Fecr suresi ayet 21
Hayır; yer, parça parça yıkılıp darmadağın olduğu,
Siz, yanlış düşünceniz gereği, bu dünyada istediğiniz gibi yaşayacağınızı ve hiçbir sorguya tabi tutulmayacağınızı sanıyor; ceza ve mükâfatı da inkar ediyorsunuz. Bu nedenle dünyada böyle bir davranış içinde bulunuyorsunuz. Ama o ceza ve mükafaat günü muhakkak gelecektir.
Fecr suresi ayet 22
Rabbin(in buyruğu) geldiği ve melekler de dizi dizi durduğu zaman;
Buradaki ifade olan "câe rabbüke" (Rabbin geldi) 'den, Allah'ın bir yerden bir başka yere naklolması anlaşılmaz. Bunu bir benzetme olarak anlamalıyız. Buradaki düşünce; Allah'ın iktidar, saltanat ve kahhariyet alametlerinin gözükeceği maksadını taşımaktadır. Şu misalde olduğu gibi: Bu dünyada bir padişahın askerleri ve yüksek memurları bir yere geldiklerinde, padişahın kendi gelişindeki psikolojik havayı oluşturamazlar. Ayetteki ifadede Allah, kendisinin gelmesini bunun için kullanmıştır.
Fecr suresi ayet 23
O gün, cehennem de getirilmiştir. İnsan o gün düşünüp-hatırlar, ancak (bu) hatırlamadan ona ne fayda?
Buradaki kelime iki anlama gelebilir:
Birincisi,
o gün insan dünyada ne yaptığını hatırlayacak ve bunun üzerine üzülecek, utanacaktır. Fakat o gün üzülmenin ve utanmanın hiç faydası olmayacaktır.
İkinci olarak,
o gün insan aklı başına gelecek ve peygamberlerin dediğinin doğru olduğunu anlayacaktır. Ayrıca peygamberlerin tebliğini kabul etmemekle ne büyük aptallık ettiğini görecektir. Ancak bu, ona hiçbir yarar sağlamayacaktır.
Fecr suresi ayet 24
Der ki: "Keşke hayatım için, (önceden bir şeyler) takdim edebilseydim."
Bu anlamanın hükmü, azap ve zararın şiddetini duymak; hasret ve pişmanlıkla şöyle inlemekten ibaret olur: Der: Keşke hayatım için takdim etseydim. Takdimden maksat, ilerisi için önceden hayırlı işler yapmaktır. 'deki lâm, sebep ve vakit göstermek içindir. Sebep için olduğu takdirde, yani "hayatım için takdim etseydim" mânâsına geldiği takdirde hayattan maksat ahiret hayatı; v a kit için olduğu takdirde ise, dünya hayatı olur. Yani der ki: Ah ne olurdu ben hayatım için, yahut hayatımda önceden hayırlar yapmış, iyi ameller göndermiş olsaydım!...
Fecr suresi ayet 25
Artı o gün hiç kimse, (Allah'ın) vereceği azab gibi azablandıramaz.
Kısacası o gün "Onun ettiği azabı kimse edemez, onun vurduğu bağı kimse vuramaz". Buradaki "azabehu" ve "vesakahu" kelimelerinin sonlarındaki zamirde iki vecih vardır. Birisi, bunların Allah lafzı yerine kullanılmış olmasıdır ki, Allah'ın o gün o insana ettiği azabı kimse edemez ve vurduğu bağı kimse vuramaz, demek olur. Bundan mu r at da o günkü azabın şiddetini, bağ ve pranganın kuvvetini açıklamak olur. Birisi de bu zamirlerin insan yerine kullanılmış olmasıdır ki bu daha çok tercih edilmektedir. Buna göre mânâ şu olmalıdır: O gün öyle diyecek olan insanın kendine ettiği azabı baş k a birisi etmez ve kendine vurduğu bağı kimse öyle sıkı vuramaz. Çünkü bugün bu azap ve bağ ona sırf kendi inkârının ve kötü amellerinin cezası olduğundan kendi kendine etmiş demektir ki "Sana gelen her fenalık da kendindendir."(Nisâ, 4/79) âyetinin mânâ s ıdır.
Kisai ve Yakub kırâetlerinde ve fiilleri "zâl" ve "sâ"nın fethiyle mechul okunur ki bunda zamirin o insan yerine kullanıldığı kesin olur. Onun azabı gibi kimse azap görmez ve onun bağlanışı gibi kimse bağlanmaz, demek olur.
Dünyaya gönül bağlayan ve huzuru ancak dünya lezzetlerinde bulan kâfir insanın sonu bu olduğu anlatıldıktan sonra buna karşılık Allah'a gönül bağlayan ve huzuru ancak onun zikir ve itaati ile rızasında bulan nefs-i mutmainne (iyilikle kötülüğü ayırt eden, temizlenerek kişiyi Allah'a yaklaştıran nefs) nin sonu anlatılmak için de buyuruluyor ki;
Fecr suresi ayet 26
Onun vuracağı bağı da hiç kimse vuramaz.
Yine hiç kimse O’nun vurduğu bağ gibisini vuramaz. Hiç kimse O’nun yakaladığı gibi yakalayamaz. Hiç kimse O’nun azap ettiği gibi azap edemez.
Hayır; yer, parça parça yıkılıp darmadağın olduğu,
Siz, yanlış düşünceniz gereği, bu dünyada istediğiniz gibi yaşayacağınızı ve hiçbir sorguya tabi tutulmayacağınızı sanıyor; ceza ve mükâfatı da inkar ediyorsunuz. Bu nedenle dünyada böyle bir davranış içinde bulunuyorsunuz. Ama o ceza ve mükafaat günü muhakkak gelecektir.
Fecr suresi ayet 22
Rabbin(in buyruğu) geldiği ve melekler de dizi dizi durduğu zaman;
Buradaki ifade olan "câe rabbüke" (Rabbin geldi) 'den, Allah'ın bir yerden bir başka yere naklolması anlaşılmaz. Bunu bir benzetme olarak anlamalıyız. Buradaki düşünce; Allah'ın iktidar, saltanat ve kahhariyet alametlerinin gözükeceği maksadını taşımaktadır. Şu misalde olduğu gibi: Bu dünyada bir padişahın askerleri ve yüksek memurları bir yere geldiklerinde, padişahın kendi gelişindeki psikolojik havayı oluşturamazlar. Ayetteki ifadede Allah, kendisinin gelmesini bunun için kullanmıştır.
Fecr suresi ayet 23
O gün, cehennem de getirilmiştir. İnsan o gün düşünüp-hatırlar, ancak (bu) hatırlamadan ona ne fayda?
Buradaki kelime iki anlama gelebilir:
Birincisi,
o gün insan dünyada ne yaptığını hatırlayacak ve bunun üzerine üzülecek, utanacaktır. Fakat o gün üzülmenin ve utanmanın hiç faydası olmayacaktır.
İkinci olarak,
o gün insan aklı başına gelecek ve peygamberlerin dediğinin doğru olduğunu anlayacaktır. Ayrıca peygamberlerin tebliğini kabul etmemekle ne büyük aptallık ettiğini görecektir. Ancak bu, ona hiçbir yarar sağlamayacaktır.
Fecr suresi ayet 24
Der ki: "Keşke hayatım için, (önceden bir şeyler) takdim edebilseydim."
Bu anlamanın hükmü, azap ve zararın şiddetini duymak; hasret ve pişmanlıkla şöyle inlemekten ibaret olur: Der: Keşke hayatım için takdim etseydim. Takdimden maksat, ilerisi için önceden hayırlı işler yapmaktır. 'deki lâm, sebep ve vakit göstermek içindir. Sebep için olduğu takdirde, yani "hayatım için takdim etseydim" mânâsına geldiği takdirde hayattan maksat ahiret hayatı; v a kit için olduğu takdirde ise, dünya hayatı olur. Yani der ki: Ah ne olurdu ben hayatım için, yahut hayatımda önceden hayırlar yapmış, iyi ameller göndermiş olsaydım!...
Fecr suresi ayet 25
Artı o gün hiç kimse, (Allah'ın) vereceği azab gibi azablandıramaz.
Kısacası o gün "Onun ettiği azabı kimse edemez, onun vurduğu bağı kimse vuramaz". Buradaki "azabehu" ve "vesakahu" kelimelerinin sonlarındaki zamirde iki vecih vardır. Birisi, bunların Allah lafzı yerine kullanılmış olmasıdır ki, Allah'ın o gün o insana ettiği azabı kimse edemez ve vurduğu bağı kimse vuramaz, demek olur. Bundan mu r at da o günkü azabın şiddetini, bağ ve pranganın kuvvetini açıklamak olur. Birisi de bu zamirlerin insan yerine kullanılmış olmasıdır ki bu daha çok tercih edilmektedir. Buna göre mânâ şu olmalıdır: O gün öyle diyecek olan insanın kendine ettiği azabı baş k a birisi etmez ve kendine vurduğu bağı kimse öyle sıkı vuramaz. Çünkü bugün bu azap ve bağ ona sırf kendi inkârının ve kötü amellerinin cezası olduğundan kendi kendine etmiş demektir ki "Sana gelen her fenalık da kendindendir."(Nisâ, 4/79) âyetinin mânâ s ıdır.
Kisai ve Yakub kırâetlerinde ve fiilleri "zâl" ve "sâ"nın fethiyle mechul okunur ki bunda zamirin o insan yerine kullanıldığı kesin olur. Onun azabı gibi kimse azap görmez ve onun bağlanışı gibi kimse bağlanmaz, demek olur.
Dünyaya gönül bağlayan ve huzuru ancak dünya lezzetlerinde bulan kâfir insanın sonu bu olduğu anlatıldıktan sonra buna karşılık Allah'a gönül bağlayan ve huzuru ancak onun zikir ve itaati ile rızasında bulan nefs-i mutmainne (iyilikle kötülüğü ayırt eden, temizlenerek kişiyi Allah'a yaklaştıran nefs) nin sonu anlatılmak için de buyuruluyor ki;
Fecr suresi ayet 26
Onun vuracağı bağı da hiç kimse vuramaz.
Yine hiç kimse O’nun vurduğu bağ gibisini vuramaz. Hiç kimse O’nun yakaladığı gibi yakalayamaz. Hiç kimse O’nun azap ettiği gibi azap edemez.