Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Hadislere inanmayanlarin atalari

sinang

New member
Katılım
10 Eyl 2006
Mesajlar
1,628
Tepkime puanı
276
Puanları
0
Konum
bezm-i ezelden
Hadis ilmi ile meşgul olan ilk müsteşrikin, Avusturya asıllı, İngiliz vatandaşı Dr. Sprenger (v.1893) olduğu söylenir. Hadislerin büyük bir kısmının uydurma olduğunu söylemiş ve sünnetin değeri üzerine makaleler yazmıştır. Yine Hindistan’da faaliyet gösteren Sir William Muir, Alman müsteşriklerden George Weil ve Hollandalı Müsteşrik Dozy biraz daha iyimser davranarak, en azından Buhari’deki hadislerin yarısının sağlam olabileceğini ifade etmişlerdir.
Esas hadis araştırmaları üzerinde duran Macar asıllı müsteşrik Yahudi Ignaz Goldziher’dir. Dozy kadar bile hadise itimad etmeyen bu müsteşrik, Peygamber (asv)’e ya da sahabe’ye, doğru olarak isnad edebileceğimiz herhangi bir parçayı bulup ortaya koymanın mümkün olmadığını söyler. Ona göre hadisler İslam’ın ilk asrının birer vesikası değil, ileriki yıllarda, İslami gelişmenin yaşandığı dönemdeki İslam toplumunda ortaya çıkan gayretlerin neticesidir. Yani her ilim erbabı, her ekol, kendi fikir, görüş ve uygulamasını hadis diye uydurmuştur, (!) iddiasında bulunuyor.
Sünnet konusunda önemli iddiaları olan J. Schacht’ın görüşleri şöyle özetlenebilir: Ona göre, Iraklılar H. II. asır başlarında, “Peygamber’in sünneti”, teriminin siyasi ve kelami anlamını, hukuki bir kavram şekline sokmuşlar ve onu mahalli bir cemaatin idealleştirilmiş tatbikatı ve bu cemaate ait bilginlerin doktrini demek olan sünnetle bir tutmuşlar, Sünneti Peygamber’in örnek davranışı olarak ilk kullanan Şafii’dir ve sünnet cemiyetin geleneksel adetlerini temsil ediyordu, iddiasında bulunmuşlardır.
İngiliz Müsteşriklerden D.S. Margoliouth ise şu iddialarda bulunur:
1. Hz. Peygamber geriye ne bir hüküm, ne de dini bir karar bırakmıştır. Yani Kur’an dışında hiçbir hadis ve sünnet bırakmamıştır.
2. Hz. Muhammed’den sonra ilk İslam cemaatinin uyguladığı sünnet, O’nun sünnet’i olmayıp, Kur’an vasıtasıyla ta’dile uğrayan İslam öncesi Arapların örf ve adetleridir.
3. II. H. Yüzyıldan sonraki nesiller, Arapların bu örf ve adetlerine otorite ve bağlayıcılık kazandırmak amacıyla, Hz. Peygamber’in sünneti kavramını geliştirip, bu kavramı gerçekleştirmek için hadis mekanizmasını uydurdukları görüşündedir.
Benzeri sebeplerle, Fransız müsteşrik P.H. Lammens, Hurgronje gibi batılı araştırmacılar, nebevi sünnet kavramını kabul etmemektedirler.
Hz. Peygamber (asv)’e nisbet edilen rivayetleri böyle bir değerlendirmeye tutanlar ilk olarak müsteşrikler olmuştur. Bu anlayışa göre Cahiliye örf ve adetlerine veya H. II. asırdan sonra İslam alimlerinin verdiği fetva ve uygulamalara bir değer atfetmek için uydurulmuş şeylere hadis/sünnet denmektedir. Sanıyoruz bu anlayışların etkisinde kalan bazı Müslüman araştırmacılar da Hz. Peygamber (asv)’e ait uygulama ve fiillere "toplumun örfü" diyebilmişlerdir.
Spenger’in arkadaşı olan Seyyid Ahmed Han, Hz. Peygamber (asv)’e ait her şeyi reddetmiş, peygamberlik iddiasında bulunmuş ve "Kur’an bize yeter" demiştir.
Tevfik Sıdki ise, her şey Allah’ın kitabında olanlardan ibarettir. Hz. Peygamber (asv)’in uygulamaları ise, belli bir zamana ait, hazırlık dönemidir, diyerek Ahmed Han gibi bütün sünneti reddeder.
 
M

Misafir

Guest
Bu oryantalist araştırmacı yazarların halı olduğu noktalar çok..Buradan çıkan sonuç şudurki,hadis kitapları peygambere isnat sözler olup doğruluğu her zaman tartışmaya açıktır..
fakat bu ihç bir zaman hadis kitapları çöpe atılır anlamında anlaşılmamalıdır.
sünnetlerin ve ayetlerin tarihsell uygulamaları değişkendir.Resulullahın zamanındaki bir uygulama bu gün aynı manayı ifade etmeye bilir..
 

sinang

New member
Katılım
10 Eyl 2006
Mesajlar
1,628
Tepkime puanı
276
Puanları
0
Konum
bezm-i ezelden
Mutezile, öncelikle, hadis hakkında şüpheler ortaya attı. Bu açıdan diyebiliriz ki, günümüzde hadisi reddedip: "Hadisler, ancak Hicrî üçüncü asırda toplanıp, yazıya geçirildi; dolayısıyla, her şey aslıyla muhafaza edilemedi." diyenler, çok orijinal bir fikir ortaya atmış olmuyorlar. Belki onlar bu düşünceleriyle sadece Neo-Mutezile unvanını hak ediyorlar.

Aslında Mutezile bu tür fikirleriyle ortada iken ve tesiri en geniş bir dönemi yaşarken, hadisler, devâsâ imamlar tarafından, hem de tarihte eşi-emsali görülmedik derecede muhteşem ve itiraza mahal olmayan en ilmî usûllerle tespit ediliyor ve kitaplara geçiriliyordu. Hatta çok daha erken bir dönemde Ömer b. Abdülaziz'in emriyle, resmî olarak İbn Şihab ez-Zührî hadisi tespitle vazifelendiriliyor ve resmî tedvin dönemini başlatıyordu.

Ayrıca, Abdullah İbn Ömer'in mevlâsı, İmam Malik'in hocası, Leys İbn Sa'd'ın da şeyhi olan Nâfi ve bizzat Leys İbn Sa'd da hadisleri tespit ediyorlardı. Bunlardan daha önce, Ebû Hüreyre'nin talebesi Vehb İbn Münebbih de hadisleri toplayanlardandı. Muhammed Hamidullah Hoca, bu zatın, bilhassa Ebû Hüreyre'ye dayanarak tespit ve neşrettiği hadisleri yayınlamış ve onların mukayeseli bir kritiğini yapmıştı.

Mustafa el-A'zamî de, yaptığı araştırmalarla, çok erken bir devirde bizzat sahabe ve tâbiîn tarafından hadislerin yazıldığını tespit etmiştir. O kadar ki, bu zatın tespitlerine göre, daha Hicrî birinci asırda talebelerine hadis dikte eden sahabi sayısı elliyi buluyordu.

Hadisler, İslâmî iffet ve ismeti dorukta temsil eden devâsâ kametler tarafından yazılmış, tespit edilmiş ve çok emin kanallarla Buhârîler, Müslimler gibi bu alanın dâhi imamlarına intikal etmiş ve bu üstün fıtratlar bir kere daha hadisleri, metin ve senet kritiğine tâbi tutarak ayıklanması gerekenleri ayıklamış ve teksif-i himmet edilmesi gerekli olan "sahih"ler üzerinde himmetlerini yoğunlaştırmışlardır.

Meselâ İmam Buhârî, elinin ulaştığı bütün sahihleri toplamaya çalışmış, bu sahihlerden meydana getirdiği eserine "el-Câmiu's-Sahih" ismini vermiştir. Bilahare gelen bu sahanın üstadları, Buhârî'nin sahih hadislerle ilgili şartlarını taşımakla beraber, bu büyük imamın kendi zamanında ulaşma imkânı bulamadığı sahih hadisleri ihtiva eden istidrakler yazmışlardır. Bunların başında, Şafiî mezhebine bağlı, allâme ve mütebahhir Dârekutnî gelir ki, bu sahada yazdığı Sünen'i meşhurdur. Aynı sahada bir diğer meşhur eser de, Hâkim en-Neysâbûrî'nin Müstedrek'idir.

Hulâsa, diyebiliriz ki, hadisler, ta Devr-i Risaletpenâhî'den itibaren tespit ediliyordu. Daha sonra resmî tedvine izin verildi; hatta teşvik edildi ve derken pek çok istidat o alana yöneldi. Vâkıa, Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), bir zaman bazılarına, "Benden Kur'ân'dan başka bir şey yazmayın." demişti ama bu, belli bir dönem için söz konusuydu. Nitekim Buhârî'nin Kitabü'l-İlm bölümündeki bir hadiste, Allah Resûlü (asv), Veda Hutbesi'nin kendisi için yazılmasını isteyen Ebû Şah karşısında ashabına: "Ebû Şah için yazın!" buyurarak bir döneme son veriyordu.

Ayrıca, Allah Resûlü'nün, Abdullah İbn Amr İbn Âs'a bir münasebetle, "Yaz, bu ağızdan doğrudan başkası çıkmaz." buyurduğunu, Buhârî, Müslim ve Ebû Davud kaydediyorlar. Ehlinin bildiği ve bizim de bir nebze "Sonsuz Nur" isimli kitabımızın son kısmında arz etmeye çalıştığımız üzere, sahabe (Allah hepsinden razı olsun), Allah Resûlü'nün hadislerine, dinî bir gayretle sahip çıkmış ve dolayısıyla da daha önceki ümmetlerin başına gelen nebevî mirasın korunamaması felâketi, bu ümmetin başına gelmemiştir.

Ayrıca, Sünnet hakkında gerek müsteşriklerin, gerekse içimizde bazılarının ortaya attıkları şüphelere karşılık cevap mahiyetinde bugüne kadar bir hayli kitap yazılmıştır. Sünnet'e karşı, istişrak (oryantalizm) kaynaklı bu hareketler ilk defa sistemli şekilde Mısır'da ortaya çıktığından, oranın ulemâsından gereken cevabı almıştır. Bu konuda ilk yazılan eserlerden biri Merhum Mustafa Sıbâî'nin, "es-Sünnetü ve mekânetühâ fi't-teşrîi'l-İslâmî" isimli eseridir. Ardından "Hucciyyetü's-sünne", "es-Sünne kable't-tedvin" vb. kitaplar birbirini takip etmiş, hatta sadece Ebû Hüreyre'nin çok rivayet ediyor diye tenkit edilmesine karşılık, "Râviyetü'l-İslâm Ebû Hüreyre" adıyla hususî kitaplar yazılmıştır.

Ne var ki, hadise ve Sünnet'e yapılan itirazlar, ilk günden beri hadis tarihi açısından defalarca cevaplandırılmış olmasına rağmen, orijinal bir şey gibi bu bayat bilgiler tekrar tekrar ortaya atılmış ve zihinler bulandırılmak istenmiştir. Günümüzde Batılı kaynaklarda gördükleri itirazları yeni zanneden bazı müstağripler (şaşkınlar), bu eski şeyleri yeni bir şey keşfetmiş gibi kitaplara dökmüş ve sâfi zihinleri yeniden bir kere daha ifsat etmişlerdir. Hâlbuki bu itirazların bir kısmı, daha İbn Kuteybe döneminde cevaplandırılmış, kalanları da, ortaya çıktıkları dönemde hemen reddedilmiş, ciddî bir mantığa dayanmayan vâhî iddialardır.

Daha ilk dönemde, hadislerin sahihi, zayıfı, tenakuzların telifi, mevzû rivayetlerin ayıklanması gibi bütün ihtilaflı meseleler hakkında ciltlerle kitaplar yazılarak, hadis konusundaki bütün problemler halledilmişti. Meselâ, büyük âlim İmam Tahâvî, "Müşkilü'l-âsâr" ve "Şerhu maâni'l-âsâr" isimli eserlerini bu konuya tahsis etmiştir. Okumak için bir hayli zaman ayırmamız gerekecek kadar hacimli olan bu eserler, hadis meselesiyle alâkalı yazılmış kitaplardan sadece iki tanesidir. Tahâvî gibi dev imamların, hadis etrafında yazdıklarını okumaya bile ömürler yetmez...

Yahya b. Saidü'l-Kattan gibi, Buhârî gibi nice hadis dâhileri, Allah Resûlü'nün mesaj ve hidayetiyle alâkalı insanlığa sunduğu hadisleri bir iki tekrar ettiklerinde dudaklarını birbirine dokundurur ve "Vallahi, bunun içinde ilâhîlikten başka bir şey yok." derlerdi. Bu dev insanlar bir yana, daha sonrakiler bile, hadis diye rivayet edilen, fakat hadis olmayan böyle bir sözle karşılaşınca, "Bu, Peygamber sözüne pek benzemiyor." demiş ve farklı yöntemlerle bu dediklerini ispatlayabilmişlerdir.

Allah Resûlü'nün sözleri bellidir ve bunlar, hadis uzmanları tarafından, Kur'ân'dan sonra belli bir yere oturtulmuş; hem öyle bir yere oturtulmuştur ki, onun üzerinde beyan, olsa olsa ancak Kur'ân olur. Kur'ân'ın sinelerdeki yeri mahfuz, edipler, belâgatçiler, kendilerine onun altında bir yer peyleyebilmek için yarışıp durmuşlardır.

Umum bu mülâhazaları birden nazara alınca, ortaya şöyle bir tablo çıkmaktadır:

Hadisle alâkalı bu iddia sahipleri, ezbere konuşmaktadır. Hemen hiçbiri ilgili temel kaynakları tanımamaktadır. Ve bu eserlerde hangi kriterlerin kullanıldığını, hadislerin ne türlü imbiklerden geçirilerek bir araya getirilip insanlığın istifadesine sunulduğunu, ister metin, ister senet açısından her şeyin nasıl inceden ince bir teste tâbi tutulduğunu kat'iyen bilmemektedir
 

CENGÝZHAN

New member
Katılım
15 Ara 2011
Mesajlar
297
Tepkime puanı
8
Puanları
0
Konum
Ankara
Hadis ilmi ile meşgul olan ilk müsteşrikin, Avusturya asıllı, İngiliz vatandaşı Dr. Sprenger (v.1893) olduğu söylenir. Hadislerin büyük bir kısmının uydurma olduğunu söylemiş ve sünnetin değeri üzerine makaleler yazmıştır. Yine Hindistan’da faaliyet gösteren Sir William Muir, Alman müsteşriklerden George Weil ve Hollandalı Müsteşrik Dozy biraz daha iyimser davranarak, en azından Buhari’deki hadislerin yarısının sağlam olabileceğini ifade etmişlerdir.
Esas hadis araştırmaları üzerinde duran Macar asıllı müsteşrik Yahudi Ignaz Goldziher’dir. Dozy kadar bile hadise itimad etmeyen bu müsteşrik, Peygamber (asv)’e ya da sahabe’ye, doğru olarak isnad edebileceğimiz herhangi bir parçayı bulup ortaya koymanın mümkün olmadığını söyler. Ona göre hadisler İslam’ın ilk asrının birer vesikası değil, ileriki yıllarda, İslami gelişmenin yaşandığı dönemdeki İslam toplumunda ortaya çıkan gayretlerin neticesidir. Yani her ilim erbabı, her ekol, kendi fikir, görüş ve uygulamasını hadis diye uydurmuştur, (!) iddiasında bulunuyor.
Sünnet konusunda önemli iddiaları olan J. Schacht’ın görüşleri şöyle özetlenebilir: Ona göre, Iraklılar H. II. asır başlarında, “Peygamber’in sünneti”, teriminin siyasi ve kelami anlamını, hukuki bir kavram şekline sokmuşlar ve onu mahalli bir cemaatin idealleştirilmiş tatbikatı ve bu cemaate ait bilginlerin doktrini demek olan sünnetle bir tutmuşlar, Sünneti Peygamber’in örnek davranışı olarak ilk kullanan Şafii’dir ve sünnet cemiyetin geleneksel adetlerini temsil ediyordu, iddiasında bulunmuşlardır.

İngiliz Müsteşriklerden D.S. Margoliouth ise şu iddialarda bulunur:
1. Hz. Peygamber geriye ne bir hüküm, ne de dini bir karar bırakmıştır. Yani Kur’an dışında hiçbir hadis ve sünnet bırakmamıştır.
2. Hz. Muhammed’den sonra ilk İslam cemaatinin uyguladığı sünnet, O’nun sünnet’i olmayıp, Kur’an vasıtasıyla ta’dile uğrayan İslam öncesi Arapların örf ve adetleridir.
3. II. H. Yüzyıldan sonraki nesiller, Arapların bu örf ve adetlerine otorite ve bağlayıcılık kazandırmak amacıyla, Hz. Peygamber’in sünneti kavramını geliştirip, bu kavramı gerçekleştirmek için hadis mekanizmasını uydurdukları görüşündedir.
Benzeri sebeplerle, Fransız müsteşrik P.H. Lammens, Hurgronje gibi batılı araştırmacılar, nebevi sünnet kavramını kabul etmemektedirler.
Hz. Peygamber (asv)’e nisbet edilen rivayetleri böyle bir değerlendirmeye tutanlar ilk olarak müsteşrikler olmuştur. Bu anlayışa göre Cahiliye örf ve adetlerine veya H. II. asırdan sonra İslam alimlerinin verdiği fetva ve uygulamalara bir değer atfetmek için uydurulmuş şeylere hadis/sünnet denmektedir. Sanıyoruz bu anlayışların etkisinde kalan bazı Müslüman araştırmacılar da Hz. Peygamber (asv)’e ait uygulama ve fiillere "toplumun örfü" diyebilmişlerdir.
Spenger’in arkadaşı olan Seyyid Ahmed Han, Hz. Peygamber (asv)’e ait her şeyi reddetmiş, peygamberlik iddiasında bulunmuş ve "Kur’an bize yeter" demiştir.
Tevfik Sıdki ise, her şey Allah’ın kitabında olanlardan ibarettir. Hz. Peygamber (asv)’in uygulamaları ise, belli bir zamana ait, hazırlık dönemidir, diyerek Ahmed Han gibi bütün sünneti reddeder.





Başlıktaki yazıda yabancı bilim adamlarının islamiyet konusun daki araştırmaları ve tesbitleri belirtilmekte ve :


İngiliz Müsteşriklerden D.S. Margoliouth ise şu iddialarda bulunur:
1. Hz. Peygamber geriye ne bir hüküm, ne de dini bir karar bırakmıştır. Yani Kur’an dışında hiçbir hadis ve sünnet bırakmamıştır.
2. Hz. Muhammed’den sonra ilk İslam cemaatinin uyguladığı sünnet, O’nun sünnet’i olmayıp, Kur’an vasıtasıyla ta’dile uğrayan İslam öncesi Arapların örf ve adetleridir.
3. II. H. Yüzyıldan sonraki nesiller, Arapların bu örf ve adetlerine otorite ve bağlayıcılık kazandırmak amacıyla, Hz. Peygamber’in sünneti kavramını geliştirip, bu kavramı gerçekleştirmek için hadis mekanizmasını uydurdukları görüşündedir.


Denmektedir. Yabancı bilim adamlarından birinin yapığı yukardaki tesbitleri tamamen gerçeklere uygun buluyorum. Bunlar gerçek ve tarafsız görüş ve tesbitlerdir.

Bunlara karşı çıkmaya çalışmanın bir faydası olduğunu zannetmiyorum.

Tam tersine bu görüşleri öğrenen müslümanların, sünnet ve hadislerden önce KUR'AN-I KERİM ' e
yapışmaları gerektiğini öğrenmelerinin ,gerçek islama büyük bir hizmet olacağı görüşündeyim.....
 

CENGÝZHAN

New member
Katılım
15 Ara 2011
Mesajlar
297
Tepkime puanı
8
Puanları
0
Konum
Ankara
Sinang kardeşime bir sorum var.....

Güzel kardeşim çok çok güzel bir imzan var :


"Doğrudan doğruya Kur'an'dan alıp ilhamı / Asrın idrakına söyletmeliyiz islamı..." M.AKİF ERSOY


Mehmet Akif'in imzanıza aldığınız bu sözüne bir açıklama getirebilir misiniz....??

Ne demek istiyor O büyük şair....??
 

sinang

New member
Katılım
10 Eyl 2006
Mesajlar
1,628
Tepkime puanı
276
Puanları
0
Konum
bezm-i ezelden
M.Akif ersoy ne mezhepsizdi nede hadisleri inkar ederdi.insan Kurandan ilham alır,Kuran bir ilhamat ve feyz kaynağıdır.Bu alınan ilham ve feyz ile asrın idrakine anlayışına göre yeniden islam anlayışı getirmek yalnış değidir.çünkü hadisi şerifte her asırda dinin yenileyici bir zatın geleceği müjdelenmiş.
 
M

Misafir

Guest
mutezile hakkında şunu söylemek istiyorum,Mutezile islama yeni giren toplumların tam idrakiyle içlerine sindiremedikleri islama karşı türettikleri soru ve sorunlara verdiği cevablarla islamın önderliğini geçmiş bir düşünce akımı veya mezheb denebilir.Mutezile,dogma ,kabullenmeci,yaklaşıma karşı rasyonel düşünceyi savunan kurana tevil ve tefsiri getirmiştir.hadisler ile kuran arasındaki değer ayırmını getirmiş,ilmin aklın kuran uyarlamasını benimsemiş,daha ilmi yorum ve kıyaslara zemin hazırlamıştır..
Doğaldırki ,hataları vardır.Fakat bu onun batıl olduğunu göstermez.Ehlisunnet inancının bile yüzüne gözüne bulaştırıpda içinden çıkamadığı bir sürü mesele vardır..
 

CENGÝZHAN

New member
Katılım
15 Ara 2011
Mesajlar
297
Tepkime puanı
8
Puanları
0
Konum
Ankara
M.Akif ersoy ne mezhepsizdi nede hadisleri inkar ederdi.insan Kurandan ilham alır,Kuran bir ilhamat ve feyz kaynağıdır.Bu alınan ilham ve feyz ile asrın idrakine anlayışına göre yeniden islam anlayışı getirmek yalnış değidir.çünkü hadisi şerifte her asırda dinin yenileyici bir zatın geleceği müjdelenmiş.


Güzel kardeşim,

Temel olarak şunu hiçbir zaman aklımızdan çıkarmayalım....

İslam Kur'andır...
Kur'an islamdır.....

Bir müslümanın iman ve inanç ihtiyacının tamamı,eksizsiz olarak Kur'anda mevcuttur...
Kur'anı okuyan ve anlayan (Allahın vediği akıl ve zekanın elverdiği kadar) insanın başka hiçbir şeye ihtiyacı yoktur...

Çünkü Yüce Allah insanı sadece kur'anla imtihan eder, insanoğlu sadece Kur'andan sorumludur...

Ayrıca Peygamberimizin tüm sözleri ,yani hadisler Kur'an kaynaklıdır...
Ancak hiçbir müslüman hadislerden sorgulanmayacaktır, Yüce Allahın emri budur...

Ancak peygamberimizi güzel sözleri bizler için güzel öğüt ve nasihatlardır.. Şüphesiz ki
Peygamberimizin sözleri bizler için değerlidir.

Şu noktayı da hiç unutmayalım ki, arap din adamları insanları kandırmak ve kullanmak için yüzbinlerce hadis uydurmuşlardır...

Kendinize bu yüzbinlerce hadis neden uyduruldu, bir müslümanım diyen kişi Peygamberimizin ağzından yalan söyleyebilir mi..? Neden bu alçakça hareketi yapar diye sorarsanız ,sorunu daha kolay anlarsınız....

Aziz Kur'anı Kerimin ipine sarılınız..Bu size fazlasıyla yetecektir...

Mehmet Akifin o çok güzel sözüne gelirsek...

Şunu der o büyük şair..
Bırakın şu bin sene önce arap alimi abdülmuttalip bin muzdarip efendinizin buyurduklarını....

Kur'anı Kerimi yaşadığınız asrın ve de ilmin idrakiyle siz kendiniz yeniden yorumlayınız....

Güzel kardeşim mesela sitemizde benim iki yazım var....

Gören Göz müdür..?? ve Kök Hücre nedir..?? başlıklı..

Dikkat ederseniz bu her iki yazının başında ayetler var... O yazılar ben o ayeti okuduğumda aklıma
gelenlerdir. Bir anlamda o yazılar o ayetlerin benim için yorumudur...
Ben o ayetlerden o yazdığım yazıları anladım...

Selam kardeş...
 

CENGÝZHAN

New member
Katılım
15 Ara 2011
Mesajlar
297
Tepkime puanı
8
Puanları
0
Konum
Ankara
Acaba isabet oranının nedir?cengiz bey..


Sevgili Kardeşim,

Ben üniversitede yüksek matematik dersi veren bir insanım....
Ancak unutmayın ki inancın matematiği olmadığı gibi, isabet oranı da olmaz...

Ben bir ayet okuyorum ,ayet üzerinde düşünüyorum ve o ayetlerin benim zihnimde
yaptığı çağrışımları yazıyorum.

Bunun anlamı, o ayetler bana yazdıklarımı anlatıyor, yani ,yazdıklarım benim için o ayetlerin yorumu
oluyor...

Selam...
 

Müslüman

New member
Katılım
10 Tem 2012
Mesajlar
22
Tepkime puanı
0
Puanları
0
İki uç; İfrat ve Tefrit! bu ümmetin en büyük hastalığı.

Kuran evrensel ilahi mesaj, Nebevi sünnet ise onun uygulanmış örneğidir. Bu anlamda ayrılmaz ikilidirler. Kuraniyyun ya da mealcilik, ifrattır. Sünneti vahiyle eş görme de tefrit. İfrat ve tefrit, yani iki aşırı uçta gidip gelmek, insanoğluna ait en büyük zaaflardandır. Bunu her hususta görebiliriz.. Rabbimiz bizleri sürekli bu aşırı uçlardan sakındırır ve orta yolu/sırat-ı mustakimi tavsiye eder.

Sahihligi noktasinda mutabakata varilmis ve Kuran'a uygun düşen hadisler, bizim icin kaynak mesabesindedir. Kuran'ı nebevi sünnetten koparamazsınız. Rasul'e itaat, Rasul'un (sahih) sözlerine itaat farzdır. Hadisler inkar edilemez. Siyer kitapları, kaynaklar, yüzyillardır önümüzdedir. Tıpkı Kuran gibi.. Bunlara vahy muamelesi yapmadan, vahy ile karşılaştırarak dikkate almak durumundayız.
 

CENGÝZHAN

New member
Katılım
15 Ara 2011
Mesajlar
297
Tepkime puanı
8
Puanları
0
Konum
Ankara
İki uç; İfrat ve Tefrit! bu ümmetin en büyük hastalığı.

Kuran evrensel ilahi mesaj, Nebevi sünnet ise onun uygulanmış örneğidir. Bu anlamda ayrılmaz ikilidirler. Kuraniyyun ya da mealcilik, ifrattır. Sünneti vahiyle eş görme de tefrit. İfrat ve tefrit, yani iki aşırı uçta gidip gelmek, insanoğluna ait en büyük zaaflardandır. Bunu her hususta görebiliriz.. Rabbimiz bizleri sürekli bu aşırı uçlardan sakındırır ve orta yolu/sırat-ı mustakimi tavsiye eder.

Sahihligi noktasinda mutabakata varilmis ve Kuran'a uygun düşen hadisler, bizim icin kaynak mesabesindedir. Kuran'ı nebevi sünnetten koparamazsınız. Rasul'e itaat, Rasul'un (sahih) sözlerine itaat farzdır. Hadisler inkar edilemez. Siyer kitapları, kaynaklar, yüzyillardır önümüzdedir. Tıpkı Kuran gibi.. Bunlara vahy muamelesi yapmadan, vahy ile karşılaştırarak dikkate almak durumundayız.




Kuran evrensel ilahi mesaj, Nebevi sünnet ise onun uygulanmış örneğidir. Bu anlamda ayrılmaz ikilidirler.

Kuran'ı nebevi sünnetten koparamazsınız.


Kur'an islamdır. İslam sa Kur'andır........

Aziz Kur'an-ı Kerime hiçbir şeyi, ek, eş, kur'anın ayrılmaz parçası, yok ayrılmaz ikili filan
yapamazsınız. Bunu yapmak demek Kur'an-ı Kerimi dejenere etmeye çalışmak, ve islamiyete ihanet etmek olur...

Yüce Allah tarafından Peygamberimize vahyedilen Kur'an-ı Kerim , ayet ayet peygamberimizin kontrolü altında
yazdırılmış ve yazılamayan bölümleri hafizlara ezberlettirilmiştir..Bu nedenle Kur'anı Kerim asıldır,
tek kelimesi değişmemiştir,değiştirilemez. Kur'anı kerimin tek kelimesi üzerinde ihtilaf yoktur....



Hadisler inkar edilemez. Siyer kitapları, kaynaklar, yüzyillardır önümüzdedir. Tıpkı Kuran gibi.. Bunlara vahy muamelesi yapmadan

Hadisler inkar edilemez sözü çok yanlıştır, inanıp inanmamak müslümanlara kalmıştır, inanıp inanmamanın
hiçbir sorumluluğu yoktur. Müslümanlar sadece Aziz Kur'an-ı Kerimden sorumlu olup,Kur'an-ı Kerimden
sorgulanacaklardır...

Lutfen hiçbir şeyi Kur'an-ı Kerime benzetmeyiniz, hiçbir şey tıpkı kur'an gibi olamaz , yüce Allahın sözlerine
eşler koşmayınız, islamı dejenere etmeye alet olmayınız...

Peygamberimizin hadis yazımını yasaklamasına ,sonraki 4 halife de uymuş bu nedenle hadis yazılımlarına
Peygamberimizin yasağına rağmen ,kendisinin vefatından 150-200 yıl sonra başlanmıştır..

Bu nedenle hiçbir hadis asıl veya gerçek değildir, hadislerin tamamı ,istisnası olmamak üzere rivayettir.
Bir hadis rivayet olmasa bile ,Kur'anla yan yana getirilemez, Biri Yüce Allahın sözü diğeri peygamberin sözüdür.Özellikle Hz. Ali ve muaviye arasındaki hilafet anlaşmazlığı sonrasında hadis uyduruçuluğu azgın bir hal almış
ve arap din adamları tarafından 700.000 çok üzerinde hadis uydurulmuştur..
Ortalığa bu kadar hadis dökülünce, mecbure bir hadis ilmi doğmuştur. Nedir hadis ilmi..??
Bunca uydurulmuş hadis arasından Peygamberimizin söylemiş olabilme ihtimali yüksek olan hadisleri
bulmak...700.000 hadis arasından din adamları bula bula 7-8.000 sahih denebilecek hadis bulabilmişlerdir.
Yani 1 sahih addedilebilecek hadis karşısında halen 100 uydurma hadis vardır ve bu hadisler islamın
yüz karasıdırlar..İslamın en büyük sorunu bu uydurulmuş hadislerdir, bunların bir çoğu hiç sakınılmadan
bugün televizyonlarda bile din adamları tarafından beyan edilmektedir..
 

Müslüman

New member
Katılım
10 Tem 2012
Mesajlar
22
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Cengizhan bu sözlerinizle bütün İslam literatürünü bir çırpıda çöpe attınız gitti. Bilmem hangi bilimsel verilerle dünyanın kaç yaşında ve nasıl oluştuğuna inanıyorsunuz da Allah Rasulünün Kuran'ın birer numunesini teşkil eden hayatını nereye koyuyorsunuz? O sadece Kuran'ı tebliğ edip klasik olacak ama postacı gibi tek bir söz söylemeden geldi geçti mi? Sahabelerin Kuran'ı bize bu haliyle ulaştırdığına inanıyorsunuz da Allah Rasulünün sözlerini bize ulaştırabileceğinden neden şüphe ediyorsunuz?

Diğer klasik "namaz, bazı hükümlerin uygulanması" vs gibi sorulara girmeyeceğim zaten cevabınızı biliyorum.
 
M

Misafir

Guest
Kurana inanç,doğanın ,,aklın,mahlukatın oluşumundaki incelik ve mükemmeliği bir yaratıcıya bağlamanın gerekllğinde başlar..Akıl, bu oluşumları kendiliğinden oluşumunda yetersiz gördüğü için bir yaratıcıyı kabul eder..
işte burada dinler başlar,ilahlar başlar..


kuranı biz ,sahabe bize emin şekilde ilettiği için değil,kuranın bizzat seslenişiyle bir allah kelamı olduğu ve kendine şahitlik ettiği ,bozulmadığı ,mükemmel bir allah (yaratıcı) ortaya koyduğu, Yaratılışdaki ,akla takılan tüm sorunlara mükemmel bir çözüm getirebildiği için inanırız.....
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Bu nedenle hiçbir hadis asıl veya gerçek değildir, hadislerin tamamı ,istisnası olmamak üzere rivayettir.
Bir hadis rivayet olmasa bile ,Kur'anla yan yana getirilemez, Biri Yüce Allahın sözü diğeri peygamberin sözüdür.Özellikle Hz. Ali ve muaviye arasındaki hilafet anlaşmazlığı sonrasında hadis uyduruçuluğu azgın bir hal almış
ve arap din adamları tarafından 700.000 çok üzerinde hadis uydurulmuştur..
Ortalığa bu kadar hadis dökülünce, mecbure bir hadis ilmi doğmuştur. Nedir hadis ilmi..??
Bunca uydurulmuş hadis arasından Peygamberimizin söylemiş olabilme ihtimali yüksek olan hadisleri
bulmak...700.000 hadis arasından din adamları bula bula 7-8.000 sahih denebilecek hadis bulabilmişlerdir.
Yani 1 sahih addedilebilecek hadis karşısında halen 100 uydurma hadis vardır ve bu hadisler islamın
yüz karasıdırlar..İslamın en büyük sorunu bu uydurulmuş hadislerdir, bunların bir çoğu hiç sakınılmadan
bugün televizyonlarda bile din adamları tarafından beyan edilmektedir..


Kur'an ayetlerini inkara gücü yetmeyenler O ayetleri tahrif ederek İslam'ı yozlaştırmaya çalışır.

İslam şeriatı nefsine ağır gelenler o şeriatı usulü ve nizamı dışına taşımaya gayretler gösterirler.

CENGİZHAN, hiç bir ilmi delil koyamamanıza rağmen hâlâ papağan gibi aynı şeyleri tekrarlıyorsunuz. Edeb ve nezaket çerçevesinde sizi son kez uyarıyorum.
Bu forum Hadislere inanır ve önem verir. Ya bu kurala uyarak paylaşımlarınızı hadis konuları dışına taşıyın yada hadis ve sünnetleri inkar edip, onları evire çevire türlü gariplikler eddedenlerle beraber zevklenmek üzere farklı platformlarda tatmin olun.
 

CENGÝZHAN

New member
Katılım
15 Ara 2011
Mesajlar
297
Tepkime puanı
8
Puanları
0
Konum
Ankara
Kur'an ayetlerini inkara gücü yetmeyenler O ayetleri tahrif ederek İslam'ı yozlaştırmaya çalışır.

İslam şeriatı nefsine ağır gelenler o şeriatı usulü ve nizamı dışına taşımaya gayretler gösterirler.

CENGİZHAN, hiç bir ilmi delil koyamamanıza rağmen hâlâ papağan gibi aynı şeyleri tekrarlıyorsunuz. Edeb ve nezaket çerçevesinde sizi son kez uyarıyorum.
Bu forum Hadislere inanır ve önem verir. Ya bu kurala uyarak paylaşımlarınızı hadis konuları dışına taşıyın yada hadis ve sünnetleri inkar edip, onları evire çevire türlü gariplikler eddedenlerle beraber zevklenmek üzere farklı platformlarda tatmin olun.



Bekir bey,

Yazdıklarımı anlayamadığınız belli oluyor...


Bu forum Hadislere inanır ve önem verir.

Bu forum ve siz ,sahih veya uydurma hadis ayırımı yapmadan tüm hadislere inanıyor musunuz...???

Benim karşı çıktığım hadisler UYDURMA HADİSLERDİR...

Rivayet olmasına rağmen Kur'ana ve Akla uygun hadislere inanırım ve onları baştacı ederim....
Bunu defalarca yazmıştım...
 
M

Misafir

Guest
bekir bey onun gibi düşünenlere merak ettiğim bir soruyu sormak istiyorum..



"sizler kuranı kerimi hadisler tasdiklediği içinmi inanıyorsunuz ve tasdikliyorsunuz?"
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Eğer herhangi bir hadise "rivayet" yahut "uydurma" denilecekse, bu yaftalama yapılmadan önce

- Önce genelleme yapılmadan sırf bahsi geçen hadis irdelenir.
- Hadisin, hadis çeşidi belirtilir ve hangi grubta ise o minval üzere değerlendirilir.
- Eğer hadisin bulunduğu gruba ait olmadığını iddia ediyorsanız, kabul edilebilir ilmi delil ile reddedeceksiniz.
- Eğer reddiyeniz de deliliniz Kur'an olacak ise Kur'an ı cumhuru ulemanın ittifakı olan tefsir ile vereceksiniz.



İrdelenen hadis merdud hadis ise zaten bu hadis ile amel gerekmez ve merdudiyeti belirtilerek geçilir ama hadis makbul ise, râvisinin doğruluğu kabul edilen ve kendisiyle amel edilmesi gereken hadistir, itiraz edemezsiniz, sizin kendi kanaatiniz ile reddiyeniz kimseyi alakadar etmemektedir ve sadece Peygamber'e (sav), hadise ve inananlara terbiyesizlik etmek olur ki bu platform bu tür amaçlara hizmet vermemektedir.

Râvi sayısı açısından hadisler mütevâtir ve âhâd olmak üzere iki kısma ayrılırlar, meşhûr hadisler de âhâd içinde mütalâa edilir.

Mütevatir hadis aklın yalan üzerinde birleşmelerini âdeten mümkün görmediği râvîler topluluğunun her nesilde kendileri gibi bir topluluktan alıp naklettiği, işitme veya görmeye dayanan hadistir. Bu nitelikleriyle kesin bilgi ifade ederler ve tenkit dışıdırlar.

Âhâd hadis ise mütevâtirin şartlarını taşımayan hadistir. Böyle olunca da hadislerin büyük bir çoğunluğu tevâtür şartlarını taşımayan âhâd hadislerdir. Hadis kitaplarımızdaki hadislerin hemen hemen hepsi bu anlamda âhâd hadislerdir.

Bir de başlangıçta âhâd hadis özelliği taşırken, daha sonraki nesillerde (tâbiîn veya etbâu'-tâbiîn) tevatür derecesine ulaşan hadisler vardır. Bu hadislere "meşhur hadisler" denir. Bu hadisleri her nesilde en az iki râvi nakletmelidir.

Hadis metninin kendisine atfedildiği zât yani senedin müntehası farklı olabilir. Buna göre de hadisler başka başka isimlerle anılırlar. Hadis Allah Teâlâ'ya izafe edilmişse kudsî, Hz. Peygamber'e izafe edilmişse merfu, sahâbîye izafe edilmişse mevkuf, bir tâbiî veya daha sonraki nesilden birine izafe edilmişse maktu adını alır.

Âyet olmamak kaydıyla Hz. Peygamber'in "Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur" diyerek Allah Teâlâ'ya nisbet ve izafe ettiği hadislere kudsî hadisler veya İlâhî, Rabbânî hadisler denir. Bu hadislerin konuları genellikle Allah'ın sıfatları ile ilgilidir.

Merfû hadisler ise söz, fiil, takrir veya ahlâkî vasıflar olarak senedi muttasıl veya munkatı olsun açıkça veya dolaylı bir şekilde Hz. Peygamber'e izafe edilen hadistir. Eğer hadis açık bir şekilde Hz. Peygamber'e izafe ediliyorsa bu hadis "sarâhaten merfu" şeklinde adlandırılır. Herhangi bir sahâbînin geçmiş peygamberler veya gelecekte cereyan edecek olaylar ya da işlenmesi halinde işleyene sevab veya azab gerekecek konular gibi şahsî görüş ve kanata dayanması mümkün olmayan mevzulara dair verdiği haberlere "hükmen merfu" denir.

Mevkûf hadisler ise sahâbîlerin söz, fiil ve takrirlerine dair –muttasıl veya munkatı- haberlere mevkûf denir. Sened sahâbîde kalır, Hz. Peygamber'e ulaşmaz.

Tâbiîye izafe olunan söz, fiil veya takrirlere ise "maktu hadis" denmektedir. Etbâü't-tâbiîn de tâbiîler gibi kabul edilmektedir.

Ve daha bir çok ayrıntı...

Şimdi, eğer bir hadis hakkında bir beyanda bulunacaksanız, işte şu yukarıda ki ilmi yol üzerinden gidip reddiyenizi yapacaksınız. Yoksa öyle kestirmeden o yalan, bu uydurma, şu rivayet gibi yaklaşımlarda bulunursanız iyi niyetli olduğunuzu hiç kimseye anlatamazsınız. Eğer bu yazdıklarım sizi ilgilendirmiyor ve kendinize göre bir tarz ile hadislere ve İslam'a yorum yapacaksanız, şunu iyi bilin ki, Siz de İslam Forum'u hiç mi hiç ilgilendirmiyorsunuz demektir ve burada bulunmanız gereksizdir.
 

CENGÝZHAN

New member
Katılım
15 Ara 2011
Mesajlar
297
Tepkime puanı
8
Puanları
0
Konum
Ankara
Bekir bey ,

Size tek bir sorum var....

İslami literatürde 700.000 nin üzerinde uydurma hadis var mıdır...?? Yok mudur...???
 
Üst Alt