Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

kabir azabi varmi?

THE_HAFIZ

Mesajlari Onaylanacak
Katılım
14 Ağu 2006
Mesajlar
319
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Bu bir inanç meselesidir isteyen istediğine inanır...İstemeyende inanmaz;)



İslam, isteyenin inanıp, istemeyenin inanmadığı, bir hobi midir sizce, ne demek şimdi bu, ilmi bir mesele, isteyen inanır, istemeyen inanmaz.. sözüyle mi açıklanabilir mi.. Kur'an bir konuda söz söylemişse, kimsenin başka şey söyleme hakkı yoktur, onun için, bu mantıklı bir tavır değildir..
 

Aysegul

New member
Katılım
15 May 2006
Mesajlar
891
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
38
İslam, isteyenin inanıp, istemeyenin inanmadığı, bir hobi midir sizce, ne demek şimdi bu, ilmi bir mesele, isteyen inanır, istemeyen inanmaz.. sözüyle mi açıklanabilir mi.. Kur'an bir konuda söz söylemişse, kimsenin başka şey söyleme hakkı yoktur, onun için, bu mantıklı bir tavır değildir..


İslamda herşey mevcut ama inanmayanlarda mevcut ben ne yapayım??
 

THE_HAFIZ

Mesajlari Onaylanacak
Katılım
14 Ağu 2006
Mesajlar
319
Tepkime puanı
0
Puanları
0
İslamda herşey mevcut ama inanmayanlarda mevcut ben ne yapayım??


Hanfendi, konumuz inanmayanlar değil, inanmayanların kabir gibi, azap gibi, bazı meselelere iman edip etmemesi hiç mühim değildir, asıl mühim olan, mümin kişinin bu ciddi mesele karşısında takındığı düşünsel tavırdır, biz burada bunu irdeliyoruz..
 

Aysegul

New member
Katılım
15 May 2006
Mesajlar
891
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
38
Hanfendi, konumuz inanmayanlar değil, inanmayanların kabir gibi, azap gibi, bazı meselelere iman edip etmemesi hiç mühim değildir, asıl mühim olan, mümin kişinin bu ciddi mesele karşısında takındığı düşünsel tavırdır, biz burada bunu irdeliyoruz..

Ona bakarsan sizlerde hatıladığım kadarıyla miraca inanmıyorsunuz!...Kur'anda yok diye...Ama bu yaşanmıştır ve ben inanıyorum...Buna benzer bu!...İsteyen hadislere inanır isteyen inanmaz!..Herkesin inanç özgürlüğü var
 

Aysegul

New member
Katılım
15 May 2006
Mesajlar
891
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
38
nartkan ' Alıntı:
bir soru daha
sanırım çok soru soruyorum

kabir azabı varmıdır.
şimdiden cevapları görüyorum.
hadisciler ( uydurma hadisciler ) var diyecek ve anlatacak
biz ise yok diyeceğiz ( kendi adıma en azından yok diyeceğim )

buraya taşınmıştır
 

Aysegul

New member
Katılım
15 May 2006
Mesajlar
891
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
38
chamdali' Alıntı:
Selam NARTKAN,

Başka bir başlık altında bu konu tartışılıyordu. Oraya astığım uzunca ama okunmasının faydalı olduğunu umduğum bu yazıyı tekrar asıyorum:

Müslüman Ahiret Anlayışları Hakkında Bir Tenkit Yazısı
-Kabir Azabı Üzerine-
Mehmet Yaşar Soyalan

Ahiret hakkındaki bilgilerimizin kaynağı nedir? Ahiret inancımızı kim/ kimler belirlemektedir? Bu düşünce ve anlayışların kaynağını veya doğruluğunu araştırdık mı? Veya bu konuyu düşündük mü hiç? "Büyüklerimiz halletmiştir" mi diyoruz? Onların "halletmesi" ve bizim ona uymamız bizi sorumluluktan kurtaracak mıdır?


Bu soruları sorup, cevaplarını araştırmamız, en azından kendi yerimizi tesbit etmek açısından önemidir. Doğru veya yanlış ondan sonrasını belli ilkeler üzerine oturtarak götürmek daha tutarlı olacaktır. Tabii ideal ve doğru olanı, kişinin bu sorulardan sonra inancını ve yaşayışını Kur'ân'a göre yönlendirmesidir.


Kabir Azabı Meselesi


Kabir azabı, veya kabir hayatı herşeyden önce gaybi bir konudur. Gerçek anlamda böyle birşeyin olup olmadığını ancak Rabbımız bilir. Allah-u Tealâ Kur'ân'da sık sık müslümanları gaybe iman edenler olarak tanımlar. Bu hiçbir zaman, müslümanlar gelecekte veya ahirette olacağı iddia edilen her habere inanırlar anlamına alınmamalıdır.


Kur'ân'ı incelediğimiz zaman, gaybe imandan kasdın, Kur'ân'ın bizden inanmamızı istediği gayb haberleridir. Başka bir deyişle inanmamız gereken gayb; Kur'ân'da anlatılan gayb'tır.


Bu nedenle kabir azabı konusuna da bu açıdan bakmak gerekir. Çünkü bu konu; söylenen sözler dışında müşahade edilmiş değildir.


Sadece kabir azabı olduğunu söyleyen sözler vardır. Bunların, bir kısmı hemen hemen müslümanlarla ilgili her konuda olduğu gibi Peygamber'e ait olduğu iddia edilen sözlerdir. Yine her zaman yapıldığı gibi Kur'ân'dan destek aranmış, kendilerince bu destekler bulunmuştur da.


Biz önce kabir azabından ne kastedildiğini anlatmaya çalışalım:


İnsanlar ölür ölmez kabir diye bir çukura konuyorlar. Hemen sonra munker-nekir melekleri geliyor, soru sormaya başlıyor: Rabbın kim? Dinin ne? Peygamberin kim? gibi sorular... Müslümanlar bu sorulara: Rabbım Allah, dinim İslam, Peygamberim Hz. Muhammed diye cevap veriyor. Kafirler ise.- Hah, hah anlamadım diyorlar. (Fıkhul Ekber, Aliyyul Kari Şerhi).

"Kabir, mü'minler için cennet bahçelerinden bir bahçe, kafirler için ise cehennem çukurlarından bir çukurdur."


Kabirde kime soru sorulacağı konusu da tartışılagelmiştir. Bu konuda Hanefiler arasında bile ittifak yoktur. Bir kısmı, müslümanların çocuklarının da sorguya çekileceğini söylerken bir kısmı, Peygamberler, çocuklar ve şehitlerin sorgudan muaf tutulacağını söylemişlerdir.

"Kılıçlarının parıltısı onlar için şahid olarak yeter" hadisinin bu sözlerinin delili olduğunu iddia etmişlerdir. (Kitabın mütercimi Y.V.Yavuz bu hadisin kaynağını bulamadım diyor.)

Müslüman çocukların kabirde sorgulanmasına rağmen cennete gireceği, kafir çocuklarının ise durumunun daha karışık ve müslüman çocuklarından farklı olarak "cennet ehline hizmetçi olacaklarına hükmedilmiştir." denilmektedir.


Kabirlerde azabın nasıl olacağı da tartışılmaktadır. Cesede mi yapılacaktır. Ruha mı yapılacaktır, yoksa hem ruha hem de cana mı yapılacaktır? Bu durumda kabirde ruhların cesede dönmesi konusu gündeme gelmektedir. Tabii ki bu da tartışılmıştır. Kabirde ruhlar cesedin tümüne mi, yahut bir kısmına mı, topluca yahut ayrı ayrı olarak mı iade edilecektir? Kabirde soru sorulma işi ruhların bedene iade olunmasından sonra olduğu iddia edilmiştir. (Bizimruh konusundaki anlayışımız daha farklı. Üstelik bu yazı içerisinde tartışma imkanımız da yok. Ayrı bir yazı konusudur.)


Ehli sünnet azabın hem bedene hem ruha olduğu, bunun da ruhların bedene dönmesiyle olacağı inancındadırlar.


Kabir azabı konusu Ehli sünnete göre iman edilmesi vacip olan konulardan biridir, ilmihal kitaplarında olsun, akaid kitaplarında olsun konu hep bu şekilde ortaya konmuştur.

"Ahirete ait bazı ahvali bilip bunlara iman etmek vaciptir, inanılması icap eden hallerden bir kısmı şunlardır: 1) Cennet-cehennem haktır, ve el'an yaratılmış varlıklardır. 2) Kabirde kafirlerin ve bazı günahkar müslümanların azab çekmesi, salih mü'minlerin nimete ve rahata kavuşması haktır." (İslam Fıkhı ve Hukuku. A. Fikri Yavuz)


"Deriz ki vuku bulması aklen mümkün olan birşey hakkında nas varid olunca onu kabul etmek ve ona inanmak gereklidir. Bunlardan birisi de ölümden sonraki (Münker ve Nekir meleklerinin kabirde soru soracakları) kabir azabıdır. Bunlar ehli sünnete göre haktır. Vuku bulacaktır. Mu'tezile ise muhalefet etmiştir.


Kabirde sual ve azab ruhun cesede iade edilmesiyle mümkündür. Gazali dahil ehli sünnet alimleri bu görüştedir." (Maturidiye Akaid, N.Es Sabuni, İslam Dini İlmihali, Prof. M.Aydın)

Konu bir kısım Ehli Sünnet uleması tarafından çok ilginç boyutlara kadar vardırılmıştır.

Örneğin, Konevî: "Ölü asi ise kabir azabı vardır. Ancak Cuma günü ve Cuma gecesi azab ondan kaldırılır ve bir daha kıyamete kadar azab iade edilmez. Eğer bir mü'min Cuma gecesi öldüğü takdirde eğer asi ise bir an kabir azabı ve kabir sıkıştırması olur. Sonra kıyamete kadar bir daha azab edilmez." (Fıkhul-Ekber Aliyyul Kari Şerhi)


Kabirde bir hayatın, dolayısıyla azab ve mükafatın bulunduğunu iddia edenlerin görüşlerini aktardıktan sonra bu görüşlerine kaynak gösterdikleri hadis ve ayetlere geçelim...



Kabir Azapçılarının Delilleri


A) Hadisler:


1- Peygamberimiz mezarlıktan geçerken: "Kardeşiniz için Allah'tan mağfiret dileyiniz. Çünkü o şu anda sorguya çekilmektedir" demiştir. (Sünen-i Ebu Davut)


2- "İdrardan sakınınız, zira kabir azabının çoğu ondandır." (Camiussağir)

3- "Şüphesiz kabrin sıkıştırılması vardır. Kabrin sıkıştırılmasından kimse kurtulamaz. Kurtulacak olsaydı, ölümünden dolayı arşın titrediği Said b. Muaz kurtulurdu." (Fıkhul-Ekber Aliyyul Kari Şerhi, Kaynağı bulunamamıştır.)


4- Kabir, ya cennet bahçelerinden bir bahçe yahut cehennem çukurlarından bir çukurdur." (Tirmizi)

5- Şüphesiz kabir ahiret konaklarının ilkidir. Eğer ölü bu konaktan kurtulursa ondan sonrası daha kolaydır. Ondan kurtulamazsa sonrası daha zordur. (A.i. Hanbelin Müsnedi)

6- Hz. Peygamber Hz. Aişe'ye sordu: "Kabirde halin nedir." Kendisi cevap verdi: Ya Hümeyra şüphesiz kabrin mü'mini sıkıştırması, ananın çocuğunun ayağını sıkması gibidir. Münker-Nekir meleklerinin soru sorması da; göz kamaştığı zaman ona sürme çekmek gibidir." (Fıkhu-l Ekber, Aliyyul Kari Şerhi, Kaynağı bulunamamıştır.)


7- Hz. Peygamber, Hz. Ömer'e: "Kabirde halin nicedir?" demiş. Hz.Ömer de- "Aklım başımda mı olacak ?’ demiş. Resulullah ‘Evet’ demiş. Hz. Ömer de ‘O taktirde hiç aldırmam’ cevabını vermiş (Fıkhul Ekber, Aliyyul Kari Şerhi, Kaynağı bulunamamıştır.)

B) Ayetler:


1- O sabah akşam ateşe sunulur. Kıyamet koptuğu gün de "Fir'avn ailesini azabın en çetinine sokun denilir." (40/46)


2- Hatalarından dolayı boğuldular. Ateşe sokuldular. Kendilerine Allah'tan başka yardımcılar da bulamadılar." (71/25}


3- "Allah inananları dünya hayatında da ahirette de sağlam sözle tesbit eder. Allah zalimleri de saptırır. Ve Allah dilediğini yapar. "(14 727)


4- "Ona cennete gir denilince ne olurdu dedi kavmim bilseydi. Rabbımın bana bağışladığını ve beni ağırlananlardan kıldığını. " (36/27)


5- "Sonra onu öldürdü kabre koydu." (80/2 1 )


6- "Belki dönerler diye, mutlaka onlara o büyük azabtan ayrı olarak yakın azabı da taddıracağız. " (32/ 21) (Ayrıca Bakınız: 3/169, 20/124, 6/98, 9/84)



İddia ve Delillerin Değerlendirilmesi:


l- Genel Değerlendirme:



1) Şu ana kadarki yazdıklarımızdan da anlaşıldığı gibi kabirde bir hayat olduğunu savunanlar; konunun nasıllığı ve niceliği konusunda bir fikir birliğine sahip değillerdir.


2) Kendi iddiaları arasında çelişkiler vardır.


3) Hatta bu iddiaların bir çoğu dinin genel ilkeleriyle de çelişmektedir.


a. Azabın hem ruhlara hem cesetlere olacağı ve kabirde ruhların cesetlere döneceği iddiası bunlardan biridir. Ruhların cesetlere dönmesi demek ölünün dirilmesi demektir. Kur'ân-ı Kerim, dirilmenin kıyametten sonra olacağını açıkça ifade etmiştir.


b. Kafir çocuklarının cennet ehline hizmetçi kabul edilmesi de bu çelişkilerden biridir. Kafir çocuklarıyla, mü'min çocuklarının sorumluluk açısından ne gibi farkları vardır. Kafir bir anne babadan olmak çocukların cezalandırılması veya ikinci sınıf bir statüye tabi kılınmasını haklı kılar mı?


c. Yine kabirde sorgulanma hadisesi de bizce Kur'ân'la çelişmekledir, Çünkü hesapların kıyametten sonra sorulacağı konusunda çok sayıda ayet vardır. Ahirete hesap günü denmesi de bundandır.


Azabın nasıl olacağı , ruhların cesetlere nasıl ve ne kadar iade edileceği konusundaki tartışmaları okuyunca, bunların üstüne, ünlü ulemaların konuyla ilgili olarak Cuma ile ilgili iddiaları da eklenince bu insanların mantıklarını daha iyi kavrayabiliyoruz.


Bu mantığın ne tür hadislerin arkasına sığındığını, Kur'ân ayetlerini, siyak-sibaka ters olarak nasıl kullandıklarını anlayabiliyoruz.


Zaten önemli olan da bu zihniyetin mantığını kavramaktır. Kafir çocuklarını hizmetçi, mü'min çocuklarını efendi kılan zihniyetin ne kadar Resulullah'ın yolundan gittiğini, ne kadar Kur'ân'ı anladığını daha net görebiliyoruz.


Bu zihniyetin mantığını keşfettikten sonra ayetlere ve hadislere yaklaşım biçimlerini kavrayabiliyoruz. Bu mantık Kur'ân'a göre yönlendirilmiş, Kur'ân'a teslim olmuş, Kur'ân'ın şekillendirdiği bir mantık değildir.


2) Hadislerin Değerlendirilmesi:


Bu sözlerin ne kadarı Resulullah'a aittir bilemiyoruz. Belki bir çoğu uydurmadır, belki bir kısmının başından çıkarılmış sonuna eklenmiştir veya tersi olmuştur, bilemiyoruz.


Daha önceki yazılarımızı takibedenler bilir, biz Resulullah'ın kendisine Kur'ân'da bildirilenler hariç gaybı bilmediği inancındayız.


Bu nedenle Resulullah'a atfedilen bu sözlerin ona ait olmadığı kanaatini taşıyoruz.


Hadislerin içeriğini azıcık irdeleyenler, aşırı abartıları hemen farkedeceklerdir.

Örneğin "idrar" hadisi... yani Kabir azabının çoğunun idrardan olduğu iddiası. Akıl sahipleri konunun, dinin özünü oluşturan Tevhid-Şirk mücadelesinden nasıl uzaklaştırıldığını, dinin asıl amacından nasıl kaydırıldığını göreceklerdir. Oysa ceza ve mükafatı belirleyen asıl öğe tevhid ve şirktir.



3) Ayetlerin Değerlendirilmesi:


Daha önce de dediğimiz gibi hangi mantığın bu ayetleri iddialarına delil olarak getirdiğini bilmek çok önemlidir.


Ayetleri siyak-sibak içerisinde, konu ve Kur'ân bütünlüğüne göre değerlendirmemek verilmek istenen mesajı amacından saptırır.

Üstelik Kur'ân'ın kendine özgü üslubunu yok saymak, Kur'ân'ın mesajını muhatabına anlatmakta kullandığı ifade biçimlerini ve teknikleri görmezlikten gelmek veya bundan habersiz olarak konuya yaklaşmak tehlikenin boyutlarını göstermek için yeterlidir.


Biz, kabir azabına veya kabirde bir hayat olduğuna dair delil olarak ileri sürülen ayetlerin konuyla ilgisi olmadığı kanaatindeyiz.


Kur'an'dan bilgisi olan insanlar bunu hemen farkedeceklerdir. Az sonra örneklerini vereceğimiz gibi dolaylı olarak ilgi kurulmaya çalışmanın faydasız bir zorlama olduğuna inanıyoruz
.
Örneğin; aşağıdaki ayetler bunun ilginç örnekleridir:


Nuh Suresinin 25. ayetinde geçen "fe-udhilu" kelimesindeki "fa"nın takibiyye olduğu bu nedenle "boğulur boğulmaz ateşe sokulmuşlardır" anlamını verdiği, bu da gösteriyor ki kıyametten evvel Nuh'un kavmi ateşe sokulmuşlardır denilmektedir.


Oysa sûre bir bütün olarak ele alındığında, iddia edildiği gibi kıyametten önceki bir ateşe sokulmayı değil, onların boğulmaları ile kıyametten sonraki ateşe sokulmaları arasında bir hayatın olmadığını anlatır.


Boğulan insanlar için ateşe atılmak o kadar yakın ki... Arada herhangi bir zaman dilimi de yok.


Boğuldular ve hemen cehennem ateşine girecekler. Dirilme ile ilgili ayetlere baktığımızda ne kadar uyum içerisinde olduğunu görürüz. Burada bir de muhataplara bir mesaj vardır. Ateş.. İşte bu kadar hakikattir. Ve mutlaka gelecektir. Ölen için hayat kıyamete kadar bitmiştir. Ölen için kıyamet hemen kopacaktır. Ve tabii hemen ateşe gireceklerdir.


İbrahim Suresinin 27. ayetinde geçen "ahiret" kelimesinden muradın kabir hayatı olduğu iddiası ise laf olsun diye söylenen bir sözden öte bir anlam taşımamaktadır. Çünkü herhangi bir mesnedi olmadığı gibi Kur'ân gerçeğine de terstir. Çünkü Kur'ân'a göre dünya hayatının devamı ahiret hayatıdır.


Yasin Suresinin 27. ayetinde kabir hayatıyla ilgili herhangi bir ifade yoktur. Elçilerden birinin temennisisinin 46. ayetidir. Konuya 43. ayetten itibaren okuyarak girelim.
Mü'min kişi Fir'avn ailesine konuşuyor:


"Sizin beni çağırdığınız şeye kesinlikle ne dünyada ne de ahirette davet olunmaz. Bizim dönüşümüz Allah 'adır. Müsrifler, işte onlar ateş halkıdır. Benim size söylediklerimi yakında hatırlayacaksınız. Ben işimi Allah'a bırakıyorum. Şüphesiz Allah kulları görür."


"Allah onu, onların kurdukları tuzaklardan korudu. Ve Fir'avn ailesini azabın en kötüsü kuşattı. Ateş..Sabah akşam ona arzolunurlar. Kıyamet çattığı gün Firavn azabın en ağırına sokun.


"Ateşin içinde birbiriyle tartışırlarken zayıf olanlar, müstekbirlere dediler ki, biz size uymuştuk, şimdi siz şu ateşin küçük bir parçasını savabilir misiniz? Müstekbirler de dediler ki: Hepimiz onun içindeyiz. Allah kullar arasında hüküm verdi. (40 / 43 - 48 )


Şimdi ayetler bir bütün olarak ele alındığında, 46. ayet kabir azabına nasıl delil olarak getirilebilir. Biz ayetleri biraz daha etraflıca tetkik edelim;


1- 43. Ayette; müsriflerin ateş halkından oldukları anlatılıyor. Burada müsrif olarak adlandırılanlar Fir'avn ve adamları da dahil olmak üzere tünraşırı gidenlerdir. Ateş halkından (Ashabunnâr) kasıt ise cehennem ehlidir. Müsriflerin cehennem, yani ateş halkı olduğu anlatılıyor. Kur'ân'da "Ashabunnar" deyimi yalnızca cehennemle ilgili olarak kullanılmaktadır. (2/ 39,81,217,257,275,_3/116, 5/29)


2- 44. Ayette "söylediklerimi yakında hatırlayacaksınız" ifadesinin "yakında görecekler", "yakında bilecekler" türünden benzer ifadeleri de kullanılmaktadır. Bu ifadelerin hepsinin anlattığı şey ahiretteki hesaplaşmadır. Kafirlerin sonu ise zaten dünyadayken bellidir. Kur'ân'da bunun birçok örneği var. (Bkz.: Tekasür Sûresi)


buraya taşınmıştır
 

Aysegul

New member
Katılım
15 May 2006
Mesajlar
891
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
38
chamdali' Alıntı:
devamı...

3- 45. Ayette "yakında hatırlayacaksınız" ifadesi Kuran’ın kendine özgü üslubuyla dile getirilmektedir.

"Ona cennete gir denilince keşke dedi, kavmim bilseydi. Rabbınıın beni bağışladığını ve ağırlananlardan kıldığını. "


Elçinin bunu cennete girerken söylemesi ayetin sağa sola çekilmesine zaten imkan vermemektedir. Dedik ya.. Mantık çok önemli.. Hangi mantık bu ayetleri kullanıyor?
Kabir azabçılannın üzerinde düşünmeye değer tek delilleri,-ki buna sıkı sıkıya sarılıyorlar- Mii'min Surenin cevabını buluyoruz. Evet, Allah onu korudu ve Fir'avn ailesini kötü azab (suel azab) kuşattı. Kur'ân'da "suel azab"tan kasıt ta yine cehennem azabıdır. (Bkz: 6/157, 27/5, 39/24,47)


Aslında suel azab'ın cehennem azabı olduğunu anlamak için, hemen-arkadan gelen ayeti okumak da yeterlidir.


Ayet numaralarını gözönünde bulundurmadan 45 ve 46. ayetleri birlikte okuduğunuzda Fir'avn ailesini kuşatan kötü azabın ateş olduğu ve sabah-akşam ona girecekleri (arzolunacakları) anlatılıyor. "Ennar" (ateş) kelimesi Kur'ân'da hep cehennem veya cehennemdeki ateş anlamında kullanılmıştır. (Bkz: 2/24, 3/131, 4/56, 7/38-41, 9/35 gibi.)


4- Bazı meal ve tefsirlerde "yuridune" kelimesi; "gösterilir", "sunulur" şeklinde tercüme edilmiş. Kelimede herne kadar gösterilme, sunulma anlamı varsa da, bu ve benzeri kullanımların da yaslanmak, girmek anlamı ön plandadır. Gösterilerek cehenneme girmeleri de ifade edilmiş olabilir. Şimdi konu ile ilgili ayetleri görelim. "Yuridune" kelimesinin hangi anlamda kullanıldığına bakalım.


Şûra Sure'si'nin 45. ayetinde ibare aynen, Mü'min 46. ayetteki gibidir: "Yuridune aleyhe", aşağıda görüleceği gibi açıkça cehenneme atılmaları anlatılmaktadır.

"Yine onları görürsün; aşağılıktan başlarını öne eğmiş vaziyette arzolunurlarken, göz ucuyla, gizli gizli bakarlar, inananlar da işte işte hüsrana uğrayanlar, kıyamet günü kendilerini ve ailelerini hüsrana sokanlardır. Bakın, gerçekten zalimler sürekli bir azab içindedir derler. "

Şimdi benzer ayetlere göz atalım:

Kafirler ateşe arzolunacakları (girecekleri) gün.- Bu gerçek değil miymiş? 'Rabbımız hakkı için, ‘evet' derler, öyleyse inkar etmenizden dolayı azabı tadın." (46/34)


"Kafirler ateşe arzulanacakları (girecekleri) gün: Dünya hayatında bütün güzel şeylerinizi zayi ettiniz, yere büyüklük taslamanızdan ve yoldan çıkmanızdan ötürü bugün alçaltıcı bir azab ile cezalandınlacaksınız." (46/20}


Ayetlerden de açıkça görüldüğü gibi burada ateşin insanlara, (Mü'min: 46 ile ilgili olarak da Fir'avn ailesine) gösterilmesinden değil, insanların o ateşin içine girmesinden söz edilmektedir.

5- Oysa kabirde cehennem ateşinde yanmak diye birşey söz konusu değildir. Üstelik kabirde azab olduğunu iddia edenlerin de böyle bir görüşü yoktur. Dolayısıyla buradaki ateşe sunulma kabir azabı ile değil, kıyametten sonraki cehennem azabı ile ilgilidir.

6- 46. Ayette "sabah-akşam" diye tercüme edilen "Ğuduvven-aşiyyen" kelimeleri Arapçada bir deyimdir. Ve sürekliliği, sonsuzluğu anlatır. (Zemahşeri'nin Keşşafında konuyla ilgili çok malzeme vardır. Hatta bu ayetin nasıl anlaşılması gerektiğiyle ilgili de ilginç yorumlar da mevcuttur.) Benzer ifadeler Kur'ân'ın değişik surelerinde kullanılmaktadır. Örneğin Hud Suresi'nin 107 ve 108. ayetlerinde: Kafirlerin gökler ve yer durdukça cehennemde, mü'minlerin de gökler ve yer durdukça cennette kalacaklarından söz edilmektedir. Yani cennette ve cehennemde bizim bildiğimiz gökler ve dağlar mı vardır ki böyle deniyor, bilemiyoruz. Üstelik kıyamet günü her şeyin parça parça olacağı anlatılmıyor mu? Oysa bu ayetlerde insanların nazarında göklerin ve yerin büyüklüğüne, yüceliğine, sağlamlığına, sonsuzluğuna dikkat çekilerek bir benzetme yapılıyor. İnsanın cennette ve cehennemde sonsuza değin kalacağı vurgulanıyor.


Konu bu anlatımla pekiştiriliyor "sabah-akşam" kelimesi de böyle, azabın sürekliliğini ve sonsuzluğunu anlatıyor,


İşte bu ayette "ğuduvven-aşiyen" kelimelerinin geçmesi de buradaki azabın kıyametten sonraki cehennem azabı.olduğunu anlatıyor. Çünkü iddia edilen kabir azabı sürekli değildir. Ayrıca (78/23) de cehennemde çağlar boyu (yani ebe-diyyen) kalınacağı anlatılıyor.

7- 46. Ayetin devamında "saat çattığı gün, Fir'avn ailesini azabın en çetinine sokun" cümlesi önceki anlatılanları pekiştirmek ve destekleme içindir. Anlatılanların "saat'ten sonra meydana geleceğini vurgulamak içindir.


Kur'ân'ın bir çok yerinde benzer anlatımlar vardır.


Biz sadece ahiretle ilgili olanlardan örnekler vereceğiz. .


" Ve her ümmetin âyetlerimizi yalan sayanlarından bir cemaati toplayacağımız gün, artık onlar bir arada tutulup (hesap yerine) sevkedilirler.Geldikleri zaman der: Ayetlerimi anlamadığınız halde yalanladınız mı? Yoksa ne yaptınız ? Zulmetmeleri yüzünden o söz başlarına gelmiştir.

Artık konuşmazlar. Görmediler mi biz geceyi içinde istirahat etmeleri için yarattık. Gündüzü de aydınlık yaptık. Şüphesiz bunda inanan bir kavim için ayetler vardır. Sur'a üflendiği gün göklerde ve yerde bulunanlar-hep korku içinde kalır. Meğer Rabbın dileye. Hepsi boyun bükerek onage/ir/er..."(27/83-90)



"Siz ve Allah'tan başka taptıklarınız cehennemin odunusunuz. Siz oraya gireceksiniz. Eğer onlar tanrı olsalardı oraya girmezlerdi. Oysa hepsi orada ebedi kalacaklardır. Onlar için bir inleme ve soluma vardır. Ama bizden kendilerine güzellik geçmiş olanlar işte onlar ondan uzaklaştırılmışlardır. Onun uğultusunu duymazlar. Ve canlarının çektiği içinde ebedi kalırlar. O en büyük korku onları asla tasalandırmaz. Melekler onları; 'size söz verilen gün işte bugündür' diyerek karşılarlar. O gün göğü kitap gibi düreriz. İlk yaratmaya nasıl başladıksa onu yine öyle çeviririz, üzerimize söz bunu mutlaka yapacağız." (21798-104) Ayrıca 237 99-110 ayetlerine bakınız.


Şimdi bu ayetlerde de önce cehennem azabından, cennet nimetlerinden söz ediyor, daha sonra kıyametin kopmasına geçiliyor.


Şimdi bu ayetleri bir bütünlük içinde, siyak-sibakına uygun olarak, Kur'ân'ın ilkelerini ve üslubunu göz önünde bulundurmadan, cennet nimetlerinin ve cehennem azabının kıyametten önce olduğunu mu söyleyeceğiz?


Ayrıca Kehf Suresi'nin 52-53, ayetlerinde suçluların ateşi görmelerinin ahirette (kıyametten sonra) olacağı anlatılıyor.


Allah-u Tealâ Kur'ân'ı parça parça edenlere (15/91) lanet ediyor. Aynı şekilde Rabbımız Kur'ân'ı terkedenlere (25/30) de lanet ediyor. Onları korkunç azabla korkutuyor. O halde gelin inancımızı ve yaşantımızı Kur'ân'a göre yönlendirelim.



Kabirde Hayat Olmadığını Gösteren Ayetler


Kur'ân-ı Kerim'deki dirilişle ilgili ayetlere baktığımızda, kabirlerde herhangi bir hayat izinden bahsedilmiyor.


Kabirde, yıllarca kalan insanların, herhangi bir ceza ve mükafata çarptırıldıklarının da izine rastlanmıyor. Aksine insanlar şaşkın şaşkın bakıyorlar. Mükafat ve cezaya hiç de hazırlıklı değiller. Mezarlarda ne kadar kaldıklarından haberleri yok.


Eğer orada bir acı ve nimet tatsalar onları hatırlamaları gerekmez mi?


Öldükten hemen sonra dirildiklerini sanıyorlar. Üstelik insanlar ne durumda olduklarını ancak yeniden dirildikten sonra anlıyorlar.


İnfitar Suresi'nin 4 ve 5. ayetleri çok açık:


"Kabirlerin içi dışına getirildiği zaman, her can ne öne sürdüğünü ne geri bıraktığını bilir." (82/4-5}

Ayrıca kitaplarını (amel defterlerini) alan insanların şaşkınlıklarına ne demeli. (69/25)

O zaman insan kaçacak yer arar. (70/10)


Eğer iddia edildiği gibi kabirden kolay geçenin hayatı kolaylaşacak, zor geçenin hayatı daha da zorlayacak olsaydı, insan niye böyle telaş etsindi ki?

Zaten sonunu biliyor. Boynunu büker otururdu. Kendisine durum açıklandıktan sonra, nasıl sonuca teslim olduysa, kabirdeki durumunu bildiği için de herhangi bir telaşa gerek kalmazdı.

Üstelik, sorgu madem kabirde yapıldı, herkesin ne olduğu ortaya çıktı, mahşerde yeniden sorgulamanın ne anlamı kalırdıki?


Biz şahsen, insanların sorgulamalarının ve ebedi hayatın kıyametten sonra başladığı kanaatindeyiz. Gayb olan bir konuda> daha fazla tartışmaya girmek istemiyoruz. Biz Rabbımızın, Kur'ân'da bildirdiği gerek gaybi olsun gerekse görünürdeki bütün anlattıklarına iman ediyoruz. Çünkü gaybı bilen yalnızca Allah'tır. Şimdi konu ile ilgili ayetlere geçelim:

"Sura üflendi, işte onlar Bahirlerden rablerine koşuyorlar. Dediler; Vah bize yattığımız yerden kim kaldırdı, İşte Rahmanın va'dettiği şey budur. Demek peygamberler doğru söylemiş." (36/51-52)


"O gün Sur'a üflenir, ve o gün suçluları gömgök süreriz. Kendi aralarında gizli gizli konuşurlar. 'Sadece on gün kaldınız. Onların dediklerini biz daha iyi biliyoruz. En akıllıları sadece bir gün kaldınız' der." (20/ 102-104)



Rabbımız tüm bu ayetlerinde ölülerin diriltilmesinden bahsediyor. Acı çeken, nimetlenen insanlara, şahsiyetlere, üstelik akıl sahibi kişilere nasıl ölü denir.


Eğer mezardakiler ölü değil iseler, Allah’ın kıyamet günü dirilteceği ölüler neyin nesidir.


İster bedene ister ruha, isterse her ikisine birden olsun, azab ve mutluluk veriliyorsa ve bunlar sorulan sorulara aklı başında kişiler olarak cevap veriyorlarsa bunlara ölü demek mümkün değildir. Bunların dirilmeye de ihtiyaçları yoktur.


Çünkü zaten onlar bu durumda canlı değiller midir? Eğer bunlar canlılık alameti değilse, canlılık alameti nedir?



Sonuç

İnsanların bir şeye var demesi, o şeyi var kılmıyor. Aynı şekilde var olan bir şeye de insanların yok demesi, o şeyi yok etmiyor. Bu nedenle Kur'ân'da hakkında herhangi bir bilgi olmayan bir konuda, hem de gaybî olan bir konudar üstelik insanların bilgi ve tecrübelerinin de olamıyacağı bir konuda, bu konu vardır ve haktır. Buna inanmak vaciptir, imanın gereğidir demek İslâmî bir tavır olmadığı gibi bunun mantıkî bir açıklaması da yoktur. İnsanlann Kur'ân gibi bir ölçeri yoksa, üstelik düşünmüyorlarsa da, bunlar için inanma' nın da yaşamanın da ölçülecek ve üzerinde durulacak bir yanı yoktur.


"Kabir hayatı" düşüncesinin arkaplanına baktığımızda, tartışılanları incelediğimizde bu konunun müslümanların inancına sonradan girdiğine hükmedebiliriz. Bizi bu şekilde düşünmeye iten konuların başında ruh beden tartışması yatmaktadır. Çünkü toplumun şu an sahip olduğu ruh anlayışı da Kur'ânî değildir. Felsefenin müslümanlara zehirli bir armağanıdır.

Antik Yunan felsefesinin ruh anlayışı özünde fazla bir şey kaybetmeden "müslümanların" malı olmuştur.


İşte kabir hayatında anlatılan, zaman zaman tartışılan ruh, Antik Yunan felsefesindeki ruhtur. Bu nedenledir ki kabir hayatı anlayışının bize felsefenin girdiği veya sonrakityılların bir armağanı(!) olarak görüyoruz. Bu düşüncemizi pekiştiren daha bir çok şey var. Bu düşünceye varmamızın kaynağı dediğimiz gibi kabir hayatı ile ilgili iddialardır, tartışmalardır. Söylenen sözler, konuşulan, tartışılan konular, ne zaman konuşulduğunun, ne zaman tartışıldığının ipuçlarını da verir.


Konu ile îlgili söylemek istediklerimizi kısaca özetlemek istersek:


1- Kabir hayatı için ileri sürülen görüşler arasında büyük çelişkiler var. Görüşlerde bir birlik olmadığı gibi, hemen hemen her konuda ihtilaf mevcut.


2- Kabir hayatının nasıl ve niceliği ile ilgili görüşler Kur'ân ilkeleriyle çelişmektedir. Islâmın anlam ve içeriğinin yozlaşmasına ortam hazırlamaktadır.


3- Konunun delili olarak, hadis diye ileri sürülen sözlerle Kur'ân çelişmektedir. Üstelik ileri sürülen hadislerde kabir hayatı birbirinden çok farklı şekilde, hatta birbirini tekzip edecek şekilde anlatılmaktadır.


4- Kabir hayatına delil olarak gösterilen ayetlerin konu ile herhangi bir ilgisi mevcut değildir. Kur'ân'da; kabir hayatı olduğunu gösteren bir ayet yoktur.


5- Kur'ân dirilmenin kıyametten sonra, hesabın kıyametten sonra, ceza ve mükafatın kıyamettensonra olduğunu söylemektedir.



6- Allah, ahirette ölüleri diriltecektir. Ceza çeken, sefa süren, aklı başında kimseleri değil. Kısacası biz Kur'ân ayetlerinin kabirde bir hayat olmadığını ortaya koyduğu inancındayız, isteyen inanır, isteyen inanmaz. Nasıl olsa sur'a üflenip herkes toplandığında gerçek ortaya çıkacaktır. Bekleyelim, görelim.

evet buraya taşınmıştır hepsi arkadaşlar...keyifli forumlar...
 

muhammedordusu

New member
Katılım
24 Ağu 2006
Mesajlar
177
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
37
Web sitesi
www.mucadeleci.com
çağdaş Tefsir Telakkilerinin Reddettiği Kur'anî Bir Hakikat: Berzah Alemi Ve Kabir Azabi

çağdaş Tefsir Telakkilerinin Reddettiği Kur'anî Bir Hakikat: Berzah Alemi Ve Kabir Azabi

KABİR AZABINA DAİR KUR’ÂNÎ NASLAR

İki meleğin sual sormasına ilişkin Kur’ânî naslar arasında şunları zikredebiliriz:

Birinci olarak; Buhari’nin tahric ettiği bir hadis-i şerifte Berâ bin Âzib (R.A.) Rasulullah (S.A.V.) Efendimizin şöyle buyurduğunu naklediyor: “Müslüman kabirde suale çekildiği zaman Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in onun Resulü olduğuna şehadet eder. Bu Allah’ın şu kavl-i şerifinde ifade edilmektedir: “Allah, iman edenleri, dünya hayatında da, ahirette de sağlam bir söz üzerinde tutar.”(İbrahim,27)

Bu, ölen kişinin kabirde sorguya çekileceğine dair Kur’ân'dan sarih ve apaçık bir nastır. Ayet-i kerimede geçen sağlam bir söz ifadesinin açıklama ve izahını Hz. Peygamber kelime-i şehadeti kabirde söylemek olarak yapmıştır.

İkinci olarak; Cenab-ı Hakk’ın Firavun’un kavminden bahsettiği şu kavl-i şerifidir: “Allah o mümini, onların kurdukları tuzakların kötülüklerinden korudu. Firavun'un adamlarını ise, o kötü azab kuşattı. Onlar, sabah akşam ateşe arz olunurlar. Kıyamet kopacağı gün de: "Firavun hanedanını azabın en şiddetlisine tıkın!" (denilecektir).”(Gafir (Mümin)45,46) Yani onlar sabah ve akşam kabirlerinde azaba uğrarlar. Burada “nar”dan maksad kabir ateşidir, cehennem ateşi değil. İkinci ayette gelen şu ifade bunun delilidir: “Kıyamet kopacağı gün de: "Firavun hanedanını azabın en şiddetlisine tıkın!" (denilecektir)” buradan anlaşılıyor ki kıyamet henüz kopmamıştır. (Bu durumda) nasıl Cenab-ı Hakk onların ateşe atılmalarını ve onlara azab edildiğini haber verir? Hiç şüphesiz kesinlikle burada bahsedilen kabir azabıdır cehennem azabı değil, bu ateş ahretteki ateşten önceki bir ateştir.

Hafız İbn Kesir diyor ki: “Bu ayet-i Kerime ehl-i sünnetin kabirde berzah azabının olacağına dair delil olarak kabul ettiği en önemli dayanaklardan biridir.” Bu ayetteki ifadeden dünya var olduğu sürece sabah ve akşam bu azabın devam edeceği anlaşılmaktadır.[2]

Üçüncüsü; Cenab-ı Hakk’ın Nuh Aleyhisselamın kavminden bahsettiği şu ayet-i kerimedir: “Hatalarından dolayı boğuldular, ateşe sokuldular, kendilerine Allah'a karşı yardımcılar da bulamadılar.”(Nuh,25)

Burada ateşten kasıt kabir ateşi ve berzah azabıdır, cehennem ateşi değildir, çünkü, “fâ” ile atfedilmiştir. “Fâ” atıf harfi, Arap dilinde takiple beraber tertip ifade eder. Ayette yanmaları, boğulmalarından sonra zikredilmiştir. Yani azgınlıkları ve şeni cürümleri sebebiyle malum tufan ile gark edildiler(boğuldular), hemen ardından da büyük ve korkunç bir ateşe sokuldular ki o da kabir ateşidir.

Dördüncüsü; Cenab-ı Hakk’ın kafirler ve facirlerden bahsettiği şu ayet-i kerimedir: “(Ahirette ki) en büyük azaptan önce, onlara mutlaka (dünyada) en yakın azaptan tattıracağız; olur ki dönerler.”(Secde,21)

Burada yakın azaptan kasıt kabir azabıdır, çünkü; ahiret azabı henüz gelmemiştir ancak kıyamet günü gelecektir.



RUHUNUN ALINMASI ESNASINDA KAFİRİN AZAP ÇEKMESİ

Beşincisi; Ölüm anında sekerat-ı mevt haline işaret eden –ki bu da Kur’an’ın haber verdiği gaybi hakikatlerdendir- kafirlerin uğradığı şiddet, bela, darb ve musibettir ki bu, onların habis ruhlarının bedenlerinden çıkması için yüzlerine ve sırtlarına uygulanan bir azaptır. Şu ayet bunu ifade eder: “Melekler yüzlerine ve arkalarına vurarak ve ‘Tadın yakıcı cehennem azabını’ (diyerek) o kâfirlerin canlarını alırken onları bir görseydin! İşte bu, ellerinizle yaptığınız yüzündendir, yoksa Allah kullara zulmedici değildir.”(Enfal;50,51)

Yani “ey dinleyen kişi, o şaki ve mücrimlerin halini azap melekleri onların habis ruhlarını bedenlerinden çıkarırken ve demir değneklerle yüzlerine ve sırtlarına vururken keşke bir görseydin.” demektir.

Burada azabın şiddetini ve korkunçluğunu ifade etmek için “lev”in cevabı hazf edilmiştir. Yani çok büyük, korkunç, iğrenç bir şey görmüş olurdun, şiddeti ve korkunçluğu anlatılamayacak derecededir demektir. Her ne kadar azap meleklerini kafirlerin ruhlarını kabzederken veya onlara demir değneklerle vururken görmemiş olsak da, olduğundan şüphe duymuyoruz, çünkü bu konuda Allah’ın, en ufak bir şüphe kabul etmeyen kati bir haberi varittir. Allah-u Teala bu hususları, bize sınamak ve imtihan etmek için bize göstermemektedir ki müminlerin tasdiki ortaya çıksın. Zira müminler gayba inanan insanlardır, sadık müslümanın ilk vasfı gaybe iman etmesidir. Cenab-ı Hakk şöyle buyuruyor: “O kitap (Kur'an); O’nda asla şüphe yoktur. O, müttakîler (sakınanlar ve arınmak isteyenler) için bir yol göstericidir.
Onlar gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan Allah yolunda harcarlar.”(Bakara; 2,3)

Altıncısı; Cenab-ı Hakk En’am Suresi’nde de kâfirlerin ruhlarının sökülüp alınması esnasında korku içerisinde olduklarını haber vermektedir. Şöyle ki, azap melekleri gelir, yakıcı değneklerle ona vururlar ve alay ve istihza ederek derler ki: “Gücün yetiyorsa kendini bu azaptan kurtar bakalım hadi! Bu gün, daha önce alay ettiğin ve yalanladığın azabı tadıyorsun!” Cenab-ı Hakk buyuruyor ki: “O zalimler, ölümün (boğucu) dalgaları içinde, melekler de pençelerini uzatmış, onlara: ‘Haydi canlarınızı kurtarın! Allah'a karşı gerçek olmayanı söylemenizden ve O'nun âyetlerine karşı kibirlilik taslamış olmanızdan ötürü, bugün alçaklık azabı ile cezalandırılacaksınız!’ derken onların halini bir görsen!”(En’am; 93)

Yedincisi; Allahü Teala azap meleklerine yemin etmektedir ki o melekler kâfir ve facirlerin ruhlarını şiddetle ve çok sertçe, adeta zorla söküp alarak kabzetmektedirler. Çokça dişleri olan demir taraklar, ıslanıp dolaşmış yüne sokulup ta çekilince nasıl yırtılıp parçalara ayrılırsa, kafirlerin ruhları da adeta bir iğnenin deliğinden çıkarılıyormuşçasına son derece şiddet ve sertlik içerisinde alınır.

Allah Teala rahmet meleklerine de yemin etmiştir ki onlar da müminin ruhunu gayet kibarca kabzetmektedirler. Müminin ruhunu adeta tereyağından kıl çeker gibi kolayca alıvermektedirler. Buna şu ayet-i kerime işaret etmektedir: “Söküp çıkaranlara andolsun; yavaşça çekenlere, yüzdükçe yüzenlere, yarıştıkça yarışanlara, derken iş düzenleyenlere .” (Nâziât;1,5)

Müfessirler diyorlar ki: “Bu, Cenab-ı Hakk’ın meleklere yaptığı bir kasemdir; hem azap meleklerine hem de rahmet meleklerine. Azap melekleri ki, kafirlerin ruhlarını çok sert ve kaba bir şekilde kabzederler; rahmet melekleri ki, müminlerin ruhlarını çok yumuşak ve kibar bir şekilde hafifçe alırlar.”

Bunlar gaybi hakikatlerdir, en ufak bir şüphe duymaksızın inanmak gerekir, zira Allah Teala’nın kat’i olarak haber verdiği hususlardır.



KABİR AZABI İLE ALAKALI SAHİH HADİSLER

Kabir azabı ve mükafatı hakkındaki hadislere gelince onlar sayılamayacak kadar çoktur, ancak biz burada bazı hadis-i şerifleri zikretmekle yetinenceğiz.

1. HADİS: Osman bin Affan (R.A.)dan şöyle dediği nakledilmiştir: “Peygamber Efendimiz (S.A.V.) ölünün defin işlemini bitirdikten sonra başında kalır ve derdi ki: “Kardeşiniz için istiğfarda bulununuz ve ona tesbit için (dilinin kabirdeki meleklerin suali esnasında kavl-i sabit olan kelime-i şehadeti söyleyebilmesi için) dua edin, zira o, şu anda sorguya çekilmektedir.”[3]

2. HADİS: Ebu Said el-Hudri (R.A.)den şöyle dediği nakledilmiştir: Peygamber Efendimiz buyururdu ki: “Cenaze (tabuta) konup da omuzlara alındığı vakit, salih birisi ise der ki: ‘Çabuk çabuk, acele acele beni yerime götürünüz.’ Eğer Salih birisi değilse de ehl-ü ıyaline der ki: ‘Vah zavallı onu nereye götürüyorsunuz.’ Onun sesini insan hariç bütün mahlukat işitir. Şayet insan onun bu haykırışını duyacak olsa helak olur, ölür giderdi.”[4]

3. HADİS: Hz. Ali’den şöyle dediği nakledilmiştir: “Bakîu’l-Garkad’de -yani Medine’deki Cennetü’l-Baki’ kabristanı- bir cenazedeydik, Rasulullah Efendimiz yanımıza geldi, O oturdu bizler de etrafına oturduk, elinde uzunca bir asa vardı. Asasıyla yere bir şeyler çizmeye başladı. Sonra: ‘Sizden kimse yok ki, şu anda cennet veya cehennemdeki yeri yazılmış olmasın!’ buyurdu. Cemaat: ‘Ey Allah'ın Resulü; öyleyse hakkımızdaki yazıya (Allah’ın takdirine) itimad edip (boyun eğip) ona dayanmayalım mı?’ diye sordu. Peygamberimiz: ‘Hayır; Çalışın, buyurdular. Herkes kendisi için yaratılmış olana erecektir. Cennetlik olanlar, saadet(e götüren) amelde (muvaffak) olacaktır. Şekavet ehli olanlar da şekavet(e götüren) amelde (muvaffak) olacaktır!’ dedi.”

Sonra şu ayeti tilavet buyurdular: "Kim bağışta bulunur, günahtan kaçınır ve dinin en güzelini tasdik ederse, biz de ona hayır ve kolaylık yolunu kolaylaştırırız." (Leyl 5-7)”[5]

4. HADİS: Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)'nin anlattığına göre, bir Yahudi kadın, yanına girdi. Kabir azabından bahsederek: "Seni kabir azabından Allah korusun!" dedi. Hz. Aişe de Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) yanına girince Yahudi kadının söylediklerini anlattı ve kabir azabından sordu. Aleyhissalâtu vesselâm: "Evet, kabir azabı haktır. Onlar kabirde azap çekerler, onların azabını hayvanlar işitir!" buyurdu. Hz. Aişe der ki: "Bundan sonra Aleyhissalâtu vesselâm'ın namaz kılıp da, namazında kabir azabından istiaze etmediğini hiç görmedim." [6]

5. HADİS: Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (Aleyhissalâtü vesselâm) buyurdular ki: "Kul kabre konulup, yakınları da ondan ayrılınca -ki o, geri dönenlerin ayak seslerini işitir- kendisine iki melek gelir. Onu oturtup: "Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm) denen kimse hakkında ne diyordun?" diye sorarlar. Mü'min kimse bu soruya: "Şehadet ederim ki, O, Allah'ın kulu ve elçisidir!" diye cevap verir. Ona: "Cehennemdeki yerine bak! Allah orayı cennette bir mekâna tebdil etti" denilir. (Adam bakar) her ikisini de görür. Sonra ona, kabri geniş ve rahat hale getirilir. Eğer ölen münafık ve kafir ise: “Sizin içinizde gönderilmiş bu kişi (Muhammed Aleyhisselam) hakkında ne diyordun? denilir. "(Sorduğunuz zatı) bilmiyorum. Ben de herkesin söylediğini söylüyordum!" diye cevap verir. Kendisine: "(Allah Rasülü’nün getirdiklerini) Anlamadın ve (Allah’ın Kitabını) okumadın!" denilir. Sonra demirden sopalarla vurulur. (Sopanın acısıyla) öyle bir çığlık atar ki, onu (insan ve cinlerden ibaret olan) sekaleyn dışında ona yakın olan bütün (kulak sahibi) varlıklar işitir."[7]

Bu hadis kafirin kabirde azap çekeceğini, aynı zamanda demir sopalarla dövüleceğini ve bunun neticesinde insan ve cinler dışında bütün yer ve sema ehlinin duyacağı şekilde bağıracağını açıkça ifade etmektedir. Kafirin kabri öyle bir daraltılır ki adeta cehennem çukurlarından bir çukura dönüşür. Tabi ki müminin kabri de öyle geniş ve rahat bir hale getirilir ki adeta cennet bahçesine döner. Aynı zamanda hadis-i şerif, insanın kabirde işiteceğini, göreceğini ve hissedeceğini ifade etmektedir, ancak; onun bu hayatı normal insan hayatından farklıdır çünkü berzah hayatıdır. Allah her şeyi en iyi bilendir.

6. HADİS: Bera bin Âzib (R.A.)’ın anlattığına göre Rasulullah (S.A.V.) bir gün güneşin battığı sırada dışarı çıkmıştı ki bir ses işitti. “Bunlar Yahudiler! kabirlerinde azap çekiyorlar” buyurdu.[8]

Görüyoruz ki Rasulullah (S.A.V.) Yahudilerin kabirlerinde uğradıkları azap neticesinde çıkardıkları sesleri işitiyor ve bu seslerin kaynağını ashabına haber veriyor. Bu da kabir azabının varlığına Sadikul-Masduk Efendimiz’den varid olan apaçık, kati bir delildir.

7. HADİS:
Bera bin Âzib (R.A.)’ın naklettiğine göre Rasulullah (S.A.V.) şöyle buyurdu: “Mümin kabrinde oturtulur, (melekler sorgu için) ona gelirler, sonra o Allah’tan başka ilah olmadığına Muhammed Aleyhisselam’ın O’nun Resulü olduğuna şahadet eder. Bu, Cenab-ı Hakk’ın şu kavl-i şerifi ile ifade edilmektedir: “Allah, iman edenleri, dünya hayatında da, ahirette de sağlam bir söz üzerinde tutar; zalimleri de saptırır ve Allah, dilediğini yapar.” (İbrahim,27) [9]

8. HADİS: Abdullah bin Ömer (R.Anhüma)’in naklettiğine göre Rasulullah (S.A.V.) şöyle buyurdu: “Sizden birisi öldüğü (ve kabre konulduğu zaman) sabah akşam kendisine gideceği yer gösterilir. Cennet ehlinden ise cennet ehli olarak yok eğer cehennem ehlinden ise cehennem ehli olarak. Yani cennet ehlinden olacaksa cenneti görür ve kabri cennet bahçelerinden bir bahçe haline gelir. Şayet cehennem ehlinden olacaksa ona da kabrinde iken cehennem gösterilir de bu şekilde kabri cehennem çukurlarından bir çukur haline gelir. Sonra kendisine denilir ki: Kıyamet gününde Allah seni diriltip haşr edinceye kadar kalacağın yer işte burasıdır.”[10]

9. HADİS: Abdullah bin Abbas (R.A.) anlatıyor: “Peygamber Aleyhisselam iki kabre uğramıştı, -azap çektiklerini bizzat kendisi işitti- ve dedi ki: ‘Bu ikisi kesinlikle azaba uğruyorlar, azaba uğramalarının sebebi de büyük günahlardan biri değil; bu kişilerden birincisi, nemime yapıyordu (yani insanlar arasında laf götürüp getirmek suretiyle aralarını bozmaya çalışıyordu). Diğeri ise idrarının üzerine sıçramasından sakınmıyordu.’ Daha sonra yaş bir dal aldı, ikiye böldü ve her bir dal parçasını bir kabrin üzerine toprağa soktu ve buyurdu ki: ‘Bu dallar yaş kaldığı müddetçe umulur ki onların azabı hafifletilir.”[11]

10. HADİS: Peygamberimiz (S.A.V.) buyurdu ki: “Sizler birbirinizi defnediyor olmasaydınız kabir azabını size işittirtmesi için Allah’a dua ederdim.”[12]

Kabir azabına dair zikrettiğimiz bu hadis-i şerifleri teyid eden en önemli hususlardan birisi de Peygamberimiz kabir azabından Allah’a sığınır, namazlarında da şu meşhur duasını yapardı: “Allahım, kabir azabından, cehennem azabından, hayatın ve ölümün fitnelerinden, Deccal fitnesinden sana sığınıyorum.”



İNSANA KABİRDE NASIL AZAB EDİLİR?

Allah Teala’nın kudretini idrak edememiş, hadiselere şaşı bir bakış açısıyla bakan, selim bir şekilde düşünemeyen bazı basit, gafil ve zavallı insanlar diyorlar ki; “insan kabirde nasıl sorguya çekilir? Melekler nasıl insanları karşısına oturtup hesaba çeker, soru sorup cevap alır? O, bu daracık yerde ve üzeri tamamen toprakla örtülü olduğu halde bu nasıl olabilir? Peki demir sopalarla nasıl dövülebilir, halbuki biz onun kabrini açıp da baksak onun üzerinde en ufak bir darp ve işkence izi göremeyiz?”

Buna şöylece cevap verebiliriz: Bu tür vesveseler insana Allah Celle ve Alâ’nın kudretinden gafil olması ve Berzah Alemi’ni Dünya alemine kıyas etmesi sebebiyle gelir. Böyle bir kıyas hatalı bir kıyastır ki bu hatanın kaynağında ahiretle ilgili hususları yeterince bilmeme ve ölümün mahiyetini doğru bir şekilde anlayamama vardır.

Ölüm külliyen bir yok oluş değildir, bilakis bir hayattan bir başka hayata geçiştir; tıpkı bir çocuğun anne karnından dünya hayatına geçişi gibi. Çocuk anne karnında iken gayet rahat ve ferah içerisinde yaşar, yer-içer, ama onun yeme-içmesi doğduktan sonra yiyip-içmesiyle aynı değildir, teneffüs de etmektedir ancak farklı bir yolla bunu yapmaktadır. Biz insanı dünya hayatından tekrar daha önce yaşadığı anne karnına, o daracık mekana geri çevirmek, o hayat şartlarında yaşatmak istesek ve ağız yoluyla yeme içmesini kessek, onun göbek bağı vasıtasıyla beslenmesini istesek muhakkak boğulup ölecektir. Bu kıyas apaçık ortada iken berzah (kabir) alemi dünya alemine nasıl kıyas edilebilir?

Yine önümüzde küçültülmüş bir örnek durmaktadır ki o da uykudur. Cenab-ı Hakk uykuyu şu ayet-i kerimesinde vefat ve ölüm olarak isimlendiriştir: “Allah, o canları öldükleri zaman, ölmeyenleri de uyuduklarında alır. Sonra haklarında ölüm hükmü verdiklerini alıkor, diğerlerini de takdir edilmiş bir süreye kadar salıverir. Şüphesiz ki bunda düşünecek bir kavim için nice ibretler vardır.”(Zümer, 42)


alıntıdır..

Muhammed Ali ES-SABÛNÎ
Tercüme: Ali ÇİFTÇİ



[2] İbn Kesir, Tefsiru’l-Kur’an’i’l-Azîm, III, 244.

[3] Ebu Davud, Cenaiz, 73.

[4] Buhari, Cenaiz, 49, 51, 89; Nesai, Cenaiz, 44.

[5] Buharî, Cenaiz 81, Edeb 120, Kader 3, Tevhid 54; Müslim, Kader 6, (2647); Ebu Davud, Sünnet 17, (4694); Tirmizî, Kader 3, (2137) Tefsir, Leyl, ( 3341).

[6] Buhârî, Cenaiz 89, Müslim, Mesacid 123; Nesâî, Cenaiz 115.

[7] Buhârî, Cenaiz 68, 87; Müslim, Cennet 70; Ebu Davud, Cenaiz 78; Nesâî, Cenaiz 110; Tirmizî, Cenaiz 70.

[8] Buhârî, Cenaiz 86; Müslim, Cennet, 17; Nesai, Cenaiz, 114.

[9] Buhari, Cenaiz, 85, Tefsir; Müslim, Cennet,17; Ebu Davud, Sünnet, 27; Tirmizi, Tefsir; İbrahim; Nesai, Cenaiz, 114.

[10] Muvatta, Cenaiz,16; Buhari, Cenaiz, 88, Bed’ül-halk, 8, Rikak,42; Müslim, Cennet,17; Tirmizi, Cenaiz,71; Nesai, Cenaiz, 116.

[11] Buhari, Vudu, 55; Cenaiz, 80, 87, Edep, 46; Müslim, Taharet, 34; Nesai, Cenaiz, 116; İbn Mace, Taharet, 26.

[12] Müslim, Cennet, 17; Nesai, Cenaiz, 114.
 
Üst Alt