Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

kabir azabi varmi?

milwaukee

Üyeliði durduruldu
Katılım
12 Şub 2006
Mesajlar
222
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Kabir Azabı Meselesi


Kabir azabı, veya kabir hayatı herşeyden önce gaybi bir konudur. Gerçek anlamda böyle birşeyin olup olmadığını ancak Rabbımız bilir. Allah-u Tealâ Kur'ân'da sık sık müslümanları gaybe iman edenler olarak tanımlar. Bu hiçbir zaman, müslümanlar gelecekte veya ahirette olacağı iddia edilen her habere inanırlar anlamına alınmamalıdır.






Ayetler:


1- O sabah akşam ateşe sunulur. Kıyamet koptuğu gün de "Fir'avn ailesini azabın en çetinine sokun denilir." (40/46)


2- Hatalarından dolayı boğuldular. Ateşe sokuldular. Kendilerine Allah'tan başka yardımcılar da bulamadılar." (71/25}


3- "Allah inananları dünya hayatında da ahirette de sağlam sözle tesbit eder. Allah zalimleri de saptırır. Ve Allah dilediğini yapar. "(14 727)


4- "Ona cennete gir denilince ne olurdu dedi kavmim bilseydi. Rabbımın bana bağışladığını ve beni ağırlananlardan kıldığını. " (36/27)


5- "Sonra onu öldürdü kabre koydu." (80/2 1 )


6- "Belki dönerler diye, mutlaka onlara o büyük azabtan ayrı olarak yakın azabı da taddıracağız. " (32/ 21) (Ayrıca Bakınız: 3/169, 20/124, 6/98, 9/84)



İddia ve Delillerin Değerlendirilmesi:


l Kafir çocuklarının cennet ehline hizmetçi kabul edilmesi de bu çelişkilerden biridir. Kafir çocuklarıyla, mü'min çocuklarının sorumluluk açısından ne gibi farkları vardır. Kafir bir anne babadan olmak çocukların cezalandırılması veya ikinci sınıf bir statüye tabi kılınmasını haklı kılar mı?


c. Yine kabirde sorgulanma hadisesi de bizce Kur'ân'la çelişmekledir, Çünkü hesapların kıyametten sonra sorulacağı konusunda çok sayıda ayet vardır. Ahirete hesap günü denmesi de bundandır.


Azabın nasıl olacağı , ruhların cesetlere nasıl ve ne kadar iade edileceği konusundaki tartışmaları okuyunca, bunların üstüne, ünlü ulemaların konuyla ilgili olarak Cuma ile ilgili iddiaları da eklenince bu insanların mantıklarını daha iyi kavrayabiliyoruz.


Bu mantığın ne tür hadislerin arkasına sığındığını, Kur'ân ayetlerini, siyak-sibaka ters olarak nasıl kullandıklarını anlayabiliyoruz.


Zaten önemli olan da bu zihniyetin mantığını kavramaktır. Kafir çocuklarını hizmetçi, mü'min çocuklarını efendi kılan zihniyetin ne kadar Resulullah'ın yolundan gittiğini, ne kadar Kur'ân'ı anladığını daha net görebiliyoruz.


Bu zihniyetin mantığını keşfettikten sonra ayetlere ve hadislere yaklaşım biçimlerini kavrayabiliyoruz. Bu mantık Kur'ân'a göre yönlendirilmiş, Kur'ân'a teslim olmuş, Kur'ân'ın şekillendirdiği bir mantık değildir.


3) Ayetlerin Değerlendirilmesi:


Daha önce de dediğimiz gibi hangi mantığın bu ayetleri iddialarına delil olarak getirdiğini bilmek çok önemlidir.


Ayetleri siyak-sibak içerisinde, konu ve Kur'ân bütünlüğüne göre değerlendirmemek verilmek istenen mesajı amacından saptırır.

Üstelik Kur'ân'ın kendine özgü üslubunu yok saymak, Kur'ân'ın mesajını muhatabına anlatmakta kullandığı ifade biçimlerini ve teknikleri görmezlikten gelmek veya bundan habersiz olarak konuya yaklaşmak tehlikenin boyutlarını göstermek için yeterlidir.


Biz, kabir azabına veya kabirde bir hayat olduğuna dair delil olarak ileri sürülen ayetlerin konuyla ilgisi olmadığı kanaatindeyiz.


Kur'an'dan bilgisi olan insanlar bunu hemen farkedeceklerdir. Az sonra örneklerini vereceğimiz gibi dolaylı olarak ilgi kurulmaya çalışmanın faydasız bir zorlama olduğuna inanıyoruz
.
Örneğin; aşağıdaki ayetler bunun ilginç örnekleridir:


Nuh Suresinin 25. ayetinde geçen "fe-udhilu" kelimesindeki "fa"nın takibiyye olduğu bu nedenle "boğulur boğulmaz ateşe sokulmuşlardır" anlamını verdiği, bu da gösteriyor ki kıyametten evvel Nuh'un kavmi ateşe sokulmuşlardır denilmektedir.


Oysa sûre bir bütün olarak ele alındığında, iddia edildiği gibi kıyametten önceki bir ateşe sokulmayı değil, onların boğulmaları ile kıyametten sonraki ateşe sokulmaları arasında bir hayatın olmadığını anlatır.


Boğulan insanlar için ateşe atılmak o kadar yakın ki... Arada herhangi bir zaman dilimi de yok.


Boğuldular ve hemen cehennem ateşine girecekler. Dirilme ile ilgili ayetlere baktığımızda ne kadar uyum içerisinde olduğunu görürüz. Burada bir de muhataplara bir mesaj vardır. Ateş.. İşte bu kadar hakikattir. Ve mutlaka gelecektir. Ölen için hayat kıyamete kadar bitmiştir. Ölen için kıyamet hemen kopacaktır. Ve tabii hemen ateşe gireceklerdir.


İbrahim Suresinin 27. ayetinde geçen "ahiret" kelimesinden muradın kabir hayatı olduğu iddiası ise laf olsun diye söylenen bir sözden öte bir anlam taşımamaktadır. Çünkü herhangi bir mesnedi olmadığı gibi Kur'ân gerçeğine de terstir. Çünkü Kur'ân'a göre dünya hayatının devamı ahiret hayatıdır.


Yasin Suresinin 27. ayetinde kabir hayatıyla ilgili herhangi bir ifade yoktur. Elçilerden birinin temennisisinin 46. ayetidir. Konuya 43. ayetten itibaren okuyarak girelim.
Mü'min kişi Fir'avn ailesine konuşuyor:


"Sizin beni çağırdığınız şeye kesinlikle ne dünyada ne de ahirette davet olunmaz. Bizim dönüşümüz Allah 'adır. Müsrifler, işte onlar ateş halkıdır. Benim size söylediklerimi yakında hatırlayacaksınız. Ben işimi Allah'a bırakıyorum. Şüphesiz Allah kulları görür."


"Allah onu, onların kurdukları tuzaklardan korudu. Ve Fir'avn ailesini azabın en kötüsü kuşattı. Ateş..Sabah akşam ona arzolunurlar. Kıyamet çattığı gün Firavn azabın en ağırına sokun.


"Ateşin içinde birbiriyle tartışırlarken zayıf olanlar, müstekbirlere dediler ki, biz size uymuştuk, şimdi siz şu ateşin küçük bir parçasını savabilir misiniz? Müstekbirler de dediler ki: Hepimiz onun içindeyiz. Allah kullar arasında hüküm verdi. (40 / 43 - 48 )


Şimdi ayetler bir bütün olarak ele alındığında, 46. ayet kabir azabına nasıl delil olarak getirilebilir. Biz ayetleri biraz daha etraflıca tetkik edelim;


1- 43. Ayette; müsriflerin ateş halkından oldukları anlatılıyor. Burada müsrif olarak adlandırılanlar Fir'avn ve adamları da dahil olmak üzere tünraşırı gidenlerdir. Ateş halkından (Ashabunnâr) kasıt ise cehennem ehlidir. Müsriflerin cehennem, yani ateş halkı olduğu anlatılıyor. Kur'ân'da "Ashabunnar" deyimi yalnızca cehennemle ilgili olarak kullanılmaktadır. (2/ 39,81,217,257,275,_3/116, 5/29)


2- 44. Ayette "söylediklerimi yakında hatırlayacaksınız" ifadesinin "yakında görecekler", "yakında bilecekler" türünden benzer ifadeleri de kullanılmaktadır. Bu ifadelerin hepsinin anlattığı şey ahiretteki hesaplaşmadır. Kafirlerin sonu ise zaten dünyadayken bellidir. Kur'ân'da bunun birçok örneği var. (Bkz.: Tekasür Sûresi)

3- 45. Ayette "yakında hatırlayacaksınız" ifadesi Kuran’ın kendine özgü üslubuyla dile getirilmektedir.

"Ona cennete gir denilince keşke dedi, kavmim bilseydi. Rabbınıın beni bağışladığını ve ağırlananlardan kıldığını. "


Elçinin bunu cennete girerken söylemesi ayetin sağa sola çekilmesine zaten imkan vermemektedir. Dedik ya.. Mantık çok önemli.. Hangi mantık bu ayetleri kullanıyor?

Kabir azabçılannın üzerinde düşünmeye değer tek delilleri,-ki buna sıkı sıkıya sarılıyorlar- Mii'min Surenin cevabını buluyoruz. Evet, Allah onu korudu ve Fir'avn ailesini kötü azab (suel azab) kuşattı. Kur'ân'da "suel azab"tan kasıt ta yine cehennem azabıdır. (Bkz: 6/157, 27/5, 39/24,47)


Aslında suel azab'ın cehennem azabı olduğunu anlamak için, hemen-arkadan gelen ayeti okumak da yeterlidir.


Ayet numaralarını gözönünde bulundurmadan 45 ve 46. ayetleri birlikte okuduğunuzda Fir'avn ailesini kuşatan kötü azabın ateş olduğu ve sabah-akşam ona girecekleri (arzolunacakları anlatılıyor. "Ennar" (ateş kelimesi Kur'ân'da hep cehennem veya cehennemdeki ateş anlamında kullanılmıştır. (Bkz: 2/24, 3/131, 4/56, 7/38-41, 9/35 gibi.)


4- Bazı meal ve tefsirlerde "yuridune" kelimesi; "gösterilir", "sunulur" şeklinde tercüme edilmiş. Kelimede herne kadar gösterilme, sunulma anlamı varsa da, bu ve benzeri kullanımların da yaslanmak, girmek anlamı ön plandadır. Gösterilerek cehenneme girmeleri de ifade edilmiş olabilir. Şimdi konu ile ilgili ayetleri görelim. "Yuridune" kelimesinin hangi anlamda kullanıldığına bakalım.


Şûra Sure'si'nin 45. ayetinde ibare aynen, Mü'min 46. ayetteki gibidir: "Yuridune aleyhe", aşağıda görüleceği gibi açıkça cehenneme atılmaları anlatılmaktadır.

"Yine onları görürsün; aşağılıktan başlarını öne eğmiş vaziyette arzolunurlarken, göz ucuyla, gizli gizli bakarlar, inananlar da işte işte hüsrana uğrayanlar, kıyamet günü kendilerini ve ailelerini hüsrana sokanlardır. Bakın, gerçekten zalimler sürekli bir azab içindedir derler. "

Şimdi benzer ayetlere göz atalım:

Kafirler ateşe arzolunacakları (girecekleri) gün.- Bu gerçek değil miymiş? 'Rabbımız hakkı için, ‘evet' derler, öyleyse inkar etmenizden dolayı azabı tadın." (46/34)


"Kafirler ateşe arzulanacakları (girecekleri) gün: Dünya hayatında bütün güzel şeylerinizi zayi ettiniz, yere büyüklük taslamanızdan ve yoldan çıkmanızdan ötürü bugün alçaltıcı bir azab ile cezalandınlacaksınız." (46/20}


Ayetlerden de açıkça görüldüğü gibi burada ateşin insanlara, (Mü'min: 46 ile ilgili olarak da Fir'avn ailesine) gösterilmesinden değil, insanların o ateşin içine girmesinden söz edilmektedir.

5- Oysa kabirde cehennem ateşinde yanmak diye birşey söz konusu değildir. Üstelik kabirde azab olduğunu iddia edenlerin de böyle bir görüşü yoktur. Dolayısıyla buradaki ateşe sunulma kabir azabı ile değil, kıyametten sonraki cehennem azabı ile ilgilidir.

6- 46. Ayette "sabah-akşam" diye tercüme edilen "Ğuduvven-aşiyyen" kelimeleri Arapçada bir deyimdir. Ve sürekliliği, sonsuzluğu anlatır. (Zemahşeri'nin Keşşafında konuyla ilgili çok malzeme vardır. Hatta bu ayetin nasıl anlaşılması gerektiğiyle ilgili de ilginç yorumlar da mevcuttur.) Benzer ifadeler Kur'ân'ın değişik surelerinde kullanılmaktadır. Örneğin Hud Suresi'nin 107 ve 108. ayetlerinde: Kafirlerin gökler ve yer durdukça cehennemde, mü'minlerin de gökler ve yer durdukça cennette kalacaklarından söz edilmektedir. Yani cennette ve cehennemde bizim bildiğimiz gökler ve dağlar mı vardır ki böyle deniyor, bilemiyoruz. Üstelik kıyamet günü her şeyin parça parça olacağı anlatılmıyor mu? Oysa bu ayetlerde insanların nazarında göklerin ve yerin büyüklüğüne, yüceliğine, sağlamlığına, sonsuzluğuna dikkat çekilerek bir benzetme yapılıyor. İnsanın cennette ve cehennemde sonsuza değin kalacağı vurgulanıyor.


Konu bu anlatımla pekiştiriliyor "sabah-akşam" kelimesi de böyle, azabın sürekliliğini ve sonsuzluğunu anlatıyor,


İşte bu ayette "ğuduvven-aşiyen" kelimelerinin geçmesi de buradaki azabın kıyametten sonraki cehennem azabı.olduğunu anlatıyor. Çünkü iddia edilen kabir azabı sürekli değildir. Ayrıca (78/23) de cehennemde çağlar boyu (yani ebe-diyyen) kalınacağı anlatılıyor.

7- 46. Ayetin devamında "saat çattığı gün, Fir'avn ailesini azabın en çetinine sokun" cümlesi önceki anlatılanları pekiştirmek ve destekleme içindir. Anlatılanların "saat'ten sonra meydana geleceğini vurgulamak içindir.


Kur'ân'ın bir çok yerinde benzer anlatımlar vardır.


Biz sadece ahiretle ilgili olanlardan örnekler vereceğiz. .


" Ve her ümmetin âyetlerimizi yalan sayanlarından bir cemaati toplayacağımız gün, artık onlar bir arada tutulup (hesap yerine) sevkedilirler.Geldikleri zaman der: Ayetlerimi anlamadığınız halde yalanladınız mı? Yoksa ne yaptınız ? Zulmetmeleri yüzünden o söz başlarına gelmiştir.

Artık konuşmazlar. Görmediler mi biz geceyi içinde istirahat etmeleri için yarattık. Gündüzü de aydınlık yaptık. Şüphesiz bunda inanan bir kavim için ayetler vardır. Sur'a üflendiği gün göklerde ve yerde bulunanlar-hep korku içinde kalır. Meğer Rabbın dileye. Hepsi boyun bükerek onage/ir/er..."(27/83-90)



"Siz ve Allah'tan başka taptıklarınız cehennemin odunusunuz. Siz oraya gireceksiniz. Eğer onlar tanrı olsalardı oraya girmezlerdi. Oysa hepsi orada ebedi kalacaklardır. Onlar için bir inleme ve soluma vardır. Ama bizden kendilerine güzellik geçmiş olanlar işte onlar ondan uzaklaştırılmışlardır. Onun uğultusunu duymazlar. Ve canlarının çektiği içinde ebedi kalırlar. O en büyük korku onları asla tasalandırmaz. Melekler onları; 'size söz verilen gün işte bugündür' diyerek karşılarlar. O gün göğü kitap gibi düreriz. İlk yaratmaya nasıl başladıksa onu yine öyle çeviririz, üzerimize söz bunu mutlaka yapacağız." (21798-104) Ayrıca 237 99-110 ayetlerine bakınız.


Şimdi bu ayetlerde de önce cehennem azabından, cennet nimetlerinden söz ediyor, daha sonra kıyametin kopmasına geçiliyor.


Şimdi bu ayetleri bir bütünlük içinde, siyak-sibakına uygun olarak, Kur'ân'ın ilkelerini ve üslubunu göz önünde bulundurmadan, cennet nimetlerinin ve cehennem azabının kıyametten önce olduğunu mu söyleyeceğiz?


Ayrıca Kehf Suresi'nin 52-53, ayetlerinde suçluların ateşi görmelerinin ahirette (kıyametten sonra) olacağı anlatılıyor.


.
 

milwaukee

Üyeliði durduruldu
Katılım
12 Şub 2006
Mesajlar
222
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Kabirde Hayat Olmadığını Gösteren Ayetler


Kur'ân-ı Kerim'deki dirilişle ilgili ayetlere baktığımızda, kabirlerde herhangi bir hayat izinden bahsedilmiyor.


Kabirde, yıllarca kalan insanların, herhangi bir ceza ve mükafata çarptırıldıklarının da izine rastlanmıyor. Aksine insanlar şaşkın şaşkın bakıyorlar. Mükafat ve cezaya hiç de hazırlıklı değiller. Mezarlarda ne kadar kaldıklarından haberleri yok.


Eğer orada bir acı ve nimet tatsalar onları hatırlamaları gerekmez mi?


Öldükten hemen sonra dirildiklerini sanıyorlar. Üstelik insanlar ne durumda olduklarını ancak yeniden dirildikten sonra anlıyorlar.


İnfitar Suresi'nin 4 ve 5. ayetleri çok açık:


"Kabirlerin içi dışına getirildiği zaman, her can ne öne sürdüğünü ne geri bıraktığını bilir." (82/4-5}

Ayrıca kitaplarını (amel defterlerini) alan insanların şaşkınlıklarına ne demeli. (69/25)

O zaman insan kaçacak yer arar. (70/10)


Eğer iddia edildiği gibi kabirden kolay geçenin hayatı kolaylaşacak, zor geçenin hayatı daha da zorlayacak olsaydı, insan niye böyle telaş etsindi ki?

Zaten sonunu biliyor. Boynunu büker otururdu. Kendisine durum açıklandıktan sonra, nasıl sonuca teslim olduysa, kabirdeki durumunu bildiği için de herhangi bir telaşa gerek kalmazdı.

Üstelik, sorgu madem kabirde yapıldı, herkesin ne olduğu ortaya çıktı, mahşerde yeniden sorgulamanın ne anlamı kalırdıki?


Biz şahsen, insanların sorgulamalarının ve ebedi hayatın kıyametten sonra başladığı kanaatindeyiz. Gayb olan bir konuda> daha fazla tartışmaya girmek istemiyoruz. Biz Rabbımızın, Kur'ân'da bildirdiği gerek gaybi olsun gerekse görünürdeki bütün anlattıklarına iman ediyoruz. Çünkü gaybı bilen yalnızca Allah'tır. Şimdi konu ile ilgili ayetlere geçelim:

"Sura üflendi, işte onlar Bahirlerden rablerine koşuyorlar. Dediler; Vah bize yattığımız yerden kim kaldırdı, İşte Rahmanın va'dettiği şey budur. Demek peygamberler doğru söylemiş." (36/51-52)


"O gün Sur'a üflenir, ve o gün suçluları gömgök süreriz. Kendi aralarında gizli gizli konuşurlar. 'Sadece on gün kaldınız. Onların dediklerini biz daha iyi biliyoruz. En akıllıları sadece bir gün kaldınız' der." (20/ 102-104)



Rabbımız tüm bu ayetlerinde ölülerin diriltilmesinden bahsediyor. Acı çeken, nimetlenen insanlara, şahsiyetlere, üstelik akıl sahibi kişilere nasıl ölü denir.


Eğer mezardakiler ölü değil iseler, Allah’ın kıyamet günü dirilteceği ölüler neyin nesidir.


İster bedene ister ruha, isterse her ikisine birden olsun, azab ve mutluluk veriliyorsa ve bunlar sorulan sorulara aklı başında kişiler olarak cevap veriyorlarsa bunlara ölü demek mümkün değildir. Bunların dirilmeye de ihtiyaçları yoktur.


Çünkü zaten onlar bu durumda canlı değiller midir? Eğer bunlar canlılık alameti değilse, canlılık alameti nedir?



Sonuç

İnsanların bir şeye var demesi, o şeyi var kılmıyor. Aynı şekilde var olan bir şeye de insanların yok demesi, o şeyi yok etmiyor. Bu nedenle Kur'ân'da hakkında herhangi bir bilgi olmayan bir konuda, hem de gaybî olan bir konudar üstelik insanların bilgi ve tecrübelerinin de olamıyacağı bir konuda, bu konu vardır ve haktır. Buna inanmak vaciptir, imanın gereğidir demek İslâmî bir tavır olmadığı gibi bunun mantıkî bir açıklaması da yoktur. İnsanlann Kur'ân gibi bir ölçeri yoksa, üstelik düşünmüyorlarsa da, bunlar için inanma' nın da yaşamanın da ölçülecek ve üzerinde durulacak bir yanı yoktur.
 

sonosmanlý

New member
Katılım
7 Şub 2006
Mesajlar
54
Tepkime puanı
2
Puanları
0
allah kimseyi sapıtmasın...
sapıtınca işte bu iki yazıda olduğu gibi kendi yazdığı metinde değişik yerlerde insan kendini tekzip eder...
yazdığın yazıyı şöyle alıcı gözle okuda bi bak kaç tane çelişki var :)
kendi yazdığın yazıyı kendin çarpıtmışsın.
sonra yazısını çaldığın adam hadi incelememiş sen neden incelemedin?
aldığın ayetlerin evveline ve ardına bak bakalım kabir azabından iz yokmu?


vah zavalla sapığım benim vah...
senin için üzülümeye başladım :)
 

sonosmanlý

New member
Katılım
7 Şub 2006
Mesajlar
54
Tepkime puanı
2
Puanları
0
tabii senin için hadiste bi anlam ifade etmiyor değilmi?
sıkıştığında inkar ediverirsin olur biter.
hattta hadisleri nakledenleride cahil ilan edersin daha kolay olur.
bu güne bü gün sen müçtehidsin.
yanlışmı yoksa sevgili müçtehid hazretleri?
 

alem-i ervah

New member
Katılım
20 Ocak 2006
Mesajlar
463
Tepkime puanı
4
Puanları
0
peki muvahhid kardeşim kişinin kendi kıyameti olan bu ölümde toprak altında ne yaptıklarını düşünüyorsunuz???hiçbir şey olmadan beklediklerini mi??yoksa başka bir şey mi??
 

ercan1980

Üyeliði durduruldu
Katılım
15 Ara 2005
Mesajlar
186
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Web sitesi
www.kurandini.net.tc
bicaregül' Alıntı:
peki muvahhid kardeşim kişinin kendi kıyameti olan bu ölümde toprak altında ne yaptıklarını düşünüyorsunuz???hiçbir şey olmadan beklediklerini mi??yoksa başka bir şey mi??

"Kişinin kendi kıyameti" ne demek? Bu inanç İslam kaynaklı değildir. Kıyam (et)=kalkmak, dikilmek demektir. Kıyamet günü "Diriliş/ayağa kalkış günü" demektir. Hesap gününden önce mezarlar devşirilir ve toprak olmuş kemikler dahi yeniden derlenerek ilk adem ile son adem arasındaki tüm insanlar (imamlarının arkalarında) hesap yerine sürülürler.

İnsana beden verilmesinin sebebi kendi aleyhlerinde tanıklık yapmaları içindir. Ceza ve mükafat aslında insanın ruhuna/özüne verilecektir. Öte yandan (kabir azabı gerçekten varsa) cennet ehlinin de kabirde azab çekmesi hiç de adil diil. Lütfen birşeyi savunacağınız vakit, o işin doğruluğu üzerinde kesin bir kanıya varınız (Kuran'a bakınız)! Geniş bilgi için : http://kurandini.orgfree.com/readarticle.php?article_id=20
 

milwaukee

Üyeliði durduruldu
Katılım
12 Şub 2006
Mesajlar
222
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
ALLAH RAZI OLSUN ERCAN KARDESIM.
KURANDA KABIR AZABI YOK AYETLERE BAKIN.AMA SIZ AYETTEN NE ANLARSINIZ.
BICAREGUL BACIM OLEN ICIN ZAMAN YOK GIBIDIR,
Sura üflendi, işte onlar Bahirlerden rablerine koşuyorlar. Dediler; Vah bize yattığımız yerden kim kaldırdı, İşte Rahmanın va'dettiği şey budur. Demek peygamberler doğru söylemiş." (36/51-52)
 

scarface

New member
Katılım
24 Mar 2006
Mesajlar
13
Tepkime puanı
0
Puanları
0
ercan1980' Alıntı:
"Kişinin kendi kıyameti" ne demek? Bu inanç İslam kaynaklı değildir. Kıyam (et)=kalkmak, dikilmek demektir. Kıyamet günü "Diriliş/ayağa kalkış günü" demektir. Hesap gününden önce mezarlar devşirilir ve toprak olmuş kemikler dahi yeniden derlenerek ilk adem ile son adem arasındaki tüm insanlar (imamlarının arkalarında) hesap yerine sürülürler.

İnsana beden verilmesinin sebebi kendi aleyhlerinde tanıklık yapmaları içindir. Ceza ve mükafat aslında insanın ruhuna/özüne verilecektir. Öte yandan (kabir azabı gerçekten varsa) cennet ehlinin de kabirde azab çekmesi hiç de adil diil. Lütfen birşeyi savunacağınız vakit, o işin doğruluğu üzerinde kesin bir kanıya varınız (Kuran'a bakınız)! Geniş bilgi için : http://kurandini.orgfree.com/readarticle.php?article_id=20

cennet ehlinin neden kabirde azap çekmesi adil diil. .ben kabir azabının olduğunu savunuyorum sen yok diyorsun.yok derken birde adil olmadığını söylüyorsun.düşün bir kere ya yanılıyorsan.
bak kardeşim ehli sünnete karşısında ALLAHA niye zalimlik addediyorsun.sapık olduğun ta burdan belli zaten.
şu wardığın kesin kanıyı annatta bizde örenelim nerden vardın bu kanıya.bir müslümanla bir kafirin aynı muameleyi görüceği kanısına nerden vardın.orası dünya hayatıylabir tutamazsın.insan öldükten sonra hakikatla burun buruna gelir.ama sen kalkmış bi yahudiyle bir hristiyanla müslümanı aynı kefeye koyup kabirde aynı muameleye tabi tutulacağını savunuyorsun.kafir için ölüm anında başlar ızdırap.
 

milwaukee

Üyeliði durduruldu
Katılım
12 Şub 2006
Mesajlar
222
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
ben kabir azabi kesinlikle yok demiyorum ama bunun uranda olmadigini ve olmayabilecegini soyluyorum.
 

ercan1980

Üyeliði durduruldu
Katılım
15 Ara 2005
Mesajlar
186
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Web sitesi
www.kurandini.net.tc
scarface' Alıntı:
cennet ehlinin neden kabirde azap çekmesi adil diil. .ben kabir azabının olduğunu savunuyorum sen yok diyorsun.yok derken birde adil olmadığını söylüyorsun.düşün bir kere ya yanılıyorsan.
bak kardeşim ehli sünnete karşısında ALLAHA niye zalimlik addediyorsun.sapık olduğun ta burdan belli zaten.
şu wardığın kesin kanıyı annatta bizde örenelim nerden vardın bu kanıya.bir müslümanla bir kafirin aynı muameleyi görüceği kanısına nerden vardın.orası dünya hayatıylabir tutamazsın.insan öldükten sonra hakikatla burun buruna gelir.ama sen kalkmış bi yahudiyle bir hristiyanla müslümanı aynı kefeye koyup kabirde aynı muameleye tabi tutulacağını savunuyorsun.kafir için ölüm anında başlar ızdırap.

Nasıl biliyorsanız öyle olsun! Allah'ın terazisi şaşmaz!
 

byolcu

New member
Katılım
27 Ara 2005
Mesajlar
53
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
muvahhid kıvırdı yine. sen iklk yazında kuranda kabir azabı yoktur demiyormuydun
 

byolcu

New member
Katılım
27 Ara 2005
Mesajlar
53
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
BERZAH ALEMİ

Bir gül kuruduktan sonra hafızalarda, resimlerde gülün manasının saklı olması gibi bir insan yaşarken yaptığı her olay her hareket her düşünce bu kainat kitabına yazılır. insanın yaptığı her olay bu kainatta bir iz bırakır. Ve insanın ölmesiyle ölen şey sadece bedendir. Gülün tohum bırakması gibi insanda öldükten sonra geriye bir şey bırakır.

Bu fani dünyada bir mü'min günahlarının cezasını ve bir inkarcı amellerinin mükafatını alır. Bu yüzden bu dünya müslümanın cehennemi , kafirin cenneti denmiştir. Durum böyle olduğu halde bir mü'min bir kafirden bu dünyada 100 kat daha huzurludur. Çünkü onun imanı gittiği yerleri güzelleştirir. Kafir ise gittiği her yerde her şeyden korkar, ölüm bir anlığına aklına gelse neşesini hemen kaybeder. Kulum beni nasıl bilirse ona öyle davranırım kutsi hadisinin sırrınca müslümanın imanı Alahı güzel bildiğinden hem bu dünyada hem berzah aleminde hem ahirette mü'min olan insan güzelliklerle karşılaşır.

Ahlaksızlıklar hep ateşi belayı cehennemi çekmiş. İman nuru ise bunları kovmuş. İnsanlar ne zaman sapıklıklara, ahlaksızlıklara daldıysa bir peygamber gelmiş ve onları iman etmez iseler büyük bir azapla korkutmaya çalışmışlar. Bu dünyada ve ahirette ahlak arasında bir ilişki var iken ikisinin ortasında olan berzahta bu ilişki neden olmasın?

Berzah alemi vardır fakat her insan öldükten sonra bu alemde şuurlu olamayabilir. Ölen insanın öldüğü andaki zihin gücüne göre insan berzahta şuurlu veya şuursuz olabilir.

Ali İmran133-Ve koşuşun Rabbinizden bir bağışlanmaya ve takva sahipleri için hazırlanmış eni gökler ve yer genişliğinde olan cennete.

Râzî tefsirinde nakledildiği üzere Herakl'in (yani Rum kralının) elçisi Peygamberimize: "Sen 'müttekîler için hazırlanmış ve genişliği yer ve gökler kadar' olan bir cennete davet ediyorsun? O halde nâr (cehennem) nerede?" diye sormuş. Resulullah (s.a.v.): "Sübhanallah (Allah'ı noksan sıfatlardan tenzih ederim), gündüz olduğu zaman gece nerede olur?" buyurmuş olduğu rivayet edilmiştir.

Yani, ışığın geceyi gündüze çevirmesi gibi Allahın koyduğu kanunları uygulayan melekler aracılığı ile iman nuru da cehennemi cennete çevirir. Diğer dünyada olduğu gibi bu dünyada dahi ahlaksızlıklar hep ateşi, belayı, cehennemi çeker. Kıyametten sonra tüm kanunların, tüm kuvvetlerin bozulmasıyla bu durum daha kuvvetli bir biçimde gerçekleşecek .

"Allah yolunda öldürülenleri, sakın ölüler sanmayın. Bilakis onlar diridirler. Rableri katından rızıklandırılmaktadır." (Âli İmrân Sûresi, 169)

Şehitler büyük bir dava üzerindeyken öldürüldükleri için kuvvetli bir zihinle ölürler. Diğer insanlar gibi şuurlarını kaybetmezler. En büyük dava olan Allah davasında ölenlerin ölmemesi gibi bu davanın tersi olan ve bu davaya karşı yapılan inkar davasında ölenlerde ölümden sonra ölmezler, diridirler. Berzah aleminde bazı insanlar şuurlu iken bazılar şuurlarını kaybetmiş bir biçimde olurlar.

Musan'ın peşinden Musa'yı yakalamaya giden firavun inkar davasında hayatını kaybetmiştir ve bunun için o da şehitler gibi ölümden sonra ölmez. Şehitlerle firavunun bir tutmuyorum. Biri gittiği yerlerde güzelliklerle karşılacak, diğeri azaplarla.

"Firavun ve adamları sabah-akşam ateşe arzedilirler. Kıyametin kopacağı gün de denilir ki; Firavun hanedanını ateşin en şiddetlisine sokun" (El Mü’min Sûresi, 46)

Bu ayette kıyametten önce firavunun çekeceği azap anlatılıyor. Kıyametteki ateş sabah ve akşamları değil her an devam etmektedir. Ayete iyice dikkat edilirse firavunun kıyametten önce de azap gördüğü anlaşılır.

Kabir azabı firavun gibi kuvvetli bir zihinle ölen günahkar insanlar içindir. Kabirde cennet bahçeleri ise şehitler gibi kuvvetli bir zihne sahip olan günahsız insnalar içindir. Bunların dışındakiler için kuran şöyle der:"16/21 Onlar cansız, ölüdürler. Ne zaman dirileceklerine dair şuurları da yoktur." Bunun gibi daha bir çok ayette insanların kıyametten önce şuurlarının olmadığı anlatılır. Fakat bunlar istisnaları olan bir genellemedir.
 

basbas

New member
Katılım
7 Eyl 2006
Mesajlar
234
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
42
&&&&&&& Kabir &&&&&&&

&&&&&&& Kabir &&&&&&&

وَمَنْ اَعْرَضَ عَنْ ذِكْرى فَاِنَّ لَهُ مَعيشَةً ضَنْكًا وَنَحْشُرُهُ يَوْمَ الْقِيمَةِ اَعْمى
Taha / 124. Kim de beni anmaktan yüz çevirirse şüphesiz onun sıkıntılı bir hayatı olacak ve biz onu, kıyamet günü kör olarak haşredeceğiz.
وَهُوَ الَّذى اَنْشَاَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ فَمُسْتَقَرٌّ وَمُسْتَوْدَعٌ قَدْ فَصَّلْنَا الْايَاتِ لِقَوْمٍ يَفْقَهُونَ
En’am / 98. O, sizi bir tek nefisten (Âdem'den) yaratandır. (Sizin için) bir kalma yeri, bir de emanet olarak konulacağınız yer vardır. Anlayan bir toplum için âyetleri ayrıntılı bir şekilde açıkladık.
حَتّى زُرْتُمُ الْمَقَابِرَ () كَلَّا سَوْفَ تَعْلَمُونَ
Tekasür / 1-2. Çokluk kuruntusu sizi o derece oyaladı ki, Nihayet kabirleri ziyaret ettiniz.
وَنُفِخَ فِى الصُّورِ فَاِذَا هُمْ مِنَ الْاَجْدَاثِ اِلى رَبِّهِمْ يَنْسِلُونَ
Yasin / 51. Nihayet Sûr'a üfürülecek. Bir de bakarsın ki onlar kabirlerinden kalkıp koşarak Rablerine giderler.
اَيَعِدُكُمْ اَنَّكُمْ اِذَا مِتُّمْ وَكُنْتُمْ تُرَابًا وَعِظَامًا اَنَّكُمْ مُخْرَجُونَ
Müminun / 35. "Size, öldüğünüz, toprak ve kemik yığını haline geldiğinizde, mutlak surette sizin (kabirden) çıkarılacağınızı mı vâdediyor?"
يُخْرِجُ الْحَىَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَيُخْرِجُ الْمَيِّتَ مِنَ الْحَىِّ وَيُحْيِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا وَكَذلِكَ تُخْرَجُونَ
Rum / 19. Ölüden diriyi, diriden de ölüyü O çıkarıyor; yeryüzünü ölümünün ardından O canlandırıyor. İşte siz de (kabirlerinizden) böyle çıkarılacaksınız.
خُشَّعًا اَبْصَارُهُمْ يَخْرُجُونَ مِنَ الْاَجْدَاثِ كَاَنَّهُمْ جَرَادٌ مُنْتَشِرٌ
Kamer / 7. Sanki etrafa yayılmış çekirge sürüsü gibi bakışları perişan (utançtan yere bakar) bir halde kabirlerden çıkarlar.
HADİS…
* Hâni Mevlâ Osmân İbnu Affân radıyallahu anh anlatıyor: "Hz. Osman radıyallahu anh, bir kabrin üzerinde durunca sakalı ıslanıncaya kadar ağlardı. Kendisine: "Cenneti ve cehennemi hatırladığın vakit ağlamıyorsun, fakat kabri hatırlayınca ağlıyorsun!" dediler. Bunun üzerine: "Çünkü Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın şöyle söylediğini işittim: "Kabir, ahiret menzillerinin birinci menzilidir. Kişi ondan kurtulabilirse, ondan sonrakiler daha kolaydır. Ondan kurtulamazsa ondan sonrakiler bundan daha zordur, daha şediddir."
Hz. Osman devamla Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın şu sözünü de nakletti: "(Ahiret âleminden gördüğüm) manzaraların hiçbiri kabir kadar korkutucu ve ürkütücü değildi!" Rezin şu ziyadeyi kaydetti: "Hâni der ki: "Hz. Osman radıyallahu anh'ın şu beyti irşad ettiğini işittim: "Eğer ondan necat buldunsa, büyük musibetten kurtuldun, Aksi halde senin kurtulacağını hayal etmem."
* Hz. Aişe radıyallahu anhâ'nın anlattığına göre, bir yahudi kadın, yanına girdi. Kabir azabından bahsederek: "Seni kabir azabından Allah korusun!" dedi. Aişe de Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a kabir azabından sordu. Aleyhissalâtu vesselâm: "Evet, kabir azabı haktır. Onlar kabirde azap çekerler, onların azabını hayvanlar işitir!" buyurdu. Hz. Aişe der ki: "Bundan sonra Aleyhissalâtu vesselâm'ı namaz kılıp da, namazında kabir azabından istiaze etmediğini hiç görmedim."
* Zeyd İbnu Sâbit radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, bizimle birlikte, Benî Neccâr'a ait bir bahçede bulunduğu sırada bindiği katır, onu aniden saptırdı, nerdeyse (sırtından yere) atacaktı. Karşısında beş veya altı kabir vardı. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Bu kabirlerin sahiplerini bilen var mı?" buyurdular. Bir adam: "Ben biliyorum!" deyince, Aleyhissalâtu vesselâm:
"Ne zaman öldüler?" dedi. Adam: "Şirk devrinde!" deyince Aleyhissalâtu vesselâm; "Bu ümmet kabirde fitneye maruz kılınacak. Eğer birbirinizi defnetmemenizden korkmasaydım şahsen işitmekte olduğum kabir azabını size de işittirmesi için Allah'a dua ederdim" buyurdular ve sonra şunları söylediler: "Kabir azabından Allah'a sığının!" Oradakiler:
"Kabir azabından Allah'a sığınırız!" dediler. Aleyhissalâtu vesselâm: "Cehennem azabından da Allah'a sığının!" dedi "Cehennem azabından Allah'a sığınırız" dediler. "Fitnelerin açık ve kapalı olanından Allah'a sığının!" dedi. "Açık ve kapalı her çeşit fitneden Allah'a sığınırız!" dediler. "Deccal'ın fitnesinden Allah'a sığının!" buyurdu. "Deccal'ın fitnesinden Allah'a sığınırız!" dediler."
* Nesâi. Hz. Enes radıyallahu anh'tan naklediyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bir kabirden bir ses işitmişti: "Bu ne zaman öldü? (Bileniniz var mı?" buyurdular. "Cahiliye devrinde!" dediler. Bu cevaba sevindi ve: "Eğer birbirinizi defnetmemenizden korkmasaydım kabir azabını size de işittirmesi için dua ederdim" buyurdular."
* Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Yahudilerden bir adam Medine çarşısında: "Hz. Musa'yı insanlar üzerine seçen Zât'a yemin olsun!"demişti. Ensardan bir zât elini kaldırıp herife bir tokat indirdi.
"Demek böyle dersin ha! Üstelik Resülullah aleyhissalatu vesselâm aramızda olduğu halde!" dedi. Durum Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'a anlatıldı.
Aleyhissalâtu vesselâm: "Aziz ve celil olan Allah buyurmuştur ki: "Süra üfürülür ve Allah'ın dilediklerinden başka göklerde kim var, yerde kim varsa düşüp ölür. Sonra bir daha süra üflenir ve onlar kabirlerinden kalkıp bakışırlar" (Zümer 58). Ben, başını ilk kaldıran olacağım. Ben, arşın ayaklarından birini tutan Hz. Musa aleyhisselâm ile karşılaşırım. Bilemem, o başını benden öncemi kaldırdı, yoksa o, Allah'ın çarpılıp yıkılmaktan istisna tuttuklarından mıdır? Kim de: Ben Yünus İbnu Metta'dan daha hayırlıyım (üstünüm) derse şüphesiz yalan söylemiş olur."
* Übey İbnu Ka'b radıyallahu anh'ın anlattığına göre: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm Mi'rac gecesinde çok hoş bir koku hissetti. "Ey Cibril bu güzel koku nedir?" diye sordu. O da anlattı:
"Bu mâşıta (berber) kadının, iki oğlunun ve kocasının kabirlerinin kokusudur. Bunların hikâyesi şöyledir: Hızır aleyhisselâm, Benî İsrail'in ileri gelenlerinden biriydi. Onun yol güzergahında manastırda oturan bir rahib vardı. Hızır oradan geçtikçe rahib önüne çıkar, İslâmı öğretirdi. Hızır büluğa erince babası onu bir kadınla evlendirdi. Hızır İslâmı hanımına öğretti ve bunu kimseye haber vermemesi hususunda söz aldı. Kendisi kadınlara yaklaşmazdı. Bu sebeple bir müddet sonra kadını boşadı. Aradan zaman geçince babası, Hızır'ı bir başka kadınla evlendirdi. Hızır ona da İslam'ı öğretti ve kimseye söylememesi için söz aldı. Bu sırrı o iki kadından biri tuttu, diğeri ifşa etti. (Böylece onun İslâm'ı yaydığı ortaya çıktı.)
Bunun üzerine Hızır oradan kaçtı. Deniz ortasında bir adaya geldi. Odun kesmek için iki kişi oraya geldi ve onu gördüler. Bunlardan biri Hızır'ı gördüğünü gizledi, diğeri ifşa etti ve: "Ben Hızır'ı gördüm!" dedi. Ona: "Seninle beraber onu başka kim gördü?" denildi. O: "Falan kimse!" dedi. Ona soruldu ise de gördüğünü söylemedi. Onların dininde yalan söyleyen öldürülürdü. Zamanla bu sır tutan adam öbür sır tutan kadınla evlendi. Bu kadın, Firavun'un kızının başını tararken tarak elinden düştü. Kadıncağız: "Firavun helak olsun!" dedi. Kız bunu babasına haber verdi. Kadının kocasından başka iki de oğlu vardı. Firavun, onları da çağırttı. Bunları dinlerinden çevirmek için Firavun ısrar etti. Onlar direndiler.
O zaman Firavun: "Öyleyse sizi öldüreceğim!"dedi. Karı-koca: "Bu, tarafınızdan bize bir ihsan olur!" diye merdane cevap verdiler ve: "Madem öldüreceksin hiç olsun bizi bir kabre koy!" dediler. O da öyle yaptı. Resülullah aleyhissatâtu vesselâm, Mirac'ta iken güzel bir koku duydu, Cibril aleyhisselâm'a bunu sordu. O da bu hâdiseyi anlattı."
* İbnu Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) omuzumdan tuttu ve: "Sen dünyada bir garib veya bir yolcu gibi ol" buyurdu. İbnu Ömer (radıyallahu anh) hazretleri şöyle diyordu: "Akşama erdinmi, sabahı bekleme, sabaha erdinmi akşamı bekleme. Sağlıklı olduğun sırada hastalık halin için hazırlık yap. Hayatta iken de ölüm için hazırlık yap."
Tirmizî'nin rivayetinde, "yolcu gibi ol" sözünden sonra şu ziyade var: "Kendini kabir ehlinden added."
* el-Berâ İbnu'l-Âzib (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Müslüman, kabirde suale maruz kalınca: "Allah'tan başka ilah bulunmadığı ve Muhammed'in O'nun kulu olduğuna şehadet eder". Bunun delili şu ayettir: "Allah inananları dünya hayatında ve ahirette sağlam bir söz üzerine tutar; zâlimleri de saptırır..." (İbrahim, 27).
* Fadâle İbnu Ubeyd (radıyalahu anh) anlatıyor: "Her ölenin ameline son verilir, ancak Allah yolunda ölen murâbıt müstesna. Çünkü onun ameli kıyamet gününe kadar artırılır. Ayrıca o, kabir azabına da uğratılmaz."
* Râşid İbnu Sa'd, ashaba mensup birinden naklen anlatıyor: "Bir zât Resûlullah'a gelip: "Ey Allah'ın Resûlü, niye şehid dışında kalan mü'minler kabirde imtihan edilirler?" diye sordu. Resûlullah şu cevabı verdi: "Şehidin ölüm anında tepesinin üstünde kılıç parıltısını hissetmesi imtihan olarak ona kâfidir."
* Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Siyahi bir kadın -veya bir genç- mescidin kayyumluk hizmetini yürütüyor (süpürüp temizliyor)du. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir ara onu göremez oldu. "Kadın -veya genç- hakkında (ne oldu?'' diye) bilgi sordu. "O öldü!'' dediler. Bunun üzerine "Bana niye haber vermediniz?'' buyurdular. Ashab sanki kadıncağızın -veya gencin- ölümünü (mühim addetmeyip) küçümsemişlerdi. Aleyhissalâtu vesselâm: "Kabrini bana gösterin!" diye emrettiler. Kabir gösterildi. Resul-i Ekrem kadının kabri üzerine cenaze namazı kıldı. Sonra: "Bu kabirler, sâhiplerine karanlıkla doludur. Allah, onlar için kıldığınız namazla kabirleri onlara aydınlatır" buyurdular."
* Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Kul kabrine konulup, yakınları da ondan ayrılınca -ki o, geri dönenlerin ayak seslerini işitir- kendisine iki melek gelir. Onu oturtup: "Muhammed aleyhissalâtu vesselâm denen kimse hakkında ne diyordun?" diye sorarlar. Mü'min kimse bu soruya: "Şehadet ederim ki, O, Allah'ın kulu ve elçisidir!" diye cevap verir. Ona: "Cehennemdeki yerine bak! Allah orayı cennette bir mekâna tebdil etti" denilir. (Adam bakar) her ikisini de görür. Allah da ona, kabrinden cennete bakan bir pencere açar. Eğer ölen kâfir ve münafık ise (meleklerin sorusuna): "(Sorduğunuz zâtı) bilmiyorum. Ben de herkesin söylediğini söylüyordum!" diye cevap verir. Kendisine: "Anlamadın ve uymadın!" denilir. Sonra kulaklarının arasına demirden bir sopa ile vurulur. (Sopanın acısıyla) öyle bir çığlık atar ki, onu (insan ve cinlerden ibaret olan) iki ağırlık dışında ona yakın olan bütün (kulak sahipleri) işitir."
TEFSİR…
اَفَلَا يَعْلَمُ اِذَا بُعْثِرَ مَا فِى الْقُبُورِ () وَحُصِّلَ مَا فِى الصُّدُورِ () اِنَّ رَبَّهُمْ بِهِمْ يَوْمَئِذٍ لَخَبيرٌ
Adiyat / 9-11.. Kabirlerde bulunanların diriltilip dışarı atıldığını düşünmez mi? Ve kalplerde gizlenenler ortaya konduğu zaman , Şüphesiz Rableri o gün onlardan tamamıyla haberdardır.
Çünkü o gün, o Rabbleri onlardan, o nimetlerine karşı nankörlük ettikleri âlemlerin Rabbi, o insanlara onların bütün varlıklarıyla, bütün yaptıklarından elbette haberdardır. Hiçbir zerresinden gafil değil, içlerini, dışlarını, hepsini bilir, önce de bilir, sonra da bilir. Fakat o gün hepsini kendilerine bildirecektir. Onlar unuttuysalar da o bilir. "Allah, onların yaptıklarını sayıp tespit etmiştir, onlar ise bunu unutmuşlardı." (Mücadele, 58/6) O hakları ödenmeyen malları, servetleri, o hırsla biriktirilerek gömülen hazineleri, defineleri o gün çıkaracak. "O gün cehennem ateşinde bunların üzeri kızdırılır, bunlarla onların alınları, yanları ve sırtları dağlanır: "İşte kendiniz için yığdıklarınız" (denir)." (Tevbe, 9/35) âyeti delaletince cehennem ateşinde kızdırılarak onlarla alınları, yanları, belleri dağlanacaktır. Bunun dünyada başlıca bir misali, bu sûrenin başındaki kasemlerle haber verildiği üzere ateşler çakarak, gelip toplulukları perişan eden harp akınları altında kalanların halleridir.
Bu münasebetle burada Enfal Sûresi'nde geçen "O düşmanlara karşı gücümüz yettiği kadar kuvvet ve cihat için bağlanıp beslenen atlar (savaş araçları) hazırlayın. Bununla Allah'ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve onlardan başka sizin bilmediğiniz, Allah'ın bildiği (düşman) kimseleri korkutursunuz." (Enfal, 8/60) mefhumu üzere Allah yolunda kuvvet hazırlamak için seve seve mal sarfederek hayra çalışmak ve ferdî servet hırsıyla cimrilik ve nankörlük etmemek gereği hatırlatılmış ve aynı zamanda dünya istilalarında ölümle kurtulmak mümkün olduğu halde, kabirdekilerin deşildiği ve sinelerdekilerin derildiği ve zerresine varıncaya kadar hayır ve şer amellerin cezası görüleceği gün yönelecek olan ebedî azaptan kurtulmak mümkün olmayacağı anlatılarak insanlar Allah için hayır yapmaya sevkolunmuştur. Râzî der ki:
Burada öğüt hissesi şudur: Ey insan, sen dünya menfaati hırsıyla hak ve hayra karşı gelmek için sinende türlü hisler besler, faydasız şeylere hazırlanır, kabirler bina eder, tabut satın alır, kefen dokur biçersin. Bunların ise hepsi kurtların hissesidir. Hani Rabbin, Rahmân'ın hissesi nerede? Bir kadın bile hamile olduğu zaman çocuğuna giyecek hazırlar, ona senin çocuğun yok bu hazırlık nedir? denilecek olsa yarın karnımdaki deşilip çıkacak değil mi? der, Rabbine de sana; bu yerin karnındakilerin hepsi deşilecek değil mi? Hani hazırlık?" diyor.
 

basbas

New member
Katılım
7 Eyl 2006
Mesajlar
234
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
42
Kabir Devami

Kabir Devami

KABİR AZABI
Kabir azabı hakkında Fahrüddin-i Razî ile İmam-ı Gazalî’nin farklı mütalâaları var. Bunlardan biri azabı rûh ve cesedin birlikte duyacağını söylerken, diğeri sadece rûh muazzeb olur diyor. Kanaatime göre, sadece kabir azabının teferruatına âit mes’elelerde değil, bunun gibi aslı Allah ve Rasulü (sav) tarafından beyan edilip, teferruatına âit malumatların verilmediği her İslâmî mes’ele için bu türlü şeylerin kapağını fazla açmamak, o mevzular hakkında ileri-geri fikir beyan etmemek gerektir. Bu düşünceye Cenab-ı Hakk’ın arş’a nüzûlü için, İmam-ı Malik’in “nüzul haktır, keyfiyeti meçhuldür, bu hususta soru sormak ise bid’attır” sözü misal olarak verilebilir.
Evet, aslında biz rûh-cesed münasebetlerinin perde arkasını bilemiyoruz. Meselâ; rüyalarda rûh-cesed münasebeti nasıldır? Korkulu rüyalarda cesed niye terler, ürperir? Dehşetli rüyalarda neden insan rüyanın dehşetine göre titrer, ağlar, hatta ağlayarak uyanır.
Netice itibariyle 20. asırda ilmin bütün verilerini, teknolojinin tüm imkânlarını ve insanlık tarihinin tecrübelerini harmanlasak bile, dünyada rûh-cesed münasebeti hakkında kesin bir söz söyleyemiyoruz. Nerede kaldı, âlem-i berzah hakkında tesbîtlerde bulunmak?
RUH-CESED İLİŞKİSİ
Rûhun cesedle olan münasebeti devamlıdır. Ancak bu münasebet rüyada, berzahta, haşirde, cennette veya cehennemde ayrı ayrıdır.
Uyku hâlinde ruh yarı bir kayıtsızlığa ulaşır. Dolayısıyla insan rüyasında yüzlerce ayrı ayrı yerde bulunabilir ve binlerce insanla görüşebilir. Bu arada uyuyan cesedle ruhun münasebeti de devam eder.
Efendimiz (sav), cenazeler için ayağa kalkardı. “Ölüye eziyet, aynen diriye eziyettir” buyururdu. Kabirlere hususi alâka gösterirdi. Bütün bunlardan kabir ve berzah âleminde ruhun cesedle münasebettar olduğunu anlıyoruz. Tabii bu münasebeti, uyku hâlindeki münasebet gibi düşünmek de yanlıştır.
Tekrar diriliş de yine ruh ve cesed beraberliği içinde olacaktır... Olacaktır ve ahirete âit cesed, oraya münasip bir şekil alacaktır. Çeşitli hadislerin işâretinden anlaşılan ma’nâ budur. Acbü’z-Zeneb ne olduğu keyfiyeti bizce tam bilinemese de, varlığı kat’idir. Cenâb-ı Hakk, bu aslî zerrelerden -ki ona isterseniz “gen” isterseniz başka bir şey diyebilirsiniz- insan vücudunu tekrar inşa edecektir. Ebede kadar uzayıp giden ahiret hayatında da ruhun cesetle olan münasebeti korunacaktır. Ancak bu münasebet de yine, diğerlerinden farklı olacaktır.
KABİRLERİN KEŞFİ
Velilerin menkıbelerinin anlatıldığı eserlerde, kabirlerin keşfinden bahsedilmektedir. Hatta Ehlullaha ilk inkişâf eden şeyin kabirlerin keşfi olduğu söylenmektedir. Bunu şu şekilde anlamak lazımdır. Allah dostlarına gösterilen, açılan o kadar gizli hakikatler vardır ki; onlardan bir tanesi de, -belki velayetin ilk basamağı- kabirlerin keşfidir. Dolayısıyla mezarın içini, daha doğrusu âlem-i berzahta olup biten şeyleri bir ehl-i keşfin müşahedesi, çok ileri bir seviye değil sadece işin başıdır.
Yine velilerin, insanın içinden geçen şeylere -Allah’ın izni ile- muttali olması ve söylemesi, “intak-ı bi’l-hakk” şeklinde olup, farkında olmadan, onları Allah’ın konuşturmasıdır. Bu sezme şeklinde de olabilir. Onlar muhatablarının zihinlerinden geçen düşünceleri sezer ve üstü kapalı bir şekilde ifade ederler. Ve anlatılanları ancak ilgili şahıslar anlayabilir. Aynı rûh haleti içinde olmayanlar ise konuşanı deli-divane zannederler.
Keşif, ister intak-ı bi’l-hakk olsun, isterse sezme şeklinde olsun, bu Allah dostlarının hadîslerde belirtilen şu sırra mazhar olmalarıyla yakından ilgilidir. “Kim benim bir veli kuluma düşmanlık gösterirse ona harp ilan ederim. Kulumun Bana en çok yaklaştığı ibadetler farz ibadetleridir. Kulum nafilelere devam ettikçe Bana yakınlığı daha da artar. Tâ Ben onun tutan eli, gören gözü, yürüyen ayağı olurum.”
Evet keşif, peygamberlerin mucizelerinde olduğu gibi, Allah’ın dilemesiyle olur. Yoksa ben de keşfedeyim, ben de kalpten geçenleri bileyim demekle olmaz.
KABİR HAYATI
Ya Sîn Sûresi'ndeki "Vah halimize! Bizi yattığımız bu yerden, bu uykumuzdan kim kaldırdı?" (36:52) âyetini nasıl yorumlamak lâzım?
Evet. Demek ki kabir, daha sonraki âlemlere göre bir uyku gibi. Hz. Ali efendimiz, "İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar" buyuruyor. Nasıl dünya hayatı kabir hayatına göre bir uykudur; aynen onun gibi, kabir hayatı da, Âhiret âlemlerindeki hayata göre bir uykudur. İnsan uykusunda da belli bir azaba düçar olabilir. Cehennem azabına göre kabir azabı, uyanık insanın gördüğü azaba göre uykudaki insanın rüyasında düçar olduğu azap gibidir.
Bir sohbetinizde, "kabir bir atlatsak, gerisi kolay" buyurmuştunuz.
Orada, Âhiret'te de nasıl muamele göreceğiniz ortaya çıkıyor. Meselâ, bir yere yolculuk yapacaksınız; bunu yaya mı yapacaksınız, bir hayvan sırtında mı yapacaksınız, tren, vapur, uçak veya füzeyle mi yapacaksınız; yolunuz nasıldır, inişleri yokuşları, engebeleri var mıdır, varsa nasıldır; bütün bunların bilinmesi gibi, kabirde gördüğünüz muameleye göre de yolunuzun kalan tarafı ana hususiyetleriyle belirmiş oluyor.
Âhiret'te En Çetin Safha Ve Şefaat-ı Kübra
Meşhur Şefaat-i Kübra hadisinde, Âhiret âlemleri içinde en çetin safhanın sanki Mahşer olduğu gibi bir imaj var diyebilir miyiz?
O hadis-i şerifte, evet, insanların dirilmeden sonraki durumları anlatılıyor ve "Rabbim o anda gazaplandığı ölçüde, ondan önce de, ondan sonra da gazaplanmadı" buyuruluyor. Önce, Allah için gazap nedir, tabiî bunu yerine iyi oturmak lâzım. Gazap, bilhassa yerinde olmadığı zaman, bizim için bir eksiklik ifade eder. Allah (cc), her türlü eksik sıfatlardan münezzehtir. O bakımdan, bu türden ifadelerde, müfessirler olsun, kelâmcılar olsun lâzım-ı murad üzerinde durmuşlardır. Yani, "gazap" lâfzıyla ne murad edilmiştir, ne anlatılmak istenmiştir, bunun bilinmesi lâzım. Yoksa, Allah'ın bizim gibi gazaplanması söz konusu değildir. O'nun için "el, yüz" gibi ifadeler de böyledir. "El" bir insanda neyi ifade eder; "yüz" neyi ifade eder; bunlar, Cenab-ı Allah için birer sıfat olarak aynı veya benzer şeyleri ifade ederler. Yoksa Allah için, bizde olduğu gibi bir el ve yüz düşünülemez.
O Celâlî tecelli karşısında, insanlar Hz. Âdem'e, Hz. Nuh'a, Hz. İbrahim'e, derken Hz. Musa'ya ve Hz. İsa'ya gidecekler; gidecekler ama, hepsi de, kendi muhasebe ve Allah'la münasebet ölçülerine göre birer hatalarını söyleyip, bu müracaatları kabul edemeyecekler. Bunlar belki birer günah değildir ama, onlar, o anın da dehşeti içinde, bunları Allah ile olan münasebetlerine yakıştıramadıkları için, insanların bağışlanması adına Allah katında şefaatte bulunmaktan haya edecekler. En son Efendimiz'e (sav) gelinecek ve O, başını yere koyup yalvaracak. O'nun o yalvarmaları karşısında, kendisine "İşte, istediğin verilecek" denecek ve O'nun oradaki şefaati, bir bakıma o andaki ve ölçüdeki Celâlî tecellinin Cemalî tecelliye inkılâbı şeklinde olacak.
Efendimiz (sav) gibi, tevazunun zirvesini temsil eden bir insanın böyle bir ifadede bulunması, bazı kıt düşüncelerce tevazuyu aykırı görülebilir. Halbuki bu, onun için çok zor bir şeydir; yani kendisiyle alâkalı büyüklüğü anlatması, esasen ona çok ağır gelmektedir ama, O'na inanmak, imanın olmazsa olmaz en esaslı iki rüknünden biri ise, O, bunu tebliğe etmek ve söylemek zorundadır. Yoksa, risalet vazifesini yerine getirmemiş olur.
 

basbas

New member
Katılım
7 Eyl 2006
Mesajlar
234
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
42
Kabir Devami

Kabir Devami

RİSALE…
Bir kısım gençler tarafından şimdiki aldatıcı ve câzibedâr lehviyat ve hevesâtın hücumları karşısında «Âhiretimizi ne Sûretle kurtaracağız» diye, Risale-i Nur'dan meded istediler. Ben de Risale-i Nur'un şahs-ı mânevîsi nâmına onlara dedim ki: Kabir var, hiç kimse inkâr edemez. Herkes ister istemez oraya girecek. Ve oraya girmek için de üç tarzda «Üç Yol»dan başka yol yok.
Birinci yol: O kabir, ehl-i îmân için bu dünyadan daha güzel bir âlemin kapısıdır.
İkinci yol: Âhireti tasdik eden, fakat sefahet ve dalâlette gidenlere, bir haps-i ebedî ve bütün dostlarından bir tecrid içinde bir haps-i münferid, yalnız başına bir hapis kapısıdır. Öyle gördüğü ve îtikad ettiği ve inandığı gibi hareket etmediği için öyle muamele görecek.
Üçüncü yol: Âhirete inanmayan ehl-i inkâr ve dalâlet için bir idam-ı ebedî kapısı... Yâni: Hem kendisini, hem bütün sevdiklerini îdam edecek bir darağacıdır. Öyle bildiği için, cezası olarak aynını görecek. Bu iki şık bedihîdir, delil istemiyor, göz ile görünür. Mâdem ecel gizlidir; her vakit ölüm, başını kesmek için gelebiliyor ve genç ihtiyar farkı yoktur. Elbette daima gözü önünde öyle büyük dehşetli bir mes'ele karşısında bîçare insan; o îdam-ı ebedî, o dipsiz, nihayetsiz haps-i münferidden kurtulmak çaresini aramak ve kabir kapısını bir âlem-i bâkîye, bir saadet-i ebediyyeye ve âlem-i nura açılan bir kapıya kendi hakkında çevirmek hâdisesi; o insanın dünya kadar büyük bir mes'elesidir.
KABİR HÜKMÜNDEKİ DÜNYA
Ey dünya perest insan! Çok geniş tasavvur ettiğin senin dünyan, dar bir kabir hükmündedir. Fakat, o dar kabir gibi menzilin duvarları şişeden olduğu için birbiri içinde in'ikas edip göz görünceye kadar genişliyor. Kabir gibi dar iken, bir şehir kadar geniş görünür.Çünki o dünyanın sağ duvarı olan geçmiş zaman ve sol duvarı olan gelecek zaman, ikisi mâdum ve gayr-ı mevcud oldukları halde, birbiri içinde in'ikâs edip gâyet kısa ve dar olan hazır zamanın kanadlarını açarlar. Hakikat hayale karışır, mâdum bir dünyayı mevcud zannedersin. Nasıl bir hat, sür'at-i hareketle bir satıh gibi geniş görünürken, hakikat-ı vücûdu ince bir hat olduğu gibi; senin de dünyan hakikatça dar, fakat senin gaflet ve vehm ü hayalinle duvarları çok genişlemiş. O dar dünyada, bir musîbetin tahrikiyle kımıldansan, başını çok uzak zannettiğin duvara çarparsın. Başındaki hayali uçurur, uykunu kaçırır. O vakit görürsün ki: O geniş dünyan kabirden daha dar, köprüden daha müsaadesiz. Senin zamanın ve ömrün, berkten daha çabuk geçer; hayatın, çaydan daha sür'atli akar.
Madem dünya hayatı ve cismanî yaşayış ve hayvanî hayat böyledir; hayvaniyetten çık, cismaniyeti bırak, kalb ve ruhun derece-i hayatına gir. Tevehhüm ettiğin geniş dünyadan daha geniş bir daire-i hayat, bir âlem-i nur bulursun. İşte o âlemin anahtarı, Marifetullah ve Vahdaniyet sırlarını ifade eden "Lâ İlâhe İllâllah" kelime-i kudsiyesiyle kalbi söylettirmek, ruhu işlettirmektir.
 

basbas

New member
Katılım
7 Eyl 2006
Mesajlar
234
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
42
Kabir Azabi

Kabir Azabi

KABİR AZÂBI
Kabir azâbı haktır ve sâbittir. Birçok hadîsler, insanların kabirde azâba dûçâr olacaklarını, yahut da mükâfata nâil olacaklarını bildirirler.
Tıpkı uykuda iken rü'ya gören insanın, ya çok güzel bir âlemde bulunuşu, yahut da çok sıkışık ve dar durumda kalışı gibi. Uykudaki rahat yahut sıkıntı, kabir azâbının küçük bir benzeridir.
Kabirde azâbı yahut mükâfatı ruh çeker. Cesedin çürüyüp gitmesine mukabil, ruh bâki kalır ve kıyâmete kadar da varlığında bir eksilme veya fazlalaşma olmaz. Kabir azâbının şiddet ve dehşetini bildiren hadîsler, kerâmet sâhiplerinin keşifleriyle müşâhede ettikleri durumlar pek îkaz edicidir. Kabir azâbının en hafifi cesedin kabir içinde iki değirmen taşı arasında sıkışıp kalması ve kemiklerinin çatır çatır kırıldığını duyması gibidir, denmiştir. Bir hadîste:
"Kabir ya Cennet bahçelerinden bir bahçe, yahut da Cehennem çukurlarından bir çukurdur" buyurulmaktadır...
Büyük âlim Ebû'l-Leys Semerkandî Hazretleri insanı kabir azâbından kurtaran 4 ameli şöyle anlatır: "Kim kabir azâbından emîn olmak istiyorsa, şu 4 ameli işlemekten geri kalmasın:
1 - Namazını kılsın.
2 - Malından sadaka versin.
3 - Kur'an'dan bildiği kadarını okusun.
4 - Tenha yerlerde Allah'ı zikretsin, geçmişi ile geleceğini tefekkür ederek kendini ölüme hazırlasın.
Mahmud Moğolî, kabir azâbına dâir bir hâtırasını şöyle anlatır:
"Biz İbn-i Abbas'ın huzurunda oturuyorduk. Bir cemaat geldi ve şöyle konuştular: "Hacca gidiyorduk, içimizden biri hastalandı, sonra da vefat etti. Biz bu arkadaşımızı Zatissafah denen mevkide mezara koymak istedik. Ancak hangi yeri kazmışsak oradan siyah bir yılan çıktığını gördük. Diğer birçok yerleri eştik, hepsinden de benzeri yılan çıktı, ne yapacağımızı şaşırdık."
İbn-i Abbas Hazretleri onlara şu karşılığı verdi:
Siz gidin ve kazdığınız yeni bir yere onu defnedin. Size görünen o siyah yılan, aslında bir yılan değil, bir ruhânîdir. Yılan sûretinde size görünerek, o adamın mezarda böyle karşılanacağını ifade etmek istemiş. Şunu iyi bilin ki, günahlardan kaçmayan, haramı helâlı seçmeyen insanların kabirdeki karşılanışı hep böyle olacaktır. Kabirde böyle karşılanmak istemiyorsanız, haram ile helâlı titizlikle seçin; haramdan, yılandan kaçar gibi kaçın. Haramla karşılaşınca mezardaki siyah yılanı hatırınıza getirin ve nefsinize deyin ki: 'Ey nefis, o siyah yılanla kucaklaşmaya râzı isen bu harama el uzat, onu al. Eğer bir yılanla sarmaş dolaş olmak istemiyorsan, elini haramdan çek ve helâlla iktifa et. Zira helâl sana yeter de artar bile.'"
 

zxcvbnm22

Mesajlari Onaylanacak
Katılım
17 Haz 2006
Mesajlar
51
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Kabir azabı gerçekten var mıdır ?

Kabir azabı gerçekten var mıdır ?

Ahiret hakkındaki bilgilerimizin kaynağı nedir? Ahiret inancımızı kim/ kimler belirlemektedir? Bu düşünce ve anlayışların kaynağını veya doğruluğunu araştırdık mı? Veya bu konuyu düşündük mü hiç? "Büyüklerimiz halletmiştir" mi diyoruz? Onların "halletmesi" ve bizim ona uymamız bizi sorumluluktan kurtaracak mıdır?


Bu soruları sorup, cevaplarını araştırmamız, en azından kendi yerimizi tesbit etmek açısından önemidir. Doğru veya yanlış ondan sonrasını belli ilkeler üzerine oturtarak götürmek daha tutarlı olacaktır. Tabii ideal ve doğru olanı, kişinin bu sorulardan sonra inancını ve yaşayışını Kur'ân'a göre yönlendirmesidir.


Kabir Azabı Meselesi


Kabir azabı, veya kabir hayatı herşeyden önce gaybi bir konudur. Gerçek anlamda böyle birşeyin olup olmadığını ancak Rabbımız bilir. Allah-u Tealâ Kur'ân'da sık sık müslümanları gaybe iman edenler olarak tanımlar. Bu hiçbir zaman, müslümanlar gelecekte veya ahirette olacağı iddia edilen her habere inanırlar anlamına alınmamalıdır.


Kur'ân'ı incelediğimiz zaman, gaybe imandan kasdın, Kur'ân'ın bizden inanmamızı istediği gayb haberleridir. Başka bir deyişle inanmamız gereken gayb; Kur'ân'da anlatılan gayb'tır.


Bu nedenle kabir azabı konusuna da bu açıdan bakmak gerekir. Çünkü bu konu; söylenen sözler dışında müşahade edilmiş değildir.


Sadece kabir azabı olduğunu söyleyen sözler vardır. Bunların, bir kısmı hemen hemen müslümanlarla ilgili her konuda olduğu gibi Peygamber'e ait olduğu iddia edilen sözlerdir. Yine her zaman yapıldığı gibi Kur'ân'dan destek aranmış, kendilerince bu destekler bulunmuştur da.


Biz önce kabir azabından ne kastedildiğini anlatmaya çalışalım:


İnsanlar ölür ölmez kabir diye bir çukura konuyorlar. Hemen sonra munker-nekir melekleri geliyor, soru sormaya başlıyor: Rabbın kim? Dinin ne? Peygamberin kim? gibi sorular... Müslümanlar bu sorulara: Rabbım Allah, dinim İslam, Peygamberim Hz. Muhammed diye cevap veriyor. Kafirler ise.- Hah, hah anlamadım diyorlar. (Fıkhul Ekber, Aliyyul Kari Şerhi).

"Kabir, mü'minler için cennet bahçelerinden bir bahçe, kafirler için ise cehennem çukurlarından bir çukurdur."


Kabirde kime soru sorulacağı konusu da tartışılagelmiştir. Bu konuda Hanefiler arasında bile ittifak yoktur. Bir kısmı, müslümanların çocuklarının da sorguya çekileceğini söylerken bir kısmı, Peygamberler, çocuklar ve şehitlerin sorgudan muaf tutulacağını söylemişlerdir.

"Kılıçlarının parıltısı onlar için şahid olarak yeter" hadisinin bu sözlerinin delili olduğunu iddia etmişlerdir. (Kitabın mütercimi Y.V.Yavuz bu hadisin kaynağını bulamadım diyor.)

Müslüman çocukların kabirde sorgulanmasına rağmen cennete gireceği, kafir çocuklarının ise durumunun daha karışık ve müslüman çocuklarından farklı olarak "cennet ehline hizmetçi olacaklarına hükmedilmiştir." denilmektedir.


Kabirlerde azabın nasıl olacağı da tartışılmaktadır. Cesede mi yapılacaktır. Ruha mı yapılacaktır, yoksa hem ruha hem de cana mı yapılacaktır? Bu durumda kabirde ruhların cesede dönmesi konusu gündeme gelmektedir. Tabii ki bu da tartışılmıştır. Kabirde ruhlar cesedin tümüne mi, yahut bir kısmına mı, topluca yahut ayrı ayrı olarak mı iade edilecektir? Kabirde soru sorulma işi ruhların bedene iade olunmasından sonra olduğu iddia edilmiştir. (Bizimruh konusundaki anlayışımız daha farklı. Üstelik bu yazı içerisinde tartışma imkanımız da yok. Ayrı bir yazı konusudur.)


Ehli sünnet azabın hem bedene hem ruha olduğu, bunun da ruhların bedene dönmesiyle olacağı inancındadırlar.


Kabir azabı konusu Ehli sünnete göre iman edilmesi vacip olan konulardan biridir, ilmihal kitaplarında olsun, akaid kitaplarında olsun konu hep bu şekilde ortaya konmuştur.

"Ahirete ait bazı ahvali bilip bunlara iman etmek vaciptir, inanılması icap eden hallerden bir kısmı şunlardır: 1) Cennet-cehennem haktır, ve el'an yaratılmış varlıklardır. 2) Kabirde kafirlerin ve bazı günahkar müslümanların azab çekmesi, salih mü'minlerin nimete ve rahata kavuşması haktır." (İslam Fıkhı ve Hukuku. A. Fikri Yavuz)


"Deriz ki vuku bulması aklen mümkün olan birşey hakkında nas varid olunca onu kabul etmek ve ona inanmak gereklidir. Bunlardan birisi de ölümden sonraki (Münker ve Nekir meleklerinin kabirde soru soracakları) kabir azabıdır. Bunlar ehli sünnete göre haktır. Vuku bulacaktır. Mu'tezile ise muhalefet etmiştir.


Kabirde sual ve azab ruhun cesede iade edilmesiyle mümkündür. Gazali dahil ehli sünnet alimleri bu görüştedir." (Maturidiye Akaid, N.Es Sabuni, İslam Dini İlmihali, Prof. M.Aydın)

Konu bir kısım Ehli Sünnet uleması tarafından çok ilginç boyutlara kadar vardırılmıştır.

Örneğin, Konevî: "Ölü asi ise kabir azabı vardır. Ancak Cuma günü ve Cuma gecesi azab ondan kaldırılır ve bir daha kıyamete kadar azab iade edilmez. Eğer bir mü'min Cuma gecesi öldüğü takdirde eğer asi ise bir an kabir azabı ve kabir sıkıştırması olur. Sonra kıyamete kadar bir daha azab edilmez." (Fıkhul-Ekber Aliyyul Kari Şerhi)


Kabirde bir hayatın, dolayısıyla azab ve mükafatın bulunduğunu iddia edenlerin görüşlerini aktardıktan sonra bu görüşlerine kaynak gösterdikleri hadis ve ayetlere geçelim...



Kabir Azapçılarının Delilleri


A) Hadisler:


1- Peygamberimiz mezarlıktan geçerken: "Kardeşiniz için Allah'tan mağfiret dileyiniz. Çünkü o şu anda sorguya çekilmektedir" demiştir. (Sünen-i Ebu Davut)


2- "İdrardan sakınınız, zira kabir azabının çoğu ondandır." (Camiussağir)

3- "Şüphesiz kabrin sıkıştırılması vardır. Kabrin sıkıştırılmasından kimse kurtulamaz. Kurtulacak olsaydı, ölümünden dolayı arşın titrediği Said b. Muaz kurtulurdu." (Fıkhul-Ekber Aliyyul Kari Şerhi, Kaynağı bulunamamıştır.)


4- Kabir, ya cennet bahçelerinden bir bahçe yahut cehennem çukurlarından bir çukurdur." (Tirmizi)

5- Şüphesiz kabir ahiret konaklarının ilkidir. Eğer ölü bu konaktan kurtulursa ondan sonrası daha kolaydır. Ondan kurtulamazsa sonrası daha zordur. (A.i. Hanbelin Müsnedi)

6- Hz. Peygamber Hz. Aişe'ye sordu: "Kabirde halin nedir." Kendisi cevap verdi: Ya Hümeyra şüphesiz kabrin mü'mini sıkıştırması, ananın çocuğunun ayağını sıkması gibidir. Münker-Nekir meleklerinin soru sorması da; göz kamaştığı zaman ona sürme çekmek gibidir." (Fıkhu-l Ekber, Aliyyul Kari Şerhi, Kaynağı bulunamamıştır.)


7- Hz. Peygamber, Hz. Ömer'e: "Kabirde halin nicedir?" demiş. Hz.Ömer de- "Aklım başımda mı olacak ?’ demiş. Resulullah ‘Evet’ demiş. Hz. Ömer de ‘O taktirde hiç aldırmam’ cevabını vermiş (Fıkhul Ekber, Aliyyul Kari Şerhi, Kaynağı bulunamamıştır.)

B) Ayetler:


1- O sabah akşam ateşe sunulur. Kıyamet koptuğu gün de "Fir'avn ailesini azabın en çetinine sokun denilir." (40/46)


2- Hatalarından dolayı boğuldular. Ateşe sokuldular. Kendilerine Allah'tan başka yardımcılar da bulamadılar." (71/25}


3- "Allah inananları dünya hayatında da ahirette de sağlam sözle tesbit eder. Allah zalimleri de saptırır. Ve Allah dilediğini yapar. "(14 727)


4- "Ona cennete gir denilince ne olurdu dedi kavmim bilseydi. Rabbımın bana bağışladığını ve beni ağırlananlardan kıldığını. " (36/27)


5- "Sonra onu öldürdü kabre koydu." (80/2 1 )


6- "Belki dönerler diye, mutlaka onlara o büyük azabtan ayrı olarak yakın azabı da taddıracağız. " (32/ 21) (Ayrıca Bakınız: 3/169, 20/124, 6/98, 9/84)



İddia ve Delillerin Değerlendirilmesi:


l- Genel Değerlendirme:



1) Şu ana kadarki yazdıklarımızdan da anlaşıldığı gibi kabirde bir hayat olduğunu savunanlar; konunun nasıllığı ve niceliği konusunda bir fikir birliğine sahip değillerdir.


2) Kendi iddiaları arasında çelişkiler vardır.


3) Hatta bu iddiaların bir çoğu dinin genel ilkeleriyle de çelişmektedir.


a. Azabın hem ruhlara hem cesetlere olacağı ve kabirde ruhların cesetlere döneceği iddiası bunlardan biridir. Ruhların cesetlere dönmesi demek ölünün dirilmesi demektir. Kur'ân-ı Kerim, dirilmenin kıyametten sonra olacağını açıkça ifade etmiştir.


b. Kafir çocuklarının cennet ehline hizmetçi kabul edilmesi de bu çelişkilerden biridir. Kafir çocuklarıyla, mü'min çocuklarının sorumluluk açısından ne gibi farkları vardır. Kafir bir anne babadan olmak çocukların cezalandırılması veya ikinci sınıf bir statüye tabi kılınmasını haklı kılar mı?


c. Yine kabirde sorgulanma hadisesi de bizce Kur'ân'la çelişmekledir, Çünkü hesapların kıyametten sonra sorulacağı konusunda çok sayıda ayet vardır. Ahirete hesap günü denmesi de bundandır.


Azabın nasıl olacağı , ruhların cesetlere nasıl ve ne kadar iade edileceği konusundaki tartışmaları okuyunca, bunların üstüne, ünlü ulemaların konuyla ilgili olarak Cuma ile ilgili iddiaları da eklenince bu insanların mantıklarını daha iyi kavrayabiliyoruz.


Bu mantığın ne tür hadislerin arkasına sığındığını, Kur'ân ayetlerini, siyak-sibaka ters olarak nasıl kullandıklarını anlayabiliyoruz.


Zaten önemli olan da bu zihniyetin mantığını kavramaktır. Kafir çocuklarını hizmetçi, mü'min çocuklarını efendi kılan zihniyetin ne kadar Resulullah'ın yolundan gittiğini, ne kadar Kur'ân'ı anladığını daha net görebiliyoruz.


Bu zihniyetin mantığını keşfettikten sonra ayetlere ve hadislere yaklaşım biçimlerini kavrayabiliyoruz. Bu mantık Kur'ân'a göre yönlendirilmiş, Kur'ân'a teslim olmuş, Kur'ân'ın şekillendirdiği bir mantık değildir.


2) Hadislerin Değerlendirilmesi:


Bu sözlerin ne kadarı Resulullah'a aittir bilemiyoruz. Belki bir çoğu uydurmadır, belki bir kısmının başından çıkarılmış sonuna eklenmiştir veya tersi olmuştur, bilemiyoruz.


Daha önceki yazılarımızı takibedenler bilir, biz Resulullah'ın kendisine Kur'ân'da bildirilenler hariç gaybı bilmediği inancındayız.


Bu nedenle Resulullah'a atfedilen bu sözlerin ona ait olmadığı kanaatini taşıyoruz.


Hadislerin içeriğini azıcık irdeleyenler, aşırı abartıları hemen farkedeceklerdir.

Örneğin "idrar" hadisi... yani Kabir azabının çoğunun idrardan olduğu iddiası. Akıl sahipleri konunun, dinin özünü oluşturan Tevhid-Şirk mücadelesinden nasıl uzaklaştırıldığını, dinin asıl amacından nasıl kaydırıldığını göreceklerdir. Oysa ceza ve mükafatı belirleyen asıl öğe tevhid ve şirktir.



3) Ayetlerin Değerlendirilmesi:


Daha önce de dediğimiz gibi hangi mantığın bu ayetleri iddialarına delil olarak getirdiğini bilmek çok önemlidir.


Ayetleri siyak-sibak içerisinde, konu ve Kur'ân bütünlüğüne göre değerlendirmemek verilmek istenen mesajı amacından saptırır.

Üstelik Kur'ân'ın kendine özgü üslubunu yok saymak, Kur'ân'ın mesajını muhatabına anlatmakta kullandığı ifade biçimlerini ve teknikleri görmezlikten gelmek veya bundan habersiz olarak konuya yaklaşmak tehlikenin boyutlarını göstermek için yeterlidir.


Biz, kabir azabına veya kabirde bir hayat olduğuna dair delil olarak ileri sürülen ayetlerin konuyla ilgisi olmadığı kanaatindeyiz.


Kur'an'dan bilgisi olan insanlar bunu hemen farkedeceklerdir. Az sonra örneklerini vereceğimiz gibi dolaylı olarak ilgi kurulmaya çalışmanın faydasız bir zorlama olduğuna inanıyoruz
.
Örneğin; aşağıdaki ayetler bunun ilginç örnekleridir:


Nuh Suresinin 25. ayetinde geçen "fe-udhilu" kelimesindeki "fa"nın takibiyye olduğu bu nedenle "boğulur boğulmaz ateşe sokulmuşlardır" anlamını verdiği, bu da gösteriyor ki kıyametten evvel Nuh'un kavmi ateşe sokulmuşlardır denilmektedir.


Oysa sûre bir bütün olarak ele alındığında, iddia edildiği gibi kıyametten önceki bir ateşe sokulmayı değil, onların boğulmaları ile kıyametten sonraki ateşe sokulmaları arasında bir hayatın olmadığını anlatır.


Boğulan insanlar için ateşe atılmak o kadar yakın ki... Arada herhangi bir zaman dilimi de yok.


Boğuldular ve hemen cehennem ateşine girecekler. Dirilme ile ilgili ayetlere baktığımızda ne kadar uyum içerisinde olduğunu görürüz. Burada bir de muhataplara bir mesaj vardır. Ateş.. İşte bu kadar hakikattir. Ve mutlaka gelecektir. Ölen için hayat kıyamete kadar bitmiştir. Ölen için kıyamet hemen kopacaktır. Ve tabii hemen ateşe gireceklerdir.


İbrahim Suresinin 27. ayetinde geçen "ahiret" kelimesinden muradın kabir hayatı olduğu iddiası ise laf olsun diye söylenen bir sözden öte bir anlam taşımamaktadır. Çünkü herhangi bir mesnedi olmadığı gibi Kur'ân gerçeğine de terstir. Çünkü Kur'ân'a göre dünya hayatının devamı ahiret hayatıdır.


Yasin Suresinin 27. ayetinde kabir hayatıyla ilgili herhangi bir ifade yoktur. Elçilerden birinin temennisisinin 46. ayetidir. Konuya 43. ayetten itibaren okuyarak girelim.
Mü'min kişi Fir'avn ailesine konuşuyor:


"Sizin beni çağırdığınız şeye kesinlikle ne dünyada ne de ahirette davet olunmaz. Bizim dönüşümüz Allah 'adır. Müsrifler, işte onlar ateş halkıdır. Benim size söylediklerimi yakında hatırlayacaksınız. Ben işimi Allah'a bırakıyorum. Şüphesiz Allah kulları görür."


"Allah onu, onların kurdukları tuzaklardan korudu. Ve Fir'avn ailesini azabın en kötüsü kuşattı. Ateş..Sabah akşam ona arzolunurlar. Kıyamet çattığı gün Firavn azabın en ağırına sokun.


"Ateşin içinde birbiriyle tartışırlarken zayıf olanlar, müstekbirlere dediler ki, biz size uymuştuk, şimdi siz şu ateşin küçük bir parçasını savabilir misiniz? Müstekbirler de dediler ki: Hepimiz onun içindeyiz. Allah kullar arasında hüküm verdi. (40 / 43 - 48 )

( DEVAM EDECEK )
 

zxcvbnm22

Mesajlari Onaylanacak
Katılım
17 Haz 2006
Mesajlar
51
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Devami

Devami

Şimdi ayetler bir bütün olarak ele alındığında, 46. ayet kabir azabına nasıl delil olarak getirilebilir. Biz ayetleri biraz daha etraflıca tetkik edelim;


1- 43. Ayette; müsriflerin ateş halkından oldukları anlatılıyor. Burada müsrif olarak adlandırılanlar Fir'avn ve adamları da dahil olmak üzere tünraşırı gidenlerdir. Ateş halkından (Ashabunnâr) kasıt ise cehennem ehlidir. Müsriflerin cehennem, yani ateş halkı olduğu anlatılıyor. Kur'ân'da "Ashabunnar" deyimi yalnızca cehennemle ilgili olarak kullanılmaktadır. (2/ 39,81,217,257,275,_3/116, 5/29)


2- 44. Ayette "söylediklerimi yakında hatırlayacaksınız" ifadesinin "yakında görecekler", "yakında bilecekler" türünden benzer ifadeleri de kullanılmaktadır. Bu ifadelerin hepsinin anlattığı şey ahiretteki hesaplaşmadır. Kafirlerin sonu ise zaten dünyadayken bellidir. Kur'ân'da bunun birçok örneği var. (Bkz.: Tekasür Sûresi)

3- 45. Ayette "yakında hatırlayacaksınız" ifadesi Kuran’ın kendine özgü üslubuyla dile getirilmektedir.

"Ona cennete gir denilince keşke dedi, kavmim bilseydi. Rabbınıın beni bağışladığını ve ağırlananlardan kıldığını. "


Elçinin bunu cennete girerken söylemesi ayetin sağa sola çekilmesine zaten imkan vermemektedir. Dedik ya.. Mantık çok önemli.. Hangi mantık bu ayetleri kullanıyor?

Kabir azabçılannın üzerinde düşünmeye değer tek delilleri,-ki buna sıkı sıkıya sarılıyorlar- Mii'min Surenin cevabını buluyoruz. Evet, Allah onu korudu ve Fir'avn ailesini kötü azab (suel azab) kuşattı. Kur'ân'da "suel azab"tan kasıt ta yine cehennem azabıdır. (Bkz: 6/157, 27/5, 39/24,47)


Aslında suel azab'ın cehennem azabı olduğunu anlamak için, hemen-arkadan gelen ayeti okumak da yeterlidir.


Ayet numaralarını gözönünde bulundurmadan 45 ve 46. ayetleri birlikte okuduğunuzda Fir'avn ailesini kuşatan kötü azabın ateş olduğu ve sabah-akşam ona girecekleri (arzolunacakları) anlatılıyor. "Ennar" (ateş) kelimesi Kur'ân'da hep cehennem veya cehennemdeki ateş anlamında kullanılmıştır. (Bkz: 2/24, 3/131, 4/56, 7/38-41, 9/35 gibi.)


4- Bazı meal ve tefsirlerde "yuridune" kelimesi; "gösterilir", "sunulur" şeklinde tercüme edilmiş. Kelimede herne kadar gösterilme, sunulma anlamı varsa da, bu ve benzeri kullanımların da yaslanmak, girmek anlamı ön plandadır. Gösterilerek cehenneme girmeleri de ifade edilmiş olabilir. Şimdi konu ile ilgili ayetleri görelim. "Yuridune" kelimesinin hangi anlamda kullanıldığına bakalım.


Şûra Sure'si'nin 45. ayetinde ibare aynen, Mü'min 46. ayetteki gibidir: "Yuridune aleyhe", aşağıda görüleceği gibi açıkça cehenneme atılmaları anlatılmaktadır.

"Yine onları görürsün; aşağılıktan başlarını öne eğmiş vaziyette arzolunurlarken, göz ucuyla, gizli gizli bakarlar, inananlar da işte işte hüsrana uğrayanlar, kıyamet günü kendilerini ve ailelerini hüsrana sokanlardır. Bakın, gerçekten zalimler sürekli bir azab içindedir derler. "

Şimdi benzer ayetlere göz atalım:

Kafirler ateşe arzolunacakları (girecekleri) gün.- Bu gerçek değil miymiş? 'Rabbımız hakkı için, ‘evet' derler, öyleyse inkar etmenizden dolayı azabı tadın." (46/34)


"Kafirler ateşe arzulanacakları (girecekleri) gün: Dünya hayatında bütün güzel şeylerinizi zayi ettiniz, yere büyüklük taslamanızdan ve yoldan çıkmanızdan ötürü bugün alçaltıcı bir azab ile cezalandınlacaksınız." (46/20}


Ayetlerden de açıkça görüldüğü gibi burada ateşin insanlara, (Mü'min: 46 ile ilgili olarak da Fir'avn ailesine) gösterilmesinden değil, insanların o ateşin içine girmesinden söz edilmektedir.

5- Oysa kabirde cehennem ateşinde yanmak diye birşey söz konusu değildir. Üstelik kabirde azab olduğunu iddia edenlerin de böyle bir görüşü yoktur. Dolayısıyla buradaki ateşe sunulma kabir azabı ile değil, kıyametten sonraki cehennem azabı ile ilgilidir.

6- 46. Ayette "sabah-akşam" diye tercüme edilen "Ğuduvven-aşiyyen" kelimeleri Arapçada bir deyimdir. Ve sürekliliği, sonsuzluğu anlatır. (Zemahşeri'nin Keşşafında konuyla ilgili çok malzeme vardır. Hatta bu ayetin nasıl anlaşılması gerektiğiyle ilgili de ilginç yorumlar da mevcuttur.) Benzer ifadeler Kur'ân'ın değişik surelerinde kullanılmaktadır. Örneğin Hud Suresi'nin 107 ve 108. ayetlerinde: Kafirlerin gökler ve yer durdukça cehennemde, mü'minlerin de gökler ve yer durdukça cennette kalacaklarından söz edilmektedir. Yani cennette ve cehennemde bizim bildiğimiz gökler ve dağlar mı vardır ki böyle deniyor, bilemiyoruz. Üstelik kıyamet günü her şeyin parça parça olacağı anlatılmıyor mu? Oysa bu ayetlerde insanların nazarında göklerin ve yerin büyüklüğüne, yüceliğine, sağlamlığına, sonsuzluğuna dikkat çekilerek bir benzetme yapılıyor. İnsanın cennette ve cehennemde sonsuza değin kalacağı vurgulanıyor.


Konu bu anlatımla pekiştiriliyor "sabah-akşam" kelimesi de böyle, azabın sürekliliğini ve sonsuzluğunu anlatıyor,


İşte bu ayette "ğuduvven-aşiyen" kelimelerinin geçmesi de buradaki azabın kıyametten sonraki cehennem azabı.olduğunu anlatıyor. Çünkü iddia edilen kabir azabı sürekli değildir. Ayrıca (78/23) de cehennemde çağlar boyu (yani ebe-diyyen) kalınacağı anlatılıyor.

7- 46. Ayetin devamında "saat çattığı gün, Fir'avn ailesini azabın en çetinine sokun" cümlesi önceki anlatılanları pekiştirmek ve destekleme içindir. Anlatılanların "saat'ten sonra meydana geleceğini vurgulamak içindir.


Kur'ân'ın bir çok yerinde benzer anlatımlar vardır.


Biz sadece ahiretle ilgili olanlardan örnekler vereceğiz. .


" Ve her ümmetin âyetlerimizi yalan sayanlarından bir cemaati toplayacağımız gün, artık onlar bir arada tutulup (hesap yerine) sevkedilirler.Geldikleri zaman der: Ayetlerimi anlamadığınız halde yalanladınız mı? Yoksa ne yaptınız ? Zulmetmeleri yüzünden o söz başlarına gelmiştir.

Artık konuşmazlar. Görmediler mi biz geceyi içinde istirahat etmeleri için yarattık. Gündüzü de aydınlık yaptık. Şüphesiz bunda inanan bir kavim için ayetler vardır. Sur'a üflendiği gün göklerde ve yerde bulunanlar-hep korku içinde kalır. Meğer Rabbın dileye. Hepsi boyun bükerek onage/ir/er..."(27/83-90)



"Siz ve Allah'tan başka taptıklarınız cehennemin odunusunuz. Siz oraya gireceksiniz. Eğer onlar tanrı olsalardı oraya girmezlerdi. Oysa hepsi orada ebedi kalacaklardır. Onlar için bir inleme ve soluma vardır. Ama bizden kendilerine güzellik geçmiş olanlar işte onlar ondan uzaklaştırılmışlardır. Onun uğultusunu duymazlar. Ve canlarının çektiği içinde ebedi kalırlar. O en büyük korku onları asla tasalandırmaz. Melekler onları; 'size söz verilen gün işte bugündür' diyerek karşılarlar. O gün göğü kitap gibi düreriz. İlk yaratmaya nasıl başladıksa onu yine öyle çeviririz, üzerimize söz bunu mutlaka yapacağız." (21798-104) Ayrıca 237 99-110 ayetlerine bakınız.


Şimdi bu ayetlerde de önce cehennem azabından, cennet nimetlerinden söz ediyor, daha sonra kıyametin kopmasına geçiliyor.


Şimdi bu ayetleri bir bütünlük içinde, siyak-sibakına uygun olarak, Kur'ân'ın ilkelerini ve üslubunu göz önünde bulundurmadan, cennet nimetlerinin ve cehennem azabının kıyametten önce olduğunu mu söyleyeceğiz?


Ayrıca Kehf Suresi'nin 52-53, ayetlerinde suçluların ateşi görmelerinin ahirette (kıyametten sonra) olacağı anlatılıyor.


Allah-u Tealâ Kur'ân'ı parça parça edenlere (15/91) lanet ediyor. Aynı şekilde Rabbımız Kur'ân'ı terkedenlere (25/30) de lanet ediyor. Onları korkunç azabla korkutuyor. O halde gelin inancımızı ve yaşantımızı Kur'ân'a göre yönlendirelim.



Kabirde Hayat Olmadığını Gösteren Ayetler


Kur'ân-ı Kerim'deki dirilişle ilgili ayetlere baktığımızda, kabirlerde herhangi bir hayat izinden bahsedilmiyor.


Kabirde, yıllarca kalan insanların, herhangi bir ceza ve mükafata çarptırıldıklarının da izine rastlanmıyor. Aksine insanlar şaşkın şaşkın bakıyorlar. Mükafat ve cezaya hiç de hazırlıklı değiller. Mezarlarda ne kadar kaldıklarından haberleri yok.


Eğer orada bir acı ve nimet tatsalar onları hatırlamaları gerekmez mi?


Öldükten hemen sonra dirildiklerini sanıyorlar. Üstelik insanlar ne durumda olduklarını ancak yeniden dirildikten sonra anlıyorlar.


İnfitar Suresi'nin 4 ve 5. ayetleri çok açık:


"Kabirlerin içi dışına getirildiği zaman, her can ne öne sürdüğünü ne geri bıraktığını bilir." (82/4-5}

Ayrıca kitaplarını (amel defterlerini) alan insanların şaşkınlıklarına ne demeli. (69/25)

O zaman insan kaçacak yer arar. (70/10)


Eğer iddia edildiği gibi kabirden kolay geçenin hayatı kolaylaşacak, zor geçenin hayatı daha da zorlayacak olsaydı, insan niye böyle telaş etsindi ki?

Zaten sonunu biliyor. Boynunu büker otururdu. Kendisine durum açıklandıktan sonra, nasıl sonuca teslim olduysa, kabirdeki durumunu bildiği için de herhangi bir telaşa gerek kalmazdı.

Üstelik, sorgu madem kabirde yapıldı, herkesin ne olduğu ortaya çıktı, mahşerde yeniden sorgulamanın ne anlamı kalırdıki?


Biz şahsen, insanların sorgulamalarının ve ebedi hayatın kıyametten sonra başladığı kanaatindeyiz. Gayb olan bir konuda> daha fazla tartışmaya girmek istemiyoruz. Biz Rabbımızın, Kur'ân'da bildirdiği gerek gaybi olsun gerekse görünürdeki bütün anlattıklarına iman ediyoruz. Çünkü gaybı bilen yalnızca Allah'tır. Şimdi konu ile ilgili ayetlere geçelim:

"Sura üflendi, işte onlar Bahirlerden rablerine koşuyorlar. Dediler; Vah bize yattığımız yerden kim kaldırdı, İşte Rahmanın va'dettiği şey budur. Demek peygamberler doğru söylemiş." (36/51-52)


"O gün Sur'a üflenir, ve o gün suçluları gömgök süreriz. Kendi aralarında gizli gizli konuşurlar. 'Sadece on gün kaldınız. Onların dediklerini biz daha iyi biliyoruz. En akıllıları sadece bir gün kaldınız' der." (20/ 102-104)



Rabbımız tüm bu ayetlerinde ölülerin diriltilmesinden bahsediyor. Acı çeken, nimetlenen insanlara, şahsiyetlere, üstelik akıl sahibi kişilere nasıl ölü denir.


Eğer mezardakiler ölü değil iseler, Allah’ın kıyamet günü dirilteceği ölüler neyin nesidir.


İster bedene ister ruha, isterse her ikisine birden olsun, azab ve mutluluk veriliyorsa ve bunlar sorulan sorulara aklı başında kişiler olarak cevap veriyorlarsa bunlara ölü demek mümkün değildir. Bunların dirilmeye de ihtiyaçları yoktur.


Çünkü zaten onlar bu durumda canlı değiller midir? Eğer bunlar canlılık alameti değilse, canlılık alameti nedir?



Sonuç

İnsanların bir şeye var demesi, o şeyi var kılmıyor. Aynı şekilde var olan bir şeye de insanların yok demesi, o şeyi yok etmiyor. Bu nedenle Kur'ân'da hakkında herhangi bir bilgi olmayan bir konuda, hem de gaybî olan bir konudar üstelik insanların bilgi ve tecrübelerinin de olamıyacağı bir konuda, bu konu vardır ve haktır. Buna inanmak vaciptir, imanın gereğidir demek İslâmî bir tavır olmadığı gibi bunun mantıkî bir açıklaması da yoktur. İnsanlann Kur'ân gibi bir ölçeri yoksa, üstelik düşünmüyorlarsa da, bunlar için inanma' nın da yaşamanın da ölçülecek ve üzerinde durulacak bir yanı yoktur.


"Kabir hayatı" düşüncesinin arkaplanına baktığımızda, tartışılanları incelediğimizde bu konunun müslümanların inancına sonradan girdiğine hükmedebiliriz. Bizi bu şekilde düşünmeye iten konuların başında ruh beden tartışması yatmaktadır. Çünkü toplumun şu an sahip olduğu ruh anlayışı da Kur'ânî değildir. Felsefenin müslümanlara zehirli bir armağanıdır.

Antik Yunan felsefesinin ruh anlayışı özünde fazla bir şey kaybetmeden "müslümanların" malı olmuştur.


İşte kabir hayatında anlatılan, zaman zaman tartışılan ruh, Antik Yunan felsefesindeki ruhtur. Bu nedenledir ki kabir hayatı anlayışının bize felsefenin girdiği veya sonrakityılların bir armağanı(!) olarak görüyoruz. Bu düşüncemizi pekiştiren daha bir çok şey var. Bu düşünceye varmamızın kaynağı dediğimiz gibi kabir hayatı ile ilgili iddialardır, tartışmalardır. Söylenen sözler, konuşulan, tartışılan konular, ne zaman konuşulduğunun, ne zaman tartışıldığının ipuçlarını da verir.


Konu ile îlgili söylemek istediklerimizi kısaca özetlemek istersek:


1- Kabir hayatı için ileri sürülen görüşler arasında büyük çelişkiler var. Görüşlerde bir birlik olmadığı gibi, hemen hemen her konuda ihtilaf mevcut.


2- Kabir hayatının nasıl ve niceliği ile ilgili görüşler Kur'ân ilkeleriyle çelişmektedir. Islâmın anlam ve içeriğinin yozlaşmasına ortam hazırlamaktadır.


3- Konunun delili olarak, hadis diye ileri sürülen sözlerle Kur'ân çelişmektedir. Üstelik ileri sürülen hadislerde kabir hayatı birbirinden çok farklı şekilde, hatta birbirini tekzip edecek şekilde anlatılmaktadır.


4- Kabir hayatına delil olarak gösterilen ayetlerin konu ile herhangi bir ilgisi mevcut değildir. Kur'ân'da; kabir hayatı olduğunu gösteren bir ayet yoktur.


5- Kur'ân dirilmenin kıyametten sonra, hesabın kıyametten sonra, ceza ve mükafatın kıyamettensonra olduğunu söylemektedir.



6- Allah, ahirette ölüleri diriltecektir. Ceza çeken, sefa süren, aklı başında kimseleri değil. Kısacası biz Kur'ân ayetlerinin kabirde bir hayat olmadığını ortaya koyduğu inancındayız, isteyen inanır, isteyen inanmaz. Nasıl olsa sur'a üflenip herkes toplandığında gerçek ortaya çıkacaktır. Bekleyelim, görelim.
 

Aysegul

New member
Katılım
15 May 2006
Mesajlar
891
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
38
Bu bir inanç meselesidir isteyen istediğine inanır...İstemeyende inanmaz;)
 
Üst Alt