sinang
New member
Hadis ilmi ile meşgul olan ilk müsteşrikin, Avusturya asıllı, İngiliz vatandaşı Dr. Sprenger (v.1893) olduğu söylenir. Hadislerin büyük bir kısmının uydurma olduğunu söylemiş ve sünnetin değeri üzerine makaleler yazmıştır. Yine Hindistanda faaliyet gösteren Sir William Muir, Alman müsteşriklerden George Weil ve Hollandalı Müsteşrik Dozy biraz daha iyimser davranarak, en azından Buharideki hadislerin yarısının sağlam olabileceğini ifade etmişlerdir.
Esas hadis araştırmaları üzerinde duran Macar asıllı müsteşrik Yahudi Ignaz Goldziherdir. Dozy kadar bile hadise itimad etmeyen bu müsteşrik, Peygamber (asv)e ya da sahabeye, doğru olarak isnad edebileceğimiz herhangi bir parçayı bulup ortaya koymanın mümkün olmadığını söyler. Ona göre hadisler İslamın ilk asrının birer vesikası değil, ileriki yıllarda, İslami gelişmenin yaşandığı dönemdeki İslam toplumunda ortaya çıkan gayretlerin neticesidir. Yani her ilim erbabı, her ekol, kendi fikir, görüş ve uygulamasını hadis diye uydurmuştur, (!) iddiasında bulunuyor.
Sünnet konusunda önemli iddiaları olan J. Schachtın görüşleri şöyle özetlenebilir: Ona göre, Iraklılar H. II. asır başlarında, Peygamberin sünneti, teriminin siyasi ve kelami anlamını, hukuki bir kavram şekline sokmuşlar ve onu mahalli bir cemaatin idealleştirilmiş tatbikatı ve bu cemaate ait bilginlerin doktrini demek olan sünnetle bir tutmuşlar, Sünneti Peygamberin örnek davranışı olarak ilk kullanan Şafiidir ve sünnet cemiyetin geleneksel adetlerini temsil ediyordu, iddiasında bulunmuşlardır.
İngiliz Müsteşriklerden D.S. Margoliouth ise şu iddialarda bulunur:
1. Hz. Peygamber geriye ne bir hüküm, ne de dini bir karar bırakmıştır. Yani Kuran dışında hiçbir hadis ve sünnet bırakmamıştır.
2. Hz. Muhammedden sonra ilk İslam cemaatinin uyguladığı sünnet, Onun sünneti olmayıp, Kuran vasıtasıyla tadile uğrayan İslam öncesi Arapların örf ve adetleridir.
3. II. H. Yüzyıldan sonraki nesiller, Arapların bu örf ve adetlerine otorite ve bağlayıcılık kazandırmak amacıyla, Hz. Peygamberin sünneti kavramını geliştirip, bu kavramı gerçekleştirmek için hadis mekanizmasını uydurdukları görüşündedir.
Benzeri sebeplerle, Fransız müsteşrik P.H. Lammens, Hurgronje gibi batılı araştırmacılar, nebevi sünnet kavramını kabul etmemektedirler.
Hz. Peygamber (asv)e nisbet edilen rivayetleri böyle bir değerlendirmeye tutanlar ilk olarak müsteşrikler olmuştur. Bu anlayışa göre Cahiliye örf ve adetlerine veya H. II. asırdan sonra İslam alimlerinin verdiği fetva ve uygulamalara bir değer atfetmek için uydurulmuş şeylere hadis/sünnet denmektedir. Sanıyoruz bu anlayışların etkisinde kalan bazı Müslüman araştırmacılar da Hz. Peygamber (asv)e ait uygulama ve fiillere "toplumun örfü" diyebilmişlerdir.
Spengerin arkadaşı olan Seyyid Ahmed Han, Hz. Peygamber (asv)e ait her şeyi reddetmiş, peygamberlik iddiasında bulunmuş ve "Kuran bize yeter" demiştir.
Tevfik Sıdki ise, her şey Allahın kitabında olanlardan ibarettir. Hz. Peygamber (asv)in uygulamaları ise, belli bir zamana ait, hazırlık dönemidir, diyerek Ahmed Han gibi bütün sünneti reddeder.
Esas hadis araştırmaları üzerinde duran Macar asıllı müsteşrik Yahudi Ignaz Goldziherdir. Dozy kadar bile hadise itimad etmeyen bu müsteşrik, Peygamber (asv)e ya da sahabeye, doğru olarak isnad edebileceğimiz herhangi bir parçayı bulup ortaya koymanın mümkün olmadığını söyler. Ona göre hadisler İslamın ilk asrının birer vesikası değil, ileriki yıllarda, İslami gelişmenin yaşandığı dönemdeki İslam toplumunda ortaya çıkan gayretlerin neticesidir. Yani her ilim erbabı, her ekol, kendi fikir, görüş ve uygulamasını hadis diye uydurmuştur, (!) iddiasında bulunuyor.
Sünnet konusunda önemli iddiaları olan J. Schachtın görüşleri şöyle özetlenebilir: Ona göre, Iraklılar H. II. asır başlarında, Peygamberin sünneti, teriminin siyasi ve kelami anlamını, hukuki bir kavram şekline sokmuşlar ve onu mahalli bir cemaatin idealleştirilmiş tatbikatı ve bu cemaate ait bilginlerin doktrini demek olan sünnetle bir tutmuşlar, Sünneti Peygamberin örnek davranışı olarak ilk kullanan Şafiidir ve sünnet cemiyetin geleneksel adetlerini temsil ediyordu, iddiasında bulunmuşlardır.
İngiliz Müsteşriklerden D.S. Margoliouth ise şu iddialarda bulunur:
1. Hz. Peygamber geriye ne bir hüküm, ne de dini bir karar bırakmıştır. Yani Kuran dışında hiçbir hadis ve sünnet bırakmamıştır.
2. Hz. Muhammedden sonra ilk İslam cemaatinin uyguladığı sünnet, Onun sünneti olmayıp, Kuran vasıtasıyla tadile uğrayan İslam öncesi Arapların örf ve adetleridir.
3. II. H. Yüzyıldan sonraki nesiller, Arapların bu örf ve adetlerine otorite ve bağlayıcılık kazandırmak amacıyla, Hz. Peygamberin sünneti kavramını geliştirip, bu kavramı gerçekleştirmek için hadis mekanizmasını uydurdukları görüşündedir.
Benzeri sebeplerle, Fransız müsteşrik P.H. Lammens, Hurgronje gibi batılı araştırmacılar, nebevi sünnet kavramını kabul etmemektedirler.
Hz. Peygamber (asv)e nisbet edilen rivayetleri böyle bir değerlendirmeye tutanlar ilk olarak müsteşrikler olmuştur. Bu anlayışa göre Cahiliye örf ve adetlerine veya H. II. asırdan sonra İslam alimlerinin verdiği fetva ve uygulamalara bir değer atfetmek için uydurulmuş şeylere hadis/sünnet denmektedir. Sanıyoruz bu anlayışların etkisinde kalan bazı Müslüman araştırmacılar da Hz. Peygamber (asv)e ait uygulama ve fiillere "toplumun örfü" diyebilmişlerdir.
Spengerin arkadaşı olan Seyyid Ahmed Han, Hz. Peygamber (asv)e ait her şeyi reddetmiş, peygamberlik iddiasında bulunmuş ve "Kuran bize yeter" demiştir.
Tevfik Sıdki ise, her şey Allahın kitabında olanlardan ibarettir. Hz. Peygamber (asv)in uygulamaları ise, belli bir zamana ait, hazırlık dönemidir, diyerek Ahmed Han gibi bütün sünneti reddeder.