Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Şeriat Prensipleri-Şeriatta Hak Ve Mükellefiyetler

sinezan

New member
Katılım
14 Haz 2006
Mesajlar
12
Tepkime puanı
0
Puanları
0
şeriat günümüzde çok kötü bir şeymiş gibi algılanır halde artık.
bir kaç ay önce başka bir forumda,ebul-ala el-mevdudinin "islamın anlaşılmasına doğru" eserinden yazı dizisini paylaşmıştım.
gidişata bakınca burada da paylaşmam gerekli diye düşündüm.
bakalım bakalım,şeriat bu kadar korkulan bir şeymiş mi?


Eğer islamiyet kanununa göz gezdirip ve onun temel prensiplerini tetkik etmez ve islamın meydana getirmek istediği insan ve cemiyet tipini hayalimizde canlandırmazsak; o vakit islam hakkındaki mubahesemiz natamam kalır. İslamın, çizmeye çalıştığımız tablosunun tamamlanabilmesi ve islamın hayat tarzının üstünlüğünü idrak edebilmemiz için; bu son fasılda şeriat prensiplerinin tetkiki işini ileri süreceğiz.
Şeriatın Mahiyeti ve Manası: insanoğluna çok büyük kudret ve ehliyet bahşedilmiştir. İlahi takdir, akıl ve iradesi; görmek, konuşmak, tatmak, tutmak ve işitmek kabiliyeti; el ve ayak kuvveti; sevgi, korku ve hiddet hisleri ve daha neleri yok ki... Bütün bunlar insan için sonsuz faydalar sağlamaktadır ve hiçbiri lüzumsuz ve fazladan değildir. Bu kabiliyetler, son derece ihtiyacı bulunması dolayısıyle ona bahşedilmiş olup, onun için zaruri ihtiyaçlarını karşılayacak olan bu kudretlerin yerinde kullanılmasına bağlıdır. Allah vergisi olan bu kudretlerin sana hizmet içindir. Tam manasıyla kullanılmadıkça, hayat yaşamaya değer bir hale gelemez.
Allah-u Teala keza insanı, fıtri kaabiliyetlerini işletebilmesi ve ihtiyaçlarını karşılamayı başarabilmesi için her türlü vasıta ve imkanla mücehhez kılmıştır. Beşeri yapı, hayatın gayesine varabilme mücadelesinde, insanın en büyük aleti olmak üzere vücut bulmuştur. Keza, insanın içinde yaşadığı bir alem bulunmaktadır. Etraf ve çevresi her çeşit imkanları ihtiva etmektedir. O imkanlar ki, insan tarafından kendi encamını hazırlamak üzere vasıta olarak kullanılmaktadır. Allah-u Teala’nın yarattığı tabiat ile, ona ait her türlü eşya insan içindir ve insan onları, akla gelebilen her şekilde kullanabilir. Hem cinsi olan diğer insanlarla birlikte, böylece daha iyi ve daha müreffeh bir hayat kurma işinde teşriki mesaide bulunur.

devam edecek inşaAllah
 

sinezan

New member
Katılım
14 Haz 2006
Mesajlar
12
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Şimdi bu hadise üzerinde bir parça derince düşünün. Başkalarının iyiliği için kullanılabilmek üzere, size kudret ve imkan bahşedilmiştir? Bu kudret ve imkanların yaratılma sebebi, size iyilik içindir; yoksa feralık için değil. Gayesi, hayatı tehlikeye atmak olmayıp, tam aksine onu iyilik ve faziletle süslemektir. Böylece bu kudretlerin hüsnü istimali size fayda temin etmektedir. Mamafih kaçınılması imkansız zararları da ortaya çıkarsa bu zararlar asgarı seviyede tutulmalıdır. Başlı başına bir hal, bu kuvvetlerden istifade lüzumunu ortaya koymaktadır. İsraf ve yıkımı intac edecek diğer istimal şekillerinden her biri ise yanlış, mantıksız ve lüzumsuzdur. Mesela, size eza verecek ve zararı dokunacak işleri yaparsanız, o tam manasıyla bir hata olacaktır. Yahut da hareketleriniz başkalarına zarar getirir ve sizi onlara karşı muzur hale sokarsa; bu hal apaçık delilik ve Allah’ın verdiği kudretlerin suistimali olacaktır. Yahut da, imkanları israf eder; fuzuli yerlerde tüketir ve yok ederseniz; bu hal dahi büyük bir hata olacaktır. Bu gibi hareketler çok şeni bir mantıksızlıktır. Zira insan aklı böyle bir yıkım ve zarardan kaçınmak, kazanç ve fayda yolunu tayin etmek vazifesiyle meşbudur. Eğer her hangi bir zarara katlanırsa bu ancak kaçınılması mümkün olmayan ve yahut da daha ulvi faydaların elde edilmesinin umulduğu yerlerde olmalıdır. Bundan inhiraf ise, aşikar olarak hatalı bir yol alacaktır.
Bu temel mülahazayı göz önünde bulundurarak nev’i beşere baktığımızda, iki çeşit insanın mevcudiyetine şahit oluruz. Birincisi: ellerindeki kudret ve imkanları bilerek kötüye kullanan ve böylece imkanlarını israf edip, kendi hayati menfaatlerini zarara sokan ve başka insanların da zararına sebeb olanlardır. İkincisi: Samimi ve dürüst olmalarına rağmen, cehaletleri yüzünden hataya düşenlerdir. Ellerindeki imkanları kasten kötüye kullananlar şerir ve mücrim kimselerdir. Kontrol ve islahları için kanunun sert tepkisine müstahak olurlar. Cehalet sebebiyle hataya düşenlerin doğru yolu görebilmeleri ve ellerindeki kudret ve imkanları en iyi şekilde kullanabilmeleri için, doğru bilgi ve rehbere ihtiyaçları vardır. Allah-u Teala’nın insana açıkladığı tarz ve hareket düsturu -yani şeriat- bu ihtiyacı karşılamaktadır.
devam edecek inşaAllah
 

sinezan

New member
Katılım
14 Haz 2006
Mesajlar
12
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Şeriat, ilahi kanunu kayıt altına alır ve hayatı, insanın menfaatına en uygun şekilde ayarlamak üzere, rehberliği temin eder. Gayesi, insana en iyi yolu göstermek ve onun ihtiyacını en başarılı ve istifadeli şekilde karşılayacak çare ve vasıtalarla onu techiz etmektir. Allah-u Teala’nın kanunu her cephesiyle sizin istifadeniz içindir. Onun için de, sizin kudretinizi israf edecek, yahut da tabii arzu ve heveslerinizi bastıracak ve yahut da normal his ve iştiyakınızı yok edecek her hangi bir taraf bulunmamaktadır. Asetizmle alakalı değildir. Dünayı terkedin; rahat ve huzuru bırakın; evlerinizden ayrılın; ekmeksiz ve elbisesiz olarak ve kendinizi cefaya sokup, nefsinizi tüketircesine avare şekilde ovalarda, dağlarda ve ormanlarda dolaşın diye İslam şeriatında bir şey yoktur. Pek tabii ki olamaz. İnsanoğlunun istifadesi için bu dünyayı yaratan Allah-u Teala tarafından vücuda getirilen İslam kanunununda böyle bir görüşün yeri bulunmamaktadır. Şeriat, her şeyi insan için ihsan eden Kadiri Mutlak tarafından açıklanmış bulunmaktadır. O halk ettiklerinin harabiyetini istemiyecektir. O’nun insana bahşettiği kuvvetten faydasız ve lüzumsuz olanı yoktur. Onun yerde ve gökte yarattığı her şey insanın hizmetindedir. Çeşitli faaliyetleriyle muazzam fabrika halinde bulunan bu alemin bütün haşmetiyle doğru dürüst vazifesine devam etmesi; böylece insanoğlunun yaratılışının mükafatı olarak, yer ve semada ona bahşedilmiş her şeyden, her imkan ve kudretten en faydalı ve en verimli şekilde faydalanması, O’nun sarih arzusudur. İnsanoğlu onlardan, kendisinin ve hemcinslerinin, mükellef nimetlerin hasatlarını toplamak suretiyele faydalanacak ve fakat bilerek veya bilmeyerek mahlukatın hiçbirine zarar getirmeyecektir. Şeriat, insanın bu yolda gitmesi için rehber olmak demektir. O, insanoğluna yapılacak olan her türlü zararı önler ve ona faydalı olan her şeyi takdis eder. Her türlü samimi ihtiyaç ve arzularını karşılaması; kendi istifadesine çalışmak ve saadet ve muvaffakiyete erişmek üzere akla gelen her gayrette bulunmasının, insan için bir hak ve bazı hallerde mecburi vazifesi olması şeriatın ana prensibidir. Ama o, bütün bunları yalnızca başkalarının mefaatını haleldar etmek ve başkalarının hak ve vazifelerini ifa yolundaki mücadelelerine mani olmak suretiyle değil; fakat hedefe varmak için beşeri varlık arasında mümkün olan her çeşit içtimai birlik; karşılıklı yardım ve teşriki mesai suretiyle yapılacaktır. İyilik ve kötülük ve kazanç ile zararın, içinden çıkılmaz şekilde karıştığı hallerde kanunun hükmü, ali menfaat uğruna az zararın tercih ve büyük zararları bertaraf edilmesi için ufak menfaatlardan fedakarlıkta bulunması mealindedir. Şeriatın temel hükmü budur.
devam edecek inşaAllah
 

sinezan

New member
Katılım
14 Haz 2006
Mesajlar
12
Tepkime puanı
0
Puanları
0
İnsanın mahdut bir ilme sahip olduğunu hep bilmekteyiz. Her şahıs, her çağda neyin iyi ve neyin kötü, neyin faydalı ve nelerin zararlı olabileceğini, sadece kendi bilgisine dayanarak bilememektedir. Beşerin tam hakikatı bulabilmesi için bilgi kaynakları son derecek mahduttur(sınırlı). Bu sebebtendir ki, Allah-u Teala insanı hata ve felaket tehlikesinden korudu ve ona, bütün beşer ırkı için tam ve doğru hayat nizamı olan kanunu açıkladı. Bu nizamın hakikat ve fazileti gün geçtikçe daha iyi anlaşılmaktadır. Birkaç asır evvel, onun birçok faydaları gözden saklı bulunmaktaydı. Halen, ilmin inkişafiyle aydınlığa kavuşmuş olmaktadır. Bugün dahi bu nizamın faziletini idrakten aciz bazı kimseler vardır. Fakat ilmin daha da inkişafı yeni ışıklar getirecek ve onun üstünlüğünü apaçık gözler önüne serecektir. Alem, ister istemez ilahi nizama doğru sevkolunmaktadır. Onu kabul etmemiş olan birçok kimse, asırlar boyunca bocalama, deneme ve hata devresinden sonra, artık o kanunun bazı prensiplerini benimsemek zorunda kalmışlardır. İlahi tebliğin hakikat olduğunu inkar edenler ve imanlarını, kılavuzu olmayan beşer mantığına bağlamış bulunanlar, hatalar işledikten ve acı tecrübelerden geçtikten sonra şeriat hükmünü, şu veya bu yoldan benimsemektedirler. Fakat neleri kaybettikten sonra... Diğer taraftan tamamına şamil olmasa bile, Allah-u Teala’nın peygamberlerine iman eden, onun sözlerini dinleyen ve şariatı deruniyle kavrayan kimseler vardır. Bazı talimatların her türlü faziletini bilmeyebilirler. Fakat hakiki ilme dayanan ve insanları cehaletin kötü tecellilerinden kurtaran nizamı bir bütün olarak kabul etmişlerdir. Bunlar doğru yolda yürüyen insanlardır ve başarıya ulaşacakları muhakkaktır.
devam edecek inşaAllah
 
S

seha

Guest
Maaşallah kardeşime ne güzel yazmış. Şeriatın yüz cüzzünden biri olan Siyasetten başka anlamlara da geldiğini yazında çok güzel vermişsin kardeşim.
Çalışmalarının ve başarılarının devamını dilerim.
 

sinezan

New member
Katılım
14 Haz 2006
Mesajlar
12
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Şeriatta Hak ve Mükellefiyetler:


İslamın tasarladığı hayat planı, bir seri hak ve mükellefiyetlerden ibaret olup, bu dini kabul eden herkes bunlara tabi bulunmak mazhariyetine mazhar olur. Açıkcası,İslam kanunu her insana dört çeşit hak ve mükellefiyet yüklemektedir:
a) Her insanın bizzat Allah-u Teala’ya ödenmesi icab eden borç ve haklar,
b) Kendisine karşı olan nefsi haklar.
c) Başka insanların üzerindeki hakları.
d) Allah-u Teala’nın, insanın hizmetine verdiği ve insan tarafından istifade maksadıyla kullanılmak üzere, Allah-u Teala’nın takviye olarak bahşettiği kudret ve vasıtalara ait olan haklar. Bu hak ve imkanlar, İslamın mihenk taşıdır ve onları samimiyet ve ciddiyetle karşılaması her müslümanın mecburi vazifesidir. Şeriat, her çeşit haktan vuzuhla bahseder ve bütün teferruatiyle alakalanır. Keza, mükellefiyteleri karşılayabilmek için lüzumlu yol ve çarelere ışık tutar. Böylece onların herbiri toptan ifa edilebilir ve hiçbiri ihmal edilmemiş olur. Şimdi bu hak ve mükellefiyetlerden; İslami hayat tarzı fikriyle, onun temel değerlerinin vücut bulması için kısaca bahsedeceğiz.
devam edecek inşaAllah
 

sinezan

New member
Katılım
14 Haz 2006
Mesajlar
12
Tepkime puanı
0
Puanları
0
a- Allah-u Teala’ya Ait Haklar:

Evvel emirde İslamın, insan ile haliki arasındaki münasebeti; inşa etmiş olduğu temini tetkik etmemiz lazım gelmektedir. Allah’a ait başlıca ve en ileri gelen hak insanın yalnız O’na iman etmesidir. İnsan O’nun otoritesini tanıyacak ve Ona hiçbir şeyi şerik koşmayacaktır. Bu ise, “Lailahe illallah” (Allah’tan başka ilah yoktur) da; yani, Kelime-i Tevhid’de hülasa edilmektedir.
Allah’ın üzerimizdeki ikinci hakkı: O’nun insana açıklamış bulunduğu hidayet yolunu kalpten kabul etmek ve O’nun akla ve ruha hitap eden her türlü telkinatıyle birlikte, rızasını aramaktadır. Bu hakkın icaplarını, Allah’ın peygamberlerine iman etmek ve onların rehberliğini ve liderliğini kabul etmek suretiyle karşılamış oluruz.
Allah’ın üzerimizdeki üçüncü hakkı: O’na ibadet etmektir. Bu hak ise, evvelce tarif edildiği gibi, namaz ve diğer ibadetlerle ödenmiş olur.
Bu hak ve mükellefiyetler, diğerlerinin önünde gelir. Böyle olmaları hasebiyle, öbür hak ve vazifelerden fedakarlık pahasına dahi olsa evveliyetle yerine getirilir. Mesela namaz kılan ve oruç tutan bir kimse bu uğurda nefsine ait haklardan fedakarlıkta bulunur. İnsanoğlu Allah’a karşı olan bu vazifelerin tam manasıyla icrasında meşakkate tabi olur ve fedakarlığa katlanır. Namaz için sabah erkenden kalkmalıdır. Böylece insan uyku ve istirahattan feragat eder. Bütün gün boyunca işlerini ve istirahatlarını Allah’a ibadet için terkeder. Ramazan ayı müddetince, sadece Allah’ın rızasını istihsal etmek için aç kalır. Zekat vererek servetini azaltır ve Allah sevgisinin her şeyin üzerinde olduğunu ve servete bağlılığın, O’nun yoluna engel olarak çıkamıyacağını ortaya koymuş olur. Hacda servetten yana fedakarlığa yolculuk meşakkatine katlanır. Cihatta ise maddi ve manevi her şeyini, hatta hayatını bile kaybedebilir.
devam edecek inşaAllah
 

sinezan

New member
Katılım
14 Haz 2006
Mesajlar
12
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Keza, bu mükellefiyetlerin yerine getirilmesinde bir kimse diğerlerine ait hakları az veya çok olarak haleldar eder ve böylece kendi menfaatını da geniş çapta zarara uğratır. Bir hizmetkar Allah’ına ibadet için işini terketmek mecburiyetinde kalır. Bir iş adamı hac için Mekke’ye gitmek üzere işini tatil etmek mecburiyetindedir. Cihatta bir kimse sırf Allah yolunda hayatını feda eder. Aynı yolda; Allah’a ait hakların yerine getirilmesinde bir kisme, hayvanat, servet ve diğer insanın kontrolu altında olan şeylerden de fedakarlık etmek durumundadır. Fakat Allah, Şeriatı öyle bir şekilde tesis etmiştir ki hayatın muhtelif sahaları arasında ahenk ve muvazene kurulmuş ve diğerlerine ait hakların zarara uğraması asgari seviyeye indirilmiştir. Bu iş ise Allah tarafından tayin edilen hudutlar sayesinde başarılmaktadır. O, bize namaz mükellefiyetinin ifasında her kolaylığı müsaade buyurmuştur. Abdest almak için su bulamazsanız, yahut hasta iseniz teyemmüm edebilirsiniz. Eğer seyahatta iseniz namazı kısaltabilirsiniz. Ayakta duramayacak kadar hastaysanız otururken veya yatarak namaz kılabilirsiniz. Namazdaki tilavette o kadar kolaylık vardır ki; bir kimse okuduğu ayet ve duaları istediği kadar uzatabilir veya kısaltabilir. İstirahat zamanlarında uzun sureler okur, dünyevi meşguliyetin çok olduğu zamanlarda da kısa ayetlerle iktifa edilebilir. Cemaatla veya iş saatlerinde eda edilen namazlarda kısa ayetler okunması müreccahtır. Allah nafile ibadetten memnun kalır. Fakat O, kendi uyku ve istirahat ihtiyacınızı tanımamanızı ve kendi çocuklarınızla ev halkınızın istirahat haklarını ihlal etmenizi hoş görmez. İslam bizden, hayatın muhtelif faaliyetleri arasında muvazene kurmamızı istemektedir.
Oruçta da hal aynıdır. Farz olan mecburi oruç bütün sene içinde ancak bir aydır. Seyahat ve hastalık hallerinde orucunuzu bozabilir, sene içindeki münasip zamanlarda kaza edebilirsiniz. Kadınlar gebelik, hayz ve çocuk emzirme hallerinde oruçtan muaftırlar. Oruç mutlaka iftar saatinde bozulur. Her hangi bir gecikme asla makbul değildir. İftar vaktinden sahura kadar yemek, içmek için müsaade vardır. Nafile oruçlar son derece değer taşımakta olup, Allah onların tutulmasından memnun kalır. Ancak O’ sizin devamlı oruç tutarak mutad dünyevi meşguliyetinizi tatminkar ve muktedir şekilde yürütemiyecek kadar zayıf düşmenizi istemez.
devam edecek inşaAllah
 

sinezan

New member
Katılım
14 Haz 2006
Mesajlar
12
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Aynı şekilde, zekat meselesine bakınız. Allah tarafından tespit edilen sadece asgari miktardır. İnsan Allah uğrunda istediği kadar fazla para verebilir. Bir kimse zekat verince vazifesini ifa etmiş olur. Fakat hayrat işinde daha fazla sarfetmekle Allah’ın rızasına daha fazla yaklaşmış olur. Ancak Allah bizim her şeyimizi hayrat için sarfetmemizi; kendimizi ve ailemizi mali sıkıntıya sokmamızı muvafık görmez O, bizi fakir bir hale sokmayı istemez. Hayrat işinde de mutedil davramamız bize emir buyrulmuştur.
Keza Hac meselesine bakınız. Ancak seyahat için yeteri kadar parası olanlar ve sıhhatli olanlar için ömür boyu bir kere olmak ve en müsait bir senede yapmak üzere farzdır. Eğer harb varsa, vaziyet hayatı tehlikeye sokacak şekildeyse, o vakit tehir edebilir. Buna inzimamen, sizin olmadığınız zamanlarda ihtiyar ebeveyninizin sıkıntıya düşmemesi için onların da rızası şarttır. Bütün bunlar açıkça göstermektedir ki, bizzat Allah kendine ait haklarla birlikte başkalarının haklarını da vermektir. Allah yolunda en büyük fedakarlık cihatla yapılır. Çünkü orada insan canını ve malını kaybetmekle kalmayıp, dava uğruna başkalarınınkini de imha eder. İslam ahkamından birinde evvelce bahsedilmiş olduğuna göre; büyük zararlardan korunmak için küçük zararlara katlanmamız icap etmektedir. Kötünün iyiye ve mütecaviz ateizmin Allah dinine karşı galebe kazanması neticesinde insanoğluna getireceği felaket göz önünde bulundurulursa; o vakit binlerce dahi olsa, insan hayatının feda edilmiş olması bir zarurettir. Neticenin yanlız Allah dininin aleyhinde olmakla kalmayıp, bu yüzden dünyaya da kötülük geleceğinden ve hayatı içten ve dıştan sarsıntılara maruz bırakacağından, zarar ve ziyan pek büyük olacaktır. Bu çok büyük olan kötülükten kurtulabilmek için Allah, can ve malımızı fisebilillah feda etmemizi bizlere emir buyurmuştur. Fakat O, lüzumsuz kan akıtılmasını; yaşlıların, kadınların, çocukların, ve yaralıların zarara uğratılmasını yasaklamaktadır. O’nun emri sadece mütecavize karşı harb edilmesidir. O bizlere düşman arazisinde bile olsa lüzumsuz tahribata sebeb olamamamızı ve mağluplara karşı iyi ve namuslu davranmamızı emir buyurmaktadır. Düşmanla yapılan muahedelere riayet etmemiz; düşman harbe son verince yahut da tecavüzü ve islam aleyhindeki faaliyetini durdurunca bizim de harbe son vermemiz bildirilmektedir. Böylece islam, Allah’a ait olan haklar uğrunda can ve mal bakımından gerekli fedakarlığın pek azına müsaade buyurmaktadır. İnsanoğlunun birbirinden farklı ihtiyaçları arasında muvazene kurulması ve hayatı en müstesna nimet ve başarılarla zenginleştiren muhtelif hak ve mükellifiyetlerin böylece ayarlanması şayanı arzudur.
devam edecek inşaAllah
 

sinezan

New member
Katılım
14 Haz 2006
Mesajlar
12
Tepkime puanı
0
Puanları
0
b-Nefse Ait Haklar:


Bundan sonra insanın şahsi hakları, yani nefse ait haklar gelir.
Hakikat şudur ki: insanoğlu başkalarından çok kendine karşı zalim ve adaletsiz davranmaktadır. Zahirde bu hal hayret verici görünebilir. Bir insan bilhassa nefsine çok düşkün bulunduğundan, nasıl olur da kendine karşı zalim olabilir? Bizzat kendine nasıl düşmanlık yapabililr? Bu hal oldukça gayrimakul görünür. Fakat derin tetkik edilirse görülür ki, bu iddiada büyük bir hakikat payı vardır.
İnsanoğlunun en zayıf tarafı kendine galebe çalacak ihtiras hissine kapılınca; mukavemet etmek yerine, o hisse mağlup olması ve o histen aldığı zevkten dolayı büyük zarara uğramasıdır. Bir insan içkiye müptela olur ve ondan sonra muvazenesini kaybeder; para, sıhhat itibar ve sahip bulunduğu her şey pahasına içkiye devam eder. Başka bir insan yemeğe o kadar düşkündür ki, yemek onun sıhhatini bozar; hayatını tehlikeye sokar. Diğer bir kimse şehvetinin esiri olur ve bu hale düşkünlük onu harab eder. Keza,başka biri ruhani yükselişin meftunu olur, dünyevi ihtiyaçları karşılamayı reddeder, giyimine aldırmaz, evini terkeder ve dağlara, ormanlara çekilir, dünyanın onun için bir mana ifade etmediğine inanır ve dünyaya ait her şeyden nefret eder. Bunlar insanın ifrata sapma ve orada yok olma temayülünün birkaç misalidir. Böyle bir çok münasebetsizlik ve muvasenesizlik misallerine insanın günlük hayatında rastlanır ve bu misalleri burada çoğaltmaya lüzum yoktur.
İslam beşerin refahı içindir. Onun açıkça gayesi hayatta muvazene ve ahenk sağlamaktır. Bu sebebtendir ki: Şeriat, sahib bulunduğunuz nefse ait muayyen hakların mevcudiyetini kati olarak ilan etmektedir. Onun temel hükümlerinden biri: “Linefsike aleyke hakkun” yani; “nefsinize ait haklar vardır” mealindedir.
devam edecek inşaAllah
 

sinezan

New member
Katılım
14 Haz 2006
Mesajlar
12
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Şeriat, insanın sıhhatine, maddi ve manevi varlığına zarar verecek her şeyi reddeder. Kan, mükeyyifat, domuz eti, yırtıcı canavarlar, zehirli ve pis hayvanlar ve diğer murdar yaratığı şeriat bize haram kılmıştır. Çünkü bütün bunların sıhhat, ahlak, akıl ve ruh üzerinde kötü tesirleri vardır. İslam bu gibi şeyleri menederken; diğer taraftan insanların her türlü temiz sıhhi ve faydalı şeyleri kullanmasını tavsiye etmekte ve vücudun temiz gıdalardan mahrum edilmemesini istemektedir. Çünkü, insanın vücuduna dahi ödeyeceği haklar mevcuttur. İslam kanunu açık seçik giyinmeyi men ve insanın nezih ve vakur elbiseler giymesini emreder. Bir kimsenin tembel ve işsiz kalmasını tasvip etmez. Allah’ın insana bahş buyurduğu kudret ile yer ve gökte halkettiği kaynakları insanoğlunun istifadesi ve saadeti için kullanması, şeriatın başta gelen icabıdır.
İslam cinsi arzuların körleştirilmesini istemez. O, insanların bu hisleri kontrol altına almasını ve ayarlamasını tenbihler ve bu tatminin evlilik hayatına inhisar etmesini temin eder. Nefse eza nefisten toptan feragat edilmesini yasaklar. İnsanoğlunun hayatın zevkinden ve helal olan refah vasıtalarından müstefit olmasını hayat içinde ve hayata ait meselelerde dindar ve müstakim kalmasına müsaade değil de emreder. Ruhen yükselme, ahlaki safiyet, Allah’a yakınlık ve öbür dünyada kurtuluşu sağlamak için bu dünyanın terkedilişi lüzumlu değildir. Bilakis, insanın denenmesi işi bu dünyada vaki olur. O, dünya hayatının içine dalacak ve bu hayat içinde Allah yolunda yürüyecektir. Başarıya giden yol hayatın dışında değil, tam aksi olarak onun karışıklıkları arasında ilahi kanunu takip etmeye bağlıdır. İslam intiharı mutlak surette meneder ve hayatın Allah’a ait olduğu fikrini insanın aklına sokar. Hayat, Allah tarafından insana, muayyen bir zamana münhasır olmak ve en iyi şekilde istifade edebilmek üzere emaneten bahşedilmiş bulunmaktadır. Abes bir şekilde mahiv ve heba edilmesi için değil.
Bizzat şahsın ve nefsin muayyen haklara sahib bulunduğu ve onları şeriatın tensib ettiği en iyi şekliyle kullanmağa mecbur olduğu fikrini, islamın insana sindire sindire benimsetme şekli budur. İnsan bu şekilde kendi nefsine karşı gerçekçi olabilir.
devam edecek inşaAllah
 
Üst Alt