A
abdirabbih
Guest
Sultan III. Mustafa ulema ile sohbet etmeyi çok sever, sarayında mutad olarak sohbet meclisleri oluştururmuş. Alimlere olan saygı ve muhabbetinden dolayı da ismini duyduğu her alim zâtı sohbet meclisine çağırırmış. Bir gün Lâleli Baba ismiyle maruf, âlim ve aynı zamanda veli bir zâttan bahsedilince Sultan Mustafa “Derhal” demiş, “Önümüzdeki ilk sohbet meclisine kendisini de dâvet edin.” Emir derhal yerine getirilmiş. Meclis toplanmış, yemekler yenmiş. Meyve faslında yine her zamanki gibi ilmi bir mevzû açılmış. Sohbet başlamış.
Sohbetin en tatlı yeri de soru-cevap faslıymış. Zira bu son fasılda sorulan her sorunun cevabında herkes bazı şeyler öğrenir, muhabbet ve samimiyet de daha bir ziyâdeleşirmiş. İşte o gün de (yani Lâleli Baba'nın da dâvette hazır bulunduğu gün) Sultan Mustafa Han, meyvalar geldiği anda “Bir suâlim olacak”, demiş Meclis-i ulemâya. Ve Lâleli Baba'ya dönerek, biraz da verdiği cevapla kendisi hakkında bir fikir sahibi olmak istediği için “Ne dersiniz Efendi Hazretleri” demiş, “Dünyanın en huzur verici şeyi nedir?” Lâleli Baba hiç düşünmeden cevap vermiş:
-“Rahat bir şekilde def-i hâcet yapabilmektir Sultanım.”
Bu cevap Sultan Mustafa'nın pek hoşuna gitmemiş. Fakat ulemâya olan saygısı da itiraz etmesine mâni olmuş. Neyse meclisteki diğer zevâta da soru tevcih edilince “İslâmdır, imandır, Kur'an okumaktır” gibi cevaplar verilmiş. Akşam olunca da meclis dağılmış. Sultan Mustafa gündüzki toplantıda Lâleli Baba'ya itiraz etmemiş ama, bir daha da ulemâ meclisine dâvet etmemiş.
Günler günleri kovalamış. Bir gün Sultan Mustafa rahatsızlanmış. İdrarını yapamıyormuş. Hekimbaşı, sarayın doktorları, dışarıdan doktorlar, hiçbirisi derdine çare olamıyormuş. Bu hengamede kıvranıp duran Padişahın birden aklına Lâleli Baba'nın verdiği cevap gelmiş. “İşin sırrı bu zâtta” diyerek Lâleli Baba'yı saraya davet etmiş. Derdini anlatmış.
-“Çare sende Efendi Hazretleri” demiş. “Sen haklıymışsın. Beni kurtar, dile ne dilersen. Hazinelerimin kapıları ardına kadar açıktır sana.”
Lâleli Baba:
-“Hazine falan istemem Sultanım” demiş. “Sizi bu sıkıntınızdan kurtarırım, lâkin Saltanatı bana devrederseniz... Ülkenin hükümdârı ben olacağım.”
-“Bre sen ne söylersin? Devlet-i Âl-i Osmâniye'nin sultanlığı ucuz bir metâ mıdır ki hemen teslîm edilivere?”
-“Sen bilirsin Sultanım” diyerek huzurdan ayrılmış Lâleli Baba.
Bu arada Saltanatı vermeyen Sultan Mustafa iyice kıvranmaya başlamış. Çatlayacak duruma gelince çaresiz, Lâleli Baba tekrar saraya davet edilmiş. İstediği kadar hazineler teklif edilmiş, vezirlik teklif edilmiş, sadrazamlık teklif edilmiş. Fakat Lâleli Baba'yı iknâ etmek ne mümkün. Saltanat diyor başka bir şey demiyormuş. Nihayet Sultan Mustafa bitkin, kızgın, muzdarip, çaresiz, seçimsiz baş eğmiş:
-“Kabul... Saltanat senin... Sultan Sensin... Kurtar beni.”
Lâleli Baba bir ilaç hazırlamış. Okumuş, üflemiş. Sultan Mustafa kurtulmuş. Kurtulmuş kurtulmasına ama saltanat da elinden gitmiş. Üzgün ve şaşkın bir şekilde Lâleli Baba'ya bakarken, Lâleli Baba mütebessim şöyle konuşmuş:
-“Bir Saltanat ki, def-i hâcete değişiliyor. Öyle saltanat bana lâzım değil. Buyurun sizde kalsın.”
Not: Sultan III. Mustafa'nın banisi olduğu Laleli Camii'ne ismini veren zat da bu Laleli Babadır.
Mahmut Sami Şimşek
Sohbetin en tatlı yeri de soru-cevap faslıymış. Zira bu son fasılda sorulan her sorunun cevabında herkes bazı şeyler öğrenir, muhabbet ve samimiyet de daha bir ziyâdeleşirmiş. İşte o gün de (yani Lâleli Baba'nın da dâvette hazır bulunduğu gün) Sultan Mustafa Han, meyvalar geldiği anda “Bir suâlim olacak”, demiş Meclis-i ulemâya. Ve Lâleli Baba'ya dönerek, biraz da verdiği cevapla kendisi hakkında bir fikir sahibi olmak istediği için “Ne dersiniz Efendi Hazretleri” demiş, “Dünyanın en huzur verici şeyi nedir?” Lâleli Baba hiç düşünmeden cevap vermiş:
-“Rahat bir şekilde def-i hâcet yapabilmektir Sultanım.”
Bu cevap Sultan Mustafa'nın pek hoşuna gitmemiş. Fakat ulemâya olan saygısı da itiraz etmesine mâni olmuş. Neyse meclisteki diğer zevâta da soru tevcih edilince “İslâmdır, imandır, Kur'an okumaktır” gibi cevaplar verilmiş. Akşam olunca da meclis dağılmış. Sultan Mustafa gündüzki toplantıda Lâleli Baba'ya itiraz etmemiş ama, bir daha da ulemâ meclisine dâvet etmemiş.
Günler günleri kovalamış. Bir gün Sultan Mustafa rahatsızlanmış. İdrarını yapamıyormuş. Hekimbaşı, sarayın doktorları, dışarıdan doktorlar, hiçbirisi derdine çare olamıyormuş. Bu hengamede kıvranıp duran Padişahın birden aklına Lâleli Baba'nın verdiği cevap gelmiş. “İşin sırrı bu zâtta” diyerek Lâleli Baba'yı saraya davet etmiş. Derdini anlatmış.
-“Çare sende Efendi Hazretleri” demiş. “Sen haklıymışsın. Beni kurtar, dile ne dilersen. Hazinelerimin kapıları ardına kadar açıktır sana.”
Lâleli Baba:
-“Hazine falan istemem Sultanım” demiş. “Sizi bu sıkıntınızdan kurtarırım, lâkin Saltanatı bana devrederseniz... Ülkenin hükümdârı ben olacağım.”
-“Bre sen ne söylersin? Devlet-i Âl-i Osmâniye'nin sultanlığı ucuz bir metâ mıdır ki hemen teslîm edilivere?”
-“Sen bilirsin Sultanım” diyerek huzurdan ayrılmış Lâleli Baba.
Bu arada Saltanatı vermeyen Sultan Mustafa iyice kıvranmaya başlamış. Çatlayacak duruma gelince çaresiz, Lâleli Baba tekrar saraya davet edilmiş. İstediği kadar hazineler teklif edilmiş, vezirlik teklif edilmiş, sadrazamlık teklif edilmiş. Fakat Lâleli Baba'yı iknâ etmek ne mümkün. Saltanat diyor başka bir şey demiyormuş. Nihayet Sultan Mustafa bitkin, kızgın, muzdarip, çaresiz, seçimsiz baş eğmiş:
-“Kabul... Saltanat senin... Sultan Sensin... Kurtar beni.”
Lâleli Baba bir ilaç hazırlamış. Okumuş, üflemiş. Sultan Mustafa kurtulmuş. Kurtulmuş kurtulmasına ama saltanat da elinden gitmiş. Üzgün ve şaşkın bir şekilde Lâleli Baba'ya bakarken, Lâleli Baba mütebessim şöyle konuşmuş:
-“Bir Saltanat ki, def-i hâcete değişiliyor. Öyle saltanat bana lâzım değil. Buyurun sizde kalsın.”
Not: Sultan III. Mustafa'nın banisi olduğu Laleli Camii'ne ismini veren zat da bu Laleli Babadır.
Mahmut Sami Şimşek