Konumuz; 28 basamaklık bir İslâm merdiveninin başlangıç safhaları ile ilgili olan bir konu: Tövbe ve mağfiret.
1. basamakta insanlar olayları yaşar. Allahû Tealâ diyor ki:
2/BAKARA-216: Kutibe aleykumul kitâlu ve huve kurhun lekum, ve asâ en tekrehû şeyen ve huve hayrun lekum, ve asâ en tuhıbbû şeyen ve huve şerrun lekum vallâhu yalemu ve entum lâ talemûn(talemûne).
Savaş, o sizin için kerih olsa da (hoşunuza gitmese de) üzerinize farz kılındı. Ve hoşlanmayacağınız bir şey olur ki, o, sizin için bir hayırdır. Ve seveceğiniz bir şey olur ki, o, sizin için bir şerrdir. Ve (bütün bunları) Allah bilir, siz bilmezsiniz.
Allahû Tealâ: Savaş beğenseniz de beğenmeseniz de üzerinize yazıldı. Öyle olaylar vardır ki siz onları sevmezsiniz ama onlar sizin için hayırdır. Öyle olaylar vardır ki siz onlardan hoşlanırsınız ama sizin için şerrdir. Siz bilmezsiniz, Rabbiniz bilir. diyor. Bu basamakta bütün insanlar vardır. Bir insan 3. basamağa ulaşmadıkça, 1. ve 2. basamaklarda kalan herkes için gidilecek yer cehennemdir.
2. basamağa bakıyoruz. 2. basamak Allahû Tealânın seçim basamağıdır. Burada insanların %90dan fazlası seçilir. Bir başka ifade ile Allaha ulaşmayı dilemeyip de başka insanların da Allaha ulaşmayı dilemelerini engelleyenler, sadece onlar seçilmezler. Onlar kalplerinde zeyg olanlardır, kalplerinde maraz olanlardır, kalpleri kararan ve sertleşenlerdir. Bu insanlar kötü niyetlidirler. Başkalarına da kendilerine de zulmederler.
Önemli olan, bir kişinin Allaha ulaşmayı dilemesidir. Dilerse, bu iki basamağı da aşmış olur. Herkesin bulunabileceği bu iki basamaktan bir öteye, 3. basamağa, Allaha ulaşmayı dileyenlerin basamağına geçer. Başlangıçtaki iki basamakta herkes bulunabilir ama bu basamaktan öteye geçemeyen herkesin gideceği yer cehennemdir. Öyleyse tövbe de mağfiret de kurtuluşun kademeleridir.
Bir insan Allaha ulaşmayı dilerse ne olur? Dilediği anda Allahû Tealâ işitir ve bilir. Allahû Tealâ Bakara Suresinin 256. âyet-i kerimesinde vallâhu semîun alîm(alîmun) buyuruyor:
2/BAKARA-256: Lâ ikrâhe fîd dîni kad tebeyyener ruşdu minel gayy(gayyi), fe men yekfur bit tâgûti ve yumin billâhi fe kadistemseke bil urvetil vuskâ, lenfisâme lehâ, vallâhu semîun alîm(alîmun).
Dînde zorlama yoktur. İrşad yolu (hidayet yolu; Allaha ulaştıran yol), gayy yolundan (dalâlet yolu; şeytana, cehenneme ulaştıran yoldan) açıkça (ayrılıp) ortaya çıkmıştır. Artık kim tagutu (şeytanı ve şeytana ulaştıran yolu) inkâr edip de Allaha îmân ederse (mümin olur, Allaha ulaştıran yolu tercih ederse), böylece o, (Allahtan) kopması mümkün olmayan urvetul vuskaya (sağlam bir kulba, mürşidin eline) tutunmuştur. Allah Semîdir, Alîmdir.
Allah her şeyi işitir, her şeyi bilir. Biz insanlar kâinatın bir parçasını teşkil ederiz. Bu kâinatta yaşayan canlı varlıkların en üst seviyesinde yaratılanı insandır ve biz insanlar Allaha ulaşmayı dilemek mecburiyetinde olanlarız. Çünkü Allahû Tealâ üzerimize farz kılmıştır. İşte Rum Suresinin 31. âyet-i kerimesi:
30/RUM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
Ona (Allaha) yönelin (Allaha ulaşmayı dileyin) ve takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.
Allaha yönel yani Allaha ruhunu ulaştırmayı dile. Hayattayken ulaştırmayı dile ve böylece Allaha karşı takva sahibi ol ve namaz kıl ve müşriklerden olma. Demek ki bizi müşrik olmaktan kurtaran şey Allaha yönelmemizdir.
Allaha ulaşmayı dilemek, bizi 3. basamağa geçirir. Allahû Tealâ kalbimizde Allaha ulaşmayı dileme olayı tahakkuk eder mi? diye, hep kalbimize bakar. Allahû Tealâ hep böyle bir dileğin oluşmasını bekler. Böyle bir dilek kalbimizde oluştuğu anda Allahû Tealâ derhal Rahîm esması ile tecelliye başlar.
Bu tecelliye dikkatle bakın. Eksikleriniz ne ise onların tamamlandığını, irşad makamına karşı kör, sağır ve dilsiz olan insanoğlunun, onu irşad makamı olarak gören, irşad makamı olarak değerlendiren, ne söylediklerini idrak eden bir yapıya kavuştuğunuzu görürsünüz.
Allahû Tealâ, Allaha ulaşmayı dilemeyip de başka insanları da Allaha ulaşmayı dilemekten men edenlerin dışında olan herkesi, Allaha ulaşmayı dilemeleri için seçer. Bu seçtiklerinden kim Allaha ulaşmayı dilerse onları Kendisine ulaştıracaktır. Allahû Tealâ Şura Suresinin 13. âyet-i kerimesinde bu hususu söylüyor:
42/ŞURA-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîh(fîhi), kebure alel muşrikîne mâ tedûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
Dînde, onunla Hz. Nuha vasiyet ettiğimiz (farz kıldığımız) şeyi (şeriati); Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın. diye Hz. İbrâhîme, Hz. Musaya ve Hz. İsaya vasiyet ettiğimiz şeyi sana da vahyederek, size de şeriat kıldık. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allaha ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve Ona yöneleni, Kendisine hidayet eder (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).
Allah dilediğini kendisine seçer ve onlardan kim Allaha yönelirse onları Kendisine ulaştırır, hidayet eder.
Öyleyse Allaha ulaşmayı dilemek esastır. Allahû Tealâ tarafından seçilenler toplumun %90ından fazladır. Bu insanlardan her kim Allaha ulaşmayı dilerse, onlar Allah tarafından seçilenlerin küçük bir kesimidir. Bu rakam mutlaka %10un altında teşekkül edecektir ve bu sebeple o insanlar toplumun çok küçük bir parçasını oluştururlar. Allah, onlar bunu diledikleri anda işitir, bilir ve görür. Allahû Tealâ buyuruyor: vallâhu basîrun bil ıbâd(ıbâdi): Allah kullarını görendir.
3/AL-İ İMRAN-15: Kul e unebbiukum bi hayrın min zâlikum, lillezînettekav inde rabbihim cennâtun tecrî min tahtıhel enhâru hâlidîne fîhâ ve ezvâcun mutahharatun ve rıdvânun minallâh(minallâhi), vallâhu basîrun bil ıbâd(ıbâdi).
De ki: Size bundan daha hayırlısını haber vereyim mi? Takva sahibi olanlar için Rablerinin katında içinde devamlı kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler ve tertemiz eşler ve Allahtan rıza (makamı) vardır. Allah kullarını BASÎRdir (görendir, görücüdür).
Allahû Tealâ ne demek istiyor? Kim Allaha ulaşmayı dilerse, kalbindeki bu dilek derhal belirgin hale gelir. Allahû Tealâ da hep kalplere bakar, kişinin belirgin hale gelen kalbini, kalbindeki bu talebi görür. O anda zaten kişi Allahın kulu olmuştur.
Kim Allaha ulaşmayı dilerse o, Allahın kulu olur. Eğer dilememişse o, Allahın kulu değildir. İşte Allahû Tealâ bu hususu Zumer Suresinin 17. âyet-i kerimesinde şöyle anlatıyor:
39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en yabudûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâd(ıbâdi).
Onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinab ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allaha yöneldiler (Allaha ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!
Allahû Tealâ sahâbeden bahsediyor: Onlar taguta, insan ve cin şeytanlara kul olmaktan içtinab ettiler, kaçındılar, kendilerini kurtardılar. Onlara müjdeler vardır. Kullarımı müjdele! diyor.
Allahû Tealâ ne diyor? Tagut, insan ve cin şeytanlar ki; bunlar insanları Allahın yolundan uzaklaştırmayı dileyen, Allahın yoluna ulaşmasına mâni olan herkestir. Onlardan kim kaçınırsa ve Allaha ulaşmayı dilerse, onlar taguta kul olmaktan içtinab ederler, kaçınırlar, kendilerini kurtarırlar. Allaha kul olurlar, üstelik de müjdeler alırlar.
Allaha kul olma keyfiyeti sadece bir dilekle başlar. Bu Kurân-ı Kerimdeki 1. kulluktur. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
51/ZARİYAT-56: Ve mâ halaktul cinne vel inse illâ li ya'budûn(ya'budûni).
Biz, insanları ve cinleri başka bir şey için değil; Bize, kul olsunlar diye yarattık.
Biz insanları ve cinleri başka bir şey için yaratmadık. Sadece Bize kul olsunlar diye yarattık.
Allahû Tealâ bütün insanları Allaha kul olsunlar diye yaratmıştır. İşte böyle bir yaratma müessesesinde insanoğlu özel bir yerin sahibidir.
Her şey o kadar güzel ki... Allahû Tealâ öylesine güzel dizayn etmiş ki her şeyi, Ona sadece bu yarattıkları şeyler açısından hayran olabilirsiniz.
Allaha ulaşmayı dilediğiniz an Allahın bir sevgilisi olursunuz, Allahın kulu olursunuz. Böyle bir kulluk müessesesi size pek çok şey kazandırır. Çünkü kim Allaha ulaşmayı dilerse Allahın kulu olur. Allahın kulu olduğu anda, Allaha ulaşmayı dilediği anda Allah onu işitir, bilir ve görür ve derhal o kişi üzerinde Rahîm esması ile tecelli eder.
İşte Yusuf Suresinin 53. âyet-i kerimesi bu tecelliyi ifade ediyor. Hz. Yusuf diyor ki:
12/YUSUF-53: Ve mâ uberriu nefsî, innen nefse le emmâretun bis sûı illâ mâ rahime rabbî, inne rabbî gafûrun rahîm(rahîmun).
Ve ben, nefsimi ibra edemem (temize çıkaramam). Çünkü nefs, mutlaka sui olanı (şerri, kötülüğü) emreder. Rabbimin Rahîm esmasıyla tecelli ettiği (nefsler) hariç. Muhakkak ki Rabbim, mağfiret edendir (günahları sevaba çevirendir). Rahîmdir (rahmet nurunu gönderen, rahmetiyle nefsleri tezkiye ve tasfiye edendir).
Ben nefsimi beraat ettiremem, ibra edemem, temize çıkartamam. Çünkü nefs şerri emreder. Ama Rabbimin Rahîm esması ile tecelli ettiği nefsler hariç.
Allahın Rahmân esması, herkes için o kişinin hayatta kalmasının bütün şartlarını muhtevasına alır. O kişiye yaşaması için oksijeni, havayı, yaşamasını devam ettirebilmesi için karnını doyuracağı bütün gıda maddelerini, o kişinin hayatta kalması için gerekli olan bütün şartları Allahın Rahmân esması vücuda getirir. Ama Rahîm esması; rahmet, fazl ve salâvât göndermek açısından çok önemlidir. Aynı zamanda Rahîm esması o kişinin engellerini de ortadan kaldıran esmadır.
Nitekim bir insan Allaha ulaşmayı diledikten sonra Allah ona Rahîm esması ile tecelli ettiği an, o kişinin üzerinde birtakım güzellikleri vücuda getirir. Bu, kişinin durumuna bağlı bir husustur. Eğer bir insan kendisine tebliğ yapıldığında sadece tâbî olmamış da Allaha ulaşmayı dilememiş, tebliğ onda sadece pozitif bir tesir yapmamış, bir harekete neden olmamış ama karşı çıkma müessesesi de olmamışsa, bu insanda Allah hassaları engeller. İşte iki âyet-i kerime bunu anlatıyor. 1. grup âyetler, Bakara Suresinin 6 ve 7. âyetleridir:
2/BAKARA-6: İnnellezîne keferû sevâun aleyhim e enzertehum em lem tunzirhum lâ yuminûn(yuminûne).
Onlar muhakkak ki kâfirdirler. Onları ikaz etsen de etmesen de onlar için eşittir (birdir), mümin olmazlar.
2/BAKARA-7: Hatemallâhu alâ kulûbihim ve alâ semıhim, ve alâ ebsârihim gışâveh(gışâvetun), ve lehum azâbun azîm(azîmun).
Allah onların kalplerinin üzerini ve işitme (semî) hassasının üzerini mühürledi ve görme (basar) hassasının üzerine gışavet (perde) çekti. Onlar için azîm (büyük) bir azap vardır.
Allahû Tealâ tebliğe muhatap olup da onu kabul etmeyen böyle insanlar için diyor ki: Biz onların basar isimli görme hassalarının üzerine gışavet adlı bir perde çekeriz. Onların semî (işitme) hassalarını mühürleriz. Onların kalplerini mühürleriz.
Allahû Tealâ üç engel koyuyor. Onların görme hassalarını gışavet adlı bir perde ile kapatıyor, görme hassası çalışmıyor. Allahû Tealâ kişinin işitme hassalarını ve kalplerini de mühürlüyor.
Aynı konu Casiye Suresinin 23. âyet-i kerimesinde de Allahû Tealâ tarafından anlatılıyor. Burada da aynı şey geçerlidir. Bu sefer de engeller uzuvlar üzerine değil, hassalar üzerindedir.
45/CASİYE-23: E fe reeyte menittehaze ilâhehu hevâhu ve edallehullâhu alâ ilmin ve hateme alâ semihî ve kalbihî ve ceale alâ basarihî gışâveh(gışâveten), fe men yehdîhi min badillâh(badillâhi), e fe lâ tezekkerûn(tezekkerûne).
Hevasını kendisine ilâh edinen kişiyi gördün mü? Ve Allah, onu ilim (onun faydasız ilmi) üzere dalâlette bıraktı. Ve onun işitme hassasını ve kalbini mühürledi. Ve onun basar (görme) hassasının üzerine gışavet (perde) kıldı (çekti). Bu durumda Allahtan sonra onu kim hidayete erdirir? Hâlâ tezekkür etmez misiniz?
1. basamakta insanlar olayları yaşar. Allahû Tealâ diyor ki:
2/BAKARA-216: Kutibe aleykumul kitâlu ve huve kurhun lekum, ve asâ en tekrehû şeyen ve huve hayrun lekum, ve asâ en tuhıbbû şeyen ve huve şerrun lekum vallâhu yalemu ve entum lâ talemûn(talemûne).
Savaş, o sizin için kerih olsa da (hoşunuza gitmese de) üzerinize farz kılındı. Ve hoşlanmayacağınız bir şey olur ki, o, sizin için bir hayırdır. Ve seveceğiniz bir şey olur ki, o, sizin için bir şerrdir. Ve (bütün bunları) Allah bilir, siz bilmezsiniz.
Allahû Tealâ: Savaş beğenseniz de beğenmeseniz de üzerinize yazıldı. Öyle olaylar vardır ki siz onları sevmezsiniz ama onlar sizin için hayırdır. Öyle olaylar vardır ki siz onlardan hoşlanırsınız ama sizin için şerrdir. Siz bilmezsiniz, Rabbiniz bilir. diyor. Bu basamakta bütün insanlar vardır. Bir insan 3. basamağa ulaşmadıkça, 1. ve 2. basamaklarda kalan herkes için gidilecek yer cehennemdir.
2. basamağa bakıyoruz. 2. basamak Allahû Tealânın seçim basamağıdır. Burada insanların %90dan fazlası seçilir. Bir başka ifade ile Allaha ulaşmayı dilemeyip de başka insanların da Allaha ulaşmayı dilemelerini engelleyenler, sadece onlar seçilmezler. Onlar kalplerinde zeyg olanlardır, kalplerinde maraz olanlardır, kalpleri kararan ve sertleşenlerdir. Bu insanlar kötü niyetlidirler. Başkalarına da kendilerine de zulmederler.
Önemli olan, bir kişinin Allaha ulaşmayı dilemesidir. Dilerse, bu iki basamağı da aşmış olur. Herkesin bulunabileceği bu iki basamaktan bir öteye, 3. basamağa, Allaha ulaşmayı dileyenlerin basamağına geçer. Başlangıçtaki iki basamakta herkes bulunabilir ama bu basamaktan öteye geçemeyen herkesin gideceği yer cehennemdir. Öyleyse tövbe de mağfiret de kurtuluşun kademeleridir.
Bir insan Allaha ulaşmayı dilerse ne olur? Dilediği anda Allahû Tealâ işitir ve bilir. Allahû Tealâ Bakara Suresinin 256. âyet-i kerimesinde vallâhu semîun alîm(alîmun) buyuruyor:
2/BAKARA-256: Lâ ikrâhe fîd dîni kad tebeyyener ruşdu minel gayy(gayyi), fe men yekfur bit tâgûti ve yumin billâhi fe kadistemseke bil urvetil vuskâ, lenfisâme lehâ, vallâhu semîun alîm(alîmun).
Dînde zorlama yoktur. İrşad yolu (hidayet yolu; Allaha ulaştıran yol), gayy yolundan (dalâlet yolu; şeytana, cehenneme ulaştıran yoldan) açıkça (ayrılıp) ortaya çıkmıştır. Artık kim tagutu (şeytanı ve şeytana ulaştıran yolu) inkâr edip de Allaha îmân ederse (mümin olur, Allaha ulaştıran yolu tercih ederse), böylece o, (Allahtan) kopması mümkün olmayan urvetul vuskaya (sağlam bir kulba, mürşidin eline) tutunmuştur. Allah Semîdir, Alîmdir.
Allah her şeyi işitir, her şeyi bilir. Biz insanlar kâinatın bir parçasını teşkil ederiz. Bu kâinatta yaşayan canlı varlıkların en üst seviyesinde yaratılanı insandır ve biz insanlar Allaha ulaşmayı dilemek mecburiyetinde olanlarız. Çünkü Allahû Tealâ üzerimize farz kılmıştır. İşte Rum Suresinin 31. âyet-i kerimesi:
30/RUM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
Ona (Allaha) yönelin (Allaha ulaşmayı dileyin) ve takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.
Allaha yönel yani Allaha ruhunu ulaştırmayı dile. Hayattayken ulaştırmayı dile ve böylece Allaha karşı takva sahibi ol ve namaz kıl ve müşriklerden olma. Demek ki bizi müşrik olmaktan kurtaran şey Allaha yönelmemizdir.
Allaha ulaşmayı dilemek, bizi 3. basamağa geçirir. Allahû Tealâ kalbimizde Allaha ulaşmayı dileme olayı tahakkuk eder mi? diye, hep kalbimize bakar. Allahû Tealâ hep böyle bir dileğin oluşmasını bekler. Böyle bir dilek kalbimizde oluştuğu anda Allahû Tealâ derhal Rahîm esması ile tecelliye başlar.
Bu tecelliye dikkatle bakın. Eksikleriniz ne ise onların tamamlandığını, irşad makamına karşı kör, sağır ve dilsiz olan insanoğlunun, onu irşad makamı olarak gören, irşad makamı olarak değerlendiren, ne söylediklerini idrak eden bir yapıya kavuştuğunuzu görürsünüz.
Allahû Tealâ, Allaha ulaşmayı dilemeyip de başka insanları da Allaha ulaşmayı dilemekten men edenlerin dışında olan herkesi, Allaha ulaşmayı dilemeleri için seçer. Bu seçtiklerinden kim Allaha ulaşmayı dilerse onları Kendisine ulaştıracaktır. Allahû Tealâ Şura Suresinin 13. âyet-i kerimesinde bu hususu söylüyor:
42/ŞURA-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîh(fîhi), kebure alel muşrikîne mâ tedûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
Dînde, onunla Hz. Nuha vasiyet ettiğimiz (farz kıldığımız) şeyi (şeriati); Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın. diye Hz. İbrâhîme, Hz. Musaya ve Hz. İsaya vasiyet ettiğimiz şeyi sana da vahyederek, size de şeriat kıldık. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allaha ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve Ona yöneleni, Kendisine hidayet eder (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).
Allah dilediğini kendisine seçer ve onlardan kim Allaha yönelirse onları Kendisine ulaştırır, hidayet eder.
Öyleyse Allaha ulaşmayı dilemek esastır. Allahû Tealâ tarafından seçilenler toplumun %90ından fazladır. Bu insanlardan her kim Allaha ulaşmayı dilerse, onlar Allah tarafından seçilenlerin küçük bir kesimidir. Bu rakam mutlaka %10un altında teşekkül edecektir ve bu sebeple o insanlar toplumun çok küçük bir parçasını oluştururlar. Allah, onlar bunu diledikleri anda işitir, bilir ve görür. Allahû Tealâ buyuruyor: vallâhu basîrun bil ıbâd(ıbâdi): Allah kullarını görendir.
3/AL-İ İMRAN-15: Kul e unebbiukum bi hayrın min zâlikum, lillezînettekav inde rabbihim cennâtun tecrî min tahtıhel enhâru hâlidîne fîhâ ve ezvâcun mutahharatun ve rıdvânun minallâh(minallâhi), vallâhu basîrun bil ıbâd(ıbâdi).
De ki: Size bundan daha hayırlısını haber vereyim mi? Takva sahibi olanlar için Rablerinin katında içinde devamlı kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler ve tertemiz eşler ve Allahtan rıza (makamı) vardır. Allah kullarını BASÎRdir (görendir, görücüdür).
Allahû Tealâ ne demek istiyor? Kim Allaha ulaşmayı dilerse, kalbindeki bu dilek derhal belirgin hale gelir. Allahû Tealâ da hep kalplere bakar, kişinin belirgin hale gelen kalbini, kalbindeki bu talebi görür. O anda zaten kişi Allahın kulu olmuştur.
Kim Allaha ulaşmayı dilerse o, Allahın kulu olur. Eğer dilememişse o, Allahın kulu değildir. İşte Allahû Tealâ bu hususu Zumer Suresinin 17. âyet-i kerimesinde şöyle anlatıyor:
39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en yabudûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâd(ıbâdi).
Onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinab ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allaha yöneldiler (Allaha ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!
Allahû Tealâ sahâbeden bahsediyor: Onlar taguta, insan ve cin şeytanlara kul olmaktan içtinab ettiler, kaçındılar, kendilerini kurtardılar. Onlara müjdeler vardır. Kullarımı müjdele! diyor.
Allahû Tealâ ne diyor? Tagut, insan ve cin şeytanlar ki; bunlar insanları Allahın yolundan uzaklaştırmayı dileyen, Allahın yoluna ulaşmasına mâni olan herkestir. Onlardan kim kaçınırsa ve Allaha ulaşmayı dilerse, onlar taguta kul olmaktan içtinab ederler, kaçınırlar, kendilerini kurtarırlar. Allaha kul olurlar, üstelik de müjdeler alırlar.
Allaha kul olma keyfiyeti sadece bir dilekle başlar. Bu Kurân-ı Kerimdeki 1. kulluktur. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
51/ZARİYAT-56: Ve mâ halaktul cinne vel inse illâ li ya'budûn(ya'budûni).
Biz, insanları ve cinleri başka bir şey için değil; Bize, kul olsunlar diye yarattık.
Biz insanları ve cinleri başka bir şey için yaratmadık. Sadece Bize kul olsunlar diye yarattık.
Allahû Tealâ bütün insanları Allaha kul olsunlar diye yaratmıştır. İşte böyle bir yaratma müessesesinde insanoğlu özel bir yerin sahibidir.
Her şey o kadar güzel ki... Allahû Tealâ öylesine güzel dizayn etmiş ki her şeyi, Ona sadece bu yarattıkları şeyler açısından hayran olabilirsiniz.
Allaha ulaşmayı dilediğiniz an Allahın bir sevgilisi olursunuz, Allahın kulu olursunuz. Böyle bir kulluk müessesesi size pek çok şey kazandırır. Çünkü kim Allaha ulaşmayı dilerse Allahın kulu olur. Allahın kulu olduğu anda, Allaha ulaşmayı dilediği anda Allah onu işitir, bilir ve görür ve derhal o kişi üzerinde Rahîm esması ile tecelli eder.
İşte Yusuf Suresinin 53. âyet-i kerimesi bu tecelliyi ifade ediyor. Hz. Yusuf diyor ki:
12/YUSUF-53: Ve mâ uberriu nefsî, innen nefse le emmâretun bis sûı illâ mâ rahime rabbî, inne rabbî gafûrun rahîm(rahîmun).
Ve ben, nefsimi ibra edemem (temize çıkaramam). Çünkü nefs, mutlaka sui olanı (şerri, kötülüğü) emreder. Rabbimin Rahîm esmasıyla tecelli ettiği (nefsler) hariç. Muhakkak ki Rabbim, mağfiret edendir (günahları sevaba çevirendir). Rahîmdir (rahmet nurunu gönderen, rahmetiyle nefsleri tezkiye ve tasfiye edendir).
Ben nefsimi beraat ettiremem, ibra edemem, temize çıkartamam. Çünkü nefs şerri emreder. Ama Rabbimin Rahîm esması ile tecelli ettiği nefsler hariç.
Allahın Rahmân esması, herkes için o kişinin hayatta kalmasının bütün şartlarını muhtevasına alır. O kişiye yaşaması için oksijeni, havayı, yaşamasını devam ettirebilmesi için karnını doyuracağı bütün gıda maddelerini, o kişinin hayatta kalması için gerekli olan bütün şartları Allahın Rahmân esması vücuda getirir. Ama Rahîm esması; rahmet, fazl ve salâvât göndermek açısından çok önemlidir. Aynı zamanda Rahîm esması o kişinin engellerini de ortadan kaldıran esmadır.
Nitekim bir insan Allaha ulaşmayı diledikten sonra Allah ona Rahîm esması ile tecelli ettiği an, o kişinin üzerinde birtakım güzellikleri vücuda getirir. Bu, kişinin durumuna bağlı bir husustur. Eğer bir insan kendisine tebliğ yapıldığında sadece tâbî olmamış da Allaha ulaşmayı dilememiş, tebliğ onda sadece pozitif bir tesir yapmamış, bir harekete neden olmamış ama karşı çıkma müessesesi de olmamışsa, bu insanda Allah hassaları engeller. İşte iki âyet-i kerime bunu anlatıyor. 1. grup âyetler, Bakara Suresinin 6 ve 7. âyetleridir:
2/BAKARA-6: İnnellezîne keferû sevâun aleyhim e enzertehum em lem tunzirhum lâ yuminûn(yuminûne).
Onlar muhakkak ki kâfirdirler. Onları ikaz etsen de etmesen de onlar için eşittir (birdir), mümin olmazlar.
2/BAKARA-7: Hatemallâhu alâ kulûbihim ve alâ semıhim, ve alâ ebsârihim gışâveh(gışâvetun), ve lehum azâbun azîm(azîmun).
Allah onların kalplerinin üzerini ve işitme (semî) hassasının üzerini mühürledi ve görme (basar) hassasının üzerine gışavet (perde) çekti. Onlar için azîm (büyük) bir azap vardır.
Allahû Tealâ tebliğe muhatap olup da onu kabul etmeyen böyle insanlar için diyor ki: Biz onların basar isimli görme hassalarının üzerine gışavet adlı bir perde çekeriz. Onların semî (işitme) hassalarını mühürleriz. Onların kalplerini mühürleriz.
Allahû Tealâ üç engel koyuyor. Onların görme hassalarını gışavet adlı bir perde ile kapatıyor, görme hassası çalışmıyor. Allahû Tealâ kişinin işitme hassalarını ve kalplerini de mühürlüyor.
Aynı konu Casiye Suresinin 23. âyet-i kerimesinde de Allahû Tealâ tarafından anlatılıyor. Burada da aynı şey geçerlidir. Bu sefer de engeller uzuvlar üzerine değil, hassalar üzerindedir.
45/CASİYE-23: E fe reeyte menittehaze ilâhehu hevâhu ve edallehullâhu alâ ilmin ve hateme alâ semihî ve kalbihî ve ceale alâ basarihî gışâveh(gışâveten), fe men yehdîhi min badillâh(badillâhi), e fe lâ tezekkerûn(tezekkerûne).
Hevasını kendisine ilâh edinen kişiyi gördün mü? Ve Allah, onu ilim (onun faydasız ilmi) üzere dalâlette bıraktı. Ve onun işitme hassasını ve kalbini mühürledi. Ve onun basar (görme) hassasının üzerine gışavet (perde) kıldı (çekti). Bu durumda Allahtan sonra onu kim hidayete erdirir? Hâlâ tezekkür etmez misiniz?