Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Islam'dan Kopan Kavramlar: Tövbe Ve Mağfiret-1

mihr2004

New member
Katılım
23 Ağu 2006
Mesajlar
71
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konumuz; 28 basamaklık bir İslâm merdiveninin başlangıç safhaları ile ilgili olan bir konu: Tövbe ve mağfiret.

1. basamakta insanlar olayları yaşar. Allahû Tealâ diyor ki:



2/BAKARA-216: Kutibe aleykumul kitâlu ve huve kurhun lekum, ve asâ en tekrehû şey’en ve huve hayrun lekum, ve asâ en tuhıbbû şey’en ve huve şerrun lekum vallâhu ya’lemu ve entum lâ ta’lemûn(ta’lemûne).

Savaş, o sizin için kerih olsa da (hoşunuza gitmese de) üzerinize farz kılındı. Ve hoşlanmayacağınız bir şey olur ki, o, sizin için bir hayırdır. Ve seveceğiniz bir şey olur ki, o, sizin için bir şerrdir. Ve (bütün bunları) Allah bilir, siz bilmezsiniz.



Allahû Tealâ: “Savaş beğenseniz de beğenmeseniz de üzerinize yazıldı. Öyle olaylar vardır ki siz onları sevmezsiniz ama onlar sizin için hayırdır. Öyle olaylar vardır ki siz onlardan hoşlanırsınız ama sizin için şerrdir. Siz bilmezsiniz, Rabbiniz bilir.” diyor. Bu basamakta bütün insanlar vardır. Bir insan 3. basamağa ulaşmadıkça, 1. ve 2. basamaklarda kalan herkes için gidilecek yer cehennemdir.

2. basamağa bakıyoruz. 2. basamak Allahû Tealâ’nın seçim basamağıdır. Burada insanların %90’dan fazlası seçilir. Bir başka ifade ile Allah’a ulaşmayı dilemeyip de başka insanların da Allah’a ulaşmayı dilemelerini engelleyenler, sadece onlar seçilmezler. Onlar kalplerinde zeyg olanlardır, kalplerinde maraz olanlardır, kalpleri kararan ve sertleşenlerdir. Bu insanlar kötü niyetlidirler. Başkalarına da kendilerine de zulmederler.

Önemli olan, bir kişinin Allah’a ulaşmayı dilemesidir. Dilerse, bu iki basamağı da aşmış olur. Herkesin bulunabileceği bu iki basamaktan bir öteye, 3. basamağa, Allah’a ulaşmayı dileyenlerin basamağına geçer. Başlangıçtaki iki basamakta herkes bulunabilir ama bu basamaktan öteye geçemeyen herkesin gideceği yer cehennemdir. Öyleyse tövbe de mağfiret de kurtuluşun kademeleridir.

Bir insan Allah’a ulaşmayı dilerse ne olur? Dilediği anda Allahû Tealâ işitir ve bilir. Allahû Tealâ Bakara Suresinin 256. âyet-i kerimesinde vallâhu semîun alîm(alîmun) buyuruyor:



2/BAKARA-256: Lâ ikrâhe fîd dîni kad tebeyyener ruşdu minel gayy(gayyi), fe men yekfur bit tâgûti ve yu’min billâhi fe kadistemseke bil urvetil vuskâ, lenfisâme lehâ, vallâhu semîun alîm(alîmun).

Dînde zorlama yoktur. İrşad yolu (hidayet yolu; Allah’a ulaştıran yol), gayy yolundan (dalâlet yolu; şeytana, cehenneme ulaştıran yoldan) açıkça (ayrılıp) ortaya çıkmıştır. Artık kim tagutu (şeytanı ve şeytana ulaştıran yolu) inkâr edip de Allah’a îmân ederse (mü’min olur, Allah’a ulaştıran yolu tercih ederse), böylece o, (Allah’tan) kopması mümkün olmayan urvetul vuskaya (sağlam bir kulba, mürşidin eline) tutunmuştur. Allah Sem’î’dir, Alîm’dir.



Allah her şeyi işitir, her şeyi bilir. Biz insanlar kâinatın bir parçasını teşkil ederiz. Bu kâinatta yaşayan canlı varlıkların en üst seviyesinde yaratılanı insandır ve biz insanlar Allah’a ulaşmayı dilemek mecburiyetinde olanlarız. Çünkü Allahû Tealâ üzerimize farz kılmıştır. İşte Rum Suresinin 31. âyet-i kerimesi:



30/RUM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).

O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.



“Allah’a yönel” yani “Allah’a ruhunu ulaştırmayı dile. Hayattayken ulaştırmayı dile ve böylece Allah’a karşı takva sahibi ol ve namaz kıl ve müşriklerden olma.” Demek ki bizi müşrik olmaktan kurtaran şey Allah’a yönelmemizdir.

Allah’a ulaşmayı dilemek, bizi 3. basamağa geçirir. Allahû Tealâ kalbimizde ‘Allah’a ulaşmayı dileme olayı tahakkuk eder mi?’ diye, hep kalbimize bakar. Allahû Tealâ hep böyle bir dileğin oluşmasını bekler. Böyle bir dilek kalbimizde oluştuğu anda Allahû Tealâ derhal Rahîm esması ile tecelliye başlar.

Bu tecelliye dikkatle bakın. Eksikleriniz ne ise onların tamamlandığını, irşad makamına karşı kör, sağır ve dilsiz olan insanoğlunun, onu irşad makamı olarak gören, irşad makamı olarak değerlendiren, ne söylediklerini idrak eden bir yapıya kavuştuğunuzu görürsünüz.

Allahû Tealâ, Allah’a ulaşmayı dilemeyip de başka insanları da Allah’a ulaşmayı dilemekten men edenlerin dışında olan herkesi, Allah’a ulaşmayı dilemeleri için seçer. Bu seçtiklerinden kim Allah’a ulaşmayı dilerse onları Kendisine ulaştıracaktır. Allahû Tealâ Şura Suresinin 13. âyet-i kerimesinde bu hususu söylüyor:



42/ŞURA-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîh(fîhi), kebure alel muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).

Dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiğimiz (farz kıldığımız) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi sana da vahyederek, size de şeriat kıldık. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine hidayet eder (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).





“Allah dilediğini kendisine seçer ve onlardan kim Allah’a yönelirse onları Kendisine ulaştırır, hidayet eder.”

Öyleyse Allah’a ulaşmayı dilemek esastır. Allahû Tealâ tarafından seçilenler toplumun %90’ından fazladır. Bu insanlardan her kim Allah’a ulaşmayı dilerse, onlar Allah tarafından seçilenlerin küçük bir kesimidir. Bu rakam mutlaka %10’un altında teşekkül edecektir ve bu sebeple o insanlar toplumun çok küçük bir parçasını oluştururlar. Allah, onlar bunu diledikleri anda işitir, bilir ve görür. Allahû Tealâ buyuruyor: “vallâhu basîrun bil ıbâd(ıbâdi): Allah kullarını görendir.”



3/AL-İ İMRAN-15: Kul e unebbiukum bi hayrın min zâlikum, lillezînettekav inde rabbihim cennâtun tecrî min tahtıhel enhâru hâlidîne fîhâ ve ezvâcun mutahharatun ve rıdvânun minallâh(minallâhi), vallâhu basîrun bil ıbâd(ıbâdi).

De ki: “Size bundan daha hayırlısını haber vereyim mi? Takva sahibi olanlar için Rab’lerinin katında içinde devamlı kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler ve tertemiz eşler ve Allah’tan rıza (makamı) vardır.” Allah kullarını BASÎR’dir (görendir, görücüdür).



Allahû Tealâ ne demek istiyor? Kim Allah’a ulaşmayı dilerse, kalbindeki bu dilek derhal belirgin hale gelir. Allahû Tealâ da hep kalplere bakar, kişinin belirgin hale gelen kalbini, kalbindeki bu talebi görür. O anda zaten kişi Allah’ın kulu olmuştur.

Kim Allah’a ulaşmayı dilerse o, Allah’ın kulu olur. Eğer dilememişse o, Allah’ın kulu değildir. İşte Allahû Tealâ bu hususu Zumer Suresinin 17. âyet-i kerimesinde şöyle anlatıyor:



39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâd(ıbâdi).

Onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinab ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah’a yöneldiler (Allah’a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!



Allahû Tealâ sahâbeden bahsediyor: “Onlar taguta, insan ve cin şeytanlara kul olmaktan içtinab ettiler, kaçındılar, kendilerini kurtardılar. Onlara müjdeler vardır. Kullarımı müjdele!” diyor.

Allahû Tealâ ne diyor? Tagut, insan ve cin şeytanlar ki; bunlar insanları Allah’ın yolundan uzaklaştırmayı dileyen, Allah’ın yoluna ulaşmasına mâni olan herkestir. Onlardan kim kaçınırsa ve Allah’a ulaşmayı dilerse, onlar taguta kul olmaktan içtinab ederler, kaçınırlar, kendilerini kurtarırlar. Allah’a kul olurlar, üstelik de müjdeler alırlar.

Allah’a kul olma keyfiyeti sadece bir dilekle başlar. Bu Kur’ân-ı Kerim’deki 1. kulluktur. Allahû Tealâ buyuruyor ki:



51/ZARİYAT-56: Ve mâ halaktul cinne vel inse illâ li ya'budûn(ya'budûni).

Biz, insanları ve cinleri başka bir şey için değil; Bize, kul olsunlar diye yarattık.



“Biz insanları ve cinleri başka bir şey için yaratmadık. Sadece Bize kul olsunlar diye yarattık.”

Allahû Tealâ bütün insanları Allah’a kul olsunlar diye yaratmıştır. İşte böyle bir yaratma müessesesinde insanoğlu özel bir yerin sahibidir.

Her şey o kadar güzel ki... Allahû Tealâ öylesine güzel dizayn etmiş ki her şeyi, O’na sadece bu yarattıkları şeyler açısından hayran olabilirsiniz.

Allah’a ulaşmayı dilediğiniz an Allah’ın bir sevgilisi olursunuz, Allah’ın kulu olursunuz. Böyle bir kulluk müessesesi size pek çok şey kazandırır. Çünkü kim Allah’a ulaşmayı dilerse Allah’ın kulu olur. Allah’ın kulu olduğu anda, Allah’a ulaşmayı dilediği anda Allah onu işitir, bilir ve görür ve derhal o kişi üzerinde Rahîm esması ile tecelli eder.

İşte Yusuf Suresinin 53. âyet-i kerimesi bu tecelliyi ifade ediyor. Hz. Yusuf diyor ki:



12/YUSUF-53: Ve mâ uberriu nefsî, innen nefse le emmâretun bis sûı illâ mâ rahime rabbî, inne rabbî gafûrun rahîm(rahîmun).

Ve ben, nefsimi ibra edemem (temize çıkaramam). Çünkü nefs, mutlaka sui olanı (şerri, kötülüğü) emreder. Rabbimin Rahîm esmasıyla tecelli ettiği (nefsler) hariç. Muhakkak ki Rabbim, mağfiret edendir (günahları sevaba çevirendir). Rahîm’dir (rahmet nurunu gönderen, rahmetiyle nefsleri tezkiye ve tasfiye edendir).



“Ben nefsimi beraat ettiremem, ibra edemem, temize çıkartamam. Çünkü nefs şerri emreder. Ama Rabbimin Rahîm esması ile tecelli ettiği nefsler hariç.”

Allah’ın Rahmân esması, herkes için o kişinin hayatta kalmasının bütün şartlarını muhtevasına alır. O kişiye yaşaması için oksijeni, havayı, yaşamasını devam ettirebilmesi için karnını doyuracağı bütün gıda maddelerini, o kişinin hayatta kalması için gerekli olan bütün şartları Allah’ın Rahmân esması vücuda getirir. Ama Rahîm esması; rahmet, fazl ve salâvât göndermek açısından çok önemlidir. Aynı zamanda Rahîm esması o kişinin engellerini de ortadan kaldıran esmadır.

Nitekim bir insan Allah’a ulaşmayı diledikten sonra Allah ona Rahîm esması ile tecelli ettiği an, o kişinin üzerinde birtakım güzellikleri vücuda getirir. Bu, kişinin durumuna bağlı bir husustur. Eğer bir insan kendisine tebliğ yapıldığında sadece tâbî olmamış da Allah’a ulaşmayı dilememiş, tebliğ onda sadece pozitif bir tesir yapmamış, bir harekete neden olmamış ama karşı çıkma müessesesi de olmamışsa, bu insanda Allah hassaları engeller. İşte iki âyet-i kerime bunu anlatıyor. 1. grup âyetler, Bakara Suresinin 6 ve 7. âyetleridir:



2/BAKARA-6: İnnellezîne keferû sevâun aleyhim e enzertehum em lem tunzirhum lâ yu’minûn(yu’minûne).
Onlar muhakkak ki kâfirdirler. Onları ikaz etsen de etmesen de onlar için eşittir (birdir), mü’min olmazlar.

2/BAKARA-7: Hatemallâhu alâ kulûbihim ve alâ sem’ıhim, ve alâ ebsârihim gışâveh(gışâvetun), ve lehum azâbun azîm(azîmun).

Allah onların kalplerinin üzerini ve işitme (sem’î) hassasının üzerini mühürledi ve görme (basar) hassasının üzerine gışavet (perde) çekti. Onlar için azîm (büyük) bir azap vardır.



Allahû Tealâ tebliğe muhatap olup da onu kabul etmeyen böyle insanlar için diyor ki: “Biz onların basar isimli görme hassalarının üzerine gışavet adlı bir perde çekeriz. Onların sem’î (işitme) hassalarını mühürleriz. Onların kalplerini mühürleriz.”

Allahû Tealâ üç engel koyuyor. Onların görme hassalarını gışavet adlı bir perde ile kapatıyor, görme hassası çalışmıyor. Allahû Tealâ kişinin işitme hassalarını ve kalplerini de mühürlüyor.

Aynı konu Casiye Suresinin 23. âyet-i kerimesinde de Allahû Tealâ tarafından anlatılıyor. Burada da aynı şey geçerlidir. Bu sefer de engeller uzuvlar üzerine değil, hassalar üzerindedir.



45/CASİYE-23: E fe reeyte menittehaze ilâhehu hevâhu ve edallehullâhu alâ ilmin ve hateme alâ sem’ihî ve kalbihî ve ceale alâ basarihî gışâveh(gışâveten), fe men yehdîhi min ba’dillâh(ba’dillâhi), e fe lâ tezekkerûn(tezekkerûne).

Hevasını kendisine ilâh edinen kişiyi gördün mü? Ve Allah, onu ilim (onun faydasız ilmi) üzere dalâlette bıraktı. Ve onun işitme hassasını ve kalbini mühürledi. Ve onun basar (görme) hassasının üzerine gışavet (perde) kıldı (çekti). Bu durumda Allah’tan sonra onu kim hidayete erdirir? Hâlâ tezekkür etmez misiniz?
 

mihr2004

New member
Katılım
23 Ağu 2006
Mesajlar
71
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Islam'dan Kopan Kavramlar: Tövbe Ve Mağfiret-2

Islam'dan Kopan Kavramlar: Tövbe Ve Mağfiret-2

Peki, bu kişi karşı çıksaydı? O zaman Allahû Tealâ uzuvlar üzerine engeller koyacaktı. O kişinin görme uzvu olan gözlerinin üzerine hicab-ı mesture koyacaktı. O kişinin kulaklarına vakra koyacaktı ve o kişinin kalbine ekinnet koyacaktı. İşte bu husus İsra Suresinin 45 ve 46. âyetlerinde anlatılıyor:



17/İSRA-45: Ve izâ kara’tel kur’âne cealnâ beyneke ve beynellezîne lâ yu’minûne bil âhıreti hicâben mestûrâ(mestûren).

Sen Kur’ân’ı kıraat ettiğin (okuduğun) zaman, seninle ahirete (ölmeden evvel Allah’a ulaşmaya ve kıyâmet gününe) inanmayanlar arasına hicab-ı mesture kıldık (gözlerinin üzerine, görmelerini engelleyen bir perde koyduk).

17/İSRA-46: Ve cealnâ alâ kulûbihim ekinneten en yefkahûhu ve fî âzânihim vakrâ(vakran), ve izâ zekerte rabbeke fîl kur’âni vahdehu vellev alâ edbârihim nufûrâ(nufûren).
O’nu (Kur’ân’ı), fıkıh (idrak) etmelerine karşı, (fıkıh edemesinler diye) kalplerinin üzerine (idrak etmeyi engellemek için) ekinnet ve onların kulaklarına vakra (işitme engeli) kıldık. Ve sen Kur’ân’da Rabbinin tekliğini zikrettiğin zaman, nefretle arkalarına döndüler.



Allahû Tealâ: “Habibim, sen onlara Allah’ın adını anarak Kur’ân’ı kıraat ettiğin zaman, Allah’ın tekliğini söyleyerek okuduğun zaman onlarla senin arana hicab-ı mesture isimli bir perde çekeriz. Onların kulaklarına seni işitmemeleri için vakra koyarız ve onların kalplerine seni idrak edememeleri için ekinnet koyarız.” diyor.

Eğer bir kişi hem Allah’a ulaşmayı dilemiyor hem de başka insanların da Allah’a ulaşmayı dilemelerine mâni oluyorsa, o zaman Allahû Tealâ iki grubu birden tatbike geçiriyor. Hem uzuvlarını engelliyor hem hassalarını engelliyor. O kişi irşad makamına karşı tamamen kör, sağır ve dilsiz oluyor.

Kim Allah’a ulaşmayı dilerse, bu engellerin hangisi olursa olsun yok olduğunu görüyoruz. Kim Allah’a ulaşmayı dilerse o kişi irşad makamını gören, işiten, idrak eden birisi oluyor. Allah bununla da kalmıyor, o kişinin kalbine ulaşıyor ve kalbini Allah’a çeviriyor. Ondan sonra Allahû Tealâ o kişinin göğsünü şerh ediyor, yarıyor, göğsünden kalbine bir nur yolu açıyor. O kişinin “Allah, Allah, Allah, Allah…” diye zikir yapması üzerine, o kişinin göğsüne rahmetle fazl gönderiyor. (Bu aşamada sadece iki nur (rahmet ve fazl) gönderiyor.) Nurlar göğse ve göğüsteki yarıktan içeri geçerek kalbe ulaşıyorlar ama kalpten içeri sadece rahmet nuru girebiliyor, fazıllar kalbe henüz giremiyor.

Bu içeri sızan rahmet nuru %2’yi bulduğu zaman kişi, Hadid Suresinin 16. âyet-i kerimesi gereğince huşû sahibi oluyor:



57/HADİD-16: E lem ye’ni lillezîne âmenû en tahşea kulûbuhum li zikrillâhi ve mâ nezele minel hakkı ve lâ yekûnû kellezîne ûtûl kitâbe min kablu fe tâle aleyhimul emedu fe kaset kulûbuhum, ve kesîrun minhum fâsikûn(fâsikûne).

Âmenû olanların kalplerinde, Allah’ın zikri ile (ve bu zikirle) Hakk’tan inen şeyle (nurla) huşûya ulaşmak (huşû sahibi olmak) zamanı gelmedi mi? Daha önce kendilerine kitap verilen ve sonra aradan uzun zaman geçen kalpleri kasiyet bağlayan (kalpleri zikirsizlikten veya zikirden kararan ve sertleşen ve hastalanan) kimseler gibi olmasınlar. Onların çoğu fasıklardır.



Allahû Tealâ: “O kişinin kalbinde Allah’ın zikri ile ve bu zikrin Hakk’tan indirdiği şey ile huşû oluşması zamanı daha gelmedi mi?” diyor.

İşte o iki nurdan bir tanesi olan rahmet nuru o kişinin kalbine girip de %2’ye ulaşırsa o kişi huşû sahibi oluyor.

Kişi huşû sahibi olursa ne olur? Olursa, o kişinin mürşidini Allah’tan sorma hakkı doğar. Allah da mutlaka ona mürşidini gösterir. (Konumuz tövbe ve mağfiretti. Konumuzla alâkalı olan öze, bu noktada girmek söz konusudur.) Huşû sahibi olan her kim Fatiha Suresine göre yalnız Allah’tan sorularak bulunması lâzım gelen mürşidini Allahû Tealâ’dan sorarsa, Allah ona mürşidini gösterir. Allahû Tealâ Fatiha Suresinde şöyle diyordu:



1/FATİHA-5: İyyâke na’budu ve iyyâke nestaîn(nestaînu).
(Allah’ım!) Yalnız Sana kul oluruz ve yalnız Senden İSTİANE (mürşidimizi) isteriz.

1/FATİHA-6: İhdinas sırâtel mustakîm(mustakîme).
(Bu istiane’n ile) bizi, SIRATI MUSTAKÎM’e (Allah’a ulaştıran yola) hidayet et (ulaştır).



iyyâke na’budu: Yalnız Sana kul oluruz, asla şeytana kul olmayız, yalnız Sana kul oluruz.

iyyâke nestaîn(nestaînu): Yalnız Senden istiane isteriz.

ihdinâs sırâtel mustakîm(mustakîme): Bizi Sıratı Mustakîm’ine ulaştır. Bu ulaştırmayı yapmak için, Sıratı Mustakîm’ine ulaşmak için biz mutlaka Senden istiane isteriz.”

Allahû Tealâ acaba ne demek istiyor? Bu söylediğimiz noktaya ulaştıkları zaman sadece Allah’a ulaşmayı dileyenler, Allah’a kul olmak isteyenler, Allah’tan istiane isterler. Yani onlar ulaşmayı diledikten sonra Allahû Tealâ karşılıklı iletişim unsurlarını devreye birer birer sokar. İrşad makamına karşı kör, sağır ve dilsizken; o kişi irşad makamını işiten, gören ve duyan birisi olur. İç dünyası Allahû Tealâ’dan aldığı güzelliklerle mürşidi arar hale gelir ve kişi mürşide ulaşmayı diler.

“Mürşid farz mıdır?” müessesesine cevap verelim. Sonra da ona nasıl ulaşılır, Kur’ân-ı Kerim’den görelim. Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’e mürşidin gerekliliğini koymuştur. Maide Suresinin 35. âyet-i kerimesi:



5/MAİDE-35: Yâ eyyuhellezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete ve câhidû fî sebîlihi leallekum tuflihûn(tuflihûne).

Ey âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler)! Allah’a karşı takva sahibi olun ve O’na ulaştıracak vesileyi isteyin. Ve O’nun yolunda cihad edin. Umulur ki; siz felâha erersiniz.,



Allahû Tealâ: “Ey âmenû olanlar, ey Allah’a ulaşmayı dileyenler; takva sahibi olun. Yani 2. takvanın sahibi olun ve sizi Allah’a ulaştırmaya vesileyi, vesile olacak kişiyi, vasıta olacak kişiyi isteyin.” diyor.

Bu bir emirdir. Bu Allahû Tealâ’nın farz emridir. Allahû Tealâ Maide Suresinin 35. âyet-i kerimesi ile mürşidin mutlaka istenileceğini, istemek mecburiyetinde olduğumuzu, zorunda olduğumuzu ve bunun üzerimize farz olduğunu söylüyor. Öyleyse Maide Suresinin 35. âyet-i kerimesi mürşidin farziyetini en açık şekilde gösteren âyettir.

Allahû Teal⠓İsteyin.” diyor. “İbtiga edin.” diyor. Kimden? Allahû Tealâ, Allah’tan ibtiga edileceğini, Allah’tan isteneceğini Bakara Suresinin 45 ve 46. âyetlerinde ifade buyuruyor:



2/BAKARA-45: Vesteînû bis sabri ves salât(sâlâti), ve innehâ le kebîretun illâ alel hâşiîn(hâşiîne).
(Allah’tan) sabırla ve namazla istiane (yardım) isteyin. Ve muhakkak ki o (hacet namazı ile Allah’a ulaştıracak mürşidini sormak), huşû sahibi olanlardan başkasına elbette ağır gelir.

2/BAKARA-46: Ellezîne yezunnûne ennehum mulâkû rabbihim ve ennehum ileyhi râciûn(râciûne).
O (huşû sahipleri) ki; onlar, Rab’lerine (dünya hayatında) muhakkak mülâki olacaklarına ve (sonunda ölümle) O’na döneceklerine yakîn derecesinde inanırlar.

KAYNAK: www.hidayetcagi.com
 
Üst Alt