Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Resulullah'tan hİkÂyeler

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
[h=2]HİCRET EMRİ[/h][h=2][/h]Hazreti Aişe radıyallahü anhâ anlatıyor:

— Biz Hazreti Ebû Bekir'in evinde, gündüzün şiddetli sıcak vaktinde otururken, biri Ebû Bekir radıyallahü anha:

— İşte, başı ve yüzünün büyük bir kısmı örtülü bir halde Allah'ın Resulü! Hem de gelmesi, âdetinden olmayan bir saatte! deyiverdi. Ebû Bekir radıyallahü anh:

— Anam, babam ona feda olsun! Allah'a yemîn ederim ki, onu bu saatte mühim bir hâdise buraya getirmiştir, dedi.

Buna müteakip Peygamber aleyhisselâm girmek için izan istedi, izin verilip, içeriye girince Hazreti Ebû Bekir'e:

— Yanındakileri dışarıya çıkar, buyurdu. Ebû Bekir radıyallahu anh de:

— Anam, babam sana feda olsun! Onlar senin ailen, ey Allah'ın Resulü, istediğini söyleyebilirsin, diye cevap verdi. Peygamber aleyhisselâm:

— Hicret etmek için bana izin verildi, buyurdu. Bunun üzerine Hazreti Ebû Bekir radıyallahu anh:

— Anam, babam sana feda olsun! Hicretinde ben de sana arkadaşlık ediyor muyum? diye sordu. Allah'ın Resulü:

— Evet, cevabında bulununca da:

— O halde şu iki hayvandan birini al, ey Allah'ın Resulü, dedi. Resûlüllah aleyhisselâm:

— Karşılığını vermek şartı ile, dedi.

En güzel bir şekilde her ikisini de hazırladık. İkisi için lâzım olan azığı bir dağarcığa yerleştirdik. Kız kardeşim Esma radıyallahu anhâ kuşağından bir parça kesip bu dağarcığın ağzını bağladı. Bu sebeple kendisine «Zatu'n nitak - kuşaklı» diye isim verildi.

Sonra Peygamber aleyhisselâm, Hazreti Ebû Bekir ile beraber Sevr dağındaki mağaraya vardılar. Üç gece orada gizlendiler. Ebû Bekir radıyallahu anh'ın oğlu Abdullah da yanlarında kalmıştı. Abdullah oldukça dikkatli ve zekâ sahibi bir çocuktu. Seher vaktinde onların yanından ayrılır ve Mekke'de kalıyormuş gibi, Kureyş ile beraber orada sabahlamış görünürdü.

Kureyş'lilerin düşündüğü hile ve tuzakları dinler, hepsini iyice kafasına yerleştirir, karanlık basınca da gelip bu duyduklarını Peygamber aleyhisselâm ile Hazreti Ebû Bekir'e bildirirdi.

Hazreti Ebû Bekir'in kölesi Âmir bin Füheyre o civarda bol sütlü, sağmal koyun otlatır ve akşam vaktinden bir süre geçince Resûlüllah aleyhisselâm ile Hazreti Ebû Bekir'e getirirdi. Onlar da sağıp taze süt içerek geceyi geçirirlerdi. O süt kendi sağmal koyunlarının sütü idi. İçine kızgın taş konulup ısıtılmış idi. Nihayet Âmir bin Füheyre sağmal koyuna seslenir ve alıp geri götürürdü. Allah'ın Resulü ile Ebû Bekir radıyallahu anh'ın mağarada bulundukları üç gece Âmir onların gıdasını bu şekilde temin ederdi.

Peygamber aleyhisselâm ile Hazreti Ebû Bekir Mekke'de bulunurken, ed-Diyl oğullarından yol kılavuzluğu hususunda tecrübe ve mahareti olan Abdullah bin Ureykıt adında birini kiralamışlardı. Bu şahıs Asbin Vâil oğullarına dostluk sözü vererek elini akid kanına da batırmıştı. Kendisi Kureyş kâfirlerinin dini üzerinde bulunuyordu. Peygamber aleyhisselâm ile Hazreti Ebû Bekir bu adamın doğruluğuna itimad ederek, develerini kendisine teslim etmişler ve üç gün sonra Sevr mağarasında buluşmak üzere kendisi ile anlaşmışlardı. Bu şahıs Peygamber aleyhisselâm ile Hazreti Ebû Bekir'in develeri ile üçüncü gecenin sabahında geldi. Resûlullah aleyhisselâm Hazreti Ebû Bekir ile beraber Âmir bin Füheyre ve kılavuzları Abdullah bin Ureylut da yola çıktılar. Kılavuzla alışılmış olmayan sahiller yolunu takip etmek suretiyle Medine'ye doğru yürüdüler.

(Buharı)

* * *
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
[h=2]MEDİNE YOLUNDA[/h][h=2][/h]Mâlik bin Cu'şum el-Mudlicî'nin oğlu Surâka anlatıyor:

Kureyş kâfirlerinin etrafa gönderdikleri adamları bize geldi. Kureyşliler, Peygamber aleyhisselâm ile Hazreti Ebû Bekir'i öldüren veya sağ olarak esir edip getiren kimseye yüz deve vereceklerdi.

Ben kavmim Mudlic oğulları ile beraber otururken onlardan bir adam çıkageldi ve ayakta olarak:

— Ey Surâka! Az önce sahile doğru giden bir kaç yolcu karaltısı gördüm. Zannedersem bunlar Muhammed ve arkadaşlarıdır, dedi.

Ben, o karaltı dediği kimselerin Allah'ın Resulü ile arkadaşları olduğunu derhal anladım fakat, bunu bildirmek istemediğim için:

— Hayır, o karaltı onlar değil. O gördüğün filan ve filandır ki, az önce önümüzden geçmişlerdi, dedim. Bir süre daha mecliste kaldıktan sonra kalkarak evime gittim. Cariyeme, atımı hazırlayıp yüksek tepenin arkasında beni beklemesini söyledim. Ben de kargımı alıp evin arka tarafından çıktım. Kargımın parıltısı dikkati çekmesin diye alt tarafını yerde sürüklemiş, üst tarafını ise aşağıya doğru tutmuştum. Atımın yanına gelince, üzerine bindim. Maksadıma yaklaştırması için hayvanı dört nala kaldırdım. Nihayet Allah'ın Resulü ile arkadaşlarına yetişip yaklaştım. Fakat bu sırada atım sürçtü ve kapaklandı. Ben de üzerinden düşüverdim. Hemen kalkıp torbadan fal oklarını aldım. Onlara zarar verip vermeyeceğimi öğrenmek için fala baktım. Netice istemediğim şekilde çıkmıştı. Oklara öfkelendim ve tekrar atıma bindim. Atımı yine hızla sürdüm. Allah'ın Resulünün okuduğunu duyar oluncaya kadar yaklaştım. Peygamber aleyhisselâm arkasına dönüp bakmıyordu. Hazreti Ebû Bekir ise çok bakmıyordu. Bu arada, atımın ön ayakları, dizlerine kadar yere gömüldü. Ben de üzerinden düştüm. Sonra atı kalkmaya zorladım. Hayvan da kalkmaya gayret etti, fakat bir türlü ayaklarını yerden çıkaramadı. Ayaklarını çıkardığı zaman ise altından göğe doğru ateş dumanı gibi bir toz yükselip etrafa dağıldı, .

Yine okları çıkarıp fala baktım. Yine arzu etmediğim şekilde neticelendi. Bunun üzerine Peygamber aleyhisselâm ile esbabından aman diledim. Onlar durdular. Atıma bindim, tâ yanlarına vardım. Peygamber aleyhisselâm ve eshâbını niyetlendiğim suikasttan koruyan bu fevkalâde hadiseler karşısında o anda gönlümde kesin bir kanâat meydana geldi ki, Allah'ın Resulünün yakın bir zamanda emri zahir ve peygamberlik dâvası zafer bulacaktır.

Bu kanâat üzerine Allah'ın Resulüne:

— Kavmin Kureyş, seni öldürmek veya esir almak için, bana mükâfat vaad etti, dedim.

Kureyş'lilerin kendisine ve arkadaşlarına ne yapmak istediklerini anlattım. Kendilerine yol azığı ve levazımı teklifinde bulunduysam da benden bir şey almadılar.

Ancak Peygamber aleyhisselâm ile Hazreti Ebû Bekir, bana:

— Ey Surâka! Bizim yolculuğumuzu gizle, dediler.

Bunun üzerine ben, Allah'ın Resulünden, bana bir emannâme yazmasını istedim. Peygamber aleyhisselâm da Âmir bin Füheyre'ye emir verdi. Âmir bir deri parçasına bunu yazdı. Sonra Allah'ın Resulü ve arkadaşları yollarına devam ettiler.

Bundan sonrasını Ibni Şihab anlatıyor:

Peygamber aleyhisselâm, Şam'dan dönen Müslüman Tüccarlardan bir kafile arasında Hazreti Zübeyr'e rastladı. Zübeyr bin Avvam radıyallahu anh, Resûlüllah aleyhisselâm ile Hazreti Ebû Bekir'e beyaz elbiseler giydirdi. Medine'deki müslümanlar Allah'ın Resulünün Mekke'den yola çıktığını haber almışlardı. Her gün kuşluk vakti «Harre» mevkiine çıkarak öğle sıcağı basıncaya kadar Peygamber aleyhisselâmın gelmesini beklerlerdi.

Yine böyle bir gün, uzun zaman bekleyip dönmüşlerdi. Evlerine girerken bir yahudi, kendisine ait bir iş için, yahudi kulelerinden birinin üzerine çıkıp bakarken Allah'ın Resulü ile arkadaşlarını, beyazlar giymiş oldukları halde serap görünüşlerini ortadan kaldırarak geldiklerini gördü ve kendisine hakim olamayarak yüksek bir sesle:

— Ey Arap topluluğu! Beklediğiniz, ümid ve saadet kaynağınız geldi! diye haykırdı.

Bunu duyan müslümanların hepsi silahlan ile evlerinden sıçrayarak Peygamber aleyhisselâmı karşılamaya koşuştular. Harre denilen kara taşlık yolunda Allah'ın Resulüne kavuştular. Peygamber aleyhîsselâm karşılayanlarla beraber Medine'nin sağ tarafına yöneldi. Nihayet arkadaşları ile beraber Amr bin Afv oğullarının yurduna indi.

Bu, Rebîııl Evvel ayının Pazartesi günü olmuştu. Hoş geldin demeye gelenleri Hazreti Ebû Bekir karşılıyordu. Peygamber aleyhisselâm sükût edip bir tarafa oturmuştu. Ensar'dan Peygamber aleyhisselâmı görmemiş olanlar, kendisini tanımadıkları için, önce Hazreti Ebû Bekir'i selâmlıyorlardı. Tâ ki Resûlüllah aleyhisselâma güneş vurup da Ebû Bekir radıyallahu anh ridası ile kendisine gölgelik yapınca, işin farkına vardılar. O zaman herkes Allah'ın Resulünü tanımış oldu. Peygamber aleyhisselâm Amr bin Avf oğullarında on geceden fazla kaldı. Bu zaman içerisinde takva üzerine yapılan mescid inşa edildi ve Allah'ın Resulü bu mescidde namaz kıldı.

Sonra Peygamber aleyhisselâm devesine bindi ve kendisini karşılamaya gelmiş olan Ensar ile Muhacirlerden kalabalık bir topluluk ile beraber Medine'ye doğru yürüdü. Resûlüllah aleyhisselâm Medine'deki mescidinin bulunduğu yere gelince, devesi burada çöktü. Burayı müslümanlar o günde namazgah kabul etmişlerdi. Bu yer daha önce Saad bin Zürare'nin himaye ve terbiyesinde bulunan Süheyl ve Sehl isminde iki yetim çocuğa ait hurma kurutulan harman yeri idi.

Peygamber aleyhisselâmın devesi burada çökünce, Resûlüllah aleyhisselâm:

— Burası, inşaallah, bizim yerimiz ve makamımızdır, buyurdular. Sonra Allah'ın Resulü bu iki genci çağırıp bu yeri mescid yapmak üzere onlardan satın almak istedi, iki genç:

— Hayır, ey Allah'ın Resulü, biz burasını ancak bağışlarız, dediler. Fakat Peygamber aleyhisselâm bağış olarak almak istemedi.

Nihayet muayyen bir bedel karşılığında satın aldı. Sonra bu yerde Mescid-i Nebevî'yi bina etmeye başladı. Halk ile beraber kerpiç taşıdı.

Taşırken de şu beyitleri okuyordu:

— Ey Rabbimiz! Taşıdığım şu kerpiç yükü Hayber'in hurma ve üzümden ibaret olan yükünden daha hayırlı ve daha temizdir. Şüphe yok ki, ecir ve sevab, ancak âhiret ecir ve sevabıdır. Ey Rabbim, sen Ensar ve Muhacirine rahmet buyur!

Allah'ın Resulünün buradaki beyitlerinden başka, tam olarak bir şiir irşad ettiğini diğer hadislerde görmedik.

(Buharî)

* * *
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
[h=2]DOĞRU YOLU GÖSTEREN[/h][h=2][/h]Enes radıyallahu anh şöyle anlatıyor:

Peygamber aleyhisselâm terkisinde Hazreti Ebû Bekir olduğu hâlde Medine'ye girdi. Allah'ın Resulü, Hazreti Ebû Bekir'e göre genç görünüyor ve insanlar tarafından tanınmıyordu. Ebû Bekir radıyallahu anh ise hem yaşlı görünüyor, hem de ticaret sebebi ile buranın halkı tarafından tanınıyordu. Bunun için de bir kimse yanına yaklaşır ve:

— Ey Ebû Bekir, bu yanındaki zât kimdir? diye sorarlar.

Hazreti Ebû Bekir de:

— Bu, bana doğru yolu gösteren zattır, diye cevap verirdi.

Bazıları ise hakikaten yol kılavuzu zannederlerdi. Halbuki Hazreti Ebû Bekir «doğru yolu gösteren Peygamber» demek istiyordu.

Ebû Bekir radıyallahu anh, yolda giderlerken bir ara geriye bakmıştı. Birden, bir atlının kendilerine doğru neredeyse yetişmekte olduğunu görmüştü.

Bunun üzerine dedi ki:

— Ey Allah'ın Resulü, bir atlı bize doğru yaklaşıyor, dedi. Peygamber aleyhisselâm dönüp de bakınca:

— Ey Rabbim onu atından düşür, diye dua etti. Atlı, hemen atından düştü.

Bir süre sonra kalkıp korku içerisinde mırıldanmaya başladı ve:

— Ey Allah'ın Resulü, dileğini emret! dedi. Peygamber aleyhisselâm da:

— Olduğun yerde dur ve kimsenin bize ulaşmasına imkân verme! buyurdular.

Böylece sabahleyin Peygamber aleyhisselâmı öldürmek azminde bulunan bu atlı, gün bitiminde Allah'ın Resulünün silahlı muhafızı oluyordu.

Peygamber aleyhisselâm yoluna devam edip Harre denilen yere vardı. Orada Ensara haber gönderdi. Ensar gelip Peygamber aleyhisselâm ile Hazreti Ebû Bekir'i burada karşıladılar.

İkisine de:

— Develerimize emniyet ve ikinize olan itaatimizin huzuru içinde binin, dediler.

Peygamber aleyhisselâm ile Hazreti Ebû Bekir develerine bindiler. Sevinç alâmeti olmak üzere kuşandıkları silahları üzerlerinde olduğu halde etrafını sardılar. Medine'de «Allah'ın Resulü geldi» haberi yayıldı. Bütün insanlar «Allah'ın Peygamberi geldi, Allah'ın Resulü geldi!» diyerek, görmek için koşuştular. Peygamber aleyhisselâm Ebû Eyyub radıyallahu anh'ın evine kadar yürüdü.

Oraya gelince:

— Ailemizden kimin evi buraya daha yakın? diye sordu. Ebû Eyyub radıyallahu anh:

— Benim evim yakın, ey Allah'ın Resulü! işte evim, işte kapım! dedi.

Allah'ın Resulü:

— Öyleyse git, bize istirahat edecek bir yer hazırla! buyurdular.

Ebû Eyyub radıyallahu anh, hazırlayıp geldikten sonra Peygamber aleyhisselâm ve Hazreti Ebû Bekir'e:

— Buyurunuz, Allah'ın bereketi ile gidelim, dedi.

(Buharî)

* * *
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
[h=2]PARMAKLARDAN FIŞKIRAN SU[/h][h=2][/h]Enes radıyallahu anh anlatıyor:

Peygamber aleyhisselâmı ikindi namazının yaklaştığı bir sırada gördüm. Abdest için su aradılar, fakat bulamadılar. Nihayet kendisine içinde bir miktar su olan bir kap getirdiler. Allah'ın Resulü mübarek elini bu kabın içine koydu ve insanlara bu sudan abdest almalarını söyledi. Bu arada Peygamber aleyhisselâmın parmakları arasından su fışkırdığını görmüştüm. Orada bulunan kimselerin hepsi, hatta bunlardan sonra bile abdest alanlar oldu.

Enes radıyallahu anh bir soru üzerine, orada bulunup abdest alanların sayısının üçyüz civarında olduğunu söylemiştir.

" (Buharî, Müslim, Tirmizî)

Cabir radıyallahu anh anlatıyor:

Hudeybiyye gününde insanlar susamışlardı. Halbuki Peygamber aleyhisselâmın önünde küçük bir su tulumu vardı. Bundan abdest aldı. Bunu gören insanlar su almak için etrafına doluştular.

Allah'ın Resulü:

— Ne oluyorsunuz?, diye sordu. Onlar da:

— Ey Allah'ın Resulü! önünüzdekinden başka içecek ve abdest alacak bir damla suyumuz yok, diye cevap verdiler.

Bunun üzerine Peygamber aleyhisselâm mübarek parmaklarını önündeki su tulumunun içerisine koydu ve derhal parmakları arasından, pınarlarda fışkırdığı gibi, su fışkırmaya başladı. Hem içtik, hem de hepimiz abdest aldık.

Cabir radıyallahu anh, kendisine:

— Kaç kişi idiniz? diye sorulan bir soruya:

— Yüzbin kişi bile olsaydık o su bize yetecekti, ancak biz sadece 115 kişi idik, cevabını vermiştir.

(Buharî, Müslim)

* * *
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
[h=2]BEREKETLENEN YEMEK[/h][h=2][/h]Câbir râdıyallahu anh şöyle anlatıyor:

Hendek kazıldığı zaman, Peygamber aleyhisselâmı çok acıkmış bir halde gördüm. Evde bulunan zevceme döndüm ve durumu anlatıp evde ne olduğunu sordum. O da bana içerisinde üç kiloluk arpa olan bir kap çıkardı. Küçük de bir koyunumuz vardı. Ben koyunu kestim. Zevcem de o arpayı öğüttü, ikimiz de işimizi aynı zamanda tamamladık. Koyunu parçalayıp kazana koydum. Sonra Allah'ın Resulünü yemeğe davet etmek için gittim.

Zevcem:

— Beni, Allah'ın Resulü ve yanındakilerden utandırma! demişti. Ben Peygamber aleyhisselâmın yanına geldim. Kendisine gizlice vaziyeti söyleyip dedim ki:

— Ey Allah'ın Resulü, küçük koyunumuzu kestik. Evde bulunan üç kiloluk arpayı da öğüttük. Yanındaki cemaat ile beraber yemek için bize buyurun...

Peygamber aleyhisselâm yüksek bir sesle:

— Ey Hendek halkı, Câbir bir ziyafet tertiplemiş, haydin gidelim, diye çağırdıktan sonra, Ben gelene kadar kazanı ocaktan indirmeyin, hamuru da pişirmeyin, diye ilâvede bulundu.

Ben eve önce geldim, Allah'ın Resulü de diğer insanların önünde yürüyerek geldi.

Zevcemin yanına geldiğim zaman, kalabalık misafir topluluğunu görünce, onları ağırlayamayacağından endişe ettiği için, bana:

— Allah, seni şöyle şöyle yapsın, diye seslendi. Ben de kendisine:

— Senin söylediklerini söyledim, diye cevap verdim. Ve zevcem hazırladığı hamuru çıkardı. Allah'ın Resulü mübarek tükürüğünden sürerek hamuru bereketlendirdi. Sonra gidip kazana da tükürüğünden sürerek onu da bereketlendirdi.

Daha sonra zevceme:

—> Yoğurup ekmek yapan bir kadın daha çağır da, o da seninle beraber ekmek yapsın, buyurdular. Kazanı ocaktan indirmeyin, avuçla, yahut kepçe ile alın, diye ilâve ettiler.

Allah'ın Resulü ile beraber gelenlerin sayısı bin kişi idi. Allah'a yemin ederim ki, bunların hepsi yediler. Onlar evi terketip gittikleri zaman, kazanımız olduğu gibi fokur fokur kaynamaya devam ediyordu; hamurumuzdan da olduğu gibi ekmek yapılmaya devam ediliyordu. Yani ne kazandan bir şey eksilmişti, ne de hamurdan...

(Buharî)

* * *
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
[h=2]HAZRETİ MUSA VE AZRAİL[/h][h=2][/h]Ebû Hureyre radıyallahu anh Peygamber aleyhisselâmın şöyle buyurduğunu anlatıyor:

Ölüm Meleği Azrail aleyhisselâm, Hazreti Musa'ya gönderilmişti. Musa aleyhisselâm, karşısına çıkar çıkmaz Azrail'in gözüne bir tokat attı ve gözünü kör etti.

Azrail aleyhisselâm, Hazreti Allah'a geçen hadiseyi nakletti ve:

— Ey Rabbim, beni ölümü istemeyen bir kuluna gönderdin, dedi. Bunun üzerine Allahü Teâlâ, Azrail'in gözünü iade etti ve:

— Git, o kula de ki, elini bir öküzün üzerine koysun, elinin kapladığı yerde ne kadar kıl varsa, onların sayısı kadar kendisine ömür verdim, diye söyle, dedi.

Azrail aleyhisselâm gelip Allahü Teâla'nın bu emrini söyleyince Musa aleyhisselâm:

— Ey Rabbim, sonra ne olacak? diye sordu. Aîlahü Teâlâ da cevaben:

— Ondan sonra yine ölüm, buyurdu. Musa aleyhisselâm da: — O halde Azrail şimdi canımı alsın, dedi. Kabrinin de, Beyt-i Mukaddes'e bir taş atımı mesafede yakın olmasını niyaz etti. Zira bu sırada Musa aleyhisselâm Tiyh sahrasında bulunuyordu.

Peygamber aleyhisselâm daha sonra şöyle buyurdular:

— Orada olsaydım, size Musa aleyhisselâmın kabrini gösterirdim. Kesib-i Ahmar'in altında yol tarafındadır.

(Buharı, Müslim)

* * *
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
[h=2]HAZRETİ EYYUB VE ALTIN ÇEKİRGE[/h][h=2][/h]Ebû Hureyre radiyallahü anh, Peygamber aleyhisselâmın şöyle buyurduğunu anlatıyor:

— Eyyub aleyhisselâm bir gün çölde yalnız çıplak olarak yıkanırken birden üzerine altın bir çekirge konmuştu. Hazreti Eyyub da bu çekirgeyi alıp, elbisesine koydu.

Bunun üzerine Allahü Teâlâ kendisine şöyle nida etmişti:

— Seni bu gördüğün dünya malından müstağni kılmadım mı? Eyyub aleyhisselâm ise:

— Evet, ey Rabbim, yüceliğine yemin ederim ki, öyledir. Fakat ben, senin hayır ve bereketine daima muhtacım, diye cevap vermiştir.

(Buharî)

* * *
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
[h=2]ZALİM HÜKÜMDAR VE SARE VALİDEMİZ[/h][h=2][/h]Ebû Hureyre radıyallahu anh, Peygamber aleyhisselâmın şöyle buyurduğunu anlatır:

İbrahim aleyhisselâm üç yerden başka, yalan söylememiştir ki, bunlardan ikisi Allah rızâsı hakkındadır. Bunlardan biri «ben hastayım», ikincisi de «hayır, bilakis bu işi o putların büyük olanı yapmıştır» demesidir. Üçüncüsü ise, zevcesi Sâre ile beraber zalim bir hükümdarın memleketine gelmişti. Sâre, zamanının en güzel kadınlarından biri idi, ibrahim aleyhisselâm Sâre'ye dedi ki:

— Bu zalim hükümdar senin benim zevcem olduğunu anlarsa, seni benden zorla alır. Bu bakımdan, bu adam sana, benim neyim olduğunu sorduğu zaman, benim kız kardeşim olduğunu söylersin. Çünkü nasıl olsa dinde kardeşiz. Zira memlekete ikimizden başka müslüman görmüyorum.

Bu zalim hükümdarın memleketine girdikleri zaman, hükümdarın adamlarından bir kısmı Sâre'yi gördü ve zalim hükümdara gelerek:

— Senin memleketine ancak sana lâyık güzel bir kadın geldi, diye haber verdiler. Hükümdar da onu huzuruna getirilmesi için adam gönderdi. Sâre'yi hükümdarın huzuruna getirdiler. Bu sırada ibrahim aleyhisselâm hemen namaza durdu. Sâre, hükümdarın huzuruna girdiği vakit, hükümdar ona hemen elini uzatmaktan kendini alamadı. Fakat bunu yapar yapmaz da derhal eline felç geldi.

Bunun üzerine korkuya kapılan zalim hükümdar, Sâre'ye:

— Allah'a dua et de elim bu durumdan kurtulsun, sana bir zarar vermeyeceğim, dedi.

Sâre dua etti ve hükümdarın eli felçten kurtuldu. Fakat yine Sâre'ye el uzatmak istedi. Bu defa da zalim hükümdarın eli öncekinden daha ağır bir şekilde felce tutuldu. Yine Sâre'ye elinin kurtulması için duada bulunmasını istedi. Sâre dua etti; eli felçten kurtulunca da tekrar üçüncü defa olmak üzere Sâre'ye el uzattı. Bu defa eli evvelkilerden daha şiddetli bir şekilde felce uğradı.

Son olarak Sâre'ye:

— Allah aşkına, elimin kurtulması için Allah'a dua et, sana hiç bir zararım dokunmayacak, dedi.

Sâre de dua etti ve zalim hükümdarın eli iyileşti. Hükümdar daha sonra Sâre'yi kendisine getiren adamı huzuruna çağırttı ve:

— Sen bana insan değil, bir şeytan getirmişsin. Onu memleketimin dışına çıkar ve hizmetçi olmak üzere de Hâcer'i kendisine ver, diye emirde bulundu. Bunun üzerine Sâre zalim hükümdarın yanından çıkıp yürümeye başladı.

İbrahim aleyhisselâm zevcesi Sâre'yi görünce:

— Ne oldu? diye sordu. Sâre de:

— Hayır inşaallah, Allah günahkârın elini tuttu ve bize bir hizmetçi verdirdi, dedi.

Ebû Hureyre radıyallahu anh, bunu naklettikten sonra şöyle der:

— Ey göksuyu oğulları! işte sizin ananız bu kadındır.

(Buharî, Müslim)

* * *
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
[h=2]PEYGAMBERİN ARKADAŞI[/h][h=2][/h]Ebû'd Derdâ radıyallahu anh şöyle anlatıyor:

Allah'ın Resulünün yanında oturuyordum. Elinde elbisesinin bir ucu olduğu halde, Hazreti Ebû Bekir çıkageldi. Elbisesini kaldırmış, hatta, diz kapağı bile gözüküyordu.

Bu vaziyet karşısında Peygamber aleyhisselâm:

— Arkadaşınızın muhakkak bir derdi var, buyurdu. Ebû Bekir radıyallahu anh selâm verdikten sonra:

— Ey Allah'ın Resulü, Hattab'ın oğlu ile aramızda bir hadise geçti. Ben, ona ağır konuştum, sonra da pişmanlık duydum. Afvını istediğim "halde buna razı olmadı. Bu sebeple sana geldim, dedi.

Peygamber aleyhisselâm üç defa:

— Allah seni mağfiret etsin, buyurdular.

İkisi arasında geçen hadiseden sonra Hazreti Ömer de pişman olmuş ve Hazreti Ebû Bekir'in evine giderek kendisini sormuştu. Evdekiler, kendisinin evde olmadığını söylemişlerdi. Bunun üzerine Ömer radıyallahu anh de Peygamber aleyhisselâmın huzuruna geldi. Selâm verdi. Bu sırada Resûlüllah aleyhisselâmın hiddetten rengi değişmeye başlamıştı. O derece ki, Hazreti Ebû Bekir, Hazreti Ömer'e acıdığı için, Peygamber aleyhisselâmın bağışlamasını ister gibi bir edâ ile diz çöküp:

— Allah'a yemin ederim ki, Ey Allah'ın Resulü, ben iki kat daha kabahatli idim, dedi.

Bunun üzerine Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurdu:

— Allahü Teâlâ beni size Peygamber olarak gönderdi. Size hakikati söyledim, beni yalanladınız. Ebû Bekir ise, beni tasdik etti. Canı ve malı ile bana yardımcı oldu. Şu halde siz benim arkadaşımı iki defa nasıl terk edersiniz? .

Bundan sonra da artık kimse Hazreti Ebû Bekir'i rahatsız etmedi.

(Buharı)

* * *
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
[h=2]HAYA ÖRNEĞİ HAZRETİ OSMAN[/h][h=2][/h]Hazreti Âişe radıyallahu anhâ anlatıyor:

Allah'ın Resulü bacakları açık bir vaziyette benim odamda oturmakta iken, Hazreti Ebû Bekir içeriye girmek için izin istedi. Peygamber aleyhisselâm halini değiştirmeden girmesine izin verdi. Kendisi ile konuştu. Sonra Hazreti Ömer izin istedi. Ona da, aynı hal üzerine, girmesi için izin verdi ve konuştu. Sonra Hazreti Osman girmek için izin istedi. Bu defa Peygamber aleyhisselâm kalkıp oturdu. Elbisesini düzeltti. Bundan sonra Hazreti Osman'ın girmesi için izin verildi ve kendisi ile konuştu.

Sonra Hazreti Âişe, Allah'ın Resulüne dedi ki:

— Ya Resûlallah, Ebû Bekir geldi, fâzla bir davranışta bulunmadın. Hazreti Ömer girdi, Ona da aynı şekilde davrandın. Fakat Hazreti Osman girince, kalkıp oturdun ve elbiseni düzeltip vaziyetini düzelttin, dedi.

Bunun üzerine Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurdular:

— Ey Âişe, Meleklerin bile kendisinden haya ettiği bir kimseden haya etmiyeyim mi?

Bir rivayette ise: Osman utangaç bir kimsedir. Bulunduğum hal üzerine kabul etseydim, utancından istediklerini arzedemeyecek diye endişe ettim, buyurdular.

(Müslim)

* * *
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
[h=2]İLK HALÎFE SEÇİMİ[/h][h=2][/h]Hazreti Âişe radıyallahu anhâ anlatıyor:

Allah'ın Resulü, Hazreti Ebû Bekir Medine'nin Sunh köyünde iken öteki âlemi şereflendirmişti. Hazreti Ömer, bu haber üzerine kalktı ve:

— Allah'a yemin ederim ki, Peygamber aleyhisselâm ölmemiştir. Vallahi bundan başkası kafama yatmaz. Allah onu muhakkak diriltecek ve o da, öldüğünü söyleyenlerin el ve ayaklarını kesecektir, dedi.

Bu sırada Hazreti Ebû Bekir geldi. Peygamber aleyhisselâmm yüzünü açıp alnından öptü ve:

— Anam, babam sana feda olsun, sağlığında da güzeldin, ölümünde de! Ruhunu kudretinde tutan Zâta yemin ederim ki, Allah sana asla iki ölüm taddırmayacak, dedi. Sonra dışarı çıktı ve Hazreti Ömer'e hitaben:

— Sakin ol, ey yemin eden kişi! dedi.

Hazreti Ömer de oturdu. Hazreti Ebû Bekir konuşmaya başladı. Allahü Teâlâ'ya hamd ve sena ettikten sonra dedi ki:

— Dikkat edin! Kim Muhammed'e tapıyordu ise, bilsin ki Muhammed ölmüştür. Kim Allah'a kulluk ve ibadet ediyorsa, Allah diridir, ölümsüzdür. Allahü Teâlâ «Sen öleceksin, siz de öleceksiniz» buyurmuştur. Yine Allah «Muhammed Peygamberden başka bir şey değildir. Ondan önce de Peygamberler gelmiştir. Eğer o Peygamber ölse, veya öldürülmüş olsaydı geri mi dönecektiniz? Kim geri dönerse Allah'a asla bir zarar getirmeyecektir. Allah şükredenlerin ecirlerini yakında vereçektir» buyurmaktadır.

Bu konuşmanın uyandırdığı tesirle insanlar coşup ağladılar. Ensar da bir taraftan Sâide oğullarının sofasında Saad bin Ubâde'nin etrafında toplandılar ve:

— Bir Emir bizden, bir Emir sizden, diye teklifte bulundular.

Bunun üzerine Hazreti Ebû Bekir, Hazreti Ömer ve Hazreti Ebû Ubeyde bin el Cerrah hep beraber Ensar'ın toplandığı Sâide Oğullarının sofasına gittiler. Hz. Saad b. Ubâde konuşmaya başladıysa da, Hazreti Ömer kendisini susturdu.

Hazreti Ömer şöyle diyordu:

— Allah'a yemin ederim ki, niyyetim şundan ibarettir. Beni şaşırtan bir konuşma hazırlamıştım. Ancak bu konuşmanın Hazreti Ebû Bekir'e ulaşmasından endişe ediyordum.

Sonra Hazreti Ebû Bekir konuşmaya başladı ve insanların hepsinden daha beliğ bir şekilde onlara hitabetti. Konuşması arasında:

— Bizler Emir, sizler de vezirlersiniz, dedi. Bunun üzerine Hubâb bin Munzir:

— Hayır, Allah'a yemin ederim ki olmaz, sizden bir Emir, bizden de bir Emir olacaktır, dedi.

Ebû Bekir radıyallahu anh ise:

— Asla! Emir ancak biziz, siz yalnız vezirsiniz. Çünkü Kureyş'liler memleketleri olan Mekke itibariyle sahabilerin en faziletlileri, güzel ahlâkları bakımından da ,en üstünleridir. Bunun için ya Ömer veya Ebû Ubeyde'ye bî'at ediniz, dedi.

Fakat Hazreti Ömer:

— Hayır, belki sana bî'at edeceğiz. Sen efendimizsin, hayırlımız ve aramızda Allah'ın Resulünün sevgilisisin, dedi ve Hazreti Ebû Bekir'in derhal elini alıp bîat etti. Diğer insanlar da bîat ettiler.

Bu sırada insanlardan biri:

— Saad bin Ubâde'yi öldürdünüz! dedi. Hazreti Ömer de:

— Onu Allah öldürdü, diye karşılıkta bulundu.

(Buharî)

* * *
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
[h=2]BİR ŞEHİDİN DÜNYA MALI[/h][h=2][/h]Habbab radıyallahu anh şöyle anlatıyor:

Peygamber aleyhisselâm ile beraber Allah'ın rızâsını talep ederek hicret ettik. Ecir ve sevapları vermek Allahü Teâlâ'ya kaldı. Ancak kimimiz Allah'ın dünyadaki mükâfatından bir şey nasiplenmeden öldü. Kimimiz de hicreti, hayatta iken meyvelerini verdi. O kimse de meyveleri toplayıp istifade etti. Mus'ab bin Umeyr radıyallahu anh vefat ettiği zaman, bir tek elbisesinden başka geride bir şey bırakamamıştı. Bu elbise ile vücudunun baş kısmını örtüyorlar ayakları açıkta kalıyordu. Ayaklarını örttükleri vakit baş tarafı açıkta kalıyordu.

Peygamber aleyhisselâm da:

— Elbisesi ile baş tarafını örtün, ayaklarını ise izhir dedikleri at ile örtün, buyurdular.

Mus'ab bin Umeyr radıyallahu anh Hâşim oğullarından olup ilk müslümanlar arasında bulunuyordu, ikinci Akabe bîatından sonra Allah'ın Resulü kendisini Kur'ân öğretmek ve namaz kıldırmak üzere Medine'ye göndermişti. Kendisi Uhud muharebesinde şehidlik rütbesine erişmişti.

(Buharî, Tirmizî)

* * *
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
[h=2]IŞIKLI SOPALAR[/h][h=2][/h]Enes radıyaîlahu anh anlatıyor:

Useyd bin Hudayr radıyallahu anh ile Abdâd bin Bişr radıyallahu anh çok karanlık, bir gecede, gecenin uzun bir vaktine kadar Allah'ın Resulünün yanında sohbette bulunmuşlardı. Sonra Peygamber aleyhisselâmm huzurundan ayrıldılar, ikisinin de elinde birer küçük sopa vardı. Birinin elindeki sopacık, yollan ayrılıncaya kadar ışık verdi ve onun ışığı ile beraber yürüdüler. Biri diğerinden ayrılınca, diğerinin de sopacığı ışık vermeye başladı. Bu şekilde her ikisi de evlerine gelinceye kadar kendi sopacığının ışığı ile yol aldılar.

(Buharî)

* * *
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
[h=2]PEYGAMBERE SİPER[/h][h=2][/h]Enes radıyallahu anh anlatıyor:

Uhud muharebesinde Allah'ın Resulünün etrafındaki savaşçılar hezimete maruz kalmışlardı. Fakat Ebû Talha radıyallahu anh Peygamber aleyhisselâmın önünde kalkanı ile kendisini korumaya devam ediyordu. Ebû Talha usta bir atıcı idi. Oku yaydan şiddetli bir şekilde fırlatırdı. O gün elinde iki veya üç yay kırılmıştı. Oradan elinde bir ok torbası ile bir adam geçiyordu.

Allah'ın Resulü:

— O torbayı Ebû Talha'ya açıp ver! diye emretti..O esnada Resûlüllah aleyhisselâm harbin seyrini görmek için kalkmıştı. Ebû Talha radıyallahu anh: „

— Anam, babam sana feda olsun, ey Allah'ın Resulü yerinde dur, düşmanın oklarından biri isabet edebilir. Arkamda dur ki, göğsüm sana siper olsun, diyordu. Bu sırada iki veya üç defa Ebû Talha'nın kılıcı elinden düşmüştü.

(Buharî, Müslim)

* * *
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
[h=2]FİTNENİN KESTİĞİ BEREKET[/h][h=2][/h]Ebû Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:

Peygamber aleyhisselâma bir kaç hurma ile geldim, ve:

— Ey Allah'ın Resulü, bu hurmaların bereketlenmesi için Allah'a duâ buyur; dedim. Peygamber aleyhisselâm da hurmaları alıp bir araya topladı ve bereketli olmaları için dua etti.

Duadan sonra bana da dedi ki:

— Bunları al, dağarcığına koy. Almak istediğin vakit, elini dağarcığına koyarak al, fakat hepsini bitirme!

Bu hurmalardan Allah yolunda çalışırken 200 kiloluk yük aldım. Hazreti Osman'ın şehîd edildiği güne kadar bu dağarcık böğrümden ayrılmadı. O günkü fitneden sonra artık bereketi yok oldu.

(Tirmizî)

* * *
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
[h=2]TABİİNİN HAYIRLISI ÜVEYS EL-KARANI[/h][h=2][/h]Useyr bin Câbir radıyallahu anh anlatıyor:

Hazreti Ömer Yemen halkından muharebe için yardımcı kuvvet geldiği zaman sordu:

— İçinizde Âmir'in oğlu Üveys var mı? Böyle sorarken Uveys'in tâ kendisine gelince:

— Sen Âmir'in oğlu Üveys misin? dedi. Uveys:

— Evet, benim, diye cevap verdi. Hazreti Ömer:

— Murad kolundan ve Karen'den değil mi? dedi.

Uveys:

— Evet, dedi. < Hazreti Ömer:

— Sende abraştık vardı; sonra bir dirhem miktarından başka diğer kısmı geçti, değil mi? diye sordu. Uveys:

— Evet, dedi. \

Hazreti Ömer:

— Anan var, değil mi? dedi!

Üveys:

— Evet, dedi.

Bunun üzerine Hazreti Ömer, Allah'ın Resulünü şöyle derken işittim:

— «Size Yemen'den gelen yardımcı kuvvet arasında Âmir'in oğlu Üveys gelecektir. Kendisi Murad kabilesinin Karen kulundandır, önce abraştı, sonra iyi oldu. Ancak bir dirhem kadar abraşhğı kaldı. Bir anası vardır. Üveys ona çok itaatlidir. Allah'tan bir niyazda bulunduğu zaman, duası hemen kabul olunur. Eğer sana istiğfar etmesi için vakit bulursan, istiğfarda bulunmasını iste!»

Hazreti Ömer Peygamber aleyhisselâmın bu hadîsini anlattıktan sonra:

— Şu halde benim için istiğfar et! dedi.

Üveys de onun için istiğfarda bulundu. Sonra Hazreti Ömer kendisine:

— Nereye gideceksin? diye sordu. Üveys:

— Kûfe'ye, dedi. Hazreti Ömer:

— Sana yardımda bulunması için Küfe valisine bir şey yazayım mı? dedi.

Üveys:

— İnsanların fakir tabakası arasında bulunmayı daha çok arzu ediyorum, diye cevap verdi.

Gelen sene hac mevsimi olunca, Karen'lilerin ileri gelenlerinden bir zat haccetmeye geldi.

Hazreti Ömer bu kimseye Uveys'in halini sordu.

O da:

— Üveys'i evi perişan, muhtaç bir halde bıraktım, dedi. Bunun üzerine Hazreti Ömer yukarıda Uveys'in kendisine de anlattığı hadîsi söyledi.

Bu adam memleketine döndüğü zaman, Uveys'i ziyaret ederek:

— Benim için Allah'a istiğfar et! dedi. Üveys:

— Sen hayırlı bir yoldan yeni döndün. Onun için dönüşün benden daha yenidir, sen benim için istiğfarda bulun, dedi. Adam aynı isteğini tekrarladı. Üveys de aynı cevabı verdi.

Daha sonra bu kimseye:

— Orada Hazreti Ömer ile karşılaştın mı? diye sordu. Adam:

— Evet, cevabını verdi. Bunun üzerine Üveys, bu adam için istiğfarda bulundu.

Ancak bu hadise dolayısiyle insanlar Uveys'in ne seviyede bir manevî dereceye sahip bulunduğunu anladılar. Fakat, itibar ve hürmetten hoşlanmayan ve inzivayı tercih eden Üveys, bu durumu görünce insanlardan uzaklaşıp yer yüzünde yalnız başına seyahat yolunu tuttu.

(Müslim)

* * *
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
[h=2]BU ÜMMETÎN ECRİ[/h][h=2][/h]Ibni Ömer radıyallahu anh, Peygamber aleyhisselâmın şöyle buyurduklarını anlatıyor:

Sizin, geçmiş ümmetler arasındaki müddetiniz, ikindi namazı ile güneşin batışı arasındaki süre kadardır. Tevrat ehline Tevrat verildi. Günün yarısına kadar Tevrat ile amel ettiler. Günün yarısı olunca, amel etmekte acze düştüler. Her amel karşılığında kendilerine birer kırat (bir değer ölçüsüdür) verildi. Sonra incil ehline incil verildi. Bunlar da ikindi namazına kadar incil ile amel ettiler, sonra bıraktılar. Bunlara da yaptıkları amellerin karşılığında birer kırat verildi. Sonunda bize Kur'an verildi. Biz de güneşin batışına kadar Kur'ân'la amel ettik. Her amelimizin karşılığı olarak ikişer kırat verildi.

Bunun üzerine Tevrat ve incil ehli:

— Ey Rabbimiz, Kur'ân ehline ikişer kırat verdin, bize ise birer kırat verdin. Halbuki biz onlardan daha fazla çalıştık, dediler. Allahü Teâlâ buna karşılık:

— Ecrinizde size zulümde mi bulundum? diye sordu. Tevrat ve încil ehli:

— Hayır, zulmetmedin! diye cevap verdiler. Allahü Teâlâ da:

— Şu halde bu, benim lütuf ve ikramımdır, onu dilediğime veririm, buyurdu.

(Buharî, Malik, Ahmed, Tirmizî)

* * *
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
[h=2]AYETÜ'L KÜRSÎ VE CİNLER[/h][h=2][/h]Ebû Eyyub Ensarî radıyallahu anh'ın bodrum şeklinde bir yeri vardı. Hurmalarını buraya koyardı. Gül denilen cinlerden biri gelir, oradan hurmaları kaçırırdı. Ebû Eyyub radıyallahu anh, bu durumu Peygamber aleyhisselâma şikâyet etti.

Allah'ın Resulü de:

— Git ve cinni gördüğün vakit; «Allah'ın adı ile Resûlullah aleyhisselâma git» diye söyleyiver, buyurdu.

Ebû Eyyub radıyallahu anh geldi ve o cinni yakaladı. Fakat cin tekrar gelmeyeceğine dair yemin ettiği için bırakıverdi. Sonra Peygamber aleyhisselâmın yanına geldi.

Resûlullah aleyhisselâm:

— Yakaladığın esiri ne yaptın? diye sordu. Ebû Eyyub radıyallahu anh de:

— Bir daha gelmeyeceğine yemin etti, dedi. Peygamber aleyhisselâm:

— O yalan söylemiş, yine gelecek, buyurdu. Hakikaten cin ikinci defa geldi. Ebû Eyyub radıyallahu anh kendisini yakaladı. Fakat yine bir daha gelmeyeceğine yemin edince tekrar bırakıverdi

Sonra Allah'ın Resulünün yanına geldi, O da ;

— Yakaladığın esirini ne yaptın? diye tekrar sordu. Ebû Eyyub radıyallahu anh:

— Bir daha gelmeyeceğine dair yemin etti, diye cevap verdi.

Peygamber aleyhisselâm:

— Yalan söylemiş, yine gelecektir, buyurdu. Cin üçüncü defa geldiğinde, Ebû Eyyub radıyallahu anh kendisini yakaladı ve:

— Seni Allah'ın Resulünün yanına götürünceye kadar salıvermem, dedi.

Bunu duyan cin:

— Sana bir şey haber vereceğim. Evinde Âyetü'l Kürsî'yi oku, ne cin, ne şeytan sana yaklaşabilir, dedi. Ebû Eyyub radıyallahu anh yine Peygamber aleyhisselâmın huzuruna yalnız olarak geldi.

Peygamber aleyhisselâm kendisine yine sordu:

— Yakaladığın esirini ne yaptın? diye sordu. Ebû Eyyub radıyallahu anh olanları anlatınca, Allah'ın Resulü şöyle buyurdu:

— Yalancı olduğu halde, bu defa sana doğru konuşmuş.

(Buharî, Tirmizî)

* * *
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
[h=2]TEBAREKE SÜRESİ VE KABİR AZABI[/h][h=2][/h]Ibni Abbas radıyallahu anh anlatıyor:

Resûlüllah aleyhisselâmın sahabîlerinden birisi, bilmeyerek, çadırını bir mezarın üzerinde kurdu. Bir de baktı ki; mezarın içinde bulunan kişi Tebârekellezî biyedihi'l mülk Sûresini okuyor. Mezardaki insan sûreyi bitirdikten sonra, bu sahabı kalkıp Peygamber aleyhisselâmın huzuruna geldi ve:

— Ey Allah'ın Resulü! Farkına varmadan bir kabir üzerine çadır kurdum. Bir de mezar içindeki insanın «Tebâreke»yi sonuna kadar okuduğunu duydum, diye anlattı.

Bunun üzerine Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurdu:

— O sûre koruyucudur, o sûre kurtarıcıdır; kabir azabından kurtarır.

(Tirmizî)

* * *
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
[h=2]YAHUDİLER İFTİRACIDIR[/h][h=2][/h]Enes radıyallahu anh anlatıyor:

Abdullah bin Selâm radıyallahu anh bir arazide meyvelerini toplamakla meşgul iken Allah'ın Resulünün zuhurunu duyar ve hemen Peygamber aleyhisselâmın huzuruna gelir ve:

— Ben Peygamberden başkasının bilemeyeceği üç şey soracağım der ve şunları sorar:

1 — Kıyametin ilk alâmetleri nedir?

2 — Cennet ehlinin ilk yemeği nedir?

3 — Çocuğu ana veya babasına çeken, yani erkek ve kız olmasını sağlayan nedir?

Peygamber aleyhisselâm:

— Onları şu anda Cibrîl bana haber verdi, buyurdu. Abdullah bin Selâm:

— Cibril mi? diye sordu.

Peygamber aleyhisselâm «Evet» deyince, Abdullah bin Selâm:

— O, melekler içinde yahudilerin düşmanıdır, dedi.

Bunun üzerine Allah'ın Resulü şu, «Kim Cibril'in düşmanı olursa kahrından helak olsun, çünkü o, Kur'ân'ı senin kalbine indirdi» mealindeki Âyet-i Kerimeyi okudu.

Daha sonra şöyle buyurdu:

— Kıyamet gününün alâmetlerinin birincisi, insanları doğudan batıya toplayan bir ateştir.

Cennet ehlinin ilk yemeği Hut ismindeki balığın ciğerine bitişik olan bir parçadır. Çocuğun erkek veya kız olması ise, münâsebet esnasında erkeğin menisi kadınınkinden önce gelirse erkek çocuk, aksi olursa kız çocuk doğar, buyurdu.

Bunları dinleyen Abdullah bin Selâm, «Allah'tan başka ilâh olmadığına, senin de Allah'ın Resulü clduğuna şehadet ederim» diye Kelime-i Şehadet getirip müslüman olduktan sonra dedi ki:

— Ey Allah'ın Resulü, yahudiler kavgacı ve iftiracı bir kavimdir. Sen, beni onlara sormadan önce, müslüman olduğumu öğrenirlerse bana çeşitli iftiralarda bulunurlar, dedi.

Yahudiler geldikleri zaman, Peygamber aleyhisselâm onlara:

— Aranızda Abdullah nasıl bir kimsedir? diye sordu. Yahudiler cevap olarak:

— O, bizim en hayırlımız ve en hayırlımızın oğludur, o bizim efendimiz ve efendimizin oğludur, dediler. Peygamber aleyhisselâm:

— Abdullah'ın müslüman olduğunu düşünebilir misiniz? dedi. Yahudiler:

— Allah, onu böyle olmaktan korusun, dediler. Bu arada Abdullah radıyallahu anh çıkıp: — Allah'tan başka ilâh olmadığına, Muhammed'in de Allah'ın Resulü olduğuna şehadet ederim, diye Kelime-i Şehadet getirince, yahudiler bu defa:

— Bizim en kötümüz, en kötümüzün oğlu! diye bağırdılar ve bulup isnad etmedikleri kötülük bırakmadılar.

Bu durum karşısında Abdullah radıyallahu anh:

— İşte korktuğum bu idi, ey Allah'ın Resulü, dedi.

(Buharî)

* * *
 
Üst Alt