Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Eshab-ı Kiram'ın Örnek Hayatı

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
icon14.gif
001 Eshâb-ı kirâm kimdir?


ESHÂB-I KİRÂM KİMDİR?


Peygamber efendimizi hayatta iken ve peygamber olarak bir ân gören, eğer âmâ ise bir ân konuşan mü'mine"Sahâbî" denir. Birkaç tânesine “Eshâb” veya “Sahâbe” denir. Hürmet olarak Eshâb-ı kirâm denir. Peygamberimizi, kâfir iken görüp de, Resûlullahın vefâtından sonra îmâna gelen veya Müslüman iken, sonra mürted olan ya’nî Müslümanlıktan çıkan sahâbî olamaz.

Zaten Peygamber efendimiz, Eshâbından hiçbirinin sonradan kâfir olmıyacağını, ya'nî Müslümanlıktan çıkmıyacağını, hepsinin Cennete gideceklerini haber verdi.

Ehl-i sünnet âlimleri, Eshâb-ı kirâmı üçe ayırmıştır:

1. Muhâcirler: Mekke şehri alınmadan önce, Mekke’den veya başka yerlerden, vatanlarını, yakınlarını terk ederek, Medîne şehrine hicret edenlerdir.

2. Ensâr: Peygamber efendimize ve Muhâcirlere her türlü yardımda ve fedâkârlıkta bulunacaklarına söz veren Medîne şehrinde veya bu şehre yakın yerlerde bulunan Müslümanlardır.

3. Diğer Eshâb-ı kirâm: Mekke şehri alındığı zaman ve daha sonra Mekke’de veya başka yerlerde îmâna gelenlerdir.

Eshâb-ı kirâmın en üstünleri, Resûlullahın dört halîfesidir. Bunlardan sonra en üstünleri Cennet ile müjdelenmiş olan Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Talhâ, Zübeyr bin Avvâm, Abdurrahmân bin Avf, Sa’d bin Ebî Vakkâs, Saîd bin Zeyd, Ebû Ubeyde bin Cerrâh, ve Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin’dir.

Eshâb-ı kirâmın adedi: Mekke'nin fethinde on bin, Tebük Gazâsında yetmiş bin, Vedâ Haccında doksan bin ve Resûlullah efendimiz vefât ettiği zaman yeryüzünde yüz yirmi dört binden fazla sahâbî vardı. Bu konuda başka rivâyetler de vardır.

Allahü teâlâ, Eshâb-ı kirâmdan râzı olduğunu, onları sevdiğini Kur'ân-ı kerîmde bildiriyor. ve meâlen:

- Allah onlardan râzı, onlar da Allahtan râzıdır, ve:

- Hepsine hüsnâyı, Cenneti va'dettik, buyuruluyor. Allahü teâlânın sıfatları ebedîdir, sonsuzdur. Bu bakımdan Eshâb-ı kirâmdan râzı olması da sonsuzdur.Bunun için bu mübârek insanlardan bahsederken sıradan bir insandan bahseder gibi konuşmamalıdır. Her zaman edebli, terbiyeli olmalıdır.

Peygamber efendimizi sevenin, O'nun Ehl-i beytini ve Eshâbını, ya'nî arkadaşlarını da sevmesi lâzımdır. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:

- Sırât köprüsünden ayakları kaymadan geçenler, Ehl-i beytimi ve Eshâbımı çok sevenlerdir.

- Eshâbıma dil uzatmakta, Allahü teâlâdan korkunuz! Benden sonra onları kötü niyetlerinize hedef tutmayınız! Nefsinize uyup, kin bağlamayınız! Onları sevenler, beni sevdikleri için severler. Onları sevmiyenler, beni sevmedikleri için sevmezler. Onlara el ile, dil ile eziyet edenler, onları gücendirenler, Allahü teâlâya eziyet etmiş olurlar ki, bunun da muâhezesi, ibret cezâsı gecikmez, verilir.

- Allahü teâlânın, meleklerin ve bütün insanların la'neti, Eshâbıma kötü söz söyliyenin, üzerine olsun! Kıyâmette Allahü teâlâ, böyle kimselerin farzlarını da, nâfile ibâdetlerini de kabûl etmez!

- Kıyâmette, insanların hepsinin kurtulma ümidi vardır. Eshâbıma söğenler bunlardan müstesnâdır. Onlara Kıyâmet halkı da la'net eder.

Eshâb-ı kirâm, seçilmiş insanlardı. Üstünlükleri diğer ümmetlerden çok fazlaydı. Meselâ, Hz. Ebû Bekir, Peygamberlerden sonra insanların en üstünü idi. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:

- Allahü teâlâ, beni bütün insanlar arasından ayırıp seçti. Bana eshâb ve akrabâ olarak en iyi insanları seçti. Bunlardan sonra, birçok kimse gelir ki, eshâbıma ve akrabâma dil uzatırlar. Onlara yakışmıyan iftirâlar söyliyerek, kötülemeye uğraşırlar. Böyle kimselerle oturmayınız! Birlikte yiyip içmeyiniz! Bunlardan kız alıp vermeyiniz.

Eshâb-ı kirâmın herbirinin ismini hürmetle, saygı ile söylemelidir. Birinin adı söylenince “radıyallahü anh= Allah ondan râzı olsun” denir. İkisi için “radıyallahü anhümâ= Allahü teâlâ o ikisinden râzı olsun” Birkaçı veya hepsi söylenince “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecmaîn” veya kısaca “radıyallahü anhüm= Allah onların hepsinden râzı olsun” denir.

__________________
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
icon14.gif
002 Peygamberimizin amcası: ABBÂS BİN ABDÜLMUTTALİB


Peygamberimizin amcası:


ABBÂS BİN ABDÜLMUTTALİB

[FONT=&quot]Hz. Abbâs, gençlik zamanında, ticâretle uğraştı ve çok zengin oldu. Kardeşlerinin içinde en zengini oydu. Abisi Ebû Tâlib’in ise mâli durumu çok kötü idi. Resûlullah efendimizin teklîfi ile Ebû Tâlib’in oğlu Ukayl’in yetişmesine yardımcı oldu ve abisinin yükünü hafifletti.


[FONT=&quot]Resûlullah efendimiz, İslâmiyeti anlatmaya başlayınca, Hz. Abbâs muhâlefet etmeyip, akrabâlık şefkatinden dolayı, Peygamber efendimize yardımda bulundu ve destek oldu. [/FONT]

Biz Onu koruduk

[FONT=&quot]Müslüman olmadığı hâlde, Akabe bî’atında Peygamber efendimizin yanında bulunup, orada te’sîrli konuşmalar yaptı. Bî’at etmek için gelen Medîneli Müslümanlara şöyle hitâb etti: [/FONT]

[FONT=&quot]- Ey Medîneliler! Bu, kardeşimin oğludur. İnsanların içinde en çok sevdiğim Odur. Eğer, Onu tasdîk edip, Allahtan getirdiklerine inanıyor ve beraberinizde alıp götürmek istiyorsanız, beni tatmîn edecek sağlam bir söz vermeniz lâzımdır. [/FONT]

[FONT=&quot]Bildiğiniz gibi, Muhammed aleyhisselâm bizdendir. Biz, Onu, Ona inanmıyan kimselerden koruduk. O, bizim aramızda izzet ve şerefiyle korunmuş olarak yaşamaktadır. Bütün bunlara rağmen, herkesten yüz çevirmiş ve sizinle beraber gitmeye karar vermiş bulunmaktadır. [/FONT]

[FONT=&quot]Eğer siz, bütün Arap kabîlelerinin birleşip, üzerinize hücûm ettiğinde, onlara karşı koyacak kadar savaş gücüne sahipseniz, bu işe karar veriniz! Bu husûsu aranızda iyice görüşüp konuşunuz. Sonradan ayrılığa düşmeyiniz! Verdiğiniz sözde durup, Onu düşmanlarından koruyabilecek misiniz? [/FONT]

[FONT=&quot]Bunu lâyıkıyla yapabilirseniz ne âlâ. Yok, Mekke’den çıktıktan sonra Onu yalnız bırakacaksanız, şimdiden bu işten vazgeçiniz ki, yurdunda şerefiyle korunmuş hâlde yaşasın! [/FONT]

[FONT=&quot]Buna karşılık Medîneli Müslümanlar, “Biz, Resûlullahı malımız ve canımız pahasına koruyacağız. Biz, bu sözümüzde sâdıkız” dediler ve Resûlullah efendimize bî’at ettiler. Sonra Hz. Abbâs şöyle duâ etti: [/FONT]

[FONT=&quot]- Allahım! Sen onların, yeğenim hakkında verdikleri sözü, Onu korumak için ettikleri yemîni işiten ve görensin. Kardeşimin oğlunu sana emânet ediyorum yâ Rabbî! [/FONT]

[FONT=&quot]Peygamber efendimizin amcası olan Hz. Abbâs çok zengin olup, çok cömert idi. İkrâm ve ihsânları çok meşhûr idi. Fakîr, fukarâyı sevindirmeyi çok severdi. Özellikle köle satın alıp, azâd etmekten çok memnun olurdu. Yetmiş kadar köle azâd etmiştir.[/FONT]

[FONT=&quot]Yakın akrabâyı ziyâret etmeye, onların haklarına riâyete çok dikkat ederdi. Peygamber efendimiz, kendisini çok severdi. Bir defasında buyurdu ki: [/FONT]

- Allahım, Abbâs’ı ve oğullarını magfiret eyle ve bağışla! Öyle ki, hiç günâhları kalmasın! Yâ Rabbî, onu ve oğullarını meydana gelecek âfet ve belâlardan koru!

Akrabâlık hakkı

[FONT=&quot]Peygamber efendimiz birgün, Hz. Abbâs’a sordu: [/FONT]

- Sana bir ihsânda bulunayım mı? Sana, akrabâlık hakkını ödeyip faydalı olayım mı?

[FONT=&quot]- Evet yâ Resûlallah![/FONT]

- Sana bir şey öğreteyim ki, onu yaptığın zaman, eski- yeni, önceki-sonraki, gizli-açık, hatâen veya kasten işlediğin bütün günâhları Allahü teâlâ affeder.

[FONT=&quot]- Yâ Resûlallah öğreteceğin bu şey nedir?[/FONT]

- Dört rek’atli namaz kıl! Her rek’atte, sübhânekeden sonra on defa, (Sübhânallahi velhamdülillâhi velâ ilâhe illâllahü vallahü ekber) dersin. Fâtiha’dan sonra bir zammı sûre okuyup ayakta iken onbeş defa tekrar, (Sübhânallahi velhamdülillâhi velâ ilâhe illâllahü vallahü ekber) dersin!

Rükü’a eğilince bunu on defa söylersin! Rükü’dan kalktığında ayakta olduğun hâlde, bunu on defa söylersin! Sonra secdeye varır, orada on defa söylersin! Secdeden kalkıp oturduğunda on defa söylersin! Tekrar secdeye vardığında on defa söylersin!

Sonra ikinci rek’ata kalkarsın! Birinci rek’attaki gibi dört rek’atı da kılarsın! Bu her rek’atta yetmişbeş, dört rek’atta üçyüz eder. Artık senin günâhların Alic’in (yürümekle dört gecede katedilen kumluk bir yer) kumlarının sayısı kadar da olsa, Allahü teâlâ seni bağışlar. Bunu hergün bir defa kılmaya gücün yeterse kıl!

[FONT=&quot]- Yâ Resûlallah, bunu hergün yapmaya kimin gücü yeter?[/FONT]

- Hergün kılmaya gücün yetmezse, her Cum’a bir defa kıl! Her Cum’a kılamazsan, ayda bir defa kıl! Ayda bir defa kılamazsan senede bir defa kıl! Senede bir defa kılamazsan ömründe bir defa olsun kıl!

Kazâ borcu olanlar

[FONT=&quot]Kazâ borcu olan, nâfile namaz yerine kazâ namazlarını kılarak, önce borcunu ödemelidir! Çünkü kazâ borcu olanların nâfilelerine sevâb verilmez.[/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Abbâs, Kureyş’in ileri gelenlerinden ve reislerinden idi. Mescid-i Harâmın tâmirâtı ve gelen hacılara su dağıtmak (sikâye) hizmetini yürütürdü. Müslüman olduktan sonra da bu vazîfeyi devam ettirdi. Hz. Abbâs ve kardeşleri, hac mevsiminde zemzem kuyusu önünde dururlar, isteyenlere, kuyudan su çekip verirlerdi.[/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Abbâs, Peygamber efendimizin en çok sevdiği amcalarındandır. Abdülmuttalib’in en küçük oğludur. Peygamber efendimizden üç yaş büyüktür.[/FONT]

Kurtuluş akçesi

[FONT=&quot]Bedir savaşında daha Müslüman olmamıştı. Müşriklerin zoruyla savaşa sokuldu. Savaş sonunda, esîr edilip Medîne’ye götürüldü. Peygamber efendimiz kendisine buyurdu ki: [/FONT]

- Ey Abbâs, kendin, kardeşinin oğlu Ukayl bin Ebû Tâlib ve Nevfel bin Hâris için kurtuluş akçesi öde! Çünkü sen zenginsin.

[FONT=&quot]- Yâ Resûlallah, ben Müslümanım. Kureyşliler beni zorla Bedir’e getirdiler.[/FONT]

- Senin Müslümanlığını Allahü teâlâ bilir. Doğru söylüyorsan Allah sana elbette onun ecrini verir. Fakat senin hâlin, görünüş i’tibâriyle, aleyhimizedir. Bunun için sen kurtuluş akçesi ödemelisin!

[FONT=&quot]- Yâ Resûlallah, yanımda 800 dirhemden başka param yoktur.[/FONT]

- Yâ Abbâs, o altınları niçin söylemiyorsun?

[FONT=&quot]- Hangi altınları?[/FONT]

- Hani sen Mekke’den çıkacağın gün, hanımın Hâris’in kızı Ümmül Fadl’a verdiğin altınlar. Onları verirken, yanınızda sizden başka kimse yoktu. Sen, Ümmül Fadl’a, “Bu seferde başıma ne geleceğini bilmiyorum. Eğer bir felâkete duçar olup da dönemezsem, şu kadarı senindir. Şu kadarı Fadl içindir. Şu kadarı Abdullah içindir. Şu kadarı Ubeydullah içindir. Şu kadarı da Kusem içindir” dediğin altınlar?

[FONT=&quot]Peygamber efendimiz altınlar hakkında bu kadar teferruatlı bir şekilde bilgi verince, Hz. Abbâs çok şaşırdı:[/FONT]

[FONT=&quot]- Allaha yemîn ederim ki, ben bu altınları hanımıma verirken yanımızda kimse yoktu. Bunları sen nereden biliyorsun?[/FONT]

- Allahü teâlâ haber verdi.

[FONT=&quot]- Senin, Allahü teâlânın Resûlü olduğuna şimdi gerçekten inandım. Doğru söylediğine şehâdet ederim.[/FONT]

[FONT=&quot]Hemen Kelime-i şehâdet getirerek Müslüman oldu.[/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Abbâs Müslüman olunca, Resûlullah onu Mekke’de görevlendirdi. Müslüman olduğunu kimseye söylemedi. Mekke’de olup bitenleri, gizlice Peygamber efendimize bildirirdi. Bir zaman sonra Peygamber efendimizin hasretine dayanamayıp, Medîne’ye gelmek istediğini mektupla bildirdiğinde, Peygamber efendimiz buyurdu ki: [/FONT]

- Senin bulunduğun yerdeki cihâdın daha güzel ve faydalıdır.

Muhâcirlerin sonuncusu

[FONT=&quot]Hz. Abbâs, Mekke’nin fethine dâir yapılan hazırlıkların son safhada olduğunu haber alınca, artık Mekke’de kalmayı lüzûmlu bulmayıp, fetihten az bir zaman önce Medîne’ye hicret için yola çıktı. Zü’l-huleyfe’de Resûlullaha kavuştu. [/FONT]

[FONT=&quot]Âilesini Medîne’ye gönderip, kendisi Mekke’nin fethinde, Peygamber efendimizin yanında bulundu. Peygamber efendimiz ona buyurdular ki: [/FONT]

- Ey Abbâs! Ben, Peygamberlerin sonuncusu olduğum gibi, sen de muhâcirlerin sonuncususun.

[FONT=&quot]Hz. Ebû Süfyân, Mekke’nin fethi sırasında Müslüman oldu. Kendisiyle Hz. Abbâs ilgilendi. Ebû Süfyân, Müslümanların bir sabah vakti namaz için coşkun hazırlıklarını görünce dedi ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Ey Abbâs! Müslümanlara yeni bir şey mi emredildi?[/FONT]

[FONT=&quot]- Hayır, onlar namaza hazırlanıyorlar. [/FONT]

[FONT=&quot]Daha sonra Ebû Süfyân’a abdest aldırıp, Resûlullaha götürdü. Resûl aleyhisselâm namaz için cemâ’atin önüne geçip tekbîr aldı. Cemâ’at da büyük bir vecd içinde Ona uydu. Onların rükü ve secdedeki hâllerini gören Ebû Süfyân dedi ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Ey Abbâs! Böyle itâati ne İran saraylarında, ne Rum diyârlarında gördüm. Doğrusu, yeğenin büyük bir hükümdâr olmuş.[/FONT]

[FONT=&quot]Bunun üzerine Hz. Abbâs dedi ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Ey Ebû Süfyân! Bu iş saltanat değil, nübüvvettir.[/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Abbâs, Resûlullahın yakını olması sebebiyle, Eshâb-ı kirâm arasında ayrı bir yeri vardı. Sözü dinlenirdi.[/FONT]

[FONT=&quot]Peygamber efendimiz vefât edince, Eshâb-ı kirâmın aklı başından gitti. Mescidde ağlaşmaya başladılar. Hiç kimsenin inanası gelmiyordu.[/FONT]

[FONT=&quot]Hele Hz. Ömer, tamamen kendinden geçmiş bir hâlde idi. Peygamber efendimizin mübârek yüzüne bakıp, “Resûlullah bayılmış, fakat baygınlığı çok ağır” diyordu. Ölüm sözünü ağzına almadığı gibi, kimsenin de söylemesini istemiyordu. Dışarı çıkıp dedi ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Kim, “Resûlullah öldü” derse, kılıcımla boynunu vururum![/FONT]

Duyan var mı?

[FONT=&quot]Hz. Ebû Bekir ile Hz. Abbâs’ın Eshâb-ı kirâm arasında bir ağırlığı vardı. Eshâb-ı kirâmı ancak bunlar teskîn edebilirdi. Bunun için beraber mescide gittiler. Hz. Abbâs buyurdu ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Ey insanlar! Resûlullahın, “Ben vefât etmiyeceğim” dediğini içinizde duyan var mı?[/FONT]

[FONT=&quot]- Hayır böyle bir söz duymadık.[/FONT]

[FONT=&quot]Sonra Hz. Ömer’e dönüp sordu: [/FONT]

[FONT=&quot]- Yâ Ömer, bu husûsta sen birşey duydun mu?[/FONT]

[FONT=&quot]- Hayır duymadım.[/FONT]

[FONT=&quot]Sonra Eshâb-ı kirâma dönüp buyurdu ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Hiç kimse Resûlullahın vefât etmiyeceğini söyleyemez. Cenâb-ı Hakka yemîn ederim ki, Resûlullah ölümü tatmış bulunmaktadır. Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîmde, “Muhakkak, sen de öleceksin, onlar da ölecektir”buyurmaktadır. Resûlullah efendimiz, İslâmiyetin bütün hükümlerini tamamladıktan sonra aramızdan ayrıldı. Artık kendimize gelip, defin işlerini tamamlayalım.[/FONT]

[FONT=&quot]Sonra, Hz. Ebû Bekir de buna benzer konuşmalar yaptı. Böylece Eshâb-ı kirâmın aklı başlarına geldi.[/FONT]

[FONT=&quot]Hayber gazâsından sonra, Haccâc bin İlât hazretleri, Peygamber efendimizin huzûruna gelip dedi ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Yâ Resûlallah, benim Mekke’de çoluk çocuğum, mallarım var. Bunları buraya getirmek istiyorum. Fakat, benim Müslüman olduğumu öğrenirlerse, bunları vermezler. Mekke’ye gittiğimde, sizin hakkınızda uygun olmayan sözler söylesem uygun olur mu?[/FONT]

[FONT=&quot]Bunun üzerine Peygamber efendimiz izin verdi.[/FONT]

Zafere ulaştı

[FONT=&quot]Bu izin üzerine Mekke’ye gelip, Peygamber efendimizin esîr alındığını, öldürülmesi için Mekke’ye getirileceğini söyledi.[/FONT]

[FONT=&quot]Bu habere müşrikler çok sevindi. Hz. Abbâs ise, haberi alır almaz, üzüntüsünden bayıldı. Kendinden geçmiş bir hâlde evine götürdüler. Bir müddet sonra kendine geldiğinde, işin aslını öğrenmek için, kimsenin bulunmadığı bir zamanda, Haccâc’ı evine çağırdı. Hz. Abbâs’ın perişan hâlini gören Haccâc dedi ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Yâ Abbâs sana müjde! Resûlullah, Hayber’de zafere ulaştı. Ben mallarımı kurtarmak için Resûlullahtan izin alarak böyle söyledim. Buradan ayrıldıktan üç gün sonra, yaptığım hîleyi onlara söyleyebilirsin.[/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Abbâs, Mekke’nin fethinden sonra yapılan Huneyn gazâsında da, Peygamber efendimizin yanından ayrılmadı. İslâm ordusu, sabah gün ışımadan çukur ve geniş bir vâdiden aşağı iniyordu. Düşman ordusu, önceden oraya geldiği için, vâdinin her iki yanında gizlenip pusu kurmuştu.[/FONT]

Resûlullahın yanından ayrılmadı

[FONT=&quot]Müslümanlar tam oraya geldiklerinde, düşman etraftan saldırmaya başladı. Müslümanlar ne olduklarını anlayamadılar. Bir an karışıklık oldu. Hz. Abbâs, Hz. Ebû Bekir ve birkaç kahraman, ölümü göze alıp, Resûlullahla birlikte bir adım gerilemediler.[/FONT]

[FONT=&quot]Bunun üzerine Peygamber efendimiz buyurdu ki: [/FONT]

- Yâ Abbâs! Sen onlara; “Ey Medîneliler! Ey Semüre ağacının altında bî’at eden sahâbîler!” [FONT=&quot]diye seslen![/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Abbâs, iri yapılı ve heybetli idi. Bağırdığı zaman sesi çok uzaklardan duyulduğu için, bütün gücüyle bağırdı:[/FONT]

[FONT=&quot]- Ey Medîneliler! Ey Semüre ağacının altında Peygamberimize söz veren Eshâb! Buraya toplanınız! Dağılmayınız![/FONT]

[FONT=&quot]Bunu işiten Eshâb-ı kirâm geri dönmek istediler. Fakat binek hayvanları öyle ürkmüşlerdi ki, ba’zıları hayvanlarını geri döndüremediler. Binek hayvanlarından kendilerini atmak mecbûriyetinde kaldılar. Müslümanlar toparlandılar ve şiddetli bir muhârebeden sonra düşman yenik düştü. Askerlerinin çoğu öldürüldü. Bir kısmı da esîr alındı.[/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Abbâs bin Abdülmuttalib, çok yiğit idi. Hz. Câbir anlatır: [/FONT]

[FONT=&quot]“Resûlullah efendimiz Tâif’e gittiğinde, oradaki halka, elçi olarak Hanzala bin Rebî’i göndermişti. Hanzala Tâiflilerle görüşürken, kendisini yakalayıp kaleye hapsetmek istediler. Bunu gören Resûl aleyhisselâm buyurdu ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Kim bunların elinden Hanzala’yı kurtarır? Bu işi başarana bütün gâzilerin sevâbı verilecektir.[/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Abbâs bin Abdülmuttalib yerinden fırlayıp, yıldırım gibi koştu. Hanzala’yı kaleye sokmak üzere olan Tâiflilere yetişerek, ellerinden aldı. Kaleden Hz. Abbâs’a taş atıyorlardı. Bu sırada Resûlullah efendimiz de, Hz. Abbâs’a duâ ediyordu. Hz. Abbâs yaralanmadan Hanzala’yı Resûlullaha getirdi.”

[/FONT]Fâizini kaldırdı

[FONT=&quot]632 senesinde Resûlullah efendimiz Eshâbıyla vedâ haccına gittiler. Peygamber efendimiz, vedâ hutbelerinde, sevgili amcasından da bahsettiler... Fâizin yasak olduğunu, ilk kaldırdığı fâizin, amcası Hz. Abbâs’ın fâizi olduğunu bildirdiler.[/FONT]

[FONT=&quot]Peygamber efendimizin vefâtından sonra mübârek cenâzelerini yıkamak üzere; Hz. Ali, Hz. Abbâs ve oğulları Fadl ve Kusem, Üsâme bin Zeyd ve Sâlih odaya girip kapıyı kapadılar. Peygamber efendimizi, gömleği üzerinde olduğu hâlde yıkamaya başladılar.[/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Abbâs ve oğulları su döküp, Peygamber efendimizi sağa, sola döndürdüler. Hz. Ali de yıkadı. Yıkadıkça, evin içine eşine rastlanmamış çok güzel bir koku yayıldı. Üç parça kefen ile kefenledikten sonra, vefât ettiği yere kabr-i şerîfi kazılıp, lahd şekline getirildi ve Resûlullah efendimizi, kabr-i şerîfine koydular.[/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Ömer, fetihlerden elde edilen ganîmetlerden, Hz. Abbâs’a hisse ayırırdı. Hz. Ömer, Mescid-i Nebevînin genişletilmesini istedi. Mescidin hemen yanında Hz. Abbâs’ın evi vardı. Halîfe bu evi satın almak istedi. Hz Abbâs ise evini hediye olarak verdi.[/FONT]

Ayağa kalkarlardı

[FONT=&quot]Hz. Ömer, Medîne’de kuraklık olunca, Hz. Abbâs’ın duâ etmesini istedi. Hz. Abbâs duâ edip, duâsı bereketiyle yağmur yağdı ve toprak yeşerdi. Bundan sonra Hz. Ömer buyurdu ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Abbâs, Allahü teâlâ ile bizim aramızda vesîledir.[/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Abbâs, Peygamber efendimize yakınlığı ve fazîletlerinin çokluğundan dolayı herkes tarafından sevilir, sayılır, hürmet edilir bir zât idi. Herkes kendisine imrenirdi. Dört büyük halîfe gibi büyük zâtlar, o gelince, hürmetlerinden ve tevâzularından ayağa kalkarlardı.[/FONT]

[FONT=&quot]Çok zengin idi. Medîne’ye yerleştikten sonra yapılan bütün muhârebelerde ve özellikle, Bizans’a karşı gerçekleştirilen seferde, İslâm ordusunun techîzi için çok yardım etti. [/FONT]

[FONT=&quot]Ziyâdesiyle cömert olup, ikrâm ve ihsânları çok idi. Köleleri satın alıp azâd eder ve böyle yapmayı çok severdi. Yetmiş köle azâd ettiği meşhûrdur. Yakın akrabâyı ziyâret etmeye, onların haklarını yerine getirmeye çok dikkat eder, muhtaç olanlara yardım ederdi.[/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Abbâs bin Abdülmuttalib, ömrünün sonunda göremez oldu. Hz. Osman’ın şehîd edilmesinden iki sene evvel, 652 senesinde 88 yaşında Medîne-i münevverede vefât etti. Cenâze namazını Hz. Osman kıldırdı. Bakî’ kabristanına defnedildi.[/FONT]

[FONT=&quot]Kızlarından başka on erkek evlâdı vardı. Bunların içinde, Abdullah bin Abbâs hazretleri ilimde çok yüksekti. Kızları içinde Ümmü Gülsüm ba’zı hadîs-i şerîfler rivâyet etti.[/FONT]

Hz. Âişe şöyle anlatır:

[FONT=&quot]“Resûlullah efendimiz Eshâb-ı kirâmı ile oturuyordu. Yanında Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer vardı. O esnâda Hz. Abbâs içeri girdi. Hz. Ebû Bekir ona yer verdi. Hz. Abbâs, Resûlullahla Ebû Bekir arasına oturdu. Resûl aleyhisselâm bu hareketinden dolayı Hz. Ebû Bekir’e buyurdu ki: [/FONT]

- Büyüklerin kıymetini büyükler bilir.”

Ben Abbâs'danım

[FONT=&quot]Peygamber efendimiz Hz. Abbâs hakkında yine buyurdular ki: [/FONT]

(Bu Abdülmuttalib oğlu Abbâs’dır. Kureyşte en cömert ve akrabâlık bağlarına en saygılı olandır.)

(Abbâs, bendendir. Ben Abbâs’danım.)

(Abbâs, amcamdır. Beni korumuştur. Ona ezâ eden, bana ezâ etmiş olur.)

(Abbâsoğullarından melikler olacak, ümmetimin başına geçecekler. Allahü teâlâ dîni onlarla azîz ve hâkim kılacak.)

[FONT=&quot]Hz. Abbâs bin Abdülmuttalib, ekseriyâ şöyle derdi: [/FONT]

[FONT=&quot]- Kendisine iyilik yaptığım hiç kimsenin kötülüğünü görmedim. Kendisine kötülük yaptığım hiç kimsenin de iyiliğini görmedim. Onun için, herkese iyilik ve ihsânda bulunun! Çünkü bunlar, sizi kötülüğün zararlarından korur.[/FONT]

[FONT=&quot]İbni Şihâb’dan bildirildiğine göre; Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer’in hilâfetleri sırasında, kendileri bir binek üzerinde iken Hz. Abbâs’a rastlarlarsa, bineklerinden inerler, onunla beraber gideceği yere kadar yürürler, sonra dönerlerdi.[/FONT][/FONT]

__________________
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
icon14.gif
003 Ensarın muhaciri diye tanınan sahabî: ABBAS BİN UBÂDE


Ensarın muhaciri diye tanınan sahabî:


ABBAS BİN UBÂDE


[FONT=&quot]Abbas bin Ubâde, Peygamber efendimizin davetini duyunca, Müslüman olmak için koşarak gelen Medineli ilk 12 kişiden biridir. Birinci Akabe biatında Müslüman olan altı Medineli, ikinci sene yanlarına altı arkadaş daha alıp, oniki kişi olarak Mekkeye geldiler.


Şimdiden yapınız!

[FONT=&quot]Peygamberimizle gece Akabede görüşmek üzere söz aldılar. Gece olunca buluştular ve aralarında anlaştılar. Hz. Abbas bin Ubâde, Peygamber efendimizle yapılan anlaşmayı pekiştirmek için arkadaşlarına dedi ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Ey Hazrecliler! Peygamber efendimizi niçin kabul ettiğinizi biliyor musunuz? [/FONT]

[FONT=&quot]Onlarda: "Evet" cevabını verdiler. Bunun üzerine sözlerine söyle devam etti: [/FONT]

- Siz Onu, hem sulh, hem de savaş zamanları için kabul edip, Ona tâbi oluyorsunuz. Eğer, mallarınıza bir zarar gelince, akraba ve yakınlarınız helak olunca, Peygamberimizi yalnız ve yardımsız bırakacaksanız, bunu şimdiden yapınız!

Vallahi, eğer böyle birşey yaparsanız dünyada ve ahirette helak olursunuz. Eğer davet ettiği şeyde, mallarınızın gitmesine ve yakın akrabalarınızın öldürülmesine rağmen, Peygamberimize bağlı kalacaksanız, Onu tutunuz. Vallahi bu, dünyanız ve ahiretiniz için hayırdır.

[FONT=&quot]Bu sözler üzerine arkadaşları da dediler ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Biz Peygamberimizi, mallarımız ziyan olsa da, yakınlarımız öldürülse de yine tutarız. Ondan hiçbir zaman ayrılmayız. Ölmek var, dönmek yok.[/FONT]

[FONT=&quot]Sonra Peygamber efendimize dönerek sual ettiler: [/FONT]

[FONT=&quot]- Ya Resulallah, biz bu ahdimizi, sözümüzü yerine getirirsek, bize ne vardır, diye sual ettiler.[/FONT]

[FONT=&quot]Peygamberimiz ise; "Cennet" buyurdular. [/FONT]

[FONT=&quot]Bundan sonra sıra ile Peygamberimize biat ettiler ve söz verdiler.[/FONT]

[FONT=&quot]Peygamberimiz Medineli Müslümanlardan su hususlarda söz aldı: [/FONT]

[FONT=&quot]Allahü teâlâya hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık etmemek, zina etmemek, çocukları öldürmemek, yalan söylememek, iftira etmemek, hayırlı işlere muhalefet etmemek.[/FONT]

[FONT=&quot]Medinelilerin Peygamber efendimize biat ettiği sırada Akabe tepesinden şöyle bir ses duyuldu: [/FONT]

[FONT=&quot]- Ey Minada konaklayanlar! Peygamber ile Müslüman olan Medineliler, sizlerle savaşmak üzere anlaştılar! [/FONT]

[FONT=&quot]Peygamberimiz, bu ses için buyurdu ki: [/FONT]

- Bu Akabenin şeytanıdır.

[FONT=&quot]Sonra seslenene de buyurdular ki: [/FONT]

- Ey Allahü teâlânın düşmanı! İsimi bitirince, senin hakkından gelirim!

Bu şekilde emrolunmadık

[FONT=&quot]Biat eden Medinelilere de buyurdu: [/FONT]

- Siz hemen konak yerlerinize dönün!

[FONT=&quot]Hz. Abbas bin Ubâde dedi ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Ya Resulallah, yemin ederim ki, istediğin takdirde, yarın sabah, Minada bulunan kâfirlerin üzerine kılıçlarımızla eğilir, onların hepsini kılıçtan geçiririz.[/FONT]

[FONT=&quot]Peygamber efendimiz memnun oldular, fakat, "Bize, henüz bu şekilde hareket etmemiz emrolunmadı. Şimdilik siz yerlerinize dönünüz" buyurdu. [/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Abbas bin Ubade, Akabe'de biat ettikten sonra, Peygamberimizden ayrılmamış, Mekke'de kalmıştır. Peygamberimize hicret izni gelince, o da Medine'ye hicret etmiştir. Bu sebeple kendisine, “Ensarın muhaciri” denilmiştir.[/FONT]

Bize buyurun!

[FONT=&quot]Peygamber efendimiz, Mekke'den Medine'ye hicret ettiğinde, herkes Resulullahı misafir etmek istiyordu. Medine halkı, Peygamberimize, görülmemiş bir tezahüratta bulunuyor, herkes, "Bize buyurun ya Resulallah” diyerek evlerine davet ediyorlardı.[/FONT]

[FONT=&quot]Resulullahın Kusva adındaki develeri, sağa sola baka baka ilerlerken, Abbas bin Ubade hazretleri ve Salim bin Avf oğulları, Kusva'nın önüne gerilerek dediler ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Ya Resulallah! Bizim yanımızda kal! Sayıca çokluk, mal ve silah bakımından, düşmanlarına karşı seni koruyup savunacak kuvvet ve kudret bizde var.[/FONT]

[FONT=&quot]Peygamberimiz, gülümseyerek onlara buyurdular ki: [/FONT]

- Allahü teâlâ, onlari size hayırlı ve mübarek kılsın! Devenin yolunu açınız! Nereye çökeceği ona bildirilmiştir.

[FONT=&quot]Peygamber efendimiz, Mekke'den gelen muhacirlerle, Medineli Müslümanları birbirlerine kardeş yaptılar. Hz. Abbas bin Ubade'yi de Hz. Osman bin Maz'un ile din kardeşi yaptılar.[/FONT]

[FONT=&quot]Abbas bin Ubade hazretleri, Uhud gazasında, bir ara eshab-ı kiramın dağılmakta olduğunu görünce, dağılan eshab-ı kirama şöyle seslendi: [/FONT]

[FONT=&quot]- Ey kardeşlerim! Bu uğradığımız musibet, Peygamberimize karşı isyanımızın neticesidir. O, sabır ve sebat ederseniz, yardıma kavuşacağınızı size vaad etmişti. Dağılmayınız! Peygamberimizin etrafına geliniz! Eğer bizler, koruyucuların yanında yer almaz da, Resulullaha bir zarar gelmesıne sebep olursak, artık Rabbimizin katında bizim için ileri sürülecek bir mazeret bulunmaz![/FONT]

Şahitlik edeceğim

[FONT=&quot]Bu sözleri söyledikten sonra, iki arkadaşıyla ileri atıldılar. Büyük bir gayretle "Allah Allah" nidalarıyla, önlerine gelenle dövüşmeye başladılar. Peygamber efendimizin uğrunda, Onu korumak için sehit oluncaya kadar kahramanca çarpıştılar. Müşriklerden Süfyan bin Ümeyye, Hz. Abbas'i iki yerinden yaraladı. Akşam üzeri Hz. Abbas'ı, kanlar içinde eli, yüzü kesilmiş bir hâlde şehit olmuş buldular.[/FONT]

[FONT=&quot]Peygamberimiz Uhud'da şehit olan eshab-ı kiram için buyurdular ki: [/FONT]

- Vallahi, eshabımla birlikte ben de şehit olup, Uhud dağının bağrında gecelemeyi ne kadar isterdim. Ben, bunların, Allahü teâlânın yolunda hakiki şehit olduklarına kıyamet gününde şahitlik edeceğim.

[FONT=&quot]Hz. Abbas bin Ubade, Medineli Hazrec kabilesine mensuptu. Babası; Ubade bin Nadle'dir. Doğum tarihi bilinmemektedir.[/FONT][/FONT]

__________________
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
icon14.gif
004 Hadîs-i şerîf yazması ile meşhûr sahâbî: ABDULLAH BİN AMR BİN ÂS


Hadîs-i şerîf yazması ile meşhûr sahâbî:


ABDULLAH BİN AMR BİN ÂS



[FONT=&quot]Abdullah bin Amr, Bedir ve Uhud harbinden başka bütün harplere katılıp, Peygamber efendimizin yanında bulundu. İlk iki harbe yaşı küçük olduğu için katılamamıştır. Katıldığı savaşlara süvâri olarak katıldı. Ayrıca harbe gidecek askerleri tâlim ile, onları savaşa hazırlamak gibi mühim vazîfelerde bulundu. Birçok harbe kumandan olarak katıldı.


Askerlere binek temin et!

[FONT=&quot]Abdullah bin Amr hazretleri, kumandanlığı ile ilgili bir husûsu, kendisi şöyle anlatır: [/FONT]

[FONT=&quot]“Resûl-i ekrem efendimiz, yanımda bulunan develere askerleri bindirerek, bir tarafa göndermemi emir buyurunca, develerin askerlere kâfi gelmeyeceğini gördüm. Peygamberimize mürâcaat ederek, ba’zı askerlerin yaya kaldıklarını söyledim. Peygamberimiz bana şöyle buyurdu: [/FONT]

- Zekât olarak gelen erkek develer karşılığında, dişi develer satın alarak askerlere binek temin et!

[FONT=&quot]Ben de, bir erkek deve karşılığında üç dişi deve alarak, askerlerin gidecekleri yere varmalarını sağladım.”[/FONT]

[FONT=&quot]Abdullah bin Amr hazretlerinin, Peygamber efendimizin vefâtından sonra katıldığı ve büyük kahramanlıklar gösterdiği savaşlardan biri Yermük’tür. Şam fâtihi olan babası Amr bin Âs da bu savaşta ordu kumandanlarından idi. 240.000 kişilik Bizans ordusuna karşı, 46.000 kişilik İslâm ordusu, kısa zamanda zafer kazandı.[/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Abdullah bin Amr bin Âs, Peygamber efendimizin yanında bulunup, bizzat işiterek çok ilim öğrenmiştir. Peygamberimizden işittiği her şeyi yazmak için izin istemiş ve aldığı müsâade üzerine pek çok hadîs-i şerîf yazmıştır. [/FONT]

[FONT=&quot]Eshâb-ı kirâmdan en çok hadîs-i şerîf rivâyet eden Ebû Hüreyre, onun hakkında buyurmuştur ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Resûlullahın hadîs-i şerîflerini, Abdullah bin Amr’dan başka benden çok ezberleyen ve rivâyet eden olmamıştır. Çünkü o, yazıyordu. Ben yazmamıştım. [/FONT]

[FONT=&quot]Abdullah bin Amr’ın, Resûlullah efendimizden her işittiğini yazdığını gören Eshâb-ı kirâmın ileri gelenleri, ona dediler ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Sen, Resûlullahtan her işittiğin şeyi yazıyorsun. Hâlbuki, Resûl aleyhisselâm ba’zan gadab, kızgınlık, ba’zan da neş’eli hâllerde iken söz söylemektedir.[/FONT]

Yazmaya devam et!

[FONT=&quot]Bunun üzerine Hz. Abdullah, işittiklerini yazı ile kaydetmek husûsunda tereddütte kalmış ve mes’eleyi Resûl-i ekreme arzetmişti. Resûlullah efendimiz, onu dinledikten sonra buyurdular ki: [/FONT]

- Yazmaya devam et! Çünkü, Allahü teâlâya yemîn ederim ki, ağzımdan hak [FONT=&quot](ya’nî doğru, gerçek)olandan başka bir şey çıkmamıştır.[/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Abdullah Resûlullahtan işittiği bütün hadîs-i şerîfleri, Sahîfe-i Sâdıka adında bir mecmûada toplamıştır. Kendisine sorulan suâllere, bizzat Resûlullahtan işiterek yazdığı bu mecmûayı çıkarıp bakar, sonra cevap verirdi.[/FONT]

[FONT=&quot]Hadîs-i şerîf râvîlerinden Ebû Kubeyl, Abdullah bin Amr ile ilgili şunu nakletmektedir: [/FONT]

[FONT=&quot]“Abdullah bin Amr bin Âs’ın yanında bulunuyorduk. Kendisine, İstanbul ve Roma şehirlerinden hangisinin daha evvel fethedileceği soruldu.[/FONT]

İstanbul feth olunacaktır!

[FONT=&quot]Hz. Abdullah, suâli dinledikten sonra, bir sandık getirtmiş ve Sahîfe-i Sâdıka’sını çıkarmış ve ona bakıp şu cevâbı vermişti:[/FONT]

[FONT=&quot]- Bir gün, Resûlullahın etrafında oturmuş, hadîs-i şerîf yazıyorduk. Bir ara Resûl-i ekreme; “İstanbul ve Roma şehirlerinden hangisi daha evvel feth edilecek” diye soruldu. (En önce Heraklius’un şehri olan İstanbul fetholunacaktır) buyurdular.” [/FONT]

[FONT=&quot]Abdullah bin Amr’ın ilminden en çok istifâde eden muhitlerden biri de Basra’dır. Bu şehre vâli tâyin edilenler, onun derslerine koşmayı başlıca vazîfe biliyorlardı. Naklettiği ilimlerden bütün Müslümanlar faydalanmıştır.[/FONT]

[FONT=&quot]Arapçadan başka İbrânice ve Süryânice de bilen Abdullah bin Amr hazretleri, Resûlullah efendimizin mübârek ağızlarından işiterek topladığı hadîs-i şerîf mecmûasına, son derece titizlik gösterirdi. İmâm-ı Mücâhid diyor ki:[/FONT]

[FONT=&quot]- Abdullah bin Amr’ın elinde bulunan kitaplarından hangisine bakmak istesek, mâni olmazdı. Fakat bu hadîs-i şerîf mecmûalarından birini okumak istediğimiz zaman, ona son derece îtinâ gösterir ve, “Ben, bunu bizzat Resûl-i ekremin mübârek ağzından işiterek topladım. Onu, bütün dünyaya değişmem” derdi.[/FONT]

[FONT=&quot]Yedi yüz civârında hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir...[/FONT]

[FONT=&quot]Abdullah bin Amr bin Âs hazretleri, uzun boylu, yakışıklı bir zât idi. Zühd ve takvâsı çok olup, zirâatle iştigâl eder ve geçimini bu yoldan sağlardı. Son derece cömert olup, eline geçeni dağıtır ve herkesi memnûn ederdi. 684 târihinde yetmişiki yaşlarında Şam’da vefât etti.[/FONT]

Hayrın en iyisi

[FONT=&quot]Bir gün Hz. Abdullah’a soruldu: [/FONT]

[FONT=&quot]- Şerrin en fenâsı ve hayrın en iyisi hangisidir? [/FONT]

[FONT=&quot]Buyurdu ki: [/FONT]

- Hayrın en iyisi; doğru söz, kötülüğü düşünmeyen kalb ve itâat eden hanımdır. Şerlerin de en fenâsı; yalan söz, fenâ kalb ve itâat etmeyen hanımdır.

Hz. Abdullah şöyle bildiriyor:

[FONT=&quot]Bir gün Resûl-i ekreme, “Yâ Resûlallah! Müslümanın hangisi hayırlıdır” diye sorduğum zaman buyurdular ki: [/FONT]

- Fakîrleri doyuran, tanıyıp-tanımadığı her Müslümana iltifât edendir.

[FONT=&quot]Abdullah bin Amr hazretleri, ilme çok ehemmiyet verirdi. Buyururdu ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Resûlullahtan işittim. Buyurdu ki: [/FONT]

“İlmin azalması, âlimlerin azalması ile olur. Câhil din adamları, kendi görüşleri ile fetvâ vererek fitne çıkarırlar, insanları doğru yoldan saptırırlar.”

[FONT=&quot]Abdullah bin Amr hazretleri, gece sabaha kadar namaz kılar, gündüzleri oruç tutardı. Harâmdan son derece sakınır, hattâ mubâhların çoğunu da terkederdi. Kur’ân-ı kerîmi çok okurdu. Ba’zan gece lâmbayı söndürür, Allah korkusundan sabaha kadar ağlardı. [/FONT]

[FONT=&quot]Çok ağlamaktan dolayı ömrünün sonuna doğru gözleri görmez olmuştu. Kendisi şöyle anlatır: [/FONT]

Üç gün oruç tut!

[FONT=&quot]Ben, devamlı olarak, geceleri ibâdetle, gündüzleri de oruçlu olarak geçireceğimi söylemiştim. Benim bu sözlerim Resûlullah efendimize haber verilmişti. Peygamber efendimiz de bana buyurdular ki: [/FONT]

- Böyle diyen sen misin?

[FONT=&quot]- Evet, öyle söylemiştim ya Resûlallah![/FONT]

- Bunu yapamazsın. Bunun için ba’zan oruç tut, ba’zan da tutma! Hem uyu, hem de ibâdet et ve ayda üç gün oruç tut! Çünkü üzerinde bedeninin, gözlerinin, âilenin, misâfirlerin hakkı vardır. Ve muhakkak ki, ayda üç gün oruç sana yeter. Bu, bütün sene oruç tutmak gibidir. Çünkü iyi amel, on misli ile mükâfâtlanır.

[FONT=&quot]- Bundan daha fazlasını yapabilirim. [/FONT]

- Bir gün tut, iki gün boz!

[FONT=&quot]- Bundan daha fazlasını yapabilirim ya Resûlallah! [/FONT]

- Bir gün tut, bir gün tutma! Bu Hz. Dâvüd’ün orucudur ve en uygun oruç budur.

[FONT=&quot]- Bundan daha fazlasını yapabilirim. [/FONT]

- Bunun fazlası yoktur.

[FONT=&quot]Bundan sonra Hz. Abdullah diyor ki: Resûlullahın buyurduğu ayda üç gün orucu kabûl etmiş olsaydım, bana çoluk çocuğumdan ve bütün malımdan daha sevgili olacaktı.[/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Abdullah, misâfire ikrâmı çok severdi. Bununla ilgili Resûlullahtan işittiği şu hadîsi söylerdi: “Allaha ve âhıret gününe îmân eden, misâfirine ikrâm etsin! Allaha ve âhıret gününe inanan, komşusuna hürmet etsin! Allaha ve âhıret gününe îmân eden, ya hayır söylesin, yâhut sussun.”[/FONT]

[FONT=&quot]Abdullah bin Amr hazretleri şöyle anlatır:[/FONT]

[FONT=&quot]Birisi Resûl-i ekreme gelip cihâda gitmek için izin istedi. Resûlullah efendimiz, o kimseye buyurdu ki: [/FONT]

- Anan baban hayatta mı?

[FONT=&quot]- Evet hayattalar yâ Resûlallah![/FONT]

- Onların yanına dön ve hizmetlerinde bulun!

Çok ağlardınız

[FONT=&quot]Hz. Abdullah bin Amr bin Âs’ın hikmetli sözleri çoktur. Buyurdular ki:[/FONT]

[FONT=&quot]“Faydasız söz söylemeyiniz!”[/FONT]

"Müzevvirlik, ara bozuculuk ve iki dostun arasını açmak, Allahü teâlânın gadabına sebep olur. Eğer siz benim bildiğime vâkıf olsaydınız, çok ağlardınız.”

[FONT=&quot]Hz. Abdullah, meşhûr Mısır fâtihi Âmr bin Âs’ın oğlu olup, 616 yılında doğmuştur. Annesi, Rayta binti Münebbih’dir. Babasından önce îmân etti. Müslüman olmadan önce adı Âs idi. Peygamber efendimiz Abdullah olarak değiştirdi. Künyesi, Ebû Abdurrahmân’dır. Abâdiledendir.[/FONT][/FONT]

__________________
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
icon14.gif
005 Medîneli ilk Müslümanlardan: ABDULLAH BİN ATİK


Medîneli ilk Müslümanlardan:


ABDULLAH BİN ATİK


[FONT=&quot]Medîne’de, hicretten önce Hz. Es’ad bin Zürâre’nin ve Peygamberimiz tarafindan oraya Kur’ân-ı kerîmi ve İslâmiyeti öğretmek için gönderilen Hz. Mus’ab bin Umeyr’in tebliğ hizmetleri sebebiyle birçok kimse îmân etmişti. Daha Peygamberimizin hicreti gerçekleşmeden Müslüman olmakla sereflenenlerden biri de Hz. Abdullah bin Atîk idi.


[FONT=&quot]Hz. Abdullah bin Atîk, Bedir ve Uhud harplerinde, Resûlullahın yanında [/FONT]

[FONT=&quot]birçok hizmetlerde bulunmuştur. 627 yılında Medîne’nin savunulması için yapılan Hendek harbine de katılmıştır.[/FONT]

Her hususta yardımcı oldular

[FONT=&quot]Mekke’de müşriklerin zulmünden kurtulmak için Peygamberimiz ve Müslümanlar Medîne’ye hicret etmişlerdi. Burada yaşayan Evs ve Hazrec kabîlelerinin tamamı İslâmiyeti kabûl etmişler, Resûlullaha her hususta yardımcı olmuşlardı.[/FONT]

[FONT=&quot]Öteden beri bunlara düşman olan Yahûdilerin kini, İslâm düşmanlığı ile birleşmişti. Resûlullah efendimize düşmanlıkta çok ileri gidenlerden biri de, Hayber Yahûdilerinin reisi olan Ebû Râfi Selâm bin Ebû Hukayk idi.[/FONT]

[FONT=&quot]Hayber Yahûdilerinin reisi olan Ebû Râfi, azılı İslâm düşmanı birisi idi. Sık sık Resûlullahı rahatsız ettiği gibi, Eshâbını da rahat bırakmıyor, fırsat buldukça onlara eziyet ediyordu. Müslüman olmayanları, İslâma karşı düşmanlıkta bir araya topluyor, devamlı onları kışkırtıyordu.[/FONT]

[FONT=&quot]Zengin olduğu için, Resûlullahın düşmanlarına dünyalık yardım [/FONT]

[FONT=&quot]da yapıyordu.[/FONT]

[FONT=&quot]Eshâb-i kirâm, kendilerine yapılan sıkıntıya katlanıyor, fakat Resûlullaha verilen rahatsızlığa bir türlü râzı olamıyorlardı. Bunun için kendi aralarında toplanıp, bunun bir çâresini aradılar. Sonunda [/FONT]

[FONT=&quot]Ebû Râfi’yi öldürmeye karar verdiler. Beş kişi bu iş için izin almak üzere Resûlullaha gittiler.[/FONT]

[FONT=&quot]Peygamber efendimiz izin vererek, başlarına Hz. Abdullah bin Atîk’i emîr tâyin etti. Sâdece Ebû Râfi’nin öldürülmesini, kadınlara, çocuklara dokunulmamasını emretti.[/FONT]

[FONT=&quot]Ebû Râfi’nin kendisine âit muhkem bir kalesi vardı. Buradan [/FONT]

[FONT=&quot]dışarı çıkmazdı.[/FONT]

[FONT=&quot]Kaleye yaklaştıklarında, Hz. Abdullah arkadaşlarına dedi ki: [/FONT]

- Siz burada kalın, kaleye yaklaşmayın! Ben kalede kalan birisiymiş gibi, içeri girmeye çalışayım.

Herkes içeri girsin!

[FONT=&quot]Kale kapısına iyice yaklaştığında, kapılar kapanmak üzere idi. Kapının yakınındakilerin arasına girip, onlardan biri gibi birşeylerle oyalanmaya başladı. O sırada, kapıcı seslendi: [/FONT]

[FONT=&quot]- Herkes içeri girsin, kapıları kapatıyorum, sonra dışarıda kalırsınız![/FONT]

[FONT=&quot]Bu fırsatı iyi değerlendiren Hz. Abdullah, hemen içeri girdi. Bundan sonrasını kendisi şöyle anlatır: [/FONT]

[FONT=&quot]İçeri girince, ahıra girip saklandım. Saklandığım yerden kapıcıyı tâkip ettim. Kapıyı kilitledi, anahtarları direğe asıp gitti. Anahtarları alıp, her tarafı dolaştım. Baktım en üst katta, Ebû Râfi arkadaşları ile sohbet ediyordu.[/FONT]

[FONT=&quot]Ebû Râfi’nin, sohbet ettiği yerden ayrılmasını bekledim. Sohbet dağılıp yattıktan sonra, harekete geçtim. Birçok kapıdan geçtim. Her kapıyı açtıkça, kapıyı iç tarafından sürgülüyordum. Bunu, eğer Ebû Râfi’nin adamları beni farkederlerse, adamı öldürünceye kadar, bana yeteri kadar zaman kazandırsın, diye yapıyordum. Bu suretle Ebû Râfi’nin yattığı odaya kadar vardım.[/FONT]

Bir şey mi istediniz?

[FONT=&quot]Odası karanlık olduğu için, yatanlardan hangisinin olduğunu anlayabilmek için, “Yâ Ebâ Râfi” diye seslendim. “Kim o?” diye yatağın birinden ses geldi. Hemen sesin geldiği tarafa fırlayıp, kılıcımı indirdim. Fakat kılıç tam isâbet etmemişti.[/FONT]

[FONT=&quot]“Yetişin, birisi beni öldürmek istiyor!” diye bağırdı. O arada hemen dışarı çıkıp, değişik bir sesle dedim ki: [/FONT]

- Yâ Ebâ Râfi, birşey mi istediniz?

[FONT=&quot]- Canı Cehenneme! Sen seslenmeden önce birisi gelip, beni oda içinde kılıçla yaraladı![/FONT]

[FONT=&quot]Artık hedefimi tam tesbit etmiştim. İyi bir kılıç darbesi daha indirdim. Yine yıkılmadı. Bu defa kılıcımı karnına soktum. Yere yıkılınca, odadan çıkıp merdivenleri birer ikişer atlayarak inmeye başladım. Nihâyet, merdivenlerin sonuna geldiğimi zannederek, kendimi yere attım. Hâlbuki daha yüksekteymişim. Yere düşünce, baldır kemiğim kırıldı. Bacağımı bir bezle sarıp, oraya oturdum ve kendi kendime, “Şunu öldürüp öldürmediğimi iyice anlayıncaya kadar, bu gece kaleden çıkmam” dedim.[/FONT]

[FONT=&quot]Büyük acılar içinde kıvrana kıvrana beklemeye başladım. Bir zaman sonra, kalenin surlarına birisi çıkıp bağırdı: [/FONT]

[FONT=&quot]- Ey Hicaz halkı! Büyük tâcir Ebû Râfi, odasında öldürülmüş olarak bulundu. İlân ediyorum![/FONT]

Ebû Râfi’nin işi tamam!

[FONT=&quot]Artık maksat hâsıl olmuştu. Sevinçten bacağımın ağrısını çoktan unutmuştum. Hemen arkadaşlarımın yanına varıp, dedim ki: [/FONT]

- Artık kurtulduk! Ebû Râfi’nin işi tamam!

[FONT=&quot]Hep beraber, Resûlullahın huzûruna varıp, müjdeyi verdik. Resûlullah çok sevindi. Ayağımın kırıldığını duyunca, bana buyurdu ki: [/FONT]

- Ayağını uzat!

[FONT=&quot]Ben de, ayağımı uzattım. Resûlullah efendimiz, ayağımı sıvazladı. Sanki hiç ağrı duymamış kimseye döndüm. Kırık tamamen iyileşmişti. [/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Abdullah bin Atîk, bu seriyyesinden sonra, Hayber’in fethine katılarak, burada da büyük yararlıklar gösterdi. Sonra Mekke’nin fethine ve Huneyn harbine katıldı ve çok hizmeti görüldü.[/FONT]

[FONT=&quot]Abdullah bin Atîk hazretleri, mürtedlerle yapılan savaşta çok özlediği şehîdlik rütbesine kavuştu.[/FONT][/FONT]

__________________
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
icon14.gif
006 Peygamberimizin müezzinlerinden: ABDULLAH BİN ÜMM-İ MEKTÛM


Peygamberimizin müezzinlerinden:



ABDULLAH BİN ÜMM-İ MEKTÛM



[FONT=&quot]Abdullah bin Ümm-i Mektûm, Peygamberimizin İslâmiyeti anlatmaya başladığı ilk zamanlarda îman ile şereflenerek Müslüman oldu. Mekke’de kâfirlerin zulüm ve eziyetlerinin dayanılmaz hâle gelmesi üzerine ve Medîneli Müslümanlara din esaslarını ögretmek için, Medîne-i Münevvereye hicret etti.


Sesi çok gürdü

[FONT=&quot]Âmâ olup, sesi çok gürdü. Sabah namazında, önce Hz. Bilâl, sonra İbni Ümm-i Mektûm ezan okurdu. Kâfirlerle silahlı mücâdele başlayınca, harplere katılıp, gür sesiyle düşmanın moralini bozardı.[/FONT]

[FONT=&quot]Bâzı savaşlarda Peygamber efendimiz, onu Medîne-i Münevverede vâli olarak bırakırdı. Peygamberimizin zamanında, onüç defa Medîne’de kalıp, vâlilik ve imamlık yaptı. Resûlullah efendimiz kendisine çok iltifat edip, dâima gönlünü alırdı.[/FONT]

[FONT=&quot]Medîne’de vâlilik ve imametle vazifelendirilmesi, âmâ hâliyle sefer ve muharebelere katılmasının güç olmasındandır.[/FONT]

[FONT=&quot]Bir defasında Resûlullah efendimiz, insanlara dînimizin esaslarını anlatırken, İbni Ümm-i Mektûm yanına geldi. Peygamberimiz, meşguliyetlerınden dolayı, alâkalanmakta geç kaldılar. Daha cevap veremeden Kur’an-ı kerimin sekseninci sûresi olan Abese sûresinin ilk on âyet-i kerimesi indi.[/FONT]

[FONT=&quot]İlâhi emir üzerine, Peygamberimiz, daha fazla alâkalanıp, iltifatını artırdı. Hatta ona, "Merhaba! Ey Rabbimin bana hitâb ve ikâzında bulunmasına sebep olan kişi!” diye iltifat edip, yanına oturtu, hâlini, hatırını sordu.[/FONT]

[FONT=&quot]Hâne-i saadetine alıp, onunla sohbet ederdi. Bir defasında, yine Peygamber efendimizi ziyâret için evine gelmişti. Resûlullahın huzuruna girmek için müsaade istedi. O sırada, Peygamberimizin mübârek hanımları da huzurundaydı.[/FONT]

[FONT=&quot]Resûlullah efendimiz, onun eve girmesine müsaade ettikten sonra, hanımlarına, çekilmelerini emir buyurdular. Bunun üzerine hanımları, gelen kimsenin gözlerinin görmediğini bildirerek, çekilmelerinin sebebini suâl ettiler. Bunun üzerine buyurdu ki: [/FONT]

- O görmüyorsa, siz de görmüyor değilsiniz ya!

[FONT=&quot]Abdullah İbni Ümm-i Mektûm, Vedâ Haccına katıldı. Peygamberimiz Vedâ Hutbesini okurken, gür sesiyle hutbeyi tekrarladı. Hz. Ebû Bekir’in hilâfetinde müezzinlik, Hz. Ömer devrinde de İslâm ordusunda vazife aldı.[/FONT]

Cemaate gelirdi

[FONT=&quot]Abdullah bin Ümm-i Mektûm hazretleri, Kur’an-ı Kerimi ezbere bilenlerdendi. Kur’an-ı Kerimin kıraatını öğretirdi. Resûlullahın buyurduklarını unutmamak için, sohbetlerinde devamlı hadis-i şerif rivâyet ederdi.[/FONT]

[FONT=&quot]Evi Mescid-i Nebeviye uzakta olmasına rağmen, dâima cemaate gelirdi. Mescide gelirken Hz. Ömer yardım ederdi. Mücâhid olup, cihâdlara dâima katılmak isterdi. Fakat gözleri görmediği için, fiilen katılamamaktan dolayı çok üzülürdü.[/FONT]

[FONT=&quot]Katıldıklarında da gür sesiyle düşmanın moralinin bozulmasına sebep olurdu. 636 senesinde yapılan Kadisiye savaşında, elinde sancak oluduğu hâlde, bir tepeye çıktı. Gür sesiyle düşmanın moralini bozdu.[/FONT]

[FONT=&quot]İbni Ümm-i Mektûm’un bu muharebede şehit olduğu veya dönüşünde vefâti rivâyet edilir.[/FONT][/FONT]

__________________
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
icon14.gif
007 Uhud şehîdlerinden: ABDULLAH BİN CAHŞ


Uhud şehîdlerinden:


ABDULLAH BİN CAHŞ


[FONT=&quot]Sa’d bin Ebî Vakkâs hazretleri, Uhud harbinde Hz. Abdullah bin Cahş'la arasında geçen konuşmayı şöyle anlattı:


[FONT=&quot]"Uhud’da, savaşın çok şiddetli devam ettiği bir andı. Abdullah bin Cahş yanıma sokuldu, elimden tuttu ve beni bir kayanın dibine çekti. Bana şunları söyledi:[/FONT]

- Şimdi burada sen duâ et, ben "âmin" diyeyim. Sonra ben duâ edeyim, sen de "âmin" de!

Kıyasıya vuruşayım

[FONT=&quot]Ben de, "Peki!.." dedim ve şöyle duâ ettim: [/FONT]

[FONT=&quot]- Allahım, bana çok kuvvetli ve çetin kâfirleri gönder. Onlarla kıyasıya vuruşayım. Hepsini öldüreyim. Gâzi olarak, geri döneyim. [/FONT]

[FONT=&quot]Abdullah bin Cahş benim yaptığım bu duâya, bütün kalbiyle "âmin" dedi. Sonra kendisi şöyle duâ etmeye başladı: [/FONT]

[FONT=&quot]- Allahım, bana zorlu kâfirler gönder, kıyasıya onlarla vuruşayım. Cihâdın hakkını vereyim. Hepsini öldüreyim. [/FONT]

[FONT=&quot]En sonunda bir tanesi de beni şehîd etsin.[/FONT]

[FONT=&quot]Gönlüm böyle bir duâya "âmin" demek arzu etmiyordu. Fakat, o istediği ve önceden söz verdiğim için mecbûren "âmin" dedim.[/FONT]

Kılıcı kırıldı

[FONT=&quot]Daha sonra, kılıçlarımızı çektik, savaşa devam ettik. İkimiz de önümüze geleni öldürüyorduk. [/FONT]

[FONT=&quot]O, son derece bahadırâne harbediyor, düşman saflarını tarumar ediyordu. Düşmana hamle üstüne hamle ediyor, şehîd olmak için derin bir iştiyakla hücûmlarını tazeliyordu. [/FONT]

"Allah Allah!.." [FONT=&quot]diye çarpışırken kılıcı kırıldı. O anda sevgili Peygamberimiz, ona bir hurma dalı uzatarak, savaşa devam etmesini buyurdu. [/FONT]

[FONT=&quot]Bu dal bir mu’cize olarak kılıç oldu ve önüne geleni kesmeye başladı. Birçok düşmanı öldürdü."[/FONT]

[FONT=&quot][Daha sonra bu kılıç, vârisleri elinde uzun seneler kaldı. En son bir Türk kumandanı, iki yüz altına bunu satın almıştır.] [/FONT]

[FONT=&quot]Savaşın sonuna doğru Abdullah bin Cahş, Ebûl Hakem isminde bir müşrikin attığı oklarla arzu ettiği şehâdete kavuştu. [/FONT]

[FONT=&quot]Şehîd olunca, kâfirler, bu mübârek şehîdin cesedine hücûm ederek burnunu, dudaklarını ve kulaklarını kestiler. Her tarafı kana boyandı. [/FONT]

[FONT=&quot]Muharebe bittikten sonra, Abdullah bin Cahş’ı şehîd edilmiş bulan Hz. Sa’d, durumu ve onun yaptığı duâyı Peygamber efendimize anlattı. [/FONT]

[FONT=&quot]Resûlullah efendimiz de, onun duâsının kabûl edildiğini ve bu dünyada istediğine kavuştuğunu, âhırette de istediğine kavuşacağının anlaşıldığını bildirdi. [/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Abdullah bin Cahş’ı ve dayısı "Seyyidüşşühedâ" ya’nî, "Şehîdlerin efendisi" Hz. Hamza’yı aynı kabre defnettiler.[/FONT]

[FONT=&quot]Abdullah bin Cahş hazretleri, Resûlullahın halası Ümeyme ile Cahş’ın oğludur. Zevcât-ı tâhirâttan Zeyneb binti Cahş’ın kardeşidir. Habeşistan'a iki kere hicret etti. Birkaç kere ordu kumandanı yapıldı.Hz. Ebû Bekir’in vasıtasıyla, kelime-i şehâdet getirerek, ilk Müslümanlardan olmak şerefine kavuştu. [/FONT]

En çok katlananınızdır

[FONT=&quot]Abdullah bin Cahş hazretleri, İslâmiyeti heyecanla yaşayan zâtlardandı. İlk Müslüman olduğu yıllarda, kâfirler kendisine her türlü ezâ ve cefâyı yapmışlardı. Hepsine de îmânının verdiği güç ile mukabele etmiş, ezâ ve cefâlara katlanmıştır. Peygamber efendimiz, kendisi için buyurmuştur ki:[/FONT]

- Açlığa ve susuzluğa en çok dayanan ve katlananınızdır.

[FONT=&quot]Resûlullah efendimizin şehîdler için verdiği müjdeleri duyarak, hep şehîd olmaya can atar, harplerde hep en önde kahramanca çarpışırdı. [/FONT]

[FONT=&quot]Peygamber efendimiz hicretin ikinci senesinde, Nahle’de, Kureyş müşriklerini gözetlemek üzere, ilk önce Ebû Ubeyde bin Cerrâh’ı göndermek istemişti. Hz. Ebû Ubeyde, Peygamber efendimizden ayrılmaya dayanamıyarak ağlamaya başladı. Bunun üzerine Peygamberimiz, onu göndermekten vazgeçti. Hz. Abdullah bin Cahş der ki: [/FONT]

[FONT=&quot]"O gün Resûlullah aleyhisselâm, yatsı namazını kılınca bana buyurdu ki: [/FONT]

- Sabahleyin yanıma gel! Silahın da yanında bulunsun! Seni bir tarafa göndereceğim.

[FONT=&quot]Sabah olunca mescide gittim. Kılıcım, yayım, ok ve çantam üzerimde, kalkanım da yanımda idi. Resûlullah efendimiz, sabah namazını kıldırdıktan sonra, muhâcirlerden benimle birlikte gidecek birkaç kişi buldu. Bir mektup vererek buyurdu ki: [/FONT]

- Seni bu kişilerin üzerine kumandan tayin ettim. Git! İki gece yol aldıktan sonra, mektubu aç! Orada yazılanlara göre hareket et!

[FONT=&quot]- Yâ Resûlallah! Hangi tarafa gideyim?[/FONT]

- Necdiye yolunu tut! Rekiye’ye, kuyuya yönel!"

[FONT=&quot]Abdullah bin Cahş hazretleri, Nahle seferine görevlendirildiği zaman, ilk defa "Emîr-ül-mü’minîn" sıfatı verildi. Böylece, İslâmda ilk tayin olunan "emîr" oldu. Mücâhidlerin, iki kişisi için bir develeri vardı.[/FONT]

Kimseyi zorlama!

[FONT=&quot]Sekiz veya oniki kişilik bir birlik ile iki gün sonra Melel mevkiine vardıklarında, mektubu açtı. Mektupta şunlar yazılıydı:[/FONT]

Bismillâhirrahmânirrahîm. Bu mektubu gözden geçirdiğin zaman, Mekke ile Tâif arasındaki Nahle vâdisine ininceye kadar, Allahü teâlânın ismi ve bereketiyle yürüyüp gidersin.

Arkadaşlarından hiçbirini, seninle birlikte gitmeye zorlamayasın! Nahle vâdisindeki Kureyşlileri, Kureyşlilerin kervanını gözetleyip denetleyesin! Onların haberlerini bize bildiresin!

[FONT=&quot]Emîr-ül-mü’minîn Hz. Abdullah bin Cahş, Peygamberimizin mektubunu okuduktan sonra, "Bizler Allahü teâlânın kullarıyız ve hep O’na döneceğiz. İşittim ve itâat ettim. Allahü teâlânın ve sevgili Resûlünün emrini yerine getireceğim" diyerek mektubu öpüp, başına koydu. Sonra arkadaşlarına dönerek dedi ki: [/FONT]

- Hanginiz şehîd olmayı istiyor ve özlüyorsa, benimle gelsin! Gelmek istemeyen dönüp gidebilir, hiçbirinizi zorlayıcı değilim. Gelmezseniz, ben tek başıma gidip, Resûl aleyhisselâmın emrini yerine getireceğim.

Biz de işittik

[FONT=&quot]Arkadaşları hep birden cevap verdiler: [/FONT]

[FONT=&quot]- Biz de, işittik. Allahü teâlâya, Peygamber efendimize ve sana itâat edicileriz. Nereye istersen, Allahü teâlânın bereketi ile yürü.[/FONT]

[FONT=&quot]Sa’d bin Ebî Vakkâs hazretlerinin de bulunduğu küçük ordu ile Hicâz’a doğru yol aldılar ve Nahle’ye geldiler. Bir yere gizlendiler. Oradan gelip geçen Kureyşîleri gözetlemeye başladılar. [/FONT]

[FONT=&quot]Bu sırada bir Kureyş kâfilesi geçti. Develer yüklü idi. Mücâhidler, Kureyş kâfilesine yaklaşarak, onları İslâma da’vet ettiler. Kabûl etmeyince, çarpışma başladı. Çarpışma sonunda, birisini öldürdüler, ikisini esir aldılar. Birisi de atlı olduğu için ona yetişemediler. Kâfirlerin bütün malı mücâhidlere kaldı. [/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Abdullah bin Cahş, bu ganimet mallarının beşte birini Resûlullah efendimize ayırdı. Bu ganimet, Müslümanların aldıkları ilk ganimetti. Bu beşte bir hisse de, ilk ayrılan beşte bir idi. İlk öldürülen müşrik ve alınan esirler de, bu Nahle seferindeydi. Daha henüz ganimetle ilgili âyet-i kerîmeler gelmemişti. [/FONT]

[FONT=&quot]Bundan sonra Bedir gazâsı oldu. Alınan esirler için, Resûlullah efendimiz, Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Abdullah bin Cahş’a danıştı. Hicretin üçüncü senesinde yapılan Uhud harbinde büyük kahramanlıklar gösterdi. Hz. Abdullah bin Cahş yiğitliğin sembolüydü.[/FONT]

En çok özlediği

[FONT=&quot]Abdullah bin Cahş, Peygamberimize çok bağlı idi. Resûlullah efendimiz, onu emîr tayin ettiği vakit, kendisine sormuştu: [/FONT]

- Ey Abdullah! Dünyada en çok arzu ettiğin, özlediğin nedir?

[FONT=&quot]Bunun üzerine, "Allah ve Resûlüne muhabbettir" diye arzetmişti. [/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Abdullah orta boylu, çok yakışıklı bir zât idi. Peygamber efendimizi pek ziyâde severdi. Bu muhabbet uğrunda canını fedâdan çekinmemiş, Uhud harbinde en büyük kahramanlığı göstererek, Allahü teâlânın rızâsı uğrunda şehâdet şerbetini içmiştir. [/FONT]

[FONT=&quot]Eshâb-i kirâm arasında lâkabı, "El Mücâhidü fillah", ya’nî "Allah yolunun fedâisi" idi. Şehîd olduğunda 40 yaşlarında idi. Allah yolunda Habeşistan’a yapılan ikinci hicretten sonra, âilece Medîne’ye hicret etmişti. Medîne’ye hicret edince, Asım bin Sâbit ile kardeş oldu.[/FONT][/FONT]

__________________
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
icon14.gif
008 Hz. Ebû Bekir’in oğlu: ABDULLAH BİN EBİ BEKR-İ SİDDIK


Hz. Ebû Bekir’in oğlu:


ABDULLAH BİN EBİ BEKR-İ SİDDIK



[FONT=&quot]Hz. Abdullah, babasi Ebû Bekr-i Siddîk'in da’vetiyle, küçük yaşta Müslüman oldu. Peygamber efendimiz ile babası Mekke’den Medîne’ye hicretlerinde, Sevr Mağarasına geldiklerinde, habercilik vazifesini yaptı


[FONT=&quot]Zekî ve kabiliyetli bir genç olduğundan, babasının emir ve direktiflerini harfiyen yerine getirirdi. Gündüzleri Mekke’de Kureyşliler arasında bulunup, onların Peygamberimiz ve Hz. Ebû Bekir hakkında söylediklerini, akşam vakti Sevr Mağarasına gelerek haber verirdi. Geceyi orada geçirip, tanyeri ağarmadan Mekke’ye dönerdi. Bu hizmeti, onun adını İslâm tarihine geçirdi.[/FONT]

Muhâsarada yaralandi

[FONT=&quot]Hz. Abdullah bin Ebî Bekr-i Siddîk; hicret-i Nebevî’den sonra, Mekke’den Medîne’ye geldi. Resûlullah ile hicretin 8. senesinde Mekke’nin fethinde bulundu. Atike binti Zeyd bin Amr ile evliydi. Mekke’nin fethinden sonra Huneyn Gazvesine katıldı. Huneyn’den kaçan Sakif ve Hevâzinlilerin toplanmalarına mâni olmak için, onların sığınıp, saklandıkları Tâif Kalesini muhâsara etti. Muhâsarada ok isâbet edip, yaralandı. Medîne’ye yaralı olarak döndü.[/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Abdullah bin Ebî Bekr-i Siddîk, Peygamber efendimiz için hazırlanan elbiseyi yedi altına satın almıştı. Sonra Resûlullahın tekfînine uygun görülmeyince, teberrüken kendine kefen için saklamıştı. [/FONT]

[FONT=&quot]Rûhunu teslim edeceği sırada, "Bunda, hayır ve bereket olsa idi, Resûlullah efendimiz tekfîn olunurdu" deyip, kendisine bunu kefen yaptırmadı.[/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Ebû Bekir’in hilâfetinin başlarında, hicretin onbirinci senesinin Şevvâl ayında Tâif’te aldığı yaranın iyileşmemesi sebebiyle vefât etti. Cenâze namazını Hz. Ebû Bekir kıldırdı. Kabrine ise, Hz. Ömer, Talha ve kardeşi Abdurrahman bin Ebî Bekir indirmişlerdir. Tâif şehîdlerinden sayılır.[/FONT]

[FONT=&quot]Onun vefâtından bir müddet sonra, Hz.Ebû Bekir’e, Sakif heyeti geldi. O sırada Hz. Abdullah’ın ölümüne sebep olan ok, Hz. Ebû Bekir’in yanındaydı. Oku, heyettekilere göstererek sordu: [/FONT]

[FONT=&quot]- İçinizde bu oku tanıyanınız var mı?[/FONT]

Ben yonttum

[FONT=&quot]Aclân oğullarından Hz. Sa’d bin Ubeyd dedi ki:[/FONT]

[FONT=&quot]- Bu oku ben yonttum; ucunu ben sivrilttim; tüyünü ben taktım; bunu atan da benim.[/FONT]

[FONT=&quot]Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir buyurdu ki: [/FONT]

- Bu ok, Abdullah bin Ebî Bekir’i şehîd eden oktur. Senin elinle ona şehîdlik şerbetini içiren, onun eliyle seni öldürtmeyen Allaha hamdolsun. Allahın himâyesi geniştir.

[FONT=&quot]Hz. Abdullah bin Ebî Bekr-i Siddîk, Eshâb-i kirâmdan olup, ilk Müslümanlardandır. Babası Ebû Bekr-i Siddîk, annesi Kâtile binti Abdiluzza’dır. Esmâ ile anne bir kardeştir. Doğum tarihi bilinmemektedir.[/FONT][/FONT]

__________________
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
icon14.gif
009 Meleklerin Yıkadığı Sahâbînın Oğlu: ABDULLAH BİN HANZALA


Meleklerin Yıkadığı Sahâbînın Oğlu:


ABDULLAH BİN HANZALA





[FONT=&quot]Abdullah bin Hanzala hazretleri, Eshâb-i kirâmdan, şehâdeti ile meşhûrdur. Babası da, Eshâbdan olup, (Gasîl-ül-melâike) Meleklerin yıkadığı Sahâbî lakabıyla tanınmıştır. Annesi Cemile binti Abdullah’tır.


[FONT=&quot]Babası Hanzala, Uhud vak’ası gecesi evlenmiş, ertesi gün Uhud’da şehîd olmuştur. Hz. Abdullah, Peygamber efendimizin vefâtında yedi yaşında idi ve Peygamberimizi görüp, gönüllere şifâ olan sohbetine kavuşmuştur.[/FONT]

Rü’yâda gördüm

[FONT=&quot]Hz. Abdullah, 682 senesinde, Hara savaşında Zilhiccenin bitmesine üç gün kala, perşembe günü şehîd olmuştur. [/FONT]

[FONT=&quot]Önce sekiz oğlunu, birer birer savaş meydanına çıkarıp, hepsi şehîd olduktan sonra, kılıcının kınını kırarak askerlerin içine dalmış, şehîd oluncaya kadar mücâdele etmiştir.[/FONT]

[FONT=&quot]Abdullah bin Ebî Süfyân anlatır: [/FONT]

[FONT=&quot]"Ben babamı şöyle derken işittim: Abdullah bin Hanzala’yı şehîd edildikten sonra rü’yâda çok güzel bir şekilde gördüm. Kendisine sordum: [/FONT]

[FONT=&quot]- Ey Ebû Abdurrahmân, sen öldürülmedin mi? [/FONT]

[FONT=&quot]- Evet, fakat öldürülünce, Rabbim beni Cennetine koydu. Ben burada serbestçe dolaşıyor ve Cennet ni’metlerinden istifade ediyorum.[/FONT]

[FONT=&quot]- Ya senin eshâbın, arkadaşların? Onlara ne oldu?[/FONT]

[FONT=&quot]- Onlar benim sancağım etrafındadırlar. Ki, sen bunu görüyorsun.Aramızda olan bu konuşmalardan sonra, uykumdan uyandım. Gördüğüm rü’yânın Hz. Abdullah bin Hanzala için hayırlı olduğunu anladım."[/FONT]

[FONT=&quot]Süfyân bin Selim’in rivâyetine göre, Iblis, Hz. Abdullah bin Hanzala’ya göründü ve ona dedi ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Dinle sana birşey öğreteyim.[/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Abdullah da cevap verdi: [/FONT]

[FONT=&quot]- Senden birşey öğrenmeye ihtiyacım yoktur.[/FONT]

Baskasından birşey isteme!

[FONT=&quot]Şeytan tekrar dedi ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Dinle de, istersen alır, istemezsen almazsın.[/FONT]

[FONT=&quot]Şeytan, sonra sözlerine şöyle devam etti:[/FONT]

[FONT=&quot]- Ey Hanzala’nın oğlu, Allahtan başkasından birşey isteme! Her istediğini Allahü teâlâdan iste! Kızdığında, nasıl bir hâl aldığına bir bak! [/FONT]

[FONT=&quot]Sen kızdığın zaman, ben sana hakim olurum.[/FONT]

[FONT=&quot]Abdullah bin Hanzala hazretleri, ziyâret için, arkadaşları ile beraber, Sa’d bin Ubâde hazretlerinin oğlunun evine gitmişti. [/FONT]

[FONT=&quot]Namaz vakti gelince ev sahibine, imâm olmasını teklif ettiler. O da misâfirlerden birinin imâm olmasını istedi. Hz. Abdullah şöyle rivâyette bulundu: [/FONT]

[FONT=&quot]- Resûlullah efendimiz, "Bir kimsenin kendi yatağında yatması, hayvanına binmesi ve evinde imâmlık etmesi evlâdır" buyurdu.[/FONT][/FONT]

__________________
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
icon14.gif
010 Resûlullahın elçilerinden: ABDULLAH BİN HUZÂFE


Resûlullahın elçilerinden:



ABDULLAH BİN HUZÂFE



[FONT=&quot]Peygamber efendimiz, Hudeybiye antlaşmasından sonra, İslâmın bütün dünyaya yayılması ve insanların Cehennemden kurtulup, ebedî saâdete kavuşmaları için hükümdarlara elçiler göndermek istiyordu. Zîrâ o, âlemlere rahmet olarak gönderilmişti.


İstediğini emret!

[FONT=&quot]Bu sebeple bir gün, Eshâb-ı kirâma buyurdular ki: [/FONT]

- Ba’zınızı, yabancı hükümdarlara göndermek istiyorum. Sakın, İsrâiloğullarının, Peygamberlerine karşı davrandıkları gibi, siz de bana karşı davranmayasınız!

[FONT=&quot]Eshâb-ı kirâm cevap verdiler: [/FONT]

[FONT=&quot]- Yâ Resûlallah! Biz, sana karşı, hiçbir zaman, hiçbir şey hakkında aykırı davranmayız. Sen, bize, istediğini emret, bizi istediğin yere gönder![/FONT]

[FONT=&quot]Bunun üzerine İslâmiyete da’vet etmek üzere, Hükümdarlara birer mektupla altı sahâbî gönderildi. Bu altı elçiden birisi de, Abdullah bin Huzâfe idi. Peygamberimiz onu, Kisrâ’ya ya’nî İran şâhına göndermişti.[/FONT]

[FONT=&quot]Peygamberimiz, mektubunu Kisrâ’ya sunmak üzere Bahreyn vâlisine vermesini de Abdullah bin Huzâfe’ye emretti.[/FONT]

[FONT=&quot]Peygamberimiz, Kisrâ’ya yazdığı mektubunda şöyle buyurdu: [/FONT]

“Bismillâhirrahmânirrahîm. Allahın Resûlü Muhammed’den, Farsların büyüğü Kisrâ’ya!

Hidâyete uyan, doğru yolu tutanlara, Allaha ve Resûlüne îmân edenlere, Allahtan başka hiçbir ilâh ve ma’bûd olmadığına, O’nun eşi, ortağı bulunmadığına ve Muhammed’in de O’nun kulu ve Resûlü olduğuna şehâdet getirenlere selâm olsun!

Ben, seni, Allaha îmâna da’vet ediyorum! Çünki ben; Allahın, kalbleri diri ve akılları başında olanları uyarmak, kâfirler hakkında da, o azâb sözü gerçekleşmek için bütün insanlara göndermiş olduğu Peygamberiyimdir!

Öyle ise, Müslüman ol, selâmeti bul! Da’vetimden yüz çevirir, kaçınırsan, bütün Mecûsîlerin günâhı senin boynuna olsun!”

Bahreyn vâlisine verdi

[FONT=&quot]Peygamberimizin, İran Şâhı’na göndermiş olduğu mektubun aslı, 1962 yılı kasımının sonuna doğru Şam’da bulunmuştur. Parşömen üzerine yazılmış bulunan bu mübârek mektup, zamanla rengi değişmiş ve dokuması eskimiş yeşil bir kumaşa yapıştırılmış olup, boyu 28 cm, eni 21,5cm.dir.[/FONT]

[FONT=&quot]Abdullah bin Huzâfe hazretleri, Peygamberimizin mektubunu Kisrâ’ya sunmak üzere, Bahreyn vâlisi Münzir bin Sava’ya başvurdu. O da, onu Kisrâ’ya yolladı.[/FONT]

[FONT=&quot]Abdullah bin Huzâfe’nin bildirdiğine göre, kendisi, Kisrâ’nın kapısına kadar vardı. Yanına girmek için izin istedi.[/FONT]

[FONT=&quot]Kisrâ, önce köşk salonunun süslenmesini emretti. Sonra, Fars devlet adamlarının, daha sonra da, Peygamberimizin elçisinin içeri alınmasına müsâade etti. [/FONT]

[FONT=&quot]Abdullah bin Huzâfe hazretleri, Peygamberimizin mektubunu sunmak üzere İran Kisrâ’sının huzûruna girdi. Kisrâ, Peygamberimizin mektubunun elçiden alınmasını emretti. Abdullah bin Huzâfe dedi ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Onu, Resûlullah efendimizin buyruğu üzere, sana kendim vereceğim! [/FONT]

[FONT=&quot]Kisrâ bunun üzerine dedi ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Öyle ise, haydi yanıma yaklaş! [/FONT]

Düş hayâtı yaşıyorsunuz

[FONT=&quot]Abdullah bin Huzâfe, Kisrâ’ya yaklaşarak mektubu sundu. Kisrâ, mektubu okutmak için Hîreli kâtibini çağırdı. Mektubu ona okuttu. Kâtip, mektubu: [/FONT]

“Allahın Resûlü Muhammed’den, Farsların büyüğü Kisrâ’ya!”[FONT=&quot] diyerek okumaya başlayınca, Kisrâ, mektuba, Peygamberimizin kendi ismiyle başlamış olmasına son derecede öfkelendi. Bağırdı, çağırdı.[/FONT]

[FONT=&quot]Bunun üzerine Abdullah bin Huzâfe, Kisrâ’nın huzûrunda şöyle konuştu: [/FONT]

[FONT=&quot]- Ey Fars cemâ’atı! Sizler, yeryüzünden ancak ellerinizde bulunan bir kısmına hâkim olarak, Peygambersiz ve Kitapsız olarak sayılı günlerinizi geçiriyor, bir düş hayatı yaşıyorsunuz! Hâlbuki, yeryüzünün, hâkim olamadığınız kısmı daha çoktur.[/FONT]

[FONT=&quot]Ey Kisrâ! Senden önce, nice dünyalık ve âhıretlik hükümdarlar gelmiş geçmiş ve hüküm sürmüşlerdir. Onlardan, âhıretlik olanlar,dünyadan da nasîblerini almışlar; dünyalık olanlar ise, âhıret nasîblerini yitirmişlerdir! Dünyaya çalışmakta birbirlerinden geri kalanlar, âhırette bir hizâya gelmişlerdir.[/FONT]

[FONT=&quot]Sana getirip sunduğumuz bu işi, sen küçümsüyorsun, ammâ, vallahi, nerede olursan ol, küçümsediğin şey gelince, ondan korkacak ve korunamayacaksın![/FONT]

Bana mektup yazıyor ha!

[FONT=&quot]Kisrâ ise öfke ile saltanatına gururlanarak dedi ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Şuna bak! Benim, kulum, kölem olan kişi, kalkıyor da, bana mektup yazıyor hâ! Mülk ve saltanat, bana mahsûstur! Benim, bu husûsta ne yenilgiye uğramaktan, ne de bana bir ortak çıkacağından korkum vardır![/FONT]

[FONT=&quot]Firavun, İsrâiloğullarına hâkim olmuştu. Siz, onlardan daha iyi ve güçlü değilsiniz. Sizi, hemen hâkimiyetim altına alıvermeme ne engel var? Ben, Firavun’dan daha iyi ve güçlüyümdür! [/FONT]

[FONT=&quot]Kisrâ, daha mektubun içinde ne denildiğini öğrenmeden mektubu alıp yırttı. Ve Peygamberimizin elçisini dışarı çıkarmalarını adamlarına emretti. [/FONT]

[FONT=&quot]Abdullah bin Huzâfe hazretlerini dışarı çıkardılar.[/FONT]

[FONT=&quot]Abdullah bin Huzâfe, Kisrâ’nın huzûrundan çıkar çıkmaz, hayvanının üzerine atlayıp yol almaya koyuldu. Kendi kendine dedi ki: [/FONT]

- Vallahi, benim için iki yoldan hangisi olursa, gam çekmem. Nasıl olsa Resûlullahın mektubunu vermiş, vazîfemi yapmış bulunuyorum.

[FONT=&quot]Kisrâ, öfkesi geçtikten sonra, elçinin içeri alınmasını emretti. Onu, Hîre’ye kadar arattırdı ise de bulduramadı.[/FONT]

Mektubumu parçaladı

[FONT=&quot]Abdullah bin Huzâfe hazretleri, Medîne’ye gelip durumu, Peygamberimize haber verdi. Kisrâ’nın kızarak mektubu yırttığını söyleyince, Peygamberimiz buyurdu ki: [/FONT]

- Parça parça olsunlar! O, benim mektubumu parçaladı. Allah da, onun mülkünü, saltanatını parçalasın!

O, kendi eliyle mülkünü parçalamış oldu! Ey Allahım! Onun mülkünü, saltanatını parçala!

[FONT=&quot]Allahü teâlâ Resûlünün duâsını kabûl etmiş, Kisrâ, oğlu tarafından bir gece hançerlenerek parça parça edilmişti. Hz. Ömer zamanında da bütün İran toprakları zaptedilerek Müslümanların eline geçti.[/FONT]

[FONT=&quot]Abdullah bin Huzâfe hazretleri, Hz. Ömer devrinde Bizanslılarla yapılan bir savaşta birçok Müslümanla birlikte esîr düşmüştü. Bizanslılar, ellerine geçirdikleri esîrlere önce Hıristiyanlık telkîni yapar, kabûl ettiği takdirde serbest bırakırlar, aksi hâlde çeşitli işkencelerle öldürürlerdi.[/FONT]

[FONT=&quot]Abdullah bin Huzâfe’nin, Sahâbenin ileri gelenlerinden biri olduğunu öğrenen Kral, ona ayrı bir ehemmiyet veriyor, Hıristiyanlığı kabûl etmesi için devamlı telkînler yaptırıyordu. Fakat Abdullah bin Huzâfe bu tekliflerin hiçbirisine kulak asmıyor, kelime-i şehâdeti söylemeye devam ediyordu. Kral henüz ümidini kesmemişti. [/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Peygamberin yakın arkadaşlarından birisinin Hıristiyanlığı kabûl etmesi, günden güne yayılarak, Bizans’ı tehdit eden Müslümanlar arasında bir panik meydana getirecek ve Hıristiyanlık âlemi için büyük bir muvaffakiyet olacaktı. [/FONT]

Mülküme ortak ederim

[FONT=&quot]Onun için Kral, Hz. Abdullah’ın Hıristiyan olması hâlinde kavuşacağı dünyalıkları durmadan arttırıyor, yeni yeni tekliflerde bulunuyordu. En sonunda şöyle bir teklifte bulundu: [/FONT]

[FONT=&quot]- Hıristiyan olmayı kabûl ettiğin takdirde, kızımı verir, seni saltanatıma ve mülküme ortak ederim.[/FONT]

[FONT=&quot]İlk Müslümanlardan olup, Mekkeli müşriklerin daha önceki işkencelerine katlanmış olan Hz. Abdullah, izzetle haykırarak şu cevabı verdi: [/FONT]

- Değil bütün Bizans topraklarını, Arap ve Acem topraklarını da versen, bir an olsun dînimden dönmem!

[FONT=&quot]Bunun üzerine Kral, Hz. Abdullah’a dedi ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Öyle ise öldürüleceksiniz.[/FONT]

[FONT=&quot]- Buna gücünüz yetebilir. Ama îmânımı kalbimden çıkarıp atamazsınız![/FONT]

[FONT=&quot]Abdullah bin Huzâfe’den beklediği netîceyi alamayan Bizanslılar, Hz. Abdullah’ı çarmıha gerdiler ve okçular devamlı olarak, ellerine ve ayaklarına yakın yerlere ok yağdırdılar. Bu arada yine Hıristiyanlık telkînlerine devam ediliyordu. [/FONT]

[FONT=&quot]Aynı zamanda, bir kazan su kaynatılmış ve Hıristiyan olmayı reddetmiş olan diğer Müslümanlardan birisi getirilmiş, kazana atılmak üzere bekletiliyordu.[/FONT]

Ağlamaya başladı

[FONT=&quot]Derken o Müslüman kaynar suya atıldı. Etrafta bulunanlar ve Hz. Abdullah bu fecî durumu gördüler. Sonra kazanın yanına Hz. Abdullah getirildi.[/FONT]

[FONT=&quot]Bu esnada Hz. Abdullah ağlamaya başladı. Kral Hz. Abdullah’ın korkusundan ağladığını zannederek, tekrar Hıristiyan olmasını teklif etti. Hz. Abdullah yine tekliflerini reddetti. Bunun üzerine kral sordu: [/FONT]

[FONT=&quot]- O hâlde niçin ağlıyorsun? [/FONT]

[FONT=&quot]- Ben korkumdan ağlamış değilim. Biz Müslümanlar Allah yolunda ölümden korkmayız. Benim ağlamamın sebebi şudur ki; başımdaki saçlarım adedince canlarım bulunsa da, onlardan her biri böyle Allah yolunda ölüme gitse, diye düşündüm ve böyle bir düşünce beni ağlamaya sevketti.[/FONT]

[FONT=&quot]İslâm izzetinin müşahhas bir timsâli olan Hz. Abdullah’ın bu sözleri karşısında Kral yeni bir teklifte bulundu: [/FONT]

[FONT=&quot]- Başımdan öpersen, seni serbest bırakacağım.[/FONT]

[FONT=&quot]Bizans saltanatına ortaklık teklifi karşısında bile îmânından fedâkârlık göstermeyen Hz. Abdullah, bir Hıristiyanın başından nasıl öperdi? Şöyle mukabil bir teklifte bulundu: [/FONT]

[FONT=&quot]- Burada bulunan bütün Müslüman esîrleri serbest bıraktığın takdirde, dediğini yaparım.[/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Abdullah, kralın başını öpmeye giderken şöyle düşünüyordu: [/FONT]

[FONT=&quot]“Bu adamın, Allahın düşmanlarından birisi olduğuna inanıyorum. Bunun başını ise, ancak Müslüman kardeşlerimi serbest bırakacağı için öpüyorum.” [/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Abdullah, kralın başını öptü ve o da sözünde durarak 80 Müslüman esîri serbest bıraktı.[/FONT]

[FONT=&quot]Abdullah bin Huzâfe’nin îmânından gelen izzet ve fedâkârlığı, 80 Müslümanın kurtarılmasına ve daha nicelerinin îmânını kurtarmasına vesîle olmuştu.[/FONT]

Her Müslümanın vazîfesidir

[FONT=&quot]Esîrlerle birlikte Medîne’ye dönen Hz. Abdullah, Hz. Ömer tarafından karşılandı. Hz Ömer, Abdullah’ı tebrik etti ve orada bulunan Müslümanlara hitâben; [/FONT]

- Abdullah, kralın başından öperek 80 Müslüman kardeşimizin kurtuluşuna vesîle olmuştur. Onun için, Abdullah’ın başından öpmek her Müslümana bir vazîfedir. İşte ilk önce ben öpüyorum,[FONT=&quot] dedi ve başından öptü.[/FONT]

[FONT=&quot]Abdullah bin Huzâfe, ilk Müslümanlardan idi. Soyu Hz. Lüey’de Peygamber efendimizle birleşmektedir. Annesi Hârisoğullarındandır. Müslüman olduktan sonra Mekkeli müşriklerin işkencelerine ma’rûz kaldı. İki defa Habeşistan’a hicret etti. [/FONT]

[FONT=&quot]Bedir savaşından sonra Medîne’ye geldi. Resûlullahla birlikte bütün savaşlara katılan Abdullah bin Huzâfe hazretleri, bir ara Peygamberimiz tarafından 50 kişilik bir seriyyenin kumandanlığına da getirilmişti. Abdullah bin Huzâfe, Hz. Osman devrinde Mısır’da vefât etti.[/FONT]

[FONT=&quot]Allah ondan râzı olsun.[/FONT][/FONT]

__________________
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
icon14.gif
011 Kur'ân-ı kerîmi açıktan okuyan ilk sahâbî: ABDULLAH BİN MES'ÛD


Kur'ân-ı kerîmi açıktan okuyan ilk sahâbî:


ABDULLAH BİN MES'ÛD



[FONT=&quot]Abdullah bin Mes'ûd hazretleri, Eshâb-ı kirâmın meşhûrlarından olup, ilk îmâna gelenlerdendir.


[FONT=&quot]Gençliğinde fakîr idi. Bundan dolayı çobanlık yapıyordu. Bir gün koyun güderken Peygamber efendimiz ve Hz. Ebû Bekir ile karşılaştı. Resûlullah efendimiz:[/FONT]

- Ey genç! İçmemiz için sütün var mı?[FONT=&quot] diye sordu. O da:[/FONT]

[FONT=&quot]- Yok efendim, deyince, Peygamber efendimiz, hiç yavrulamamış bir koyunun memesini elleri ile sıvazlayıp, duâ etti. Koyunun memesi derhal süt ile doldu. Hz. Ebû Bekir, büyük bir kap getirip doldurdu. Bu sütten içtiler. Peygamber efendimiz sonra: "Çekil, büzül" buyurdu. Koyunun memeleri eski hâline geldi.[/FONT]

Nasıl sağdınız?

[FONT=&quot]Abdullah bin Mes'ûd, olanları hayretler içinde seyretti. Dayanamayıp sordu:[/FONT]

[FONT=&quot]- Bu nasıl oldu? Hiç sütü olmayan koyundan bu kadar sütü nasıl sağdınız? Söylediğiniz duâyı lütfen bana da öğretin.[/FONT]

[FONT=&quot]Peygamber efendimiz, başını sıvazlayıp:[/FONT]

- Allahü teâlâ sana rahmet etsin! Sen Hakkı öğrenebilecek bir çocuksun,[FONT=&quot] buyurdu.[/FONT]

[FONT=&quot]Bu mu'cizeyi gören ve konuşmaları işiten genç:[/FONT]

[FONT=&quot]- Siz sıradan bir kimse değilsiniz. Senin, Cenâb-ı Hakkın Peygamberi olduğuna inandım, deyip Kelime-i şehâdet getirdi ve Müslüman oldu.[/FONT]

Kimse yok mu?

[FONT=&quot]Abdullah bin Mes'ûd hazretleri Mekke'de ilk defa açıktan Kur'ân-ı kerîm okuyan sahâbîdir.[/FONT]

[FONT=&quot]Bir gün Eshâb-ı kirâm, bir yerde oturup sohbet ediyorlardı. İçlerinden birisi:[/FONT]

[FONT=&quot]- Resûlullahtan başka, hiç kimse çıkıp da Kur'ân-ı kerîmi müşriklere karşı açıktan okuyamadı. Bunu yapacak kimse yok mu? dedi. İbni Mes'ûd hazretleri hemen atılıp:[/FONT]

[FONT=&quot]- Ben okurum, dedi.[/FONT]

[FONT=&quot]- Biz, sana bir zarar vermelerini istemeyiz. Müşriklerin, kabîlesinden korkacakları bir kimse okusun.[/FONT]

[FONT=&quot]- Bırakın gideyim! Siz dua edin! Allahü teâlâ beni korur![/FONT]

[FONT=&quot]Ertesi gün, Makâm-ı İbrâhim'e gitti. Müşrikler orada toplanmış hâldeydiler. İbni Mes'ûd hazretleri Besmele-i şerîfe çekip, "Errahmânu allemel Kur'âne..." diyerek Rahmân sûresini okumaya başladı. [/FONT]

[FONT=&quot]Müşrikler hep birlikte üzerine yürüdüler. Tekme tokat vurmaya başladılar. Yüzü gözü her tarafı yara bere içersinde kaldı. Fakat o, sanki hiç bir şey yapılmıyormuş gibi sâkin sâkin Kur'ân-ı kerîmi okumaya devam etti. Okuması bittikten sonra Eshâb-ı kirâmın yanına vardığında dediler ki:[/FONT]

[FONT=&quot]- Korktuğumuz başımıza geldi. Bir daha gidip onların yanında okuma![/FONT]

- Hayır yine gidip okuyacağım. Müşrikleri ilk defa böyle perişan hâlde gördüm. Onların âcizliği beni çok sevindiriyor. Bana yapılan işkencelerden acı duymuyorum.

[FONT=&quot]O, ertesi günü yine gidip, tekrar okudu. Yine tartakladılar. Hattâ kızgın çöllere yatırıp işkence ettiler. O yine aldırmadan okumalarına devam etti. Sonunda müşrikler çâresiz kaldılar. [/FONT]

[FONT=&quot]Mekkeli müşrikler diğer Müslümanlara yaptıkları gibi, Abdullah ibni Mes'ûd'a da çok eziyet ve işkence yaptılar. İşkenceler dayanılmayacak hâle gelince izin ile iki defa Habeşistan'a hicret etti. Resûlullah efendimizin hicret etmesinden sonra, Habeşistan'dan Medîne'ye hicret etti. Burada önce Muâz bin Cebel'in evinde misâfir kaldı. Sonra Mescid-i Nebî'nin yanında bir ev yaptırarak taşındı. [/FONT]

[FONT=&quot]İbni Mes'ûd hazretleri, cüssesinden umulmayan kahramanlıklar göstermiştir. Savaşlarda, Resûlullahın yanından ayrılmayıp, canfedâ bir şekilde savaşırdı. Bedir savaşında, küfrü ve îmânsızlığı meşhûr Ebû Cehil'in başını o kesmiştir.[/FONT]

[FONT=&quot]Savaşta, Eshâb-ı kirâmdan Afra hatûnun çocukları Muâz ve Muavviz, kılıç darbeleri ile Ebû Cehil'i kımıldayamıyacak şekilde yaralayıp, yıktılar. Öldüğünü zannedip oradan ayrıldılar. Peygamber efendimiz Ebû Cehil'i merak edip:[/FONT]

- Acaba Ebû Cehil ne yaptı, ne oldu? Kim bakar? [FONT=&quot]buyurarak, araştırılmasını emretti. Aradılar bulamadılar. Gelip durumu bildirince Peygamber efendimiz:[/FONT]

Allahü teâlâ zelil etti

- Aramaya devam ediniz! Eğer onu tanıyamazsanız, dizindeki yara izine bakınız. Birgün ben ve o, Abdullah bin Cûdan'ın ziyâfetine gittik. İkimiz de gençtik. Ben ondan biraz büyükçe idim. Orada onu itince düştü, dizlerinden birisi yaralandı. Bu iz onun dizinden kaybolmadı,[FONT=&quot] buyurarak Eshâbına kolay tanımaları için işâret verdi.[/FONT]

[FONT=&quot]Bunun üzerine, İbni Mes'ûd hazretleri yerinden fırlayıp aramaya gitti. Epey bir aramadan sonra, ölüler arasında ta'rife uygun yaralı birisini gördü. Yanına yaklaşıp sordu:[/FONT]

[FONT=&quot]- Sen Ebû Cehil misin?[/FONT]

[FONT=&quot]- Evet, Ebû Cehil'im.[/FONT]

- Ey Resûlullah düşmanı! Nihâyet Allahü teâlâ seni hakîr ve zelîl etti?

[FONT=&quot]Aldığı yaralardan, acılar içinde kıvranan İslâm düşmanı Ebû Cehil, hâlâ inadına, düşmanlığına devam ediyordu. En ufak bir pişmanlık eseri yoktu. Ebedî olarak, Cehennemde kalmak üzere dünyadan ayrılmakta iken bile mel'ûn hâlâ ağzından kin kusuyordu:[/FONT]

[FONT=&quot]- Ne diye beni zelîl ve hakîr edecek ey koyun çobanı! Hakîr olan sizler olacaksınız! Sen bana zaferden bahset! Kim kazandı kim kaybetti?[/FONT]

[FONT=&quot]- Zafer Allah ve Resûlünün tarafındadır, ey mel'ûn. Artık sonun geldi. Zehir kusan başını, şu iğrenç vücûdundan ayıracağım.[/FONT]

[FONT=&quot]- Doğrusu beni, senin gibi birisinin öldürmesi bana çok ağır gelecek.[/FONT]

[FONT=&quot]- İşte Allah ve Resûlüne karşı gelen, onlara düşmanlık besliyenin sonu böyle zelîl olmaktır. Sen ve senin gibi olanların sonları böyle olacak. Burada zelîl olduğunuz gibi, âhırette daha zelîl olacaksınız! Ebedî olarak, Cehennem ateşi ile yanacaksınız. Cehennemde, şimdiki bu hâlinizi çok arayacaksınız. Fakat bulamıyacaksınız.[/FONT]

[FONT=&quot]İbni Mes'ûd hazretleri, başını kesmek için Ebû Cehil'in miğferini çıkartırken:[/FONT]

[FONT=&quot]- Ne olur hiç olmazsa, boynumu gövdeme yakın kes ki, başım heybetli görünsün, diyerek küfrünün, gurur ve kibrinin ne dereceye çıkmış olduğunu gösterdi.[/FONT]

Ümmetin fir'avnı

[FONT=&quot]İbni Mes'ûd, Ebû Cehil'in başını kılıcıyla kopardı. Kılıcını, miğferini aldı. Başına bir ip bağlayıp, sürükliyerek Resûlullahın huzûruna götürdü. Sevinç içinde:[/FONT]

[FONT=&quot]- Yâ Resûlallah! Bu, Allahü teâlânın düşmanı Ebû Cehil'in başıdır, dedi. Peygamber efendimiz de:[/FONT]

- O Allah ki, O'ndan başka ilâh yoktur,[FONT=&quot] buyurdu.[/FONT]

[FONT=&quot]Sonra İbni Mes'ûd hazretleri ile beraber, Ebû Cehil'in cesedinin yanına gitti. Ona hitap ile: [/FONT]

- Allahü teâlâya hamd olsun ki seni zelîl ve hakîr kıldı. Ey Allahın düşmanı! Sen bu ümmetin fir'avnı idin![FONT=&quot] buyurdu.[/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Abdullah bin Mes'ûd, Uhud'da, Hendek'te, Biat-ı Rıdvan'da, Mekke'nin fethinde ve Tebük seferlerinde bulundu. Peygamber efendimizin vefâtından sonra da Yermük harbine katıldı. Kûfe kadılığına tayin olundu. Orada hazine muhafızlığı da yaptı. Hz. Ömer, Kûfe halkına yazdığı mektupta şöyle diyordu: [/FONT]

[FONT=&quot]- Ey Müslümanlar! Size iki arkadaşımı yolluyorum. Ammâr vâlî, Abdullah kâdı olacaktır. Onları dinleyiniz ve söylediklerini yapınız. Çünkü ikisi de Resûlullahın Eshâbından olup, Bedir kahramanlarındandır. İbni Mes'ûd'u yanımda alıkoymayarak sizi kendime tercih ettim. Kendisi aynı zamanda beytülmâl hesaplarına da bakacaktır.[/FONT]

Günâhtan şikâyet

[FONT=&quot]Hz. Osman'ın son zamanlarında Medine'ye döndü. 60 yaşının üzerinde iken hastalandı. Halife Hz. Osman, ziyâretine geldi. Dedi ki:[/FONT]

[FONT=&quot]- Bir isteğin mi var?[/FONT]

- Allahü teâlânın rahmetini isterim.

[FONT=&quot]- Bir tabib getirelim mi?[/FONT]

- Hâcet yok! Beni hasta eden tabibdir.

[FONT=&quot]Bu hastalıktan vefât etti. Cenâze namazını Hz. Osman kıldırdı. Vasiyeti üzerine Cennet-ül-Bakî Kabristanına defnedilmiştir.[/FONT]

[FONT=&quot]Abdullah bin Mes'ud, Resûlullahın huzurunda, meclislerinde sık sık bulunurdu. O derece ki, Resûl-i ekremin Ehl-i beytinden olduğu sanılırdı. Resûlullahın eşyalarını taşırdı. Onlara hürmetinden çok güzel giyinirdi.[/FONT]

[FONT=&quot]Peygamber efendimiz, Abdullah bin Mes'ûd'u Kur'ân-ı kerîm öğretenlerin başında sayardı ve, "Kur'ân-ı kerîmi, İbni Mes'ûd, Salim, Übey bin Ka'b ve Muaz bin Cebel'den öğrenin!" buyururdu. 70 sûreyi Resûlullahın mübârek ağızlarından işiterek ezberlemiştir. Âsım, Hamza, Kisaî, Halef, A'meş gibi meşhur kırâat imâmlarının silsilesi, İbni Mes'ûd'da son bulmaktadır.[/FONT]

[FONT=&quot]Resûl-i ekrem Kur'ân-ı kerîmi ondan dinlemeyi çok severdi. Peygamber efendimiz bir gün ona buyurdu ki:[/FONT]

- Nisa suresini oku, dinleyelim.

[FONT=&quot]- Kur'ân-ı kerîm size indi. Biz O'nu sizden okuduk ve sizden öğrendik. Resûl-i ekrem bunun üzerine buyurdu ki:[/FONT]

- Evet öyledir. Fakat ben Kur'ân-ı kerîmi başkasından dinlemeyi severim.

[FONT=&quot]İbni Mes'ûd okumaya başladı. Meâlen; (Halleri ne olacak? Her ümmetten bir şahit getireceğimiz zaman...)Nisa: 41] âyet-i kerimesine gelince, Resûlullahın mübârek gözlerinden yaşlar boşandı.[/FONT]

İbni Mes'ûd gibi

[FONT=&quot]İbni Mes'ûd hazretleri, Kur'ân-ı kerîmi çok güzel okurdu. Hz. Ömer anlatır:[/FONT]

[FONT=&quot]Bir gün Resûlullah efendimiz, Hz. Ebû Bekir ile Müslümanların durumunu konuşuyordu. Ben de yanlarındaydım. Sonra beraber dışarı çıktık. Baktık, tanımadığımız birisi mescidde Kur'ân-ı kerîm okuyor. Resûlullah efendimiz dinlemeye başladı. Daha sonra da bize dönüp buyurdu ki: [/FONT]

- Kim Kur'ân-ı kerîmi indiği andaki tazeliği ile okumaktan hoşlanıyorsa, İbni Mes'ûd gibi okusun!

[FONT=&quot]İbni Mes'ûd hazretlerinin vücûdu zayıf yapılı idi. Peygamber efendimiz birgün Eshâbına buyurdu ki: [/FONT]

- Siz İbni Mes'ûd'un vücutça zayıf olduğuna bakmayın. Mîzânda hepinizden ağırdır.[/FONT]

__________________
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
icon14.gif
012 En çok hadîs bilen sahâbîlerden: ABDULLAH BİN ÖMER


En çok hadîs bilen sahâbîlerden:


ABDULLAH BİN ÖMER



[FONT=&quot]Abdullah bin Ömer hazretleri, Eshâb-ı kirâmın büyüklerinden olup, dört büyük halîfeden Hz. Ömer’in oğludur. İlk îmâna gelenlerdendir. Babası îmân ile şereflenince, o da küçük yaşta Müslüman oldu.


[FONT=&quot]Küçük yaştan beri Peygamber efendimizle beraber bulundu. Bunun için Eshâb-ı kirâm içinde en çok hadîs-i şerîf nakledenlerden oldu. [/FONT]

[FONT=&quot]Ayrıca, yaratılış olarak üstün hâllere sahip olduğundan ve Resûlullahın hizmeti ile şereflenip, uzun zaman sohbetlerinde bulunduğundan, bütün ilimlerde mâhir oldu.[/FONT]

Çok cömert idi

[FONT=&quot]Harâm ve şüphelilerden sakınmakta, dünyaya düşkün olmamakta örnek durumdaydı. Her işte çok araştırıcı, inceleyici ve dikkatliydi. Çok cömert olup, ikrâm etmeyi çok severdi. Akşam yemeklerini, yalnız yediği hiç vâki değildi. Mutlaka misâfir arar bulurdu.[/FONT]

[FONT=&quot]Bir gün Abdullah bin Ömer hazretlerine, bin dirhem para ile kıymetli bir kaftan hediye getirilmişti. Dostlarından birisi ertesi gün, onu, çarşıda hayvanına veresiye yem alırken görünce şaşırdı. Evine gidip sordu:[/FONT]

[FONT=&quot]- Dün Abdullah bin Ömer’e bin dirhem para ile kıymetli bir kaftan gelmemiş miydi?[/FONT]

[FONT=&quot]- Evet gelmişti.[/FONT]

[FONT=&quot]- Fakat bugün onu veresiye alış-veriş yaparken gördüm.[/FONT]

- Doğrudur. Hediyeleri aldığı gün, kaftanı omuzuna alıp, çarşıya çıktı. Dönüşünde ne kaftan ne de paralar vardı. İhtiyacı olanlara hepsini dağıtmış.

[FONT=&quot]Gençliğinde bir rü’yâ gördü. Rü’yâsında ipek bir kumaş parçasının üzerine binerek uçuyor, Cennetteki istediği yerlere konuyordu. Bu sırada birileri onu Cehenneme götürmek istedi. [/FONT]

[FONT=&quot]Hemen karşısına bir melek çıkıp, “Korkma!” dedi. Sonra alıp tekrar Cennete götürdü.[/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Hafsa, onun bu rü’yâsını Resûlullaha anlatınca, Peygamber efendimiz buyurdu ki: [/FONT]

- Abdullah ne iyi insandır. Keşke geceleri de namaz kılsa!

[FONT=&quot]O zamandan sonra gece namazını hiç bırakmadı.[/FONT]

Allahtan korkmak

[FONT=&quot]Allahtan başka kimseden korkmazdı. Bir gün yolculuğa çıktı. Yolda karşılarına bir aslan çıkınca, arkadaşları korkup ne yapacaklarını şaşırdılar. O korkusuzca aslanın yanına yaklaşıp, kulağına dedi ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Resûlullahtan işittim. “İnsanoğlu Allahtan başkasından korkmazsa, hiçbir şeyi ona musallat etmez”buyurdu. Yoldan çekil de yolumuza devam edelim.[/FONT]

[FONT=&quot]Aslan sessizce oradan uzaklaştı.[/FONT]

[FONT=&quot]Acıkmayınca yemez, yediğinde de çok az yerdi. Nitekim Irak’tan ziyâretine gelen bir dostu, kendisine hediye olarak bir ilâç getirerek dedi ki:[/FONT]

[FONT=&quot]- Bu iyi bir ilâçtır. Sana, Irak’tan getirdim.[/FONT]

[FONT=&quot]- Bu ilâç neye yarar?[/FONT]

[FONT=&quot]- Hazımsızlığa iyi gelir.[/FONT]

[FONT=&quot]- O zaman, sen bu ilâcı başkasına ver![/FONT]

[FONT=&quot]- Niçin?[/FONT]

- Çünkü, ben ömrümde hiç karnım doyana kadar yemek yemedim. Bundan sonra da yemiyeceğim için bende hazımsızlık olmaz.

[FONT=&quot]Bir gün Abdullah bin Ömer hazretlerinin devesi kayboldu. Çok aradı, bulamadı. “Alana helâl olsun!” deyip mescide girdi. Sonra birisi gelip dedi ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Deven filân kimsede. [/FONT]

[FONT=&quot]Mescidden çıkıp giderken, hatırladı. “Ben onu alana hediye etmiştim” deyip tekrar mescide döndü. [/FONT]

Allah için sev!

[FONT=&quot]Peygamber efendimiz bir nasîhatinde, Abdullah bin Ömer hazretlerine buyurdu ki: [/FONT]

- Allah için sev, Allah için darıl, Allah için anlaş! Velîlik mertebesine ancak böyle kavuşabilirsin! Bu minvâl üzere olmıyan kişi, namazı ve orucu çok olsa bile, îmânın tadını alamaz.

Yâ Abdullah, sabaha çıktığın zaman akşam için kendini kaygılandırma! Akşama çıktığın zaman sabah için kendini kaygılandırma! Sağlığında hastalığın ve hayatında ölüm için tedbîr al!

[FONT=&quot]Abdullah bin Ömer hazretleri, harâmdan çok korkardı. Bunun için, sık sık buyururdu ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Kambur oluncaya kadar namaz kılsanız ve kıl gibi oluncaya kadar oruç tutsanız, harâmdan kaçmadıkça bunların va’dedilen mükâfâtına kavuşamazsınız![/FONT]

[FONT=&quot]Birisi, Abdullah bin Ömer hazretlerine, “Allah için, seni çok seviyorum” deyince buyurdu ki: [/FONT]

- Ben de Allah için, seni hiç sevmiyorum. Çünkü sen, ezânı tegannî ederek, şarkı söyler gibi okuyorsun.

[FONT=&quot]Tâbiînin büyüklerinden Nâfi’ buyurdu ki: [/FONT]

[FONT=&quot]“Ben henüz çocuk iken Abdullah bin Ömer ile beraber gidiyorduk. Ney sesi işittik. Hz. Abdullah, kulaklarını parmakları ile kapadı. Oradan hızla uzaklaştık. Bir müddet sonra bana dedi ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Ney sesi daha işitiliyor mu? [/FONT]

[FONT=&quot]- Hayır işitilmiyor.[/FONT]

[FONT=&quot]Ancak ondan sonra parmaklarını kulaklarından ayırdı.” [/FONT]

Hiç kimse yanmasın!

[FONT=&quot]Resûlullah efendimiz, Abdullah bin Ömer’i çok severdi. Nitekim bir gün Hz. Abdullah, Resûlullahın huzûrlarına gelmişti. Resûlullah efendimiz ona çok iltifât edip, (Kıyâmet günü herkesin berâtı [kurtuluş vesîkası] her işi ölçüldükten sonra verilir. Abdullah’ın berâtı ise, dünyada verilmiştir) buyurarak onu medh ve senâ buyurdu. Sebebi sorulduğunda buyurdu ki: [/FONT]

- Kendisi vera’ ve takvâ sahibi olduğu gibi, duâ ederken “Yâ Rabbî! Benim vücûdumu, kıyâmet günü o kadar büyük eyle ki, Cehennemi yalnız ben doldurayım. Cehennemi insanla dolduracağım diye verdiğin sözün böylece yerine gelmiş olsun da, Muhammed aleyhisselâmın ümmetinden hiç kimse Cehennemde yanmasın” diyerek, din kardeşlerini kendi canından daha çok sevdiğini göstermiştir.[FONT=&quot][Ebû Bekr-i Sıddîk’ın da böyle duâ ettiği Menâkıb-i çihâr yâr-ı güzîn kitâbında yazılıdır.] [/FONT]

[FONT=&quot]Abdullah bin Ömer hazretleri bir gün, birkaç arkadaşı ile Medîne-i münevvere dışına çıkmışlardı. Yemek vakti gelince sofra hazırladılar. O sırada köle olan bir çoban selâm verdi. Hz. Abdullah çobanı yemeğe da’vet etti. Çoban oruçlu olduğunu söyleyip sofraya oturmadı. İbni Ömer ona sordu: [/FONT]

[FONT=&quot]- Bu çok sıcak günde hem koyunları otlatman, hem de oruç tutman nasıl oluyor? [/FONT]

[FONT=&quot]Çoban da cevap verdi: [/FONT]

[FONT=&quot]- Bu hâlde çok günler oruç tuttum. Abdullah bin Ömer hazretleri, onu denemek için dedi ki:[/FONT]

[FONT=&quot]- Koyunlarından birini satar mısın? Hem parasını, hem de iftâr etmen için etinden veririz?[/FONT]

[FONT=&quot]- Koyunlar efendimindir. [/FONT]

[FONT=&quot]- Efendine kaybolduğunu söylersin.[/FONT]

[FONT=&quot]Bunun üzerine çoban, tam bir teslimiyetle şöyle cevap verdi:[/FONT]

[FONT=&quot]- Allahü teâlâ görüp biliyor.[/FONT]


./.[/FONT]
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
Azâd ettiler

[FONT=&quot]Abdullah bin Ömer hazretleri, çobanın sözünü birkaç defa tekrar etti. Medîne’ye döndüklerinde, çobanın efendisine birisini gönderip, sürüyü ve çobanı satın aldı. Onu azâd ederek, koyunları da ona hediye etti.


[FONT=&quot]Mekke’nin fethi sırasında, İbni Ömer yirmibeş yaşlarında bulunuyordu. Sür’atli koşan bir atı vardı. Bu at üzerinde, elinde mızrağı olduğu hâlde çok heybetli idi. Resûlullah efendimiz onun bu hâlini görünce, “Abdullah! İşte Abdullah” buyurarak mücâhidliğini övdüler. Müslüman ordusu, büyük bir ihtişâmla Mekke’ye girdiği zaman, Resûl-i ekrem bir deve üzerinde olup, İbni Ömer de yanında bulunuyordu. [/FONT]

[FONT=&quot]Mekke’nin fethinden sonra Abdullah bin Ömer, Huneyn muhârebesine katıldı. Büyük kahramanlıklar gösterdi. [/FONT]

[FONT=&quot]Ordu bir ara geri çekilmek üzere iken İbni Ömer, Resûlullah efendimize yaklaşarak, duâ istedi ve, “Zafer nasîb olursa i’tikâf edeceğim” diye arzetti. Resûl-i ekrem onun bu arzûsu üzerine buyurdu ki: [/FONT]

- Dilediğini yapar, adağını yerine getirirsin.

[FONT=&quot]Sonra zafer nasîb oldu. [/FONT]

[FONT=&quot]Huneyn’den sonra Tâif muhâsarası oldu. Bu muhâsarada öncü kuvvetlerinden idi. Resûlullahın duâsı ile fetih nasîb oldu.[/FONT]

Doksandan fazla yara vardı

[FONT=&quot]Abdullah bin Ömer hazretleri, Mûte harbinde de bulundu. Bu husûsla ilgili kendisi şöyle anlatır: [/FONT]

[FONT=&quot]“Resûlullah efendimiz Mûte gazâsında Zeyd bin Hârise’yi kumandan yapmış, “Eğer Zeyd şehîd olursa, Ca’fer bin Ebî Tâlib, o da şehîd olursa, Abdullah bin Revâha kumandanlık yapsın” buyurmuştu. [/FONT]

[FONT=&quot]Ben de bu savaşta idim. Ca’fer bin Ebî Tâlib’i harb meydanında aradık ve şehîdler içerisinde bulduk. Vücûdunda doksandan fazla kılıç ve mızrak yarası vardı.” [/FONT]

[FONT=&quot]İyilik etmesini, hayrı, sadakayı, köle azâd etmeyi çok severdi. İyi ve güzel huylu olup, kötülükten uzaktı. Her işini ve her şeyini Allah için yapardı. Yüzüğünün taşında, “Abdullah bin Ömer, Lillah” ibâresi yazılı idi. Abdullah bin Ömer hazretleri buyurdu ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Müslümanlıkla şereflendikten sonra, en büyük sevinç ve neş’em; gönlümün, herkesi peşinden koşturan birtakım istek ve arzûlara meyletmemiş olmasıdır. [/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Ebû Bekir devrinde, Amr bin Âs komutasındaki orduda vazîfe aldı. Ordu, Filistin toprağına girince, Amr bin Âs, Abdullah bin Ömer’e bir sancak ve emrine bin süvâri verdi. [/FONT]

Kimse dağılmasın!

[FONT=&quot]Birlik, Amr bin Âs’ın emri üzerine hareket etti. Sabaha kadar yürüdüler. Bu sırada, kalabalık insan topluluğuna dâir birtakım izlere rastladılar. Abdullah bin Ömer hazretleri dedi ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Zannederim bu asker izi, Rumların öncü birliklerine âittir.[/FONT]

[FONT=&quot]Sonra emrindeki askerlerle birlikte durdu. Askerler dediler ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Bu izi takip edelim. [/FONT]

[FONT=&quot]Bunun üzerine Abdullah bin Ömer şu tâlimâtı verdi: [/FONT]

[FONT=&quot]- Hayır, izin kime âit olduğunu kesin olarak öğreninceye kadar kimse dağılmasın![/FONT]

[FONT=&quot]Kimse yerinden ayrılmadı. Araştırma netîcesinde, Müslümanlardan haber almak için dolaşan, onbin kişilik Rum askerinin, yakınlarında olduğunu anladılar. Abdullah bin Ömer, onları görünce, askerlerine seslendi: [/FONT]

[FONT=&quot]- Bu fırsatı kaçırmayınız! Cennet kılıçların gölgesi altındadır! [/FONT]

[FONT=&quot]Bütün asker gür bir sesle, “Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah” dedi. Kelime-i tevhîd sesleri semâyı çınlattı. Sanki ağaçlar, taşlar ve her şey onlara Kelime-i tevhîd ile cevap veriyordu. İlk hücûm eden İkrime bin Ebî Cehl oldu. Onu Süheyl bin Amr, sonra da Dehhâk takip etti. İki ordu birbirine girmişti. Abdullah bin Ömer hazretleri, savaş hâlini şöyle anlatmıştır: [/FONT]

[FONT=&quot]“O anda, Rumların önde gelen cengâverlerinden, iri yapılı, sağına soluna çevik hareketlerle vuran birini gördüm. Bu, öncü kuvvetlerinin komutanı ve Rumların gözbebeği olan birisi idi. [/FONT]

[FONT=&quot]Rum askerinin üzerinde moral yönünden büyük te’sîri vardı. Üzerine hücûm edip, mızrağımı uzattım, fakat kendini kurtardı. [/FONT]

[FONT=&quot]Öldürmek için tekrar bir fırsatını bulup, yaraladım. Kılıcımla vurdukça vuruyordum. Sanki taşa çalıyordum. Her vuruşta kılıç, sert taşa vurulmuş gibi ses çıkarıyordu. Hattâ kırıldığını zannettim. Nihâyet yere düşürdüm. [/FONT]

[FONT=&quot]Bunu gören Rumlar büyük bir korkuya kapıldılar. Müslüman mücâhidler ise daha şiddetli ve aşkla çarpışmaya başladılar. Allah için, Dehhâk ve Hâris bin Hişâm çok kahramanlıklar gösterdiler ve düşman büyük bir hezîmete uğrayıp dağıldı. Böylece Allahü teâlânın yardımı ile zafere ulaştık.” [/FONT]

Abdullah bin Ömer nerede?

[FONT=&quot]Muhârebe bittikten sonra, Müslüman askerleri toplandılar. Rumlardan aldıkları malları ve ganîmetleri ortaya getirdiler. Bütün askerler döndüğü hâlde, Abdullah bin Ömer hâlâ görünmüyordu. Müslümanlar birbirlerine soruyordu: [/FONT]

[FONT=&quot]- Abdullah bin Ömer nerede?[/FONT]

[FONT=&quot]İçlerinden birisi, onun çok zâhid ve ibâdete düşkün olduğunu söyledi. Başkaları da, onu medheden konuşmalarda bulundular. [/FONT]

[FONT=&quot]Bu konuşmaları, bulunduğu yerde dinleyen Abdullah bin Ömer hazretleri yüksek sesle, tekbîr ve tehlîllerle, Resûlullaha salâtü selâm getirdi ve elindeki bayrağı salladı. Bunu gören Müslümanlar, yanına koştular. Kendisine, nerede olduğunu sorduklarında, “Rumların kumandanları ile meşgûldüm. Onu öldürdüm” dedi. [/FONT]

[FONT=&quot]Abdullah bin Ömer hazretleri, Mûte ve Yermük savaşlarında bulundu. Hz. Ebû Bekir’in hilâfeti zamanında Hâlid bin Velîd’in Arabistan’da isyân hâlinde bulunan mürted kabîlelere karşı açtığı sefere iştirâk etti.[/FONT]

[FONT=&quot]Ayrıca Nihâvend muhârebesine ve Hz. Osman’ın Mısır vâlisi Abdullah bin Sa’d’ın Kuzey Afrika fütûhatını tamamlamak için Medîne’den gönderdiği yardımcı kuvvetler ile harbe katıldı. [/FONT]

[FONT=&quot]Yine az zaman sonra 650-651 târihinde Sa’îd bin Âs kumandasındaki Horasan ve Taberistan seferine iştirak etti.[/FONT]

İstanbul’a geldi

[FONT=&quot]Abdullah bin Ömer hazretleri, Hz. Muâviye’nin hilâfetinde, Yezîd bin Muâviye ile Bizans seferine katıldı. Eyyûb Sultân hazretleriyle İstanbul surları önüne kadar gelip, Bizanslılar ile olan mücâdelede bulundu.[/FONT]

[FONT=&quot]Abdullah bin Ömer hazretleri, devlet kadrosunda vazîfe almaktan uzak durdu. Babası Hz. Ömer, şehâdetinden önce yerine oğlunu göstermesini isteyenlere buyurmuştu ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Bir evden bir kurban yeter.[/FONT]

[FONT=&quot]Seçilmemek şartıyla Hz. Osman’ı halîfe seçen şûrâ üyeliğinde bulundu. [/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Osman’ın şehâdetinden sonra, Hz. Ömer’in oğlu olması, ilmî mertebesinin yüksekliği ve savaşlardaki kahramanlığı ileri sürülerek, halîfe olması istendiyse de kabûl etmedi. Hz. Ali’ye bî’at etti. Fakat, iç hâdiselere karışmadı.[/FONT]

[FONT=&quot]“Cihâd, İslâm ülkesinde, Müslümanlar arasında olmaz. Cihâd, kâfirlere ve gayrı müslim memleketine karşıdır” buyururdu. [/FONT]

[FONT=&quot]Abdullah bin Ömer, Resûlullahı görme, sohbetinde bulunma, Ona hizmet etme şerefine kavuşma ve fıtraten üstün hâllere sahip olması sebebiyle, bütün ilimlerde mâhir, üstâd idi. [/FONT]

[FONT=&quot]İlmi, harâm ve şüphelilerden sakınması ve dünyaya düşkün olmaması yönleri ile örnek durumdaydı. Her işte çok araştırıcı, inceleyici ve dikkatliydi. [/FONT]

[FONT=&quot]Kur’ân-ı kerîmin tefsîri husûsunda sahâbenin ileri gelenlerinden idi. Helâle ve harâma âit hadîs-i şerîflerin çoğunu o bildirmiştir. [/FONT]

[FONT=&quot]İşittiği hadîs-i şerîfleri yazar, gerek duymadıkça hadîs-i şerîf rivâyet etmezdi.[/FONT]


./.[/FONT]
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
Resûlullaha çok benzerdi

[FONT=&quot]İbni Ömer hazretleri, ekseriyâ Resûlullah efendimizin hizmetinde ve huzurunda bulunurdu. Bulunmadığı zamanlarda, Onun söz, fiil ve takrîrini sorar, araştırırdı.


[FONT=&quot]Anlıyamadığında, bizzat Resûl-i ekremden öğrenir, bildiğini öğretmekten zevk duyardı. [/FONT]

[FONT=&quot]Medîne-i münevverede ders meclisi kurup, hadîs-i şerîf öğretti. Ayrıca hac mevsiminde de dünyanın her yerinden gelen ilim ve hak âşıklarına hadîs-i şerîf rivâyetinde bulundu.[/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Âişe buyurdu ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Hâl ve hareketinde Resûlullaha en çok benzeyenlerden biri de İbni Ömer idi.[/FONT]

[FONT=&quot]Abdullah bin Ömer hazretleri, fıkıh ilminde de kemâl derecesinde idi. Fetvâ husûsunda çok titiz idi. Birçok mes'eleye, "Bilmiyorum" diye cevap verirdi. Fetvâları çok kıymetlidir. İmâm-ı Mâlik onun hakkında buyuruyor ki: [/FONT]

[FONT=&quot]Abdullah bin Ömer, Peygamberimizden sonra hac mevsiminde ve başka zamanlarda, insanlara altmış sene fetvâ vermiştir.[/FONT]

Abâdile-i erbea

[FONT=&quot]Hadîs ve fıkıh âlimleri arasında Abdullah bin Ömer, Abdullah bin Abbâs, Abdullah bin Zübeyr ile Abdullah bin Amr bin Âs'a Abâdile-i erbea, ya'nî dört Abdullah ünvânı verilmiştir. Bu dört zât, bir mes'elede ittifâk edince, "Abâdile'nin kavli" denilir. Ancak fıkıh kitaplarında, Abâdile denilince, ekseriyâ İbni Mes'ûd, İbni Abbâs ve İbni Ömer hazretleri kasdedilir.[/FONT]

[FONT=&quot]Tâbiînin büyüklerinden Nâfi', Abdullah bin Ömer'in azâdlısıdır. Onu, onbin dirheme satın aldıktan sonra buyurdu ki:[/FONT]

[FONT=&quot]- Seni Allah rızâsı için azâd ettim.[/FONT]

[FONT=&quot]Çok cömert, halîm ve selîm idi. Köle ve câriyelerinden hangisini Allahü teâlâya ibâdet ederken görse, onu azâd etmek âdeti idi. Kölelerinin böyle görünerek kendisini aldattıklarını söylediklerinde buyurdu ki: [/FONT]

- Hayır için aldanmaktan iyi şey var mıdır?

[FONT=&quot]İmâm-ı Nâfi', efendisi ile ilgili olarak buyurdu ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Abdullah bin Ömer, bin kişi azâd etmeyince, rûhunu teslim etmedi. Sevmeye başladığı bir şeyi Allah rızâsı için, ihtiyâcı olana verirdi. Böylece, Allahü teâlânın; "Sevdiğiniz şeylerden infâk etmedikçe, iyiliğe kavuşamazsınız!" (Âl-i İmrân sûresi: 92) meâlindeki âyet-i celîlesiyle amel ederdi.[/FONT]

[FONT=&quot]Zamanın zenginlerinden Abdülazîz bin Hârûn, "Her ne ihtiyâcın varsa bana bildir" diye Abdullah bin Ömer'e mektup yazmıştı. Karşılık olarak şöyle mektup yazdı: [/FONT]

[FONT=&quot]Resûlullahtan, "Önce geçindirmekle yükümlü olduğun kişilere ver; yüksek el, alçak elden hayırlıdır!"buyurduklarını işittim. Yüksek elin veren el, alçak elin de alan el olduğunu sanıyorum. Senden hiçbir isteğim yoktur. Allahü teâlânın bana gönderdiği bir ni'meti de geri çevirmem.[/FONT]

İhlâs sûresi

[FONT=&quot]Abdullah bin Ömer hazretleri, Cum'a namazına gitmeden önce mutlaka gusleder ve güzel kokular sürünürdü. Bayram namazları için de aynı şeyi yapardı. Günde iki defa güzel koku sürünür, elbiselerinin tertemiz ve kokusunun güzel olmasına dâimâ dikkat ederdi.[/FONT]

[FONT=&quot]Abdullah bin Ömer'in oğlu Hâlid'in azâd ettiği Ebû Gâlib diyor ki: [/FONT]

[FONT=&quot]"Abdullah bin Ömer Mekke'ye geldiği zaman, bize misâfir olurdu. Geceleri kalkar, teheccüd namazı kılardı. Bir gece sabah namazı yaklaştığı zaman, bana dedi ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Kalkıp namaz kılmayacak mısın? Kur'ân-ı kerîmin üçte birini okusan da olur.[/FONT]

[FONT=&quot]Benim, "Sabah yaklaştı ve bu kadar kısa zamanda Kur'ân-ı kerîmin üçte birini okuyup yetiştiremem" cevabım üzerine buyurdu ki: [/FONT]

- İhlâs sûresi, Kur'ân-ı kerîmin üçte birine eşittir.

[FONT=&quot]Birisi Abdullah bin Ömer hazretlerine, “Ey insanların en iyisi” deyince buyurdu ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Ben insanların en iyisi değilim. İnsanların en iyisinin oğlu da değilim. Ben sâdece Allahü teâlânın bir kuluyum. O’nun rızâsını bekler, O’ndan korkarım. Siz böyle övmeye devam ederseniz, insanı helâk edersiniz.[/FONT]

Namazlarını aksatanlar

[FONT=&quot]Âdem bin Ali’den rivâyet edildiğine göre, Abdullah bin Ömer bir sohbetinde, “Kıyâmet gününde aksaklar diye çağrılacak kişiler vardır” dedi. Cemâ’at, “Aksaklar kimlerdir” diye sorunca şöyle cevap verdi: [/FONT]

[FONT=&quot]- Sağa-sola bakmak ve ba’zı hareketler yapmak sûretiyle namazlarını eksilten ve aksatan kimselerdir.[/FONT]

[FONT=&quot]İbni Ömer birisinin zâlim Haccâc’ın aleyhinde konuştuğunu duydu ve kendisine sordu: [/FONT]

[FONT=&quot]- Haccâc burada olsa, böyle konuşabilir miydin? [/FONT]

[FONT=&quot]- Hayır konuşamazdım. [/FONT]

[FONT=&quot]- İşte biz, Resûl-i ekrem zamanında, bunu münâfıklık sayardık.[/FONT]

[FONT=&quot]Abdullah bin Ömer hazretleri, birçok sohbetlerinde buyurdu ki: [/FONT]

“Ey Âdemoğlu! Bedeninle dünyada ol, kalbinle âhıreti bul!”

[FONT=&quot]“Hikmet ondur; dokuzu sükût, biri de az konuşmaktır.” [/FONT]

[FONT=&quot]“İnsanın mâhiyeti arkadaşından anlaşılır.” [/FONT]

[FONT=&quot]“Kendinden üsttekine hased, aşağıdakine tahakküm eden ilim ehli sayılmaz.” [/FONT]

[FONT=&quot]“Peygamber efendimize yaptığım bî’atı, bugüne kadar bozmadım ve değiştirmedim. Fitne ve kargaşalığa taraftar olan kişiye de bî’at etmedim. [/FONT]

[FONT=&quot]Hiçbir Müslümanı rahat döşeğinden uyandırmadım, rahatsız etmedim.” [/FONT]

[FONT=&quot]“Allah için sev, Allah için buğzet, Allah için dost ol, yine Allah için düşmanlık et! Allahü teâlânın sevgisine bu şekilde kavuşulur.” [/FONT]

[FONT=&quot]“Biz öyle zamanlar gördük ki, hiç kimse Müslüman kardeşinden daha çok paraya, pula sahip olmayı düşünmedi. Şimdi ise, altın ve gümüş daha kıymetli gelmeye başladı.” [/FONT]

[FONT=&quot]“Allah korkusundan dolayı bir damla yaş akıtmak, benim için, bin altın sadaka vermekten daha sevimlidir.” [/FONT]

[FONT=&quot]“İnsan, imkânı kadar iyilik etmeli, her zaman tatlı konuşmalı ve güleryüzlü olmalıdır.” [/FONT]

Allah için sev!

[FONT=&quot]Peygamber efendimiz Abdullah bin Ömer’e bir nasîhatında buyurdu ki: [/FONT]

- Allah için sev, Allah için darıl, Allah için anlaş! Velîlik mertebesini ancak bununla elde edebilirsin. Namazı ve orucu çok olsa bile, bu minvâl üzere olmayan kişi, îmânın tadını alamaz.

Sabaha çıktığın vakit akşama çıkacağını düşünme, akşama çıktığın vakit de sabahlayacağını hâtırına getirme! Hayatından ölümün ve sıhhatinden hastalığın için ayır! Ey Abdullah! Yarın adının ne olacağını bilemezsin!

[FONT=&quot]Abdullah bin Ömer’in künyesi Ebû Abdurrahmân’dır. Müslümanların gözbebeği Hz. Ömer’in oğludur. Mekke-i mükerremede hicretten ondört sene önce doğup, aynı yerde 692 yılında vefât etti. Kabri, Muhasseb’dedir.[/FONT][/FONT]

__________________
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
icon14.gif
013 Resûlullahın şâiri: ABDULLAH BİN REVÂHA


Resûlullahın şâiri:



ABDULLAH BİN REVÂHA



[FONT=&quot]Hicretin yedinci senesi idi... Sevgili Peygamberimiz ve Eshâbı hep birlikte, Medîne'den hareket ettiler. Niyetleri; Mekke'ye varıp "mübârek" Kâbe'ye yüzlerini sürmekti. Çünkü geçen sene müşrikler, buna engel olmuşlardı. Fakat bu yıl için anlaşmaları vardı.


[FONT=&quot]Böylece Resûlullah efendimiz ve arkadaşları, umre ibâdetlerini de ifâ etmiş, yerine getirmiş olacaklardı.[/FONT]

[FONT=&quot]Mekke'ye yaklaşırken Resûlullah efendimiz Kusvâ adlı devesinin üzerinde ve devenin yuları da Abdullah bin Revâha'nın elinde bulunuyordu. Abdullah bin Revâha, hem şiirler söylüyor, hem ilerliyordu: [/FONT]

Bırak yâ Ömer

[FONT=&quot]Bu şiirleri işiten Hz. Ömer, hiddetlendi ve:[/FONT]

[FONT=&quot]- Ey Abdullah! Beytulah'ın önünde ve Peygamber efendimizin huzurlarında, nasıl böyle şiir söyliyebilirsin, diye çıkıştı.[/FONT]

[FONT=&quot]Fakat sevgili Peygamberimiz:[/FONT]

- Bırak Yâ Ömer! Allaha yemîn ederim ki, Abdullah'ın sözleri; düşmana, ok saplamasından fazla te'sir eder. Ey Revâha'nın oğlu devam et![FONT=&quot] buyurdular.[/FONT]

[FONT=&quot]Peygamber efendimiz biraz sonra Hz. Abdullah bin Revaha'ya;[/FONT]

- Allahü teâlâdan başka ilah yoktur! Bir olan O'dur! Va'dini gerçekleştiren O'dur! Bu kuluna yardım eden O'dur! Askerlerini güçlendiren O'dur! Toplanmış olan kabileleri, bozguna uğratan da yalnız O'dur, de![FONT=&quot] buyurdu. Ve hayır duâda bulundu.[/FONT]

[FONT=&quot]Abdullah bin Revâha da söylemeye devam etti. Diğer Eshâb-ı kirâm da onun söylediklerini tekrar ediyordu.[/FONT]

[FONT=&quot]Hakikaten o zamanlar, şâirlerin önemi çok fazlaydı. Çünkü radyo, gazete, tv. gibi propaganda araçları mevcut değildi. Bu yüzden herkes kendi fikirlerini, şiirle beğendirmeye çalışıyordu. Veya aksine beğenmediklerini de, ancak o yolla tenkîd edebiliyordu. Şâirler bu yüzden çok önemliydiler...[/FONT]

[FONT=&quot]Din düşmanları da aynı yolu, acımasızca kullanıyorlardı. Puta tapan ve kâfir şâirler; alçakça İslâmiyete saldırıyorlardı. Dînimiz ve Peygamber efendimizle, utanmadan alay ediyorlardı.[/FONT]

İslâmın büyük şâirleri

[FONT=&quot]İşte bu hâin propagandaya karşı, islâmın ilk büyük şâirleri üç kişiydiler: Hassân bin Sâbit, Kâ'b bin Züheyr ve Abdullah bin Revâha hazretleri.[/FONT]

[FONT=&quot]Bunların yazdığı Beyit ve Kıt'alar, hemen ezberlenirdi. Her yerde tekrarlanan bu şiirler, kâfir kalblerine ok gibi saplanıyordu.[/FONT]

[FONT=&quot]Ama günün birinde, şâirler için âyet-i kerîme indi. Cenâb-ı Hak, Kelâmında meâlen buyurdu ki:[/FONT]

"... Onlara, şâirlere ancak, sapıklar uyarlar..."

[FONT=&quot]Bu şiddetli hitap karşısında, Hz. Abdullah ve arkadaşları ağlamaya başladılar. Bunu gören Peygaber efendimiz, âyetin devamını okudular:[/FONT]

"... Ancak îman edip, iyi işler yapanlar ve Allahı çok ananlar müstesnâ, Onlar öteki şâirler gibi değildirler..."

[FONT=&quot]Hz. Abdullah ve arkadaşları da, başka türlü değillerdi ki. Ancak dînimizi övüyor, din düşmanlarını yeriyorlardı. Ayet-i kerimenin devamı gelince, üzüntüleri sevince dönüştü.[/FONT]

[FONT=&quot]Mübârek bir cum'a günü sevgili Peygamberimiz, mescidde hutbeye çıktılar.[/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Abdullah da telâşla, cum'aya yetişmeye çalışıyordu. Henüz epeyce ilerde, "Beni Ganm"de bulunuyordu. Tam o sırada, Peygamber efendimizin:[/FONT]

- Oturun![FONT=&quot] buyurduklarını işitti.[/FONT]

[FONT=&quot]Derhal bulunduğu yere oturdu. İki Cihân Güneşi'nin hutbeleri bitinceye kadar da, yerinden kalkmadı. Bu hâli gören Müslümanlar, durumu Peygamber efendimize arz ettiler:[/FONT]

Resûlullaha itâ'at

[FONT=&quot]- Yâ Resûlallah! Revâha oğlunun, nerede oturduğunu görüyor musunuz?[/FONT]

[FONT=&quot]Sevgili Peygamberimiz o tarafa doğru baktılar.[/FONT]

[FONT=&quot]- Çünkü sizin "oturun" emrinizi, orada duydu ve hemen oturdu!.. dediler.[/FONT]

[FONT=&quot]Peygamber efendimiz bu hareketten çok hoşlanıp, Hz. Abdullah'a:[/FONT]

- Cenâbı Hak senin, yüce Allaha ve Resûlüne olan itâatte hırsını arttırsın,[FONT=&quot] diye dua buyurdu.[/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Abdullahın şâirliği kadar, cengâverliği de (savaşçılığı) meşhurdu. Peygamber efendimizle birlikte, bütün savaşlara katıldı. Hepsinde büyük kahramanlık gösterdi.[/FONT]

[FONT=&quot]İşte bunlardan biri de Hicretin 8. yılındaki Mûte gâzâsıdır. Sefere çıkılmasının sebebi, bir İslâm elçisinin öldürülmesidir.[/FONT]

[FONT=&quot]Resûlullah efendimiz, Bizans imparatoruna bağlı Busrâ emîrine de bir mektup yollandı. Fakat küstah emîr, aldığı islâma dâvet mektubunu yırttı. Üstelik islâm elçisini de, hâince şehîd etti. İşte bu alçaklığa üzülen Allahü teâlânın Resûlü, o zâlimler üzerine kuvvet göndermeye karar verdi.[/FONT]

[FONT=&quot]Hepsi de gönüllü olan 3.000 kişilik mücâhidler ordusu kısa zamanda hazırlandı.[/FONT]

[FONT=&quot]İki cihan sultânı Peygamber efendimiz, öğle namazını kıldırdıktan sonra, bu mübârek orduyu bizzat uğurlamaya çıktılar. Sancağı şerîflerini, Hz. Zeyd'e teslim ettiler. Sonra da buyurdular ki:[/FONT]

- Cihâd için hazırlanan bu ordunun başına Zeyd bin Hârise'yi kumandan ta'yin ettim. Şâyet Zeyd şehîd olursa, sancağı Ca'fer alsın. O da şehîd düşerse, Abdullah bin Revâha alsın. O da şehîd olursa sizler, istediğiniz birini Kumandan seçersiniz.

Niçin ağlıyorsun?

[FONT=&quot]Herkes birbiriyle kucaklaşıyor, helâllaşıyordu. Bu sırada arkadaşları, Hz. Abdullah'ın ağladığını farkettiler:[/FONT]

[FONT=&quot]- Niçin ağlıyorsun, ey Revâha'nın Oğlu, diye sordular. Cevap verdi:[/FONT]

[FONT=&quot]- Vallahi, dünyâyı sevdiğim için ağlamıyorum. Sizlerden ayrılacağım için de değil.[/FONT]

[FONT=&quot]- Peki, niçin ağlıyorsun?[/FONT]

[FONT=&quot]- Peygamber efendimizden duyduğum, Allahın kelâmını hatırladım: "... İçinizden hiçbiriniz hâriç olmamak üzere hepiniz, Cehenneme varacaksınız..." deniyordu. İşte oraya cehenneme vardığım zaman, hâlim ne olacak diye ağlıyorum, dedi. Aradaşları, O'nu tesellî ettiler.[/FONT]

[FONT=&quot]Zeyd bin Hârise kumandasındaki ordu hareket ettiğinde Abdullah bin Revâha Peygamber efendimizin huzûruna gelerek:[/FONT]

[FONT=&quot]- Yâ Resûlallah! Bana ezberliyeceğim ve aklımdan hiç çıkarmıyacağım bir tavsiye de bulunur musunuz, dedi. Resûlüllah efendimiz buyurdular ki:[/FONT]

- Sen, yarın Allaha pek az secde edilen bir ülkeye varacaksın. Orada secdeleri çoğalt!

[FONT=&quot]- Yâ Resûlallah! Bana nasîhatinizi artırır mısınız?[/FONT]

- Allahü teâlâyı zikret, çünkü, Allahü teâlâyı zikir, umduğuna kavuşmanda sana yardımcı olur.

Çocukları öldürmeyin!

[FONT=&quot]Ordu, Medîne dışındaki hurmalıklara gelince, sevgili Peygamberimiz son emirlerini verdiler: [/FONT]

- Çocukları, kadınları, âmaları sakın öldürmeyin. Evleri yıkıp, ağaçları yakıp harâp etmeyin.

[FONT=&quot]Zeyd bin Erkam der ki:[/FONT]

[FONT=&quot]Ben Abdullah bin Revâha'nın terbiyesi altında yetişmiş bir yetimdim. Mûte seferine çıktığımızda beni de terkesine bindirmişti. Geceleyin biraz gidince dudaklarından şehidliği özlediğini ve buna kavuşmak için yandığını ifâde eden şiirler söylüyordu. Bu beyitleri işitince ağladım. Bunu fark eden Abdullah bin Revâha, bana dedi ki:[/FONT]

[FONT=&quot]- Sana ne oluyor! Şehid olmamın sana ne zararı var? Hak teâlâ bana şehidliği nasîb ederse, sen de hayvanıma biner, geri döner, yerine ulaşırsın. Ben ise dünyânın dert, tasa, üzüntü ve hâdiselerinden kurtularak özlediğim şehidlik makâmına kavuşurum.[/FONT]

[FONT=&quot]Abdullah bin Revâha, gece inip iki rekat namaz kılıp, uzunca bir duâ yaptı. Sonra Zeyd'e dönüp dedi ki:[/FONT]

[FONT=&quot]- Ey çocuk! İnşallah bu sefer şehidlik nasib olacaktır.[/FONT]

[FONT=&quot]İslâm ordusu, Şam topraklarında bulunan, Ma'an şehrine kadar hiç durmadı. Ancak orada, Bizans imparatorunun kendilerine karşı, 100.000 kişilik büyük bir ordu yolladığını haber aldılar. Derhal istişâre toplantısı yapıldı. Bazıları, şu fikri ileri sürdüler:[/FONT]

[FONT=&quot]- Peygamber efendimize yazalım. Düşman sayısının çok fazla olduğunu arz edelim. Ya bize, yardımcı kuvvet gönderirler veya ne yapacağımızı emrederler. Biz de, o şekilde hareket ederiz.[/FONT]

Zafer kazanacağız!

[FONT=&quot]Başka fikirler de öne sürülürken, Hz. Abdullah ayağa kalktı:[/FONT]

[FONT=&quot]- Ey Mücâhidler! Bu sefere niçin çıktığımızı, hatırlamıyor gibisiniz! Çünkü hepiniz biliyorsunuz ki, ya kahramanca savaşıp zafer kazanacağız veya Allah rızası için ölüp, şehîd olacağız... Bu mertebelerin ikisi de, her Müslümân için, en büyük şereftir.[/FONT]

[FONT=&quot]Müslümanlar heyecanla dinliyorlardı. O devamla:[/FONT]

[FONT=&quot]- Kardeşlerim. Unutmayın ki biz düşmana karşı, sayı ve silâh çokluğuyla savaşmıyoruz. Cenâb-ı Hakkın lutfettiği, İslâm dîni ve îman gücümüzle, er meydanına atıldık. Hepimiz yüce Allahtan, iki şey diliyoruz: Ya gâzilik, ya şehîdlik, diyerek sözlerini tamamladı. Oradakiler:[/FONT]

[FONT=&quot]- Vallahi, "Revâha'nın Oğlu" doğru söylüyor, dediler. Sonra da hep birlikte, ilerlemeye başladılar.[/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Ca'fer, Mûte savaşında çarpışırken şöyle diyordu:[/FONT]

[FONT=&quot]"Cennette yaşamak ne güzeldir! Onun şerbetleri tatlı ve soğuktur. Rumlara gelince, Rumların âkıbetleri yakındır, kâfir ve cehennemliktirler. Bana düşen onlardan karşılaştığıma kılıç vurmaktır." [/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Ca'fer böyle söyliyerek kılıç sallıyordu ama, kefere sürüsü, tükenecek gibi değildi. Yüzlercesi birden, Hz. Cafer'e çullandılar. Önce, sağ kolunu kılıçladılar. Sancağı, öbür eline aldı. Sol kolunu da uçurdular. Mübârek sancağı şerîfi, mübârek vücûduna sardı. O hâliyle savaşa devam etti.[/FONT]

[FONT=&quot]Bu inanılmaz kahramanlığa, Bizans şövalyeleri hayret ediyorlardı. Bir türlü yere yıkamadıkları o büyük mücâhide, yüzlerce ok ve mızrak sapladılar.[/FONT]

Cennete uçtu

[FONT=&quot]Artık o, Hz. "Ca'fer-i tayyâr" oldu. Cennete uçarken, Hz. Abdullah koşturdu. Yere indi. Sancağı kaptı. Göklere doğru yükseltti.[/FONT]

[FONT=&quot]Mute'de Ca'fer-i tayyâr'ın şehid düşmesi ile sancağı alıp, göklere yükselten Abdullah bin Revâha bu anda, en son şiirini, kendisine söyledi ve kâfirler üzerine, bir ok gibi atıldı.[/FONT]

[FONT=&quot]Abdullah bin Revâha çarpışırken bir ara parmağı ağır yaralandı. Kopmak üzere idi.[/FONT]

[FONT=&quot]Bunun üzerine atından indi. Yaralı parmağını ayağının altına koyup:[/FONT]

"Sen sadece yaralı parmak değil misin? Zaten bu kazâya da Allahü teâlânın yolunda uğramış bulunuyorsun"[FONT=&quot] diyerek çekip kopardı.[/FONT]

[FONT=&quot]Sonra tekrar atına binip olanca gücüyle çarpışmaya devam etti.[/FONT]

[FONT=&quot]Çarpışmanın bir anında Abdullah bin Revâha atından inmişti. Amcasının oğlu kendisine biraz pişmiş et getirdi ve:[/FONT]

[FONT=&quot]- Al, bunu ye de biraz güçlen, dedi.[/FONT]

[FONT=&quot]Abdullah bin Revâha üç günden beri bir şey yememişti. Etten ağzına bir lokma aldığı sırada, Müslümanların bulunduğu yerde bir karışıklık gördü. Bunun üzerine:[/FONT]

[FONT=&quot]"Arkadaşların bu hâlde iken sen halâ bu dünyâdasın ve yiyip-içmekle meşgulsün" diyerek nefsini kınadı ve elindeki eti bırakarak tekrar savaşa başladı.[/FONT]

Melekler O'nunla övünürlerdi

[FONT=&quot]Çok geçmeden sevgili Peygamberimizin, mübârek sözleri gerçekleşiyordu. Hz. Abdullah da, önceki kumandanlar gibi şehîd oldu. Murâdına erdi.[/FONT]

[FONT=&quot]Bundan sonra sancak Hâlid bin Velîd hazretlerine verildi. Hâlid bin Velid kumandası ve sancağı altında hücüma geçen mücâhidler düşmanı şaşkınlığa düşürüp bozguna uğrattılar. Hâlid bin Velîd: [/FONT]

[FONT=&quot]- O gün benim elimde dokuz kılıç parçalandı. Elimde geniş yüzlü bir Yemen palasından başka bir şey kalmamıştı, diyerek o zamanı dile getirmiştir.[/FONT]

[FONT=&quot]Bu esnada Medîne'de, Mescid-i Nebî'de bulunan Allahü teâlânın Resûlü, şehidlerin Arş-ı a'lâya yükseldiklerini haber verdiler.[/FONT]

[FONT=&quot]Abdullah bin Revâha, Peygamber efendimizin vahy katipleri arasındadır. Onun hakkında buyurdular ki:[/FONT]

- Cenab-ı Hak, Abdullah bin Revâha'ya rahmet eylesin. Melekler onun meclisiyle öğünürlerdi...[/FONT]

__________________
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
icon14.gif
014 Tevratta Resûlullahın alâmetlerini görüp Müslüman olan sahâbî: ABDULLAH BİN SELÂM


Tevratta Resûlullahın alâmetlerini görüp Müslüman olan sahâbî:



ABDULLAH BİN SELÂM



[FONT=&quot]Abdullah bin Selâm hazretleri, Eshâb-ı kirâmdan olup, Ensârın büyüklerindendir. Medîne'deki Yahûdî Benî Kaynuka kabîlesinden idi. Soyu Hz.Yûsüf'e dayanıyordu. Asıl ismi Husayn idi. Müslüman olunca Resûlullah efendimiz ona Abdullah ismini verdi.


[FONT=&quot]Îmân etmeden önce, Yahûdî âlimlerinden idi. Müslüman olması çok ibretlidir. Müslüman oluşunu kendisi şöyle anlatır:[/FONT]

Âhir zaman peygamberi

[FONT=&quot]"Babam Yahûdîlerin ileri gelen âlimlerinden idi. Bana Tevrat'ı okutur, dindar yetişmem için elinden geleni yapardı. Bir gün âhir zaman Peygamberinin alâmetlerini ve yapacağı işleri anlatarak dedi ki:[/FONT]

[FONT=&quot]- Eğer âhir zaman Peygamberi, Hârûn aleyhisselâmın neslinden ya'nî kendi kavmimizden gelirse inanırım, başka kavimden gelirse inanmam! Sen de inanma![/FONT]

[FONT=&quot]Resûlullah efendimiz Medîne'ye hicret etmeden önce babam vefât etti.[/FONT]

[FONT=&quot]Resûlullah efendimiz Medîne'ye hicretinden önce, Mekke'de Peygamberliğini açıkladıktan sonra, sıfatlarına ve yaptığı işlere baktım, tıpa tıp babamın anlattıklarına uyuyordu. Fakat, kavmimizin ileri gelenleri, sırf Arab kavminden geldi diye Resûlullaha karşı çıkıyorlardı. Tevrat'ta bildirilen alâmetler gâyet açıktı.[/FONT]

[FONT=&quot]Bir gün Yahûdîlerin hurma bahçelerine gittim. Kendi aralarında, "Arabların adamı geldi!" diye konuşuyorlardı. Bu sözü duyunca beni bir titreme tuttu. Elimde olmadan "Allahü Ekber" diye bağırdım. Benim tekbîr getirdiğimi gören halam Hâlide binti Hâris bana kızıp dedi ki:[/FONT]

[FONT=&quot]- Allah seni umduğuna kavuşturmasın, elini boşa çıkarsın? Vallahi sen Mûsâ bin İmrân'ın geleceğini işitmiş olsaydın bundan fazla sevinmezdin. [/FONT]

[FONT=&quot]Ben de ona şöyle karşılık verdim:[/FONT]

- Ey hala! Vallahi O, Hz. Mûsâ gibi Peygamberdir. Mûsâ aleyhisselâmın tevhîd dînindendir. Buna niçin karşı çıkıyorsunuz?

[FONT=&quot]- Ey kardeşimin oğlu! Yoksa o Kıyâmete yakın gönderileceği bize bildirilen Peygamber midir?[/FONT]

[FONT=&quot]- Evet.[/FONT]

[FONT=&quot]- Öyleyse sevinmekte haklısın.[/FONT]

[FONT=&quot]Dayanamayıp, Resûlullahı görmek için bulunduğu yere gittim. Daha ilk gördüğümde kendi kendime, "Bu güzel yüzün sâhibi yalan söyliyemez!" dedim. Resûlullah insanlar arasına oturmuş, onlara nasîhat ediyordu. İlk işittiğim hadîs-i şerîf şuydu:[/FONT]

- Selâmı aranızda yayınız, aç kimseleri doyurunuz, sıla-i rahm yapınız, yakın akrabalarınızı ziyâret ediniz! İnsanlar uykuda iken namaz kılınız! Böylece Cennete selâmetle girersiniz.

Allah birdir

[FONT=&quot]Sonra bana dönüp sordu:[/FONT]

- Sen Medîne âlimi İbni Selâm değil misin?

[FONT=&quot]- Evet[/FONT]

- Ey Abdulah, Allah için söyle! Tevrat'ta benim vasıflarımı okuyup öğrenmedin mi?

[FONT=&quot]- Evet, öğrendim. Yâ Resûlallah cenâb-ı Hakkın sıfatlarını söyler misin?[/FONT]

[FONT=&quot]Resûlullah efendimiz bana İhlâs sûresini okudu. [/FONT]

"De ki: O Allah birdir. Hiçbir şey O'nun dengi değildir!" [FONT=&quot]meâlindeki âyet-i kerîmeyi işitince:[/FONT]

[FONT=&quot]- Şehâdet ederim ki, Allahtan başka ilâh yoktur. Sen O'nun kulu ve resûlüsün, diyerek îmân ettim.[/FONT]

[FONT=&quot]Abdullah bin Selâm Müslüman olduktan sonrasını şöyle anlatıyor:[/FONT]

[FONT=&quot]Müslüman olduktan sonra Resûlullaha dedim ki:[/FONT]

[FONT=&quot]- Yâ Resûlallah! Yahûdîler kadar, yalancı, inatçı, zâlim kimse yoktur. Hiçbir iftirâdan çekinmezler. Şimdi benim Müslüman olduğumu öğrenirlerse olmadık iftirâ ederler, bunu açıklamadan önce onlara beni sorunuz![/FONT]

Çok büyük âlimimizdir

[FONT=&quot]Sonra ben bir perdenin arkasına saklandım. Resûlullah bir grup Yahûdîyi çağırdı. Onlara sordu:[/FONT]

- Aranızdaki Husayn [FONT=&quot][Abdullah] bin Selâm nasıl bir kimsedir?[/FONT]

[FONT=&quot]- Çok büyük bir âlimimizdir. Onun gibi hayırlı birisi az bulunur. O doğru sözlüdür.[/FONT]

- Eğer o Müslüman olduysa siz ne dersiniz?

[FONT=&quot]- Allah onu böyle birşeyden korusun![/FONT]

[FONT=&quot]Sonra saklandığım yerden çıkıp dedim ki:[/FONT]

[FONT=&quot]- Ey Yahûdî topluluğu, Allahtan korkunuz! Size geleni kabûl ediniz! Allaha yemîn ederim ki, siz Resûlullahın hak Peygamber olduğunu biliyorsunuz. Çünkü alâmetleri Tevrat'ta açık olarak yazılıdır. Başka kavimden geldiği için inadınızdan îmân etmiyorsunuz. Ben şehâdet ederim ki, Allahtan başka ilâh yoktur. Ve yine şehâdet ederim ki, Muhammed aleyhisselâm Allahın resûlüdür.[/FONT]

[FONT=&quot]Bunun üzerine Yahûdîler:[/FONT]

[FONT=&quot]- Bizim en kötümüz budur. Aramızda bundan daha kötü biri yoktur, deyip olmadık iftirâlar etmeye başladılar. Peygamber efendimiz Yahûdîlere dönüp buyurdu ki:[/FONT]

- Birinci şehâdetiniz bize kâfidir, ikincisi ise lüzûmsuzdur.

[FONT=&quot]Hz. Abdullah hemen evine döndü. Ailesini ve akrabalarını İslâmiyete da'vet etti. Halası da dâhil hepsi Müslüman oldular.[/FONT]

[FONT=&quot]O'nun îmân etmesi Yahûdîleri çok kızdırdı. Bunun için kendisini sıkıştırmaya başladılar. Hattâ Yahûdî âlimlerinden ba'zıları: [/FONT]

[FONT=&quot]- Araplardan peygamber çıkmaz. Senin adamın hükümdardır, diyerek, Abdullah bin Selâm'ı İslâmiyetten vazgeçirmeye kalkıştılarsa da muvaffak olmadılar.[/FONT]

[FONT=&quot]Kendisi ile birlikte Sa'lebe bin Sa'ye, Üseyd bin Sa'ye, Esed bin Ubeyd ve ba'zı Yahûdîler samîmî olarak Müslüman oldular. Fakat ba'zı Yahûdîler dediler ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- İslâmiyete yalnız bizim kötülerimiz inandı. Eğer, onlar hayırlılarımızdan olsalardı, atalarının dînini bırakmazlardı. [/FONT]

[FONT=&quot]Bunun üzerine inen âyet-i kerîmede meâlen şöyle buyuruldu:[/FONT]

(Onların, Ehl-i kitabın hepsi bir değildir. Ehl-i kitabın içinde bir cemâ'at vardır ki, onlar gece vakitlerinde secdeye kapanarak Allahın âyetlerini okurlar.)[FONT=&quot] [Al-i İmran: 113][/FONT]

Âdil şâhid

[FONT=&quot]Abdullah bin Selâm'ın îmân ettiğine ve fazîletine Kur'ân-ı kerîmin şu âyet-i kerîmesinin şehâdet ettiğini müfessîrler ifâde etmektedirler. Bu âyet-i kerîme meâlen şudur: [/FONT]

(İnkâr edenlere de ki: Eğer Kur'ân-ı kerîm Allah tarafından gönderilmiş olup da siz inanmayıp inkar ettiyseniz ve İsrailoğullarından bir şâhid Kur'ân-ı kerîmi benzerine, Tevrat'a göre bu da Allah kelâmıdır diye şehâdet edip inandı da siz yine de büyüklük taslarsınız, bana söyleyin kendinize yazık etmiş olmaz mısınız? Şüphesiz Allah zalim milleti doğru yola eriştirmez.)[FONT=&quot] [Ahkâf: 10][/FONT]

[FONT=&quot]Tefsîr âlimlerine göre, âyetteki İsrailoğullarından bir şâhid olarak bahsedilen kimse Abdullah bin Selâm'dır. Çünkü O kendi milletine: [/FONT]

[FONT=&quot]- Hz. Mûsâ'ya inen Tevrat'ı Allah kelâmı olarak kabûl edip de Hz. Muhammed'i ve O'na inen Kur'ân-ı kerîmi inkâr etmek zulümdür, diyerek Müslüman olmuştur.[/FONT]

[FONT=&quot]Abdullah bin Selâm hazretleri, Yahûdî âlimi iken Müslüman olup îmân ile şereflenince, kendini tamamen İslâm dînine verdi. Yahûdilerin kendisi hakkında uydurdukları iftirâlara kulak asmadı. Kur'ân-ı kerîme dört elle sarılıp, Resûlullahı bir gölge gibi takip etmeye başladı. Peygamber efendimiz onun hakkında buyurdu ki:[/FONT]

- Cennetlik birini görmek istiyen, Abdullah bin Selâm'a baksın.

Bahçede gördüm

[FONT=&quot]Bir gün Resûlullahın huzûruna gelip dedi ki:[/FONT]

[FONT=&quot]- Yâ Resûlallah, rü'yâmda kendimi bir bahçede gördüm. Bahçenin içinde demirden bir direk vardı. Direğin bir ucu yerde, bir ucu gökte idi. Yukarısında bir kulp, bir çember vardı. Bana, "Haydi bu direğe çık!" denildi. Ben de "Gücüm yetmez" dedim. Bunun üzerine yanıma birisi gelerek, sırtımdaki elbiseyi çıkardı. Böylece rahatça direğin tepesine çıktım, kulpundan tuttum. "İyi tut, bırakma!" diye de tenbîh edildi. Böylece direğin kulpu elimde olduğu hâlde uyandım.[/FONT]

[FONT=&quot]Peygamber efendimiz rü'yâsını şöyle ta'bîr etti:[/FONT]

- Gördüğün bahçe İslâm dînidir. Direk de İslâm dîninin direği, tevhîdidir. O kulp da sağlam olan îmândır. Sen ölünceye kadar İslâm dîni üzere yaşayacaksın!

[FONT=&quot]Başka bir zamanda Peygamber efendimiz, Eshâbı ile sohbet ederken buyurdu ki:[/FONT]

- Şu kapıdan ilk girecek olan, Cennet ehlinden biridir.

[FONT=&quot]Eshâb-ı kirâm merakla kimin gireceğini beklerken, Abdullah bin Selâm'ın girdiğini gördüler. Daha sonra bu müjdeli haberi kendisine bildirerek sordular:[/FONT]

[FONT=&quot]- Yâ Abdullah, bu dereceye hangi amel ile ulaştın?[/FONT]

[FONT=&quot]- Ben zayıf bir kimseydim. En kuvvetli ümidim, kalb selâmeti ya'nî kimseye karşı içimde kötülük beslememem ve boş sözleri terk etmemdir. Bundan başka beni kurtaracağından ümitli olduğum bir amel bilmiyorum.[/FONT]

Kibirli Cennete girmez

[FONT=&quot]Abdullah bin Selâm hazretleri nefsini kötü huylardan ve isteklerden tamamen temizleyip terbiye etmişti. Kendisi zengin olduğu hâlde, ba'zan Medîne çarşısında sırtında yük taşıdığı görülürdü. Bir gün yine onu bu hâlde görenler dediler ki:[/FONT]

[FONT=&quot]- Senin çocukların, hizmetçilerin var. Bu işleri niçin onlara gördürmüyorsun?[/FONT]

[FONT=&quot]- Evet bu işleri görecek kimselerim vardır. Fakat ben nefsimi denemek istiyorum. Böyle işler nefsime ağır geliyor mu, gelmiyor mu? Maksadım bunu anlamaktır. Çünkü Peygamber efendimiz bir hadîs-i şerîflerinde, (Kalbinde hardal tanesi kadar kibir, büyüklenme bulunan kimse, Cennete girmiyecektir) buyurmuştur. Başka bir hadîs-i şerîflerinde de, (Meyve veya herhangi bir şeyi kendi eliyle evine götüren, kibirden uzaklaşmıştır) buyurmuştur. İşte bunun için yükümü kendim taşıyorum.[/FONT]

[FONT=&quot]Abdullah bin Selâm hazretleri, Hz. Osman'ın şehâdeti esnâsında yanında bulunuyordu. İsyâncılara dedi ki:[/FONT]

[FONT=&quot]- Tarihte öldürülen her peygamber için yetmiş bin asker öldürülmüştür. Öldürülen her halîfe için de onbeş bin kişi öldürülmüştür. Gelin bu işten vazgeçin! Yoksa âhirette bunun cezâsını çok şiddetli olarak çekeceksiniz! Ayrıca Hz. Osman'ın üzerinizde çok hakkı vardır.[/FONT]

[FONT=&quot]Fakat âsîler sözünü dinlemediler, ayrıca kendisine hakâret ettiler.[/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Abdullah hakikaten, ahlâk ve ilim ile kendini süsleyen Cennetlik insanlardan idi. [/FONT]

[FONT=&quot]Eshâb-ı kirâmdan Mu'âz bin Cebel, 639'da Suriye taraflarında ortaya çıkan veba hastalığına yakalanmıştı. Vefât edeceği sıralarda, başucunda ağlayan talebesi Yezid bin Âmire'ye dedi ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Niçin ağlıyorsun?[/FONT]

[FONT=&quot]- Ben dünya için ağlamıyorum. İlmi senden öğrenmekteydim, bunu kaybedeceğime üzülüyorum![/FONT]

[FONT=&quot]Bunun üzerine Mu'âz bin Cebel buyurdu ki:[/FONT]

İlim kaybolmaz

[FONT=&quot]- İlim benim vefâtımla kaybolmaz. Benden sonra ilmi şu dört kişiden öğren: Abdullah bin Mes'ud'dan, Abdullah bin Selâm'dan, çünkü Resûlullah onun hakkında, "O, Cennetlik olan on kişinin onuncusudur" buyurdu. Hz. Ömer'den ve Selmân-ı Fârisî'den öğren.[/FONT]

[FONT=&quot]Abdullah bin Ömer şöyle anlatır:[/FONT]

[FONT=&quot]Medîne'de bir takım Yahûdî topluluğu Resûlullaha gelerek dediler ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Senin getirdiğin dinde recm var mıdır?[/FONT]

[FONT=&quot]Resûlullah efendimiz de onlara sordu: [/FONT]

- Recm cezâsı hakkında Tevratta ne yazıyor?

[FONT=&quot]- Tevratta recm cezâsı yoktur. [/FONT]

[FONT=&quot]Abdullah bin Selâm Yahûdîlere dedi ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Yalan söylüyorsunuz! Tevratta recm âyeti vardır.[/FONT]

[FONT=&quot]Bunun üzerine Tevratı getirip açtılar. Yahûdîlerden birisi elini recm âyetinin üzerine koyarak bundan önceki ve sonraki âyetleri okumaya başladı. Abdullah bin Selâm ona: [/FONT]

[FONT=&quot]- Elini kaldır! dedi. [/FONT]

[FONT=&quot]O da elini kaldırınca recm âyeti göründü. O zaman Yahûdîler dediler ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Ey Muhammed! Abdullah bin Selâm doğru söyledi. Tevratta hakikaten recm âyeti vardır. [/FONT]

[FONT=&quot]Birgün Hz. Abdullah bin Selâm, Ka'b-ül Ahbâr'a şöyle bir soru sordu: [/FONT]

[FONT=&quot]- Âlimler ilmi öğrenip zihinlerine yerleştirdikten sonra, onu oradan söküp atan nedir? [/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Ka'b dedi ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Tama', hırs ve ihtiyaç peşinden koşmaktır.[/FONT]

Hırsın kaynağı

[FONT=&quot]Birisi de Fudayl bin Iyâd'a dedi ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Ka'b'ın bu sözünü bana izâh eder misin?[/FONT]

[FONT=&quot]Bunun üzerine Fudayl şöyle cevap verdi: [/FONT]

[FONT=&quot]-Tama', insanın bir şeyi araması ve mukaddes değerlerini bu uğurda fedâ etmesi demektir. Hırs ise nefsinin herşeyi istemesi, senin de onun istediklerini yerine getirmendir. [/FONT]

[FONT=&quot]Bunun için de ona buna, kötü insanlara vb. ihtiyacın olur. İhtiyacını yerine getirenler de seni burnundan yakalamış olurlar. [/FONT]

[FONT=&quot]Ya'nî seni emirleri altına alırlar, istedikleri yerlere sürüklerler, sen de onlara boyun eğersin. [/FONT]

[FONT=&quot]Onlar hasta oldukları zaman, dünya sevgisinden dolayı onların ziyâretlerine gider, tesadüf ettiğin zaman kendilerine selâm verirsin. [/FONT]

[FONT=&quot]Bu verdiğin selâmı, yaptığın ziyâreti Allah rızâsı için yapmazsın. Eğer bu kimselere ihtiyaç göstermezsen, senin için çok daha hayırlı olurdu. Bu benim sana anlattığım, yüz hadîs-i şerîf rivâyet etmekten senin için daha hayırlıdır.[/FONT][/FONT]

__________________
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
icon14.gif
015 Bedir'de babasına karşı savaşan sahâbî: ABDULLAH BİN SÜHEYL


Bedir'de babasına karşı savaşan sahâbî:


ABDULLAH BİN SÜHEYL



[FONT=&quot]Abdullah bin Süheyl ilk Müslüman olanlardandır. İkinci Habeşistan hicretine kadar Müslümanlığını gizledi. Sonra Habeşistan’a hicret eden kâfileye o da iştirak etti. Habeşistan’dan dönüşünde, babası tarafından hapsedilip, işkence yapılmış, Müslümanlıktan vazgeçmeye zorlanmıştı. Bu yüzden çok şiddetli eziyet ve sıkıntılara mâruz kaldı. Çâresiz kalarak babasının sözüne uymuş gibi göründü. Aslında, istemiyerek îmânını gizlemişti.


[FONT=&quot]Peygamberimizin ve Müslümanların çoğunluğu Medîne’de bir araya gelmişler, gün geçtikçe güçlenmekte ve durumları iyiye doğru gitmekteydi. [/FONT]

İşine yaramıştı

[FONT=&quot]Mekke müşrikleri bunu bir türlü hazmedemiyorlar ve en kısa zamanda, Müslümanları ve İslâmiyeti yok etmek istiyorlardı. Bu yüzden Bedir Muharebesine büyük bir intikam hırsıyla hazırlanmışlardı. Bu Abdullah bin Süheyl’in işine yaramıştı. Bedeni müşrikler arasında ama, rûhu Resûlullah ve Müslümanlarla beraberdi. Şirk ve küfür ordusu arasında bulunmak istemiyordu ama, Resûlullaha kavuşmak için bir müddet sebredecekti. [/FONT]

[FONT=&quot]Bu arada, babası kendisini zaman zaman kontrol ediyor, fakat Abdullah bin Süheyl, iç dünyasında olup bitenleri, rûhunda yaşadığı ve tattığı lezzeti, babasına ve etrafındakilere aslâ hissettirmiyordu. Günler böyle geçti. Babası, onda anormal bir durum, İslâmiyete dâir bir belirti görmediğinden, artık onun hakkında şüphesi kalmamıştı. [/FONT]

[FONT=&quot]Hâlbuki o, onların kirli ve insanlıktan uzak dünyasından, Resûlullahın Cennet misâli huzûrlarına, onun mübârek sohbetlerine, Müslümanların o saâdet ve mutluluk dünyasına nasıl kavuşacağının plânlarını yapmaktaydı. [/FONT]

[FONT=&quot]Abdullah bin Süheyl, sanki başka âlemde yaşamakta, müşriklerden çok çok uzaklarda bulunmaktaydı. Onun durumundan, kimsenin haberi yoktu. Müşriklerin, Müslümanlardan birkaç misli fazla olan küfür ve şirk ordusu, Bedir’e varmış, bütün techizatı yerleştirmiş, muharebeye hazır duruma gelmişti. Karşılıklı tek tek vuruşmalar bitmiş, iki ordu birbirine girmişti. Harp iyice kızışmıştı. [/FONT]

Hakkımda hayırlı kıldı

[FONT=&quot]Abdullah bin Süheyl için tam zamanı idi. İslâm ordusu saflarına geçebilirdi. Fırsatı kaçırmadı ve Müslümanların saflarına katıldı. Böylece, günlerden beri hayâli ile yaşadığı dünyanın içine girmişti. Şimdi başka bir hava teneffüs etmeye başlamıştı. Bu, rûhlara hem gıda ve hem de şifâ olan bir hava idi. O, Allahü teâlânın sevgilisinin yanında, onunla yan yana cihâd ediyordu. Ne büyük saâdetti. Kıyâmete kadar hayırla, duâ ile anılacakların arasına girmişti. [/FONT]

[FONT=&quot]Babası Süheyl, onun bu hareketine çok kızmış ve ağır laflar söylemişti. Abdullah ise babasına, “Allahü teâlâ bunu benim hakkımda çok hayırlı kıldı” diye cevap verdi. Abdullah bu esnâda 27 yaşında idi. [/FONT]

[FONT=&quot]Abdullah bin Süheyl artık yerinde duramıyordu. Aslanlar gibi, şirk ordusunun üzerine atıldı. Sanki önceki Süheyl değildi. Diğer Sahâbe-i kirâm gibi o da kahramanca savaştı. Sonunda müşriklerin şirk ordusu perişan oldu. Abdullah’ın babası da esîr düşmüş, daha sonra fidye ile kurtulmuştu. [/FONT]

[FONT=&quot]Abdullah bin Süheyl, Bedir’den sonra Uhud ve Hendek gazâlarına katılmış, Hudeybiye antlaşmasında da hazır bulunmuştur. Fakat bu antlaşma sırasında gördüğü manzara, onun kalbine bir hançer gibi saplanmış ve çok üzülmüştü. Çünkü bu antlaşmada, Mekkeli müşrikleri, babası Süheyl temsil etmiş ve antlaşmaya “Allahın Resûlü” ifâdesinin yazılmasına itiraz ederek demişti ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Biz senin Resûlullah olduğunu kabûl etseydik seninle savaşmazdık.[/FONT]

Müslümanları üzmüştü

[FONT=&quot]Onun bu kaba hareketleri Abdullah’ı çok üzmüştü. Resûlullah efendimiz, onun bütün şartlarını kabûl etmişti. Antlaşma imzalanmadan önce olan bir olay da, bütün Müslümanları üzmüş, Resûlullah efendimiz de mahzûn olmuştu. [/FONT]

[FONT=&quot]Çünkü, Abdullah bin Süheyl’in küçük kardeşi Ebû Cendel Müslüman olmuştu. Bu yüzden Mekke’de zincire vurulup, hapsedilmişti. Ancak bir yolunu bulup kaçmış, Hudeybiye antlaşması imzalanırken, kendini Resûlullahın mübârek ayaklarının dibine atarak demişti ki:[/FONT]

[FONT=&quot]- Beni kurtar yâ Resûlallah! [/FONT]

[FONT=&quot]Fakat müşriklerin temsilcisi olan babası Süheyl oğlunu orada görünce, Ebû Cendel’i boynundan tutup dedi ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Yâ Muhammed! Antlaşmamız üzerine bana geri çevireceğin insanların ilki budur![/FONT]

[FONT=&quot]Resûlullah efendimiz, onu teslim etmek istememişti. Bunun üzerine Süheyl diretti: [/FONT]

[FONT=&quot]- O zaman antlaşmayı imzalamam![/FONT]

[FONT=&quot]Ancak Resûlullah bu antlaşmanın yapılmasını, birçok sebepten dolayı istiyorlardı. Bütün taleplere rağmen, müşrikler tekliflerinden vazgeçmedi. [/FONT]

[FONT=&quot]Ebû Cendel’in, babasına teslim edilirken söylediği sözler, bütün Müslümanların gözlerini yaşartmıştı. Başlangıcı Müslümanların aleyhine gibi görünen Hudeybiye antlaşması, daha sonra, Müslümanların lehine netîce vermiş, Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîmde bu antlaşmayı, Feth-i Mübîn diye vasıflandırmıştır. Ebû Cendel hazretleri de, bilâhare kurtulmuş, sağ sâlim Medîne’ye dönmüştür.[/FONT]

[FONT=&quot]Hudeybiye antlaşmasından iki sene sonra, Abdullah bin Süheyl Mekke’nin fethinde de bulundu. Mekke fethedilmiş, öldürülecek olanların listesi yapılmıştı. Bunların arasında, Abdullah bin Süheyl’in babası da vardı. Babasına dayanamamıştı. [/FONT]

Ben de şehîd olsaydım

[FONT=&quot]Babasının öldürülmemesi için teşebbüste bulundu. Durum Resûlullaha arz edildi. Resûlullah efendimiz Hz. Abdullah’ın bu istirhâmını kabûl etti. Babasına bir emannâme verildi. Daha sonra babası Süheyl bin Amr Müslüman oldu. Sahâbelik şerefine nâil oldu. O kadar ihlâslı bir Müslüman oldu ki, Resûlullahın âhırete teşrifleri sırasında konuşmaları ile, birçok kimsenin, dinden dönmesine mâni oldu.[/FONT]

[FONT=&quot]Abdullah bin Süheyl, Yemâme’de Cevaş muharebesinde şehîd olmuştu. Hz. Ebû Bekir, Kureyş ve Mekke’nin ileri gelenleriyle birlikte, oğlunun şehâdetinden dolayı, babası Süheyl’e tâziyede bulunmuşlardı. Oğullarına her türlü işkenceyi daha önce yapmış olan Süheyl dedi ki: [/FONT]

- Keşke ben de şehîd olsaydım. Resûlullah efendimiz bana, şehîdin, âilesinden 70 kişiye şefâ’at edeceğini bildirdi. Ben oğlumun benden önce kimseye şefâ’at etmiyeceğini umuyorum.[/FONT]

__________________
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
icon14.gif
016 Sâhib-ül ezân: ABDULLAH BİN ZEYD


Sâhib-ül ezân:



ABDULLAH BİN ZEYD



[FONT=&quot]Hicretten sonra Medîne'de Peygamber efendimizin mescidi yapılmış, burada Müslümanlar cemâ'atle namaz kılıyorlardı. Ancak o günlerde namaz vakitlerini bildirmek, zahmetli oluyordu. Müslümanlar, Mescid'e toplanır; namaz vaktini beklerlerdi. Ba'zıları da tam vakti tesbit edemezlerdi.


[FONT=&quot]Sevgili Peygamberimiz, buna bir çâre arıyorlardı. Bir gün arkadaşlarını topladılar. Meseleyi hep birlikte konuşmaya (istişâreye) başladılar. İlk önce şu teklif yapıldı:[/FONT]

[FONT=&quot]- Namaz vakitlerinde çan çaldırsak![/FONT]

[FONT=&quot]Bunun üzerine Peygamber efendimiz buyurdu ki:[/FONT]

- Çan çaldırma âdeti, Hıristiyanlara mahsûstur. Bize yakışmaz.

[FONT=&quot]Sonra, başka bir düşünce ileri sürüldü:[/FONT]

[FONT=&quot]- Boru çaldırsak![/FONT]

- O da Yahûdîlere âittir. Doğru olmaz.

Ateş yaksak

[FONT=&quot]- Yüksek yerlerde ateş yaksak. Böylece namaz vakitlerini, görerek öğrenmiş oluruz![/FONT]

[FONT=&quot]Bu teklife de Allahü teâlânın Resûlü şöyle buyurdu:[/FONT]

- Ateş yakmak, ateşperestlerin, ateşe tapanların işidir. Mecûsîlerin yaptığını taklîd edemeyiz.[FONT=&quot] Son olarak:[/FONT]

[FONT=&quot]- Namaz vakitlerinde, bir bayrak çekelim, teklifinde bulunuldu.[/FONT]

[FONT=&quot]Peygamber efendimiz, bunu da beğenmediler. Neticede, karar veremeden dağıldılar. Müslümanlar üzgün olarak evlerine çekildiler.[/FONT]

[FONT=&quot]O toplantıda bulunan Abdullah bin Zeyd, aynı gece bir rü'yâ gördü... Ertesi gün, sabah namazından sonra, Sevgili Peygamberimize gördüğü rü'yâyı anlattı:[/FONT]

[FONT=&quot]" Yâ Resûlallah! Dün gece rü'yâmda, mübârek bir zât gördüm. Elinde parlak bir çan vardı. Ona sordum:[/FONT]

[FONT=&quot]- Onu bana satar mısın?[/FONT]

[FONT=&quot]- Çanı ne yapacaksın? [/FONT]

[FONT=&quot]- Müslümanları namaza da'vet edeceğim.[/FONT]

[FONT=&quot]O mübârek zât güldü ve dedi ki:[/FONT]

[FONT=&quot]- Sana ondan daha hayırlı, bir şey öğreteyim mi?[/FONT]

[FONT=&quot]- Öğret!.[/FONT]

[FONT=&quot]O zaman bana, kelimesi kelimesine, Ezân-ı Muhammedî'yi okudu."[/FONT]

[FONT=&quot]Abdullah bin Zeyd hazretlerinin rü'yâlarını anlatmasından sonra, Allahü teâlânın Resûlü de tebessüm ederek buyurdular ki:[/FONT]

- İnşâallah gördüğün hak rü'yâdır, sâlih rü'yâdır. Şimdi kalk da öğrendiklerini, Bilâl'e öğret! Ezânı, O okusun. Çünkü sesi, senden daha gür, daha yüksektir.

Aynı rü'yâyı ben de gördüm

[FONT=&quot]Bu rü'yâ ve Ezân kelimelerini işiten Hz. Ömer dedi ki:[/FONT]

[FONT=&quot]- Yâ Resûlallah! Seni hak Peygamber olarak gönderen Allaha yemîn ederim ki, aynı rü'yâyı ben de gördüm.[/FONT]

[FONT=&quot]Bunun üzerine sevgili Peygamberimiz, ellerini semâya kaldırarak; cenâb-ı Hakka şükrettiler, hamdettiler.[/FONT]

[FONT=&quot]Bundan sonra Sâhib-ül Ezân diye meşhûr olan Abdullah bin Zeyd, Medîneli Müslümanların Hazrec koluna mensuptur. Ebû Muhammed el-Medenî adı ile künyelenmiştir. Akabe bîâtında bulunarak Resûlullaha îmân edip Müslüman olmakla şereflenmiştir. Bedir muharebesine iştirak etmiş ve diğer bütün harplere katılarak, büyük kahramanlıklar göstermiştir. [/FONT]

[FONT=&quot]Resûlullah ile beraber Vedâ Haccı'nda bulundu. Bu hac esnasında elinde bulunan bütün mallarını, hayvanlarını, fakirlere sadaka olarak dağıttı. 644 yılında 64 yaşında iken vefât etti. [/FONT]

[FONT=&quot]Buyurdu ki: [/FONT]

"Dünyada olup da âhiret hayatı yaşıyan insan saâdet içindedir. Bir insan yaşadığı müddetçe Allahı hatırından çıkarmayıp, O'na hep yalvarırsa âhirette merhametine sebep olur. Böylece âhiret hayatı yaşamış olur."[/FONT]

__________________
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
icon14.gif
017 Medîne'de muhâcirlerden ilk doğan sahâbî: ABDULLAH BİN ZÜBEYR


Medîne'de muhâcirlerden ilk doğan sahâbî:


ABDULLAH BİN ZÜBEYR



[FONT=&quot]Abdullah bin Zübeyr, Medîne’de muhâcirlerden ilk dünyaya gelen çocuktur. Hicretten yirmi ay sonra 622’ de Medîne yakınındaki Kubâ’da dünyaya gelince, Muhâcirler çok sevinip rahatladılar. Çünkü Yahûdîler, “Biz muhâcirlere sihir yaptık, çocukları olmayacak” diyorlardı.


[FONT=&quot]Bu mübârek zâtın doğumu, Yahûdîlerin yalanlarının ortaya çıkmasına sebep oldu. Resûlullah efendimiz ona duâ edip, ismini “Abdullah”, künyesini de “Ebû Bekir” koydu. Diğer künyesi “Ebû Hubeyb” idi.[/FONT]

İsmini Resûlulla koydu

[FONT=&quot]Hişâm bin Urve şöyle anlatmıştır: [/FONT]

[FONT=&quot]“Abdullah bin Zübeyr dünyaya gelince, annesi daha onu hiç emzirmeden, doğruca Resûlullah efendimize götürdü. Peygamber efendimiz çocuğu kucağına alıp ismini koydu ve duâ etti.” [/FONT]

[FONT=&quot]Yedi yaşında iken babası tarafından Peygamberimize getirildiğinde, Ona bî’at etme şerefine kavuştu. Böylece sahâbeden olma şerefine nâil oldu. [/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Ebû Bekir devrinden sonra yavaş yavaş çocukluk hayâtından çıkarak, Hz. Ömer zamanında kendini göstermeye başladı. 636 senesinde oniki yaşlarında iken, babası ile Yermük savaşına gitti. Yine dört sene sonra, babası ile birlikte Amr bin Âs’ın kumandanlığında Mısır’ın fethine katıldı.[/FONT]

[FONT=&quot]Abdullah bin Zübeyr, gündüzleri oruç tutar, gecelerini de namaz kılarak geçirirdi. Çok namaz kılması sebebiyle, kendisine Mescid güvercini denmiştir. Birkaç gün bir şey yemediği olurdu. Çok cesûr, kuvvetli ve kahraman idi.[/FONT]

[FONT=&quot]Abdullah bin Zübeyr, hicretin 30. senesinde Sa’îd bin Âs kumandasındaki ordu ile Horasan seferinde bulundu. [/FONT]

[FONT=&quot]Aynı sene Hz. Osman tarafından Kur’ân-ı kerîmin nüshasının çoğaltılması için toplanan ilmî hey’ete da’vet edildi. Hz. Osman şehîd edilmeden önce, bütün gücüyle fitnecilerle mücâdele etti. Cemel vak’asında babası ile beraber bulundu.[/FONT]

Hz. Ebû Bekir'e benzerdi

[FONT=&quot]Abdullah bin Zübeyr, şecâat ve cesâretiyle birlikte çok ibâdet ederdi. Namazda o kadar huzura dalardı ki, ta’rîfi mümkün değildir. Babası onun hakkında; “İnsanların Ebû Bekr-i Sıddîk’a en çok benzeyeni” buyurmuştur.[/FONT]

[FONT=&quot]Eshâb-ı kirâmın fıkıh, tefsîr ve hadîs âlimlerinden biri olan Abdullah bin Zübeyr hazretleri, Resûlullah efendimizden bizzat işiterek hadîs-i şerîf rivâyet ettiği gibi, babasından, Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman’dan, teyzesi Hz. Âişe’den, Hz. Ali gibi Eshâb-ı kirâmın ileri gelenlerinden de hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. [/FONT]

[FONT=&quot]Onun bildirdiği otuzüç hadîs-i şerîfin tamamı Ahmed bin Hanbel’in Müsned adlı kitabında yer almıştır. İslâmiyette ilk olarak yuvarlak gümüş parayı Mekke-i mükerremede bastıran odur.[/FONT]

[FONT=&quot]Bir gün hak yoldan ayrılan hâricîlerden bir grup, Abdullah bin Zübeyr hazretlerinin huzûruna giderek dediler ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Senin görüşünü öğrenmek için geldik. Eğer doğru, ya’nî bizim gibi düşünüyorsan, seninle birlikte oluruz. Yoksa, seni bu i’tikâdını bırakmaya da’vet ederiz.[/FONT]

[FONT=&quot]Sonra da şöyle sordular: [/FONT]

[FONT=&quot]- Şeyhayn, ya’nî Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer hakkında ne dersin? [/FONT]

Sadece hayır söylerim

[FONT=&quot]Abdullah bin Zübeyr hazretleri, onların sorularına şöyle cevap verdi: [/FONT]

- Onlar hakkında sâdece hayır söylerim.

[FONT=&quot]Hâricîler bunun üzerine, [/FONT]

[FONT=&quot]- Peki Osman hakkında ne diyorsun? diye sordular. Sonra da Hz. Osman’ın şânına lâyık olmayan ithâmlarda bulundular. [/FONT]

[FONT=&quot]Daha sonra; babası Zübeyr ve Talha hakkında da ileri geri konuştular.[/FONT]

[FONT=&quot]Onların bu konuşmaları üzerine, Abdullah bin Zübeyr hazretleri dedi ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Sizin o büyükler hakkında böyle konuşmanız, aslâ doğru değildir. Çünkü Allahü teâlâ, Mûsâ aleyhisselâm ile kardeşi Hârûn aleyhisselâmı, en azılı kâfirlerden olup ilâhlık dâvâsında bulunan Fir’avn’a gönderirken, gâyet yumuşak konuşmalarını emretti. [/FONT]

[FONT=&quot]Bu husûs Kur’ân-ı kerîmde şöyle bildirilmektedir: [/FONT]

(İkiniz [FONT=&quot](Mûsâ ve Hârûn aleyhimesselâm) Fir’avn’a gidin! Çünkü o, ilâhlık iddiâsında bulunmakla hakîkaten pek azgınlık etti. Ona yumuşak muâmelede bulunun! Yumuşak söz söyleyin! Olur ki, nasîhat dinler, yahut Allahü teâlânın azâbından korkar.) [Tâhâ: 43, 44] [/FONT]

[FONT=&quot]Resûlullah efendimiz de bir hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurmaktadır: [/FONT]

(Ölmüş kimselere sövmek veya dil uzatmak sûretiyle dirilere eziyet etmeyiniz!)

Günâh olarak kâfi idi

[FONT=&quot]Bunun için Resûlullah efendimiz, İkrime bin Ebî Cehil’e eziyet vermemek, onu üzmemek için babası Ebû Cehil’e sövmeyi, la’net etmeyi yasaklamıştır. [/FONT]

[FONT=&quot]Hâlbuki, Ebû Cehil, Allahü teâlânın ve Resûlünün düşmanı idi. Hicretten önce, Resûlullah efendimize buğz ve düşmanlık etmiş, hicretten sonra da savaşta bulunmuştu. [/FONT]

[FONT=&quot]Hepsi bir tarafa, azılı bir müşrik olması günâh olarak ona kâfi idi. Kâfir olduğu hâlde, la’netlenmesine izin verilmemesi; babama, arkadaşı Hz. Talha’ya ve diğer Eshâba söylediğiniz sözlerden vazgeçmeniz için yeterli bir sebeptir.[/FONT]

[FONT=&quot]Bu ma’kûl sözlere verecek cevap bulamayan Hâricîler yanından ayrıldılar.[/FONT]

[FONT=&quot]Hâricîler, ertesi gün tekrar geldiler. Abdullah bin Zübeyr gelip, yüksekçe bir yere oturdu. Allahü teâlâya hamd ve Resûlüne salât ve selâm getirdi. Sonra Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer’den çok güzel bahsetti. Hz. Osman’ın hilâfetiyle ilgili olarak da şunları söyledi: [/FONT]

[FONT=&quot]- Hz. Osman bin Affân’ın durumunu bugün benden daha iyi bilen hiç kimse yoktur. Hakem bin Âs’ı Resûlullah efendimizin mübârek izinleri ile Medîne-i münevvereye kabûl etmiştir. Yaptığı işlerde faydalar var idi. [/FONT]

Hz. Osman yazmadı

[FONT=&quot]Daha sonra Abdullah bin Zübeyr, Mısırlıların ele geçirip getirdiği, içinde ba’zı kimselerin öldürülmesi emredilen mektubu, onun yazmadığını belirtip şöyle dedi: [/FONT]

[FONT=&quot]- Bunu Hz. Osman yazmadı. Dilerseniz, onun yazdığına dâir delîlinizi getiriniz, delîliniz yoksa ben size onun yazmadığına yemîn edeyim. Allahü teâlâ yemînin kabûl edilmesini emrediyor. Hele Resûlullahın dâmâdı, imâmetteki vekîli, onun sebebiyle ağaç altında Bî’at-ı Rıdvân’ın yapıldığı Hz. Osman’ın yazmadığına dâir yemîni, elbette kabûl etmek lâzımdır. Ancak hak olan bir şeye yemîn edilir. Resûlullah efendimiz buyuruyor ki: [/FONT]

(Kim Allahü teâlâya yemîn ederse, tasdîk edilsin! Yemîn edilen kimse de râzı olsun.)

[FONT=&quot]Hz. Osman, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer gibi mü’minlerin emîridir. Ben onu sevenin dostu, ona düşman olanın düşmanıyım. Babam ve arkadaşı Hz. Talha, Resûlullah efendimizin iki sahâbîsidir. [/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Talha’nın Uhud muhârebesinde parmağı kesilince, Resûlullah efendimiz; [/FONT]

(Parmağı Talha’dan önce Cennet’e girdi)[FONT=&quot] ve, (Talha, Cennet’e girmesine vesîle olacak bir iş yaptı) buyurdu.[/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Ebû Bekir, Uhud harbinden bahsedilince, “Uhud harbinin hepsi veya çoğu Talha’ya âittir” buyurdu.[/FONT]

Allahü teâlâ râzı oldu

[FONT=&quot]Babam Zübeyr bin Avvâm’a gelince, O Resûlullah efendimizin havârîsidir. Resûlullah efendimiz onu bu sıfatla zikretmişler, Talha ile beraber Cennetlik olduğunu bildirmişlerdir. Nitekim Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîmde meâlen şöyle buyurdu: [/FONT]

(Sana, ağaç altında ellerini uzatarak söz verenlerden Allahü teâlâ râzı oldu. Hepsini sevdi.) [FONT=&quot][Feth: 18] [/FONT]

[FONT=&quot]Ayrıca, onların, Allahü teâlânın ve Resûlünün gadabına uğradıklarına dâir bir haber bize ulaşmadı.[/FONT]

[FONT=&quot]Onların hak olarak yaptıklarına gelince, onlar zâten buna lâyıktırlar. Şâyet onlarda bir zelle sürçme meydana gelmişse, o sürçmeyi, onların Resûlullaha yaptıkları hizmetlerin hürmetine gidermek, Allahü teâlânın affındandır.[/FONT]

[FONT=&quot]Hâricîler bu sözler karşısında da verecek cevap bulamadılar ve dönüp gittiler.[/FONT]

[FONT=&quot]Abdullah bin Zübeyr 649 senesinde, Abdullah bin Sa’d ile Afrikıyye harbine katıldı. Yüzyirmi bin düşman askeri ile yirmi bin İslâm mücâhidi savaşırken, o birkaç mücâhid ile Bizans ordusu kumandanı, Roma asilzâdesi Gregorius’u öldürdü. Bu başarısı üzerine düşman kuvvetleri bozuldu. Zaferin kazanılmasında mühim bir rol oynadı.[/FONT]

Fethi anlatacaktır

[FONT=&quot]Abdullah bin Zübeyr, Afrikıyye’nin fethinden döndükten sonra, Hz. Osman’ın huzûruna gidip, ona fethin nasıl gerçekleştiğini anlattı. Hz. Osman mescidde kalkıp, cemâ’ate şöyle hitâb etti: [/FONT]

- Ey mü’minler! Allahü teâlâ Afrikıyye’nin fethini nasîb ve müyesser eyledi. İşte bu Abdullah bin Zübeyr’dir. Şimdi size Afrikıyye’nin fethini anlatacaktır.

[FONT=&quot]Bunun üzerine Abdullah bin Zübeyr, minberin yanında olduğu yerden ayağa kalkıp, cemâ’ate, Afrikıyye’nin fethinin nasıl gerçekleştiğini anlatmaya başladı: [/FONT]

[FONT=&quot]“Ey mü’minler! Kalblerimizi birleştiren, birbirimizi sevdiren ve ni’metleri aslâ inkâr olunamayan, Allahü teâlâya, bildirdiği şekilde hamdolsun. Yine Allahü teâlâya hamdolsun ki, Muhammed aleyhisselâmı seçip, vahyini Ona emânet etti. Kur’ân-ı kerîmi gönderdi. [/FONT]

[FONT=&quot]Muhammed aleyhisselâma insanlardan yardımcılar seçti. Ona îmân ettiler; hürmet ve ta’zîmde bulundular. Allahü teâlânın dîni uğrunda hakkıyla cihâd ettiler. Bir kısmı bu hak yol olan İslâmda, Allah yolunda şehîd düştüler. Geride kalanları ise, Allahü teâlânın rızâsını kazanmak için çalışmaktadırlar. Kınayanların kınamaları, onları bu yoldan aslâ çevirememektedir.[/FONT]

[FONT=&quot]Ey insanlar! Allahü teâlâ size merhamet eylesin! Biz, bildiğiniz ve anlattığım bu maksatla cihâda çıkmıştık. Emîr-el-mü’minîn’in tavsiyelerine ve emîrlerine titizlik ile uyan bir vâli ile beraber idik. Sabah-akşam o da bizimle beraber yürüyor, öğle vaktinde bizimle konaklıyordu. Geceleyin yola devam edip, kurak yerlerde durmadan acele geçiyor, bereketli ve bolluk yerlerde oldukça fazla kalıyorduk. [/FONT]

İslâma da'vet ettik

[FONT=&quot]Afrikıyye’ye varıncaya kadar, Rabbimizin ihsân buyurduğu en güzel hâl üzere yolumuza devam ettik. Nihâyet at kişnemelerini, deve böğürtülerini düşmanlarımızın duyacağı bir yere konduk. Birkaç gün orada ikâmet ettik. Bu sırada, atlarımızı istirahata bıraktık. Silâhlarımızı harbe hazırladık. [/FONT]

[FONT=&quot]Sonra Afrikıyyelileri İslâma da’vet ettik. Fakat onlar Müslüman olmaya yanaşmadılar. Bunun üzerine, sulh ve zillet içinde kalmaları için onlardan cizye istedik. Bu teklîfimize ise hiç yanaşmadılar. [/FONT]

[FONT=&quot]Onların karşısında onüç gece bekledik. Bu arada, elçilerimiz gidip geldi. Nihâyet teklîflerimizi kabûl etmeyeceklerine iyice kanâat getirince, komutanımız kalkıp, Allahü teâlâya hamd ve senâ etti. Sonra cihâdın fazîletini anlattı. Sabredip Allah için cihâd edenlerin kavuşacakları sevâbdan bahsetti. Sonra hep birden düşman üzerine hücûm edip, savaşa başladık. [/FONT]

[FONT=&quot]Düşmanla karşılaştığımız ilk gün pek şiddetli bir muhârebe oldu. İki taraf da çok çetin savaştı. Düşmandan pek çok kimse öldüğü gibi, bizden de pek çok kimse şehîd düştü. O gece, her iki taraf da savaş meydanında geceledi.[/FONT]

Zafer ihsân etti

[FONT=&quot]Biz Müslümanların bulunduğu yerden, Kur’ân-ı kerîm okuyanların sesleri yükseliyordu. Düşman ise, içki içerek ve eğlence içinde geceyi geçirdi. Sabah olunca, biz önceki günkü gibi yerlerimizi aldık ve düşman üzerine hücûm ettik. [/FONT]

[FONT=&quot]Allahü teâlâ bize sabır, yardım ve zafer ihsân etti. İkinci gün akşama doğru Allahü teâlâ bize Afrikıyye’yi fethetmek nasîb eyledi. Pek çok ganîmet elde ettik. Mervân bin Hakem, bu ganîmetlerin beştebirini devletin hazînesine koydu. [/FONT]

[FONT=&quot]Müslümanların yanından, onları sevinçli bırakarak ayrıldım. Alınan bu ganîmetler, Müslümanları zenginleştirdi. İşte ben, Allahü teâlânın bize nasîb ettiği bu zaferi, şirkin uğradığı bu hezîmeti, Emîr-el-mü’minîne ve size müjdelemek için geldim. [/FONT]

Ey Allahın kulları! Verdiği ni’metlerden dolayı ve düşmanlarımıza indirdiği azâbdan dolayı, Allahü teâlâya hamdederiz.”

[FONT=&quot]Abdullah bin Zübeyr, 692 yılında Haccâc tarafından şehîd edildi. Resûlullah efendimiz bu hadîseye işâret ederek Abdullah’a buyurmuştu ki:[/FONT]

- İnsanlardan senin başına neler gelecek biliyor musun? Senden de insanlara çok şey gelecek. Cehennem ateşi seni yakmaz.

[FONT=&quot]Abdullah bin Zübeyr, Eshâb-ı kirâma çok hürmet ederdi. Hattâ babası Zübeyr bin Avvâm’dan naklettiği hadîs-i şerîfte, Resûlullahın şöyle buyurduğunu bildirirdi: [/FONT]

(Herhangi bir memlekette vefât eden Eshâbımdan biri, kıyâmette, mahşer yerine giderlerken, o memleketin Müslümanlarına önder olur ve onların önlerini aydınlatır.)

[FONT=&quot]Abdullah bin Zübeyr, Mekke’de namazlarını Mescid-i Harâm’da kılardı. Buyururdu ki: [/FONT]

[FONT=&quot]“Resûlullahtan işittim. Buyurdu ki: [/FONT]

(Benim mescidimde kılınan namaz, Mescid-i Harâm hariç diğer mescidlerde kılınan namazlardan üstündür. Mescid-i Harâm’da kılınan bir namaz, Mescid-i Nebî’de kılınan 100 namazdan efdaldir, üstündür.)

Kâ'be'ye çok hizmet etti

[FONT=&quot]Abdullah bin Zübeyr, Kâ’be-i muazzamaya çok hizmet etmişti. Daha önce Hz. Ömer halîfe iken, onyedi senesinde, Mescid-i saâdeti genişletirken, Hucre-i saâdetin etrafına kısa bir taş duvar çevirmişti. Abdullah bin Zübeyr bu duvarı yıkıp, siyah taş ile yeniden sağlam yaptırdı. Bu duvarın üstü açık olup, kuzey tarafında bir kapısı vardı.[/FONT]

[FONT=&quot]Abdullah bin Zübeyr’in babası, Aşere-i mübeşşereden, ya’nî Cennetle müjdelenen on sahâbîden biri olan Zübeyr bin Avvâm, annesi Ebû Bekr-i Sıddîk’ın kızı Esmâ, teyzesi mü’minlerin annesi Âişe-i Sıddîka’dır. Babasının annesi (ninesi) Hz. Safiyye, Resûlullahın halası idi.[/FONT][/FONT]

__________________
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
icon14.gif
018 Cennetle müjdelenen on sahâbîden biri: ABDURRAHMAN BİN AVF


Cennetle müjdelenen on sahâbîden biri:


ABDURRAHMAN BİN AVF



[FONT=&quot]Abdurrahman bin Avf, ticâretle meşgul olurdu. Bu sebeple çeşitli yerlere ticâret için giderdi. Şöyle anlatır:


[FONT=&quot]Peygamber efendimize peygamberlik emri bildirilmeden bir yıl önce, ticâret için Yemen'e gittiğim zaman, Askelân bin Avâkir-ül-Himyerî'ye misâfir olmuştum. O zât, çok yaşlı idi ve ona her varışımda ona konuk olurdum. O da bana Mekke'den haber sorarak derdi ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- İçinizde kendisi hakkında haber ve zikir bulunan zât zuhûr etti mi? Dîniniz hakkında size karşı olan bir kimse var mı? [/FONT]

[FONT=&quot]Ben de hep, "hayır, yoktur" derdim. [/FONT]

O'na kitap indirdi

[FONT=&quot]Nihâyet, Resûlullah efendimize peygamberlik bildirilip, İslâm dînini insanlara gizlice tebliğ etmeye başladığı sene idi. Yemen'e yine gidip aynı zâta misâfir olduğumda bana dedi ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Ben seni ticâretten daha hayırlı bir müjde ile müjdeleyeyim mi? [/FONT]

[FONT=&quot]- Evet, müjdele.[/FONT]

[FONT=&quot]- Hiç şüphesiz, Allah senin kavminden, kendisinden râzı olduğu, seçtiği bir peygamber gönderdi ve O'na Kitab da indirdi. O, insanları putlara tapmaktan men edecek ve İslâmiyete da'vet edecek. Hakkı buyuracak ve işleyecek, bâtılı da men ve iptâl edecektir. O, Hâşimoğullarındandır. Siz O'nun dayılarısınızdır. Dönüşünü çabuklaştır! Gidip O'na yardımcı ol! Kendisini tasdîk et ve şu beytleri de Ona götür![/FONT]

[FONT=&quot]Yemenli ihtiyârın söylediği beytleri ezberleyip, Mekke-i mükerremeye döndüm ve Hz. Ebû Bekir ile buluştum. Ona, Yemenli ihtiyârın söylediklerini haber verdim. Ebû Bekir dedi ki:[/FONT]

[FONT=&quot]- O kimse, Abdullah'ın oğlu Muhammed aleyhisselâmdır. Allahü teâlâ, Onu insanlara peygamber olarak gönderdi. Hemen Ona gidip îmân et![/FONT]

[FONT=&quot]Hemen Resûlullahın evine gittim. Resûlullah efendimizin beni görünce gülümsedi ve sordu: [/FONT]

- Arkanda ne haber var, ey Abdurrahman?

[FONT=&quot]- Yâ Muhammed, bu ne demek?[/FONT]

- Bana tevdî edilmek üzere o kimsenin seninle gönderdiğini getir, ver. Hiç şüphesiz onu bana gönderen Hımyeroğulları mü'minlerinin üstünlerindendir.

Gerçek kardeşlerimdir

[FONT=&quot]Resûlullah efendimizin bu sözlerini işitince hemen Kelime-i şehâdet getirerek Müslüman olma şerefine kavuştum ve Yemenli ihtiyârın söylediği beytleri okuyarak, onun anlattıklarını anlattım. Bunun üzerine sevgili Peygamberimiz buyurdu ki: [/FONT]

- Zaman zaman öyle mü'minler bulunacak ki, onlar beni görmeden bana inanacak ve beni tasdik edeceklerdir. İşte, bunlar, benim gerçek kardeşlerimdir.

[FONT=&quot]Hz. Abdurrahman İslâmiyeti kabûl edince diğer Müslümanlar gibi eziyet ve işkencelere mâruz kaldı. Böylece vatanını terketmek suretiyle hicrete mecbur oldu. Habeşistan'a hicret eden müslümanlarla beraber bu memlekete gitti. Çok geçmeden Peygamber efendimiz Medine-i münevvereye hicretinden sonra Medîne'ye gelerek Resûlullaha katıldı.[/FONT]

[FONT=&quot]Hz. Abdurrahman bütün harplerde bulundu. Bedir'de kahramanlıkları çok oldu. Abdurrahman bin Avf hazretleri, Bedir muhârebesinde şâhit olduğu bir hâdiseyi şöyle anlatır:[/FONT]

[FONT=&quot]Savaş esnâsında yanımda ensârdan iki genç belirdi. Gençlerin gayreti hoşuma gitti. Kendilerine muhabbetle baktım. Gençlerden birisi yanıma yaklaşarak dedi ki:[/FONT]

[FONT=&quot]- Biz, islâm düşmanı Ebû Cehil'i öldürmeye azmettik. Fakat kendisini tanımıyoruz. Onu bize gösterir misin?[/FONT]

[FONT=&quot]- Peki siz bu işi başarabilecek misiniz?[/FONT]

[FONT=&quot]- Resûlullaha ve İslâm dînine hakâret eden kimse sağ olduğu müddetçe, bizim sağ kalmamızın bir önemi yoktur. Allaha yemin ederiz ki, onu gördüğümüzde, kanımızın son damlasına kadar, onu öldürmek için çalışacağız.[/FONT]

Hanginiz öldürdü?

[FONT=&quot]Gençlerin bu kararlı hâline gıpta ettim. Bu arada Ebû Cehil karşıdan geçiyordu. Gençlere dedim ki:[/FONT]

[FONT=&quot]- İşte aradığınız, şu karşıdan geçmekte olan kimsedir.[/FONT]

[FONT=&quot]Ebû Cehil'i gören gençler, Ebû Cehil'in askerlerinin çokluğuna bile bakmadan, kılıçlarını çektikleri gibi, üzerine atıldılar. [/FONT]

[FONT=&quot]Ebû Cehil'in askerleri hiç beklemedikleri böyle bir durum karşısında donakaldılar. Onların şaşkınlıkları geçmeden, gençler, Ebû Cehil'i öldürünceye kadar kılıç darbesine tuttular. [/FONT]

[FONT=&quot]Sonra dönüp Resûlullahın huzuruna geldiler. Ve hâdiseyi arz ettiler. Peygamber efendimiz çok memnûn olarak, gençlere sordu:[/FONT]

- Bunu hanginiz öldürdü?

[FONT=&quot]İkisi de birden dediler ki:[/FONT]

[FONT=&quot]- Ben öldürdüm.[/FONT]

[FONT=&quot]Bunun üzerine, gençlerin kılıçlarını muâyene ettikten sonra;[/FONT]

- İkiniz öldürmüşsünüz,[FONT=&quot] buyurdu.[/FONT]

[FONT=&quot]Abdurrahman bin Avf hazretleri, Uhud savaşında yirmi yerinden yaralandı. 12 dişi kırıldı. Peygamber efendimiz, Medîne'de kendisini Saîd bin Rebii hazretleri ile kardeş yaptı. Kardeşi, malına ve servetine onu da ortak yapmak istediğinde şöyle dedi:[/FONT]

[FONT=&quot]- Aziz kardeşim, Allah sana ve çoluk çocuğuna bereket ihsân etsin, malını çoğaltsın! Sen bana çarşının yolunu göster, ben orada ticâret yapar ihtiyâçlarımı karşılarım.[/FONT]

Bu serveti nasıl kazandın?

[FONT=&quot]Bu sözü Peygamber efendimize bildirilince, çok sevindi. Kendisine hayır duâ etti. Bu duâdan sonra yaptığı ticâret sebebiyle kısa zamanda çok zengin oldu. Buyururdu ki:[/FONT]

[FONT=&quot]- Taşa uzansam, o taşın altında ya altına veya gümüşe rast gelirdim.[/FONT]

[FONT=&quot]Abdurrahman bin Avf hazretlerine sordular:[/FONT]

[FONT=&quot]- Bu büyük serveti nasıl kazandın?[/FONT]

[FONT=&quot]- Çok az kâra râzı oldum. Hiçbir müşteriyi boş çevirmedim.[/FONT]

[FONT=&quot]Abdurrahman bin Avf, Resûlullahın sağlığında Allah yolunda çok mal harcadı. Üç kere malının yarısını verdi. Birinci defa 4000 dirhem, ikincide 40.000 dirhem ve üçüncüde de 40.000 altın sadaka olarak Allah yolunda dağıttı. [/FONT]

[FONT=&quot]Uhud savaşı esirlerinden 30 tanesini azâd ettirdi ve her birine 1000 altın dağıttı. Tebük seferi için 500 at ve 500 yüklü deve verdi.[/FONT]

[FONT=&quot]Birgün buğday, un ve çeşitli zahire yüklü 700 devesi ile Medîne'ye girdiğinde, Hz. ^Aişe, Resûlullah efendimizin; [/FONT]

- Abdurrahman bin Avf, Cennete emekliyerek girer,[FONT=&quot] buyurduğunu bildirince, Abdurrahman bin Avf, develerin hepsini yükleriyle birlikte Allah yolunda dağıtacağını söz verip, onu şâhit tutmuştur. [/FONT]

Resûlullaha imâm oldu

[FONT=&quot]Bedir harbinde bulunup da sağ kalanların herbirine, kendi malından 400 dirhem altın para verilmesini vasiyet etti. Vasiyeti hemen yerine getirildi.[/FONT]

[FONT=&quot]Tebük harbi dönüşünde, Peygamber efendimiz gecikince, namaz geçmesin diye, Abdurrahman bin Avf hazretleri imâm yapıldı. İkinci rek'atte iken Peygamber efendimiz yetişip kendisine uydu. Namazdan sonra;[/FONT]

- Bir peygamber sâlih bir kimsenin arkasında namaz kılmadıkça rûhu kabzolmaz,[FONT=&quot] buyurdu.[/FONT]

[FONT=&quot]Abdurrahman bin Avf hazretleri nakleder:[/FONT]

[FONT=&quot]Bir gün Peygamber efendimiz yalnız olarak, yola çıktı. Ben de geriden tâkip ediyordum. [/FONT]

[FONT=&quot]Hurmalık bir yere vardı. Yere kapandı. Secde o kadar uzadı ki, kendi kendime, "Aman yâ Rabbî, acaba Resûlullaha birşey mi oldu?" diyerek büyük bir korku ile yanına yaklaştım ve oturdum.[/FONT]

[FONT=&quot]Resûlullah, secdeden başını kaldırıp sordu:[/FONT]

- Sen kimsin?

[FONT=&quot]- Ben Abdurrahman'ım.[/FONT]

- Bir şey mi oldu?

[FONT=&quot]- Hayır yâ Resûlallah, secdeniz o kadar uzadı ki, size bir hâl olmasından endişe ettim.[/FONT]

- Yâ Abdurrahman! Cebrâil aleyhisselâm şunu müjdeledi: "Yâ Resûlallah, kim ki, sana salât ve selâm getirirse, Cenâb-ı Hakkın magfiret ve selâmına nâil olur." Ben de bu müjde sebebiyle şükür secdesinde bulundum.

Seni ağlatan nedir

[FONT=&quot]Abdurrahman bin Avf hazretleri, Resûlullahın âhırete teşrîfinden sonra, Onunla geçirdiği günleri hatırlıyarak dâimâ ağlardı. Onun sohbetlerinden mahrûm olduktan sonra, kendisi için dünyanın hiçbir kıymeti kalmadığını söylerdi.[/FONT]

[FONT=&quot]Nevfel bin İyas hazretleri anlatır:[/FONT]

[FONT=&quot]Abdurrahman bin Avf hazretleri, bizi bir gün evine götürdü. Bize tepsi içinde leziz yemekler ikrâm etti. Yemeği önümüze koyunca, ağlamaya başladı. O ağlayınca biz de ağlamaya başladık. Fakat niçin ağladığımızı bilmiyorduk. Sordum:[/FONT]

[FONT=&quot]- Ey Abdurrahman, seni bu kadar ağlatan nedir?[/FONT]

[FONT=&quot]- Biz bu kadar ni'metler içerisindeyiz. Resûlullah vefât etti. Fakat kendisi ve ehli arpa ekmeğinden bile bir defa olsun doyasıya yemedi. Biz bu yediklerimizin şükrünü nasıl yapacağız? Bunun için ağlarım.[/FONT]

[FONT=&quot]Abdurrahman bin Avf, Hicretin 6. senesinde, Resûlullah efendimiz tarafından Kelb kabîlesini İslâma da'vet etmek için Dûmet-ül-Cendel'e gönderilen 700 kişilik orduya, kumandan tâyin edildi. Dûmet-ül-Cendel, Tebük şehrinin yakınında olup, büyük bir panayır ve ticâret merkezi idi. [/FONT]

[FONT=&quot]Resûlullah efendimiz, Abdurrahman bin Avf'ı yanına çağırıp buyurdu ki: [/FONT]

- Hazırlan! Seni bugün veya yarın sabah inşâallah askerî birliğin başında göreceğim.

Yolculuk elbisem üzerimdedir

[FONT=&quot]Sabah namazını mescidde kıldıktan sonra, Peygamber efendimiz onun Dûmet-ül-Cendel'e hareket etmesini ve oranın halkını İslâmiyete da'vet etmesini emir buyurdu. Dûmet-ül-Cendel'e gidecek ordu, seher vakti Medîne dışındaki Cürüf denilen mevkîde toplandı. Peygamber efendimiz, Abdurrahman bin Avf'ın geride kaldığını görünce buyurdu ki:[/FONT]

- Arkadaşlarından niçin geri kaldın?

[FONT=&quot]- Yâ Resûlallah! En son görüşmemin ve konuşmamın sizinle olmasını istedim. Yolculuk elbisem üzerimdedir.[/FONT]

[FONT=&quot]Abdurrahman bin Avf, başına, siyah pamuklu ve kalın bezden, gelişi güzel bir bez sarmıştı. Peygamber efendimiz, onun sarığını eliyle çözüp, sarığın ucunu iki omuzunun ortasından sarkıtarak bağladı ve, "Ey İbni Avf! İşte sarığını böyle sar" buyurdu. Daha sonra eline bir sancak vererek devam etti: [/FONT]

- Ey İbni Avf! Allahü teâlânın adıyla, O'nun yolunda cihâd et ve Allahı inkâr edenlerle çarpış. Zulüm ve taşkınlık yapma. Allahın emri dâiresinde hareket et. Çocukları öldürme. Eğer o belde ahâlisi senin da'vetine icâbet ederlerse, o kabîlenin reîsinin kızıyla evlen.

[FONT=&quot]Abdurrahman bin Avf, emrine verilen 700 kişilik orduyla birlikte hareket ederek, Dûmet-ül-Cendel'e ulaştı. Kelb kabîlesini, tatlı bir üslûbla İslâma da'vet etti. Üç gün orada kaldıktan sonra, Kelb kabîlesinin reîsi Esbağ bin Amr ve kavminin büyük bir kısmı Müslüman olup, Hıristiyanlığı terkettiler. Bir kısmı da Hıristiyan olarak kalıp, cizye vermeye râzı oldular. [/FONT]

[FONT=&quot]Abdurrahman bin Avf, Müslüman olan Esbağ'ın kızı Tümadır ile evlendi. Onunla birlikte Medîne'ye geldi. Tümadır, Abdurrahman bin Avf'ın oğlu Ebû Seleme'nin annesidir. Ebû Seleme ise Medîne'nin yedi büyük fıkıh âlimlerinden biridir.[/FONT]

Bunları koruyalım

[FONT=&quot]Hz. Ömer'in halîfeliği zamanında bir ticaret kervanı gelip, gece Medîne'nin dışında kondu. Yorgunluktan hemen uyudular. Halîfe Ömer, şehri dolaşırken bunları gördü. Abdurrahman bin Avf'ın evine gelip dedi ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Bu gece bir kervan gelmiş. Hepsi kâfirdir. Fakat bize yabancı olanların, yolcuların; bunları soymasından korkuyorum. Gel, bunları koruyalım.[/FONT]

[FONT=&quot]Sabaha kadar bekleyip, sabah namazında mescide gittiler. İçlerinden bir genç uyumamıştı. Arkalarından gitti. Soruşturup, kendilerine bekçilik eden şahsın halîfe Ömer olduğunu öğrendi. Gelip arkadaşlarına anlattı. Roma ve İran ordularını perişan eden, binlerce şehir almış olan, adâleti ile meşhur yüce halîfenin, bu merhamet ve şefkatini görerek, İslâmiyetin hak din olduğunu anladılar. Hepsi seve seve Müslüman oldu. [/FONT]

[FONT=&quot]Abdurrahman bin Avf hazretleri, fazîlet ve kemâl sâhibi bir insandı. Kalbi sadece, Allah korkusu, Resûlüne muhabbet, doğruluk, iffet, merhamet ve şefkat ile doluydu. Allah yolunda malını dağıtmaktan zevk alırdı.[/FONT]

[FONT=&quot]Eshâb-ı kirâmın en zenginlerinden olduğu hâlde, mala karşı en ufak bir sevgisi yoktu. Her zaman âhireti dünyaya tercîh ederdi. En büyük arzûsu, dînin emirlerine eksiksiz uyabilmekti.[/FONT]

Ayakları açık kalıyordu

[FONT=&quot]Bir gün bir yerde yemek ikrâm edilmişti. O gün de kendisi oruçlu idi. Tam iftâr edeceği zaman, bir hâtırasını anlatması istendi. Hemen hâtırasını anlatmaya başladı:[/FONT]

[FONT=&quot]"Benden çok hayırlı olan Mus'ab bin Ümeyr şehîd olduğunda, onu bir kumaş parçası ile kefenledik. Başını örttüğümüz zaman, ayakları açık kalıyor, ayaklarını örttüğümüz zaman başı açık kalıyordu.[/FONT]

[FONT=&quot]Sonra Hz. Hamza şehîd oldu. O da benden çok üstündü. Onu da zor şartlar altında defnettik. Onlar benden çok hayırlı olduğu hâlde, dünyayı bırakıp gittiler. Sonra bize dünya kapısı açıldı. Türlü türlü ni'metlere kavuştuk. Bunların hesâbını nasıl vereceğiz" deyip ağlamaya başladı. [/FONT]

[FONT=&quot]Oruçlu olduğunu unutup, iftâr yemeğini bile yemedi. Zaten o günleri hatırlayınca yemek yiyecek hâli de kalmıyordu.[/FONT]

[FONT=&quot]Halîfe Ömer Şam'a gidiyordu. Şam'da tâ'ûn ya'nî vebâ hastalığı olduğu işitildi. Yanında bulunanların ba'zısı, "Şam'a girmiyelim" dedi. Bir kısmı da dedi ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Allahü teâlânın kaderinden kaçmıyalım. [/FONT]

[FONT=&quot]Bunun üzerine Halife de buyurdu ki: [/FONT]

[FONT=&quot]- Allahü teâlânın kaderinden, yine O'nun kaderine kaçalım, şehre girmiyelim. Birinizin bir çayırı ile, bir çıplak kayalığı olsa, sürüsünü hangisine gönderirse, Allahü teâlânın takdîri ile göndermiş olur.[/FONT]

[FONT=&quot]Sonra Abdurrahman bin Avf'ı çağırıp sordu:[/FONT]

[FONT=&quot]- Sen ne dersin? [/FONT]

[FONT=&quot]- Resûlullah efendimizden işittim ki, (Vebâ olan yere girmeyiniz ve vebâ olan bir yerden başka bir yere gitmeyiniz, oradan kaçmayınız) buyurmuştu.[/FONT]

[FONT=&quot]Halife de, "Elhamdülillah, benim sözüm hadîs-i şerîfe uygun oldu" deyip Şam'a girmediler. [/FONT]

Vebâlı yerden kaçmak

[FONT=&quot]Vebâ bulunan yerden dışarı çıkmanın yasak edilmesine sebep, sağlam olanlar çıkınca, hastalara bakacak kimse kalmaz, helâk olurlar. Vebâlı yerde kirli hava, herkesin içine yerleşince, kaçanlar hastalıktan kurtulamaz ve hastalığı başka yerlere götürmüş, bulaştırmış olurlar. Hadîs-i şerîfte buyuruluyor ki: [/FONT]

(Vebâ hastalığı bulunan yerden kaçmak, muharebede kâfir karşısından kaçmak gibi, büyük günâhtır.)

[FONT=&quot]Hz. Ömer vefât ederken halîfeliğe aday olarak gösterdiği 6 kişiden biri de Abdurrahman bin Avf'dır. Hz. Ömer'in defninden sonra, tâyin edilen bu altı sahâbî toplandılar. İlk olarak Abdurrahman bin Avf söz alıp şöyle dedi: [/FONT]

[FONT=&quot]- Ey Cemâ'at! Bu husûsta hepimizin de görüşleri var. Dinleyiniz, öğrenirsiniz, anlarsınız. Muhakkak ki, hedefe isâbet eden ok, isâbet etmeyenden üstündür. Bir yudum yavan fakat soğuk su, hastalığa sebep olan tatlı sudan daha faydalıdır. [/FONT]

[FONT=&quot]Sizler, Müslümanların rehberleri, mürâcaat olunan âlimlerisiniz. O hâlde, aranızda meydana gelecek ihtilâflarda bıçağın ağzını köreltmeyin. Kılıçları düşmanlarınızdan ayırıp kınlarına sokmayınız. Yoksa düşmanlarınız karşısında tek kalmış, amellerinizi noksanlaştırmış olursunuz. [/FONT]

Fitne ehli

[FONT=&quot]Herkesin muayyen bir eceli, her evin emrine itâat edilen, yasaklarından çekinilen bir emîri, reisi vardır. Öyleyse aranızdan, işlerinizi görecek birisini emir tâyin edin. Böylece maksada erişirsiniz. Şâyet, kör fitne, şaşırtan dalâlet olmasaydı niyetlerimiz bildiklerimizden, amellerimiz niyetlerimizden başka olmazdı. Zîrâ fitne ehli; gözlerinin görmediğini, fitnenin kendilerini, çölde şaşkın, nereye gideceğini bilmez bir şekilde bıraktığını söylerler. [/FONT]

[FONT=&quot]Nefslerinize ve fitnecilerin sözlerine uymaktan sakınınız. Sözle olan hîle, kılıcın yarasından daha şiddetlidir. Halîfeliği; musîbet ve felâket zamanlarında metânet ve sabırlı, bu işte muvaffak olacağını umduğunuz, onun sizden, sizin ondan râzı olacağınız birisine veriniz. Size nasîhat eder görünen fesatçılara itâat etmeyiniz. Size yol gösteren rehbere muhâlefet etmeyiniz. Söyleyeceklerim bundan ibârettir. Allahü teâlâdan kendim ve sizin için magfiret dilerim. [/FONT]

[FONT=&quot]Abdurrahman bin Avf bundan sonra, şu teklifte bulundu: [/FONT]

[FONT=&quot]- İçimizden üçümüz, diğer üçümüz lehine adaylıktan çekilsin.[/FONT]

[FONT=&quot]Abdurrahman bin Avf'ıın bu teklifi hemen kabûl olunarak Zübeyr Ali'ye, Talhâ Osman'a, Sa'd bin Ebî Vakkâs da Abdurrahman bin Avf'a oylarını verdiler. Arkasından Abdurrahman bin Avf da çekildi ve Hz. Osman ile Hz. Ali kaldılar. Netîcede Hz. Osman'a bîât olundu.[/FONT]

Sen emînsin

[FONT=&quot]Hz. Abdurrahman yüksek ahlâk, fazîlet ve kemâl sahibi, çok iyi ve çok temiz, seciyeli bir insandı. Onun kalbi, Allah korkusu ile Resûl-i ekreme muhabbetle, doğruluk ve iffetle, rahmet ve şefkatle dolu idi. Cömertti. Allah yolunda malını dağıtmaktan zevk alırdı. Kalbinde Allah korkusu o kadar yer etmişti ki, kendisi hiç bir vakit dünyasını dînine tercih etmemiş, hayatta servet ve mal sahibi olmaya ehemmiyet vermemiş, tam Müslüman olarak yaşamayı herşeyin üstünde tutmuştu. [/FONT]

[FONT=&quot]Abdurrahman bin Avf'ı Peygamber efendimiz ve Eshâb-ı kirâmın büyükleri methetmişlerdir. Resûlullah efendimiz onun hakkında buyurdu ki:[/FONT]

- Göktekiler ve yerdekiler katında, sen emînsin.

[FONT=&quot]Abdurrahman bin Avf 651 senesinde 75 yaşında vefât etti.[/FONT]
[/FONT]

__________________
 
Üst Alt