Kurandan okuyalım

Kıyamet suresi ayet 14
İnsan, kendi yaptığına şahittir.

"İnsan, kendi yaptığına şahittir." ifadesi Abdullah b. Abbas tarafından, "Doğrusu insan, ne yaptığını bilmektedir ve yaptıklarına bizzat kendisi şahittir." şeklinde izah edilmiştir.
Ebu Talha'nın, Abdullah b. Abbas'tan naklettiği diğer bir görüşe göre ise bu ifadenin izahı şöyledir: Daha doğrusu insanın aleyhine bizzat kendisi şahitlik edecektir. Yani, insanın, kulak, göz, el-ayak gibi organları onun ne yaptığına dair, aleyhinde şahitlik edeceklerdir.
Katade bu âyeti izah ederken şöyle diyor: Bakarsın ki insan, diğer insanların kusurlarını ve günahlarını görür fakat kendi günahlarından gafildir.
İbn-i Zeyd, bu âyeti "Daha doğrusu insan, bizzat kendi aleyhine kendisi şahittir." şeklinde izah ettikten sonra âyeti okumuştur: "O gün insana "Kitabım oku. Bu gün hesap gönne bakımından sen kendine yetersin." denilir."
Âyet-i kerimede

Kıyamet suresi ayet 15
İnsan özürlerini ortaya koysa da

"İnsan özürlerini ortaya koysa da" ifadesi zikredilmektedir. Abdullah b. Abbas, Said b. Cübeyr, Mücahid, İkrime ve İbn-i Zeyd bu âyeti şöyle izah etmişlerdir: Daha doğrusu insan, işlediği günahlara karşı bir kısım Özürler ileri sürerek haksız yere kendisini savunmaya kalkışsa da o, bizzat kendi aleyhine şahitlik yapacaktır." Abdullah b. Abbas bu âyeti bu şekilde izah ettikten sonra şu âyetleri okumuştur: "O gün zalimlere, mazeretleri hiçbir fayda sağlamayacaktır." "...Bu kâfirler (âhirette gerçekleri görünce) boyun eğip "Biz hiçbir günah işlemedik" derler.." (Allaha ortak koşanlar) "Rabbimiz olan Allaha yemin olsun ki biz ona ortak koşanlardan değildik." demekten başka çareleri kalmaz."
Zürare b, Evfa, Abdullah b. Abbas'ın, bu ayet-i kerimeyi şu şekilde izah ettiğini söylemiştir: "Daha doğrusu, insanın aleyhine, bizzat kendi nefsinde şahit vardır. Bu insan kendisini günahsız göstermeye çalışsa bile."
Süddi ise bu âyeti şöyle izah etmiştir: Daha doğrusu insan, kendi yaptıklarına şahittir velev ki yaptıklarının önüne perde çekse, üzerine kapılar kilitlese de..." Hasan-ı Basri diyor ki: "Özürler beyan etse de kabul edilmeyecektir."
 
Kıyamet suresi ayet 16
Ey Muhammcd, (Cebrail sana Kur'anı okurken) Onu acele al*mak için Ccbraillc beraber dilini oynatma.

Abdullah b. Abbas, Said b. Cübeyr, Şa'bî, İbn-i Zeyd ve Dehhak'a göre, Allah tealanm Resulullaha, Cebrai! Kur'am kendisine okurken acele etmemesini emretmesinin sebebi şudur: Cebrail (a.s.) Resulullah (s.a.v.)e Kur'andan bir şey getirdiğinde, Resulullah, Kur'anı çok sevdiğinden, Cebrail ile birlikte dilini hareket ettirir, Kur'anı acele olarak ezberlemek isterdi. Bunun üzerine bu âyet indi ve Kur'anı alırken acele etmemesi, zira Kur'anı Allahın ona mutlaka ezberleteceği bildirildi.

Abdullah b. Abbas diyor ki:

"Resulullaha vahiy geldiğinde onu ezberlemek maksadıyla dilini hareket ettirirdi. Bunun üzerine Allah teala "Onu, acele alasın diye dilini Cebrail ile birlikte hareket ettirme." âyetini indirdi.

Abdullah b. Abbas
bu âyeti izah ederken diğer bir rivayette de şöyle diyor;

"Cebrail, Resulullaha vahiy indirdiğinde Resulullah, Cebrail'in okuma-sıyla birlikte dilini ve dudaklarını hareket ettirirdi. Bu ona zor gelirdi. Öyle ki, onun bu hareketi, görenler tarafından farkedilirdi. Bunun üzerine Allah teala, kıyamet süresindeki: "Ey Muhammed (Cebrail sana Kur'anı okurken) onu acele almak için Cebrail ile beraber dilini oynatma." "Onu (senin göğsünde) bir araya toplamak ve okutmak şüphesiz bizim işimizdir." "Biz onu okuttuğumuz zaman (indirdiğimiz zaman) sen onun okuyuşunu takibet." "Onu dinle" "Sonra onu açıklamak şüphesiz bizim işimizdir. Yani, Kur'anı senin dilinle açıklamak bizim işimizdir." âyetleri indi ve artık ondan sonra Cebrail Resulullaha geldiğinde başını eğer ve onu dinlerdi. Cebrail gidince de, Allah tealanın, ona vaadettiği gibi vahyedileni okurdu. Taberi bu izah tarzını tercih etmiştir.

Mücahid ve Katade'ye göre Abdullah b. Abbas'tan nakledilen diğer bir görüşe göre, Allah tealanın, Resulullaha, Cebrail Kur'anı okurken onu acele almak için dilini oynatmamasını emretmesinin sebebi şudur: Resulullah, Cebrail kendisine Kur'an okurken onu unuturum korkusuyla Cebrail ile birlikte dilini hareket ettirir ve Kur'anı acele ezberlemek isterdi. Allaha teala, Kur'anı onun kalbinde yerleştireceğini ve unutturmayacağını beyan ederek Resulullahın, acele etmemesini bildirmiştir.
 
Kıyamet suresi ayet 17
Onu bir araya toplamak ve okutmak şüphesiz bizim işimizdir.

Ey Muhammet!, Kur'am senin zihninde toplamak, onu senin kalbinde yerleştirmek ve ondan sonra onu sana okutmak bizim işimizdir.

Abdullah b. Abbas ve Dehhak bu âyeti bu şekilde izah ederlerken Katade bunu şöyle izah etmiştir: "Ey Muhammed, Kur'anı senin kalbinde toplamak ve onu sana sevdinnek bizim işimizdir."


Kıyamet suresi ayet 18
Biz onu, Cebraile okuttuğumuz zaman, sen onun okuyuşunu takibet.

Bu âyeti kerime, farklı şekillerde izah edilmiştir. Said b. Cübeyr'in Abdullah b. Abas'tan rivayetine göre o, bu âyeti şöyle izah etmiştir: "Biz o Kur'anı sana indirdiğimiz zaman sen onun okunmasını dinle."

Ali b. Ebi Talha'nın, Abdullah b. Abbas'tan naklettiğine ve Katade ile Dehhak'a göre bu âyetin manası şöyledir: "Kur'an sana okunduğunda sen ondaki hükümlere uy. Onunla amel et." Taberi bu görüşü tercih etmiştir.


Kıyamet suresi ayet 19
Sonra onu açıklamak şüphesiz bizim işimizdir.

Katade bu ayeti "Sonra Kur'anın, helalini, haramını, emirlerini ve yasaklarını beyan etmek bize aittir." şeklinde izah etmiş, Abdullah b. Abbas ise "Ey Muhammed, Kur'anı senin lisanınla insanlara açıklamak size aittir." şeklinde izah etmiştir.
 
Vakıa suresi ayet 1
Vakıa (tartışmasız bir gerçek olan kıyamet) vuku bulduğu zaman,

"O vakıa gerçekleştiği" yani kıyamet koptuğu "zaman." Maksat Sûr'a son defa üfürüimesidir. Ona "vakıa" denilmesinin sebebi, yakın bir zamanda ger*çekleşeceğinden dolayıdır. Orada zorlu pekçok olayın gerçekleşeceğinden dolayı bu İsmin verildiği de söylenmiştir.

Buyrukta hazfedilmiş ifadeler vardır. Yani o vakıanın gerçekleşeceği za*manı hatırlayınız. el-Cürcarn dedi ki: "Zaman" sıla (zaid)dir. Vakıa ger*çekleşecektir, demektir. Yüce Allah'ın: "O saat yaklaştı" (el-Kamer, 54/1) buy*ruğu ile; "Allah'ın emri geldi" (en-Nahl, 16/1) buyaıklan gibidir. Yine bu buy*ruk: Oruç geldi yariı zamanı yaklaştı, demeye benzer. Birinci görüşe göre ise "Zaman" vakit bildirmek içindir, cevabi da yüce Allah'ın: "Ashabu'l-meymene ne ashabu'l-meymenedir buyruğudur,

Vakıa suresi ayet 2
Onun vukuuna (gerçekleşmesine artık) yalan diyecek yoktur.

Bu cümleden, kafirlerin kıyamet günüyle ilgili konuşmalarına bir cevap verildiği anlaşılmaktadır. İslâm'ın ilk yıllarında Mekkeliler Hz. Peygamber'in (s.a) davetini işittiklerinde, kıyametin vukuunu, kainatın ve yeryüzünün alt-üst olmasını, yeniden dirilişi, hesap gününü, ceza ve mükafat vs. gibi olayları imkansız olarak görüyorlardı. Onlar, yeryüzünün, denizlerin, dağların, Ayın, Güneşin ve yıldızların yok olup asırlardan sonra bunca insanın yeniden dirileceğini hayretle karşılıyorlardı. Ve sonuçta "Cennet ve Cehennem bir hayal ürünüdür. Bu tür hayallere nasıl inanabiliriz?" diyorlardı. Bu tartışmaların tüm Mekke'yi sardığı bir atmosferde şöyle buyuruldu:
"Olacak vakıa olduğu zaman, onun oluşunu yalanlayacak kimse çıkmaz"
Burada kıyamet için "vaka'at" ifadesi kullanılmıştır. Yani o muhakkak vuku bulacaktır. Daha sonra "el-vakıa" kelimesi kullanılmaktadır ki, bu kelime lügatta aniden vuku bulan olaylara atfen kullanılır. "Leyse li vak'atiha kazibe" ifadesi ise iki anlama da gelebilir:
a) "Muhakkak bu olay gerçekleşecektir ve hiç kimse onun gerçekleşmesini engelleyemez,"
b) "O, vukuu bulduğunda hiç kimse onu yalanlayamayacaktır."
 
Vakıa suresi ayet 3
O, bir kısım insanları alçaltacak bir kısım insanları da yükseltecektir.

Kıyametin kopması, dünyada üstünlük taslayanlara boyun eğdirip cehennem ateşine sevkedecek ve orada ezilenleri ise yükseltip Allanın rahmetine ve cennetine sevkedecektir.

Bu âyet-i kerimeyi şu şekilde izah edenler de olmuştur: "Kıyametin kopması sesini alçaltacak ve koptuğunu yakında bulunanlara duyuracak, sesini yükseltecek ve koptuğunu uzakta olanlara duyuracaktır. Böylece kıyametin kopmasını duyma bakımından yakında ve uzakta olanlar arasında fark kalmayacaktır

Vakıa suresi ayet 4
Yer, şiddetli bir sarsıntıyla sarsıldığı,

Mücahid ve başkalarından nakledildiğine göre sarsıldığı ve hareket ettirildiği zaman demektir, "Onu sarstı, sarsar" hareket ettirdi, sarsıntıya uğrattı demektir. "Hörgücü büyük dişi deve" demektir.
Hadiste de: "Dalgalandığı vakit deniz yolculuğuna çıkan bir kimsenin himayesi olmaz. " denilmektedir ki, dalgaları hareket halinde olduğu vakit anlamındadır.
el-Kelbî dedi ki: Çünkü yüce Allah yere vahyedeceğinde o da yüce Allah'tan korktuğundan ötürü alabildiğine sarsılacaktır.
Müfessirler de şöyle demişlerdir: Beşikteki çocuk nasıl sallanıyorsa, yer de Öylece sallanacak. Öyle ki, üzerindeki bütün binalar yıkılacak, üzerinde dağ ve daha başka her ne varsa hepsi kırılıp dökülecek.
İbn Abbas'tan gelen rivayete göre: "Sesi duyulacak şekilde şiddetli hareket" demektir.
"Zaman" lafzının îrabtaki mahalli ise "gerçekleştiği zaman" lafzından bedel olarak nasbdır. Bununla birlikte; "o azaltıcıdır, yükselticidir" anlamındaki buyruk ile nasbedilmesi de mümkündür. Yani yeryüzü sarsılacağı vakit, dağlarda parçalanacağında (kıyamet) alçaltır ve yükseltir. Çünkü o zaman yüksek olan şey alçalacak, alçak olan şey de yükselecektir.
Şöyle de açıklanmıştır: Yeryüzü iyice sarsılacağı vakit o vakıa gerçekleşecektir, demektir. Bu açıklamayı da ez-Zeccâc ve el-Cürcânî yapmıştır.
Buyruğun; "Yeryüzü şiddetle sarsılacağı zaman"ı hatırla, anlamında olduğu "Sarsıntı" lafzının ise mastar (mefus-i mutlak) olduğu da söylenmistir. Bu ise bu sarsıntının tekrarlanacağının delilidir.

Vakıa suresi ayet 5
Dağlar parça parça ufalandığı zaman,

İbn Ab bas'tan gelen rivayete göre darmadağın edildiği zaman demektir.

Yani onlar (dağlar) birbirine karışmış olacak ve bir miktar suya karıştırılmış un gibi olacaktır.

Bu da şu demektir: Dağlar toprak olacak ve birbirine karışacaklardır.
el-Hasen: Dağlar kökünden koparılıp yak olup gidecektir demiştir. Bunun benzeri de yüce Allah'ın; "Rabbim onları kökünden koparıp parça parça dağıtacak" (Ta-Ha, 20/105) buyruğudur.

Atiyye:
Kum ve toprak gibi serilmiş olacaklardır, diye açıklamıştır.
"sürmek" anlamında olduğu söylenmiştir. Yani dağlar sürülecektir.
Ebu Zeyd dedi ki:
Bu lafız sürmek anlamındadır. "Develeri önüme katıp sürdüm, sürerim" demektir,

Hadis-i şerifte de şöyle buyurulmaktadır:
“Medine'den, Yemen'e, Şam'a ve Irak'a bir topluluk çıkıp dağılacaklardır. Fakat eğer onlar bilseler Medine onlar için daha hayırlıdır. "
Bir diğer hadiste de bu anlamda kullanılmıştır: "Yemenliler çoluk çocuklarını önlerine katıp sürenler olarak size geldiler."

Mücahid:
Dağlar bir çeşit akacaktır.
İkrime: Bir çeşit yıkılacaktır.
Muhammed b. Ka'b: Bir çeşit sürüleceklerdir, diye açıklamıştır.
el-Hasen de:
Paramparça edildiklerinde, diye açıklamıştır. Anlamlar birbirlerine yakındır.

Vakıa suresi ayet 6
Dağılmış toz haline geldikleri zaman...

"Dağılmış toz haline gelecekleri zaman" buyruğu hakkında Ali (r.a) şöyle demiştir:
"Dağılmış toz" atların toynaklarından yükselip sonra da kaybolan toz zerrelerine denilir. Yüce Allah amellerini böyle kılmıştır.
Mücahid;
"Küçük pencerede toz zerrecikleri şeklinde görünen ışık'a denilir. Buna yakın bir açıklama İbn Abbas'tan da rivayet edilmiştir. Yine İbn Abbas'tan nakledildiğine göre o şöyle açıklamıştır: Bu alev aldığı zaman ateşin etrafa saçtığı kıvılcımlardır. Bu kıvılcımlar yere düştü mü yok olup gider. Atiyye de böyle açıklamıştır.
"Dağılmış" anlamı verilen; lafzı genel olarak üç noktalı "se" ile okunmuştur. Darmadağın olmuş demektir. Yüce Allah'jn: "Orada her canlıdan etrafa dağıttı." (Lukman, 31/10) buyruğunda da bu anlamda kullanılmıştır ki; dağıttı ve yaydı, demektir.
Mesrûk, Nehâî ve Ebu Hayve ise iki noktalı "te" ile diye okumuşlardır kî, bu da kesilmiş demek olup, onların (Arapların) "Allah onu koparsın" şeklindeki tabirlerinden alınmıştır: "ki Kestirip atmak, bir şeyi kesinlikle bir şekle bağlamak" mastarı da buradan gelmektedir.
 
Vakıa suresi ayet 7
Ve sizler üç sınıfa ayrıldığınız zaman.

AlIah teala, bu âyet-i kerimede insanların kıyamette üç sınıfa aynlacakları beyan etmektedir. Gelecek ayetlerde de belirtileceği gibi bunlardan
birincisi,
amel defterleri sağlarından verilenlerdir. Bunlar cennetliklerdir.
İkincisi ise
amel defterleri sollarından verilenlerdir. Bunlar da cehennemliklerdir.
Üçüncü sınıf ise
Allanın en öne geçirdiği bir guruptur. Bunlar, amel defterleri sağlarından verilenlerden daha üstündürler. Bunların içinde peygamberler, siddıyklar ve şehitler bulunacaktır.

Vakıa suresi ayet 8
İşte o "Ashab-ı Meymene" olanlar, ne (kutlu) "Ashab-ı Meymene"dir.

"Ashab'ul-Meymene"; Meymene, lügatte "yemin" (sağ el) veya "yumn" (uğurlu) anlamlarının her ikisin ede gelebilir. Şayet yemin kelimesinden türediğini kabul edersek, Meymene "sağ el" anlamına gelir. Ancak burada lügavî anlamında değil, "yüksek mertebe" anlamında kullanılmış olabileceğini belirtmeliyiz. Çünkü Araplar sağ eli, kuvvet ve şerefin sembolü olarak nitelerlerdi. Nitekim hürmet ettikleri kimseleri, meclislerde sağ köşeye oturturlardı. Ayrıca bir kimse, başka bir şahsın kendi yanında önemli bir yeri olduğunu söylemek istediğinde "Fulanun minnî bil-yemin" (o benim sağ kolumdur) derdi. Urduca'da da önemli bir adamın yardımcısına "Desterast" (sağ kolu) denir. Fakat "Meymene" kelimesinin "yumn" dan türediğini kabul edersek, "ashabu-ul meymene" uğurlu, bahtı iyi olan, saadet sahipleri anlamına gelir.
 
Vakıa suresi ayet 9
Amel defterleri sollarından verilenler. Ne bedbaht insanlardır amel defterleri sollarından verilenler.

Amel defterleri sol taraflarından verilen bu zümre de sol taraftan cehennem ateşine götürüleceklerdir.

Muaz b. Cebel diyor ki:

"Resulullah bu iki âyeti okudu ve iki avucuna bir şeyler doldurdu ve sağ elini göstererek şöyle buyurdu; "İşte bunlar cennettedir. Artık endişem yoktur." Sonra (sol elini göstererek) işte bunlar da cehennemliktir. Artık endişem yoktur." buyurdu.

Vakıa suresi ayet 10
Dünyada hayır için önde gidenler âhirette de öndedirler.

Ayet-i kerimede zikredilen "Önde gidenler"den maksat, îbn-i Sîrîn'e göre, iki kıbleye karşı (Önce Kudüs'e karşı, kıble değiştirildikten sonra da Mekke'ye karşı) namaz kılanlardır.
Osman b. Ebi Sevda'ya göre ise "Önde gidenler"den maksat, camilere Önce gidenler ve Allah yolunda cihada önce koşanlardır.
Muhammed b. Kâ'b ve Yakub b. Mücahid'e göre ise "Önde gidenler"den maksat, peygamberlerdir. Süddi'ye göre ise "A'la-i İUiyyîn"e yükseltilecek olanlardır.
Abdullah b. Abbas'taıî nakledilen bir görüşe göre ise bunlar, Hz. Musa'ya iman etmeye koşan, Yûşâ b. Nîin, Hz. İsa'ya iman etmeye koşan Âl-i Yâsîn, Hz. Muhammed'e iman etmeye koşan Hz. Ali'dir.
Hasan-ı Basrî ve Katade ise âyette zikredilen "Önüe gidenler" den maksat, her ümmetin hayira önce koşanlarıdır.
Hz. Aişe (r.anh.) diyor ki:
"Resulullah şöyle buyurdu: "Kıyamet gününde Allanın var ettiği gölgeye koşacak olanlar kimlerdir biliyor musunuz?" Sahabiler: "Allah ve Resulü daha iyi bilir." dediler. Bunun üzerine Resulullah şöyle buyurdu: "Onlar, kendilerine hak verildiğinde kabul ederler. Kendileinden hak istendiğinde onu da verirler. İnsanlara kendi haklarında verdikleri karar gibi hüküm verirler.

Vakıa suresi ayet 11
İşte onlar yakınlaştırıltnış olanlardır

"İşte onlar yakınlaştınlmış olanlardır" buyruğu ise onların niteliklerindendir.
Şöyle de denilmiştir: Mukarreb olan es-sâbîkundan bir kişi cennetteki evinden dışarıya çıkacak olursa, ondan daha aşağılarda bulunan kimselerin, kendisini o ışık ile tanıyacakları bir aydınlığı olur.
 
Vakıa suresi ayet 12
Nimetlerle-donatılmış Cennetler içinde;

Vakıa suresi ayet 13
Birçoğu geçmiş ümmet lerden.

Vakıa suresi ayet 14
Birazı da sonrakilerden.

Müfessirler "evveliyn" ve "ahiriyn" ifadelerinin yorumu hakkında ihtilaf etmişlerdir.

Birinci grup,
Hz. Adem'den Hz. Muhammed'e kadar gelen tüm ümmetleri "evveliyn", Hz. Muhammed'den kıyamete kadar yaşayanları ise "ahiriyn" olarak kabul etmektedir. Bu yorum kabul edildiğinde, Rasulullah'tan binlerce yıl önce yaşayan insanlar arasındaki "sabıkların" sayısı, kendisinden sonra yaşayanlar arasındaki "sabıkların" sayısından daha çok olacak demektir.

İkinci grup;
bu ifadelerin sadece Hz. Muhammed'in (s.a) ümmetini tazammun ettiği görüşündedirler. Yani İslâm'ın ilk dönemlerindeki sabıkların sayısı, daha sonraki sabıklardan daha çok olacaktır.

Üçüncü grup ise
bu ifadelerin, her peygamberin ümmetini ayrı ayrı tazammun ettiği görüşündedirler. Yani, her peygamberin ilk dönemlerindeki sabıkların sayısı, daha sonraki sabıklardan daha fazladır. Bu üç görüş de makuldur ve her üçünün de doğru olması mümkündür.

Bir de dördüncü bir görüş daha vardır ki,
bu görüşün de doğru olması mümkündür. Onlara göre, her devrin ilk dönemlerinde sabıkların sayısı nisbeten fazladır. Sonraki dönemlerde ise bu sayı azalır. Çünkü nüfus artışının hızıyla, sabıkların sayısının artma hızı aynı olmaz. Dolayısı ile toplam rakam oran olarak ilk dönemlerde daha fazladır.
 
Vakıa suresi ayet 15
Özenle mücevherlerden işlenmiş' tahtlar üzerindedirler;

Vakıa suresi ayet 16
Üstlerinde karşılıklı olarak dayanıp-yaslanmışlardır.

Vakıa suresi ayet 17
Çevrelerinde ölümsüzlüğe ulaşmış gençler dönüp dolaşır;

Bu ifade ile, yaşlarının değişmeyeceği gençler kastolunuyorlar. Hz. Ali ve Hasan Basri'ye göre bu gençler, dünyada ne günahları ne de sevapları olmayan gençlerdir. Sevapları olmadığı için Cenneti, günahları olmadığı için de Cehennemi hak etmemişlerdir. Onların ebeveyni de Cennete girmemiştir. Çünkü Müslümanlara, çocuklarının da kendileriyle birlikte olacağı, Allah'ın bir va'didir.
(Bkz. Tur: 21)

Bu hususu te'yid eden bir hadis, Hz. Enes ve Hz. Semire bin Cündüp'tan nakledilmektedir. "Rasulullah şöyle dedi: Müşriklerin çocukları Cennet ehline hizmet edeceklerdir." (Ebu Davud, Tayâlisi, Tabaranî ve Bezzar.)

Vakıa suresi ayet 18
Kaynağından (doldurulmuş) testiler, ibrikler ve kadehler,

Bu tür kaplar, kulpları da, emzikleri de bulunmayan kaplardır.
İbrikler" ise kulpları ve emzikleri bulunan su kaplan olup, tekili "ibrik" diye gelir. Buna bu adın veriliş sebebi ise berraklığı dolayısı ile renginin parlamasından ötürüdür.
"Maîn" su ya da şarap akan pınar demektir. Şu kadar var ki, burada maksat pınarlardan akan şaraptır. Gözle görülen pınarlar diye de açıklanmıştır. O takdirde "maîn" lafız olarak, "gözle görmek" demek olan "nuıâyene"den İsm-i mef'u! olur. Bunun çokiuk demek olur; "fâîl" veznindeki şekli olduğu da söylenmiştir.
Yüce Allah, bunun sıkmak suretiyle çeşitli zorluklarla ve birtakım işlemlerden geçirildikten sonra elde edilen dünya şarabı gibi olmadığını da açıklamaktadır.


Vakıa suresi ayet 19
Ki bundan ne başlarını bir ağrı tutar, ne de kendilerinden geçip akılları çelinir.

O içkiyi içmelerinden ötürü başlan ağrıma-yacaktır. Yani bu şarap dünyadaki içkiden farklı olarak herhangi bir rahatsızlık vermeyen lezzetli bir şaraptır.
"Ve akılları da giderilmez. ki, sarhoş olmaları sonucunda akıllan başlarından gitmez, demektir,
Mücahid "başları da ağrımaz" anlamındaki buyruğu; şeklinde ve; anlamında okumuştur ki, bu da "dağılmazlar" demek olur. Yüce Allah'ın: "Bölük bölük ayrılacakları gün" (er-Rum, 30/43) buyruğunda olduğu gibi okumuştur.
Kufeliler "akıllarıda giderilmez" anlamındaki buyruğu şeklinde "ze" harfi kesreli olarak okumuşlardır ki, bu da şarapları bitmez, içkilerinin sonu gelmez, demektir.

ed-Dahhak'ın îbn Abbas'tan gelen rivayetine güre şoyîe demiştir: İçkide dört özellik vardır. Sarhoşluk, başağrısı, kusmak ve idrar sökmesi. Şanı yüce Allah da cennetteki şarabı sözkonusu ederken bu özelliklerden münezzeh (uzak) olduğunu belirtmiştir.
 
Vakıa suresi ayet 20
Arzulayıp seçecekleri meyveler,

Yani çokluğundan ötürü istediklerini seçerler. Bunun seçilen ve beğenilen türden meyve anlamına geldiği de söylenmiştir, "Seçmek" demektir.

Vakıa suresi ayet 21
Canlarının çektiği kuş eti.

"Ve canlarının çekeceklerinden kuş eti" buyruğu ile ilgili olarak Tirmi-zî'nin rivayetine göre Enes b. Malik şöyle demiştir: Rasûlullalı (sav)'a: "el-Kev-ser" nedir? diye sorulmuş, o da; "O yüce Allah'ın bana vermiş olduğu -cennette vermiş olduğu demek istemektedir- bir ırmaktır. Sütten daha beyaz, baldan daha tatlıdır. Orada boyunları deve boyunları gibi kuşlar vardır." Ömer (r.a): Şüphesiz ki bunlar şişman kuşlardır, deyince Rasûlullah (sav): "Onları yemek ondan da güzeldir" diye buyurdu.
(Tirmizi) dedi ki: Hasen bir hadistir

Vakıa suresi ayet 22
Ve iri gözlü huriler,

Vakıa suresi ayet 23
Sanki saklı inciler gibi


"Güzel gözlü huriler" lafzı ref, nasb ve cer ile okunmuştur.
Cer ile okuyanların -ki Hamza, el-Kisâî ve başkalarıdır- kıraati bu durumda "testilerle" anlamındaki lafza atfedilmiş olması mümkündür ki, bu da anlama göre hamledilir. Çünkü buyruk: Onlar testilerle, meyvelerle, etlerle ve hurilerle nimetlenirler, demek olur. Bu açıklamayı ez-Zeccâc yapmıştır.
"Cennetlerinde" anlamındaki lafza atfedilmesi de mümkündür. Bu durumda onlar "Naim cennetlerinde"dirler ve muzafın hazfedilmiş olduğu takdiri ile "Huriler arasındadırlar" demek olur ki huriler ile birliktedirler denilmiş gibidir.
el-Ferrâ dedi ki: Cer ile okuyuş, mana itibariyle farklı olsalar dahi lafzen ona tabi kılmak suretiyle olur. Çünkü hurilerin, etraflarında dolaştırılmaları sözkonusu olmaz.
Bilindiği gibi gözler uzatılmaz, ancak onlara sürme çekilir.
Kutrub dedi ki: Lafız testilere ve ibriklere -manaya hamletmek sözkonu-su olmaksızın- atfedilmiştir. O şöyle demiştir: Bununla birlikte hurilerin etraflarında dolaştırılmaları ve bundan dolayı da lezzet almaları kabul edilmeyecek bir şey değildir.
Nasb ile okuyanlara -ki bunlar el-Eşheb, el-Ukaylî, en-Nehâi, İsa b. Ömer es-Sakafîdir, Ubeyy'in mushafında da böyledir- gelince, bu da bir fiil takdirine göre böyle okunmuştur. "İri gözlü hurilerle eşleştirilirler" denilmiş gibidir. Nasb halinde de manaya hamletmek güzeldir. Çünkü onunla etraflarında dolaştırılır ifadesinin anlamı o onlara verilir demektir.
Cumhurun kıraati olan ref e gelince -ki bu aynı zamanda Ebu Ubeyd ve Ebıı Hâtim'in de tercih ettiği kıraattir-; "Onlann yanlarında güzel gözlü huriler de vardır" anlamındadır. Çünkü onların etrafında huriler dolaştırılacaktır.
el-Kisâî dedi ki: "Güzel gözlü huriler de vardır" buyruğunu ref ile okuyup onların etraflarında dolaştırılmayacağım da hu okuyuşuna gerekçe gösteren kimselerin aynı şeyi meyve ve kuş eti hakkında da söylemeleri gerekir. Çünkü bunlar da etraflarında dolaştmlmayacaktır. Etrafta dolaştırılan sadece şaraptır.
el-Ahfeş dedi ki: Bunun manaya hamledilmiş olması da mümkündür. Çünkü buyruk; Onlar için testiler vardır ve onlar için güzel gözlü huriler de vardır" anlamındadır.
Bunun "Birçoğu" (13. âyet) lafzına atfedilmiş olması da mümkündür. Bu lafız da mübtedâ olup bunun da haberi "işlenmiş tahtlar üzerin-de(dirler.)" (15, âyet) buyruğudur.
Aynı şekilde; "Güzel gözlü huriler de vardır" buyruğu da bu şekilde (haber durumunda)dır. Mübtedanın nekre olarak gelmesi ise, aldığı sıfaı ile özellik kazanması (tahsis edilmesi) dolayısıiledir.
 
Vakıa suresi ayet 24
Yapmakta olduklarına bir karşılık olmak üzere onlara sunulur

"Yapageldiklerine bir karşılık olarak"
bir mükâfat olarak demektir, "Bîr karşılık olarak" lafzının nasb ile gelmesi mefulün leh olmasından dolayıdır. Bunun mastar (meful-i mutlak) olduğundan dolayı nasb ile gelmiş olması da mümkündür. Çünkü; "Etraflarında ebedi kılınmış evlatlar dolaşır ...bir karşılık olmak üzere onlara verilir' anlamındadır.
el-Huru'1-îne dair açıklamalar daha önce et-Tur Sûresi'nde (52/20. âyetin tefsirinde) ve başka yerlerde (ed-Duhan, 44/54. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.
Enes dedi ki: Peygamber (sav) buyurdu ki: "Allah hur-u'e îni zaferandan yaratmıştır."
Halici b. el-Velid dedi ki: Peygamber (sav)'ı şöyle buyururken dinledim: "Cennet ehlinden bir kişi cennet elmalarından bir tanesini eline alır. Elinde parçalanır. Ondan bir huri çıkar, eğer güneşe bakacak olursa, güzelliğinden dolayı güneş utanır ve elmadan da bir şey eksilmez." Bir adam ona: Ey Süleyman'ın babası, şüphesiz ki bu hayret edilecek bir şeydir. Üstelik elmadan bir şey eksilmez öyle mi? Halid b. Velid dedi ki: Evet, bu bir başka kandilden yakılan bir kandil ve hatta kandiller yakıldığı halde ondan bir şey eksilmemesine benzer. Allah dilediği herşeye kadirdir

Vakıa suresi ayet 25
Orada ne batıl, ne de günahı gerektiren bir söz işitirler.

İbn Abbas der ki:
Ne batıl, ne yalan bir süz işitirler. Bani (lağv) boş söz demektir. 'Günahı gerektiren" (te'sim) de; "Ona günaha girdin dedim" sözünün mastarıdır.
Muhammed b. Kah dedi ki: "Günahı gerektiren" bir sözün olmaması, birinin diğerini günaha girdiğini söylememesi demektir.
Mücahid dedi ki:
"Onlar orada ne batıl, ne de günahı gerektiren bir söz işitirler." Herhangi bir sövgü ve günahı gerektiren bir söz işittirmezler, demektir.
 
Vakıa suresi ayet 26
Yalnızca bir söz işitirler: "Selam, selam."

"Selâm, selâm diye bir sözden başka"
buyruğundaki "Diye" lafzı "işitirler" fiili ile nasbedilmiştir, veya munkatı' bir istisnadır. Yani ancak onlar ... diye bir söz söylerler, yahut böyle.bır söz işitirler, demektir.
"Selâm selâm" buyruğu da "diye" anlamındaki fiil ile nasbedilm iştir. Bu da, onlar ancak hayır söz söylerler, demektir. Mastar olarak da nas-bedilmiş olabilir. Bu da; ancak onların birinin diğerine selam demesi müstesnadır, demek olur. Yahutta; "Diye" lafzının sıfatı, ikinci "selam" lafzı da birincisinden bedel olabilir. Anlam da: Boş sözden uzak kalına bilecek ve ondan kurtulmanın mümkün olabileceği bir söz (işitmeleri) müstesnadır, şeklinde olur. Bununla birlikte Selam olsun size" takdiri iLe mer-fu olması da mümkündür.
İbn Abbas: Biri diğerine selam verir, birbirleriyle selamlaşırlar demektir, demiştir.
Onları melekler selâmlar, yahutta aziz ve cetil olari Rabbleri onları selâmlar, diye de açıklanmıştır.


Vakıa suresi ayet 27
"Ashab-ı Yemin", ne (kutludur o) "Ashab-ı Yemin."

Ashâbu'l-yemîn, ne Ashâbu'l-yemmdir" buyruğu ile tekrar -önceden geçtiği üzere- es-Sâbikûn(üeri geçenler)in kendileri olan Ashâbu'l-meymene'nin konumlarını sözkonusu etmektedir. Buradaki ifadenin tekrarlanması, içinde bulunacakları nimetlerin büyüklüğünü anlatmak İçindir.

Vakıa suresi ayet 28
Yüklü dalları bükülmüş kiraz ağaçları,

Yani dikenleri alınmış yahut kesilmiş arabistan kirazı arasında olacaklardır. Bu açıklamayı İbn Abbas ve başkaları yapmıştır.
İbnu'l-Mübarek şu rivayeti zikretmektedir:
Bize Safvan, Süleym b. Âmir'den anlattı, dedi ki: Peygamber (sav)in ashabı şöyle diyorlardı: Şüphesiz ki bedeviler ve soru sormaları bize çok faydalı oluyor. Bir gün bir bedevi Arap gelip; Ey Allah'ın Rasûlü, dedi. Yüce Allah Kur'ân-ı Kerim"de eziyet verici bir ağaçtan sözetmektedir. Halbuki ben cennette sahibine eziyet verecek bir ağacın olacağı kanaatinde değildim. Rasûiullah (sav):
"Sözünü ettiğin ağaç hangisidir?" diye sordu,
bedevi: Bu arabistan kirazı ağacıdır, onun rahatsız edici dikenleri vardır, dedi. Bunun üzerine Peygamber (sav) şöyle buyurdu:
"Yüce Allah: "Dikensiz arabistan kirazı altında" demiyor mu' Allah onun dikenlerini almış ve herbir diken yerine bir meyve koymuş olacaktır. O ağaç öyle bir mahsul verir ki, bundan biri diğerine hiçbir şekilde benzemeyen yetmişiki çeşit meyve çıkacaktır.”

 
Vakıa suresi ayet 29
"Meyveleri birbirine girmiş muz ağaçları altında"

"Meyveleri birbirine girmiş muz ağaçları altında" buyruğunda geçen "Muz ağacı" demek olup, tekili dır. Müfessirlerin çoğu Ali, İbn Abbas ve başkaları böyle demişlerdir.
el-Hasen de şöyle demiştir: Burada sözü edilen muz değildir, fakat serin ve nemli bir gölgesi bulunan bir ağaçtır.
ei-Ferra ve Ebu Ubeyde de şöyle demişlerdir: Bunlar dikenleri bulunan büyük ağaçlardır.
ez-Zeccac dedi ki: Cennette bu ağacın dikenlerinin izale edilmiş olması mümkündür. Yine ez-Zeccac şöyle demiştir: Um Gayİan ağacı gibi. Bu ağacın oldukça hoş beyaz bir çiçeği vardır. Onlara böylece hitab edildi ve benzerini sevdikleri şeyler onlara vaadolundu. Şu kadar var ki, bu tür ağaçların dünyadaki benzerlerine üstünlüğü, cennette bulunan diğer nimetlerin dünyadakilere üstünlüğü gibidir.
es-Süddî dedi ki: Cennetteki talh, dünyadakine benzer. Şu kadar var ki onun baldan tatlı bir meyvesi vardır.
Ali b, Ebi Talib (r.a) bu buyruğu "ayn" harfi ile "Meyveleri birbirine girmiş yemişler altında" diye okumuş ve (bu okuyuşunu gerekçelen-dirmek üzere de) şu âyeti zikretmiştir: "Ve meyveleri olgunlaşmış güzel hurma ağaçlan arasında" (eş-Şuara, 26/148) Ancak bu kıraat, mushafın hattına uygun değildir. Bir rivayete göre de onun önünde; "Meyveleri birbirine girmiş muz ağaçları altında" diye okutmuş o da taİhın burada işi ne? demiş, bu şeklindedir. Daha sonra da "Ve tomurcukları üstüste binmiş..." (Kaf, 50/10) buyruğunu okumuştur. Ona: Bunu değiştirmeyelim mi? diye sorulunca, o: Kur'ân'ın bu şekilde değiştirilmesi ve tahvil edilmesi gerekmez demiştir. Böylelikle o, bu kıraati tercih etmiş olmakla birlikte, icma ile kabul edilmiş olan hat şekline muhalefeti dolayısıyla mushafta yazılmasını uygun bulmamıştır.
Bir açıklamayı el-Kuşey-rî yapmıştır.
Ebu Bekir el-Enbarî senedini kaydederek şöyle demiştir: Bana babam anlattı, dedi ki: Bize el-Hasen b. Arafe anlattı. Bize İsa b. Yunus, Mücalid'den anlattı. O el-Hasen b. Sa'd'dan, o Kays b. Ubad'dan dedi ki: Ben Ali'nin yanında; "Meyveleri birbirine girmiş muz ağaçlan altında" diye okudum -Mücalid şüphe ederek: Ya da Ali'nin huzurunda böyle okundu dedi. Bunun üzerine Ali (r.a) şöyle dedi; Burada "talh (muz ağaçlar)"ın ne işi var? Sen hiç diye okumaz mısın? dedikten sonra "Ve tomurcukları üstüste binmiş" (Kaf, 50/10) buyruğunu okudu. Ona dedi ki: Ey müminlerin emiri, bunu mushaftan kazıyalım mı? diye sorunca, o: Hayır, artık bugün Kur'ân'da bir değişiklik olmaz. Ebu Bekr dedi ki: Bu ifadenin anlamı şu ki;
o mushafta yazılı olana dönmüş ve doğru olanın o olduğunu kabullenmiş olup, daha önce kullanmış olduğu -belki de kasti olmayan- o yanlış ifadeyi çürütmüş olmaktadır.
"Meyveleri birbirine girmiş" öncekileri de, sonrakileri de üstüste yüklenmek suretiyle birbiri üstüne gelmiş demektir. Bundan dolayı da onun çıkan dallan görülmeyip, aksine sıkı sıkıya dizilmiş olur. "Üstüste iyice istif etmek" demektir. "Üstüste iyice dizilmiş" anlamındadır. en-Nâbiğa da şöyle demiştir:
"Kendisini alıkoyan (bir engel varken) açtı yolunu küçük ırmağın Ve onu evin önündeki iki perdeye doğru gelmesini sağladı, sonra da tepeden tırnağa kadar meyve ve yaprakla dolu ağaca ulaştırdı."
Mesrûk dedi ki: Cennetin ağaçlan kökünden dallarına kadar hepsi üstüste yığılmış meyvelerle doludur. (Cennetlik kişi) bir meyve yedi mi onun yerine ondan daha güzeli gelir.
 
Vakıa suresi ayet 30
"Yayılmış gölgelerde"

"Yayılmış gölgelerde" yani devamlı kalıcı, gitmeyen ve güneşin de ortadan kaldırmadığı gölgede. Yüce Allah'ın: "Rabbinin gölgeyi nasıl uzattığına bakmaz mısın? Dileseydi onu hareketsiz kılardı." (el-Furkan, 25/4Ş) buyruğuna benzemektedir. Bu ise sabah vaktinde olur ki, sözkonusu bu vakit daha ünce belirtilen âyetin tefsirinde geçtiği üzere, ortanın iyice aydınlanmasından, güneşin doğuşuna kadar olan vakittir. Cennetin her tarafı gölgeliktir, onunla birlikte bir güneş yoktur.
er-Rabî b. Enes dedi ki: Bu gölge ile Arşın gölgesini kastetmektedir. Amr b. Meymun da: Bu gölge yetmişbin yıllık mesafedir, demiştir. Ebu Ubeyde dedi ki: Araplar uzun zamana, uzun ömre ve kesintisi olmayan herbir şeye "memdûd: uzayıp giden (mealde: yayılmış)" derler. Lebid dedi ki:
"Baki kalmayı yenik düşürdü, halbuki ben yenik düşürülen birisi değildim, Uzun, sürekli ve uzayıp giden bir zaman."
Tirmizi'nin, Sahih'inde ve başka eserlerde Ebu Hureyre'nîn Peygamber (sav)'dan rivayet ettiği hadiste şöyle denilmektedir; "Cennette süvarinin gölgesinde yüzyıl boyunca yol aldığı halde gölgesini bitiremeyeceği bir ağaç vardır. Arzu ederseniz "yayılmış gölgelerde" buyruğunu okuyunuz".

Vakıa suresi ayet 31
Durmaksızın akan su;

"Ve sürekli akan" asla kesilmeden akıp duran "su yanında."
("Sürekli akan" anlamındaki kelimenin kökünü teşkil eden): "Dökmek, akmak" demektir. "Onu döktü, dökmek" denilir. "Dökülüş" anlamındadır. Bu bakımdan; "Döktü, döküş" ve "döküldü, dökülüş" denilir.
Gece ve gündüz Ve yatakları olmaksızın sürekli akan, akışı da asla kesintiye uğramayan akıp duran su demektir. Araplar çölde yaşarlar ve sıcak ülkede bulunuyorlardı. Ülkelerinde ırmaklar çok az bulunurdu. Suya ancak kovalarla ve bu kovalan bağladıkları halatlarla ulaşabiliyorlardı. Cennette bundan farklı bir nimet onlara vaadolundu, onlara dünyada bilinen, kırlarda güzelce vakit geçirmenin yollan anlatıldı. Bunlar da ağaçlar, ağaçların gölgeleri, sular, ırmaklar ve bunların kesintisiz akmaları ile gerçekleşecek şeylerdir

Vakıa suresi ayet 32
Ve (daha) birçok meyveler arasında,

Yaz ve kış meyvelerinin kesintiye uğradığı gibi o meyvelerin hiçbir zaman "ardı arkası kesilmez" dünya meyveleri gibi kendilerine yasak konulmayarak "ve asla men olunmaz pekçok meyve" vardır. Yani bu meyveler ülkelerinde gördükleri gibi az, nadir bulunacak şeyler olmayacaktır.

Vakıa suresi ayet 33
"Ve asla men olunmaz"

"Ve asla men olunmaz" ifadesinin o meyveleri almak isteyenler diken, uzaklık yahut bahçe duvarı gibi şeylerle engellenmez. Aksine kulun canı o meyveyi çekti mi onu alıverecek şekilde ona yakkışıverir. Nitekim yüce Allah: "Gölgeleri üzerlerine yakın olup meyveleri ise alabildiğine boyun eğdirilmiş halde olacaktır." (el-İnsan, 76/14) diye buyurmakladır.
Zamanla ardı arkası kesilmeyecek ve değeri şart koşulmak suretiyle alı-konulmayacak, anlamında olduğu da söylenmiştir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.


Vakıa suresi ayet 34
"Yükseltilmiş döşekler üzerinde olacaklardır"

"Yükseltilmiş döşekler üzer inde olacaklardır" buyruğu ile ilgili olarak Tirmizi, Ebu Said'den, o da Peygamber (sav)'dan yüce Allah'ın: "Yükseltil*miş döşekler üzerinde olacaklardır" buyruğu hakkında şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: "Bu döşeklerin yüksekliği hiç şüphesiz sema ile yer arası gibi beşyüz yıllık mesafe olacaktır." (Tirmizi) dedi ki: Garib bir hadistir. Biz bunu ancak Rişdin b. Sad yoluyla gelen bir hadis olarak biliyoruz,

Bazı ilim adamları da bu hadisin tefsirinde şöyle demişlerdir:
"Döşekler" dereceler hakkındadır. Dereceler arasındaki mesafe ise yer ile gök arası gibiıdir.

Buradaki "döşekler"den kastın -daha önce kendilerinden sözedîlmediği halde- cennetteki kadınlardan kinaye olduğu da söylenmiştir. Çünkü yüce Allah'ın: "Yükseltilmiş döşekler" buyruğu buna delâlet etmektedir, zira döşekler kadınların bulundukları yeri ifade eder. O halde: Güzellikleri ve mükem*mellikleri itibariyle oldukça yüksek değerli kadınlar da vardır, demektir.
Bu*na delil de yüce Allah'ın: "Şüphesiz Biz onları yeniden yarattık" buyruğu*dur. Biz onları mükemmel bir şekilde ve yeniden harikulade güzellikte yarattık, demektir. Araplar kadına "firaş (döşek)', İibâs (elbise)" ve "izar" adını verirler. Nitekim yüce Allah da: "Onlar (o kadınlar) sizin elbisenizdir (el-Bakara, 2/187) diye buyurmaktadır.

Diğer taraftan: Bu açıklamaya göre bu kadınlardan kasıt el-hum'1-îndir. Biz onları bir anneden doğmaksızın yarattık, demektir. Maksadın Âdemoğlu kadınları oldukları da söylenmiştir. Biz onları yeniden yarattık demektir ki. bu da onların gençlik haline ve mükemmel güzelliğe döndürülmeleri demektir. Yani yaşlı kadını da, genç olanları da aynı şekilde yarattık. Onlardan daha önce sözedilmediği halde zamir ile sözkonusu edilmiş olmaları bu kadınların da Ashabu'l-yemîn arasına girmelerinden dolayıdır. Çünkü -az önce de geçtiği gibi- "döşekler" kadınlardan kinayedir.
 
Vakıa suresi ayet 35
"Şüphesiz Biz onları yeniden yarattık"

"Şüphesiz Biz onları yeniden yarattık" buyruğudur. Biz onları mükemmel bir şekilde ve yeniden harikulade güzellikte yarattık, demektir. Araplar kadına "firaş (döşek)', İibâs (elbise)" ve "izar" adını verirler. Nitekim yüce Allah da: "Onlar (o kadınlar) sizin elbisenizdir (el-Bakara, 2/187) diye buyurmaktadır.
Diğer taraftan: Bu açıklamaya göre bu kadınlardan kasıt el-hum'1-îndir. Biz onları bir anneden doğmaksızın yarattık, demektir. Maksadın Âdemoğlu kadınları oldukları da söylenmiştir. Biz onları yeniden yarattık demektir ki. bu da onların gençlik haline ve mükemmel güzelliğe döndürülmeleri demektir. Yani yaşlı kadını da, genç olanları da aynı şekilde yarattık. Onlardan daha önce sözedilmediği halde zamir ile sözkonusu edilmiş olmaları bu kadınların da Ashabu'l-yemîn arasına girmelerinden dolayıdır. Çünkü -az ön-:e de geçtiği gibi- "döşekler" kadınlardan kinayedir.
Peygamber (sav)'dan da yüce Allah'ın: "şüphesiz Biz onları yeniden yarattık" buyruğu hakkında: "Dul da, bakire de onlardan olacaktır" diye buyurduğu rivayet edilmiştir.
Um Seleme (r.anha) dedi ki: Peygamber (sav)'a yüce Allah'ın:
"Şüphesiz Biz onları yeniden yarattık da onları

Vakıa suresi ayet 36
Hem bakireler kıldık, hem eşlerine düşkünler ve hep bir yaşta

hem bakireler kıldık, hem eşlerine düşkünler ve hep bir yaşta" buyruğu hakkında soru sordum, şöyle buyurdu: "Ey Um Seleme! Burada sözü edilen kadınlar dünya hayatında oldukta yaşlı, saçları ağarmış, gözleri aydınlıkla iyi seçemeyen, gözleri çapaklı kadınlardır. Allah yaşlı hallerinden sonra onları olgunlukları itibariyle aynı zamanda doğmuş ve birbirine yaşıt kadınlar olarak yaratacaktır." Bu hadisi en-Nehhas, Enes'ten geüen bir rivayet olarak senediyle şöylece kaydetmekledir: Bize Ahmed b. Amr anlattı dedi ki: Bize Amr b. Ali -anlattı, dedi ki: Bize Ebıı Asım, Musa b. Abide'den anlattı, o Yezid er-Rukaşi'den, o Enes b. Malik'ten (diye rivayet etti). Enes hadisi (Peygamber -sav-'a) ref ederek (nisbet ederek): "Şüphesiz Biz onları yeniden yarattık" buyruğu hakkında dedi ki: "Bu kadınla gözlen aydınlıkta secemeyen, gözleri çapaklı, dünyada iken gözleri aydınlıktan kamaşan, gözleri çapaklanmış kocakarı kadınlardır."
el-Müseyyeb b. Şerik dedi ki: Peygamber (sav) yüce Allah'ın: "Şüphesiz Biz onları yeniden yarattık" âyeti hakkında dedi ki: "Bu sözü edilen kadınlar dünya hayatındaki kocakarılardır. Allah onları yeni bir yaratılış ile yeniden var edecektir. Kocaları kendilerine her yaklaştığında onların bakire olduklarını göreceklerdir.1' Âişe (r.anhâ) bu sözleri duyunca: Vay çekilecek acılara, ağrılara! diye söylenmiş, bunun üzerine Peygamber (sav) ona: "Orada ağrı, sızı diye bir şey olmayacaktır" diye buyurmuştur.
 
Vakıa suresi ayet 37
Eşlerine sevgiyle tutkun( (ve) hep yaşıt,

"Eşlerine düşkünler" lafzı "Eşine düşkün" lafzının çoğuludur. İbn Abbas, Mücahid ve başkaları şöyle demişlerdir: Bu kocalarına aşık olan kadınlar anlamındadır. Yine İbn Abbas'tan gelen rivayete göre bu, sevgisini güzel sözlerle ifade eden çok seven kadın demektir. İkrime de: Nazlı ve naz yapan kadın, diye açıklamıştır. İbn Zeyd de: Bu (anlamı ile) Medi-nelilerin şivesinde böyledir, demiştir. Lebid'in şu beyitinde de bu anlamdadır:
"Çadırda çirkin (sözlü) olmayan nazlı birisi vardır, Kokusu hoştur onun, onun önünde göz kamaşır."
Mekkelilerin şivesinde ise bu anlamda; "Nazlı kadın" denilir. Yine Zeyd b. Eslem'den, sözleri güzel kadın anlamındadır, diye açıkladığı nakledilmiştir.
Yine İkrime'den ve Katade'den: lafzını "eşlerine sevgilerini izhar eden kadınlar" diye açıkladıkları nakledilmiştir. Bunun kökü, açık seçik ifadelerle maksadını açıkladı, anlamındaki 'den gelmektedir. Buna göre: "Kocasına olan sevgisini güzel sözlerle, nazlı edalarla açığa vuran kadın" anlamındadır.
Bunun, kocasının kendisinden daha da zevk ve lezzet alması için, kocasına sevgi ile itaat eden güzel kadın, demek olduğu da söylenmiştir.
Cafer b. Muhammed babasından, o dedesinden şöyle dediğim rivayet etmektedir. Rasûlullah (sav) buyurdu ki: "Eşlerine düşkünler" buyruğu; " "Konuşmaları Arapçadır" demektir.
Hamza.ve Âsım'dan rivayette Ebu Bekr bu kelimeyi "ra" harfi sakin olarak okumuşlar, diğerleri ise ötreli okumuşlardır. Her iki şekil de "feül" vez-nindeki kelimelerin çoğulunda mümkündür.
"Ve hep bîr yaşta." Aynı tarihlerde doğmuş ve aynı yaşta olmak üzere otuzüç yaşında olacaklardır. Yaşıt olan kadınlar hakkında: denilirken, erkekler hakkında da "Akran" denilir.
Araplar kadınlar arasında çocukluk yaşını aşmış ve yaşlılık dönemine henüz girmemiş kadınlara daha çok meyle derlerdi.
Bu lafzın, "birbirine benzer ve birbirine yakın şekillerde" anlamına geldiği de söylenmiştir ki, bu açıklamayı Mücahid yapmıştır.
es-Süddî de şöyle açıklamıştır: Bunlar huyları itibariyle birbirine yakındır. Aralarında kin ve kıskançlık olmayacaktır, demektir.

Vakıa suresi ayet 38
"Ashabu'l yemîn için"

Vakıa suresi ayet 39
Birçoğu öncekilerden

Vakıa suresi ayet 40
Birçoğu sonrakilerden

"Ashabu'l yemîn için" buyruğu hakkında denildi ki: Huru-1-în, es-Sâbi-kûn (ileri geçenler) içindir. "Yaşıtlar ve eşlerine düşkün olanlar" ise Ashâ-bu'1-yemin içindir.
"Öncekilerden de çok vardır, sonrakilerden de çok vardır" buyruğu ile daha önce geçen "Ashabu'l-yemin, ne Ashabu'l-yemİndir" buyruğuna atıfta bulunulmaktadır. Yani onlar arasında "öncekilerden de çok vardır, sonrakilerden de çok vardır" bunun anlamına dair açıklamalar da daha önce geçmiş bulunmaktadır.
Ebu'l-Aliye, Mücahid, Ata b. Ebi Rebah ve ed-Dahhak şöyle demişlerdir: "Öncekilerden de çok vardır" buyruğundan kasıt, bu ümmetin ilkieridir. "Sonrakilerden de çok vardır" buyruğunda da kasıt bu ümmetin sonra gelenleridir. Buna da İbn Abbas'tan: "Öncekilerden de çok vardır, sonrakilerden de çok vardır" âyeti ile ilgili olarak Peygamber (sav)'ın: "Hepsi de benim ümmetimdendir." buyruğu delil teşkil etmektedir.
el-Vahidî dedi ki: Cennetlikler iki eşit kısımdır. Bunların yarısı geçmiş ümmetlerden, diğer yansı da bu ümmetten olacaktır.
Ancak bu görüşü İbn Mace'nin Simere'inde, Tirmizi'nin Cami'indc, Bureyde b. Hasîb (r.a)'dan kaydettikleri şu rivayet reddetmektedir. Bureyde dedi ki.: Rasûlullah (sav) buyurdu ki: "Cennetlikler yüzyinni saf olacaktır. Bunların sekseni bu ümmetten, kırkı ise diğer ümmetlerden olacaktır. Ebu İsa dedi ki: Bvı hasen bir hadistir
"Çok vardır" buyruğu ya mübtedâ olanık merfudur, veya sıfat harfinin haberinin hazfedümesi dolayısıyla inerfu gelmiştir, takdiri de şu şekildedir: "Ashabu'l-yeminin iki kalabalık grubu vardır. Bunların birisi bunlardan, diğeri de öbürlerindendir." İkinci görüşe göre öncekiler geçmiş ümmetlerden, sonrakiler de bu ümmetten olacaklardır.
 
Vakıa suresi ayet 41
Ashâbu'ş-şimal, ne bedbaht Ashabu'ş-şimaldir!,

"Ashabu'ş-şimal, ne bedbaht ashabu'ş-şimaldir!" buyruğu ile yüce Allah cehennemliklerin konaklarını süzkonusu etmektedir Onlara 'Ashabu'ş-şimal" adını vermesinin sebebi, amel defterlerini «)l taraflarından alacak olmalarıdır. Daha sonra yüce Allah onların uğrayacakları bela ve azabın büyüklüğünü süzkonusu ederek; "Ashabu'ş-şimal, ne bedbaht Ashabu'ş-şimaldir.

Vakıa suresi ayet 42
Beyinlerine kadar İşleyen bir sıcaklıkta ve son derece kaynamış suda,

Beyinlerine kadar İşleyen bir sıcaklıktadırlar)'" diye buyurmaktadır. Bu buyruktaki "es-semûm" (mealde: beyinlerine kadar işleyen sıcaklık"); vücudun ve derinin gözeneklerinden içeriye doğru giren sıcak rüzgar demektir. Burada maksat ateşin sıcağı ve onun kavuruculuğudur.
"Ve son derece kaynamış soda." Harareti en ileri dereceye kadar ulaşmış bir suda (Hamim) demektir. Ateş ciğerlerini ve bedenlerini yakacağı vakit, onlar bu kaynamış suya koşacaklardır. Tıpkı ateşten o ateşin sıcağını söndürmek için suya koşup giden gibi. Ancak o suyun son derece sıcak ve kaynamış olduğunu görecektir. Daha ünce el-Kıtal (Muhammed) Sûresi'nde: "Ve bağırsaklarını paramparça eden kaynar sudan içirilen kimseler." (Muhammed, 47/15) buyruğu geçmiş bulunmaktadır.

Vakıa suresi ayet 43
Kapkara bir gölgededirler.

"Kapkara bir gölgededirler." Onlar aşırı sıcaktan bu gölgeye koşup sığınmaya çalışacaklardır. Tıpkı dünyadakilerîn yaptığı gibi yapacaklar, fakat sığındıkları bu gölgenin "Yahmûndan olduğunu göreceklerdir. Bu da cehennem dumanından son derece siyah bir gölgedir. Bu açıklama İbn Abbas, Mücahid ve başkalarından rivayet edilmiştir. Aynı şekilde sözlükte "el-Yahmûm" son derece siyah demektir. O halde bu lafız; den gelen ';yef ûl" vezninde bir kelimedir ki, bu da ateşin yakması ile siyahlaşmış iç yağı demektir.

ed-Dahhak dedi ki:
Cehennem ateşi de siyahtır, oradakiler de siyah olacaklardır. Onun içindeki herşey de siyahtır.
Yine İbn Abbas'tan gelen rivayete göre cehennem ateşi siyahtır. İbn Zeyd dedi ki: "Yahmûm" cehennemde bir dağın adıdır. Cehennemlikler onun gölgesine sığınmaya çalışacaklardır.
 
Vakıa suresi ayet 44
O serin de değildir, faydası da yoktur.


"o serin de değildir.* Aksine o sıcak olacaktır. Zira bu, cehennem kıyısından gelen bir dumandan olacaktır,
"Faydası da yoktur" ed-Dahhak'tan tatlı (bir gölge) olmayacaktır, diye açıkladığı nakledilmiştir. Said b. el-Müseyyeb: Görünüşü güzel değildir demektir, diye açıklamıştır, Esasen hayır namına bir özelliği bulunmayan her şey, "kerîm değildir."
Bir açıklamaya göre "kapkara bir gölgededirler" yani onlar cehennemden bir gölgededirler ve bununJa azab edileceklerdir. Yüce Allah'ın: "Onların üzerlerinde de ateşten tabakalar ve altlarında da tabakalar vardır." (ez-Zümer, 39/16) buyruğunda olduğu gibi.


Vakıa suresi ayet 45
Çünkü bunlar, daha önce nimetlere gark olmuş, refahtan gözleri dönmüş kimselerdi


"Çünkü bunlar daha önce nimetlere gark olmuş, refahtan gözleri dönmüş kimselerdi." Yani onların bu cezayı hakedişlerinin sebebi, dünyada iken haram ile istifâde eden kimseler olmalarıdır.
Buyruktaki "el-mütref* İbn Abbas ve başkalarından nakledildiği üzere, nimetler İçerisinde bulunan kimse demektir. es-Süddî: "Nimetlere gark olmuş" yani şirk içerisinde bulunan kimselerdi demektir, diye açıklamıştır.


Vakıa suresi ayet 46
. O büyük günah üzerinde de ısrar ederlerdi.


"O büyük günah üzerinde de ısrar ederlerdi." Şirk üzere devam ederlerdi. el-Hasen, ed-Dahhak ve İbn Zeyd'den böyle açıkladıkları nakledilmiştir. Katade ve Mücahid dedi ki: Büyük günah, kendisinden tevbe etmedikleri günahtır.
eş-Şâbî: Bu ğamus yeminidir, demiştir. Bu da büyük günahlardandır, demiştir. Yemininde durmadı" yani yerine getirmeyip geri döndü denilir. Onlar, Öldükten sonra diriliş yoktur, putlar Allah'ın ortaklarıdır, diye yemin ediyorlardı. İşte yeminlerinde durmayışları da budur, Yüce Allah onların bu halini: "Onlar var güçleriyle: Ölecek bir kimseyi Allah diriltmez diye Allah'a yemin ettiler" (en-Nahl, 16/38) diye haber vermektedir. Peygamber (sav) iie ügiii haberde de: "Hira dağında ibadete çekilirdi denilmektedir. Yani Günah dernek olan "hins"i kendisinden kaldıracak işler yapardı, demektir.
 
Geri
Üst
AdBlock Detected

We get it, advertisements are annoying!

Sure, ad-blocking software does a great job at blocking ads, but it also blocks useful features of our website. For the best site experience please disable your AdBlocker.

I've Disabled AdBlock    No Thanks