Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Demokrasi ne demektir

tahsin33

New member
Katılım
31 Ara 2008
Mesajlar
1,374
Tepkime puanı
681
Puanları
0
Marksist Demokrasi


Halk demokrasisi bahsinde de işaret edildiği gibi, demokratik siyasete ilişkin Marksist yaklaşımın kökleri sınıf analizine dayanır. Bu yaklaşımda siyasi iktidar dar bir biçimde seçime ilişkin haklar veya grupların lobicilik ve kampanya yapma yoluyla çıkarlarını ifade edebilmeleri anlamında anlaşılmaz. Bundan ziyade, daha derin bir düzeyde siyasi iktidar, iktisadi iktidarın ve özelde üretken zenginliğe eşit olmayan bir sahip olma durumunun dağılımını yansıtır.


Bu bağlamda liberal demokrasinin Marksist eleştirisi, demokrasi ile kapitalizm arasındaki iç çelişkiye, yani liberal demokrasinin ifade ettiği siyasi eşitlik ile kapitalist sistemin kaçınılmaz bir şekilde ürettiği sosyal eşitsizlik arasındaki çelişkiye odaklanmaktadır. Dolayısıyla liberal demokrasiler, bir hakim sınıfın tesis ettiği iktidar tarafından manipüle ve kontrol edilen "kapitalist" veya "burjuva" demokrasileridir.


Bu anlamda Marksizm plüralist demokrasinin kendine özgü bir eleştirisini sunar. Toplumda sınıf iktidarı eşitsiz bir şekilde dağıtıldığı sürece, siyasi iktidar da yaygın ve eşit bir şekilde dağıtılamaz. Aslında birçok bakımdan Marksist görüş, plüralizmin elitist eleştirisiyle paralellik arz eder. Her iki görüş de iktidarın nihai olarak bir azınlığın elinde toplandığını ileri sürer. Temel farklılık, bu azınlığın "iktidar eliti" mi yoksa "yönetici sınıf" mı olduğudur.


Bununla beraber başka önemli farklılıklar da teşhis edilebilir. İlk olarak elitistler iktidarın çok çeşitli kaynaklardan (eğitim, sosyal statü, bürokratik konum, siyasi bağlantılar, zenginlik vs.) geldiğini ileri sürerken, Marksistler iktisadi faktörün, özellikle de üretim araçlarının mülkiyet ve kontrolünün belirleyici önemine vurgu yaparlar.


Dahası, elitistler, örneğin parçalanmış bir elit grubu arasında rekabet mevcut olduğunda, siyasetin bir ölçüde demokratik baskılar yoluyla şekillenebileceğim' kabul ederler ve elitist yönetimin önemi konusunda daha az nettirler. Buna karşılık Marksistler, yönetici sınıfın kendi çıkarlarını gerçekleştirme arzusunda olduğunu ve bundan dolayı diğer sınıflara sadece kapitalizmin istikrarını sağlamak ve eşitsiz sınıf iktidarı sistemini devamlı kılmak için tavizler verdiğini savunma eğilimindedirler.


Ancak, modern Marksistler, seçimli demokrasiyi bir göz boyamadan ibaret görerek reddetmeye daha az isteklidirler. Örneğin Avro-komünistler devrim düşüncesini terk etmişlerdir ve onun yerine barışçıl, yasal ve demokratik bir "sosyalizm yolu" fikrini benimsemişlerdir. Jürgen Habermas ve Claus Offe (1984) gibi IMeo-Marksistler, yine de kapitalist demokrasinin çelişkilerine ve belki de ona mündemiç istikrarsızlığa dikkat çekmişlerdir.


Bu yaklaşımda bir yandan demokratik süreç hükümeti amansız bir şekilde yükselen kamu harcamalarına ve özellikle iktisadi ve sosyal hayatta devletin sorumluluklarının gelişen bir biçimde genişlemesine götüren halkın taleplerine cevap vermeye zorlar; diğer yandan ise kapitalizmin uzun-vadede ayakta kalması, yüksek vergilerin teşebbüs üzerinde olumsuz etki yaptığı ve sürekli artan kamu borçlanmalarının daimi bir yüksek enflasyona yol açtığı bir mali kriz tarafından tehdit edilmektedir.


Hem demokratik baskılara karşı direnmek, hem de iktisadi çöküş riskiyle karşı karşıya bulunmak, Habermas'a göre (1973) kapitalist demokrasinin meşruluğunu devam ettirmeyi güçleştirmektedir

Devam edecek
 

tahsin33

New member
Katılım
31 Ara 2008
Mesajlar
1,374
Tepkime puanı
681
Puanları
0
Plebisitçi Demokrasi


Plebisitçi demokrasi yönetenler ve yönetilenler arasında plebisit (veya referandum) gibi doğrudan bağlantı aracılığıyla işleyen demokratik yönetimin bir şekli. Bu yöntem, kamunun siyasi meselelerde görüşlerini doğrudan ifade etmesini mümkün kılar.


Ancak, bu tür demokrasi sıklıkla eleştirilir; çünkü eleştirenlere göre demagogluğa (kitleleri hitabetle manipüle eden, onların önyargılarına ve ihtiraslarına seslenen siyasi liderler tarafından yönetim) imkan veren bir yönü vardır.


Bu tür demokrasi, diktatörlüğe popülist bir cila veren kitle şakşakçılığı sisteminden çok da fazla bir şey getirmez. Bununla beraber, plebisitçi demokrasi ile temsili demokrasiyi takviye etmek için referandumun kullanımı arasında bir ayrım da yapılmalıdır.



Sosyal Demokrasi


Gerek geçmişte, gerekse günümüzde farklı kişiler tarafından sosyal demokrasi kavramından, çok farklı şeyler anlaşılıyorsa da, sosyal demokrasi ortaya çıktığı dönem, yani 19. yüzyıl sonları açısından “siyasal demokrasi içinde emekçi sınıfların sosyal ve ekonomik haklarının genişletilmesi amacına yönelik tüm savaşımları kapsayan bir öğreti” olarak tanımlanabilir.


Fakat ayrıntılara girildiği zaman meselenin böylesine kolay açıklanabilir ve yalın olmadığı görülecektir. Örneğin daha sonra Bolşevik Parti adını alan ve Rus Çarlığı’nda bir devrim gerçekleştirerek SSCB’yi kuran partinin adı da Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi’ydi.


Buna karşılık Almanya’da Rosa Luxemburg yönetimin de benzer bir eylem yapmak isteyenleri engelleyen parti de Almanya Sosyal Demokrat Partisi adını taşıyordu. Aynı ad altında çok farklı beklentiler olabilmektedir.


Kaldı ki günümüz dünyasında farklı ülkelerdeki sosyal demokrat partiler çok daha kesin sınırlarla birbirinden ayrılabilmektedir. Tüm bunların dışında aynı ülke içinde öylesi sosyal demokrat hareketler olabilmektedir ki, aralarında ad aynılığından başka ortak bir nokta bulmak mümkün olmamaktadır.


Tarihsel olarak sosyal demokrasinin gelişimine baktığımız zaman öncelikle 19. yüzyılın ikinci yarısında Avrupa kıtasında sanayi işçilerinin sayıca ve toplum içindeki oran olarak hızla büyüdükleri noktasından harekete geçmek gerekir. İşte sosyal demokrasi bu sanayi işçilerinin taleplerinin dile gelmesinden başka bir şey değildir. Fakat burada bir hususun baştan açıklanması gerekir.


İşin o aşamasında sosyalizmle sosyal demokrasi arasında kuramsal bir farklılık gözetilmediği gibi, talepler açısından bir farklılık gözlenmesi de mümkün değildi. Kapitalist toplumun kurumlarını, yapısını ve inancını, işçi sınıfının yararına değiştirmek isteyen tüm görüşler sosyal demokrasi olarak adlandırılıyordu.


Günümüzde “sağ” ve “sol” ayrımı o günlere oranla çok değişmiş bulunmaktadır. Gerçekten o dönemde sağ dendiği zaman anlaşılan mutlakıyetçiler, monarşistler ve çok ufak bir kısım liberallerdi. Sol dendiği zaman ise liberallerin büyük bir bölümü ve sosyal demokratlar anlaşılırdı. Günümüzde ise sağı liberalistler temsil ederken, sosyal demokratların bir bölümü de sağ içinde görülebilmektedir. Buna karşılık sol, sosyalistler ile diğer sosyal demokratlardan oluşmaktadır.


Pek çok yazarın özenle vurguladıkları gibi liberallerle sosyal demokratlar arasındaki ayrım bundan elli sene önce oldukça fazlaydı. Ancak günümüzde bu ayrım çok azalmıştır. Belki de birçok kuşak sonra tüm olarak kaybolacaktır. Zira liberaller gitgide sosyal bir nitelik kazanırken, sosyal demokratlar mülkiyet ve ekonominin devlet tekelinde bulunması konusundaki düşüncelerini önemli ölçüde yumuşatmışlardır.


Hatta ilginç bir nokta olarak, günümüz ABD’sinde “liberal” olarak adlandırılan bir kişinin görüşleri, Avrupa’da sosyal demokrat olarak adlandırılan kişilerin görüşleriyle aynıdır. Yani Avrupa’da sosyal demokrat olarak nitelenen görüşler ABD’de liberal olarak nitelenmektedir. Ayrıca günümüzde sosyal demokrat partilerden pek çoğunun ekonomik alanda savunduklarının liberalizmden başka bir şey olmaması çok ilginçtir.


Sosyal demokrasinin sosyalizmden gitgide uzaklaşması ve liberal görüşleri savunmaya başlaması yönündeki gelişmeler 20. yüzyılın başlarına denk düşmektedir. Yani sosyalizmle sosyal demokrasi arasında başlayan uzaklaşmanın kristalleşmesi ancak 20. yüzyılın başlarında olmuştur. Zira gerek I. Enternasyonal’de (1864, 1876) ve gerekse II. Enternasyonel’de (1889-1914) sol düşüncenin tüm farklı anlayışları temsil edilmiştir. Ancak devrimden sonra SSCB’de toplanan III. Enternasyonel’le yolların iyice ayrıldığı ortaya konmuştur.


Sosyal demokrasi devletin ödevlerini artırdığı gibi, halkın ödevlerini de artırmaktadır. Burada siyasetin kapsamı genişlemektedir. Devletin temel görevi var olan özgürlükleri korumak değil, var olması gereken özgürlüklerin ortamını hazırlamaktır. Servetin belirli ellerde toplanması, farklı gelir grupları arasındaki büyük farklar, fırsat eşitliğinin yokluğu, işsizlik vb. hususlar sosyal demokrasinin ilk mücadele hedefleri olmaktadır.

Devam edecek
 
Üst Alt