Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Mezhepler Gerekli mi?

basbas

New member
Katılım
8 Eyl 2006
Mesajlar
234
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
42
kendimi ne kadar ifade edebileğim bilmiyorum,ama illede aktarmak istediğim bir mevzu var.forumda bazı tartışmalara tanık oluyoruz.

Sünnetin ne olduğu konusu,sünnetleri yerine getirmenin gerekliliği yada gerekli olmayışı, hadislerin gerçekçi olup olmadığı,müminlerin hadisleri yaşantılarına katıp katmamaları gerektiği,meshebin hak olup olmadığı,bazı alimlerimizin şarlatan olup olmadığı vs..saymakla bitiremiyeceğim ama üzerine konuşacaklarım şunlar.

Sünnet ve hadislerin dinimizce önemi malum,bu konuda sadece şahsım adına yazıyorum öncelikle onu söyleyim......

Gelmişiniz bi yaşa,inanç konusunda sallantılar atlatmış iyi kötü bişeyler öğrenip imanınızı kurtarma peşindesiniz,biri tutup diyorki hadislerin çoğu uydurma,sünnetin ne olduğu belli değil Efendimimizimi taklit edeceğiz,meshep denen şeyler uydurmadan ibaret........
Hadisler islamın temel direklerinden biri ola gelmiştir Efendimizin vefatından sonra öyle değilmi.deniliyorki bunlar safsata çoğu uydurma dinimize sonradan sokulan şeyler.!!!direklerden biri gitti!!!!sünnet konusuna gelelim,kıldığımız namazlara kadar bütün yaşantımızın içinde olan bir kavram değilmi? bunada taklit diyorlar,yada efendimizin hangi yaptığı sünnettir hangisi değildir diye darbe veriyorlar.!!!!!gitti bir direk daha.!!!!!!!

dünyadaki bütün müslümanların alimdir diye bildiği dinimizin önde gelen imamlarının hocalığıyla ortaya konmuş HAK meshep olarak bilinen mesheplere karşı çıkılıyor!!!!!!!!gitti bir direk daha!!!!!!!!!!!!!

Bizden evvelki hocalar bize bu bilgileri miras bırakmıştı.Bu iddalarda bulunan arkadaşların haklı olduğunu var sayarsak, yıllardır bütün islam alemi tarafından kabul edilmiş olunan gerçekler oldu hikaye.Bana kalırsa din anlamında geriye pek bişey kalmadı...Ayetler kuranı kerim hariç,ama oda efendimizin vefatından sonra toplatıldı,kitap haline getirildi,ya orjınal değilse(haşa).öyle ya bak bunca gerçek yalan oldu gitti, alim bildiklerimiz şarlatan, sahabi efendilerden aktarılanlar uydurma, sünnet gereksizmişçesine sorgulanınca geriye bu din adına inanılacak pek bişey kalmıyo kuşkudan başka......

Saydığım bu iddaları okuyan arkadaşlarımın ve benim aklıma ilk gelenler bu oldu.

Evet islam Allah(CC) ın hak dinidir,kuranı bu güne dek değiştirmeden saklamıştır,sünnet,hadisler ve bunlarla ilimlenen bütün alilimler ve müslümanım diyen iman eden herkes bunun bir parçasıdır.

Neyi kast ettiğimi anlamışsınızdır umarım, bu parçalardan biri darbe alır yada kuşkuda kalırsa bütün islam elden gidiyor......geriye dehist bir anlayış kalıyor ancak,bununda iman etmeyle uzaktan yakından bir alakası yok....

Bu forumu hergün bir yığın insan ziyaret edip okuyor, ya yukardaki gibi düşünürde......gerisini söylemiyeyim artık........

Allah bizi affetsin,kendi ilmiyle ilimlendirsin..........
 

basbas

New member
Katılım
8 Eyl 2006
Mesajlar
234
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
42
Bir mezheple amel etmek şarttır

Kayseri/Yahyalı’dan Fatih Yılmaz: “Mezhep olayını açıklar mısınız ve Müslüman bir kişi mezhebe bağlanmak zorunda mıdır?”



Kur’ân, ortaya bir temel ve ana şablon koymuş; bu şablona göre de Peygamber Efendimiz (asm) İslâmiyeti tebliğ etmiş ve yaşamıştır. Kur’ân’ın hükümlerine “farz” demekteyiz. Allah Resûlü (asm) bu hükümleri hayata geçirirken, vahiyden aldığı işâretlerle bir şablon da kendisi çizmiştir, ki, buna da sünnet diyoruz.

Gerek Kur’ân’ın hükümleri, gerekse Resûl-i Ekrem Efendimiz’in (asm) yaşadığı İslâmiyet, alternatif tercihlere kapı açacak bir genişlik içindedir. Bu genişlik ise sadece kolaylık ve rahmet olmuştur. Çünkü o, âlemlerin Peygamberi, âlemlerin Rahmeti, âlemlerin Kurtarıcısı, cihanın Mümessilidir. Çünkü onun yolu ve dîni evrenseldir. Çünkü onun yolundan, sünnetinden, tarzından her tercih sahibi, her karakter ve mîzaç sahibi, her darda kalan, her zorda kalan, her problem yaşayan bir sıcak şefkat, merhamet ve imdat kucağı bulabilmelidir. O hiçbir insan grubunu dışlamamalı, her problemi şemsiyesi altına alabilmelidir. O, niyeti fitne ve fücur olmayıp yalnız ve hâlisâne “Allah’a ulaşmak” olanlar için, bütün alternatifleri gösterebilmelidir. Çünkü o (asm), cihan Peygamberidir. Kur’ân, “Biz Seni âlemlere rahmet olarak gönderdik”1 âyetiyle buna işâret eder. İşte İslâm’da amelî mezhepler, İslâmiyet’in bu zenginliğini ve genişliğini ortaya çıkaran ilim kurumlarıdır.

Allah’ın, Kur’ân’da sadece temel hükümleri beyan etmekle yetinişi ve çok detaylı bir şablon çizmeyişi, bizim için rahmetten ve kolaylıktan ibâret bir İlâhî tasarruftur şüphesiz. Çünkü çok detaylı bir şablon çizilmiş olsaydı; bütün incelikler, bütün detaylar, bütün teferruâtlar Kur’ân’da bulunsaydı, bu defa bütün detaylar da “farz” olacaktı, yani kesin İlâhî emir olacaktı. Ve biz bunu yaşamaya güç yetiremeyecektik.

Meselâ, abdestin, namazın, orucun, zekâtın, haccın sünnetleri, müstehapları, mendupları ve âdâbı “farz” olsaydı, içinden çıkabilir miydik? Peygamber Efendimiz’in (asm) farz olur endişesiyle terâvih namazını pek fazla mescitte kılmayışının hikmetini bir düşünelim. Resûl-i Ekrem’in (asm) “farz bir emir gelir” endişesiyle sahabeleri fazlaca soru sormaktan alıkoymasını ve Allah’tan ne geliyorsa ona teslim olmalarının yeterli olacağını sıkça beyan buyurmasını doğru değerlendirelim.

Peygamber Efendimiz (asm), birer kurtuluş reçetesi olan farzları yaşarken, “olabilecek alternatifleri” de bilfiil yine kendisi göstermiştir. İşte hak mezhepler, içtihatlarını bu alternatiflere dayandırmışlardır. Ki, bu çerçevede hak mezheplerden birini öğrenmek ve hükümleriyle amel etmek dinin bir zorunluluğudur. Hak mezheplerin içtihatları arzî değil, semâvîdir; kişisel görüş değil, Kur’ân’a ve sünnete uygundur.

Binâenaleyh, İslâm dinindeki hak mezhepler İslâm dininin büyük, rahmet eseri ve cihanşümul bir din olduğunun tescili ve mührü hükmündedir. Mezheplerin hiçbirisini uygulamayan insan ibadetlerini kemâliyle yapmaya muktedir olamaz. Çünkü Peygamber Efendimizden (asm) ibadet konusunda alınabilecek ne varsa mezhepler doğru kanallardan, doğru olarak almışlar, kaydetmişler ve doğru yorumlamışlardır. Netice olarak; bin dört yüz seneden sonra bugün, mezhepleri inkâr edip yeniden İslâmiyeti keşfetmeye, yeniden ibadet şartlarını araştırmaya kalkmak yeni bir dalâlet ve bid’at mezhebi ortaya koymak demektir. Yani dört mezhepten biriyle amel etmeyen, dini eksik ve yetersiz olarak yaşamaya mahkûmdur.


Dipnotlar:
1- Enbiya Sûresi, 21/107.
 

basbas

New member
Katılım
8 Eyl 2006
Mesajlar
234
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
42
Mezheplerin varlığı ve ehemmiyeti




Mezhep, kelime olarak “gidilen yol, benimsenen tarz, tercih edilen usûl, seçilen metot, takip edilen anlayış, tutulan görüşler zinciri, taraf olunan meslek, açılan ve iştirak edilen çığır” mânâlarındadır. Her dinde, her inanç gurubunda, her sistemde farklı mezheplerin, muhtelif mesleklerin ve alternatifli tercih biçimlerinin bulunması insan aklının, yaratılışının ve fıtratının bir gereğidir. Nitekim insan, farklı tercihler ve alternatifler içinden kendisine en uygun olanı, kendi fıtratı ile en uyumlu olanı ve kendi derdine en iyi çare olanı daha rahat arayıp bulabilmektedir.

Dînimizin içindeki hak mezhepler, eğer bir konuda birleşmişlerse baş göz üstüne. Eğer birleşmemişlerse, farklı birer tercih ve alternatif sunuyorlar demektir. Her ne kadar bir çoğumuz bilerek bir mezhebi seçmiş değilsek de, toplum ve medenî anlayışımız olarak karakterimize ve mîzaç alt yapımıza uygun tercihin yapılmış olması bize ancak kolaylık sağlamıştır. Tercihimizi değiştirmemiz de mümkün şüphesiz. Bir mezhepten diğerine her zaman geçiş yapabilmekteyiz. Yeter ki hak mezhep olsun, yeter ki doğru meslek olsun. İslâm’ın dört mezhebinin de hak olduğunda ise aslâ şüphemiz yoktur. Geçiş için, geçmek istediğimiz mezhebin görüş ve içtihatlarını öğrenmemiz ve bununla amel etmeye karar vermemiz yeterlidir.

Kur’ân, ortaya bir temel ve ana şablon koymuş; bu şablondan Peygamber Efendimiz (asm) bir İslâmiyet çıkarmış ve bunu yaşamıştır. Biz, Kur’ân’ın hükümlerine “farz” demekteyiz. Allah Resulü (asm) bu hükümleri hayata geçirirken, vahiyden aldığı işâretlerle bir şablon da kendisi çizmiştir ki, buna da sünnet diyoruz. Gerek yer yer Kur’ân’ın hükümleri, gerekse Resul-i Ekrem Efendimizin (asm) yaşadığı İslâmiyet, alternatif tercihlere kapı açacak bir genişlik içindedir. Bu genişlik ise sadece kolaylık ve rahmet olmuştur. Çünkü O, âlemlerin Peygamberi, âlemlerin Rahmeti, âlemlerin Kurtarıcısı, cihanın Mümessilidir. Çünkü O’nun yolu ve dîni evrenseldir. Çünkü O’nun yolundan, sünnetinden, tarzından her tercih sahibi, her karakter ve mîzaç sahibi, her darda kalan, her zorda kalan, her problem yaşayan bir sıcak şefkat, merhamet ve imdat kucağı bulabilmelidir. O hiçbir insan grubunu dışlamamalı, her problemi şemsiyesi altına alabilmelidir. O, niyeti fitne ve fücur olmayıp yalnız ve hâlisâne “Allah’a ulaşmak” olanlar için, bütün alternatifleri gösterebilmelidir. Çünkü O (asm), cihan Peygamberidir. Kur’ân, “Biz Seni âlemlere rahmet olarak gönderdik”1 âyetiyle buna işâret eder.

Allah’ın, Kur’ân’da sadece temel hükümleri beyan etmekle yetinişi ve çok detaylı bir şablon çizmeyişi, bizim için rahmetten ve kolaylıktan ibâret bir İlâhî tasarruftur şüphesiz. Çünkü çok detaylı bir şablon çizilmiş olsaydı; bütün incelikler, bütün detaylar, bütün teferruâtlar Kur’ân’da bulunsaydı, bu defa bütün detaylar da “farz” olacaktı, yani kesin İlâhî emir olacaktı. Ve biz buna güç yetiremeyecektik. Meselâ, abdestin, namazın, orucun, zekâtın, haccın sünnetleri, müstehapları, mendupları ve âdâbı “farz” olsaydı, içinden çıkabilir miydik? Peygamber Efendimizin (asm) farz olur endîşesiyle terâvih namazını pek fazla mescitte kılmayışının hikmetini lütfen düşünelim. Resûl-i Ekremin (asm) “farz bir emir gelir” endîşesiyle sahabeleri fazlaca soru sormaktan alıkoymasını ve Allah’tan ne geliyorsa ona teslim olmalarının yeterli olacağını sıkça beyan buyurmasını lütfen doğru değerlendirelim. Hazret-i Mûsâ (as) ile Hazret-i Peygamberin (asm) miraçta namazın emredilişi esnasında ümmetin yükümlülüğünü olabildiğince azaltmaya dönük gösterdikleri gayretleri lütfen doğru okuyalım. (Çokları miraçta namazın emrediliş şeklini Allah’ın hâkimiyetine, Kahhâr ve Cebbâr oluşuna—hâşâ—yakıştırmıyorlar. Oysa Allah’ın, duâ ve ricâlara kapısının açık oluşunu ve kullarının niyazlarına karşı re’fetini ve yumuşak huyluluğunu, esefle görüyoruz ki, gözden kaçırıyorlar.)

Peygamber Efendimiz (asm), birer kurtuluş reçetesi olan farzları yaşarken, “olabilecek alternatifleri” de bilfiil yine kendisi göstermiştir. İşte hak mezhepler, içtihatlarını bu alternatiflere dayandırmışlardır. Demek, hak mezheplerin içtihatları arzî değil, semâvîdir; kişisel görüş değil, Kur’ân’a ve sünnete uygundur.
Meselâ Kur’ân’da “tuvaletten gelmek ve kadına dokunmak” birer abdest veya teyemmüm sebebi sayılır.2 Tuvaletten gelmek konusunda ihtilaf yoktur. Fakat “kadına dokunmak” fiilini mezhepler tartışmışlardır. Bu nasıl bir dokunuştur ki, daha sonra temizlenmeyi gerektirmektedir? Peygamber Efendimizin (asm) uygulamalarına bakmışlardır. Görmüşlerdir ki, Allah Resûlü (asm) kadınlara karşı tutum ve davranışlarında oldukça titiz ve oldukça saygındır. Kadınları rahatsız edici ve taciz edici hiçbir hareketi tasvip etmemiş, tecâvüze meydan verecek bütün kapıları kapamıştır. Allah Resûlü (asm) kişinin bütün hulûs-u kalbiyle Allah’a yönelmesini istemiştir. Şâfiî Mezhebi bu “dokunuş” ibâresini, böyle bir “sıkı tedbir” fiiliyle birleştirmiş ve kadına dokunulduğunda abdestin bozulacağı hükmüne varmıştır.

Fakat aynı âyetlerde cünüplükten de bahsedilmesi ve Peygamber Efendimizin (asm) bazen kadınlarına el temasında bulunduğu halde namazına devam etmesi Hanefî Mezhebini farklı bir içtihada yönlendirmiştir. Bu mezhebe göre, bu âyetlerde geçen “dokunma” ibâresi “cinsel temas” demektir. Nitekim normal el değmelerinde Peygamber Efendimiz (asm) kimi zaman yeniden abdest almamıştır.3 Öyleyse, normal dokunuşlarda bu mezhebe göre abdest bozulmamaktadır.

Üstad Bedîüzzaman’ın ifâdesiyle her iki görüş ve içtihada da insanlık ihtiyaç duymaktadır. Nitekim, bazı hassas mîzaçlı insanlara “normal dokunuş” zarar verebilmektedir. İşte onlara şerîat Şâfiî Mezhebi diliyle demiştir ki: “Abdest bozulur; temas etme!” Toplum içinde yaşayan, medenî bir tabiat kazanmış olan ve kendini muhafaza edebilen bir kısım insanlara ise şeriat, Hanefî Mezhebi diliyle ruhsat vermiştir.4

Binâenaleyh, İslâm dînindeki hak mezhepler İslâm dîninin büyük, rahmet eseri ve cihanşümul bir dîn olduğunun tescili ve mührü hükmündedir.

Üstad Bediüzzaman dan alınyıdır..Bununla ilgili hadisi şerifler bulmam istenmişti, sağlam ve şüphe götürmez olması için hala araştırmaktayım,bekleyenlerden sabretmeerini diliyorum......dua ile
 

basbas

New member
Katılım
8 Eyl 2006
Mesajlar
234
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
42
مَنْ كَانَ عَدُوًّا لِلّهِ وَمَلئِكَتِه وَرُسُلِه وَجِبْريلَ وَميكَالَ فَاِنَّ اللّهَ عَدُوٌّ لِلْكَافِرينَ
Bakara / 98. Kim, Allah'a, meleklerine, peygamberlerine, Cebrail'e ve Mikâil'e düşman olursa bilsin ki Allah da inkârcı kâfirlerin düşmanıdır.
يَااَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا امِنُوا بِاللّهِ وَرَسُولِه وَالْكِتَابِ الَّذى نَزَّلَ عَلى رَسُولِه وَالْكِتَابِ الَّذى اَنْزَلَ مِنْ قَبْلُ وَمَنْ يَكْفُرْ بِاللّهِ وَمَلئِكَتِه وَكُتُبِه وَرُسُلِه وَالْيَوْمِ الْاخِرِ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالًا بَعيدًا
Nisa / 136. Ey iman edenler! Allah'a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği Kitab'a ve daha önce indirdiği kitaba iman (da sebat) ediniz. Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve kıyamet gününü inkâr ederse tam manasıyle sapıtmıştır.
لَيْسَ الْبِرَّ اَنْ تُوَلُّوا وُجُوهَكُمْ قِبَلَ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ وَلكِنَّ الْبِرَّ مَنْ امَنَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الْاخِرِ وَالْمَلئِكَةِ وَالْكِتَابِ وَالنَّبِيّنَ وَاتَى الْمَالَ عَلى حُبِّه ذَوِى الْقُرْبى وَالْيَتَامى وَالْمَسَاكينَ وَابْنَ السَّبيلِ وَالسَّائِلينَ وَفِى الرِّقَابِ وَاَقَامَ الصَّلوةَ وَاتَى الزَّكوةَ وَالْمُوفُونَ بِعَهْدِهِمْ اِذَا عَاهَدُوا وَالصَّابِرينَ فِى الْبَاْسَاءِ وَالضَّرَّاءِ وَحينَ الْبَاْسِ اُولئِكَ الَّذينَ صَدَقُوا وَاُولئِكَ هُمُ الْمُتَّقُونَ
Bakara / 177. İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir. Asıl iyilik, o kimsenin yaptığıdır ki, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanır. (Allah'ın rızasını gözeterek) yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilenenlere ve kölelere sevdiği maldan harcar, namaz kılar, zekât verir. Antlaşma yaptığı zaman sözlerini yerine getirir. Sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabreder. İşte doğru olanlar, bu vasıfları taşıyanlardır. Müttakîler ancak onlardır!
اَمْرًا مِنْ عِنْدِنَا اِنَّا كُنَّا مُرْسِلينَ
Duhan / 5.(Yani)katımızdan (verilen her) emir. Çünkü biz, peygamberler göndermekteyiz.
وَمَا اَرْسَلْنَا قَبْلَكَ اِلَّا رِجَالًا نُوحى اِلَيْهِمْ فَسَْلُوا اَهْلَ الذِّكْرِ اِنْ كُنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ
Enbiya /7. Biz, senden önce de, kendilerine vahiy verdiğimiz kişilerden başkasını peygamber olarak göndermedik. Eğer bilmiyorsanız bilenlerden sorunuz.وَمَاكُنَّا مُعَذِّبينَ حَتّى نَبْعَثَ رَسُولًا
İsra / 15...Biz, bir peygamber göndermedikçe (kimseye) azap edecek değiliz.
 

basbas

New member
Katılım
8 Eyl 2006
Mesajlar
234
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
42
Rabbim hepimizden razı olsun...dua ile kardeşim
 
Üst Alt