Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Eshab-ı Kiram'ın Örnek Hayatı

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
icon14.gif
019 Âilece cömert olan sahâbî: ADÎ BİN HÂTİM TÂÎ


Âilece cömert olan sahâbî:


ADÎ BİN HÂTİM TÂÎ


[FONT=&quot]Eshâb-ı kirâm efendilerimiz, Peygamber efendimizin emriyle zaman zaman Medîne dışındaki kabîlelere seferler düzenler, buralardaki halkı İslâma da'vet ederlerdi. Da'veti kabûl etmiyenlerle savaş yapılır, ganîmet ve esir alınırdı.


[FONT=&quot]Tay kabîlesi üzerine yapılan seferde, reisleri, Adî bin Hâtim kaçtı. Kardeşi Sefâne esir alındı. Kendisine çok iyi muâmele yapıldı. Çünkü babası meşhûr cömertlerdendi. Onun cömertliğine hürmeten, kızına iyi muâmele yapıldı.[/FONT]

Bu melik değildir

[FONT=&quot]Peygamber efendimiz, Sefâne'yi kardeşini bulup getirmesi için serbest bıraktı. O da kardeşini bulup başından geçenleri anlattı. Kardeşi Adî bin Hâtim, kardeşinin anlattıklarından cesâret alarak, Medîne'ye gitti. Bundan sonrasını kendisi şöyle anlatır:[/FONT]

[FONT=&quot]Medîne'ye vardığımda, Resûlullah efendimiz Mesciddeydi. Huzûruna varıp, selâm verdim. Bana:[/FONT]

- Kimsiniz[FONT=&quot], buyurdu. Ben de:[/FONT]

[FONT=&quot]- Adî bin Hâtim'im, dedim.[/FONT]

[FONT=&quot]Beni alıp evine götürdü. Yolda giderken, yaşlı bir kadın, ihtiyaçlarını arz etti. Onunla ilgilenip, ihtiyaçlarını giderdi. Bu hâli görünce, "Bu, melik değildir" dedim.[/FONT]

[FONT=&quot]Eve varınca, içi lifle dolu bir minder gösterip, "Buraya oturun!" buyurdu. Ben oturmak istemedim. Israr edince mecbûren oturdum. Kendisi de yere oturdu. Kendi kendime, "Vallahi bu melik olamaz, melik olan kimse bu kadar tevâzu ehli olamaz!" dedim. Sonra bana:[/FONT]

- Yâ Adî bin Hâtim, Müslüman ol ki, selâmette olasın[FONT=&quot], buyurdu. Ben de:[/FONT]

[FONT=&quot]- Benim dînim vardır, dedim. Bunun üzerine:[/FONT]

- Senin dînini senden daha iyi bilirim. Sen Rakusiyye dîninden değil misin? Kavminin dörtte bir ganîmetini yemiyor musun? Bu senin dîninde sana helâl değildir,[FONT=&quot] buyurdu. Ben içimden:[/FONT]

[FONT=&quot]- Vallahi doğru söylüyor. Bilinmiyen şeyleri biliyor. Bu peygamberdir, dedim. Sonra buyurdu ki:[/FONT]

- Yâ Adî bin Hâtim, seni İslâma girmekten alıkoyan nedir? Seni "Lâ ilâhe illallah" demekten uzaklaştıran nedir? Allahtan başka ilâh var mı? Neden çekiniyorsun? Seni, Allah büyüktür demekten alıkoyan nedir?

[FONT=&quot]Bu sözleri büyük bir huşû içinde dinledim. Bu kadar güzel yüzlü, tatlı sözlü bir kimse yalancı olamazdı. Hemen Kelime-i şehâdet getirip Müslüman oldum.[/FONT]

Beni tanıdınız mı?

[FONT=&quot]Resûlullah sonra beni, kabîleme İslâmiyeti anlatmak ve onların zekâtlarını toplamak için geri gönderdi. İlk zekât toplıyan ben oldum. Kabîlemin Müslüman olmasına vesîle oldum.[/FONT]

[FONT=&quot]Birgün kabîlemden birkaç kişi ile beraber, Hz. Ömer'in huzûruna gitmiştik. Kendisine sordum:[/FONT]

[FONT=&quot]- Beni tanıdınız mı?[/FONT]

[FONT=&quot]- Evet tanıdım! Sevgili Peygamberimize kavmin inanmadığı bir zamanda sen inandın, vefâkâr oldun! Kavmin sana zulmettikleri zaman onlara sabreden sensin! Muhakkak ki, kabîlesinde ilk zekâtı toplayıp, Peygamber efendimizi sevindiren de sensin.[/FONT]

[FONT=&quot]Adî bin Hâtim hazretleri, dünyaya hiç kıymet vermez, kazandığını fakîrlere dağıtırdı. Peygamber efendimizin huzuruna gittiğinde ona yanında yer verirdi. Kendisine iltifatlarda bulunurdu. [/FONT]

[FONT=&quot]Allahü teâlâ ona uzun bir ömür verdi. Hz. Ali'nin vefâtından çok sonra 120 yaşında Kûfe'de vefât etti. Ölünceye kadar, İslâmiyeti yaymak için çırpındı. Vaktini hiç boşa geçirmezdi.[/FONT][/FONT]

__________________
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
icon14.gif
020 Meleklerin defnettiği sahâbî: ÂMİR BİN FÜHEYRE


Meleklerin defnettiği sahâbî:



ÂMİR BİN FÜHEYRE



[FONT=&quot]Âmir bin Füheyre hazretleri, Tufeyl bin Abdullah’ın çobanıydı. Nice yıllar herşeylerini kaybedip, insanlıklarını unutmuş kimselere hizmet etti. Ama bütün hizmetlerinin karşılığı, sadece karın tokluğuydu. Belki karınlar toktu, fakat rûhlar açtı.


[FONT=&quot]Günler böyle ızdıraplar içinde geçip gitti. Nihâyet beklenen İslâm güneşi, Mekke’de doğdu ve etrafa yavaş yavaş ışıklarını saçmaya başladı. İslâmla müşerref olanlar, Onun ma’nevî lezzetini tattılar. [/FONT]

Önem vermedi

[FONT=&quot]Tadını alan bir daha onu bırakamadı. İnsan, kalbe giren bu İlâhî aşktan ayrılabilir miydi? Bu İlâhî aşka tutulanlardan biri de Âmir bin Füheyre hazretleriydi. Fakat köleydi ve sözde efendisi vardı. Kalbinde duyup, vücudunun bütün zerrelerinde hissettiği îmân lezzetini açıklayamazdı.[/FONT]

[FONT=&quot]Âmir, “Bu vücut mutlaka birgün toprak olacak, nefsin elinde bir oyuncak olan bu beden mutlak çürüyecek, öyleyse bu dünyada bu kadarcık işkenceye dayanıversin” diye düşündü. Bu düşünce zinciri akıp gitti. Artık Âmir bin Füheyre hazretleri, yüce dînin emirlerini yerine getirmeye başladı. Kınayanın kınamasından; kızanın kızmasından çekinmedi. Bu yüzden çeşitli işkencelere mâruz kaldı. [/FONT]

[FONT=&quot]Bilâl-i Habeşî ile birlikte ağır işkencelere uğratılmış, kızgın güneş altında saatlerce bekletilmişti. Bütün bu işkencelere rağmen îmânından zerre kadar ta’vîz vermemiş, hak dînden geri dönmemişti. Bilâhare Hz. Ebû Bekir, onu satın alarak âzâd etti.[/FONT]

[FONT=&quot]Bu sırada müşrikler iyice azıttılar. Müslümanlara her türlü işkenceyi, ezâ ve cefâyı yapmaktan geri durmadılar. Nihâyet İlâhî izin geldi. Allahü teâlânın Resûlü, en yakını Hz. Ebû Bekir ile Mekke-i mükerremeden Medîne-i münevvereye hicret edeceklerdi. Bu emirle iki sâdık dost yola çıktılar. Sevr mağarası önüne geldiklerinde Mekke çalkalanmakta, her taraf aranmaktaydı. Resûlullaha yardımcı olanın canı tehlikedeydi.[/FONT]

[FONT=&quot]Bütün bunlara mukâbil Âmir bin Füheyre hazretleri, Hz. Ebû Bekrir'e âit sütlü davarları uygun vakitlerde mağaranın önüne getirdi. Peygamber efendimiz ve Hz. Ebû Bekir’in yiyecek ve içeceğini temin etti. Böylece onlarla beraber hicret etme şerefine de kavuştu.[/FONT]

[FONT=&quot]Resûlullah efendimiz, Mekke’den Medîne’ye hicret eden Müslümanları birbirine kardeş yaptığında, Âmir bin Füheyre’yi de Ensâr’dan Hâris bin Evs ile kardeş yaptı.[/FONT]

Bedir eshâbından oldu

[FONT=&quot]Hicretten sonra, Medîne’de bir araya gelen Müslümanlar, gittikçe artarak kuvvetlenmekteydi. Bu vaziyet, müşrikleri iyice endişelendirdi. Nihâyet Müslümanlarla müşrikler arasında Bedir ve Uhud gibi savaşlar oldu. [/FONT]

[FONT=&quot]Âmir bin Füheyre hazretleri bu savaşların her ikisine katılmak saâdetine kavuştu. Her iki savaşta da Müslümanlar az olmasına rağmen, kendilerinden kat kat fazla olan düşmanı mağlûb ettiler. Bununla beraber müşrikler boş durmadılar.[/FONT]

[FONT=&quot]Hicretin dördüncü senesi, Necd Şeyhi Ebû Berâ, Medîne’ye gelip, Resûlullaha mürâcaat etti. Kabîlesine dînî bilgileri öğretmesi için muallimler istedi. Yetmiş kişilik bir heyet hazırlanıp gönderildi.[/FONT]

[FONT=&quot]Yetmiş kişilik muallimler heyeti, Bi’r-i Maûne’de kuşatıldılar. Müslümanlar çepeçevre kuşatıldıklarını anlayınca kılıçlarına sarıldılar. Ancak düşman çok kalabalıktı. Ebû Berâ’nın kardeşinin oğlu Âmir’in tertiplediği bu alçakça hareket netîcesinde, Ümeyye oğlu Amr’ın dışında oradaki Müslümanların hepsi şehîd oldu. [/FONT]

Vaziyeti bir başkaydı

[FONT=&quot]İslâma hizmet etmek için giderken, uğradıkları saldırıda, şehîd olanlar arasında yer alan, Âmir bin Füheyre’nin vaziyeti daha bir başkaydı. [/FONT]

[FONT=&quot]Şehîd edilişi sırasındaki gördükleri hâdiseyi, müşriklerin, kısa akıllarıyla anlamaları, kavramaları zordu. Azgın müşriklerin, sırtından saplamış oldukları mızrak, göğsünü yarıp çıkmıştı. Kanlar fışkırmaktaydı. Bu kan, alelâde bir insan kanı değil, Resûl-i ekremin müsâadesiyle İslâmı ve Kur’ân-ı kerîmi öğretmek için yola çıkmış bir sahâbînin mübârek kanıydı.[/FONT]

Cebbâr bin Sülmâ anlatır:

[FONT=&quot](Müslümanlardan, beni İslâm dînîne da’vet eden birine, arkasından mızrağımı sapladım. Mızrağımın demirinin onun göğsünden çıktığını gördüm. Bu esnada kendisinin, “Vallahi kazandım” dediğini işittim.[/FONT]

[FONT=&quot]Kendi kendime,”Adamı öldürdüğüm hâlde, kazandığı ne acaba” dedim. Mızrağımı çıkarıp Dahhâk bin Süfyân’a gittim. Âmir’in sözünü naklettim. Dahhâk, “Onun maksadı, Cenneti kazandım demektir” dedi ve Müslüman olmamı tavsiye etti. Ben de Müslüman oldum. Müslüman olmama Âmir’den işittiğim söz ve kendisinin göğe yükseltilmesi oldu.) [/FONT]

[FONT=&quot]Cebbâr ve oradaki müşrikler, Âmir bin Füheyre hazretleri şehâdet şerbetini içtiği zaman, onun semâya doğru kaldırıldığını görmüşlerdi. Böyle garip hâller olup, Âmir bin Füheyre hazretlerinin rûhu da Cennete uçup gitti. “Kurtuldum” sözünü duyan Cebbâr da müşrik topluluğu içinde tek îmâna gelen kimse oldu.[/FONT]

[FONT=&quot]Allahü teâlânın hikmetidir ki, hâdise netîcesinde birisi şehîd olmuştur, diğeri ise hidâyete ermiştir. Âmir bin Füheyre şehîd olduğu sırada 40 yaşındaydı.[/FONT]

[FONT=&quot]Bi’r-i Maûne’de müşrikler tarafından kuşatılan İslâm irşâd ekibi şehîd olacaklarını anlayınca, dediler ki: [/FONT]

- Yâ Rabbî! Resûlullah efendimize durumumuzu haber verecek, burada senden başka kimsemiz yoktur. Selâmımızı ona ulaştır yâ Rabbî! Yâ Rabbî! Resûlün vâsıtasıyla kavmimize haber ver ki: Biz Rabbimize kavuştuk. Rabbimiz bizden hoşnut oldu ve bizi de hoşnut kıldı.

Rableri onlardan râzı oldu

[FONT=&quot]Cebrâil aleyhisselâm gelip durumu Resûlullah efendimize bildirdi ve dedi ki: [/FONT]

- Onlar, Rablerine kavuştular, Rableri onlardan râzı, hoşnut oldu ve onları da hoşnut kıldı.

[FONT=&quot]Resûlullah efendimiz Cebrâil aleyhisselâmın bildirmesi üzerine; “Ve aleyhisselâm" buyurdular ve hutbeye çıkarak, müşriklerin, Müslümanlara yaptığı bu ihâneti, Eshâb-ı güzînin bu şekilde pusuya düşürülmesini, onların şehîd olduklarını Medîne’de Eshâb-ı kirâma bildirdiler.[/FONT][/FONT]

__________________
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
icon14.gif
021 Peygamberimizin hanımlarından: Hz. AİŞE-İ SIDDIKA

[FONT=&quot]Peygamberimizin hanımlarından:

[/FONT]
[FONT=&quot]Hz. AİŞE-İ SIDDIKA[/FONT]



[FONT=&quot]Hz. Aişe validemiz, küçük yaşta iken okuma-yazma öğrenmiş olup, çok zekî ve kabiliyetli idi. Her bir hâdise üzerine hemen bir şiir söylemesi, onun zekâsına bir delildir. Öğrendiği ve ezberlediği bir şeyi katiyen unutmazdı. Çok akıllı, zekî, âlime, edibe ve afife ve saliha idi.[/FONT]

[FONT=&quot]Üç gece rüyada gördüm [/FONT]

[FONT=&quot]Resulullah efendimiz Hz. Hadice'nin vefatından sonra, ikinci defa olarak, Hz. Ebu Bekir'in kızı Hz. Aişe'yi nikahladı, fakat düğünü yapılmadı. Peygamberimizin Hz. Aişe ile evlenmelerinde en önemli husus, nikah akdinin Hz. Peygamberin arzusuyla değil, Allahü teâlânın emri ile olmasıdır. Buhârî ve Müslim'in rivayetlerinde Peygamberimiz Hz. Aişe'ye şöyle buyurdu: [/FONT]

[FONT=&quot]- Seni üç gece rüyada gördüm. Bir melek ipek kumaşa sarmış “Bu senin hanımındır” dedi. Ben de yüzünü açtım ve “Eğer Allah tarafından ise cenab-ı Hak imza eylesin” dedim. [Yani eğer rüya Rahmânî ise Allahü teâlâ müyesser kılsın demektir.] [/FONT]

[FONT=&quot]Resulullah efendimiz Medine'ye hicret ettiği zaman, ev halkını Mekke'de bırakmıştı. Medine'yi şereflendirince, Ebu Rafiî ile azatlı kölesi Zeyd bin Hârise'yi, iki deve ve ihtiyaçları olabilecek şeyleri satın almak üzere 500 dirhem harçlıkla Mekke'ye gönderdi. [/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Ebu Bekir de Abdullah bin Ureykıt'ı iki deve ile onların yanına katıp, hanımı Ümm-i Ruman ve kızı Hz. Aişe ile kızkardeşi Esma'yı develere bindirerek göndermesini, oğlu Abdullah'a mektup yazarak emretti. Hz. Aişe, annesi Ümm-i Ruman ve Resulullahın kerimeleri kafile olarak yola çıktı. Kubeyd mevkiinde Hz. Zeyd 500 dirhemle üç deve daha satın aldı. Kafileye Talha bin Ubeydullah da katıldı. Mina mevkiinden Beyda denilen yere ulaştıkları zaman, Hz. Aişe'nin devesi kaçtı. Hz. Aişe buyuruyor ki: [/FONT]

[FONT=&quot]“Devem kaçtı. Ben devenin üstünde mahfe'nin içindeydim. Annem de yanımdaydı. Annem, “Eyvah kızcağızım, eyvah gelinciğim” diyerek çırpınıyordu. Allahü teâlâ devemize sükûnet verdi ve bizi kurtardı. Nihayet Medine'ye geldik. Ben Hz. Ebu Bekir'in ev halkı ile birlikte indim.” [/FONT]

[FONT=&quot]Birer oda yapıldı [/FONT]

[FONT=&quot]O zaman Mescid-i Nebevî ve etrafındaki odalar yapılmıştı. Mescid-i şerif yapılırken, Peygamberimizin hanımları Hz. Aişe ve Sevde için birer oda yapıldı. Sonra, ihtiyaç oldukça bir oda yapılarak, adetleri dokuz oldu. Odalar, Arap âdeti üzere, hurma dalından idi. Üstleri kıldan keçe ile örtülü idi. [/FONT]

[FONT=&quot]Odalar mescidin cenup, şark ve şimâl taraflarında idi. Kerpiçten yapılmış olanı da vardı. Çoğunun kapısı mescide açılırdı. Tavanlarının yüksekliği, orta boylu insan boyundan bir karış fazla idi. Hz. Fâtıma ile Hz. Aişe'nin odaları arasında kapı vardı.[/FONT]

[FONT=&quot]Mekke'den gelen Resulullahın ev halkı, kendi odalarının önünde indi. Hz. Aişe validemiz, Hz. Ebu Bekir'in evinde bir müddet ikâmet buyurdular. Hz. Ebu Bekir birgün Resulullaha şöyle arzetti: [/FONT]

[FONT=&quot]- Ya Resulallah, ehlinle evlenmekten seni alıkoyan nedir?[/FONT]

[FONT=&quot]Hastalığı bol yerdi [/FONT]

[FONT=&quot]Bunun üzerine Resulullah efendimiz, gerekli hazırlıkları yaparak, Hz. Aişe ile, nikahlarının vuku bulduğu Şevval ayında evlendiler.[/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Aişe validemiz buyuruyor ki: [/FONT]

[FONT=&quot]“Medine'ye hicret edip geldiğimiz zaman, burası, hastalığı bol olan bir yer idi. Bütün eshab-ı kiram hastalığa tutuldular. Bu hastalıktan, ancak Resulullah efendimiz, Allahü teâlânın korumasıyla kurtuldu." [/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Aişe de hastalandı. Peygamberimiz Hz. Aişe'ye, “Sende gördüğüm nedir” diye sorunca, Hz. Aişe şu cevabı verdi: [/FONT]

[FONT=&quot]- Anam-babam sana feda olsun ya Resulallah, hummadır. Allah onu kahretsin.[/FONT]

[FONT=&quot]Bunun üzerine Peygamber efendimiz buyurdu ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Hayır, ona kötü söyleme! O, vazifelidir. İstersen sana bir duâ öğreteyim. Onu okuduğun zaman, Allahü teâlâ onu senden giderir.[/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Aişe de, “Öğret ya Resulallah” dedi.[/FONT]

[FONT=&quot]Peygamber efendimiz duâyı öğretince, humma geçti.[/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Aişe validemiz, Medine'de, Resulullahın gazalarına katılmış diğer sahabî hatunları gibi, yaralıların tedavisi ve bakımıyla meşgul olmuş, büyük hizmetler görmüştür. Cephelerde eline kılıç alıp, çarpışmayı istemiş ise de, Resulullah efendimiz buna müsaade buyurmamıştır. Mesela Uhud günü, Peygamber efendimiz yaralanmış, mübarek yüzü müşriklerin attığı taşla yaralanıp, kan içinde kalmıştı.[/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Fâtıma validemiz, Resulullahın mübarek yüzünü yıkamış, kan durmayınca, yünden hasır yakmış ve külünü âlemlere rahmet olarak gelen Peygamberimizin mübarek yüzüne basarak, kanı durdurmuştu.[/FONT]

[FONT=&quot]Arkalarında su taşıyorlardı [/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Aişe validemiz de sırtında yiyecek ve içecek su taşıyarak Uhud'a gelmişti. Hz. Aişe ve Ümm-i Süleym kırba ile su taşıyorlar, Hamne ise susuzlara su veriyordu. Enes bin Malik diyor ki: [/FONT]

[FONT=&quot]"Uhud gazasında müslümanlar bozulup, Resulullahın yanından dağıldıkları zaman, Hz. Aişe ile Ümm-i Süleym'i gördüm. Arkalarında kırbalarla koşa koşa su taşıyorlar, yaralıların ağızlarına boşaltıyorlardı. Kırbaları boşaldıkça koşarak gidiyorlar, doldurunca koşarak gelip, yine yaralılara su veriyorlardı.” [/FONT]

[FONT=&quot]Kadınların Uhud savaşına katılmasına müsaade edilmesinin sebebi, yaralıları tedavi için idi.[/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Aişe, Müreysi gazasına katılmış ve bu gazada bazı münafıkların çıkardığı bir iftiraya maruz kalmış, bunun üzerine Allahü teâlâ Nur suresinde 17 ayet-i kerime göndererek, onun temizliğini bildirdi. Hz. Aişe buyurdu ki: [/FONT]

[FONT=&quot]"Resulullahın ilk hastalığı, Hz. Meymune'nin evinde oldu. O gün Resulullahın Hz. Meymune'ye uğradığı gündü. Burada Resulullahın hastalığı arttı. Diğer ezvac-ı tahirat gelerek Resulullahın hizmetine koyuldular. Peygamberimiz de buyurdular ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Ey benim zevcelerim, mâzur görün, takatım yoktur ki, evlerinizi dolaşayım. İzin verirseniz Aişe'nin evine gideyim, bana orada hizmet edersiniz.[/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Aişe'nin odasına gitti [/FONT]

[FONT=&quot]Resulullah efendimiz Hz. Abbas ve Hz. Ali'nin omuzlarına dayanıp, benim odama geldiler. Döşeğe yattılar. Bu odada mübarek başı, göğsümde olduğu hâlde vefat ettiler." [/FONT]

[FONT=&quot]Resulullahın vefatından sonra da, eshab-ı kiramın, Hz. Aişe validemize hürmetleri, ikramları ve izzetleri çok fazla idi. Hatta bu hususta Hz. Ömer, bunda o derece ileri gitti ki, Hz. Aişe, "Resulullahın vefatından sonra Hz. Ömer bana çok iyilik etti. Ya Rabbi, bundan böyle, beni, onun ihsan ve iyilikleri için ayakta tutma" buyurdu. [/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Aişe validemiz, Hz. Osman zamanında da din-i İslâmı öğretmekle meşgul oldu. Hz. Aişe müctehid idi. Bütün İslâm ilimlerinde çok büyük derecesi vardı. Bilhassa kadınlara mahsus hâllere dair fıkhî hükümler kendisinden sorulurdu. Çünkü Hz. Aişe, hem müminlerin annesi, hem de dinlerini öğrenecekleri bir müftî müctehid idi. Ayet-i kerime ile medh ve sena olundu. ^Alim, edip, çok akıllı ve üstad idi. Çok fasih ve beliğ konuşurdu.[/FONT]

[FONT=&quot]Aişe-i Sıddıka hazretlerinin faziletleri, üstünlükleri, sayılamayacak kadar çoktur. Eshab-ı kirama fetva verirdi. Âlimlerin çoğuna göre, fıkıh bilgilerinin dörtde birini Hz. Aişe haber vermiştir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Dininizin üçte birini Humeyra'dan öğreniniz! [/FONT]

[FONT=&quot]Resulullah efendimiz, Hz. Aişe'yi çok sevdiği için, ona "Humeyra" derdi. [/FONT]

[FONT=&quot]Aişe hakkında, beni incitmeyiniz![/FONT]

[FONT=&quot]Eshab-ı kiramdan ve tâbiînden çok kimse, Hz. Aişe'den işittikleri hadis-i şerifleri haber vermişlerdir. Ürvet übnü Zübeyr hazretleri buyuruyor ki: [/FONT]

[FONT=&quot]"Kur'an-ı kerimin manalarını ve helal ve haramları ve Arap şiirlerini ve nesep ilmini Hz. Aişe'den daha çok bilen kimse görmedim." [/FONT]

[FONT=&quot]Eshab-ı kiram, hediyelerini, Resulullaha, Aişe'nin evinde getirip, böylece sevgisini kazanmak için yarışırlardı. Zevceler, iki grup idi. Aişe tarafında Hafsa, Safiyye, Sevde vardı. İkincisi, Ümm-i Seleme ve ötekiler idi. Bunlar, Ümm-i Seleme'yi Resulullaha gönderip, "Eshabına emir buyursanız da, hediye getirmek isteyen, hangi zevce yanında iseniz, oraya getirse" dediklerinde, Resulullah efendimiz buyurdu ki:[/FONT]

[FONT=&quot]- Beni, Aişe hakkında incitmeyiniz! Cebrail bana yalnız Aişe'nin yanında iken geldi.[/FONT]

[FONT=&quot]Ümm-i Seleme de dediğine pişman olup, tevbe ve af diledi.[/FONT]

[FONT=&quot]Resulullah efendimiz bir defasında, kızı Hz. Fâtıma'ya buyurdu ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Ey kızım, benim sevdiğimi, sen sevmez misin?[/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Fâtıma'nın, “Elbet severim” demesi üzerine, yine buyurdular ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- O hâlde, Aişe'yi sev![/FONT]

[FONT=&quot]En çok kimi severdi?[/FONT]

[FONT=&quot]Resulullah efendimiz, Hz. Aişe'yi çok severdi. Resulullaha, “En çok kimi seviyorsun” denildiğinde buyurdular ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Aişe'yi.[/FONT]

[FONT=&quot]"Erkeklerden kimi" dediklerinde, buyurdu ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Aişe'nin babasını.[/FONT]

[FONT=&quot]Yani, en çok Hz. Ebu Bekir'i sevdiğini bildirdi.[/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Aişe'ye sordular ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Resulullah efendimiz en çok kimi severdi?[/FONT]

[FONT=&quot]- Fâtıma'yı severdi.[/FONT]

[FONT=&quot]- Erkeklerden en çok kimi severdi?[/FONT]

[FONT=&quot]- Fâtıma'nın zevcini.[/FONT]

[FONT=&quot]Bundan anlaşılıyor ki, zevceleri arasında, Hz. Aişe'yi, çocukları arasında Hz. Fâtıma'yı, Ehl-i beyti arasında. Hz. Ali'yi, eshabı arasında ise, Hz. Ebu Bekir'i en çok severdi.[/FONT]


./.
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
[FONT=&quot]Hz. Aişe buyuruyor ki: “Birgün Resulullah efendimiz, mübarek nalınlarının kayışlarını çakıyordu. Ben de iplik eğiriyordum. Mübarek yüzüne baktım. Parlak alnından ter damlıyordu. Ter damlası, her tarafa nur saçıyor, gözlerimi kamaştırıyordu. Şaşakaldım. Bana doğru bakarak buyurdular ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Sana ne oldu ki, böyle dalgın duruyorsun?[/FONT]

[FONT=&quot]Ben de, "Ya Resulallah! Mübarek yüzünüzdeki nurların parlaklığına ve mübarek alnınızdaki ter tanelerinin saçtıkları ışıklara bakarak kendimden geçtim” dedim.[/FONT]

[FONT=&quot]Bunun üzerine, Resulullah efendimiz kalkıp yanıma geldi. Alnımdan öptü ve buyurdular ki:[/FONT]

[FONT=&quot]- Ya Aişe! Allahü teâlâ sana iyilikler versin! Beni sevindirdiğin gibi, seni sevindiremedim.[/FONT]

[FONT=&quot]Kıyamet gününde insanlar [/FONT]

[FONT=&quot]Yani, senin beni sevindirmen, benim seni sevindirmemden çoktur, buyurdu. Hz. Aişe'nin mübarek alnından öpmesi, Resulullahı severek, onun cemalini anlayarak gördüğü için, aferin ve takdir olmaktadır.[/FONT]

[FONT=&quot]Birgün Peygamber efendimiz, kıyamet gününden bahisle Hz. Aişe'ye buyurdu ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Kıyamet gününde insanlar elbisesiz olarak haşredilecektir.[/FONT]

[FONT=&quot]- Erkekler de kadınlar da böyle mi olacak?[/FONT]

[FONT=&quot]- Evet.[/FONT]

[FONT=&quot]- O zaman birbirlerine bakmayacaklar mı?[/FONT]

[FONT=&quot]- Ey Aişe, o gün insanlar meşguliyetlerinden birbirlerine bakmaya zaman bulamayacaklardır. Gözleri göğe dikilmiş olarak kırk sene öylece kalacaklardır. Yemeyecek, içmeyeceklerdir. Şiddetli terliyecekler. Kiminin terinden biriken su, ayaklarını örtecektir. Kiminin de dizlerine, kiminin de karnına kadar yükselecektir. Kiminin de tepesine kadar çıkacaktır.[/FONT]

[FONT=&quot]Musa bin Talha diyor ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Hz. Aişe'den daha fasih, düzgün konuşanı görmedim. Resulullahı metheden şu manada bir şiir söylemiştir: [/FONT]

[FONT=&quot]“Mısırdakiler, Onun yanaklarının güzelliğini işitmiş olsalardı, Yusuf aleyhisselamın pazarlığında hiç para vermezlerdi. Yani, bütün mallarını, Onun yanaklarını görebilmek için saklarlardı. Zeliha'yı kötüleyen kadınlar, Onun parlak alnını görselerdi, ellerinin yerine kalblerini keserlerdi de acısını duymazlardı.” [/FONT]

[FONT=&quot]Allahü teâlânın nimetleri [/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Aişe, kendisinin, Peygamberimizin diğer hanımlarının hepsinden daha üstün olduğunu söyleyerek, Allahü teâlânın nimetlerini sayar, övünürdü. Bunlardan da bazıları şunlardır: [/FONT]

[FONT=&quot]1- Resulullah efendimiz, beni istemeden önce, Cebrail aleyhisselamın benim suretimi getirip, kendisine gösterdiğini ve, “Bu senin zevcendir” dediğini söylerdi.[/FONT]

[FONT=&quot]2- Resulullahın zevceleri içinde, koca görmeden Resulullah ile evlenen, benden başka olmamıştır.[/FONT]

[FONT=&quot]3- Resulullahın zevceleri içinde, yalnız benim yanımda iken vahiy geldi. Resulullah efendimiz, bazı zevcelerine, “Aişe'yi üzerek, beni incitmeyiniz! Biliniz ki, onun yanında bana vahiy gelmektedir” buyurmuştu.[/FONT]

[FONT=&quot]4- Resulullahın zevceleri arasında, benden başka hiçbirinin hem babası, hem de annesi hicret etmiş değildir.[/FONT]

[FONT=&quot]5- Allahü teâlâ benim hakkımda berât ayetini nâzil eyledi.[/FONT]

[FONT=&quot]6- Resulullah vefat ederken, mübarek başları benim göğsümde idi.[/FONT]

[FONT=&quot]7- Resulullah benim odamda vefat etti.[/FONT]

[FONT=&quot]8- Benim odam Resulullahın türbesi olmuştur.[/FONT]

[FONT=&quot]Resulullahı teselli ederdi [/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Aişe validemiz, Resulullahın rızasına kavuşmak için, gecesini gündüzüne katardı. Onu birazcık üzgün görse, teselli etmek için elinden gelen her şeyi yapardı. Hatta Resulullahın akrabalarını da gözetir, onlara karşı da her türlü iyiliği yapardı. Hz. Aişe buyuruyor ki: [/FONT]

[FONT=&quot]"Günde ikinci defa yemek yiyordum. Resulullah efendimiz görünce buyurdu ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Ya Aişe! Yalnız mideni doyurmak, sana, her işten daha tatlı mı geliyor? Günde iki kere yemek de israftandır. Allahü teâlâ, israf edenleri sevmez.” [/FONT]

[FONT=&quot]Hâdimî hazretleri, burayı şöyle açıklıyor: “Resulullah efendimiz Hz. Aişe'nin ikinci yemeği, acıkmadan yediğini anlayarak böyle buyurmuştur. Yoksa, kefaretler için, günde iki kere yedirmek lazım olduğu meydandadır.” [/FONT]

[FONT=&quot]Resulullahın vefatından sonra, Hz. Aişe'ye, yemek yiyip yimediğini sordular. “Hiçbir zaman doyasıya yemedim” buyurdular ve ağladılar.[/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Aişe buyurur ki: “Peygamber efendimizin karnı hiçbir zaman yemek ile doymamıştır. Bu hususta hiç kimseye yakınmamıştır. İhtiyaç içinde olmak, onun için zenginlikten daha iyi idi. Bütün gece açlıktan kıvransa bile, Onun bu durumu, gündüz orucundan onu alıkoymazdı.[/FONT]

[FONT=&quot]Tahammül gösterdiler [/FONT]

[FONT=&quot]İsteseydi, Rabbinden yeryüzünün bütün hazinelerini, meyvelerini ve refah hayatını isterdi. And olsun ki, Onun, o hâlini gördüğüm zaman acırdım ve ağlardım. Elimle karnını sıvazlardım ve derdim ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Canım sana feda olsun! Sana güç verecek, şu dünyadan bazı menfaatler, yiyecek ve içecekler temin etsem olmaz mı?[/FONT]

[FONT=&quot]Bunun üzerine bana buyururdu ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Ey Aişe, dünya benim neyime! Ulul'azm olan peygamber kardeşlerim, bundan daha çetin olanına karşı tahammül gösterdiler. Fakat o hâlleri ile yaşayışlarına devam ettiler, Rablerine kavuştular. Bu sebeple Rableri, onların kendisine dönüşlerini çok güzel bir şekilde yaptı, sevaplarını artırdı. Ben refah bir hayat yaşamaktan hayâ ediyorum. Çünkü böyle bir hayat, beni onlardan geri bırakır. Benim için en güzel ve sevimli şey, kardeşlerime, dostlarıma kavuşmak ve onlara katılmaktır.[/FONT]

[FONT=&quot]Bu sözlerinden sonra fazla zaman geçmedi, bir ay kadar sonra vefat ettiler." [/FONT]

[FONT=&quot]Peygamber efendimiz Hz. Aişe'ye birçok tavsiyelerde bulunmuştur. Bunlardan bazıları şunlardır: [/FONT]

[FONT=&quot]"Peygamber efendimiz buyurdu ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Ey Aişe! Geceleri şu dört şeyi yapmadan uyuma: [/FONT]

[FONT=&quot]1- Kur'an-ı kerimi hatim etmeden, [/FONT]

[FONT=&quot]2- Benim ve diğer peygamberlerin şefaatlerine kavuşmadan, [/FONT]

[FONT=&quot]3- Müminleri kendinden hoşnut etmeden, [/FONT]

[FONT=&quot]4- Hac etmeden.[/FONT]

[FONT=&quot]Ondan kolay ne var?[/FONT]

[FONT=&quot]Resulullah efendimiz bunları söyledikten sonra namaza durdu. Namazını bitirip de yanıma geldiğinde, kendilerine dedim ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Ey iki cihanın güneşi olan Efendim! Annem, babam, canım sana feda olsun. Bana dört şeyi yapmamı emrediyorsun. Ben bunları bu kısa müddet içinde nasıl yapabilirim?[/FONT]

[FONT=&quot]Bunun üzerine tebessüm ederek buyurdular ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Ya Aişe! Ondan kolay ne var? Üç İhlâs-ı şerifi ve bir Fâtiha suresini okursan, Kur'an-ı kerimi hatmetmiş; bana ve diğer peygamberlere salevat getirirsen, şefaatımıza kavuşmuş; önce müminlerin ve sonra da kendi affını dilersen, müminleri kendinden hoşnut etmiş; “Sübhânallahi velhamdülillahi ve lâ ilâhe illallahü vahdehû lâ şerîke leh. Lehül mülkü velehül hamdü ve hüve alâ külli şey'in kadîr” tesbihini okursan hac etmiş sayılırsın.” [/FONT]

[FONT=&quot]- Ey Aişe, yumuşak ol; zira Allahü teâlâ bir ev halkına iyilik murad ederse, onlara rıfk, yumuşaklık kapısını gösterir.[/FONT]

[FONT=&quot]- Ey Aişe bilmez misin; kul secde ettiği zaman, Allah onun secde yerini yedi kat yerin sonuna kadar tertemiz kılar.[/FONT]

[FONT=&quot]- Ey Aişe, hiç hayâsız söz söylediğimi gördün mü? Kıyamet gününde Allah katında en kötü insan, şerrinden kaçarak insanların terkettiği kimsedir.[/FONT]

[FONT=&quot]- Ey Aişe, Allah, kullarına lutf ile muamele edicidir. Her işte yumuşak davranılmasını sever.[/FONT]

[FONT=&quot]- Ey Aişe, sana birisi, istemeden, birşey verirse, kabul et! Çünkü o, Allahü teâlânın sana gönderdiği bir rızıktır.[/FONT]

[FONT=&quot]Kendini tutamadı [/FONT]

[FONT=&quot]Sevgili Peygamberimizin huzurlarına, birtakım yahudiler girdiler. “Essâmü aleyk” diyerek, sırıttılar. Allahü teâlânın Resulü de, "Ve aleyküm" karşılığında bulundular. Bunları duyan Hz. Aişe, yahudilere “lânet” etmeye başladı. Çünkü “Essâmü aleyk!” sözlerinin manası, “Ölüm, senin üzerine olsun” demekti. İşte bu yüzden Peygamber efendimizin hanımı, kendini tutamamıştı.[/FONT]

[FONT=&quot]Bu şaşkın yahudiler, güya kurnazlık ettiler! Selam verir gibi görünüp, Hak teâlânın en şerefli Peygamberine hakarete yeltendiler. Hz. Aişe'yi üzen de onların bu “sefîl” niyetleriydi.[/FONT]

[FONT=&quot]Fakat Peygamber efendimiz sakin görünüyorlardı. Hanımına sordular: [/FONT]

[FONT=&quot]- Ey Aişe! Sana ne oldu ki, onlara lânet ettin?[/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Aişe-i Sıddıka hâlâ hiddetini yenememişti. “Ne söylediklerini işitmediniz mi, ya Resulallah” dedi. Peygamber efendimiz de, "Sen de, benim onlara, (Ve aleyküm...) dediğimi işitmedin mi” buyurdu.[/FONT]

[FONT=&quot]Gerçekten, “Ve aleyküm” demek, “Sizin üzerinize olsun” manasına geliyordu. Böylece yahudilerin “ölüm” temennisini; sevgili Peygamberimiz, aynen kendilerine iade etmişlerdi.[/FONT]

[FONT=&quot]Şehitlerin derecesi [/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Aişe, birgün Resulullah efendimize sordu: [/FONT]

[FONT=&quot]- Şehitlerin derecesine yükselen olur mu?[/FONT]

[FONT=&quot]- Hergün yirmi kere ölümü düşünen kimse, şehitlerin derecesini bulur.[/FONT]

[FONT=&quot]- Ya Resulallah! Sizin üzerinize, Uhud gününden (harbinden) daha şiddetli bir gün geldi mi?[/FONT]

[FONT=&quot]- Ya Aişe! Gördüğüm eziyetin en şiddetlisi, Tâif şehrinde olmuştur.[/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Aişe'nin annesi Ümm-i Ruman binti Amir'dir. Lâkabı Sıddıka'dır. Hz. Aişe'nin çocuğu yoktu. Bunun için künyesi de yoktu. Araplarda künyeye çok ehemmiyet verilirdi. Bunun için Hz. Aişe üzülürdü. Birgün Hz. Peygambere bunu arzetmiş ve Peygamberimiz de buyurmuştu ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Sen yeğenin Abdullah bin Zübeyr'i kendine evlat edinirsin ve onun ismine izafeten de künye alırsın.[/FONT]

[FONT=&quot]Bundan sonra Hz. Aişe yeğeni Abdullah bin Zübeyr'e izafeten ümm-i Abdullah diye künyelendi.[/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Aişe, Hicret'ten dokuz sene önce Mekke-i mükerremede doğdu. 676 senesinin Ramazan ayının 17. salı günü Medine-i münevverede vefat etti.[/FONT]
__________________
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
icon14.gif
022 Allahın arslanı ve Resûlullahın dâmâdı: Hz. ALİ BİN EBÎ TÂLİB

[FONT=&quot]Allahın arslanı ve Resûlullahın dâmâdı:

[/FONT]
[FONT=&quot]Hz. ALİ BİN EBÎ TÂLİB


[/FONT]
[FONT=&quot]Hz. Ali Resûlullah efendimizin amcasının oğludur. Hâne-i saâdette büyüdü. 10-12 yaşlarında iken, birgün Resûlullah ile Hz. Hatice’nin beraber namaz kıldığını gördü. Namazdan sonra Resûlullaha sordu: [/FONT]

[FONT=&quot]Bu nedir? [/FONT]

[FONT=&quot]- Bu Allahü teâlânın dînidir. Seni bu dîne da’vet ederim. Allahü teâlâ birdir, ortağı yoktur. Lat ve Uzza isimli putları terketmeni emrederim.[/FONT]

[FONT=&quot]- Önce babama bir danışayım.[/FONT]

[FONT=&quot]- İslâma gelmezsen, bu sırrı kimseye söyleme![/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Ali ertesi sabah, Resûlullahın huzuruna gelerek dedi ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Yâ Resûlallah! Bana İslâmı bildir. [/FONT]

[FONT=&quot]Bunun için göremiyorum[/FONT]

[FONT=&quot]Böylece Müslüman oldu. Müslüman olanların üçüncüsü, çocuklardan ise birincisidir.[/FONT]

[FONT=&quot]Peygamberimiz, bazen kuşluk vaktinde, Mekke vâdilerine doğru çıkıp gider, Hz. Ali de, babası Ebû Tâlib’den, bütün akrabâlarından ve halktan gizli olarak Peygamberimizle birlikte gider, namazlarını oralarda kılarlar, akşamleyin de, dönerlerdi.[/FONT]

[FONT=&quot]Birgün, Hz. Ali’nin annesi Fâtıma hâtun, kocası Ebû Tâlib’e dedi ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Ali’nin, Muhammed’in yanına devam ettiğini görüyorum. Senin başına, Muhammed tarafından, oğlun hakkında, güç yetiremiyeceğin bir iş gelmesinden korkuyorum! [/FONT]

[FONT=&quot]- Demek, oğlumu bunun için göremiyorum? [/FONT]

[FONT=&quot]Hemen, Peygamberimizle Hz. Ali’nin ardına düştü. Onlara, Batn-ı Nahle vâdisinde, namaz kıldıkları sırada, rastladı. Peygamberimize sordu: [/FONT]

[FONT=&quot]- Ey kardeşimin oğlu! Edindiğini gördüğüm bu din, ne dînidir? [/FONT]

[FONT=&quot]- Ey Amca! Bu, Allahın dînidir. Allahın meleklerinin dînidir. Allahın peygamberlerinin dînidir. Babamız İbrâhim’in dînidir ki, Allahü teâlâ, beni, Peygamber olarak bununla, bütün kullara gönderdi.[/FONT]

[FONT=&quot]Ey Amca! Doğru yola çağıracağım kimselerden, buna, en çok sen lâyıksın! Bu yoldaki da’vetimi kabûl etmeye ve bana yardımcı olmaya, sen, herkesten daha lâyıksın! [/FONT]

[FONT=&quot]Peygamberimiz, amcasını, İslâmiyete, tevhîde, Allahın birliğine inanmaya ve putlara tapmaktan vazgeçmeye da’vet etti. Ebû Tâlib dedi ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Vallahi, yaptığınız veya söyledikleriniz şeylerde bir mahzûr yoktur. Ey kardeşimin oğlu! Ben, atalarımın dîninden ve ona bağlılıktan ayrılmaya güç yetiremiyeceğim. Fakat, sen, gönderildiğin şey üzerinde dur![/FONT]

[FONT=&quot]Ben sağ oldukça[/FONT]

[FONT=&quot]Ebû Tâlib şöyle devam etti: [/FONT]

[FONT=&quot]- Vallahi, ben sağ oldukça, yapmak istediğini tamamlayıncaya kadar, sana, hoşlanmıyacağın bir şey erişmeyecektir! [/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Ali’ye de, hoşlanmayacağı bir şey söylemedi. Ona sordu: [/FONT]

[FONT=&quot]- Ey oğulcuğum! Üzerinde bulunduğun bu din, nedir?[/FONT]

[FONT=&quot]- Babacığım! Ben, Allaha, Allahın Resûlüne îmân ve onun, Allah tarafından getirdiklerini de, tasdîk ettim. O’na tâbi oldum![/FONT]

[FONT=&quot]- O, seni, ancak, hayır ve iyiliğe da’vet eder. Sen, onun yolunu tutmakta devam et! Yavrum! Amcanın oğlunun da’vet ettiği şeye, senin de, istiyerek girmen, yaraşır.[/FONT]

[FONT=&quot]Sevgili Peygamberimiz Allahü teâlânın emriyle Mekke’den Medîne’ye hicret ederken Hz. Ali’ye kendi yatağında yatmasını, bıraktığı emânetleri sahiplerine vermesini söyliyerek buyurdu ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Bu gece yatağımda yat, uyu! Şu hırkamı da üzerine ört! Korkma, sana hiçbir zarar gelmez! [/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Ali, Peygamber efendimizin emrettiği şekilde yattı. Habîbullahın yerine, hiç korkmadan, kendi nefsini fedâ etmeye hazırdı.[/FONT]

[FONT=&quot]Burada ne bekliyorsun?[/FONT]

[FONT=&quot]Hicret gecesi müşrikler, Resûlullah efendimizin saâdethânelerinin etrafını sarmışlardı. Peygamber efendimiz, evlerinden çıktılar. Yâsîn-i şerîf sûresinin başından on âyet-i kerîmeyi okudular ve bir avuç toprak alıp kâfirlerin başına saçtılar. Resûlullah efendimiz sıhhat ve selâmetle aralarından geçip, Hz. Ebû Bekir’in evine ulaştı. Müşriklerden hiçbiri onu görememişti.[/FONT]

[FONT=&quot]Bir müddet sonra müşriklerin yanına biri gelip sordu: [/FONT]

[FONT=&quot]- Burada ne bekliyorsunuz?[/FONT]

[FONT=&quot]- Evden çıkmasını bekliyoruz.[/FONT]

[FONT=&quot]- Yemîn ederim ki, Muhammed aranızdan geçip gitti, başınıza da toprak saçtı.Müşrikler, ellerini başlarına götürdüler. Hakîkaten, başlarında toprak buldular. Derhal kapıya hücum edip içeri girdiler.[/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Ali’yi, Resûl aleyhisselâmın yatağında görünce, Resûl-i ekremin nerede olduğunu sordular. Hz. Ali cevap verdi: [/FONT]

[FONT=&quot]- Bilmem! Beni, onun muhâfazasına me’mur mu ettiniz? [/FONT]

[FONT=&quot]Bunun üzerine Hz. Ali’yi tartakladılar. Kâ’be’nin yanında bir müddet hapsettikten sonra bıraktılar. Hz. Ali, Resûlullah efendimizin Kâ’be-i şerîfte devamlı bulundukları makâma oturdu. “Resûl-i ekremde kimin nesi var ise, gelsin alsın!” diye nidâ ettirdi. Herkes gelip, nişânını söyleyerek emânetini aldı. Böylece emânetler sâhiplerine teslim edildi.[/FONT]

[FONT=&quot]Mekke-i mükerremede kalan Eshâb-ı güzîn, Hz. Ali’nin kanadı altına sığındılar. Resûlullahın saâdethâneleri Mekke’de olduğu müddetçe, Hz. Ali de orada kaldı. Allahın arslanı Hz. Ali, Kureyş kâfirlerinin toplandıkları yere giderek dedi ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- İnşâallahü teâlâ yarın Medîne-i münevvereye gidiyorum. Bir diyeceğiniz var mı? Ben burada iken söyleyin![/FONT]

[FONT=&quot]Nihâyet Ali'de hicret etti[/FONT]

[FONT=&quot]Hepsi başlarını eğip, hiçbir şey söylemediler. Sabah olunca, Hz. Ali, Resûl-i ekrem efendimizin eşyâlarını toplayıp, Resûlullah efendimizin Ehl-i Beyti ve kendi akrabâları ile berâber yola koyuldu. Resûlullah efendimize, şişmiş olan ayaklarından kanlar akar vaziyette, Kubâ’da yetişti.[/FONT]

[FONT=&quot]Gündüzleri saklanıp, geceleri yaya olarak yürüdüğü bu yolculuğun sonunda, Peygamberimizin huzûruna gidemiyecek bir hâle gelmişti. Resûl-i ekrem efendimiz bunu haber alınca, bizzat kendisi teşrif etmiş, Hz. Ali’yi görünce hâline acımış, Onu kucaklamış, mübârek elleriyle nârin, nâzik ayaklarını okşamış, kendisine âfiyeti için duâ buyurmuştu. Bunun üzerine; (İnsanlardan öyleleri vardır ki, Allahü teâlânın rızâsı için nefsini fedâ eder) [Bekara 207] meâlindeki âyet-i celîlesi nâzil oldu.[/FONT]

[FONT=&quot]Peygamber efendimiz, bir gece eve vardıklarında buyurdu ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Yâ Âişe! Hiç yemeğin var mıdır? [/FONT]

[FONT=&quot]Sözleri biter bitmez kapı çalındı. Kapı açıldığında, Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Ali’nin gelmiş olduğunu gördüler. Peygamber efendimiz sordu: [/FONT]

[FONT=&quot]- Bu vakitte gelmenizin sebebi nedir?[/FONT]

[FONT=&quot]- Yâ Resûlallah! Üç gündür birşey yemedik. Çok acıktık. Mübârek yüzünüzü görerek açlığımızı unutmak için geldik.[/FONT]

[FONT=&quot]Hasan ile Hüseyin de açtır[/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Ali ayrıca dedi ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Yâ Resûlallah! Hz. Fâtıma ile Hasan ve Hüseyin de üç gündür açlar.[/FONT]

[FONT=&quot]Peygamber efendimiz buyurdu ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Üç gündür ben de birşey yemedim. [/FONT]

[FONT=&quot]Sonra Hz. Ali dedi ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Yâ Resûlallah! Dün yoldan geçerken Mu’âz bin Cebel’in avlusundaki hurma ağacında, hurmalar gördüm.[/FONT]

[FONT=&quot]Peygamber efendimiz:[/FONT]

[FONT=&quot]- Kalkınız, Mu’âz’ın evine gidelim. Bizi hurma ile misâfir etsin,[/FONT][FONT=&quot] buyurdu.[/FONT]

[FONT=&quot]Resûlullah efendimiz ve üç büyük Eshâbı, Hz. Mu’âz’ın kapısına vardılar. Hz. Ebû Bekir: [/FONT]

[FONT=&quot]- Yâ Mu’âz devlet kuşu başına kondu. Allahın Resûlü evine teşrif etti, diye seslendi.[/FONT]

[FONT=&quot]Fakat, evde bu sesi kimse duymadı. Yalnız Mu’âz hazretlerinin küçük kızı duymuştu. Annesine, Hz. Ebû Bekir’in kapıya geldiğini söyledi. Annesi inanmadı ve dedi ki:[/FONT]

[FONT=&quot]- Kızım, bu vakitte Hz. Ebû Bekir’in kapımızda işi ne?[/FONT]

[FONT=&quot]Tekrar yattılar. Sonra Hz. Ömer ve Hz. Ali seslendi. Kız çocuğu tekrar annesine gitti ise de annesini inandıramadı. Yine yatıp uyudular. Daha sonra Peygamber efendimiz, “Yâ Mu’âz!” diye seslenince, kızcağız, bu sefer, babasına gidip seslendi: [/FONT]

[FONT=&quot]- Babacığım, ne duruyorsun, başımıza devlet kuşu kondu. Allahü teâlânın Resûlü ve üç Eshâbı kapıya gelmişler, seni çağırıyorlar.[/FONT]

[FONT=&quot]Hurmalar hiç eksilmedi[/FONT]

[FONT=&quot]Mu’âz hazretleri hemen kapıya koştu. Misâfirlerini içeri aldı. Peygamber efendimiz buyurdu ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Yâ Mu’âz! Üç gündür ben ve Eshâbım hiç yemek yememişiz. Dün Ali yoldan geçerken sizin avludaki hurma ağacında hurmalar görmüş. Geldik ki bizi hurma ile misâfir edesin![/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Mu’âz çok üzülerek cevap verdi: [/FONT]

[FONT=&quot]- Yâ Resûlallah! Bugün hurmaları toplayıp bir kısmını yedik, geri kalanını da fakîrlere dağıttık. Hiç hurmamız kalmadı.[/FONT]

[FONT=&quot]Bunun üzerine Peygamber efendimiz, evde gördüğü büyük bir sepeti Hz. Ali’ye vererek buyurdu: [/FONT]

[FONT=&quot]- Yâ Ali, bu sepeti eline al! Hurma ağacının yanına var! Benden selâm söyle, Resûlullah senden hurma istiyor diye söyle![/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Ali emredildiği şekilde gidip, Resûlullahın selâmını söyleyince, ağaç hurma ile doldu. Sepeti doldurup getirdi. Herkes yediği hâlde hurmalardan hiç eksilme olmadı.[/FONT]

[FONT=&quot]Muhtaç olduğu hâlinden belli olan fakîr biri, Hz. Ali’nin huzûruna gelip oturdu. Hz. Ali kendisine sordu: [/FONT]

[FONT=&quot]- Benden bir isteğin mi var?[/FONT]

[FONT=&quot]Adam utancından, söz ile cevap veremeyip işâret ile muhtaç olduğunu bildirdi. Hz. Ali yanında bulunan, giyecek ve yiyecekleri verdi.[/FONT]

[FONT=&quot]Muhtaç kimse çok sevindi, sonra da çok güzel bir beyit okudu. Okuduğu beyitten hoşlanan Hz. Ali, çocukları için ayırdığı üç altını da verdi.[/FONT]

[FONT=&quot]Değeri yaptığıyla ölçülür[/FONT]

[FONT=&quot]Fakîr, sevincinden ne yapacağını şaşırdı. Hz. Ali, Peygamber efendimizden işittiği şu hadîs-i şerîfi ona nakletti: [/FONT]

[FONT=&quot](Herkesin değeri, söylediği güzel sözlere, yaptığı iyi işlere göre ölçülür.) [/FONT]

[FONT=&quot]Harbin birinde, Hz. Ali’nin ayağına bir ok saplandı. Ok, kemiğe girdiği için çıkarılamadı. Sonra doktor çağırdılar. Doktor dedi ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Bu oku çıkartabilirim. Fakat, çok ağrı yaptığı için tahammül edilemez. Onun için bayıltmam lâzım. [/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Ali şöyle cevap verdi: [/FONT]

[FONT=&quot]- Bayıltmana lüzûm yok. Biraz bekleyin, namaz vakti girince namaza duracağım. O zaman ayağımdaki oku çıkartırsınız.[/FONT]

[FONT=&quot]Dediği gibi yaptılar. Namaza durunca ayağını yarıp oku çıkardılar, hiçbir şeyi hissetmedi. [/FONT]

[FONT=&quot]İşte büyüklerimiz böyle namaz kılarlardı.[/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Ali buyurdu ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Müslümanlar, âhırete inanıyor. Kitapsız kâfirler, inkâr ediyor. Tekrar dirilmek olmasaydı, inanmıyanlar birşey kazanmaz, müslümanlar da, zarar etmezdi. [/FONT]

[FONT=&quot]Fakat, kâfirlerin dediği olmayınca, sonsuz azâb çekeceklerdir.[/FONT]

[FONT=&quot]Peygamber aleyhisselâm, birgün kızı Hz. Fâtıma’nın evine teşrif etmişti. Hz. Ali’yi evde bulamayınca kızına sordu: [/FONT]

[FONT=&quot]- Amcamın oğlu nerededir?[/FONT]

[FONT=&quot]- Babacığım, aramızda küçük birşey olmuştu da, dışarı çıktı. [/FONT]

[FONT=&quot]Ali nerededir?[/FONT]

[FONT=&quot]Resûl-i ekrem efendimiz, Hz. Ali’yi aramaya çıktı. Yolda rastladığı Hz. Sehl’e sordu: [/FONT]

[FONT=&quot]- Ali nerededir, gördün mü? [/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Sehl arayıp, mescidde olduğunu haber verdi. [/FONT]

[FONT=&quot]Resûlullah Hz. Ali’nin yanına geldi. Hz. Ali, toprağın üzerine yatmış, hırkası omuzundan düşmüş, vücudu toz-toprak içinde kalmıştı. [/FONT]

[FONT=&quot]Resûl-i ekrem bir taraftan toprakları silkeliyor, bir taraftan da: [/FONT]

[FONT=&quot]- Kum, yâ Ebâ Türâb! Ya’ni kalk, ey toprağın babası,[/FONT][FONT=&quot] diyordu.[/FONT]

[FONT=&quot]Fahr-i kâinat efendimiz, Hz. Ali ile birlikte evlerine gittiler.. Hz. Ali kendisine, Ebû Türâb denilmesinden çok hoşlanırdı. [/FONT]

[FONT=&quot]Çünkü bu lakâb, ona, Allah Resûlünün verdiği ma’nevî bir taltif idi.[/FONT]

[FONT=&quot]Bir gün Hz. Ali’nin annesi Fâtıma hâtun, Ebû Tâlib’e sordu: [/FONT]

[FONT=&quot]- Oğlun nerede?[/FONT]

[FONT=&quot]- Ne yapacaksın onu?[/FONT]

[FONT=&quot]- Âzâdlı kadın kölem, Ecyad’da, onu, Muhammed’le birlikte namaz kılarken gördüğünü, bana haber verdi. [/FONT]

[FONT=&quot]Sonra da Ebû Tâlib’e, “Sen, oğlunun dînini değiştirmesini uygun görüyor musun?!” diye çıkışınca, Ebû Tâlib şu cevâbı verdi:

./.
[/FONT]
__________________
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
[FONT=&quot]Üstünlük sırası[/FONT]

[FONT=&quot]- Sus! Amcasının oğluna arka ve yardımcı olmak, elbet, herkesten çok, ona düşer! Eğer, nefsim, Abdülmuttalib’in dînini bırakmak husûsunda bana boyun eğmiş olsaydı, ben de, muhakkak, Muhammed’e tâbi olurdum! Çünkü, o, halîmdir, emîndir, tâhirdir! [/FONT]

[FONT=&quot]Bu cevap üzerine, Fâtıma hâtun da, sustu.[/FONT]

[FONT=&quot]Osman-ı Zinnûreyn’den sonra üstünlük sırası Hz. Ali’dedir. Hilâfeti, ümmetin icmâ’ı ile sâbittir. Resûlullah, kızı Hz. Fâtıma’yı ona nikâh etmiştir. Daha önceleri de putlara saygı göstermediği için, “kerremallahü vecheh” lakâbı verilmiştir. Allahın, kerîm, şerefli, mübârek kıldığı yüz, ma’nâsındadır.[/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Ali buyurdu ki: [/FONT]

[FONT=&quot]Ben, Resûlullah efendimizden işittim, şöyle buyurdu: [/FONT]

[FONT=&quot](Akıllı insana yaraşan; geçim husûslarının, âhıreti ilgilendiren hâllerin ve aîlevî mes’elelerin dışında, konuşmamaktır. Aklı başında olana yaraşan, hâline bakmak, dilini ve karnını faydasız şeylerden ve harâmdan korumaktır.) [/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Ali bir kalabalığı eğlence içinde görüp, böyle eğlenip neş’elenmelerinin sebebini sorduğunda, onlar dediler ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Bugün bayramımızdır. [/FONT]

[FONT=&quot]Bunun üzerine Hazret-i Ali de buyurdu ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Günâh işlemediğimiz günler de bizim bayramımızdır.[/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Ali buyurdu ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Amellerin en fazîletlisi, iyiliği emredip kötülükten vazgeçirmek ve günâh işliyeni sevmemektir. Kim ki iyiliği emrederse, mü’minin sırtını muhkemleştirmiş, sağlamlaştırmış olur. Kim de kötülüğü men eder ve ondan vazgeçirirse, münâfığın burnunu yere sürtmüş olur.[/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Ali Hendek savaşında, bir düşman askerini altedip, yere yatırdı. Kılıcını çekti. Tam vuracağı zaman, düşman askeri Hz. Ali’nin yüzüne tükürdü.[/FONT]

[FONT=&quot]Niçin öldürmedin?[/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Ali kılıcını kınına koydu. Onunla savaşmaktan vazgeçti. Ölümünü bekleyen kimse, bu işten bir şey anlamadı. Hayretle kendisine sordu: [/FONT]

[FONT=&quot]- Kılıcını çekmiştin. Beni öldürmene hiçbir engel yokken neden vazgeçtin? Öfken birden yatıştı.[/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Ali şöyle cevap verdi: [/FONT]

[FONT=&quot]- Ben kılıcımı Allah için vuruyordum. Ben Allahın arslanıyım. Nefsin esîri değilim. Sen, benim şahsıma karşı yaptığın hareketten sonra seni öldürseydim, nefsim için öldürmüş olabilirdim. Hâlbuki her yaptığımı Allah için yapmam lâzımdır.[/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Ali, hayvanlarını kuyudan su çekerek sulayan bir bedevî ile anlaştı. Kuyudan çekeceği her kova su için, bedevîden bir avuç hurma alacaktı. Hz. Ali su çekmeye başladı. Son kovayı çekerken, kovanın ipi kopup, kova, derin kuyunun içine düştü. [/FONT]

[FONT=&quot]Bedevî, kızgınlıkla Hz. Ali’nin mübârek yüzüne bir tokat vurup ücreti olan hurmayı da verdi. Hz. Ali kovayı kuyudan çıkardı. Bedevîye verip oradan uzaklaştı.[/FONT]

[FONT=&quot]Onun dîni haktır[/FONT]

[FONT=&quot]Bedevî, Hz. Ali’nin, derin kuyudan kovayı çıkarmasına hayret edip, kendi kendine, “Eğer onun dîni hak olmasaydı, bu derin kuyudan kovayı çıkaramazdı. Küstahlık yapan el bana lâzım değil” diyerek elini kesip Hz. Ali’nin evine gitti. [/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Ali kapıyı açıp Bedevîyi görünce, içeride bulunan Resûlullaha haber verdi. Peygamber efendimiz, Bedevîye, niçin böyle hatâ ettiğini sordu. Bedevî, ağlayarak yaptığı küstahlıktan özür dileyip îmâna geldi. Resûlullah, kesik eli yerine koyup duâ buyurdu. Hak teâlânın izni ile eli sapasağlam oldu.[/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Ali, şehîd edileceği gün sabah namazına giderken yolda şu beyiti okuyordu:[/FONT]

[FONT=&quot]Ölüme hazır ol ki, ölüm elbet gecikmez,[/FONT]

[FONT=&quot]Ölüm gelince artık feryâd fayda vermez.[/FONT]

[FONT=&quot]Ramazan-ı şerîfin 17. Cum’a günü sabah namazına giderken, İbni Mülcem tarafından kılıçla alnına vurularak şehîd edildi. Kûfe’de, ya’nî Necef denilen yerde medfûndur. Diğer üç halîfe gibi Cennetle müjdelenenlerdendir.[/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Ali’nin kızı ve aynı zamanda Hz. Ömer’in hanımı olan Ümmü Gülsüm, hâdiseyi duyunca dedi ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Babam da, kocam Ömer gibi sabah namazında suikaste uğradı.[/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Ali, vefât etmek üzere iken buyurdu ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Yemînle söylüyorum ki, umduğuma kavuştum. [/FONT]

[FONT=&quot]Sonra Kelime-i şehâdet getirerek vefât etti. [/FONT]

[FONT=&quot]Altı nasîhat[/FONT]

[FONT=&quot]Peygamber efendimiz Hz. Ali’ye buyurdu ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Yâ Ali! Altıyüz bin koyun mu istersin, yahut altıyüz bin altın mı veya altıyüz bin nasîhat mı istersin? [/FONT]

[FONT=&quot]- Altıyüz bin nasîhat isterim.[/FONT]

[FONT=&quot]Peygamber aleyhisselâm buyurdu ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Şu altı nasîhata uyarsan, altıyüz bin nasîhata uymuş olursun.[/FONT]

[FONT=&quot]1. Herkes nâfilelerle meşgul olurken, sen farzları îfa et. Ya’nî farzlardaki rükünleri, vacibleri, sünnetleri, müstehabları îfa et![/FONT]

[FONT=&quot]2. Herkes dünya ile meşgul olurken, sen Allahü teâlâyı hatırla! Ya’nî din ile meşgul ol, dîne uygun yaşa, dîne uygun kazan, dîne uygun harca![/FONT]

[FONT=&quot]3. Herkes birbirinin ayıbını araştırırken, sen kendi ayıplarını ara! Kendi ayıplarınla meşgul ol![/FONT]

[FONT=&quot]4. Herkes, dünyayı imar ederken, sen dînini imar et, zînetlendir![/FONT]

[FONT=&quot]5. Herkes halka yaklaşmak için vâsıta ararken, halkın rızâsını gözetirken, sen Hakkın rızâsını gözet! Hakka yaklaştırıcı sebep ve vâsıtaları ara![/FONT]

[FONT=&quot]6. Herkes çok amel işlerken, sen amelinin çok olmasına değil, ihlâslı olmasına dikkat et![/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Ali, Hendek savaşında müşriklerin en azılıları ile savaştı. Savaşın iyice şiddetlendiği 22. gün, Amr bin Abdûd adlı müşriklerin en azılılarından biri, Hendek kenarlarına gelip meydana er istedi. Müslümanlardan kimse Amr’ın da’vetine cevap vermedi. Çünkü Resûlullahtan emir bekliyorlardı. Amr’ın meydan okuması yedi kere devam etti.Yedincide Resûlullah efendimiz, Hz. Ali’yi çağırıp huzûruna oturttu ve buyurdu ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Yâ Ali! Benim atıma bin, kılıcımı al, Amr bin Abdûd’un önüne yiğitçe, cesâretle var! Onun heybetinden, uzun boyundan endîşe etme! Ben, Hak teâlâdan sana yardım etmesi için, senin elinle Müslümanların, bunun şerrinden kurtulmaları için duâ ediyorum.[/FONT]

[FONT=&quot]Avını gözetliyen arslan[/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Ali kılıcını kuşandı. Atına bindi. Avını gözetliyerek giden bir arslan gibi, Amr’ın önüne varıp dedi ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Yâ Amr! Duydum ki sen Kâ’be’nin karşısında ahdetmişsin ki, Kureyşten bir kişi senden iki şey istese, birini yaparmışsın.[/FONT]

[FONT=&quot]- Evet öyle söz verdim. [/FONT]

[FONT=&quot]- Biliyorsun ben Kureyş’tenim. Senden iki şey isteyeceğim. Hiç olmazsa birini kabûl et! Birinci isteğim, Allahın birliğini ve Muhammed aleyhisselâmın O’nun Resûlü olduğunu kabûl ve tasdîk etmendir. [/FONT]

[FONT=&quot]- Bunu kabûl etmiyorum, başka ne istiyorsun? [/FONT]

[FONT=&quot]- İkinci isteğim, bu iki kuvveti hâllerine bırakıp, Mekke-i mükerreme’ye gitmendir. [/FONT]

[FONT=&quot]- Bunu kabûl ettim, yalnız Ebû Bekir, Ömer ve Osman’ın başlarını keserim.[/FONT]

[FONT=&quot]- Ey ahmak! Benim başımı kesmeden onların başını nasıl kesersin?[/FONT]

[FONT=&quot]- Yâ Ali! Sen henüz gençsin, dünyanın tadını almamışsın, ben senin başını kesmek istemem. [/FONT]

[FONT=&quot]- Ben Allahü teâlânın yardımı ve Resûlünün duâsı ile senin başını kesmek isterim.[/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Ali’nin bu sözü üzerine Amr, atından inip Hz. Ali’ye doğru yürüdü. Hz. Ali de atından indi. Birbirlerine hamle ettiler. Hz. Ali bir fırsatını bulup, Amr’ın uyluğunu, bir kılıç darbesiyle kopardı. Artık işi bitti, diyerek geriye dönmüş gelirken, Amr, kendi kopmuş bacağını Hz. Ali’ye fırlattı. Hz. Ali de hemen geri dönüp Amr’ı öldürdü.[/FONT]

[FONT=&quot]Resûlullah efendimiz tekbîr getirip buyurdu ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Ali’nin Amr bin Abdûd ile bir kere karşılaşması, ümmetimin kıyâmete kadar olan ibâdetinden hayırlıdır.[/FONT]

[FONT=&quot]Dünya aldatır[/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Ali’nin hikmetli sözleri çoktur. Bunlardan ba’zıları şunlardır: [/FONT]

[FONT=&quot]Affetmek fazîlettir. Kararlı olmak metâ’dır, sahip olunan maldır. Kararsız olmak ise zâyi olmaktır. Yalancılık hıyânettir. İnsâf rahatlık, şer küstahlıktır. Güleryüzlülük ihsândandır. Doğruluk kurtarır, yalan felâkete sürükler. Kanâat insanı zengin yapar, yerinde kullanılmayan zenginlik azdırır. Dünya aldatır, şehvet kandırır. Hased yıpratır, nefret çökertir.[/FONT]

[FONT=&quot]Akıllı kimse, günâhlarını tevbe ile örtendir. Cömert, kötülük yapana iyilikle karşılık verendir.[/FONT]

[FONT=&quot]Âlim; sözü, işine uygun olandır. Âlim ilme doymaz.[/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Ali, Hayber kalesinin fethinde, kalenin kapısını koparıp, kalkan olarak kullanmıştır. Bu savaşta Hz. Ali'nin gözleri ağrıyordu. Resûlullah efendimiz onu çağırtarak gözlerine üfledi ve şifa bulması için Allahü teâlâya duâ etti. Hz. Ali'nin gözlerinde bir ağrı sızı kalmadı. [/FONT]

[FONT=&quot]Bu savaşta, yahudilerin meşhur pehlivanı Merhab: [/FONT]

[FONT=&quot]-Hayber halkı iyi bilir ki: ben, gelip çatan harplerin tutuştuğu, kızıştığı zamanlarda, tepeden tırnağa kadar silâhlanmış, cesaret ve kahramanlığı denenmiş Merhab'ımdır. Ben, kükreyerek geldikleri zaman aslanları bile kâh mızrakla, kâh kılıçla vurup yere sermişimdir, diyerek Müslümanlardan er diledi. Bunun üzerine Hz. Ali:[/FONT]

[FONT=&quot]-Ben oyum ki: anam bana Haydar, Arslan adını takmıştır! Ben, ormanların heybetli görünüşlü arslanı gibiyimdir. Sizi, geniş ölçüde ve çarçabuk tepeleyici bir er kişiyimdir, diye şiir söyleyerek Merhab'ın karşısına dikildi. [/FONT]

[FONT=&quot]Bu şiir Merhab'a o gece gördüğü rüyâyı hatırlattı. Rüyâsında kendisini bir arslanın parçaladığını görmüştü. Hz. Ali, Merhab'la karşı karşıya geldiğinde, Merhab'ın tepesine öyle bir kılıç indirdi ki, kılıç, Merhab'ın siperlendiği kalkanını ve demirden miğferini kesti. Başını, ikiye ayırdı. Merhab'ın başına inen kılıncın çıkardığı ses o kadar fazla idi ki, Hayber karargâhında bulunan Ümm-i Seleme: [/FONT]

[FONT=&quot]-Merhab'ın dişlerine kadar inen kılıcın sesini ben de işittim, demiştir. [/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Ali, o gün yahudilerin en namlı kişilerinden sekizini öldürmüştür.[/FONT]

[FONT=&quot]Hayber gazâsından dönen Hz. Ali'ye Peygamber efendimiz:[/FONT]

[FONT=&quot]-Yâ Ali, eğer halk, Îsâ'ya söylediklerini söylemiyecek olsalardı, senin hakkında çok sözler söylerdim. O zaman herkes, bereketlenmek için, ayağının tozunu alır, abdest suyunu şifâ için hastalarına verirlerdi. Seni şehid ederler. Âhırette havzımın üzerinde halîfemsin. Cennete en önce sen girersin. Seni sevenler nurdan minberler üzerinde olur,[/FONT][FONT=&quot] buyurunca, Hz. Ali şükür secdesi yaptı.[/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Ali bir müfreze gönderdiği vakit başına tâyin ettiği kimseye şöyle derdi:[/FONT]

[FONT=&quot]-Sana Allahtan korkmanı tavsiye ederim. O, hem dünyaya, hem de âhirete mâliktir. Vazîfene sarıl. Seni Allaha yaklaştıracak olana yapış. Çünkü dünyada yapıp da bıraktıklarını, yarın karşında hazır bulacaksın.[/FONT]

[FONT=&quot]Sakif'ten bir zat anlatır: [/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Ali, beni vâli tâyin etti ve şehrin halkının yanında bana şöyle dedi: [/FONT]

[FONT=&quot]-Vergiyi tam olarak al! Bu işte sakın sende bir zaaf görmesinler. [/FONT]

[FONT=&quot]Daha sonra bana şöyle dedi:[/FONT]

[FONT=&quot]-O sözü onların yanında söylememin sebebi, onlar hîlekâr bir kavimdir. Onlara âit bir elbiseyi, yedikleri bir şeyi, taşıt olarak kullandıkları bir hayvanı alıp satma. Para yüzünden onları kırbaçlama ve ayakta da bekletme. Vergi olarak aldıklarından, onlara bir mal satma! Eğer bu sözlere muhâlefet edersen Allah benim yerime seni yakalar. Emre muhâlif bir hareketini duyarsam seni azlederim.[/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Ali, İslamiyeti kabul ettikten sonra, bütün Mekke devrini teşkil eden on üç sene Peygamber efendimizin yanında, O’nun huzur ve hizmetlerinde bulundu. Peygamber efendimizin sevgi ve iltifatlarına kavuştu. Mekkeli müşriklerin bütün eza ve cefalarına katlanarak Peygamber efendimizin en yakın yardımcılarından oldu.[/FONT]

[FONT=&quot]Mescid-i Nebevi’nin inşaatında çok gayret gösterdi. Bedr, Uhud, Hendek ve diğer bütün gazalarda bulundu ve fevkalade gayret ve kahramanlık gösterdi. Yalnız Uhud Gazasında on altı yerinden yara aldı. Pekçok gazada Resulallah sallallahü aleyhi ve sellem sancağı Hz. Ali’ye teslim etmiştir.[/FONT]

[FONT=&quot]Vâhiy kâtipliği yaptı[/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Ali, Hudeybiye Antlaşmasında sulh şartlarının yazılmasında vazife aldı. Hayber Gazasında bulunup, büyük kahramanlıklar gösterdi. Bu savaşta, ağır bir demir kapıyı kalkan olarak kullanmıştır. Huneyn Gazasında da büyük kahramanlıklar gösteren Hz. Ali, Tebük Gazasında, Resulullah efendimiz tarafından vazifeli olarak Medine’de bırakıldığı için bulunamadı. Daha sonra Yemen Muharebesinde ordu kumandanı olarak vazifelendirildi. Mekke-i mükerreme feth edilince, Kabe’deki putları imha vazifesi ona verildi.[/FONT]

[FONT=&quot]Peygamber efendimiz vefat edince, o yıkayıp kefenledi. Bu son mübarek vazife, ona ve Hz. Abbas, Üsame bin Zeyd, Fadl ve Kusem’e nasib oldu. Definden sonra halife seçilen Ebu Bekr’e biat edip onun devlet işlerini yürütmede istişare ettiği zatlardan oldu ve kadılık (hakimlik) görevlerinde bulundu. Hz. Ömer’in halifeliğine de biat edip, halifenin danışmanı ve hakimliğini yaptı. Hz. Osman’ın da halifeliğine biat edip, hilafet işlerinde onun vezirliğini yaptı.[/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Osman’ın şehit edilmesinden sonra 656 Zilhicce ayında halife oldu. Hz. Osman’ı şehit edenlerin cezalandırılmaları hususunda çıkan ictihad ayrılıklarından dolayı karşı karşıya gelen iki ordu arasında tam anlaşma olmuştu ki, Abdullah bin Sebe’ ismindeki Yahudi, gece karanlığında grubu ile birlikte Basralıların üzerine saldırdı. Gece karanlığında kimse ne olduğunu anlayamadı. Üç gün savaş devam etti. Cemel (Deve) Vak’ası olarak bilinen bu hadisede Aişe-i Sıddika esir alınınca, Hz. Ali hürmet ve ikram edip kendi askerleri arasında bulunan kardeşi Muhammed bin Ebu Bekr ile Medine’ye gönderdi. Bir sene sonra Sıffin denilen yerde Hz. Muaviye’nin ordusu ile yüz günde doksan meydan muharebesi yaptı. Askerlerinden yirmi beş bin, karşı taraftan kırk beş bin kişi şehid oldu. Karşı taraftan gelen sulh teklifi ile antlaşma olunca, ordusundan yedi bin kişi ayrıldı. Bunlara harici denildi.[/FONT]

[FONT=&quot]660 senesinde Ramazan-ı şerif ayının on yedinci Cuma günü sabah namazına giderken İbn-i Mülcem adlı bir harici tarafından başına kılıçla vurularak şehit edildi. Kabirleri Necef denilen yerdedir.[/FONT]

[FONT=&quot]Halifeliği devrinde zuhur eden fesatçılarla mücadele ettiğinden, sükun ve huzur bulamamıştır. Hükumet idaresinde Hz. Ömer’in yolunu tutmuştur. Her işin emniyet ve istikamet dairesinde yapılmasına çalışır, halka şefkat gösterirdi. Her tarafta askeri birer merkez vücude getirmişti.[/FONT]

[FONT=&quot]Hakkında bir kaç ayet-i kerime nazil olup, pek çok hadis-i şerifle medhedildi. Ehl-i sünnetin gözbebeği, evliyanın reisi, kerametler hazinesidir. Adalet, ilim, cömertlik, merhamet ve diğer yüksek faziletleri kendisinde toplamıştır. Peygamber efendimiz Hz. Ali’ye cömertlerin sultanı manasına Sultan-ül-eshiya buyurmuşlardır.[/FONT]

[FONT=&quot]Buğday benizli, orta boylu, uzun gerdanlı, güler yüzlü, iri siyah gözlü, geniş göğüslü, iri yapılı ve sık sakallı görünüşe sahib olan Hz. Ali, ilim ve amel bakımından en yüksek derecede idi. Allah korkusundan devamlı ağlardı. Namaza durunca, alem alt-üst olsa, haberi olmazdı. [/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Ali'nin Hz. Fatıma'dan Hasan, Hüseyin ve Muhsin adında 3 erkek, Zeyneb ve Ümmü Gülsüm adında iki kızı olmuştur. Hz. Fatıma'dan sonra evlendiği hanımlarından 15 erkek, 16 kız çocuğu olmuştur.[/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Ali, fevkalade beliğ ve fasih konuşurdu. Peygamber efendimizden sonra, onun derecesinde beliğ hutbe okuyacak bir başkası yok idi. Arap lisanının ilk kaidelerini koyan odur. Bu sebeple Kur’an-ı kerimin lisanına herkesten çok aşina idi. Devamlı Peygamber efendimizin yanında bulunması ve onun feyizli nurlarına ilk kavuşanlardan olması sebebiyle Kur’an'ın hükümlerini en iyi bilen o idi. Tefsire dair birçok rivayetler bildirmiştir. Bilhassa ayetlerin iniş sebepleri konusunda birçok rivayetleri vardı. Bu konuda buyuruyor ki: [/FONT]

[FONT=&quot]-Sorunuz, bana ne sorarsanız, size cevabını veririm. Allahın kitabını bana sorunuz. Vallahi bir ayet yoktur ki, ben onun gecede mi, gündüzde mi, kırda mı, dağda mı nazil olduğunu bilmiyeyim. [/FONT]

[FONT=&quot]Bu sebeplerden dolayı, hakkında birçok rivayet olup, anlaşılması güç meselelerde, onun rivayeti tercih edilmiştir. Hacc-ı Ekber’in kurban bayramı olduğuna dair olan rivayeti gibi.[/FONT]
[FONT=&quot]
[/FONT]
[FONT=&quot]./.[/FONT]
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
[FONT=&quot]Hz. Ali, Ehl-i beytten olması sebebiyle, Peygamber efendimizin sünnetine herkesten daha fazla vakıftı. Bu hususta herkesin müracaat kapısıydı. Bizzat Resulullah efendimizden duyarak yazdığı bir hadis sahifesi vardı. Bu sahife, Sahifetü Ali bin Ebi Talib adıyla 1986’da yayınlanmıştır. Kendisinden 586 hadis-i şerif bildirilmiştir. Bunlardan 20 tanesi hem Buhari’de, hem de Müslim’de bulunur. Bundan başka 9 hadis-i şerif Buhari’de, 15 hadis Müslim’de, tamamı da Ahmed bin Hanbel’in Müsned adlı kitabında vardır.[/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Ali, Eshab-ı kiramın en büyük fıkıh alimlerindendi. Halledilemeyen mevzular ona havale edilirdi. Hatta Hz. Ömer buyurur ki: [/FONT]

[FONT=&quot]-Şayet Hz. Ali olmasaydı, Ömer helak olurdu. [/FONT]

[FONT=&quot]Fıkha dair bildirdiği hükümler, Mevsûatü Fıkhı Ali bin Ebi Talib adıyla yayınlanmıştır.[/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Ali’nin hikmetli sözleri birçok kitaplarda toplanmıştır. Bunlardan Emsalü İmam Ali, Gurer-ül-Hikem ve Dürer-ül-Kilem adlı eserler basılmıştır. Bu kitaplardaki sözlerinde Hz. Ali buyuruyor ki:[/FONT]

[FONT=&quot]Affetmek fazîlettir. Kararlı olmak metâ'dır, sahip olunan maldır. Kararsız olmak ise zâyi olmaktır. Doğruluk emânet, yalancılık hıyânettir. İnsâf rahatlık, şer küstahlıktır. Emânete hıyânet etmemek, îmândandır, güler yüzlülük ihsândandır. Doğruluk kurtarır, yalan felâkete sürükler. Kanâat insanı zengin yapar, yerinde kullanılmayan zenginlik azdırır. Dünya aldatır, şehvet kandırır. Lezzet oyalar, nefsin arzuları alçaltır. Hased yıpratır, nefret çökertir.[/FONT]

[FONT=&quot]Akıllı kimse, günâhlarını tövbe ile örtendir. Cömert, kötülük yapana iyilikle karşılık verendir.[/FONT]

[FONT=&quot]İlim; güzel bir mîrâs, genel bir ni'mettir. İnsaf, ihtilâfı giderir, ülfeti getirir.[/FONT]

[FONT=&quot]Adâlet; îmânın başıdır, ihsânın birleştiği noktadır ve îmânın en yüksek mertebesidir. [/FONT]

[FONT=&quot]Âlim; sözü, işine uygun olandır. Âlim ilme doymaz.[/FONT]

[FONT=&quot]Hikmet; akıllıların bahçesi, ermişlerin mesîresidir, gezinti yeridir.[/FONT]

[FONT=&quot]Akıllı; şehvetten uzaklaşan, âhıreti dünya ile değişmeyendir. Akıllı, yalnız ihtiyâcı kadar ve delille konuşur, sâdece âhıretinin ıslâhı için çalışır. Akıllı, günâhlardan sakınır, ayıplardan uzak durur. Cömertlik günâhları siler, kalblere sevgi eker.[/FONT]

[FONT=&quot]Câhil; dayakla uslanmaz, nasîhatlerden payını almaz.[/FONT]

[FONT=&quot]İlim; insanı akla götürür, kim ilim öğrenirse akıllanır. İlim; rûhu ihyâ eder, diriltir. Aklı aydınlatır, cehâleti öldürür.[/FONT]

[FONT=&quot]Zulüm; ayakların kaymasına, ni'metin yok olmasına, milletlerin helâkine sebep olur. [/FONT]

[FONT=&quot]Gerçek mü'minin sevgisi, kızması, birşeyi alması, yapması ve terki, hep Allah için olur.[/FONT]

[FONT=&quot]Kâmil mü'min gizli şükür eder, belâya karşı sabır eder, ümîd hâlinde iken bile korkar. [/FONT]

[FONT=&quot]Akıllı kimse, ibâdetle, nefsin arzusuna karşı gelendir. Câhil kimse, günâh işleyerek nefsin arzusuna uyandır.[/FONT]

[FONT=&quot]Allaha kavuşmak, kötü insanlardan uzak durmakla olur.[/FONT]

[FONT=&quot]İhtiraslı kimse, bütünüyle dünyaya mâlik olsa bile yine fakîrdir.[/FONT]

[FONT=&quot]Doğruluk, İslâmın direği, îmânın desteğidir.[/FONT]

[FONT=&quot]Allahın azâbından korkmak, müttekîlerin, takvâ sahiplerinin nişânıdır.[/FONT]

[FONT=&quot]Dînin esâsı, emâneti yerine vermek, sözünde durmaktır.[/FONT]

[FONT=&quot]Hased eden dâimâ hastadır, cimri insan, dâimâ fakîrdir.[/FONT]

[FONT=&quot]Başa kakan, nefret ateşini körükler.[/FONT]

[FONT=&quot]Kanâatkâr olmak, boyun eğme zilletinden daha hayırlıdır.[/FONT]

[FONT=&quot]Olgunluk üç şeyde gereklidir: Musîbetlere sabır, isteklerde aşırıya kaçmamak ve istiyene vermektir.[/FONT]

[FONT=&quot]Yumuşaklık, durulmayı çabuk sağlar ve zor olan şeyleri kolaylaştırır.[/FONT]

[FONT=&quot]Âlim, câhili hemen tanır, çünkü daha önce o da câhildi. Câhil âlimi tanımaz, çünkü daha önce âlim değildi.[/FONT]

[FONT=&quot]Akıl ve ilim, birbirinden ayrılmayan ve zıt olmayan iki kardeş gibidir.[/FONT]

[FONT=&quot]Îmân ve hayâ, birbirinden kopmayan bir bütündür.[/FONT]

[FONT=&quot]Îmân ve ilim, ikiz kardeş ve birbirinden ayrılmayan arkadaş gibidir.[/FONT]

[FONT=&quot]Öfke, tutuşturulmuş bir ateş gibidir. Her kim ki öfkesine hâkim olursa, onu söndürür ve her kim onu salıverirse, ilk yanan kendisi olur.[/FONT]

[FONT=&quot]Ahmaklık, dermânı bulunmayan bir dert, şifâsı olmayan bir hastalıktır.[/FONT]

[FONT=&quot]Allah için kardeş olanların sevgisi, sebebi dâim olduğu için devam eder. Dünya için kardeş olanların sevgisi, sebebi devam etmediği için, kısa sürer, bir an gelir son bulur. [/FONT]

[FONT=&quot]Akıllı, sustuğu vakit tefekkür, konuştuğu vakit zikir eder, baktığı vakit de ibret alır. [/FONT]

[FONT=&quot]Kendisi amel etmeksizin Allah yoluna çağıran kişi, oksuz yaya benzer. [/FONT]

[FONT=&quot]Sükût, sana vakar kazandırır ve seni özür dileme zahmetinden kurtarır.[/FONT]

[FONT=&quot]İhtiras, gâfillerin kalbinde şeytanların sultânıdır.[/FONT]

[FONT=&quot]Hasedcilerin en ehveni, hased ettiği kişinin elindeki ni'metlerin yok olmasını ister. [/FONT]

[FONT=&quot]İlim, insanı Allahın emrettiği şeylere götürür, zühd ise o şeylere erişilmesini kolaylaştırır. [/FONT]

[FONT=&quot]Korkaklık, ihtiras ve cimrilik, Allaha karşı kötü zannın bir araya getirdiği kötü arkadaşlardır.[/FONT]

[FONT=&quot]Mal, harcandığı kadar sâhibine ikrâmda bulunur. Kişinin yaptığı cimrilik kadar ona ihânet eder.[/FONT]

[FONT=&quot]Fakîh öyle biridir ki, insanları Allahın rahmetinden ümitsizliğe düşürmez ve onları Allahın rahmetinden yüz çevirtmez.[/FONT]

[FONT=&quot]Mal ve çocuklar, dünya hayâtının zînetidirler. Sâlih amel de, dünyadan âhırete götürülen mahsûldür.[/FONT]

[FONT=&quot]Allah için seven bir kardeş, en yakından daha yakın, anne ve babalardan daha merhametlidir.[/FONT]

[FONT=&quot]Amel eden câhil kişi, yoldan başka yerde yürüyen gibidir. Bu yürüyüşü ona, ihtiyâcından uzaklaşmaktan başka birşey kazandırmaz.[/FONT]

[FONT=&quot]İnsan, sözü ile tartılır veya işi ile değerlendirilir. Seni zînet yönünden ağır getirecek şeyi söyle ve kıymetini artıracak şeyi yap.[/FONT]

[FONT=&quot]Yalancı, sözünde suçludur, isterse delîli kuvvetli ve ağzı lâf yapan biri olsun.[/FONT]

[FONT=&quot]İstişâre, danışma sana rahatlık, başkasına yorgunluktur.[/FONT]

[FONT=&quot]Dünya mü'minin hapishânesi, ölüm hediyesi, Cennet de varacağı yerdir.[/FONT]

[FONT=&quot]Dünya kâfirin Cenneti, ölüm korkulu rü'yâsı, Cehennem de varacağı son duraktır.[/FONT]

[FONT=&quot]Allaha tâatle uğraşmak en kârlı iş, doğru konuşan dil ise, en güzelidir.[/FONT]

[FONT=&quot]Gaddarlık, herkes için kötü bir şeydir. Şan, şeref sâhibi ve büyük zâtlar için daha çirkindir.[/FONT]

[FONT=&quot]Takvâ, dîni ıslâh, nefsi muhâfaza eder ve mürüvveti süsler.[/FONT]

[FONT=&quot]Akıllı; alçak dünyadan el çeken, Cennet-i a'lâya göz dikendir.[/FONT]

[FONT=&quot]Sabır en güzel huy, ilim en şerefli süs eşyasıdır.[/FONT]

[FONT=&quot]Kalblerin gafletine, gözlerin uyanık olması fayda vermez.[/FONT]

[FONT=&quot]Sıkıntıya düşmeden önce emniyet tedbirini alan kimse, ayağını sağlam yere basmış olur.[/FONT]

[FONT=&quot]Sabır, insanın başına gelene katlanması demektir. Onu kızdırana karşı da kendisine hâkim olmaktır.[/FONT]

[FONT=&quot]Korku kaderi değiştirmez, yalnız sevâbın yok olmasına sebep olur.[/FONT]

[FONT=&quot]İhtiras, rızkı artırmaz.[/FONT]

[FONT=&quot]Kârlı olan, dünyayı âhıretle değiştirendir.[/FONT]

[FONT=&quot]Cimri, dünyada kendi nefsine cömert davranmaz, bütün malını mîrâsçılara vermeye râzı olur.[/FONT]

[FONT=&quot]Mal, sâhibini dünyada yükseltir, âhırette alçaltır.[/FONT]

[FONT=&quot]Hased, bir dert ve hastalık olup, hased eden veya olunan helâk olmadıkça çâresi bulunmaz.[/FONT]

[FONT=&quot]Günâhlar birer dert olup, devâsı istigfârdır.[/FONT]

[FONT=&quot]Sabır iki kısımdır: Sevmediğin şeye sabretmek ve sevdiğin şeye sabretmek.[/FONT]

[FONT=&quot]Sabır, en güzel îmân kisvesi ve insanların en şerefli ahlâkıdır.[/FONT]

[FONT=&quot]Şek ,şüphe, yakîni bozar, îmânı yok eder.[/FONT]

[FONT=&quot]Mürüvvet; insanın, kendisini lekeleyecek şeylerden kaçınması ve güzellik kazandıracak şeylere yaklaşmasıdır.[/FONT]

[FONT=&quot]Cömertlik ve cesâret, şerefli maksatlar olup, Allahü teâlâ bunları sevdiği ve denediği kişilere ihsân eder.[/FONT]

[FONT=&quot]Sıkıntıya karşı sabır etmek, bolluk ânındaki âfiyetten daha efdaldir. [/FONT]

[FONT=&quot]Akıllı, iyiliklerini canlandıran, kötülüklerini öldürendir.[/FONT]

[FONT=&quot]Tûl-i emel, fazla yaşama arzusu, serâb gibidir, bunu gören su sanıp aldanır.[/FONT]

[FONT=&quot]İyiliği tamamlamak, yeniden başlamaktan daha hayırlıdır.[/FONT]

[FONT=&quot]Kendi nefsinden râzı olan, aldanmıştır. Ona güvenen, mağrûr ve yolunu şaşırmıştır.[/FONT]

[FONT=&quot]Gerçek dost, ayıbını görüp nasîhat eden, gıyâbında seni koruyan ve seni kendisine tercîh edendir.[/FONT]

[FONT=&quot]Ahmaklık; herşeyi fuzûliymiş gibi hiçe saymak ve câhil insanlarla arkadaşlık kurmaktır.[/FONT]

[FONT=&quot]Allah için dost olan, kişiye doğru yolu gösteren, fesattan uzaklaştıran ve ibâdetlerinde yardımcı olandır.[/FONT]

[FONT=&quot]İlim, maldan daha hayırlıdır. İlim seni, sen de malı korursun.[/FONT]

[FONT=&quot]Fazîlet; çok mal ve büyük işlerle değil, güzel kemâliyet ve hayırlı işlerle olur.[/FONT]

[FONT=&quot]İslâmiyet, teslimiyettir. Teslimiyet, yakîndir. Yakîn, tasdîktir. Tasdîk, ikrârdır. İkrâr, edâdır, yerine getirmektir. Edâ ise ameldir.[/FONT]

[FONT=&quot]Fazîlet, en iyi maldır. Cömertlik, en güzel mücevherdir. Akıl, en güzel zînettir. İlim, en şerefli meziyettir.[/FONT]

[FONT=&quot]Adâlet, halkın dirliği ve düzeni, idârecilerin süsü ve güzelliğidir.[/FONT]

[FONT=&quot]Akıllı kimse; dilini kötü söz ve gıybetten koruyan, mü'min; kalbini şek ve şüpheden temizleyendir.[/FONT]

[FONT=&quot]İyilikle emretmek, insanların en fazîletli amelleridir.[/FONT]

[FONT=&quot]İffet; nefsin koruyucusu ve kinlerden paklayıcıdır.[/FONT]

[FONT=&quot]Sabır iki kısımdır; belâya sabır iyi ve güzeldir. Bundan daha güzeli, harâmlara karşı sabırdır.[/FONT]

[FONT=&quot]Harâmlardan çekinmek, akıllıların şânı, şereflilerin tabiatındandır.[/FONT]

[FONT=&quot]Allah korkusundan dolayı göz yaşı dökmek, kalbi nûrlandırır. Tekrar günâh işlemekten insanı korur.[/FONT]

[FONT=&quot]Yaptığı günâh bir işle öğünmek, o günâhı yapmaktan daha kötüdür.[/FONT]

[FONT=&quot]Ârifin, yüzü nûr ve tebessüm, kalbi korku ve hüzün doludur.[/FONT]

[FONT=&quot]Dünya; güzel, aldatıcı ve geçici bir serâb, çabuk yıkılan bir dayanaktır.[/FONT]

[FONT=&quot]Sevgi, kalblerin birbirine yakınlaşması ve rûhların ünsiyetidir.[/FONT]

[FONT=&quot]Yumuşaklık, öfke ateşini söndürür. Hiddet ise öfke ateşini körükler.[/FONT]

[FONT=&quot]Mü'min, baktığında ibret alır. Bir şey verilirse, şükür eder. Musîbet ve belâya uğrayacak olursa, sabır eder. Konuşacak olursa, Allahü teâlâyı hatırlatır.[/FONT]

[FONT=&quot]Akıl, mü'minin dostu; ilim, vezîri, sabır, askerlerinin komutanı ve amel ise silâhıdır. [/FONT]

[FONT=&quot]Îmân ile amel, ikiz kardeş olup, birbirinden ayrılmazlar.[/FONT]

[FONT=&quot]Hased edenin sevgisi sözlerinde görülür. Kinini işlerinde gizler. Adı dost, fiili düşmancadır.[/FONT]

[FONT=&quot]Yumuşak başlı olanlar; en sabırlı, derhal affedici ve en güzel huylu olan kimselerdir. [/FONT]

[FONT=&quot]Allahü teâlâdan hayâ etmek, insanı Cehennem azâbından korur.[/FONT]

[FONT=&quot]Gaflet, insana gurûr getirir, helâke yaklaştırır.[/FONT]

[FONT=&quot]Mü'min, dünyaya ibret gözü ile bakar. İhtiyâcı için karnını doyurur. Dünyadan konuşulduğu vakit, nefret ve tenkid kulağı ile dinler.[/FONT]

[FONT=&quot]Fazîlet, gücü yettiğinde affetmektir.[/FONT]

[FONT=&quot]Hayâ ve cömertlik, ahlâkların en efdalidir.[/FONT]

[FONT=&quot]Kötü insan, hiç kimseye iyi zan beslemez. Çünkü o, herkesi kendisi gibi görür.[/FONT]

[FONT=&quot]Kâmil olan kimse, aklı, arzu ve isteklerine galip gelendir.[/FONT]

[FONT=&quot]Söz ilâç gibidir. Azı faydalı, çoğu zararlıdır.[/FONT]

__________________
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
icon14.gif
023 Şehîd oğlu şehîd: AMMÂR BİN YÂSER

[FONT=&quot]Şehîd oğlu şehîd:[/FONT]

[FONT=&quot]AMMÂR BİN YÂSER[/FONT]


[FONT=&quot]Ammâr bin Yâser, ilk Müslümanların otuzuncusudur. Süheyb-i Rûmî ile birlikte, Dâr-ül Erkam'da aynı vakitte Müslüman olmuşlardı. O zaman Peygamber efendimiz Dâr-ül Erkam'da bulunuyordu. Ammâr bunu şöyle anlatıyor: [/FONT]

[FONT=&quot]Bir gün Hz. Erkam'ın evinin önünde Hz. Süheyb bin Sinan'a rastladım. Ona dedim ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Burada ne yapıyorsun?[/FONT]

[FONT=&quot]- Sen ne yapıyorsun? [/FONT]

[FONT=&quot]- Ben içeri gireceğim ve Hz. Muhammed'in sözlerini dinleyip bildirdiği dîne gireceğim. Müslüman olacağım.[/FONT]

[FONT=&quot]- Ben de aynı maksatla buraya geldim.[/FONT]

[FONT=&quot]İçeri beraber girdik[/FONT]

[FONT=&quot]Böylece ikimiz beraber içeri girdik. O sırada Peygamber efendimiz de orada bulunuyordu. Beraber Müslüman olduk, akşama kadar orada kaldık. Akşamdan sonra evimize döndük.[/FONT]

[FONT=&quot]İmâm-ı Mücâhid buyurdu ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Mekke'de Müslüman olduğunu ilk açıklayan, önce Resûlullah sonra da Ebû Bekir, Bilâl, Habbâb, Süheyb, Ammâr ve annesi Sümeyye hanımdır.[/FONT]

[FONT=&quot]Peygamber efendimiz halkı açıktan îmâna çağırmaya başlayınca, müşrikler, kimsesiz Müslümanlara ezâ ve cefâ etmeye başladılar. Ebû Tâlib hayatta iken, putperestler. Resûl-i ekreme kötülükte bulunamazlardı. Eshâbdan tanınmış kimselere de kavimlerinin himâyesi ve aşîretlerinin kalabalık oluşu sebebiyle, istedikleri gibi ezâ ve cefâ edemezlerdi. [/FONT]

[FONT=&quot]Ancak Müslümanların kimsesizlerini ve fakirlerini bulup, bunlara çeşit çeşit azâb ile eziyet edip, türlü cefâlar ederlerdi. Bunların içinde en çok eziyet görenler, Bilâl, Süheyb, Habbâb ve Ammâr bin Yâser'dir. [/FONT]

[FONT=&quot]Müşrikler Ammâr'ı yalnız yakaladıkları zaman Ramda mevkiine, Mekke kayalıklarına götürürler, elbiselerini çıkarıp, demir gömlek giydirirler, günün sıcağında kızmış taşlarla dağlarlar, ba'zan da sırtını ateşle dağlar, kızgın güneş altında aç ve susuz bırakıp derlerdi ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Muhammed'in dîninden dön, Lat ve Uzzâya tap kurtul![/FONT]

[FONT=&quot]Ba'zan da kuyuya daldırıp boğmak isterlerdi. Onlar, bu dayanılmaz cefâlara sabredip, [/FONT]

[FONT=&quot]- Rabbim Allah, Peygamberim Muhammed aleyhisselâmdır,[/FONT][FONT=&quot] diyerek İslâm dîninden dönmezlerdi.[/FONT]

[FONT=&quot]Ebû Huzeyfe bin Mugîre, Ammâr'ın babası Yâser'in dostu olduğu ve sözleşme gereğince yardım etmesi lâzım geldiği hâlde, o da müşriklerle bir olup, o Müslüman âileye, arkalarına ateş yapıştırmak sûretiyle işkence yapıyordu. [/FONT]

[FONT=&quot]Dilim dilim doğrasanız[/FONT]

[FONT=&quot]Benî Mahzûm kabîlesinin ileri gelenleri, Ammâr bin Yâser'in babasına ve vâlidesi Sümeyye'ye işkenceye devâm edip, sıcak günde kuma gömerler ve üzerinde et pişecek kadar sıcak taşları, gövdesine dizerlerdi. Sonra derlerdi ki:[/FONT]

[FONT=&quot]- Lât ve Uzzâ, Muhammed'in dîninden iyidir deyin! [/FONT]

[FONT=&quot]Bunun üzerine onlar da şöyle cevap verirlerdi: [/FONT]

[FONT=&quot]- Derimizi yüzseniz, etimizi dilim dilim doğrasanız sizi dinlemeyiz. Allahtan başka ilâh yoktur. Muhammed aleyhisselâm O'nun kulu ve Peygamberidir.[/FONT]

[FONT=&quot]Yine bir gün, Resûlullah efendimiz Bathâ denilen yerden geçerken, Yâser âilesine işkence yapıldığını görüp çok üzüldüler. Hz. Yâser suâl etti: [/FONT]

[FONT=&quot]- Yâ Resûlallah! Zamanımız hep böyle işkence ile mi geçecek? [/FONT]

[FONT=&quot]Peygamber efendimiz de buyurdu ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Sabrediniz ey Yâser âilesi! Sevininiz ey Ammâr âilesi! Hiç şüphesiz, sizin mükâfât yeriniz Cennettir.[/FONT]

[FONT=&quot]Ammâr bin Yâser'in, Kureyşli müşriklerden gördüğü işkence, dillere destân olacak şekildedir. Bir defasında Ammâr Resûlullah efendimize gelerek hâlini arz etti:[/FONT]

[FONT=&quot]- Yâ Resûlallah! Müşriklerin bize yaptığı işkenceler son haddine vardı.[/FONT]

[FONT=&quot]Resûlullah efendimiz onların bu hâlini biliyor ve onlar için üzülüyordu. Buyurdu ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Sabrediniz ey Yakzân'ın babası! [/FONT]

[FONT=&quot]Sonra da şöyle duâ ettiler:[/FONT]

[FONT=&quot]- Yâ Rabbî! Ammâr âilesinden hiç kimseye Cehennem azâbını tattırma.[/FONT]

[FONT=&quot]Ey ateş, serin ol[/FONT]

[FONT=&quot]Yine bir gün Mekke müşrikleri Ammâr'a ateşle eziyet ve işkence ediyorlardı. Resûlullah efendimiz orayı teşrif ettiler. Buyurdular ki:[/FONT]

[FONT=&quot]- Ey ateş! İbrâhim'e [/FONT][FONT=&quot](aleyhisselâm) olduğun gibi, Ammâr'a da serin ve selâmet ol. [/FONT]

[FONT=&quot]Daha sonra Ammâr, sırtını açtığında ateşin izi görünüyordu. Bu iz Resûlullah efendimizin duâsından önce idi.[/FONT]

[FONT=&quot]Yine güneşin çok yakıcı olduğu bir gündü. Güneş sanki bütün Mekke'yi yakmak istiyordu. Toprağın üstünde ve altındaki bitkiler kavrulmuştu. Çöl ve taşlık bölgeler, kızgın bir ekmek fırınını andırıyordu. Kureyşli Mahzumoğulları, daha da kızgındılar![/FONT]

[FONT=&quot]Yâser ve hanımı Sümeyye'ye, yapmadık işkence bırakmadılar. Fakat bu Yemenli Müslümanlar, onların bunca işkencelerine rağmen onların isteklerini yerine getirmedi. Nihayet Yâser'i kızgın taşlar üzerine yatırdılar. Üzerindeki kısa çöl elbisesini yırttılar.[/FONT]

[FONT=&quot]Burası, Mekke'nin baştan başa taşlık ve çorak bir semtiydi. Hiç su bulunmadığı için zalimler, burayı seçmişlerdi. Güneş en fazla bir saatte, her insanı pişirebilirdi. Ama yere yatırılan Yemenli Müslüman, gülüyordu! Putperest Mahzumoğulları, hırslarından çatlıyacak gibiydiler. Hepsi kıpkırmızı olmuşlardı. Nihayet Yâser'in bir koluna, bir deve; öbür koluna, başka bir deve bağladılar. Ayaklarına da, aynı şeyi yaptılar.[/FONT]

[FONT=&quot]Sonra içlerinden, en dinsizi bağırdı:[/FONT]

[FONT=&quot]- Hemen şimdi, İslâm dînini inkâr edeceksin![/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Yâser: [/FONT]

[FONT=&quot]- Allah birdir, O'ndan başka tapılacak ilâh yoktur. Muhammed aleyhisselâm, Allahın Resûlüdür, diye haykırdı. Hâin müşrik, şiddetle üzerine doğru eğildi:[/FONT]

[FONT=&quot]- O hâlde, hiç görülmedik şekilde, can vermeye hazırlan![/FONT]

[FONT=&quot]İşte o zaman, gerçekten, dünyada pek görülmemiş bir vahşet emri verildi.[/FONT]

[FONT=&quot]Dağlar taşlar tekrarladı[/FONT]

[FONT=&quot]4 gaddar cellât, 4 deveyi aynı anda; ellerindeki yanmış ağaçlarla dağladılar. Can havliyle, dört bir yana koşuşan develer; Hz. Yâser'i, doğru Cennete uçurdular. Dağlar taşlar, kurtlar kuşlar, yerlerdeki ve göklerdeki Melekler; aynı ilâhi kelimeyi tekrarlıyorlardı:[/FONT]

[FONT=&quot]- Lâ ilâhe illallah. Muhammedün Resûlullah.[/FONT]

[FONT=&quot]Bu manzaraya, insan yüreği dayanır mı? Fakat Sümeyye Hâtun dayandı. Çünkü kat'î olarak biliyordu ki; sevgili kocası Yâser şu anda, Cennet-i âlâdadır.[/FONT]

[FONT=&quot]Bize doğru yolu gösterdi[/FONT]

[FONT=&quot]Yâser âilesinin ezâya ve bir musîbete uğramadığı gün, hemen hemen yok gibiydi. Hz. Yâser'i ve oğlu Abdullah'ı, görülmedik şiddetli bir işkence ile şehîd ettikten sonra, Sümeyye Hâtun İslâmın en büyük düşmanıyla karşılaştı. Ebû Cehil sırıtarak dedi ki:[/FONT]

[FONT=&quot]- İnandığın Allah, kocanı ölümden kurtaramadı![/FONT]

[FONT=&quot]Sümeyye Hâtun sükûnetle cevap verdi:[/FONT]

[FONT=&quot]- Allah O'nu, Cennetine aldı. Kocamı; sizin gibi putlara, paraya ve dünyaya tapınmaktan kurtardı. Allahü teâlânın Resûlü O'na ve bize doğru yolu gösterdi. Ey Allah ve Resûlullah düşmanı! Sen git, kendi ahmaklığınla yaşa! Kocaman kafanı, vücûdundan kopardıkları gün; içinde beyin olmadığı anlaşılacaktır. Ama o zaman, ne fayda![/FONT]

[FONT=&quot]Ebû Cehil'in hakikaten, kocaman olan kafası kızdı ve bağırdı:[/FONT]

[FONT=&quot]- Sus, ey Ebû Huzeyfe'nin kölesi! Benim gibi bir efendiye, bunları nasıl söyliyebilirsin?[/FONT]

[FONT=&quot]- Sen, köpekten de aşağılıksın! Çünkü kuduz köpekler bile; sizin yaptığınız şekilde insan öldürmezler.[/FONT]

[FONT=&quot]Ebû Cehil, elindeki kısa mızrakla oynuyordu. Birden onu, kadıncağıza fırlattı. Sümeyye Hâtun oracıkta şehîd oldu. İslâm'da ilk şehîd olan bunlardır. Ya'nî kadınlardan Sümeyye Hâtun, erkeklerden Hz. Yâser idi.[/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Ammâr'a da Mugireoğulları, böyle işkenceler yapmışlardı. Müşrikler yine suya batırarak işkence yapmış oldukları bir sırada, Peygamberimiz Ammâr bin Yâser'e rastlamıştı. Ammâr ağlıyordu. Kâinâtın efendisi mübârek elini, onun gözlerinin üzerine sürdü ve buyurdu ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Bir daha kâfirler seni yakalayıp suya batırırlar ve sana, şöyle şöyle söyle, derler ve bu işkenceyi tekrarlarsa, onların söyletmek istediklerini söyleyiver, işkenceden kurtul! [/FONT]

[FONT=&quot]Mugireoğulları Ammâr'ı bir gün yakaladılar. Meymun kuyusunun içine batırdılar.[/FONT]

[FONT=&quot]- Sen Muhammed'i inkâr edip, putlarımıza dönünceye kadar seni bırakmıyacağız, dediler.[/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Ammâr da, kâfirlerin dediklerini, kalbiyle kabûl etmediği hâlde diliyle söyledi. [/FONT]

[FONT=&quot]Îmân ile doludur[/FONT]

[FONT=&quot]Resûl-i ekreme, "Ammâr kâfir oldu" diye haber verildi. Resûlullah efendimiz buyurdu ki:[/FONT]

[FONT=&quot]- Hâşâ! O kâfir olmaz. Baştan ayağa kadar îmândır ve eti ile derisi arası îmân ile doludur. [/FONT]

[FONT=&quot]Ammâr, küffâr elinden kurtulup, Resûlullahın yanına geldi. Kâfirlerin ezâ ve cefâsından ağladı. Resûlullah efendimiz iki mübârek eliyle gözünün yaşını sildi ve teselli buyurdu.[/FONT]

[FONT=&quot]Bu hâdise üzerine, Nahl sûresinin; Kim Allaha küfrederse, onlara şiddetli bir azâb vardır. Ancak kalbine îmân yerleşmiş olduğu hâlde küfür kelimesini söylemeye zorlanıp, sâdece diliyle söyliyenler müstesnâ, meâlindeki 106. âyet-i kerîmesi nâzil oldu. [/FONT]

[FONT=&quot]Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem de Hz. Ammâr'a buyurdu ki:[/FONT]

[FONT=&quot]- Müşrikler eziyet ederlerse yine böyle söyle.[/FONT]

[FONT=&quot]Ammâr bin Yâser hazretleri, Mekke devrinde gördüğü işkenceler karşısında Habeşistan'a hicret edenler arasında bulunmuştur. Bilâhare tekrar Mekke'ye dönmüş, bir müddet orada kaldıktan sonra Medîne'ye göç ederek, Hz. Münzir bin Abdülmübeşşir'in misâfiri olmuştur. Daha sonra Peygamber efendimiz onu, Ensârdan Huzeyfe bin Yemân ile din kardeşi yapmıştır. [/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Ammâr, Medîne-i münevvereye gelince, Resûlullah için bir ibâdet ve istirâhat yerinin gerekli olduğunu söyledi. İslâmda mescid yapılmasına ilk teşebbüs eden o idi ve bu sâyede Kubâ mescidi yapıldı.[/FONT]

[FONT=&quot]Çift kerpiç taşıyordu[/FONT]

[FONT=&quot]Ammâr bin Yâser, Mescid-i Nebevî'nin de yapımında bulundu. Mescid-i Nebevî'nin temeli atıldığında, duvar yapılmak üzere kerpiç kestirilmişti. Kuruyan kerpiçler, bulundukları yerden mescid arsasına Eshâb-ı kirâmın sırtlarında taşınıyordu. Herkes birer birer taşırken, Hz. Ammâr büyük fedâkârlık gösterip; [/FONT]

[FONT=&quot]- Biri kendim, biri Resûlullah için, diye iki kerpiç getiriyordu ve diliyle de; [/FONT]

[FONT=&quot]- Biz Müslümanlar mescidler inşâ ederiz, diyordu. [/FONT]

[FONT=&quot]Peygamber efendimiz Ammâr'ın yanına geldi ve mübârek eliyle arkasını sığadı ve buyurdu ki:[/FONT]

[FONT=&quot]- Ey Sümeyye'nin oğlu! Senin iki ecrin, sevâbın, başkalarının bir ecri var. Senin, dünyada en son azığın, rızkın da bir içim süttür.[/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Ebû Sa'îd Hudrî der ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Biz kerpici birer birer taşırdık. Ammâr ise, ikişer ikişer taşırdı. Resûlullah efendimiz, Ammâr'ı böyle üzeri toz toprak içinde görünce, onun üzerindeki tozları silkeleyerek: [/FONT]

[FONT=&quot]- Vah Ammâr! Vah Ammâr! Onu bâgîler öldürecektir,[/FONT][FONT=&quot] diye haber verdi. [/FONT]

[FONT=&quot]Ammâr bin Yâser, Bedir başta olmak üzere, Uhud, Hendek ve Tebük gazâsı dâhil, Resûlullah efendimizin bütün gazâlarına katıldı. Her savaşta şecâat ve cesâretiyle tanındı. Resûlullahın yanından hiç ayrılmadı. [/FONT]

[FONT=&quot]Bedir günü, hâin Ebû Cehil'in koca kafası; iki mücâhîd tarafından kesildi. O zaman Sevgili Peygamberimiz, Hz. Ammâr'a buyurdu ki:[/FONT]

[FONT=&quot]- Allah teâlâ, anacığının katilini öldürdü.[/FONT]

[FONT=&quot]Cennet ilerde!..[/FONT]

[FONT=&quot]Resûlullah efendimizin vefâtından sonra, Hz. Ebû Bekir devrinde yapılan savaşlarda da aynı şecâat ve cesâretle döğüştü. Abdullah bin Ömer der ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Yemâme'de mürtedlere karşı saldıran eşsiz bir yiğit gördüm. Düşman saflarını yerle bir ediyor, bir taraftan kılıç sallıyor, diğer yandan söyle söylüyordu: [/FONT]

[FONT=&quot]"Bizim Peygamberimiz, Muhammed-ül Emîn'dir. Peygamberlerin sonuncusudur. Ondan sonra, Peygamber gelmiyecektir. Aksini söyliyenlerin hepsi, yalancı sahtekârdırlar."[/FONT]

[FONT=&quot]Bu sözleri, Müseylemet-ül Kezzab taraftarlarını bile ikna ediyordu. Tam sırada, hızlı bir kılıç darbesi, başucunda vızıldadı. Keskin demir, bir kulağını kesti. Akan kanları, eliyle durdurmaya çalışıyordu. Bir yandan da "Cennet ilerde!.. Cennet ilerde!" diye haykırıyor, mücâhidleri aşka getiriyordu. Sanki, şehîd ana ve babasını görüyor gibi, savaşıyordu. Yalancı Müseyleme de, yalancılar ordusu da kısa zamanda; darmadağın oldular.[/FONT]

[FONT=&quot]Ammâr bin Yâser, Hz. Ömer devrinde Kûfe vâliliğine tâyin olundu. Halîfe, tâyin emrinde Kûfelilere şöyle yazdı:[/FONT]

[FONT=&quot]- Size Ammâr bin Yâser'i vâli, İbni Mes'ûd'u öğretmen ve yardımcı olarak ta'yin ettim. Bunların ikisi de Eshâb-ı kirâmın seçilmişlerindendir. İkisi de Bedir harbinde bulunmuşlardır. Onları dinleyip, itâat ediniz. [/FONT]

[FONT=&quot]Sevinmedim ki üzüleyim[/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Ammâr, Kûfe'yi bir sene dokuz ay mükemmel bir şekilde idâre etti. Halîfe Hz. Ömer, Ammâr'ı Medîne'ye çağırdığında, ona sordu: [/FONT]

[FONT=&quot]- Üzüldün mü?[/FONT]

[FONT=&quot]- Vâliliğe ta'yin olunduğumda sevinmedim ki, alındığım zaman üzüleyim.[/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Osman devrinde, fitne ve karışıklıklar başladığında, halîfe bunun sebebini öğrenmek için Ammâr'ı, Mısır'a gönderdi. Bu büyük sahâbî, fitne ve fesâdı ortadan kaldırmak için çok gayret etti.[/FONT]

[FONT=&quot]Daha sonra Sıffîn muhârebesine katıldı. Savaş esnasında yanındakilere sordu:[/FONT]

[FONT=&quot]- İçecek, bir şeyimiz var mı?[/FONT]

[FONT=&quot]Kırmızı halkalı kap içinde, süt getirdiler. Bunu gören, Ammâr bin Yâser dedi ki:[/FONT]

[FONT=&quot]- Allah Resûlünü, tasdik ederim, doğrularım! Yıllarca önce bize, böyle bir kaptan içeceğim sütün, benim dünyadaki son rızkım olacağını buyurmuştu. [/FONT]

[FONT=&quot]Sonra sütü, Besmeleyle son damlasına kadar içti. Allaha hamd etti.[/FONT]

[FONT=&quot]Ammâr bu savaşta 94 yaşında şehîd oldu. Hz. Ali, Ammâr bin Yâser'in şehîd olduğunu öğrenince, çok üzüldü buyurdu ki:[/FONT]

[FONT=&quot]- Allahü teâlâ Ammâr'a rahmet eylesin. O, Resûlullahın etrafında birkaç kişi varken Müslüman olmuştu. Kendisi hiç şüphesiz magfirete kavuşacaktır. Çünkü Allahü teâlânın Resûlü, Ammâr âilesini Allahın magfiretiyle müjdelemişti.[/FONT]

[FONT=&quot]Cenâze namazını bizzat kendisi kıldırdı ve elbisesiyle, yıkanmadan Kûfe kabristanlığına defnedildi.[/FONT]

[FONT=&quot]Ammâr bin Yâser, ahlâken yüksek bir zâttı. Az konuşur, çok kerre hüzünlü ve kederli olurdu. Son derece doğru ve hakka riâyetkâr idi. Zühd ve takvâ sahibi olup sâde yaşardı. Gâyet belîğ (açık) ve veciz bir hitâbete sahipti. Namazına çok dikkat ederdi.[/FONT]

[FONT=&quot]Ammâr bin Yâser, hadîs-i şerîfleri en doğru bilenler arasında sayılmaktadır. Şöhretini; dünyaya düşkün olmamasına ve harâmlardan sakınmasına, insanlar üzerinde bıraktığı i'timâda, da'vâsına sadâkatle bağlılığına borçludur.[/FONT]

[FONT=&quot]Cennet üç kişiyi arzû eder[/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Ammâr hadîs-i şerîflerle medholundu: [/FONT]

[FONT=&quot]"Cennet üç kişiyi şiddetle arzû eder. Bunlar; Ali, Ammâr ve Selmân'dır."[/FONT]

[FONT=&quot]"Ammâr'a düşman olana, Allahü teâlâ düşman olur. Ona buğzedene, Allahü teâlâ buğzeder."[/FONT]

[FONT=&quot]Ebû Vâil şöyle anlattı: [/FONT]

[FONT=&quot]Ammâr bin Yâser bize kısa bir hutbe okudu. Hutbeyi okuyup, indikten sonra kendisine; hutbeyi gâyet kısa okuduğunu söyledik. Bunun üzerine şöyle dedi: [/FONT]

[FONT=&quot]- Resûlullah efendimizin, "Bir kimsenin namazının uzun, hutbenin kısa olması, onun fıkıh bildiğine alâmettir. Namazı uzun, hutbeyi kısa yapınız" buyurduğunu duydum.[/FONT]

__________________
Darkline3ub7bs2wy.gif
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
icon14.gif
024 Meşhûr Arab dâhîlerinden: AMR BİN ÂS

[FONT=&quot]Meşhûr Arab dâhîlerinden:[/FONT]
[FONT=&quot]
[/FONT]
[FONT=&quot]AMR BİN ÂS[/FONT]


[FONT=&quot]
[/FONT]
[FONT=&quot]Önceleri kabîlesine uyarak, İslâm aleyhinde çalışan Amr bin Âs, sonra yaptıklarına pişman olarak Müslüman oldu. Yaptıklarını ve Müslüman olmasını kendisi şöyle anlatır: [/FONT]

[FONT=&quot]Hendek savaşından döndükten sonra, ba'zı ileri gelen kişileri topladım. Onlara dedim ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Muhammed aleyhisselâm gün geçtikçe kuvvetleniyor. Kısa zamanda Mekke'yi ele geçirir. Bu yüzden sizlere Habeş hükümdârı Necâşî'ye sığınmayı teklif ediyorum. Biz, Necâşî'nin yanında bulunduğumuz sırada, Muhammed aleyhisselâm kavmimize galip gelirse, bizim, Necâşî'nin yanında olmamız, O'nun eli altında bulunmamızdan daha iyidir. Şâyet kavmimiz savaşı kazanırsa, geri döneriz. [/FONT]

[FONT=&quot]Necâşî'den onu isteyeceğim[/FONT]

[FONT=&quot]Bu teklifimi beğendiler ve Necâşî'ye vermek üzere hediyeler hazırladık. Necâşî'nin huzûruna vardığımızda, bizden önce Necâşî'nin yanına, Resûl-i ekremin elçisi Amr bin Ümeyye girdi. Resûl-i ekremin , Ümmü Habîbe binti Ebû Süfyân'ı kendisine nikâhlaması için gönderdiği bir mektubunu sundu. [/FONT]

[FONT=&quot]Amr bin Ümeyye dışarı çıktıktan sonra Necâşî'nin yanına girdim. Necâşî bana dedi ki:[/FONT]

[FONT=&quot]- Merhabâ! Hoş geldin ey dostum! Bana memleketinden bir şeyler hediye edecek misin?[/FONT]

[FONT=&quot]- Ey Hükümdâr! Sana çok miktarda deri getirdim, diyerek hediyeleri önüne koydum. Deriler, Necâşî'nin çok hoşuna gitti. Bu durumdan faydalanarak dedim ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Ey Hükümdâr! Huzûrundan çıkan birini gördüm. Onu teslim et, öldüreyim. O, bize düşman birisinin elçisidir ve eşrâfımızdan ba'zı kişileri öldürmüştür.[/FONT]

[FONT=&quot]Necâşî, benim bu sözlerime çok kızdı. Eliyle burnuma öyle bir vurdu ki, burnum kırıldı sandım ve fışkıran kan üzerimi berbat etti. Zillet ve mahcûbiyet içinde kaldım. O an yer yarılsaydı, utancımdan yerin dibine girerdim. Daha sonra kendimi toplayarak; [/FONT]

[FONT=&quot]- Ey Hükümdâr! Kızacağınızı bilseydim, böyle söylemezdim, dedim. [/FONT]

[FONT=&quot]O zaman bana dedi ki:[/FONT]

[FONT=&quot]- Ey Amr! Sen, Mûsâ ve Îsâ aleyhimesselâma gelmiş olan Cebrâil'in kendisine gelen bir zâtın elçisini, öldürmek üzere sana vermemi mi istiyorsun? Eğer onu öldürmüş olsaydın, vallahi sizden kimseyi sağ bırakmazdım. Hiç Resûl-i ekremin elçisi öldürülür mü?[/FONT]

[FONT=&quot]Kalbimi İslâmiyete açtı[/FONT]

[FONT=&quot]O anda, Allahü teâlâ kalbimi İslâmiyete açtı. Kendi kendime, "Arablar ve Arab olmayanlar bu gerçeği kabûl ettiği hâlde, sen hâlâ muhâlefet etmekte ve karşı koymaktasın. Yazıklar olsun sana" dedim. Sonra da Necâşî'ye sordum: [/FONT]

[FONT=&quot]- Ey Hükümdâr! O gerçekten bir peygamber midir? O'nun peygamber olduğuna şehâdet ediyor musun? [/FONT]

[FONT=&quot]- Ey Amr! Sana yazıklar olsun. Ben O'nun Allahü teâlâ tarafından gönderilmiş bir resûl olduğuna şehâdet ediyorum. Sen sözümü dinle, hemen O'na tâbi ol! Zîrâ O, vallahi hak üzeredir ve Mûsâ aleyhisselâmın, Fir'avna ve ordusuna galip geldiği gibi, kendisine karşı koyan herkese galip gelecektir. [/FONT]

[FONT=&quot]- Öyleyse, benim O'na bî'atimi kabûl eder misin? [/FONT]

[FONT=&quot]Bu sorum üzerine "Evet" deyince, elimi eline uzattım ve Kelime-i şehâdet getirerek Müslüman oldum. [/FONT]

[FONT=&quot]Müslüman olmanın verdiği bir haz ile kendimi kuş gibi hafif hissederek ayrıldım. Arkadaşlarımın yanına döndüm ve Müslüman olduğumu sakladım. Onlar bana sordular: [/FONT]

[FONT=&quot]- Dostun Necâşî'den istediğini alabildin mi? [/FONT]

[FONT=&quot]- Kendisiyle ilk görüşmemde bunu dile getirmeyi uygun bulmadım. Daha sonra gittiğimde söyleyeceğim. [/FONT]

[FONT=&quot]Müslüman olmayan kalmadı[/FONT]

[FONT=&quot]Sonra Amr bin Ümeyye'nin yanına gittim ve onunla kucaklaştım. Bir işimi bahâne ederek, geldiğim kişilerden ayrıldım. Limana giderek Şuaybe'ye giden kereste yüklü bir gemiye bindim. Şuaybe'ye gelince, gemiden inip, bir deve satın alarak, Medîne'ye gitmek için yola koyuldum. Merruzzahrân'ı geçtikten bir süre sonra yolda, Hâlid bin Velîd ve Osman bin Talhâ ile karşılaştım. Hâlid bin Velîd'e sordum: [/FONT]

[FONT=&quot]- Ey Ebû Süleymân! Nereye gidiyorsun?[/FONT]

[FONT=&quot]- Ey Amr! Tutulacak yol belli oldu. İş aydınlandı. Bu zât muhakkak Allahın resûlüdür. Ben hemen gidip Müslüman olacağım. Aklı başında olan kimselerden Müslüman olmayan kalmadı. Bunun üzerine; [/FONT]

[FONT=&quot]- Ben de O'nun yanına gidiyorum, dedim. [/FONT]

[FONT=&quot]Hep birlikte orada konakladık. Sabah olunca Medîne'ye gitmek üzere yola çıktık. Ebû İnâbe kuyusunda bulunan bir zât; [/FONT]

[FONT=&quot]- Yâ Rebâh! Yâ Rebâh! diye bağırdı. [/FONT]

[FONT=&quot]O zâtın bu sözlerini hayra yorarak yolumuza devam ettik. O zât bize tekrar bakarak; [/FONT]

[FONT=&quot]- Mekke artık bu ikisinden sonra hâkimiyetini kaybetti, dedi. [/FONT]

[FONT=&quot]O zâtın bu sözüyle, beni ve Hâlid bin Velîd'i kasdettiğini anladım. [/FONT]

[FONT=&quot]Şartın nedir?[/FONT]

[FONT=&quot]Harre mevkiinde develerimizi çöktürdük. Üzerimize temiz elbiseler giydik. O arada ikindi ezânı okundu. Resûlullahın yanına gittik. Yüzü ayın on dördü gibi parlıyordu. Mü'minler etrafını sarmışlardı. Önce Hâlid bin Velîd bîât ederek Müslüman oldu. Sonra Osman bin Talhâ bîât ederek Müslüman oldu. O sırada kendimi birden Resûl-i ekremin önüne oturmuş buldum. Utancımdan dolayı yüzüne bakamıyordum. [/FONT]

[FONT=&quot]- Yâ Resûlallah! Sağ elinizi açınız da, size bîât edeyim, dedim. [/FONT]

[FONT=&quot]Server-i âlem elini açınca, ben elimi çektim. Bunun üzerine buyurdular ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Yâ Amr! Sana ne oldu?[/FONT]

[FONT=&quot]- Bîat için şart koşmak istiyorum.[/FONT]

[FONT=&quot]- Şartın nedir? [/FONT]

[FONT=&quot]- Yâ Resûlallah! Ben geçmişte olan günâhlarım bağışlanmak şartıyla size bîat edeceğim. [/FONT]

[FONT=&quot]Gelecek günâhlarım için magfiret taleb etmek aklıma gelmedi. Bunun üzerine Fahr-i âlem efendimiz buyurdu ki:[/FONT]

[FONT=&quot]- Ey Amr! Bîat et! Hiç şüphesiz ki, Müslüman olmakla, İslâmiyetten önce yapılanların hesâbı sorulmaz. [/FONT]

[FONT=&quot]Bîat ettiğim anda insanlardan hiç biri bana, Resûl-i ekremden daha sevgili ve O'ndan daha yüce olmamıştı. Vallahi, Müslüman olduktan sonra önemli işlerde Server-i âlem beni ve Hâlid bin Velîd'i diğer Eshâbından ayırmadı. [/FONT]

[FONT=&quot]Bir gün Amr bin Âs, Peygamber efendimize arz etti ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Yâ Resûlallah, nice müddettir, İslâmiyet sarayını yıkmaya kasdettim. Şimdi murâdım odur ki, İslâma geldiğim belli ola. [/FONT]

[FONT=&quot]Beyaz sancak bağladı[/FONT]

[FONT=&quot]Habîb-i kibriyâ buyurdu ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Yakında seni bir hizmete gönderirim.[/FONT]

[FONT=&quot]Bir süre sonra Resûl-i ekrem, Amr bin Âs'a; [/FONT]

[FONT=&quot]- Elbiseni giy, silâhını kuşan ve yanıma gel,[/FONT][FONT=&quot] buyurunca, derhal bu emri yerine getirerek huzûra vardı. Resûlullah efendimiz buyurdu ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Ey Amr! Seni ordunun başında gazâya göndereceğim. Allahü teâlâ sana selâmet ve ganîmet versin ve çok sâlih mal ile dön. [/FONT]

[FONT=&quot]- Yâ Resûlallah! Ben mal kazanmak için Müslüman olmadım. İslâma olan sevgimden dolayı Müslüman oldum. [/FONT]

[FONT=&quot]- Ey Amr! Sâlih mal, sâlih kimsede ne güzeldir. [/FONT]

[FONT=&quot]Server-i âlem, Amr bin Âs için beyaz bir sancak bağladı ve ayrıca siyah bir bayrak verdi. Babasının dayıları olan Belî bin Ömer bin Lihaf kabîlesini İslâma da'vet etmesini, Müslümanlığı kabûl etmedikleri takdirde savaşmasını emir buyurdu. [/FONT]

[FONT=&quot]Amr bin Âs'ı; Süheyb bin Sinân, Sa'îd bin Zeyd, Sa'd bin Ebî Vakkâs ve Sa'd bin Ubâde gibi Muhâcir ve Ensârın ileri gelenlerinden üç yüz sahâbînin başına geçirdi. Askerî birlikte otuz at vardı. Gündüzleri gizlenerek, geceleri ise hedefe doğru ilerliyerek, Zât-üs-Selâsil'e yaklaştılar. Burada, kâfirlerin başka kabîlelerle birleştiğini haber alan Amr bin Âs, durumu Resûlullah efendimize bildirdi. [/FONT]

[FONT=&quot]Fahr-i âlem efendimiz, Ebû Ubeyde bin Cerrâh'ın emri altında, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer'in de bulunduğu bir birliği Amr bin Âs'a yardım için gönderdi. Ebû Ubeyde bin Cerrâh, Amr bin Âs'ın yanına varınca, ona tâbi oldu. [/FONT]

[FONT=&quot]Mücâhidlerin gittiği bölge çok soğuktu. Isınmak için ateş yakmak istediler. Amr bin Âs karşı çıkarak dedi ki:[/FONT]

[FONT=&quot]- Kim ateş yakarsa, onu yaktığı ateşin içine atacağım. [/FONT]

[FONT=&quot]Onun bu sözleri Eshâbın çok ağrına gitti. Hz. Ömer, onun bu sözlerini işitince çok üzüldü ve yanına gitmek istedi. Hz. Ebû Bekir ona engel oldu:[/FONT]

[FONT=&quot]- Onu kendi hâline bırak. Resûl-i ekrem onu, savaştaki üstün bilgisi yüzünden bize kumandan tâyin etti.[/FONT]

[FONT=&quot]Bol ganimet topladılar[/FONT]

[FONT=&quot]Bu sözler üzerine Hz. Ömer sükût etti. Amr bin Âs, gece ve gündüz ilerleyip, Belî kabîlesine baskın ve akınlar yaptı. Önceleri güçlü bir ordu ile karşılaşmadı. Belî topraklarında bir müddet ilerledikten sonra, düşman ordusuyla karşılaşan Amr bin Âs'ın birliği, savaşa başladı. Tekbîr sesleriyle toplu hücûma geçen mücâhidler karşısında kâfirler pek az dayandılar ve kaçmaya başladılar. Mücâhidler onları tâkib etmek istedi ise de, Amr bin Âs izin vermedi ve gazâda çok sayıda esir ve ganîmet ele geçirildi. [/FONT]

[FONT=&quot]Medîne'ye döndüklerinde, mücâhidlere ateş yaktırmama konusu Resûl-i ekreme intikâl etti. Bunun üzerine Amr bin Âs dedi ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Ey Allahın Resûlü! Müslümanların sayısı az idi. Düşmanın, yanan ateşe bakarak, onları az görmesinden korktum. Kâfirleri tâkib etmekten onları menettim. Zîrâ pusu kurulmasından, pusuya düşürülmekten çekindim.[/FONT]

[FONT=&quot]Amr bin Âs'ın bu davranışı Resûl-i ekremin hoşuna gitti.[/FONT]

[FONT=&quot]Mekke'nin fethinden sonra Resûl-i ekrem ba'zı hükümdârlara, İslâma da'vet eden mektuplar gönderdi. Ummân'a, Amr bin Âs'ı ve beraberinde Kur'ân-ı kerîmi çok güzel okuyan hâfızlardan Ebû Zeyd-ül-Ensârî'yi gönderdi. [/FONT]

[FONT=&quot]Amr bin Âs ile Ebû Zeyd, Ummân sultânı Ceyfer ile kardeşi Abdi'yi, deniz kıyısındaki Suhar'da buldular. Amr bin Âs, Ceyfer ve kardeşi Abdi ile buluşmasını şöyle anlatır: [/FONT]

[FONT=&quot]Nelere da'vet ediyorsun?[/FONT]

[FONT=&quot]Ummân'a vardığım zaman, önce Abdi ile görüşmek istedim. Zîrâ o, ağabeyinden daha candan idi. Ona dedim ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Ben, Allahü teâlânın kulu ve resûlü olan Muhammed aleyhisselâmın sana ve kardeşine gönderdiği elçiyim. [/FONT]

[FONT=&quot]- Ağabeyim yaş ve saltanat bakımından benden önde gelir. Ben seni ona götüreyim. Getirdiğin mektubu o okusun, dedi. Sonra aramızda şu konuşma geçti:[/FONT]

[FONT=&quot]- Ey Amr! Sen kavminin büyüğü olan bir zâtın oğlusun. Baban bu husûsta nasıl davrandı? Şüphesiz, o bize bu yolda bir misâl olabilir?[/FONT]

[FONT=&quot]- Ben, onun da Müslüman olmasını ve Muhammed aleyhisselâma tâbi olmasını çok arzû ederdim. Ben de önceleri O'na karşı idim. Nihâyet, Allahü teâlâ benim kalbime îmân nûrunu yerleştirdi.[/FONT]

[FONT=&quot]- Ne zaman ve nerede Müslüman oldun? [/FONT]

[FONT=&quot]- Kısa bir zaman önce Necâşî'nin huzûrunda Müslüman oldum. Necâşî de Müslüman oldu.[/FONT]

[FONT=&quot]- Peygamberiniz neleri emrediyor, nelerden sakındırıyor? Onları bana bildir. [/FONT]

[FONT=&quot]- Allahü teâlânın emirlerine uymayı emrediyor. O'na karşı gelmekten ve âsî olmaktan sakındırıyor. İyiliği, akrabâ haklarını gözetmeyi emrediyor. Zulmü, haksızlığı, zinâyı, taşlara, putlara tapmayı yasaklıyor. [/FONT]

[FONT=&quot]- O'nun dâvet ettiği şeyler ne kadar güzel! Ağabeyim beni dinlese de, bana uysa da, gidip Muhammed aleyhisselâma îmân etsek ne kadar iyi olurdu. Fakat o, saltanata düşkündür. [/FONT]

[FONT=&quot]- Eğer o Müslüman olursa, Resûl-i ekrem yine onu kavmine sultan yapar. Zenginlerinden zekât alır, fakirlerine ve yoksullarına verir.[/FONT]

[FONT=&quot]- Hiç şüphesiz, bu da güzel ahlâktır! [/FONT]


./.
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
[FONT=&quot]Ayakları altında çiğnenirsin[/FONT]

[FONT=&quot]Bu görüşmemizden sonra Ceyfer'in huzûruna girmek için günlerce bekledim. Abdi; benden öğrendiklerini ağabeyine iletiyordu. Bir süre sonra Ceyfer beni yanına çağırdı. Huzûruna girince, Resûl-i ekremin mührünü taşıyan mektubu verdim. Mektubu okuyan Ceyfer, daha sonra okuması için kardeşine verdi. Abdi de mektubu okudu. Ceyfer, Kureyşlilerin bu durum karşısında ne yaptığını ve O'nun yanında bulunanların kimler olduğunu sordu. Ben de dedim ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Bir kısmı İslâmiyeti benimseyerek, bir kısmı da cizye vererek kılıç zoru ile O'na tâbi oldular. Allahü teâlânın hidâyeti ile akılları başlarına gelip, dalâlet içinde bulunduklarını anlamış, İslâmiyete gönül vermiş ve Resûlullahı başka şeylere tercih etmemiş olanlar, O'nun yanında bulunurlar. [/FONT]

[FONT=&quot]Eğer sen bugün, İslâmiyeti kabûl etmez, Resûl-i ekreme uymazsan, mücâhid ordularının ayakları altında çiğnenirsin. Halkın darmadağın olur. İslâmiyeti kabûl ederek selâmete er! Yine kavminin hükümdârı olursun. İslâm orduları senin topraklarına gelmez. [/FONT]

[FONT=&quot]Ceyfer şöyle cevap verdi:[/FONT]

[FONT=&quot]- Sen bugün, beni kendi hâlime bırak, yarın yine yanıma gel.[/FONT]

[FONT=&quot]Bir süre sonra Ceyfer'in huzûruna kardeşi vâsıtasıyla tekrar kabûl edildim. Ceyfer bana dedi ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Da'vetin üzerine düşündüm. Şâyet saltanatımı başka birisine bırakırsam, Arabların en zayıfı ve düşkünü olurum.[/FONT]

[FONT=&quot]- O zaman yarın ben memleketime dönüyorum. [/FONT]

[FONT=&quot]Gideceğimi anlayan Abdi, ağabeyine dedi ki:[/FONT]

[FONT=&quot]- Biz bu konuda O'na üstün gelemeyiz. Kendilerine elçi gönderdiği hükümdârların bir çoğu O'nun da'vetine icâbet etti. [/FONT]

[FONT=&quot]Allahü teâlâdan uzak değilsin[/FONT]

[FONT=&quot]Ertesi gün, Ceyfer beni tekrar huzûruna da'vet etti. Huzûra girince aramızda şöyle bir konuşma geçti: [/FONT]

[FONT=&quot]- Ey Ceyfer! Sen bizden uzak bulunuyorsan da, Allahü teâlâdan uzak değilsin. Seni yaratan Allahü teâlâ, yalnız kendisine ibâdet etmene, ibâdet ederken O'na ortak koşmamana lâyıktır. Şunu bil ki, sen ölü bir hâlde iken, O seni diri kıldı. Seni tekrar eski hâline döndürecek ve kıyâmet günü tekrar diriltecektir. [/FONT]

[FONT=&quot]Muhammed aleyhisselâm, dünya ve âhıret saâdetine kavuşturacak bir din getirdi. Âhırette ecir ve mükâfat isteyen, O'nun yoluna sarılır. Nefsinin arzû ve isteklerine uyan ise bu yoldan ayrılır. İyi düşün ki, O'nun getirdikleri, hiç insanların söylediklerine benziyor mu? Eğer benzese idi, açıkça görülürdü. Sen bu husûsta serbestsin,[/FONT]

[FONT=&quot]- Vallahi, ben Muhammed aleyhisselâmın hayır ve iyilik adıyla emredeceği şeyleri yapacak, yerine getirecek olanların ilki olacağım. O'nun yasaklayacağı şeyleri bırakacak olanların başında yine ben geleceğim. Verilen söz yerine getirilecek. Ben şehâdet ederim ki; Allahü teâlâ birdir ve Muhammed aleyhisselâm O'nun kulu ve Resûlüdür. [/FONT]

[FONT=&quot]Ceyfer böyle diyerek Müslüman oldu. [/FONT]

[FONT=&quot]Yanında bulunan kardeşi Abdi de derhal Müslüman oldu. Sonra orada bulunan bütün Arabları İslâmiyete da'vet ettiler. Onlar da bu da'veti seve seve kabûl ettiler.[/FONT]

[FONT=&quot]Umman halkı Müslüman olunca, Resûlullah efendimiz Amr bin Âs'ı Umman'a vâli tâyin etti. Resûl-i ekremin vefâtına kadar vazifede kaldı.[/FONT]

[FONT=&quot]Siz akıllı adamdınız[/FONT]

[FONT=&quot]Amr bin Âs, İslâmiyeti kabûl ettikten sonra, eski hatâlarına çok pişman oldu. İslâma hizmet etmeyi, müşriklere karşı savaşmayı şiddetle arzû etti. Böylece İslâm dîninin yiğit bir mücâhidi oldu. Birisi, Amr bin Âs'a sordu: [/FONT]

[FONT=&quot]- Siz akıllı adamdınız. Niçin İslâma girmekte geciktiniz? [/FONT]

[FONT=&quot]- Biz yaş ve bilgi bakımından, bizden üstün kabûl edilen insanlarla beraberdik. Onlar, Resûlullah efendimiz Peygamber olarak gönderilince, O'nu kabûl etmediler. Biz de onlara tâbi olduk. [/FONT]

[FONT=&quot]Onlar gidip, sıra bize gelince, düşündük, inceledik, hakkın çok açık olduğunu gördük. Böylece İslâmiyet kalbime yerleşti. Resûlullah efendimizin, iyilik yapana öldükten sonra iyilik, kötülük yapana kötülük yapılacağı, sözünü içimde doğru buldum. Bozuk ve bâtıl olan bir şeye devamda, hiç bir fayda görmedim.[/FONT]

[FONT=&quot]Amr bin Âs, Hz. Ebû Bekir'in hilâfeti sırasında, önce Umman'daki mürtedleri, sonra Benî Kudaa mürtedlerini yola getirdi. Bundan sonra Hz. Ebû Bekir tarafından Şam'ın fethine gönderildi. Başkumandan Hâlid bin Velîd'in idâresinde cereyan eden Yermük Muharebesinde büyük kahramanlıklar gösterdi ve Şerahbil bin Hasene ile beraber ordunun sağ kanadını idâre etti. [/FONT]

[FONT=&quot]Ecnadin zaferi[/FONT]

[FONT=&quot]Yermük Muharebesi, İslâm ordusunun zaferiyle bitti. Bu savaşta Müslümanlar 250 bin kişilik Rum ordusunu büyük bir hezîmete uğrattı.[/FONT]

[FONT=&quot]Amr bin Âs, Ecnadin'de büyük bir Rum ordusunu bozguna uğrattı. Bütün Filistin ve Ürdün'ü elegeçirdi. Hz. Ömer'in halîfeliği sırasında Filistin vâliliğine ta'yin edildi.[/FONT]

[FONT=&quot]Bir süre sonra Amr bin Âs, halîfe Hz. Ömer'den Mısır'ın fethi için izin istedi. İzin verilmesi üzerine hazırlıklara başladı. Yezid bin Ebû Süfyân, Amr bin Rebîa ve Müslüman olan Haleb'in eski vâlisi Yukanna da, 4.000 kişilik kuvveti ile İslâm ordusuna katılmıştı.[/FONT]

[FONT=&quot]Amr bin Âs, ordusuyla önce Ferema şehrini fethetti. Sonra Bilbis'i ele geçirdi. Sonra, Tendonyas şehrine yürüdü. Şehrin yakınına vardıkları zaman, Mısır veliahtından elçi geldiğini gördüler. Gelen elçi, veliahtın kendisine elçi gönderilmesini, böylece sulh yapabileceğini söyleyince; Amr bin Âs birkaç lisan bilen Verdân adındaki Remleli hizmetçisini alarak yola çıktı. Saraya varınca, zırhlı ve silahlı askerlerin saf tuttuklarını gördü. [/FONT]

[FONT=&quot]Amr bin Âs, kılıcını kuşanmış ve at üzerinde içeri girmek isteyince, nöbetçiler mâni olmaya kalkıştılar. Bu durum karşısında Amr bin Âs dedi ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Veliahtınız bu şekilde kabûl ederse ne âlâ, yoksa geri dönüp giderim. Biz Müslümanlar müşrikler için atımızdan inmeyiz. Buraya gelmemizi veliaht istedi. Değilse bizim herhangi bir isteğimiz yoktu. [/FONT]

[FONT=&quot]Askerler, Amr bin Âs'ın sözlerini haber verince, Veliaht Arsütalis emir verdi: [/FONT]

[FONT=&quot]- Bırakınız, istediği gibi girsin![/FONT]

[FONT=&quot]Birkaç dünya menfaati[/FONT]

[FONT=&quot]Nöbetçiler, Amr bin Âs'a, ne şekilde isterse öyle girebileceğini söylediler. Amr bin Âs, veliahtın bulunduğu avluya atı üzerinde girdi. Burada nöbetçilerin, kumandanların ve veliahtın tahtının bulunduğunu gördü. Hepsi gâyet güzel ve zînetli giyinmişlerdi. Amr bin Âs onları böyle görünce tebessüm etti:[/FONT]

[FONT=&quot](Size dünyada verilen şeyler, tekrar geri alınacak birkaç dünya menfaatidir. Hâlbuki Allahü teâlânın vahdaniyetine îmân edip işlerinde O'na tevekkül edenler için, Allahü teâlâ indinde olan şeyler daha hayırlı ve bâkidir, dâimidir)[/FONT][FONT=&quot] [Şurâ: 36] meâlindeki âyet-i kerîmeyi okudu ve atından indi. [/FONT]

[FONT=&quot]Bir eli atının dizgininde, diğeri de kılıcında idi. Yanlarına yürüyerek dört bir taraftaki süslere bakıp; [/FONT]

[FONT=&quot](Eğer insanlar kâfirlerin dünyadaki refahına bakarak hırslanmasalar ve bu yüzden küfre rağbet etmeseler ve böylece tek bir ümmet hâline gelmeyecek olsalardı, biz O Rahmân'ı inkâr eden kimselerin evlerine gümüşten tavanlar ve üzerinde çıkacakları merdivenler yapardık)[/FONT][FONT=&quot] [Zuhrûf: 33] meâlindeki âyet-i kerîmeyi okudu.[/FONT]

[FONT=&quot]Amr bin Âs veliahtın huzûruna girince, veliaht dedi ki:[/FONT]

[FONT=&quot]- Ey Arab kardeş! Siz bizden ne istiyorsunuz? Bize kasdedenler dâimâ elleri boş olarak, hezîmete uğrayarak dönmüşlerdir. Hem bize başka yerlerden de yardım gelecektir. [/FONT]

[FONT=&quot]Biz ordulardan korkmayız[/FONT]

[FONT=&quot]Amr bin Âs buna karşı şu cevabı verdi:[/FONT]

[FONT=&quot]- Bizler, kalabalık ordulardan korkmayız. Çünkü Allahü teâlâ, bize yardımını, zaferi ve bizi yeryüzünün vârisleri kılacağını vâdeyledi. Şimdi sizi şu üç şeye da'vet ediyoruz: Ya Îslâmı kabûl edersiniz, ya cizye verirsiniz, yâhut muhârebe ederiz. [/FONT]

[FONT=&quot]- Biz melik Mukavkıs'la meşveret etmedikçe bir işe karar vermeyiz. Fakat, ey Arab kardeş! Senin arkadaşların arasında senden daha cesûr ve lisânı daha fasih birisinin olacağını zannetmiyoruz. [/FONT]

[FONT=&quot]- Arkadaşlarım arasında en fasih konuşamayan benim. Eğer onlardan birisinin konuşmasını görseydiniz, benimle aslâ mukâyese kabûl etmeyecek kadar ilerde olduğunu görürdünüz.[/FONT]

[FONT=&quot]- Bu mümkün değil. Onlar arasında senin gibi birisi bulunamaz.[/FONT]

[FONT=&quot]- Ben melik'e, onlardan on tanesini getirebilirim. Ancak onlar mektupla gelmezler. Melik isterse, ben gider onları getiririm. [/FONT]

[FONT=&quot]Veliaht, Amr bin Âs'ın bu sözleri üzerine yanındakilere dönerek Kıptî diliyle dedi ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Onlar geldiklerinde hepsini yakalar, salmayız. Böylece on bir kişi yakalamak, bir kişiyi yakalamaktan daha iyidir.[/FONT]

[FONT=&quot]Amr bin Âs'ın hizmetçisi Verdân, başka bir lisân ile konuşulanları Amr bin Âs'a anlattı. Bu arada durum melik'e bildirildi. Melik; Amr bin Âs'a dedi ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Git, gecikmeden gel.[/FONT]

[FONT=&quot]Amr bin Âs atına bindi ve hızla şehrin dışına çıktı. Amr bin Âs'ın selâmetle dönmesinden dolayı mücâhidler Allahü teâlâya hamd ettiler. [/FONT]

[FONT=&quot]Ertesi sabah veliahtın elçisi gelip;[/FONT]

[FONT=&quot]- Seni ve diğer on kişiyi veliaht bekliyor, dedi.[/FONT]

[FONT=&quot]Bunun üzerine Amr bin Âs hazretleri buyurdu ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Hâinlik, onu ve ehlini helâk edecektir. Azgınların ve haddini aşanların başına çok belâ ve musîbet gelir. Melikinize yazıklar olsun. Hem bizden elçi istedi, hem de yanına gidince, beni öldürmek istedi. Hakkımda şöyle şöyle konuştu. Şimdi, seni öldürmek istesem, öldürürüm. Fakat biz hâinlerden değiliz. Sâhibine dön. Ona hakkımda konuştuklarının hepsinden haberdâr olduğumu söyle. Artık aramızda harbden başka yapılacak bir şey kalmadı.[/FONT]

[FONT=&quot]En üstün ve kıymetli şey[/FONT]

[FONT=&quot]Elçi, melikin yanına döndü. Amr bin Âs'ın dediklerini olduğu gibi anlattı.[/FONT]

[FONT=&quot]Bundan sonra yapılan savaşlar neticesinde Mısır'ın tamamı, İslâm topraklarına katıldı. Sonra, Kuzey Afrika'ya yönelerek, Trablusgarb ve Siyre'yi feth etti ve Mısır vâlisi tâyin edildi. Hz. Osman zamanına kadar bu vazîfede kalan Amr bin Âs, sonunda halîfenin müşâviri oldu.[/FONT]

[FONT=&quot]Amr bin Âs hazretlerinin, 664 senesinde, ölüm döşeğinde son sözleri şunlar oldu:[/FONT]

[FONT=&quot]Allahım! Sen emrettin, biz emrine isyân ettik. Sen nehyettin biz tersini yaptık. Affına sığınırız. Allahım! Sen bize yardım et. Suçluyum. Özürümü kabûl et. Senden af diliyorum. Senden başka ilâh yoktur.[/FONT]
__________________
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
icon14.gif
025 Arıların koruduğu sahâbî: ÂSIM BİN SÂBİT

[FONT=&quot]Arıların koruduğu sahâbî:[/FONT]
[FONT=&quot]
[/FONT]
[FONT=&quot]ÂSIM BİN SÂBİT[/FONT]


[FONT=&quot]
[/FONT]
[FONT=&quot]Asr-ı saâdette küfür ve şirk karanlıklarından kurtulup, İslâm nûruna kavuşanların hayatlarında, tamamen bir değişiklik oluyor ve eski hayatlarıyla alâkalı her şeyi terk ediyorlardı. Müslüman olmadan önceki hayatlarını hatırlatan bir hâdise onlara büyük bir ızdırap veriyordu. Bu durum Akabe bî'atından önce Müslüman olan Medîneli Âsım bin Sâbit'te de kendini göstermişti.[/FONT]

[FONT=&quot]Âsım Müslüman olduktan sonra, hiç bir müşrike dokunmamaya ve müşriklerden hiçbirini de kendine dokundurmamaya karar vermişti. Bu kararında sâbit olması için de devamlı olarak Allahü teâlâya duâ ediyor, yalvarıyordu.[/FONT]

[FONT=&quot]Taşla saldırırız[/FONT]

[FONT=&quot]Âsım bin Sâbit Bedir savaşına katılmış, büyük kahramanlık göstermişti. Peygamber efendimiz, Bedir gazâsının gecesinde Eshâb-ı kirâma nasıl harp edileceğini, harpte hangi usûlü takip edeceklerini sordu. Asım bin Sâbit eline yayı ve oku alarak dedi ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Yâ Resûlallah, Kureyş kavmi 100 metre veya daha yaklaştıkları zaman yayla okları kullanırız. Kureyşliler, bize taş yetişecek kadar yakınımıza geldikleri zaman taşla mücâdele ederiz. Mızrak yetişecek kadar yakınımıza geldikleri zaman, mızrak kırılıp parçalanıncaya kadar mızrakla mücâdele ederiz. Kırılınca mızrağı bırakır, kılıçlarımızı sıyırır ve kılıçla çarpışmaya tutuşuruz. [/FONT]

[FONT=&quot]Peygamber efendimiz bunu beğendiler ve buyurdular ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Harbin îcâbı budur. Bu tarzda çarpışılması lâzımdır. Çarpışan ve vuruşan Âsım'ın çarpışması gibi çarpışşın! [/FONT]

[FONT=&quot]Bedir harbi bu şekilde yapıldı ve meleklerin de yardımıyla Allahü teâlâ zafer ihsân eyledi. Âsım bin Sâbit bu gazâda Kureyş'in ileri gelenlerinden Ukbe bin Muayt'i öldürdü. Bu Ukbe Mekke'de Peygamberimizi boğmaya kalkmış ve hayatına son vermek için çalışmış azıl müşriklerden idi. [/FONT]

[FONT=&quot]Peygamberimizin hicreti üzrerine: [/FONT]

[FONT=&quot]- Ey Kusvâ (Peygamberimizin devesinin adı) adındaki devenin binicisi! Hicret edip bizden uzaklaştın. Fakat pek yakında beni atlı olarak karşında göreceksin. Mızrağımı size saplayıp, onu kanınızla sulayacağım. Kılıçla hiç örtülü yerinizi bırakmayacağım, ma'nâsına gelen beytler söyledi. [/FONT]

[FONT=&quot]Peygamberimiz onun bu sözlerini işitince: [/FONT]

[FONT=&quot]- Allahım! Onu yüzü koyun, burnunun üzerine düşür![/FONT][FONT=&quot] diyerek duâ etti. [/FONT]

[FONT=&quot]Ukbe bin Ebi Muayt, Bedir'de Kureyş ordusunun yenildiği anladığı zaman, kaçıp kurtulmak için atını sürdü. Fakat hayvan hiçbir şey yokken birden ürkmüş ve Onu yere vurmuştu. Resûlullahın duâsı gerçekleşmişti. Abdullah bin Seleme de onu esir etmişti. [/FONT]

[FONT=&quot]Bir tek ben öldürülüyorum[/FONT]

[FONT=&quot]Peygamberimiz Âsım bin Sâbit'e Ukbe'nin cezâlandırılmasını emretti. Ukbe dedi ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Yazıklar olun sana ey Kureyş cemâ'atı. Şunlar arasında neden bir tek ben cezâlandırılıyorum?[/FONT]

[FONT=&quot]Peygamberimiz buyurdu: [/FONT]

[FONT=&quot]- Allah ve Resûlüne olan düşmanlığından dolayı cezâlandırılıyorsun. [/FONT]

[FONT=&quot]- Yâ Muhammed! Kavminden herkese yaptığını bana da yap. Onları öldürürsen beni de öldür. Onlara emân verirsen bana da emân ver. Onlardan kurtulmaları için para alırsan, onlar gibi benden de al. Yâ Muhammed! Sen beni öldürürsen, küçüklere kim bakacak? [/FONT]

[FONT=&quot]- Onları Allaha bırak. Ey Âsım git onun cezâsını ver! [/FONT]

[FONT=&quot]Âsım bin Sâbit gidip Ukbe'nin cezâsını verince Peygamberimiz buyurdu ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Vallahi; Allahı, Resûlünü ve Kitâbını inkâr eden, Peygamberini işkenceden işkenceye uğratan senden daha kötü bir adam bilmiyorum. [/FONT]

[FONT=&quot]Âsım bin Sâbit, Uhud'da da bulundu ve Resûlullahın has okçularından idi. Bu savaşta Resûlullahın yanından bir an bile ayrılmayan, O'nunla beraber sebât eden bahtiyarlardandı. Bu gazâda müşriklerin sancaktarlarından Müsâfi bin Talhâ ile kardeşi Hâris bin Talhâ'yı ok ile öldürdü. [/FONT]

[FONT=&quot]Bunların anneleri Sülâfe binti Sa'd, Hz. Âsım'ın kafatasından şarap içmeyi nezrederek yemîn etti ve Onun başını kendisine getirene yüz deve vermeyi vaad etti.[/FONT]

[FONT=&quot]Öğretmenler heyeti[/FONT]

[FONT=&quot]Uhud savaşında ba'zı yakınları ölen müşrikler de, Müslümanlardan bunların intikamını almak istediler. Alçakça bir plân hazırladılar. Hemen de plânı tatbike koydular. Bu maksatla bir heyet Medîne'ye giderek Resûlullahın huzuruna çıkıp ricada bulundular:[/FONT]

[FONT=&quot]- Yâ Resûlallah! Bizim kabîlelerimiz, İslâmiyeti kabûl ettiler. Yalnız Kur'ân-ı kerîm öğretmenine ihtiyâcımız var. Lütfen bize; İslâmiyeti, Kur'ân-ı kerîmi öğretecek kimseler yollar mısınız? [/FONT]

[FONT=&quot]Sevgili Peygamberimiz kendilerine, 10 kişilik bir öğretmenler heyeti yolladılar. Başlarında, Âsım bin Sâbit hazretlerinin bulunduğu bu heyette, Mersed bin Ebî Mersed, Hâlid bin Ebî Bükeyr, Hubeyb bin Adiy, Zeyd bin Desinne, Abdullah bin Târık, Muattib bin Ubeyd de bulunuyordu.[/FONT]

[FONT=&quot]Bu öğretmenler kâfilesi, geceleri yürüyerek, gündüzleri gizlenerek Hüzeyl kabîlesi topraklarında, Reci' suyu başında, seher vakti konakladılar...[/FONT]

[FONT=&quot]Bu sırada yanlarında bulunan Adal ve Kare kabîlesi heyetinden biri, bir bahane ile yanlarından ayrıldı. Hemen Lıhyanoğularına gidip haber verdi.[/FONT]

[FONT=&quot]Çok geçmeden kâfilenin etrâfı sarıldı. 200'den fazla silâhlı eşkıyâ oradaydı. "Bize öğretmen lâzım!" diyenler, çekip gittiler. O güzîde Müslümanları, eşkiyâ ile karşı karşıya bıraktılar...[/FONT]

[FONT=&quot]Lıhyanoğulları mensupları, esir ticâreti ile geçinirlerdi. Bu sebeple, "Teslim olun! Canınızı kurtarın!" teklifinde bulunuyorlardı. Asıl niyetleri onları Mekke'de köle olarak satmaktı. Böylece çok para kazanacaklardı. Çünkü Mekkeli müşrikler kendilerine demişlerdi ki:[/FONT]

[FONT=&quot]- Yakaladığınız her Müslüman için, değerinden fazla para öderiz![/FONT]

[FONT=&quot]Bunu Müslümanlar da duymuşlardı. Âsım bin Sâbit, Mersed bin Ebî Mersed ve Hâlid bin Ebî Bükeyr: [/FONT]

[FONT=&quot]- Hiç bir zaman müşriklerin ne sözlerini, ne de akidlerini kabûl ederiz, diyerek müşriklerin tekliflerini reddettiler. [/FONT]

[FONT=&quot]Âsım bin Sâbit dedi ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Ben hiçbir zaman müşriklere el sürmemeye ve müşriklerden hiçbirini de kendime dokundurmamaya karar vermiştim. Onların sözlerine kanarak kâfirlere teslim olmam.[/FONT]

[FONT=&quot]Sonra ellerini açarak şöyle duâ etti: [/FONT]

[FONT=&quot]- Allahım! Peygamberini durumumuzdan haberdâr et! [/FONT]

[FONT=&quot]Ölmekten korkmayız[/FONT]

[FONT=&quot]Allahü teâlâ, Hz. Âsım'ın duâsını kabûl buyurdu ve Resûlullah efendimiz onlardan haberdar oldu.[/FONT]

[FONT=&quot]Âsım bin Sâbit müşriklere haykırdı:[/FONT]

[FONT=&quot]- Biz ölmekten korkmayız! Çünkü dînimizde basiretliyiz. Ölünce şehîd olur Cennete gideriz![/FONT]

[FONT=&quot]Müşriklerin ileri gelenlerinden Süfyân bağırdı: [/FONT]

[FONT=&quot]- Ey Âsım, kendini ve arkadaşlarını zâyi etme, teslim ol! [/FONT]

[FONT=&quot]Âsım bin Sâbit ok atmak suretiyle cevap verdi. Ok atarken:[/FONT]

[FONT=&quot]- Ben güçlüyüm hiç eksiğim yok. Yayımın kalın teli gerilmiştir. Ölüm hak, hayat boş ve geçicidir. Mukadderâtın hepsi başa gelicidir. İnsanlar er-geç Allaha rücû edicidir. Eğer ben sizinle çarpışmazsam anam üzüntüsünden aklını kaybeder, ma'nâsında şiirler söylüyordu.[/FONT]

[FONT=&quot]Senin dînini korudum[/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Âsım'ın sadağında yedi ok vardı. Attığı her ok ile bir müşriki öldürdü. Oku bitince birçok müşriği mızrağıyla delik deşik etti. Öyle bir an oldu ki mızrağı da kırıldı. Hemen kılıcını sıyırdı, kınını kırıp attı. Bu, "ölünceye kadar döğüşeceğim, teslim olmayacığım" ma'nâsına gelirdi. Sonra da şöyle duâ etti: [/FONT]

[FONT=&quot]- Allahım! Ben bugüne kadar senin dînini koruyup hıfzettim, sakladım. Senden bu günün sonunda, benim etimi, vücudumu koruyup, hıfzetmeni niyâz ediyorum. [/FONT]

[FONT=&quot]Çünkü Uhud'da öldürdüğü iki kardeş olan Hâris ve Müsâfi' bin Talhâ'nın anneleri Hz. Âsım'ın kafatasından şarap içmeye yemîn etmiş ve kafasını getirene yüz deve vermeyi vaad etmişti. Müşrikler bunu biliyorlardı. [/FONT]

[FONT=&quot]Âsım bin Sâbit'in ve diğer Eshâbın Allah Allah nidâları, dağları inletiyordu. İkiyüz kişiye karşı on mücâhid ölesiye çarpışıyor, yanlarına yaklaşanlar yaptıklarının cezâsını görüyorlardı. Âsım bin Sâbit en sonunda iki ayağından yaralanıp yere düştü. Kâfirler, Âsım bin Sâbit'ten o kadar korkmuşlardı ki yere düşünce bile yaklaşamadıkları için uzaktan ok atarak şehîd ettiler. [/FONT]

[FONT=&quot]O gün orada mevcut bulunan on sahâbîden yedisi şehîd oldu, üçü esir edildi. Lıhyanoğulları Sülâfe binti Sa'd'a satmak için Âsım bin Sâbit'in başını kesmek istediler. Fakat Allahü teâlâ, Hz. Âsım bin Sâbit'in duâsını kabûl buyurdu ve mübârek cesedine müşrikler el süremediler. [/FONT]

[FONT=&quot]Allahü teâlâ bir arı sürüsü gönderdi. Bulut gibi Âsım bin Sâbit'in üzerinde durdular. Hiç bir müşrik yanına yaklaşamadı. [/FONT]

[FONT=&quot]- Bırakın akşam olunca arılar onun üzerinden dağılır, biz de başını alırız, dediler. [/FONT]

[FONT=&quot]Akşam olunca Allahü teâlâ hiç bulut yok iken bir yağmur gönderdi. Görülmemiş bir yağmur yağdı. Sel geldi ve Âsım bin Sâbit'in cesedini alıp götürdü. Cesedin nerede olduğu bilinemedi. Ne kadar aradılarsa da bulunamadı. Bunun için müşrikler Âsım bin Sâbit'in hiçbir yerini kesmeye muvaffak olamadılar. [/FONT]

[FONT=&quot]Lıhyanoğulları O'nu taşa tuttular. Sonunda O'nu da şehîd ettiler. Hubeyb bin Adî ile Zeyd bin Desinne'yi Mekkelilere sattılar. Onlar da bu iki sahâbîyi asarak şehîd ettiler.[/FONT]

[FONT=&quot]Allah kulunu korur[/FONT]

[FONT=&quot]Arıların, Âsım'ı korudukları hâdisesi zikredildiği zaman Hz. Ömer buyurdu ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Allahü teâlâ elbette mü'min kulunu muhâfaza eder. Âsım bin Sâbit, sağlığında müşriklerden nasıl korundu ise Allahü teâlâ da ölümünden sonra onun cesedini muhâfaza edip müşriklere dokundurmadı. [/FONT]

[FONT=&quot]Bunun için Âsım bin Sâbit anılırken, "Arıların koruduğu kimse" diye anılırdı.[/FONT]

[FONT=&quot]Eshâb-ı kirâmın muhâriblerden olan Âsım'ın, babası Sâbit, künyesi Ebû Süleymân'dır. Annesi Şemûs binti Ebî Âmir'dir. Doğum tarihi belli değildir. Âsım, hicretten önce îmân etmiştir. Ensârdan, ya'nî Medînelidir.[/FONT]


__________________
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
icon14.gif
026 Kıblenin değiştiğini haber veren sahâbî: BERÂ BİN ÂZİB

[FONT=&quot]Kıblenin değiştiğini haber veren sahâbî:

[/FONT]
[FONT=&quot]BERÂ BİN ÂZİB


[/FONT]
[FONT=&quot]Berâ bin Âzib, Resûlullahın hicretinden önce Medîne-i münevverede küçük yaşta iken Müslüman oldu. Babası Âzib de Sahâbî idi. Dînî hükümleri Peygamberimizden önce hicret eden Eshâb-ı kirâmdan ve babasından öğrendi. Hz. Berâ, Resûlullahın ve diğer sahâbenin hicretlerini şöyle anlatıyor: [/FONT]

[FONT=&quot]Medîne halkının sevinci [/FONT]

[FONT=&quot]"Resûlullahın Eshâbından Medîne'ye ilk gelenler, Mus'ab bin Umeyr ile Abdullah İbni Ümmi Mektûm idi. Bunlar Medîne'deki Müslümanlara Kur'ân-ı kerîm okutuyorlardı. Sonra Bilâl-i Habeşî, Sa'd bin Ebi Vakkâs, Ammâr bin Yâser hicret ettiler. Bunlardan sonra Hz. Ömer yirmi kişi ile birlikte geldi. [/FONT]

[FONT=&quot]Nihayet Resûlullah efendimiz Medîne'ye hicret ettiler. İşte bu anda Medîne halkının Resûlullahın teşrifine sevindiği kadar, hiçbir şeye sevindiğini görmedim. Ben de Peygamberimiz gelmeden az önce uzun sûrelerden sayılan sûrelerle beraber "Sebbihisme Rabbike'l-a'lâ" sûresini okumuştum." [/FONT]

[FONT=&quot]Berâ bin Âzib, Resûlullah ile beraber onbeş savaşta bulundu. Bedir harbinde çocuk yaşta idi. Bu hususta kendisi demiştir ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Resûlullah efendimiz ben ve İbni Ömer küçük yaşta olduğumuz için bizi Bedir savaşına göndermedi. [/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Berâ, kıblenin Ka'be'ye çevrilmesini bildiren sahâbîdir. Şöyle anlatıyor: [/FONT]

[FONT=&quot]Resûlullah efendimiz Medîne'ye teşrif ettikleri zaman onaltı veya onyedi ay kadar Mescid-i Aksâ'ya doğru namaz kıldı. Allahü teâlânın emriyle kıble Ka'be'ye doğru oldu. Peygamberimizin Ka'be-i Muazzamaya doğru kıldırdığı ilk namaz ikindi namazı idi. [/FONT]

[FONT=&quot]Peygamberimizle namaz kılanlardan birisi mescidden çıktı. Yolda giderken bir mescidde cemâ'atle namaz kılanlara rastladı ki, onlar rükü'da idiler. Onlara: [/FONT]

[FONT=&quot]- Resûlullah efendimizle beraber Mekke'ye doğru namaz kıldığıma Allah için şehâdet ederim, deyince, namazlarını bozmadan oldukları gibi Ka'be-i Muazzamaya döndüler. [/FONT]

[FONT=&quot]Peygamberimiz Mescid-i Aksâ'ya doğru namaz kılarken Yahûdîlerle diğer Ehl-i Kitâb bundan hoşlanırdı. Kıble değişip yüzünü Beyt-i şerîfe doğru döndürünce bunu beğenmediler. [/FONT]

[FONT=&quot]Kıble değişmeden önce Mescid-i Aksâ'ya doğru namaz kılıp, vefât eden kimseler vardı. Bunlarla ilgili olarak Allahü teâlâ; "Allah sizin îmânınızı, ibâdetinizi boşa çıkarmaz" [Bekara:143] meâlindeki âyet-i kerîmeyi indirdi.[/FONT]

[FONT=&quot]Önce Müslüman ol [/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Berâ, Uhud harbinde meydana gelen bir hâdiseyi şöyle naklediyor: [/FONT]

[FONT=&quot]Uhud harbinde yüzü zırh ile örtülü bir kişi Peygamber efendimize gelerek arz etti: [/FONT]

[FONT=&quot]- Yâ Resûlallah! Şimdi harb edeyim de sonra mı Müslüman olayım, yoksa hemen mi? [/FONT]

[FONT=&quot]Resûlullah buyurdu ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Önce Müslüman ol, sonra harb et![/FONT]

[FONT=&quot]O kimse Müslüman oldu. Sonra harbe girerek şehîd oldu. Bunun üzerine Resûlullah efendimiz: [/FONT]

[FONT=&quot]- Az iş yaptı, fakat çok sevâb kazandı[/FONT][FONT=&quot], buyurdu. [/FONT]

[FONT=&quot]Berâ bin Âzib buyuruyor ki: [/FONT]

[FONT=&quot]Birgün Resûlullah efendimiz ile beraber Ensârdan bir zâtın cenâzesine gitmiştik. Resûl-i ekrem mübârek başı öne eğik olarak mezarın başına oturarak üç defa; [/FONT]

[FONT=&quot]- Yâ Rabbî! Kabir azâbından sana sığınırım,[/FONT][FONT=&quot] dedikten sonra şunları anlattılar: [/FONT]

[FONT=&quot]Bütün kapılar açılır[/FONT]

[FONT=&quot]Mü'min öleceği zaman Allahü teâlâ, yanlarında kefen ve güzel koku bulunan, yüzleri güneş gibi parlayan melekleri gönderir. Onlar bu mü'minin göreceği bir yerde beklerler. Rûhunu teslim ettiği zaman yer ile gök arasındaki ve göklerdeki bütün melekler onun için istigfâr edip, Allahü teâlâya, onun bütün günâhlarını affetmesi için duâ ederler. Göklerin bütün kapıları kendisi için açılır, her kapı kendisinden geçmesini ister. [/FONT]

[FONT=&quot]Rûhu Allahü teâlânın huzuruna çıktığı zaman, melekler derler ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Yâ Rabbî! Bu filân kulunun rûhudur.[/FONT]

[FONT=&quot]Allahü teâlâ buyurur ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Onu geri çevirin ve onun için hazırladığım mükâfât ve ihsânları kendisine gösterin. Çünkü ben ona vâdettim: (Sizi topraktan yarattım ve tekrar toprak yapacağım, tekrar topraktan çıkaracağım.)[/FONT][FONT=&quot] [Tâhâ: 55][/FONT]

[FONT=&quot]Rûh kabrine döner ve hattâ kendisini defnedip dağılanların ayak seslerini dahî duyar. Meleklerle aralarında şu konuşma geçer: [/FONT]

[FONT=&quot]- Rabbin kimdir?[/FONT]

[FONT=&quot]- Rabbim Allahtır.[/FONT]

[FONT=&quot]- Dînin nedir?[/FONT]

[FONT=&quot]- Dînim İslâmdır.[/FONT]

[FONT=&quot]- Size doğru yolu göstermek üzere Allah tarafından gönderilen zât kimdir?[/FONT]

[FONT=&quot]- O zât Muhammed aleyhisselâmdır.[/FONT]

[FONT=&quot]Bu cevabı verince birisi: [/FONT]

[FONT=&quot]- Doğru söyledin, der. [/FONT]

[FONT=&quot]İşte bu, Allahü teâlânın buyurduğu, (Allah îmân edenlere dünya ve âhiret hayâtında o kararlı sözlerinde dâimâ sebât ihsân eder) [İbrahim: 27] sözün ma'nâsıdır. [/FONT]

[FONT=&quot]Sonra karşısına yüzü, elbisesi ve kokusu güzel birisi gelir ve der ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Ni'metleri devamlı olan Allahü teâlânın Cennet ve rahmeti ile sana müjdeler olsun.[/FONT]

[FONT=&quot]Cennetten kapı açın[/FONT]

[FONT=&quot]Mü'min kimse sorar: [/FONT]

[FONT=&quot]- Allah sana hayırlı karşılıklar versin, sen kimsin? [/FONT]

[FONT=&quot]- Ben senin dünyadaki iyi amellerinim. Sen dâimâ Allaha ibâdet etmek için koşar, isyâna ise, yaklaşmazdın. Bunun için Allahü teâlâ seni hayırlı, güzel ni'metlerle mükâfatlandırdı. [/FONT]

[FONT=&quot]Bundan sonra birisi der ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Buna Cennetten bir döşek getirin ve Cennetten kabrine bir kapı açın.[/FONT]

[FONT=&quot]Bir döşek getirilir ve Cennete doğru bir kapı açılır. O mü'min de der ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Yâ Rabbi! Kıyâmeti çabuk getir de bir an önce âileme, çocuklarıma kavuşayım.[/FONT]

[FONT=&quot]Kâfirler, dünyadan alâkasını kesip öleceği zaman, şiddetli azâb yapan melekler, ateşten elbise ve katrandan gömleklerle karşısında dururlar. Rûhu çıktığı zaman yer ve gökteki bütün melekler kendisine la'net ederler. Göklerin kapıları kapanarak hiçbir kapı onun habis, kötü rûhunun kendisinden geçmesini istemez. Böylece rûhu geri döndürülür. [/FONT]

[FONT=&quot]Büyük azâbı gösterin![/FONT]

[FONT=&quot]Melekler derler ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Yâ Rabbî! Bu falan kulunun rûhudur, yerler ve gökler bunu kabûl etmiyorlar.[/FONT]

[FONT=&quot]Allahü teâlâ buyurur ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Onu geri çevirin ve ona hazırladığım büyük azâbı gösterin. Çünkü ona da; "Sizi topraktan yarattım, yine toprağa iade edeceğim ve tekrar topraktan çıkaracağım" diye va'dettim.[/FONT]

[FONT=&quot]Sonra rûhu mezarına götürülür. Hattâ mezarının yanından dağılmakta olanların ayak seslerini de işitir. Ona da melekler sorar: [/FONT]

[FONT=&quot]- Rabbin kim, Peygamberin kim ve dinin nedir?[/FONT]

[FONT=&quot]O kâfir kimse de der ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Bilmiyorum. [/FONT]

[FONT=&quot]Bundan sonra çirkin elbiseli, pis kokulu ve vahşi yüzlü birisi gelip karşısına dikilerek der ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Allahın gadabı ve sonsuz azâbı sana müjde olsun.[/FONT]

[FONT=&quot]- Sen kimsin?[/FONT]

[FONT=&quot]- Ben senin dünyada iken yaptığın çirkin amelinim. Sen kötülüğe, Allahü teâlâya isyâna koşa koşa giderdin, fakat ibâdete ve tâate gevşek davranır, yapmazdın. İşte bugün Allahü teâlâ kötülüğünün ve küfrünün cezâsını sana çektirecek.[/FONT]

[FONT=&quot]Sonra gözleri görmeyen, konuşamayan ve kulakları duymayan bir melek onu yakalar. Onun için demirden bir tokmak hazırlanır. Bütün insanlar ve cin toplansalar onu yerinden kaldıramazlar. Hattâ dağlara vurulsa, kül ve toprak hâline getirir. Bununla kendisine bir kere vurulduğu zaman parçalanır, kül hâline gelir. Tekrar dirilir ve alnına öyle şiddetli vurulur ki, insan ve cinden başka yeryüzündeki bütün mahlûklar onun bağırmasını işitirler. Sonra bir melek seslenir: [/FONT]

[FONT=&quot]- Buna ateşten iki demir levha getirin ve mezarından da Cehenneme doğru bir kapı açın![/FONT]

[FONT=&quot]Hemen onun kabrine ateşten iki demir levha döşenir ve Cehennemden de bir kapı açılır.[/FONT]

[FONT=&quot]Cennete götüren amel [/FONT]

[FONT=&quot]Berâ bin Âzib diyor ki: [/FONT]

[FONT=&quot]Bir köylü, Resûlullaha gelip dedi ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Yâ Resûlallah! Beni Cennete götürecek bir ameli bana öğret.[/FONT]

[FONT=&quot]Peygamberimiz bunun üzerine buyurdu ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Aç kimseleri doyur, susuz olana su ver, emr-i ma'rûf ve nehy-i münker yap, ya'nî Allahü teâlânın emirlerini, iyi amelleri insanlara öğret, harâm ve yasak olan kötü şeyleri de insanlardan men et. Bunlara gücün yetmezse hayırlı, güzel olmayan sözlerden dilini sakındır.[/FONT]

[FONT=&quot]Berâ bin Âzib, Medîne'nin etrafına harb için hendek kazılırken, Resûlullahın hâlini şöyle anlatır: [/FONT]

[FONT=&quot]Resûl-i ekremi hendek kazıldığı esnâda bizimle birlikte toprak taşırken gördüm. Kucağında taşıdığı toprak, mübârek karnının beyazlığını örtmüştü. Bu sırada Abdullah bin Revâha veya Âmir bin Ekva'nın bir şiirini söylüyordu.[/FONT]

[FONT=&quot]"Yâ Rabbî! Sen bize hidâyet etmemiş ve doğru yolu gösterip bize rahmet etmemiş olsaydın, biz muhakkak dalâlette kalırdık. Üzerimize hücum eden kâfirler, sakındığımız fitne ve fesâdı bize ulaştırmak istedikleri ve bizimle karşılaştıkları zaman, Sen bizim kalblerimize sabır ve rahatlık ver, bizi onlara karşı güçlü yap!" [/FONT]

[FONT=&quot]Su fışkırdı[/FONT]

[FONT=&quot]Yine Hz. Berâ, Peygamberimizin Hudeybiye'deki mu'cizesini şöyle bildiriyor: [/FONT]

[FONT=&quot]Hudeybiye'de bir kuyu vardı. Biz buraya gelince kuyunun suyunu tamamen çekerek bir damla su bırakmamıştık. Bu hâl, Resûlullaha arz edilince kuyunun yanına gelip kenarına oturdu. Sonra içinde biraz su bulunan bir kap istedi. Getirilen su ile abdest aldı. Sonra ağzını çalkaladı. Yavaşça duâ edip, abdest ve çalkantı suyunu kuyuya döktü. Kuyuyu Resûlullahın emri ile kısa bir müddet bu hâlde bıraktık. Bir müddet sonra kuyuda istediğimiz kadar su hâsıl oldu. Biz ve hayvanlarımız gidinceye kadar suya kandık.[/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Berâ buyurdu ki: [/FONT]

[FONT=&quot]Resûlullahı yatsı namazında Tin sûresini okurken dinledim. Daha önce ondan güzel sesli hiçbir kimseyi dinlememiştim.[/FONT]

[FONT=&quot]Bir defasında Resûlullah efendimiz Berâ bin Âzib'e buyurdu ki:[/FONT]

[FONT=&quot]- Yatacağın zaman önce abdest al. Sonra sağ tarafına uzanıp yat ve şöyle duâ et: Allahümme innî eslemtü vechî ileyke ve fevvedtü emrî ileyke ve elce'tü zahrî ileyke ragbeten ve rehbeten ileyke lâ melcee velâ mencâ minke illâ ileyke. Âmentü bikitâbikellezî enzelte ve binebiyyikellezî erselte. [/FONT]

[FONT=&quot]Yâ Berâ! Bunlar son sözün olsun. Şâyet bu gece içinde ölecek olursan Müslüman olarak ölmüş olursun.[/FONT]

[FONT=&quot]Yedi şeyi emretti[/FONT]

[FONT=&quot]Berâ bin Âzib buyurdu ki: [/FONT]

[FONT=&quot]Resûlullah efendimiz bize yedi şeyi emredip, yedi şeyi de yasakladı. Emrettikleri:[/FONT]

[FONT=&quot]Birincisi, cenâzeye katılıp kabre kadar gitmek. İkincisi, hastaları ziyâret etmek. Üçüncüsü, da'vete icâbet etmek. Dördüncüsü, mazluma yardım etmek. Beşincisi, yeminin gereğini yapmak. Altıncısı, selâma cevap vermek. Yedincisi, aksırdığında Elhamdülillah diyene, Yerhamükellah demek. Yasakladıkları: [/FONT]

[FONT=&quot]Birincisi, gümüş kap kullanmak. İkincisi, altın yüzük takmak. Üçüncüsü, erkeklerin ipekli elbise giymesi. Dördüncüsü, erkeklerin ipekli dîbâ giymeleri. Beşincisi, erkeklerin ipek ibrişimli elbise giymeleri. Altıncısı, kalın ipek kullanmak. Yedincisi, ipek yatak kullanmak.[/FONT]

[FONT=&quot]Berâ bin Âzib hayatının son zamanlarında Kûfe'ye yerleşti. 691 yılında Mus'ab bin Zübeyr zamanında burada vefât etti. Ölünceye kadar burada fıkıh ve hadîs-i şerîf öğretti.[/FONT]
__________________
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
icon14.gif
027 Hz. Ebû Bekir'e ilk bîât eden sahabî: BEŞİR BİN SA'D

[FONT=&quot]Hz. Ebû Bekir'e ilk bîât eden sahabî:

[/FONT]
[FONT=&quot]BEŞİR BİN SA'D[/FONT]




[FONT=&quot]
[/FONT]​
[FONT=&quot]Beşir bin Sa'd Medîneli Müslümanlardan idi. İkinci Akabe Bîâtine katılmış, her türlü tehlikeye karşı, Resûlullahı koruyacağına dâir orada söz vermişti. Resûlullahın bütün savaşlarına katılmış, büyük fedâkarlıklar göstermişti. [/FONT]

[FONT=&quot]Yedikçe artan hurma [/FONT]

[FONT=&quot]Beşîr bin Sa'd'ın kızı anlatır: [/FONT]

[FONT=&quot]- Hendek savaşının yapıldığı günlerdi. Eshâb-ı kirâmın yiyecek bulamadığı, başta Peygamber efendimiz olmak üzere açlıktan karınlarına taş bağladıkları zamandı. Annem, Amre binti Revâha beni çağırdı. Bir avuç hurma verdi. [/FONT]

[FONT=&quot]- Kızım! Bunun babana ve dayın Abdullah bin Revâha'ya götür yesinler, dedi. [/FONT]

[FONT=&quot]Ben de alıp götürdüm. Yolda Resûlullaha rastladım. Buyurduki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Kızım! Yanındaki nedir? [/FONT]

[FONT=&quot]- Yâ Resûlallah! yanımdaki hurmadır, annem, babamla dayımın yemesi için gönderdi. [/FONT]

[FONT=&quot]- Getir onu![/FONT]

[FONT=&quot]Ben de hurmaları iki avucuna döktüm, avuçlarını bile doldurmamıştı. Sonra bir bez getirilmesini emretti. Bez getirildi ve yere serildi. Resûlullah efendimiz bezin üzerinde hurmaları dağıttı. Sonra yanında bulunanlara [/FONT]

[FONT=&quot]- Kumanyaya geliniz[/FONT][FONT=&quot], diye Hendek halkına sesleniniz! [/FONT]

[FONT=&quot]Orada bulunanlar ve Hendek halkı bezdeki hurmadan yedikleri hâlde hurmalar bitmedi.[/FONT]

[FONT=&quot]Ebû Mes'ûd şöyle anlatır: [/FONT]

[FONT=&quot]- Biz Sa'd bin Ubâde'nin meclisinde idik. Resûlullah efendimiz yanımıza geldi. Beşîr bin Sa'd kendisine suâl etti:[/FONT]

[FONT=&quot]- Yâ Resûlallah! Allahü teâlâ bize, sana salevât getirmenizi emretti. Acaba sana nasıl salevât getireceğiz? [/FONT]

[FONT=&quot]Resûlullah efendimiz sükût edip cevap vermediler. Biz de, [/FONT]

[FONT=&quot]- Keşke, Beşir sormamış olsaydı, diye temenni ettik. [/FONT]

[FONT=&quot]Biraz sonra Resûlullah efendimiz Salli bârik duâlarını okuyarak böyle duâ etmemizi emrettiler.[/FONT]

[FONT=&quot]Hizmet şerefini kazandık [/FONT]

[FONT=&quot]Peygamber efendimiz âhırete teşrif edince Eshâb-ı kiram, Benî Said gölgeliğinde toplanmış, halifenin seçilmesi mes'elesi üzerinde duruyorlardı. Ensardan olan Müslümanlar, Sa'd bin Ubâdeyi halife seçmek istiyorlardı. Hz. Beşîr ayağa kalkıp: [/FONT]

[FONT=&quot]- Ey Müslümanlar! Muhammed aleyhisselâm, Kureyş kabîlesindendir. Halîfenin de, Onun kabîlesinden olması dahâ uygundur. Yerinde bir iştir. Evet biz önce Müslüman olduk. Malımızla, canımızla, İslâma hizmet şerefini kazandık. Lâkin bunları Allah ve Onun Resûlünü sevdiğimiz için yaptık. Bu hizmetimiz için dünyâda bir karşılık beklemiyoruz, [/FONT][FONT=&quot]dedi. [/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Ebû Bekir ise halifelik için Hz. Ömer ve Ebû Ubeyde'den birinin seçilmesini tavsiye buyurmuş, fakat her ikisi de bundan kaçınmışlardı. Hatta Hz. Ömer, Hz. Ebu Bekir'e bîât etmek isteyince, Beşir bin Sa'd daha süratli hareket ederek ondan önce Ebû Bekir'in elini tuttu. Biat etti.[/FONT]

[FONT=&quot]Beşir bin Sa'd hazretleri, Hz. Ebû Bekir'in hilafeti zamanında Ayn-ül-Temr muharebesinde şehid düştü.[/FONT]
__________________
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
icon14.gif
028 Peygamber efendimizin müezzini: BİLÂL-İ HABEŞÎ

[FONT=&quot]Peygamber efendimizin müezzini:

[/FONT]
[FONT=&quot]BİLÂL-İ HABEŞÎ


[/FONT]
[FONT=&quot]Bilâl-i Habeşî hazretleri, ilk îmân edenlerden olup, müşriklere karşı Müslüman olduğunu açıkça bildiren yedi kişiden biridir. Müslüman olmadan önce, Mekke müşriklerinin ileri gelenlerinden Ümeyye'nin kölesi idi.[/FONT]

[FONT=&quot]O zamanlar, her yerde olduğu gibi, Arabistan'da da korkunç bir câhiliyet vardı. İçki, kumar, zinâ, hırsızlık, zayıfları ezme, zulüm ve ahlâksızlık nâmına ne varsa hepsi yapılıyordu.[/FONT]

[FONT=&quot]Güçlü kimseler, zayıf kimseleri köle olarak kullanıyorlardı. İşte bu kölelerden birisi de, Bilâl-i Habeşî idi. Fakat bunun diğerlerinden farklı bir hâli vardı. Son derece mert ve dürüst idi. Bunun için Ümeyye, bunu kervanının başını koyar, mallarını bunun vâsıtasıyla uzak yerlere gönderirdi.[/FONT]

[FONT=&quot]Bilâl-i Habeşî hazretlerinin diğer bir özelliği de, sesinin çok güzel olmasıydı. Bunun için düğün ve şenliklerde aranan bir kimseydi.[/FONT]

[FONT=&quot]Hür insan gibi yaşardı[/FONT]

[FONT=&quot]Ticâret için uzun yol giden kervan yorgunluktan yürüyemez hâle gelince, bunun na'meleri ile canlanır, develer bile bunun güzel sesini işitince, coşup çatlarcasına yol alırlardı. Onun bu özelliklerini bilen sâhibi Ümeyye, ona diğer kölelerden ayrı muâmele yapardı. Sanki köle değil hür bir insan gibi yaşardı.[/FONT]

[FONT=&quot]Bilâl-i Habeşî yine birgün, bir kervanla Şam'a gitmişti. Bu kervanda, Hz. Ebû Bekir de vardı. İkisi arasındaki dostluk bu yolculukta meydana gelmişti. Bu sırada Mekkelilerin tek gelir kaynağı ticâretti.[/FONT]

[FONT=&quot]İslâm güneşinin doğmasına ve âlemi aydınlatmasına çok az bir zaman varken, işte bu yolculuk yapılmıştı. Hz. Ebû Bekir bu yolculukta gördüğü bir rü'yâ sebebiyle sefer dönüşü îmân nûru ile şereflenmişti.[/FONT]

[FONT=&quot]Bir gece yarısı Bilâl-i Habeşî hazretlerinin kapısı çalındı. Uyandığında, kapıdan fısıldayan bir ses duydu:[/FONT]

[FONT=&quot]- Bilâl! Bilâl![/FONT]

[FONT=&quot]"Gecenin bu saatinde bu ses nedir" diye düşünürken, aynı ses tekrar etti:[/FONT]

[FONT=&quot]- Bilâl! Bilâl! [/FONT]

[FONT=&quot]Karanlıkta korkuyla sesin geldiği tarafa yöneldi. Sesin geldiği tarafa yaklaşıp sordu:[/FONT]

[FONT=&quot]- Sen kimsin?[/FONT]

[FONT=&quot]- Ben Ebû Bekir.[/FONT]

[FONT=&quot]- Gecenin bu saatinde ne istiyorsun? Söyliyeceklerini sabah söyliyemez miydin? Acelen nedir?[/FONT]

[FONT=&quot]- Sabahı beklemeden, sâhibin duymadan söylemem lâzımdı, onun için geldim.[/FONT]

[FONT=&quot]- Beni meraklandırdın! Söyliyeceğini hemen söyle![/FONT]

[FONT=&quot]- Yâ Bilâl! Bu ümmetin peygamberi geldi.[/FONT]

[FONT=&quot]- Kimdir?[/FONT]

[FONT=&quot]- Ebü'l-Kâsım.[/FONT]

[FONT=&quot]- Peki peygamber olduğunu nasıl anladın?[/FONT]

[FONT=&quot]Bunun üzerine Hazret-i Ebû Bekir şöyle cevap verdi:[/FONT]

[FONT=&quot]- Şam yolculuğunda gördüğüm rü'yâyı anlattıktan sonra kendisine, "Yâ Ebe'l Kâsım, sen Allahın Resûlü olduğunu söylüyor, îmâna da'vet ediyormuşsun, öyle mi?" diye sordum. O da, (Evet yâ Ebâ Bekir! Rabbim insanlara müjdeleyici ve korkutucu olarak, Hazret-i İbrâhim'i gönderdiği gibi beni de bütün insanlara peygamber olarak gönderdi) dedi. Ben de, "Sen bugüne kadar yalan söylemedin. İnanıyorum ki sen Allahın Resûlüsün" deyip huzûrunda Müslüman oldum. Senin de Müslüman olmanı, ebedî saâdete kavuşmanı istiyorum, [/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Ebû Bekir'in bu cevâbı üzerine, onu yakînen tanıyan, samîmiyetinden hiç şüphesi olmıyan Bilâl-i Habeşî hazretleri, Kelime-i şehâdeti getirip Müslüman oldu.[/FONT]

[FONT=&quot]Bilâl-i Habeşî, Müslüman olduktan sonra hayâtında bambaşka bir safha başladı. Artık o, hak ile bâtıl arasında vukû bulmak üzere olan çetin bir mücâdelenin azimli bir kahramanı, yalnız bir mücâhidi olmuştu. [/FONT]

[FONT=&quot]Zâlim Ümeyye; O'nun Müslüman olduğunu anladığı zaman, daha da hâinleşti.[/FONT]

[FONT=&quot]Çâresiz kölesini sırtüstü veya yüzükoyun, kızgın çöllere yatırırdı. Sonra da çıplak vücuduna, kocaman kaya parçaları koyar ve Peygamber efendimizi inkâr etmesini emrederdi.[/FONT]

[FONT=&quot]Taş yürekliler[/FONT]

[FONT=&quot]Ama o Habeşli Mü'min, alnındaki boncuk boncuk terlerle inleyerek seslenirdi:[/FONT]

[FONT=&quot]- Allah birdir, Allah birdir. Muhammed, O'nun elçisidir. Ey topraklar, ey taşlar, ey taş yürekliler! Allah birdir ve O'ndan büyük yoktur. [/FONT]

[FONT=&quot]Bütün bu işkencelerle hıncını alamayan Ümeyye , onu böylece bîtap düşürdükten sonra da, boynuna bir ip takıp çocukların elinde Mekke sokaklarında dolaştırırdı. Müşrikler onunla alay ederlerdi. [/FONT]

[FONT=&quot]Bilâl-i Habeşî garip ve kimsesiz olduğu için, diğer müşriklerden de işkence görürdü. Ona ağır işkence yapanlardan biri de Ebû Cehil'dir. Bilâl-i Habeşî onun ağır işkenceleri karşısında da, "Allah birdir, Allah birdir" diyerek, dînindeki sebâtını gösterirdi. [/FONT]

[FONT=&quot]Ümeyye bin Halef yine bir gün Bilâl-i Habeşî'ye işkence yapmak için dışarı çıkarmıştı. Üzerindeki elbiselerini çıkarıp sadece bir don ile, yakıcı sıcakta kızgın kumlar üzerine yatırıp, üzerine taşlar yığmıştı. Müşrikler toplanıp ağır işkenceler yapıyorlar, "Ya dîninden dönersin veya seni öldüreceğiz" diyorlardı. [/FONT]

[FONT=&quot]Bilâl-i Habeşî bu tahammülü zor işkenceler altında yine, "Allah birdir, Allah birdir" diyor başka bir şey söylemiyordu. Bu sırada sevgili Peygamberimiz oradan geçiyordu. Bilâl-i Habeşî'nin halini görerek üzülerek buyurdu ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Allahü teâlânın ismini söylemek seni kurtarır. [/FONT]

[FONT=&quot]Evine döndükten biraz sonra da Hz. Ebû Bekir yanına geldi. Peygamberimiz, Bilâl-i Habeşî'nin çektiği işkenceyi Hz. Ebû Bekir'e söyleyip, "Çok üzüldüm" buyurdu. [/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Ebû Bekir hemen Bilâl-i Habeşî'ye işkence yapılan yere gitti. Müşriklere dedi ki:[/FONT]

[FONT=&quot]- Bilâl'e böyle yapmakla elinize ne geçer? Bunu bana satınız! [/FONT]

[FONT=&quot]Müşrikler cevap verdiler:[/FONT]

[FONT=&quot]- Dünya dolusu altın versen satmayız. Fakat, senin kölen Âmir ile değişiriz.[/FONT]

[FONT=&quot]Bilâl için size verdim[/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Ebû Bekir'in kölesi Âmir, onun ticaret işlerini yapardı. Çok para kazanırdı. Yanında şahsî malından başka, on bin altını vardı. Ebû Bekir-i Sıddîk'ın önemli bir yardımcısı olup, her işini yürütürdü. Fakat, kâfir idi. Îmân etmiyordu. Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir buyurdu ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Âmir'i bütün malı ve paraları ile, Bilâl için size verdim.[/FONT]

[FONT=&quot]Ümeyye bin Halef ve diğer müşrikler çok sevinip, "Ebû Bekir'i aldattık" dediler. [/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Ebû Bekir, hemen Bilâl-i Habeşî'nin üzerine koydukları ağır taşları üzerinden alıp, ayağa kaldırdı. Ağır işkenceler sebebiyle çok halsizleşmişti. Elinden tutup doğruca sevgili Peygamberimizin huzuruna getirerek dedi ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Yâ Resûlallah! Bilâl'i bugün Allah rızâsı için âzâd ettim, [/FONT]

[FONT=&quot]Resûlullah efendimiz çok sevindi. Ebû Bekir-i Sıddîk'a çok duâ buyurdu. [/FONT]

[FONT=&quot]Hürriyetine kavuşan Bilâl-i Habeşî hazretleri, derhal Allahü teâlânın Resûlünün hizmetine koştu. Vefâtlarına kadar da, hizmetlerinden ayrılmadı. İzin verildiği halde, Habeşistan'a gitmedi. Ancak sevgili Peygamberimizle birlikte, Medine'ye hicret (göç) ettiler. [/FONT]

[FONT=&quot]Hicretten sonra Bilâl-i Habeşî hazretleri, birgün Mescid-i Nebî'de iken büyük bir neş'e içinde coşuyor, yerinde duramıyor, oynuyordu. Hz. Ömer bu hâlini görünce sordu:[/FONT]

[FONT=&quot]- Yâ Bilâl, bu hâlin nedir? Burasının mescid olduğunu unuttun mu?[/FONT]

[FONT=&quot]- Benim hâlimde ne var ki? İstersen gidip hâlimi Resûlullaha arz edelim, yanlışım varsa tevbe ederim ve bir daha yapmam.[/FONT]

[FONT=&quot]Ben oynamayım da...[/FONT]

[FONT=&quot]Beraberce Resûlullahın huzûruna gittiler. Hz. Ömer, Peygamber efendimize durumu arz etti:[/FONT]

[FONT=&quot]- Yâ Resûlallah, Bilâl, mescidin huşû'unu bozuyor. Burada neş'elenip coşuyor, oynuyor.[/FONT]

[FONT=&quot]Peygamber efendimiz Hz. Bilâl'e sordu:[/FONT]

[FONT=&quot]- Yâ Bilâl, böyle neş'eli olmanın sebebi nedir?[/FONT]

[FONT=&quot]- Yâ Resûlallah, cenâb-ı Hak bana hidâyet nasip etti. Ben bir köleydim. Mekke'nin ileri gelenlerinden nice kimseler bu saâdete eremediler. Ebedî saâdetten mahrûm kaldılar. Onlara hidâyet nasip olmadı. Ben neş'elenmiyeyim de kim neş'elensin? Ben oynamıyayım da kim oynasın?[/FONT]

[FONT=&quot]- Bilâl'e dokunmayın! Sevinip neş'elensin.[/FONT]

[FONT=&quot]Ezândan rahatsız olan Yahudîler[/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Bilâl'in okuduğu ezânı işiten Müslümanlar, ne kadar aşka, şevke geliyorlarsa, Medîne'deki Yahûdîler de o kadar kahroluyorlardı. Ezânı dinlememek için kendilerini zorluyorlar, fakat buna muvaffak olamıyorlardı. İster istemez, durup dinliyorlardı. Dinledikçe de kahroluyorlardı. Bunu engellemek için çâreler aramaya başladılar.[/FONT]

[FONT=&quot]Yahûdînin biri birgün Hz. Bilâl'i sıkıntı içinde görünce dedi ki:[/FONT]

[FONT=&quot]- Yâ Bilâl, ben sana istediğin kadar para vereyim, yeter ki sen sıkıntı çekme.[/FONT]

[FONT=&quot]Maksadı başkaydı. Hz. Bilâl de sıkıntıda olduğu için ondan çokça borç aldı. Yahûdî parayı verirken ilâve etti:[/FONT]

[FONT=&quot]- Eğer bu parayı ödeyemezsen, seni köle olarak alırım.[/FONT]

[FONT=&quot]Aradan bir zaman geçtikten sonra, Yahûdî gelip parasını istedi. Bilâl-i Habeşî hazretleri, özür beyân ederek dedi ki:[/FONT]

[FONT=&quot]- Bana bir ay daha müsâade et, yine ödeyemezsem, beni köle olarak alıp götürürsün.[/FONT]

[FONT=&quot]Son günü geldiği hâlde borcunu ödiyemiyen Hz. Bilâl, çâresiz kalıp, Resûlullahın huzûruna gidip durumu arz etti. Peygamber efendimiz birşey buyurmadı. Ümitsiz bir şekilde evine dönen Hz. Bilâl o gece uyuyamadı.[/FONT]

[FONT=&quot]Artık ezân okuyamıyacağım[/FONT]

[FONT=&quot]Kendi kendine, "Artık bundan sonra ezân okuyamıyacağım" diye derin derin düşünüyordu. Bu düşünceler içinde kendinden geçmiş hâldeyken kapı çalındı. Gelen kimse seslendi:[/FONT]

[FONT=&quot]- Resûlullah seni çağırıyor, acele gel![/FONT]

[FONT=&quot]Hemen kendini toparlayıp, huzûra koştu. Peygamber efendimiz buyurdu ki:[/FONT]

[FONT=&quot]- Yâ Bilâl ticaretten dönen bir kervan var. Kervana git, onların arasında üzerindeki yükleriyle beraber bana hediye edilmiş olan üç deve var, onları al senin olsun! Borcunu öde![/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Bilâl emredileni hemen yaptı. Rahat ve huzûr içinde, gidip sabah ezânını okudu. Namazdan sonra, mescidin kenarında onu köle olarak alıp götürmek için bekliyen Yahûdîyi gördü. Namazdan çıkınca, yüksek sesle konuştu:[/FONT]

[FONT=&quot]- Bende alacağı olan kimseler gelsin, borcumu ödeyeceğim![/FONT]

[FONT=&quot]Bunun üzerine Yahûdînin bütün hayâlleri yıkıldı. Perişan oldu. Parasını aldığı gibi oradan uzaklaştı.[/FONT]

[FONT=&quot]Bilâl-i Habeşî hazretleri, Peygamber efendimizin vefâtından sonra, ayrılık acısına dayanamaz hâle geldi. Resûlullaha olan muhabbetiyle, yanıp tutuşuyor, devamlı gözyaşı döküyordu.[/FONT]

[FONT=&quot]Medîne'de kaldığı müddetçe bu acının daha da artacağını biliyordu. Çünkü, gördüğü her şey Resûlullahı hatırlatıyor, kendini tutamayıp ağlıyordu. Bu sebeple Şam'a gitmeye karar verdi. Hz. Ebû Bekir'den izin aldı. Medîne'den, ayrılıp Şam'a yerleşti. Hz. Ömer'in hilâfetine kadar orada kaldı. Hz. Ömer ordusuyla Şam'a gelince, onlara katılıp orduyla beraber Kudüs'e gitti.[/FONT]

[FONT=&quot]Ayrılık yetmedi mi?[/FONT]

[FONT=&quot]Bir gece Rü'yâsında Resûlullah efendimizi gördü. Sevgili Peygamberimiz kendisine sitem ettiler:[/FONT]

[FONT=&quot]- Bunca ayrılık yetmedi mi, yâ Bilâl? Hâlâ Kabrimi, ziyâret etmiyecek misin? [/FONT]

[FONT=&quot]Zavallı yüreği, duracak hâle geldi. Heyecan ve ter içinde uyandı. Hemen hazırlığa başladı. Şafak sökerken, ince, uzun ve garip deveciğiyle; mübârek Medîne yollarına düştü. Biricik Efendisine yaklaştıkça havayı kokluyor, taşları toprakları okşuyor ve gözyaşı döküyordu. Issız çölleri yara yara, Medîne'ye ulaştı...[/FONT]

[FONT=&quot]O'na rastlıyanlar, selâm veriyorlardı. Sonra da yanındakilere diyorlardı ki:[/FONT]

[FONT=&quot]- İşte Bilâl, Bilâl-i Habeşî hazretleri. Peygamberin Müezzini. O'nun gibi ezân okuyan, bu dünyaya gelmemiştir.[/FONT]

[FONT=&quot]Fakat O, hiçbirini duymuyor, görmüyordu. Sanki çok kuvvetli bir mıknatıs, onu kendisine çekiyordu. Peygamber efendimizin mübârek kabirlerine doğru ilerledi. Yüce mâkâma erişirken; Kur'ân-ı kerîm okudu, okudu, okudu... En sonunda, sevgilisinin kabrine kapaklandı, bayıldı.[/FONT]

[FONT=&quot]Katmerli gül kokularıyla ayıldığı zaman, başucunda, sevgilisinin sevgililerini görmez mi? Peygamber efendimizin torunları, Hasan ve Hüseyin hazretleri; saçlarını okşuyorlardı. Sanki dünyalar onun oldu. Sarıldılar, kucaklaştılar.[/FONT]

[FONT=&quot]- Ah yavrularım! Ne kadar da Dedeniz gibi kokuyorsunuz! diye inledi.[/FONT]

[FONT=&quot]Sonra biraz toparlandı:[/FONT]

[FONT=&quot]- Babanız (Hz. Ali) nasıl?[/FONT]

[FONT=&quot]- Babamız seni görmek diler, dediler.[/FONT]

[FONT=&quot]Sonra Hz. Hasan sordu:[/FONT]

[FONT=&quot]- Dedemiz seni de çok severdi. Acaba O'nun hatırı için, bir şey istesek yapar mısın?[/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Bilâl çok şaşırdı:[/FONT]

[FONT=&quot]- Bu ne biçim söz! Bu kölenizden ne emredersiniz de, yerine getirmem![/FONT]

[FONT=&quot]- Bin defa estagfirullah! Fakat bütün Medîneliler gibi, biz de senden, bir defa da olsa ezân dinlemek istiyoruz. Ricâmız sadece buydu.[/FONT]

[FONT=&quot]- Anam, babam sizlere fedâ olsun! Başım, gözüm üstüne![/FONT]

[FONT=&quot]Medîneliler ayağa kalktı[/FONT]

[FONT=&quot]Ertesi sabah Bilâl-i Habeşî, son Ezânını Mescid-i Nebevî'de okudu. Yanık ve hasret dolu sesiyle:[/FONT]

[FONT=&quot]"Allahü ekber! Allahü ekber!" [/FONT][FONT=&quot]dediği zaman; bütün Medîne halkı ayağa kalktı.[/FONT]

[FONT=&quot]"Eşhedü en lâ ilâhe illallah!"[/FONT][FONT=&quot] ve "Eşhedü enne Muhammeden Resûlullah!" deyince kadın-erkek, genç-ihtiyar, çoluk-çocuk, hattâ yataklarındaki hastalar bile, sokaklara fırladılar. Sanki, Peygamber efendimiz yaşıyor zannettiler.[/FONT]

[FONT=&quot]O günden beri dünyada, bir daha öyle ezân okunmadı. Bilâl-i Habeşî hazretleri de başka ezân okumadı. 641 senesinde Şam'da vefât etti.[/FONT]
__________________
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
icon14.gif
029 Resûlullahın sancaktarı: BÜREYDE BİN HASİB

[FONT=&quot]Resûlullahın sancaktarı:

[/FONT]
[FONT=&quot]BÜREYDE BİN HASİB


[/FONT]
[FONT=&quot]Eshâb-ı kirâmın büyüklerinden olup, Horasan taraflarında vefât eden en son sahâbîdir. İsmi Büreyde bin Eslem'dir.[/FONT]

[FONT=&quot]Resûlullah efendimiz, beraberinde Ebû Bekir-i Sıddîk ve onun azadlı kölesi Amir bin Fuheyre olduğu hâlde Medîne-i münevvereye doğru gidiyorlardı. Bu sırada Mekke müşrikleri, onları yakalamak için harekete geçtiler. Her tarafı aramaya başladılar. Yakalayıp getirene büyük mükâfatlar vadediyorlardı. [/FONT]

[FONT=&quot]İçimiz serinledi[/FONT]

[FONT=&quot]Hicret yolu üzerinde bulunan kabîleler, bu iş için seferber olmuşlardı. Büreyde bin Eslem de kendi kabîlesinden yetmiş kişiyle beraber bu işin peşine düşmüştü. Karşılaştıkları zaman, Resûlullah ona sordular: [/FONT]

[FONT=&quot]- Sen kimsin?[/FONT]

[FONT=&quot]- Büreyde.[/FONT]

[FONT=&quot]Bu cevap üzerine Resûlullah, Hz. Ebû Bekir'e dönüp buyurdu ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Yâ Ebâ Bekir, içimiz serinledi ve iyi oldu. [/FONT]

[FONT=&quot]Sonra tekrar Büreyde bin Eslem'e dönerek sordu: [/FONT]

[FONT=&quot]- Kimlerdensin?[/FONT]

[FONT=&quot]- Eslem kabîlesindenim.[/FONT]

[FONT=&quot]- Selâmetteyiz. Peki Eslem'in hangi kolundan?[/FONT]

[FONT=&quot]- Sehm kolundan.[/FONT]

[FONT=&quot]- Yâ Ebâ Bekir senin nasîbin çıktı.[/FONT]

[FONT=&quot]- Ya sen kimsin? [/FONT]

[FONT=&quot]- Allahü teâlânın Resûlü Muhammed'im. Seni Allahü teâlânın bir olduğuna ve benim de O'nun Resûlü olduğuma inanmaya da'vet ederim.[/FONT]

[FONT=&quot]Bunun üzerine Büreyde ve yanındakiler, Eşhedü enlâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resûlüh [Ben şehâdet ederim ki, Allahü teâlâdan başka ilâh yoktur. Muhammed O'nun kulu ve Resûlüdür] diyerek îmân ettiler. Büreyde sonra dedi ki:[/FONT]

[FONT=&quot]- Allahü teâlâya hamd ve senâlar olsun ki, bizler zorla değil, isteyerek Müslüman olduk.[/FONT]

[FONT=&quot]Büreyde ve yanındakilerin elinde az miktarda süt vardı. Bunu Resûlullaha takdîm ettiler. Resûlullah efendimiz ve yanındakiler bu sütten içtiler ve onlara hayır duâda bulundular. Resûlullah efendimiz o gece Büreyde'ye Meryem sûresinin baş tarafını öğretti. [/FONT]

[FONT=&quot]Büreyde ertesi gün Peygamber efendimize dedi ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Yâ Resûlallah yanınızda sancak olmadan Medîne'ye teşrif etmemiz uygun değildir.[/FONT]

[FONT=&quot]Daha sonra başındaki sarığı sancak gibi, mızrağın ucuna bağladı. [/FONT]

[FONT=&quot]Büreyde hazretleri Medîne-i münevvereye kadar Resûlullahın önlerinde, Livâ-i Muhammedîyi, ya'nî sancağı taşımıştır.[/FONT]

[FONT=&quot]Hayatım at sırtındadır[/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Büreyde, Resûlullah efendimiz ile beraber birçok savaşlara katılmış, Mekke'nin fethinde bulunmuştur. Ayrıca Resûlullahın Hz. Hâlid komutasında Yemen taraflarına gönderdiği orduda da yerini almıştır. [/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Büreyde Resûlullahın son zamanlarında Üsâme kumandasında Şam tarafına gönderdiği orduda da sancak taşımıştır. Böylece Resûlullahın sağlığında ilk ve son sancağını taşıyan sahâbi olmuştur. [/FONT]

[FONT=&quot]Büreyde hazretleri demiştir ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Benim damarlarımda cihâd kanı akmaktadır. Hayatım at sırtında geçer. [/FONT]

[FONT=&quot]683 tarihinde, Yezid zamanında vefât etti.[/FONT]
__________________
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
icon14.gif
030 Sahâbenin en çok hadîs bildirenlerinden: CÂBİR BİN ABDULLAH

[FONT=&quot]Sahâbenin en çok hadîs bildirenlerinden:

[/FONT]
[FONT=&quot]CÂBİR BİN ABDULLAH


[/FONT]
[FONT=&quot]Câbir bin Abdullah'ın babası Abdullah bin Amr, ikinci Akabe bî'atında İslâmiyeti kabûl etmiş ve Resûl-i ekrem efendimiz tarafından Benî Hasan'a temsilci olarak tâyin edilmişti. Bu sıralarda Câbir genç bir delikanlı idi. O da babası ile beraber Akabe'de bulunup bî'at etmişti. Yedi kızkardeşi olup, erkek kardeşi yoktu. Ümmü Ma'bed, kızkardeşlerinin en üstünü idi.[/FONT]

[FONT=&quot]Şehîd olmanı isterdim[/FONT]

[FONT=&quot]Câbir bin Abdullah hazretleri Bedir savaşına katılamadı. Uhud savaşına katılmak için Resûlullah efendimizden müsaade istedi. Resûlullah efendimiz, babasından izin alabilirse katılmasına müsaade edeceğini bildirdi.[/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Câbir babasından izin isteyince, babası, kızlarının kimsesiz kalmaması için oğlunu harbe iştirakten menederek dedi ki:[/FONT]

[FONT=&quot]- Oğlum, şu kızların kimsesiz kalmaların düşünmesem, gözümün önünde senin şehîd olmanı isterdim.[/FONT]

[FONT=&quot]Abdullah, oğlu Câbir'in şehîd olduğunu göremedi, ama kendisi bu savaşta şehîd oldu. [/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Câbir şöyle anlatır:[/FONT]

[FONT=&quot]"Babam, Uhud'da şehîd olmuştu. Kızkardeşim bana bir deve vererek dedi ki:[/FONT]

[FONT=&quot]- Git, babamızı bu devenin üzerinde taşı. Onu Selemeoğullarının kabristanına göm![/FONT]

[FONT=&quot]Ben de deveyi alarak harb meydanına gittim. Yanımda birkaç kişi daha vardı. Resûl-i ekrem efendimiz babamı, harb yerinden alarak aile kabristanına götürmek istediğimi anladılar. O sıralarda Resûl-i ekrem Uhud'da bulunuyorlardı. Beni huzûrlarına çağırdılar ve buyurdular ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Nefsim yed-i kudretinde olan Allahü teâlâya yemîn ederim ki; Abdullah da arkadaşları ile gömülecektir.[/FONT]

[FONT=&quot]Resûl-i ekremin bu sözü üzerine, ben de babamı taşımaktan vazgeçtim. Onu Uhud şehîdleri ile birlikte gömdüm." [/FONT]

[FONT=&quot]Allahü teâlâ diriltti[/FONT]

[FONT=&quot]Câbir bin Abdullah şöyle anlatır: [/FONT]

[FONT=&quot]"Babam şehîd olunca Resûlullah efendimiz bana sordu:[/FONT]

[FONT=&quot]- Ey Câbir! Sana müjde vereyim mi?[/FONT]

[FONT=&quot]- Evet yâ Resûlallah.[/FONT]

[FONT=&quot]- Baban Uhud'da şehîd olunca, Allahü teâlâ onu diriltti ve, "Ey Abdullah! Sana ne yapmamı arzû edersin" diye sordu. O da, "Yâ Rabbî! Ben sana hakkıyla kulluk edemedim. Beni dünyaya döndürmeni ve yine senin yolunda çarpışarak tekrar şehîd olmayı arzû ederim" dedi. Allahü teâlâ da, "Ben, şehîdler geri dönmiyecekler diye hükmettim" buyurdu. "Öyle ise yâ Rabbî, geride kalanlara bunu ulaştır" dedi.[/FONT]

[FONT=&quot]Bunun üzerine Âl-i İmrân sûresi 169 - 171. âyetleri nâzil oldu."[/FONT]

[FONT=&quot]Uhud şehîdlerinin kabri 46 yıl sonra su çıkarmak sebebiyle açılmak durumunda kalmıştı. Câbir bin Abdullah, babasının kabri açıldığında, babasını uyur gibi bulduğunu, az veya çok hiç bir değişikliğe uğramadığını, yüzünün siyah beyaz çizgili bir kefenle, ayaklarının da üzerlik otuyla örtülü bulunduğunu, aradan 46 yıl geçtiği hâlde, her ikisinin de, hiç değişmemiş olduğunu gördüğünü söyler.[/FONT]

[FONT=&quot]Câbir bin Abdullah'ın babası şehîd olduğu zaman bir hayli borcu vardı. Bu borçların mühim bir kısmı, etrafta oturan Yahûdîlere idi. Babasının şehâdetinden sonra, alacalılar, Câbir bin Abdullah'ı sıkıştırarak alacaklarını istemişlerdi. Fakat Câbir bin Abdullah'ın elinde, babasından kalan ufak bir hurmalıktan başka bir şey yoktu. Buradaki hurmalar da borcunu ödeyecek miktarda değildi.[/FONT]

[FONT=&quot]Çok zor durumda kalan Câbir bin Abdullah, hâlini insanların en merhametlisi olan Peygamber efendimize giderek arzetti: [/FONT]

[FONT=&quot]- Yâ Resûlallah! Babam Uhud'da şehîd oldu. Büyük miktarda da borç bıraktı. Alacaklılar sıkıştırıyorlar. Yardım ediniz de borcun bir kısmı gelecek seneye kalsın.[/FONT]

[FONT=&quot]Resûlullah efendimiz teşrif edecek[/FONT]

[FONT=&quot]Resûl-i ekrem efendimiz teklifini kabûl buyurarak, bir kısım hurma toplanmasını ve kendilerine haber verilmesini buyurdular.[/FONT]

[FONT=&quot]Câbir bin Abdullah evine gelerek hazırlık yaptı ve hanımına da dedi ki:[/FONT]

[FONT=&quot]- Bize Resûlullah efendimiz teşrif edecek. Sakın onu rahatsız etmiyelim.[/FONT]

[FONT=&quot]Resûl-i ekrem efendimiz, Câbir bin Abdullah'ın evine gittiklerinde buyurdular ki:[/FONT]

[FONT=&quot]- Alacaklıları çağırın![/FONT]

[FONT=&quot]Alacaklıları geldi. Resûlullah efendimiz toplanan bir kısım hurmadan, hepsine haklarını verdikten sonra bir miktar hurma yine Câbir bin Abdullah'a kaldı. Peygamberimiz bu mu'cizeyi Eshâb-ı kirâma da anlatmasını Câbir bin Abdullah'a emir buyurdu.[/FONT]

[FONT=&quot]Bu arada Resûlullah efendimizin geldiğini perde gerisinden gören hanımı da dedi ki:[/FONT]

[FONT=&quot]- Yâ Resûlallah! Bana ve kocama duâ edin.[/FONT]

[FONT=&quot]Resûlullah efendimiz de, "Allahü teâlâ seni ve kocanı magfiret etsin" buyurdu.[/FONT]

[FONT=&quot]Resûlullah efendimiz gittikten sonra, Hz. Câbir hanımına dedi ki:[/FONT]

[FONT=&quot]- Ben sana Resûl-i ekrem efendimizi rahatsız etmiyelim dememiş miydim?[/FONT]

[FONT=&quot]Bunun üzerine hanımı da şöyle cevap verdi:[/FONT]

[FONT=&quot]- Resûl-i ekrem efendimiz evimize teşrif eder de, ben ondan kendime ve kocama nasıl duâ istemem? Biz zâten Resûlullahın himmet ve yardımı ile borçlarımızdan kurtulduk.[/FONT]

[FONT=&quot]Müslümanlar fethedecek[/FONT]

[FONT=&quot]Hendek gazâsında, Resûl-i ekrem efendimizin mâiyetinde bulunan Câbir bin Abdullah, o günleri şöyle anlatır:[/FONT]

[FONT=&quot]"Hendek muhârebesinde Resûl-i ekrem ile Eshâbı üç gün ağızlarına bir lokma koymamışlardı. Bu sırada Resûl-i ekreme dikkat ettim. Mübârek karınlarına taş bağlamışlardı. Hendek kazmakla meşgûl olan Eshâb, bir taş parçasını kıramadıklarını Peygamber efendimize haber verdiler.[/FONT]

[FONT=&quot]Peygamber efendimiz onlara, "Siz bu kaya parçasının üstüne biraz su serpiniz" buyurmuştu. Sonra külünkü almış ve kayaya üç defa vurmuşlar, her vuruşlarında kuvvetli bir ateş çıkmış, Yemen, İstanbul, Fâris illeri görünmüştü. Bunun hikmeti sorulduğu zaman Peygamberimiz, "Buraların Müslümanlar tarafından fethedileceğinin işâretidir" buyurmuştur.[/FONT]

[FONT=&quot]"Peygamber efendimiz Hendek gazâsında bir kayayı parçalarken, mübârek karnı açıldı. Açlıktan midesinin üzerine taş bağladığını gördük. [/FONT]

[FONT=&quot]Bu hâli görünce çok üzüldüm. Hemen Resûlullahın huzûruna varıp, izin aldım ve eve gidip hanıma dedim ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Resûlullahın öyle bir hâli vardı ki, dayanılır gibi değildir. Açlıktan karnına taş bağlamışlar. Evde yiyecek birşeyler var mıdır?[/FONT]

[FONT=&quot]- Biliyorsun evimizde bir oğlakla birkaç avuç arpadan başka bir şeyimiz yoktur.[/FONT]

[FONT=&quot]- Olsun, hiç olmazsa onları ikrâm edelim.[/FONT]

[FONT=&quot]Yemeğin ne kadardır [/FONT]

[FONT=&quot]Sonra hemen oğlağı kestim, arpayı el değirmeninde öğütüp un hâline getirdim. [/FONT]

[FONT=&quot]Hamur yapıp tandırda pişirdik. Eti de çömleğe koyup kaynatmaya başladık.[/FONT]

[FONT=&quot]Bu hazırlığı yaptıktan sonra, sevinçle Resûlullahın huzûruna varıp dedim ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Yâ Resûlallah, az bir yemeğim var. Yanınıza birkaç kişi alıp yemeğe gelebilir misiniz?[/FONT]

[FONT=&quot]Resûlullah efendimiz sordu: [/FONT]

[FONT=&quot]- Yemeğin ne kadardır?[/FONT]

[FONT=&quot]- Bir oğlak ve birkaç avuç arpa unu.[/FONT]

[FONT=&quot]- Yemeğin hem çok, hem de güzeldir. Hanımına söyle, ben gelinceye kadar tandırdan et çömleğini ve ekmeği çıkarmasın![/FONT]

[FONT=&quot]Sonra da mücâhidlere dönüp buyurdu ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Ey Hendek halkı! Kalkınız, Câbir'in ziyâfetine gideceğiz.[/FONT]

[FONT=&quot]Bu emir üzerine Eshâb-ı kirâm toplandı. Peygamber efendimiz önde olmak üzere bizim eve doğru gelmeye başladılar. Ben bunlardan önce eve varıp hanıma dedim ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Peygamber efendimiz Eshâb-ı kirâmın hepsini alıp yemeğe geliyor. Biliyorsun yemeğimiz az. Şimdi ne yapacağız?[/FONT]

[FONT=&quot]- Resûlullah sana yemeğin ne kadar olduğunu sordu mu?[/FONT]

[FONT=&quot]- Sordu. Ben de durumu olduğu gibi anlattım.[/FONT]

[FONT=&quot]- Eshâb-ı kirâmı sen mi da'vet ettin, yoksa Resûlullah efendimiz mi?[/FONT]

[FONT=&quot]- Resûlullah efendimiz da'vet etti.[/FONT]

[FONT=&quot]- O zaman endişe edilecek bir şey yoktur.[/FONT]

[FONT=&quot]Herkese yeten yemek [/FONT]

[FONT=&quot]Biraz sonra Peygamber efendimiz kalabalık bir topluluk ile kapıya geldi.[/FONT]

[FONT=&quot]Peygamber efendimiz, önce etin ve ekmeğin bereketli olması için duâ buyurdu. Sonra tandırdan indirmeden bizzat elleri ile yemeği ve ekmeği dağıttı. [/FONT]

[FONT=&quot]Bütün Eshâb-ı kirâm doyuncaya kadar yediler. Yemîn ederim ki, binden fazla kişi yemek yedi, fakat ne ette, ne de ekmekte bir eksilme olmadı. Yemeği ve ekmeği sonra komşulara dağıttık.[/FONT]

[FONT=&quot]Câbir’in babası Uhud’da şehîd olunca, kardeşleri kimsesiz kaldı. Bunun üzerine Hz. Câbir dul bir kadın olan Süheyme binti Mes’ud ile evlendi. Yedi kız kardeşine bakabilmek için böyle dul birini tercih etmişti. Resûlullah bunu duyunca buyurdu ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Ey Câbir! Demek babandan sonra evlendin.[/FONT]

[FONT=&quot]- Evet yâ Resûlallah.[/FONT]

[FONT=&quot]- Dul mu aldın, yoksa kız mı?[/FONT]

[FONT=&quot]- Dul aldım yâ Resûlallah.[/FONT]

[FONT=&quot]- Kız alsaydın daha iyi olmaz mıydı?[/FONT]

[FONT=&quot]- Yâ Resûlallah! Babam Uhud’da şehîd olunca geride yedi kız çocuğu bıraktı. Doğrusu, ben yaşlı bir kadınla evlenmeyi, onun da, çocukları başına toplamasını, onların saçlarını, başlarını taramasını, onlar üzerinde bir mürebbiye olmasını daha hayırlı buldum. [/FONT]

[FONT=&quot]İsâbet ettin[/FONT]

[FONT=&quot]Bunun üzerine Resûlullah efendimiz şöyle buyurmuştur: [/FONT]

[FONT=&quot]- İsâbet ettin. Allahü teâlâ zevceni hakkında hayırlı ve mübârek kılsın.[/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Câbir yakışıklı, sevimli, güzel ahlâklı, sünnet-i seniyyeye uymakta çok gayretli, merhametli, nazik, gönül alıcı muhterem birisiydi. Hz. Câbir’in evi, Mescid-i Nebîden 2 kilometre uzak olmasına rağmen her namazı Peygamber efendimizle, Mescid-i Nebîye gelerek kılardı. Hakkı söylemekte adâletten ayrılmaz, emr-i ma’rûf ve nehy-i münkeri bildirmekte çok gayret gösterirdi. Resûl-i ekremin nasıl namaz kıldığını görmek isteyen ona gelir, Hz. Câbir de onlara ta’rîf ederdi.[/FONT]

[FONT=&quot]Şöyle anlatır:[/FONT]

[FONT=&quot]“Resûl-i ekrem Mekke’de on sene kalarak, herkesin toplandığı Ukaz ve Mecenne gibi panayırlarda ve Minâ dağına çıkarak halka hitâben, (Rabbimin, risâletini tebliğ için bana kim yardım ederse, Cenneti kazanır) derdi. Fakat, Ebû Cehil, Ebû Leheb gibi kâfirler, “Bizi bunun için mi çağırdın, sakın inanmayın!” diyerek insanları aldatırlardı. [/FONT]

[FONT=&quot]Nihâyet biz Medîne’den gelerek Resûl-i ekremi bulup, O’na inanmış ve şehrimize da’vet ederek yardım etmiştik. Müslüman olanlara Resûl-i ekrem, Kur’ân-ı kerîm okurdu. Onlar da döndüklerinde âilelerine İslâmiyeti tebliğ eder, onların îmân ile şereflenmelerini sağlarlardı. [/FONT]

[FONT=&quot]Gönülleri îmân ile dolu olan ve Peygamberimizi herşeyden çok seven Müslümanlar toplanarak dediler ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Resûl-i ekreme müşrikler tarafından hakâret, eziyet edilmesine ne zamana kadar müsaade edeceğiz?[/FONT]

[FONT=&quot]Size bî'at edeceğiz[/FONT]

[FONT=&quot]Bunun üzerine içimizden 70 kişi hac mevsiminde Medîne’den hareket ederek Resûl-i ekrem’i bulduk. Resûl-i ekrem ile Akabe’de mülâkat etmek üzere anlaştık. Birer, ikişer o mevkide toplandık. Resûl-i ekreme, kendilerine bî’at etmek istediğimizi arzettik. Resûl-i ekrem buyurdu ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Bana iyi ve fenâ zamanlarda itâat etmek, darlık ve bolluk zamanında infâk etmek, emr-i bil ma’rûf ve nehy-i anil münkere riâyet etmek, her sözü Allahü teâlâ için söyliyerek bu yolda birşeyden korkmamak, bana yardım etmek, canlarınızı, mallarınızı, çocuklarınızı nelerden koruyorsanız beni de öyle korumak üzere bî’at ediniz, mükâfâtınız Cennettir. [/FONT]

[FONT=&quot]Resûlullah efendimiz sözlerini bitirdikten sonra kalkıp ona bî’at ettik.” [/FONT]

[FONT=&quot]Câbir bin Abdullah Bî’at-ı Rıdvân’da da bulundu. Kendisi nakleder: [/FONT]

[FONT=&quot]“Resûlullah efendimiz buyurdu ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Ağaç altında benimle sözleşenlerden hiçbiri Cehenneme girmez!” [/FONT]

[FONT=&quot]Bu hastalıktan vefât etmiyeceksin[/FONT]

[FONT=&quot]Birgün Hz. Câbir hastalanmıştı. Resûlullah efendimiz kendisini ziyârete geldi. Baygın vaziyette yatan Câbir’in yüzüne su serperek ayılttı. [/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Câbir bu sırada yedi kız kardeşinden hangisine ne miktarda mîrâs bırakabileceğini Peygamber efendimize sordu. Resûl-i ekrem efendimiz buyurdu ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Yâ Câbir, sen bu hastalıktan vefât etmiyeceksin! [/FONT]

[FONT=&quot]Nitekim öyle oldu.[/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Câbir ihtiyarladığında gözleri zayıflamıştı. Genellikle iki oğlunun koluna girerek yürürdü. [/FONT]

[FONT=&quot]Bir gün fitne çıkaran ba’zı kimseler karşısına çıktı. Tam o sırada Hz. Câbir’in ayağı kaydı. İki oğlu hemen sımsıkı babalarını kollarından kavrıyarak düşmesine mâni oldular. Bu sırada Hz. Câbir buyurdu ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Resûlullah efendimizi korkutmaya yeltenenlerin vay hâline! [/FONT]

[FONT=&quot]Bunu işiten oğulları dediler ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Peygamber efendimiz vefât etmiştir. Onu korkutmak nasıl mümkün olur? [/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Câbir de şöyle cevap verdi: [/FONT]

[FONT=&quot]- Peygamber efendimizden işittim. “Medîne halkını korkutanlar beni korkutmaya çalışmış olurlar” buyurdu.[/FONT]

[FONT=&quot]Resûlullah efendimiz Câbir bin Abdullah’ı çok sever, sık sık ziyâretine gelirdi. Câbir bin Abdullah anlatır: “Resûlullah efendimiz bize geldi. Evde, saçları dağınık biri vardı. Bunu görünce buyurdu ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Bu, saçlarını düzeltecek birşey bulamamış mı?[/FONT]

[FONT=&quot]Elbisesi kirli birini de görünce buyurmuştu ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Elbisesini yıkayacak birşeyi yok mu?” [/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Câbir diyor ki: [/FONT]

[FONT=&quot]“Yolculukta, arkadaşlarımdan birinin başı yaralandı. “Muska yapmak câiz olur mu?” dedi. “Câiz olmaz, başını yıka” denildi. Yıkadı ve öldü. Medîne’ye gelince, Resûlullah efendimize haber verdik. Buyurdu ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Onun ölümüne sebep oldular. Bilmediklerini niçin sorup öğrenmediler? Cehlin ilâcı, sorup öğrenmektir!” [/FONT]

[FONT=&quot]Kuyruğunu sallıyarak gitti[/FONT]

[FONT=&quot]Câbir bin Abdullah bir koyun pişirdi. Resûlullah efendimiz Eshâb-ı kirâm ile beraber yediler.Resûlullah efendimiz buyurdu ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Kemiklerini kırmayınız.[/FONT]

[FONT=&quot]Resûlullah efendimiz, kemikleri toplayıp, mübârek ellerini üstüne koyup duâ etti. Allahü teâlânın izniyle koyun dirildi ve kuyruğunu sallıyarak gitti.[/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Câbir’in künyesi Ebû Abdullah veya Ebû Abdurrahman’dır. Annesinin ismi Nesibe’dir. 601 yılında Medîne’de doğmuş olup, 694 yılında 95 yaşında Medîne’de vefât etmiştir. Cenâze namazını Medîne vâlisi bulunan Hz. Osman’ın oğlu Ebân kıldırmıştır.[/FONT]
__________________
 
Üst Alt