddi araştırmalar yaptık. Peki Nusayri (Arap Alevi) din adamlarıyla (imamlarıyla) görüşüp konuştunuz mu?
Farklı versiyon diye bir şey yok, Alevilerin inancı aynıdır ve yukarıda yazdığım gibidir.
Bunun dışındakiler Alevi olduklarını söyleseler bile Alevi değillerdir.

 

Aleviyyun

New member
Katılım
6 Şub 2011
Mesajlar
11
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Hatay
Ama bizim Nusayrilik hakkında yazdıklarımız ciddi araştırma ve vak'a lar sonucunda yazılmıştır.

Ciddi bir araştırma yapılmamış ve siz inernetten bulduğunuz yazıyı kopyala-yapıştır yaparak insanları yanlış bilgilendiriyorsunuz.
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,131
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Aleviler, Hz. Ali’nin yolundan gidenlerdir, İslam’a bağlı kişilerdir.
Alevilik İslam’ın bir yorumu değil, İslam’ın ta kendisidir. İslam âlemi Hz. Muhammed’in vasiyetine uyarak Hz. Ali’nin velayetini kabul etmiş olsaydı, İslam’da bölünmeler baş göstermeyecekti.
İslam ismi tek başına yeterli olacak, Alevi kelimesini kullanmaya gerek kalmayacaktı. Çünkü İslam kendi bünyesinde zaten Hz. Ali’nin velayetini içermektedir. Fakat Müslümanların bir kısmı Hz. Ali’nin velayetini yadsıyınca, Hz. Ali’nin velayetine bağlı olan Müslümanlar, İslam adıyla birlikte ikinci bir ad olarak Alevi adını kullanmak zorunda kaldılar. İslam ve Alevilik kelimelerinin farklı olması, bu ikisinin farklı şeyler olduğunu göstermemektedir.

Hz. Ali (ra) bütün Müslümanların sevdiğidir, velisidir, alimidir ama din Allah'ın dinidir ve Hz. Muhammed (sav) risalet makamıdır. İslam dininin son şeriatı Kur'an dadır ve hikmetleri de Peygamber Efendimiz (sav) ın hadislerinde. İslami Ulviyeti manasında Hz. Ali (ra), Hz.Bekir (ra) ve diğerleri arasında bir fark yoktur. Aşere-i Mübeşşere de öyledir. Aynı ulviyet tüm asbabında mevcuttur. Hatta O (sav) buyuruyor ki “Ashâbım yıldızlar gibidir. Hangisine tâbi olsanız hidayete erersiniz.” (Aclûnî, 1/132)
Eğer Hz. Muhammed (sav) risaletini tamamladı ise, risaletini ifa ettiği zaman içinde yanında Hz. Ali (ra) den başkaları da vardıysa, dini öğretilerin eskimesi kaybolması manasında Peygamberimiz (sav) ve Hz. Ali (ra) yaşam dönemleri arasında 1000 yıl yoksa illa Hz. Ali (ra) diye dayatmanın fitne olması muhtemeldir ve bu kabahat illa Hz. Ali (ra) diyenlerin olur.



İslam Alevilikten, Alevilik de İslam’dan başka bir şey değildir.
Hz. Ali’ye bağlı Müslümanlara baktığımızda, bunların da iman ve ilim derecelerinin farklılığı nedeniyle birçok gruba ayrıldığını görüyoruz. Bunlara örnek olarak Caferiler, Nusayriler… Verilebilir.
Bilindiği gibi yüce Allah İslam’ı Hz. Ali’nin velayeti ile tamamlamış ve İslam’ı insanlara din olarak seçmiştir. Bütün Müslümanların Hz. Ali’ye peygamberin vasisi ve halifesi olarak biat ettiği Gadir-i Hum gününde inen ayet bunun en somut kanıtıdır;

Şimdi bu ifade ile Alevi olmayanlar İslam dışı gibi bir şey oluyor ki, bu sadece komedi olur.

Ayrıca Alllah (cc) ın Hz. Ali (ra) a böyle bir velayeti olmadığını herkes biliyor, sizden gayri...






Sizin çevrenizde Alevi diye bildiğiniz kişiler; Anadolu Alevileri olarak bilinen Bektaşilerdir, Bektaşilik bir tarikattır ve Bektaşilerin Alevilikle bir ilgisi yoktur.
Gerçek Aleviler, din dersine karşı çıkmıyorlar ve kendi mescitleri vardır.


Bu Anadolu Alevileri de Ali bizimdir biz Ali'deniz diyorlar...



Gerçek bir Alevinin yaptığı her ibadetin şekli 12 imamların (Ehlibeyt imamları) sözlerine ve tavsiyelerine uygun olmalıdır.
Çünkü Kuran-ı Kerim'i en iyi onlar biliyor ve peygamberimizin sünnetini en iyi onlar aktarıyordu.


Bu da sadece bir sav. Ayetlere ters, hadislere ters, akla ters.
Hem en iyi bilmekle, iyi bilmek arasında bu gün yaşanan ciddi ayrılıkların olması da çok ciddi bir tezat...
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,131
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Ciddi bir araştırma yapılmamış ve siz inernetten bulduğunuz yazıyı kopyala-yapıştır yaparak insanları yanlış bilgilendiriyorsunuz.

:) Bu ifade tarzının modası geçti arkadaşım, şu an sizde internette yazmaktasınız ve sizin yazınız da eğer copy/paste yapılırsa otomatikman yalan/yanlış mı olur? Gülünç değil mi? Kaynağı merak ediyorsanız biyografisi aşağıdadır.


Abdurrahman Güzel
24 Haziran 1942 yılında Antalya-Manavgat'a bağlı Ahmetler köyünde doğdu. A.Ü. Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesini bitirdi (1965). Doktorasını Viyana Üniversitesinde verdi (1973). 1974'te Hacettepe Üniversitesine geçti. 1985'de Gazi Üniversitesin Eğitim Fakültesine öğretim üyesi oldu. Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dekanlığı, Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Rektörlüğü yaptı. Alevî-Bektaşî edebiyatı ve kültürü üzerine ciddi çalışmalar yapmıştır. Eserleri: Ali in der Bektaschi-Dietung (1972), Kaygusuz Abdal (1981), Kaygusuz Abdal'ın Mensur Eserleri (1983), Kaygusuz Abdal Bibliyografyası (1986), Hacı Bektaş-ı Velî ve Makalat (2002).
 

Aleviyyun

New member
Katılım
6 Şub 2011
Mesajlar
11
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Hatay
:) Bu ifade tarzının modası geçti arkadaşım, şu an sizde internette yazmaktasınız ve sizin yazınız da eğer copy/paste yapılırsa otomatikman yalan/yanlış mı olur? Gülünç değil mi? Kaynağı merak ediyorsanız biyografisi aşağıdadır.


Abdurrahman Güzel
24 Haziran 1942 yılında Antalya-Manavgat'a bağlı Ahmetler köyünde doğdu. A.Ü. Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesini bitirdi (1965). Doktorasını Viyana Üniversitesinde verdi (1973). 1974'te Hacettepe Üniversitesine geçti. 1985'de Gazi Üniversitesin Eğitim Fakültesine öğretim üyesi oldu. Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dekanlığı, Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Rektörlüğü yaptı. Alevî-Bektaşî edebiyatı ve kültürü üzerine ciddi çalışmalar yapmıştır. Eserleri: Ali in der Bektaschi-Dietung (1972), Kaygusuz Abdal (1981), Kaygusuz Abdal'ın Mensur Eserleri (1983), Kaygusuz Abdal Bibliyografyası (1986), Hacı Bektaş-ı Velî ve Makalat (2002).

Tamda tahmin ettiğim gibi yine Abdurrahman Güzel... :)

Abdurrahman Güzel'in yazısını bende okudum ve size dediğim gibi bu yazdığı yazı doğru değil, gerçeği yansıtmıyor... Ben bir Nusayri (Arap Alevisi) olarak, size Nusayrilerin inanç ve itikatlarını doğru olarak anlattım. Nusayriler, Arap kökenli Alevi müslümanlardır. Size söyleyeceğimi söyledim bundan sonrası sizlerin vicdanına kalmış.

Abdurrahman Güzel'in bu yazısı biz Alevi Müslümanları rahatsız etmektedir.
 

Aleviyyun

New member
Katılım
6 Şub 2011
Mesajlar
11
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Hatay
Hz. Ali (ra) bütün Müslümanların sevdiğidir, velisidir, alimidir ama din Allah'ın dinidir ve Hz. Muhammed (sav) risalet makamıdır. İslam dininin son şeriatı Kur'an dadır ve hikmetleri de Peygamber Efendimiz (sav) ın hadislerinde. İslami Ulviyeti manasında Hz. Ali (ra), Hz.Bekir (ra) ve diğerleri arasında bir fark yoktur. Aşere-i Mübeşşere de öyledir. Aynı ulviyet tüm asbabında mevcuttur. Hatta O (sav) buyuruyor ki “Ashâbım yıldızlar gibidir. Hangisine tâbi olsanız hidayete erersiniz.” (Aclûnî, 1/132)
Eğer Hz. Muhammed (sav) risaletini tamamladı ise, risaletini ifa ettiği zaman içinde yanında Hz. Ali (ra) den başkaları da vardıysa, dini öğretilerin eskimesi kaybolması manasında Peygamberimiz (sav) ve Hz. Ali (ra) yaşam dönemleri arasında 1000 yıl yoksa illa Hz. Ali (ra) diye dayatmanın fitne olması muhtemeldir ve bu kabahat illa Hz. Ali (ra) diyenlerin olur.

Önce sahabe konusuna açıklık getirelim. Sahabe kavramı; Alevi-İslam inancına göre peygambere sahabelik etmiş olan, peygambere sonuna kadar itaat edenlere denir. Ehli sünnet inancında sahabe kavramı daha geniştir. Peygamberi gören herkesi sahabeden sayarlar.

Alevi müslümanlar sahabeleri severler ama hepsini bir tutmazlar.
Ehlibeyt Ekolü mensuplarına (Alevilere) göre, Kur'ân-ı Kerim'deki ve Hz. Resulullah (s.a.a)'ın hadislerindeki övgüler, münafıkları değil, sadece mümin sahabeleri kapsar. Hz. Resulullah (s.a.a)'da ashabın müminlerini tanımak için Ali b. Ebu Talib'i sevmeyi, münafıklarını tanımak için ise ona düşman olmayı ölçü olarak belirtmiş ve bunu herkese bildirmiştir. İşte bu nedenle Aleviler râvinin durumunu gözden geçirir, onun İmam Hz. Ali ve Ehlibeyt İmamları'nın katillerinden ve onların düşmanlarından olduğunu görürlerse, ister sahabe olsun ister olmasın, o gibi kişilerin rivayetlerini almazlar.


Şimdi bu ifade ile Alevi olmayanlar İslam dışı gibi bir şey oluyor ki, bu sadece komedi olur.
Ayrıca Alllah (cc) ın Hz. Ali (ra) a böyle bir velayeti olmadığını herkes biliyor, sizden gayri...


Alevi olmayanlar İslam dışı gibi bir olamaz, bu elbette komedi olur. Ben bu sözle Alevilerin Müslüman olduklarını ifade etmek istedim.

Bu sizin inancınız size diyecek bir şeyim yok. Hz. Ali'nin velayeti konusu Alevilerle Sünniler arasında ihtilaflı konulardan biridir ve sadece Sünni müslümanlar bu velayeti kabul etmezler. Alevi Müslümanlar Hz. Ali'nin velayetine inanırlar ve bu İslam'a da aykırı değildir.

Bu Anadolu Alevileri de Ali bizimdir biz Ali'deniz diyorlar...

Bu Anadolu Alevileri olarak bilinen Bektaşilerin kendi inancıdır, bizi ilgilendirmez. Biz böyle bir inancı redediyoruz.

Bu da sadece bir sav. Ayetlere ters, hadislere ters, akla ters.
Hem en iyi bilmekle, iyi bilmek arasında bu gün yaşanan ciddi ayrılıkların olması da çok ciddi bir tezat...

Ayetlere ve hadislere aykırı bir durum yok...
 

sinang

New member
Katılım
10 Eyl 2006
Mesajlar
1,628
Tepkime puanı
276
Puanları
0
Konum
bezm-i ezelden
genel hatlarıyla alevi-nusayrilik bu ise bir sorun yoktur.Ama temsil noktası bu mu onuda görmek lazım.
 

sinang

New member
Katılım
10 Eyl 2006
Mesajlar
1,628
Tepkime puanı
276
Puanları
0
Konum
bezm-i ezelden
sünniler Ali r.a veliliğine Allah dostluğuna inanır.Seyyidlere saygı duyar.bu tarihi bir gerçektir.
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,131
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Bu bilgiler ışığında görülüyor ki, siz Arap Alevileri ile Ehli Sünnet arasında ihtilaflar var. Bu ihtilaflar sadece velayet ve İmamların masumiyeti bile olsa ciddi sorunlar oluşturur.Detaylara inildikçe doğan/doğacak ayrılıklar İslam'ın ana prensiplerinde bu denli zıtlıkları da getirir ise denir ki siz Şia, Arap Alevisi, biz Ehli Sünnetiz.

Ayrıca, Nusayriliğin anlatımında, sizin reddettiklerinizi yaşayan, kabullenenlerin varlığını inkar etmek mümkün değil. Bu o cenahtaki ayrılık ve bölünmelerin sebebi olabilir.
 

Aleviyyun

New member
Katılım
6 Şub 2011
Mesajlar
11
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Hatay
genel hatlarıyla alevi-nusayrilik bu ise bir sorun yoktur.Ama temsil noktası bu mu onuda görmek lazım.

Genel hatlarıyla Alevi-Nusayrilik budur, size yukarıda anlattığım gibidir. Nusayriler, Arap kökenli Alevi müslümanlardır.
Temsil noktasından kastınız nedir anlamadım? Açıklar mısınız?
 

Aleviyyun

New member
Katılım
6 Şub 2011
Mesajlar
11
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Hatay
Bu da sadece bir sav. Ayetlere ters, hadislere ters, akla ters.
Hem en iyi bilmekle, iyi bilmek arasında bu gün yaşanan ciddi ayrılıkların olması da çok ciddi bir tezat...

Hz. Peygamber (s.a.a.v) şunu açık ve net bir şekilde belirtmiştir ki, doğru yol ancak "sakaleyn" diye tabir ettiği Kur’an-ı Kerim ve Ehlibeyt yoluyla bulunabilir. Aynı şekilde, bu iki büyük yardımcıdan (sakaleyn) başkasına tabi olanın da dalaletten kurtulmasının imkânı yoktur. Çünkü onlar (Kur’an-ı Kerim ve Ehlibeyt), İslamın kıyamete kadar dimdik ayakta kalmasını sağlayacak, gerek kanuni gerekse hukuki olarak, her konuda birbirini tamamlayan, dinin birbirinden ayrılmaz temel taşlarıdır. Ehlibeyt ki Hz. Peygamber’ in (s.a.a.v) ilminin varisidir. Bununla ilgili İbni Naim el Asfahani’ nin Kitab ül Hilye eserinde geçen hadisi şerifte: “Kim benim gibi yaşamak, benim gibi ölmek ve bana vaat edilen cennete benimle birlikte girmek isterse, Hz. Ali (a.s.) ve soyunun (On iki imam) velayetine girsin. Çünkü onların soyu benim soyumdur. Onlar benim bilgimi miras edindiler ve benim idrak ettiğimi onlar da idrak ettiler.” buyrulmaktadır.
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,131
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Hz. Peygamber (s.a.a.v) şunu açık ve net bir şekilde belirtmiştir ki, doğru yol ancak "sakaleyn" diye tabir ettiği Kur’an-ı Kerim ve Ehlibeyt yoluyla bulunabilir. Aynı şekilde, bu iki büyük yardımcıdan (sakaleyn) başkasına tabi olanın da dalaletten kurtulmasının imkânı yoktur. Çünkü onlar (Kur’an-ı Kerim ve Ehlibeyt), İslamın kıyamete kadar dimdik ayakta kalmasını sağlayacak, gerek kanuni gerekse hukuki olarak, her konuda birbirini tamamlayan, dinin birbirinden ayrılmaz temel taşlarıdır. Ehlibeyt ki Hz. Peygamber’ in (s.a.a.v) ilminin varisidir. Bununla ilgili İbni Naim el Asfahani’ nin Kitab ül Hilye eserinde geçen hadisi şerifte: “Kim benim gibi yaşamak, benim gibi ölmek ve bana vaat edilen cennete benimle birlikte girmek isterse, Hz. Ali (a.s.) ve soyunun (On iki imam) velayetine girsin. Çünkü onların soyu benim soyumdur. Onlar benim bilgimi miras edindiler ve benim idrak ettiğimi onlar da idrak ettiler.” buyrulmaktadır.


Cevap aşağıdadır...


http://www.islamforum.net/f133/sakaleyn-17371/
 

sinang

New member
Katılım
10 Eyl 2006
Mesajlar
1,628
Tepkime puanı
276
Puanları
0
Konum
bezm-i ezelden
Suriye'de dizginler iktidardaki Arap Sosyalist Baas Partisi'nin elindedir. Baas (diriliş) ideolojisini benimsemiş olan bu parti 1943 yılında hıristiyan asıllı Mişel Eflâk tarafından kurulmuştur. Baas ideolojisinin teorisyeni de Mişel Eflâk'tır. Baas Partisi 8 Mart 1963'te gerçekleştirilen askeri darbeyle iktidarı ele geçirdi. Ancak parti içindeki rakip gruplar sonraki yıllarda birbirleriyle mücadele ettiler. Bu mücadele 1966 ve 1970 yıllarında iki ayrı darbeye yol açtı. Merkezi otoriteye ağırlık veren Suriye Baas Partisi'ne bugün nusayri asıllılar hâkimdir. Baas Partisi'nin dışında kalan siyasi partiler sadece dekoru tamamlamak için kurdurulmuş sembolik birer parti durumundadırlar.Esed'in gerçeklestirdigi en büyük cinayetlerden biri Hama katliamidir. Hama islami hareketin en güçlü oldugu sehirlerden biridir. Bu özelligi dolayisiyla bu sehir 1982'de büyük bir katliama sahit oldu. Esed'in kardesi ve zamanin genelkurmay baskani Rif'at Esed, Subat 1982'de bir gece vakti Hama'ya havadan ve karadan saldiri düzenledi. Saldiriya katilmak istemeyen askerlerin çogu aninda idam edildiler. Bazilari da Müslümanlarin tarafina geçtiler. Birkaç gün devam eden Hama katliaminda yaklasik kirk bin Müslüman sehit oldu. Sehir adeta bir harabeye döndü.
bunlara ne dersin,temsil bu olmamalı değil mi.
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,131
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Esed'in gerçeklestirdigi en büyük cinayetlerden biri Hama katliamidir. Hama islami hareketin en güçlü oldugu sehirlerden biridir. Bu özelligi dolayisiyla bu sehir 1982'de büyük bir katliama sahit oldu. Esed'in kardesi ve zamanin genelkurmay baskani Rif'at Esed, Subat 1982'de bir gece vakti Hama'ya havadan ve karadan saldiri düzenledi. Saldiriya katilmak istemeyen askerlerin çogu aninda idam edildiler. Bazilari da Müslümanlarin tarafina geçtiler. Birkaç gün devam eden Hama katliaminda yaklasik kirk bin Müslüman sehit oldu. Sehir adeta bir harabeye döndü. [/COLOR][/SIZE][/FONT]


Evet sayın Aleviyyun

Bu yüzyılda Suriye Hama'da Nusayri Esad'ın şehid ettirdiği binlerce Ehli Sünnet İslam alimi ve onbinlerce Sünni Müslümanın vebalini de Alevice bir izah ediniz sahiden...
 

þiatun ali

New member
Katılım
25 May 2010
Mesajlar
121
Tepkime puanı
36
Puanları
0
Yaş
41
nusayri değilim ama dayanamadım. birincisi elbette ehli sünnet adaını verdiğiniz o mezhepten değiliz ve inşaallahda bu dünyadan sunni olmadan çıkacağım.ama gerçek ehli sünnet elbette şiadır yani peygamberin sünnetine uyan şiadır.ehli sünnet ismini alanlar ise peygamber emanetlerine yüz çevirmiştir.

kuran ve sünnette ehlibeyt geçer.ehlibeytin üyesi olan baiı olan hz.aliyide kimse ile bir göremezsiniz.

imamet ise islama ters demeniz ilginç.bize göre de imamet olmayınca islam inancı tam olmuyor.ehli sünnetin itikadı o şekilde olabilir ama ben o itikatta değilim...imamet kuran ve sunnette geçer ve hüccetde onlardır...delillerimiz tamamen ehli sünnet kaynaklarıdır.ehli sünnet hadisler ile başlayayım...

bu arada ben geçmişte muvahhid nicki ile yazan kişiyim 2 sene önce hakkı buldum ve şia oldum elhamdulıllah.
 
Üst Alt