Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Mümin Olmak-1

mihr2004

New member
Katılım
23 Ağu 2006
Mesajlar
71
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konumuz: İslâm’dan kopan kavramlardan mü’min olmak.

Bizim âlimlerimiz her kelimeyi lûgat mânâsından hareketle mânâlandırmışlardır. İşte problem buradan kaynaklanıyor. Mü’min kelimesi îmân kelimesinden gelir. Îmân; inanmak, inanç demektir. Mü’min de inanan ya da inancın sahibi demektir ki her ikisi de aynı mânâya gelir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:



40/MU’MİN-40: Men amile seyyieten fe lâ yuczâ illâ mislehâ, ve men amile sâlihan min zekerin ev unsâ ve huve mu'minun fe ulâike yedhulûnel cennete yurzekûne fîhâ bi gayri hisâb(hisâbin).

Kim seyyiat (şerr, derecat düşürücü ameller) işlerse mislinden daha fazla cezalandırılmaz. Kadınlardan veya erkeklerden kim amilüssalihat (nefsi ıslâh edici ameller, nefs tezkiyesi) yaparsa işte onlar, mü’minlerdir. Onlar, cennete konulacak ve orada hesapsız rızıklandırılacaklardır .

Acaba bu âyet-i kerimede: “Kim Allah’a inanırsa, o mutlaka mü’mindir, Allah’ın cennetine girer.” diye mi buyurulmaktadır? Acaba öyle mi? Allah’a inanan, Allah’ın cennetine girer mi? Onlar öyle söylüyorlar ama Allahû Tealâ öyle söylemiyor.

Kur’ân-ı Kerim’de iki nevi mü’min vardır:

<!--[if !supportLists]-->1- Takva sahibi olan mü’minler<!--[endif]-->

<!--[if !supportLists]-->2- Takva sahibi olmayan mü’minler<!--[endif]-->

Mü’min kelimesi birkaç şekilde kullanılmıştır. Bu kelimelerden bir tanesi âmenû olmaktır. “Ellezine âmenû; Onlar ki âmenûdurlar; yani inanırlar. Allah’a îmân ederler, inanırlar.” anlamındadır. Bir diğer kelime “yu’min”dir. “Yumin billâhi; Allah’a îmân etmek, Allah’a inanmak.” demektir.

Allahû Tealâ inananların bir muhtevasını şöyle açıklamaktadır:



10/YUNUS-62: E lâ inne evlîyâ allâhi lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).

Muhakkak ki Allah’ın evliyasına (dostlarına), korku yoktur. Onlar, mahzun da olmazlar, öyle değil mi?

10/YUNUS-63: Ellezîne âmenû ve kânû yettekûn(yettekûne).

Onlar, âmenûdurlar (ölmeden evvel Allah’a ulaşmayı dileyenlerdir) ve takva sahibi olmuşlardır.

10/YUNUS-64: Lehumul buşrâ fîl hayâtid dunyâ ve fîl âhıreh(âhıreti), lâ tebdîle li kelimâtillâh(kelimâtillâhi), zâlike huvel fevzul azîm(azîmu).

Onlara, dünya hayatında ve ahirette müjdeler (mutluluklar) vardır. Allah’ın sözü değişmez. İşte o, fevz-ül azîmdir.



“O Allah’ın evliyası var ya, onlara korku yoktur, onlar mahzun da olmazlar. Onlar âmenû olmuşlardır ve takva sahibi olmuşlardır. Onlara dünyada da ahirette de müjdeler vardır.”

Allah’ın evliyası kimdir? Evliyalık müessesesi Allah’a ulaşmayı dilemekle başlar. Allah’a ulaşmayı dileyen mü’minler gerçek mü’minlerdir. Öyleyse bir Allah’a inanan mü’minler vardır fakat Allah’a ulaşmayı dilememişlerdir. Onlar Mu’min Suresinin 40. âyet-i kerimesindeki cennete gireceklerin arasında yoktur.

Allah’a inananlardan her kim Allah’a ulaşmayı dilerse, o hakikî mü’min olur. Allahû Tealâ hakikî mü’minlerden bahsetmektedir. Sadece inananlardan Allah’a ulaşmayı dileyenler, hakikî mü’minlerdir. Yunus Suresinin 62, 63, 64. âyet-i kerimelerinde “âmenû” kelimesi geçmektedir. “Ellezine âmenû ve kanu yettekun; Onlar âmenûdurlar ve takva sahibi olmuşlardır.” Onlar, Allah’a inanırlar ama inançları, onları Allah’a ulaşmayı dilemeye vasıl etmiş ve Allah’a ulaşmayı dileyen mü’minlerden olmuşlardır.

Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki her konuda Allahû Tealâ doğrularla eğrileri birbirinden ayırmıştır. Kur’ân-ı Kerim’de “âmenû” kelimesinin kullanılmasında iki ayrı cephe görüyoruz. Yunus Suresinin 62, 63, 64. âyet-i kerimelerinde Allahû Tealâ buyuruyor ki: “Ellezine âmenû ve kanu yettekun; Onlar âmenûdurlar ve takva sahibi olmuşlardır; âmenû olanlardan öyleleri ki bunlar takva sahibi oldular.”

Takva ne zaman başlar? Allah’a yöneldiğimiz zaman başlar. Allahû Tealâ buyuruyor ki:



30/RUM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).

O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.

Allahû Teal⠓Allah’a yönel.” diyor. Yani “Ölmeden evvel ruhunu Allah’a ulaştırmayı dile.” Bu, Allah’a yönelmektir. “Ve O’na, Allah’a karşı takva sahibi ol.” O kişi eğer Allah’a ulaşmayı dilemezse, Allah’a yönelmezse, takva sahibi olamaz. Sadece Allah’a yöneldiği takdirde takva sahibi olur. Demek ki inananlardan her kim Allah’a yönelirse o zaman takva sahibi olur. Münîb olursa, Allah’a ulaşmayı dilerse takva sahibi olur.

Takva sahibi olmayan fakat Allah’a inanan birisi Allah’ın cennetine giremez. Onun takva sahibi olabilmesi ise mutlaka Allah’a ulaşmayı dilemesine bağlıdır. Rum Suresinin devamına bakalım, tekrar aynı noktaya geri döneceğiz: “Allah’a ulaşmaya yönel, Allah’a yönel ve böylece Allah’a karşı takva sahibi ol ve namaz kıl ve müşriklerden olma.”

“Şirkle Allah’a ulaşmayı dilemenin ne alâkası var?” mı diyorsunuz? Şirk ve Allah’a ulaşmayı dileme, birinci derecede illiyet rabıtası olan iki kelimedir. Kim Allah’a ulaşmayı dilemezse o kişi şirktedir. Kim Allah’a ulaşmayı dilerse o kişi şirkte değildir. Kim Allah’a münîb olursa şirkte değildir. Kişi münîb olmazsa hem takva sahibi değildir hem de şirktedir. Münîb olmayan kişi takva sahibi olamaz. Münîb olmayan, Allah’a ulaşmayı dilemeyen kişi şirkten yakasını kurtaramaz. Allahû Tealâ buyuruyor ki:



30/RUM-32: Minellezîne ferrakû dînehum ve kânû şiyeâ(şiyean), kullu hızbin bimâ ledeyhim ferihûn(ferihûne).

(O müşriklerden olmayın ki) onlar, dînlerinde fırkalara ayrıldılar ve grup grup oldular. Bütün gruplar, kendilerinde olanla ferahlanırlar.



Allahû Tealâ Şura Suresinde de dînde fırkalara ayrılmamak gerektiğini ifade etmektedir.



42/ŞURA-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîh(fîhi), kebure alel muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).

Dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiğimiz (farz kıldığımız) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi sana da vahyederek, size de şeriat kıldık. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine hidayet eder (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).



Allahû Tealâ buyuruyor ki: “Habibim, Hz. Nuh’a, Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya verdiğimiz şeriatı, dîni kıyamda tutun ve dînde fırkalara ayrılmayın diye sana da vahyetmek suretiyle size de şeriat kıldık.” Bu şeriatın esası fırkalara ayrılmamak ve dîni ayakta tutmaktır. Görüyoruz ki insanlar fırkalara ayrılıyorlar ve bu fırkalardan sadece bir tanesi Allah’a ulaşmayı dileyenlerin oluşturduğu fırkadır.

Allah’a mülâki olmak, Allah’a münîb olmak, ölmeden evvel ruhu Allah’a ulaştırmayı dilemek, âmenû olmak, bunların dördü de aynı mânâya gelir. Allah’a ulaşmayı dileyen bir kişi âmenûdur, Allah’a ulaşmayı dileyen bir kişi münîbdir, Allah’a ulaşmayı dileyen bir kişi mü’mindir.

Mü’minlerin arasından kurtuluşa ulaşacak olanlar, cennete girecek olanlar vardır. Allah’a inandığı için mü’min olarak ifade edilen ama cennete giremeyecek olanlar da vardır. Dînlerinde fırkalara ayrılanlar, Allah’a ulaşmayı dilemeyen 72 fırkayı oluşturanlardır. 73. fırka da bunların her birinin içindeki küçük gruplar, 72 fırkaya dağılmış vaziyettedir. İşte onlar Allah’a ulaşmayı dileyenlerdir. Onlar, münîb olanlar, Allah’a ulaşmayı dileyen hakikî mü’minlerdir; Allah’a ulaşmayı dileyen gerçek mü’minler, takva sahibi olan mü’minlerdir.

Burada ne gördük? 73 tane fırkadan 72’si mü’min değildir, sadece bir tek fırka mü’minler fırkasıdır. Gerçek mi? Gelin gerçek olup olmadığını beraberce araştıralım. Allahû Tealâ buyuruyor ki:



34/SEBE-20: Ve lekad saddaka aleyhim iblîsu zannehu fettebeûhu illâ ferîkan minel mûminîn(mûminîne).

Ve andolsun ki iblis, onlar üzerindeki zannını (hedefini) yerine getirdi. Böylece mü’minleri oluşturan bir fırka (Allah’a ulaşmayı dileyenler) hariç, hepsi ona (şeytana) tâbî oldular.



Rum-32 de, Sebe-20 de fırkalara ayrılanlardan söz edilmektedir. Her ikisi de fırkalara ayrılmışlardır. Rum-31’de fırkalara ayrılanlardan kurtulan sadece bir tanesidir. 73 fırkadan 72’si fırkalara ayrılmıştır; onlar münîb olmayanlar, Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerdir. Bir tek fırka münîb olanlardır. Onlar hem takva sahibi, hem de münîbdir.

Takva sahipliğinin başladığı nokta âmenû olma noktasıdır. Şimdi Sebe-20’ye bakıyoruz; bir tek fırka mü’minleri oluşturmaktadır. Geri kalan 72 fırka mü’min olmayanların oluşturduğu fırkalardır. Sebe Suresinin 20. âyet-i kerimesinde, şeytanın kullarının mü’minleri oluşturan bir tek fırkanın dışındaki bütün fırkalar olduğu anlatılmaktadır. Bu âyet-i kerime indiği zaman sahâbe Peygamber Efendimiz (SAV.)’e soruyor:

- Ey Allah’ın Resûl’ü kaç tane fırka?

Peygamber Efendimiz (S.A.V.):

- 73, diyor.

- Peki bunların arasından gerçekten bir tek fırka mı kurtulacak?

- Evet, bir tek fırka.

- İsimleri ne?

- İsimleri Fırka-i Naciye.

Fırka-i Naciye’nin içindekiler kurtuluşa ulaşacak olanlardır. Zaten naciye, necat; kurtuluş demektir. Fırka-i Naciye; kurtuluş fırkası, kurtuluşa ulaşanların oluşturduğu fırka demektir.

Ne gördük? Sebe-20’deki bütün fırkalar kâfirlerdir. Bir tek fırkada olanlar mü’minlerdir. Rum-32’deki bütün fırkalar, şirktedir yalnız Allah’a ulaşmayı dileyenlerin fırkası şirkte değildir. Birinde fırkalar şirkte olanlar ve olmayanlar diye ayrılmış, ikincisinde mü’min olanlar ve olmayanlar diye ayrılmıştır. Mü’min olanlar bir tek fırkayı oluşturur, mü’min olmayanlar 72 tane fırkayı oluşturur. Şeytana tâbî olanlar, küfürde olanlardır. Allahû Tealâ: “Bir tek fırka hariç hepsi şeytana kul oldular.” diyor.
 
Üst Alt