Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Demokrasi ne demektir

tahsin33

New member
Katılım
31 Ara 2008
Mesajlar
1,374
Tepkime puanı
681
Puanları
0
DEMOKRASİ


Demokrasi, sözcük anlamı halk yönetimi olan bir siyasal bilim terimidir. Aslı eski Yunanca’daki demokratia sözcüğüdür. Eski Yunanca’da demos halk, kratos yönetim anlamına gelirdi. Atina’nın doğrudan demokrasisinde, halk bir meydana toplanır ve önemli konulardaki kararlarını yöneticilere bildirirlerdi. Yalnız burada hemen hatırlanması gereken nokta, eski Yunan’da yalnız vatandaşların demokratik hak ve özgürlüklerden yararlandıkları, kölelerin ise hiçbir hakları bulunmadığı idi.


Demokrasi, daha sonra, yönetilenlerin yönetime katılması için temsilcilerinin seçildiği rejimlerin adı oldu. Aslında, tüm siyasal ve toplumsal sistemler gibi, teknolojik değişme ve gelişmeler sonucu ortaya çıktı. Tek bir mutlak hükümdarın bulunduğu rejimlere genellikle "polis devleti" denirdi. Bu devlette, hükümdar tek başına, tanrının temsilcisi olarak, gelenekler üzerinde hüküm sürerdi; genellikle destekçileri din adamları ve toprak sahipleri idi.


Doğu’da teknolojik değişme ve gelişme yavaş olduğu için, Batı Avrupa’daki değişme ve gelişmeler sonunda, toplumda din adamları ve toprak sahiplerinin yanında tüccar, esnaf ve en önemlisi sanayiciler ortaya çıktılar ve yönetimde söz sahibi olmak istediler. Tarımdan sanayiye, kırsal üretimden kentsel üretime geçiş sonunda, hükümdarın yanında artık halk ya da yeni gelişen tüccar, esnaf, sanayici yer almak istedi.


Böylece hukuk devleti kavramı ve meşrutiyet yönetimleri doğdu. Artık hükümdarın yanında halktan seçilmiş meclisler de yer alıyor ve hükümdarın karşısında bu insanların yaşam hakkı, söz hürriyeti, mülkiyet hakkı, inanç hürriyeti gibi vazgeçilmez ve devredilmez hak ve hürriyetleri kabul ediliyordu. Bu gelişmenin en önemli göstergelerinden biri, bağımsız mahkemelerin bu hak ve hürriyetleri güvence altına almasıydı.


Teknolojik değişme ve gelişme hızını sürdürünce, köylülerin, köylerde toprak sahibi olan ağaların ve din adamlarının yanında, yönetime ortak olmuş bulunan tüccar-esnaf-sanayici üçlüsüne ek olarak işçiler de sayıca arttılar ve yönetimde söz sahibi olmak istediler. Böylece hukuk devleti, sosyal refah devleti kavramına, meşrutiyet kavramı da demokrasi kavramına dönüştü.


Demokrasi her ne kadar halkın halk tarafından yönetimi ya da çoğunluk yönetimi olarak adlandırılsa da, çağdaş değişme ve gelişmeler ona yeni anlamlar kazandırdı. İlk ortaya çıkan kavram, temsili demokrasi anlayışıdır. Bu anlayışa göre halk, doğrudan doğruya kendini yönetemeyeceği için, seçtiği temsilciler aracılığı ile yönetilir.


İkinci olarak ortaya çıkan kavram, özgürlükçü demokrasi kavramıdır. Bu kavram, özellikle baskıların en korkuncu, çoğunluğun baskısıdır anlayışından kaynaklanır. Bir demokratik sistemin en önemli özelliğini başta azınlıkların, yani düşünceleri azınlıkta kalanların hakları olmak üzere, tüm insan haklarına dayalı olması gereğine dayalı bir yaklaşımı belirtir.


Çağımızdaki tüm gelişme ve değişmelerden sonra, bugün demokrasi kavramı, düşünceleri azınlıkta kalanların da çoğunluğu kazanabilme hak ve olanağına sahip oldukları bir çoğunluk yönetimi özelliğine erişmiştir. Bir başka deyişle, demokrasinin temel koşulu, klasik insan hak ve özgürlükleri olduğu gibi, azınlıkta kalan düşünce sahiplerinin de kendi düşüncelerini, çoğunluğu kazanmak amacıyla savunabilmeleri ilkesine dayanır.


Demokrasi Çeşitleri ...




-Çoğulcu Demokrasi


-Halk Demokrasisi


-Klasik Demokrasi


-Liberal Demokrasi


-Parlamenter Demokrasi


-Plüralist Demokrasi


-Endüstriyel Demokrasi


-Kalkınmacı Demokrasi


-Koruyucu Demokrasi


-Marksist Demokrasi


-Plebisitçi Demokrasi


-Sosyal Demokrasi


-Yeni Demokrasiler

Devam edecek
 

tahsin33

New member
Katılım
31 Ara 2008
Mesajlar
1,374
Tepkime puanı
681
Puanları
0
Çoğulcu Demokrasi




Periyodik, eşit ve adil seçimlerde birden fazla siyasi partinin rekabet etmesine ve çoğunluğu sağlayan parti(lerin) geçici olarak anayasal demokrasinin sınırları çerçevesinde devleti yönetme hakkına sahip olmasına dayanan demokratik sistem.


Biraz daha geniş anlamda, örgütlü grupların toplumsal talepleri dile getirme hakkı ve hükümetin bunlara cevap vermesini temin etme kapasitesi sayesinde işleyen demokrasi biçimi anlamında da kullanılmaktadır.


Halk Demokrasisi




"Halk demokrasisi" kavramı, İkinci Dünya Savaşından sonra Sovyet modeli şeklinde yaygınlaşan Ortodoks komünist rejimlerden gelmektedir. Ancak burada kullanılan anlamıyla, genel olarak Marksist geleneğin ürettiği çeşitli demokrasi modellerini ifade etmektedir. Kendi içlerinde farklılaşmalarına rağmen bu modeller, liberal demokratik modellerle açık bir karşıtlık arzeder.


Marksistler liberal veya parlamenter demokrasiyi, "burjuva" veya "kapitalist" demokrasi olarak görerek reddetme eğilimindedirler. Bununla beraber Marksistler, açık egaliteryen imaları dolayısıyla demokrasi kavramı veya ideali tarafından da cezbedilmişlerdir. Bu kavram özellikle, eşitliği sadece zahiren sağlayan "siyasi" demokrasinin aksine, zenginliğe ortaklaşa sahip olma (orijinal anlamıyla "sosyal demokrasi") yoluyla sosyal eşitlik hedefine ulaşmayı ifade etmektedir.


Marx, kapitalizmin yıkılmasının gerçek demokrasinin yeşerebilmesini mümkün kılan bir tetikleme olabileceğine inanıyordu. Onun görüşüne göre, bütünüyle komünist bir toplum, ancak "proletaryanın devrimci diktatörlüğü"yle vasıflanabilecek bir geçici dönemden sonra gerçekleşebilirdi. Sonuçta "burjuva" demokrasisi sisteminin yerini, ondan çok farklı olan "proleter demokrasi" sistemi alacaktı.


Marx her ne kadar bu geçici dönemde toplumun nasıl örgütleneceğini ayrıntılı olarak açıklamayı reddettiyse de, arzuladığı şeklin kabaca ne olduğunu, onun kısa süre yaşayan ve doğrudan demokrasiye yakın bir tecrübe olan 1871 Paris Komününe duyduğu hayranlıktan çıkarabiliriz. Marx, sınıf çelişkisinin sönmesi ve bütünüyle komünist bir toplumun hayata geçmesiyle, proleter devletin de "sönümleneceğini" öngörmüştür. Bu, yalnız hükümete, kanunlara ve hatta siyasete duyulan ihtiyacı sona erdirmiş olmayacak, aynı zamanda demokrasiyi de gereksiz hale getirebilecektir.


Ancak yirminci yüzyılda komünist devletlerde geliştirilen bu demokrasi şekli, sahip olduğu anlamı Marx'tan ziyade V. I. Lenin'in fikirlerine borçludur. Her ne kadar Lenin'in 1917'deki sloganı "bütün iktidar Sovyetlere" (yani, işçilerin, askerlerin ve denizcilerin konseylerine) komün demokrasisi fikrini canlı tutmuşsa da, gerçekte iktidar Sovyet Rusya'da kısa sürede Bolşevik Parti'nin (daha sonraki ismiyle Komünist Parti'nin) eline geçmiştir. Lenin'in yaklaşımına göre bu parti, "işçi sınıfının öncüsü" olmaktan başka bir şey değildi.


Marksizmle teçhiz edilmiş olan bu parti, proletaryanın gerçek çıkarlarını bilmeye ve böylece ona devrimci potansiyelini gerçekleştirmesi için rehberlik etmeye muktedir olduğunu iddia ediyordu. Bu teori, SSCB'de "Leninist demokrasi"nin köşe taşı oldu ve diğer tüm Ortodoks komünist rejimler tarafından Marksizm-Leninizm'in merkezi özelliklerinden biri olarak kabul edildi. Ancak bu modelin zayıflığı, Lenin'in Komünist Parti iktidarını (ve özellikle de onun liderlerini) denetleyecek, onu proleter sınıfa karşı duyarlı ve hesaba çekilebilir kılmayı sağlayacak herhangi bir mekanizma oluşturmakta başarısız olmasıydı. Yeniden Aristo'nun ifadeleriyle söylenecek olursa "Komünist Partiyi kim bekleyecekti?".


Devam edecek
 

betül

New member
Katılım
13 Eyl 2007
Mesajlar
113
Tepkime puanı
86
Puanları
0
Yaş
33
vatandaşa tanınan hakka göre yönetim şekilleri 5 e ayrılır.

otokrasi: hükümet tarafından vatandaşa tanınan hakları bir kişi belirler.

oligarşi: hükümet tarafından vatandaşa tanınan hakları belirli bir zümre belirler.

demokrasi: hükümet tarafından vatandaşa tanınan hakları çoğunluk belirler.

cumhuriyet: hükümet tarafından vatandaşa tanınan hakları yasalar belirler.

anarşi: hükümet yoktur, yasalar yoktur.

...................................................................................................

 

tahsin33

New member
Katılım
31 Ara 2008
Mesajlar
1,374
Tepkime puanı
681
Puanları
0
betul ,
Aynı şeyleri farklı dilden konuşuyoruz.
Kraliyet, vatandaşa tanınan hakları bir kişi belirler.
Meşrutiyet
vatandaşa tanınan hakları belirli bir zümre belirler
Cumhuriyet vatandaşa tanınan hakları halk belirler,

Size örnek vermiştim İngiltere kırallıktır demokrasi uygulanır diye
yine örnek vereyim Fransa kırallıktır demokrasi uygulanır Ama peçe için seçme hakkı vatandaşın yoktur kanun demokrasiye göre tespit edildi vekillerin oyuna sunuldu parlemento kabul etti ve ceza uygulanacak yasalaşırsa.

Siz yöneticilerin seçilmesi şeklini demokrasi olarak ele alıyorsunuz
bir başka örnek
Ülkemizde demokrasi var değilmi sizin tariflemenize görede halk kendi kendini yönetir
şimdi geçekten inanıyormusunuz 550 millet vekilini bir parti çıkarsa
anayasanın değişmez ilkelerini değiştirebileceğine


Siz zannediyormusunuz kıraliyette kanun yoktur yasa yoktur
Hükümetlerin varlık sebebi YASAMA, YÜRÜTME VE YARGIDIR.

Demokrasilerde yasama yapma erki halk adına temsilcilerine verilmiştir.

 

betül

New member
Katılım
13 Eyl 2007
Mesajlar
113
Tepkime puanı
86
Puanları
0
Yaş
33
cünkü bizim ülkemiz demokrasi ile değil cumhuriyetle yönetilir. şimdi cumhuriyet ve demokrasi arasındaki farkı anlamışsınızdır umarım.
demokrasi: hükümet tarafından vatandaşa tanınan hakları çoğunluk belirler.
cumhuriyet: hükümet tarafından vatandaşa tanınan hakları yasalar belirler.
bizim anayasamızda değiştirilemeyen maddeler var (hatta değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen :S) yani vatandaşa verilen haklar yasalar ile sınırlıdır cumhuriyette. ama demokrasilerde vatandaşa verilen hakları çoğunluk belirler. coğunluk müslüman bir toplumdan oluşuyor ise kendi anayasasını islam hukukuna göre yapma hakkına sahiptir.
 

betül

New member
Katılım
13 Eyl 2007
Mesajlar
113
Tepkime puanı
86
Puanları
0
Yaş
33
Democracy - Wikipedia, the free encyclopedia

bu linke tıklayın lütfen. bu yabancı bir kaynak. en güvenilir ansiklopedik bilgi kaynağıdır. burda yönetim şekilleri sıralanmıştır. sağ tarafta "list of goverment types" (yönetim şekillerinin listesi) var. burda dünyadaki tüm yönetim şekillerini sıralamışlar. 8. sırada demokrasi ........ 45. sırada republic yani cumhuriyet var. şimdi cumhuriyetin ve demokrasinin ayrı ayrı birer yönetim şekli olduğunu umarım kabul edersiniz. ne olduklarını da yukarıda kısaca ve net bir şekilde yazdım.

demokrasilerde; hükümet tarafından vatandaşa tanınan hakları çoğunluk belirler.
cumhuriyette; hükümet tarafından vatandaşa tanınan hakları yasalar belirler.

ülkemiz türkiye cumhuriyeti... yani birileri gelmiş bizlere tanınan hakları en başta yasalarla sınırlamış. göstermelik olarak da demokratik hukuk devleti eklenmiş. ülkemizde gerçek anlamda demokrasi yönetim şekli olsaydı, hukukumuzun referansını kendimiz belirlerdik.
ülkemizde demokrasinin anlamı sadece seçim sistemi olarak tanımlanmış malesef.

bize verilen hakları demokrasi değil yasalar belirliyor. yani ne kadar çoğunluğa sahip olursan ol farketmez yapabileceklerin yasalar ile sınırlı. hangi yasalar ile DEĞİŞTİRİLMESİ TEKLİF DAHİ EDİLEMEYEN YASALAR İLE :confused: bu komedi sadece bizim ülkemizde yaşanır.
 

tahsin33

New member
Katılım
31 Ara 2008
Mesajlar
1,374
Tepkime puanı
681
Puanları
0
betul ,
Kusura bakmayın ama size göre demokrasilerde yasa yokmu demek istiyorsunuz önce bunda bir nlaşalım.
varsa yasyı kim yapıyor yoksa hüküm neye göre icra ediliyor.
 

betül

New member
Katılım
13 Eyl 2007
Mesajlar
113
Tepkime puanı
86
Puanları
0
Yaş
33
demokrasilerde vatandaşa verilecek hakları çoğunluk belirliyor ise, bu yasalarda çoğunluğun söz hakkı olduğu anlamına gelir. ama bu her çoğunluk istediğini yapar azınlığı ezer anlamına gelmez demokrasilerde sınır şudur, "birinin özgürlüğü bir başkasının özgürlüğünün başladığı yerde biter." bu anlayış esas alınır ve çoğunluğun taleplerine göre yasalar hazırlanır. çoğunluk müslüman ise müslümanca hükmedilmek isteyeceğinden anayasasını yaparken islam hükümlerini referans alır. cumhuriyette ise çoğunluğun taleplerinden çok "değiştirilemez yasalar" belirleyicidir.

mesela ufak bir örnek verelim. sıfırdan bir devlet olsun demokrasi ile yönetilsin ve bu halkın çoğunluğu müslüman olsun (Allahın hükümlerini bilen ve kabul eden bilinçli müslüman). demokrasinin gereği olarak çok partili bir seçim sistemi olur, partiler halkın ihtiyaçlarına göre bir politika belirler ve propoganda yapar, halk müslüman olduğu için ve müslümanca yönetilmek istediği için kendisine en yakın partiyi seçer, çoğunluğun seçtiği bu parti hükümet kurar, başbaşkan beklentilere cevap verir ve halk islam hukuku ile hükmedilmek istediği için devletin anayasasını islam hükümlerini referans alarak yapar. şimdi bu sistem islam için kafi olmaz mı? sonuçta kişiler islam hukuku ile hükmedilecekler.
 

betül

New member
Katılım
13 Eyl 2007
Mesajlar
113
Tepkime puanı
86
Puanları
0
Yaş
33
aklımı kurcalayan bir başka mesele şu... islam hukukunu illa devlet mi uygulamak zorundadır? yani bir cemaat islam hukukuna göre hükmedemez mi? mesela boşanma konusunda bir çift bir cemaate baş vursa ve islam hukukuna göre hükmedilmek istese, o cemaat islama göre hüküm verse, devlet bunu tanımasa dahi kafi olmaz mı? şu anda devletimiz islam hukuku ile hükmetmiyor peki biz bundan sorumlumuyuz? bizim imanımıza zarar gelir mi? mesela miras konusunda kişinin kendisi vasiyetini islam hukukuna göre hazırlasa (ki vasiyetname yasalarca uygulanmak zorundadır) bu şekilde islam hükmü yerine getirilmiş olmaz mı? bir cemaati bırakalım bir kişi kendisi islam hükmü ile amel etse şeriatı sağlamış olmaz mı? bu konuda pek bir bilgim yok açıkcası merak ediyorum.
 

tahsin33

New member
Katılım
31 Ara 2008
Mesajlar
1,374
Tepkime puanı
681
Puanları
0
betul ,
sizin bahsettiğiniz kanunlarda azınlık hakları olarak geçiyor devletin ver oluş sebebi hüküm koymaktır devlet şekli ne olursa olsun. Uzun süredir sohbetini ettiğimiz de kanun koyma yani hakimiyetin kime ait olduğu noktasındadır.
Biliyoruz ki İslamda hakimiyet Allahındır yani temel kanunun koyucu Allah CC dir.
bunu dışındaki tüm sistemlerde hakimiyet allah CC den gayrına verilmiştir.
Şmdi gleelim sorunuza bir cemaat yada fert kendi başına birtakım şeyleri islam sınırları içerisinde kalarak icra edebilir ama diyelimki bir nikah akdi var ve bu akde konu mehir var ve yükümlü olan sorumluluğunu yerine getirmekten kaçıyor mağdur olan kime müracaat edecek ve müracaat ettiği kişi veya kurumun bu konuda yaptırımı nasıl gerçekleşecek yani sorun başlı başına bir yasama sorunudur.
yasa islam yani kuran olduktan sonra gerisi teferruat olarak kalır. Zaten İslama açılan mücadelenin asıl sebebi de budur. Biz kuran ve sünnetten bilgilenelim ve edindiğimiz bilgileri hayatımıza aktaralım ve örnek mümin olallım
başarı Allahtandır deyip elimizden geleni yapalım inş.
 

tahsin33

New member
Katılım
31 Ara 2008
Mesajlar
1,374
Tepkime puanı
681
Puanları
0
Klasik Demokrasi


Klasik demokrasi modeli, Eski Yunan polisine veya şehir-devletine ve özellikle de Yunan şehir-devletlerinin en büyük ve en güçlü olanı Atina'daki yönetim sistemine dayanmaktadır. M. Ö. beşinci ve dördüncü yüzyıllarda Atina'da işleyen doğrudan demokrasi modeli, genellikle halkın yönetime katılmasının tek saf ve ideal sistemi olarak tasvir edilir.


Bununla beraber, bu model her ne kadar Rousseau ve Marx gibi sonraki dönem düşünürleri üzerinde kayda değer bir etkide bulunmuşsa da, doğrudan yönetimin çok özel bir şekli olarak gelişen Atina demokrasisinin modern dünyada ancak çok sınırlı bir uygulanma imkanı mevcuttur. Atina demokrasisi kitle toplantısı yoluyla yönetim anlamına geliyordu. Belli başlı tüm kararlar, bütün vatandaşların üye olduğu Meclis veya Ecclesia tarafından alınıyordu.


Bu meclis senede en azından 40 defa toplanıyordu. Tam zamanlı olarak çalışacak kamu görevlilerine ihtiyaç duyulduğunda, bütün vatandaşları temsil eden küçük bir örnek olmaları için bu görevliler kur'a usulüyle veya dönüşümlü olarak seçiliyorlardı ve mümkün olan en geniş katılımın sağlanabilmesi için görev dönemleri kısa tutuluyordu. Meclis'in yürütme veya idare komitesi olarak faaliyet gösteren ve 500 vatandaştan oluşan bir Konsey vardı ve 50 kişilik bir Komite de bu Konseye teklifler hazırlardı.


Komite Başkanlığı görevi sadece bir günlüktü ve hiçbir Atinalı bu onura hayatında bir defadan fazla kavuşamıyordu. Bunun tek istisnası, çalışma ve tecrübeye duyulan ihtiyaçtan dolayı, diğer kamu görevlilerinden farklı olarak on generalin yeniden seçilmesinin mümkün olması durumuydu.


Atina demokrasisini bu kadar dikkate değer kılan özelliği, onun vatandaşlarının siyasi aktivite düzeyleriydi. Vatandaşlar sadece Meclis'in düzenli olarak gerçekleştirilen oturumlarına katılmakla kalmıyorlar, geniş topluluklar halinde kamu görevlerinin ve karar verme sürecinin sorumluluklarını üstlenmeye hazır görünüyorlardı. Bu demokrasi şeklinin en etkili çağdaş eleştiricisi, filozof Eflatun'du.


Eflatun, halk kitlelerinin kendi adlarına kendilerini dirayetli bir şekilde yönetmeleri için ne yeterli bilgiye ve ne de gerekli tecrübeye sahip oldukları fikrinden hareketle siyasi eşitlik fikrine saldırdı. Onun Devlet'inde geliştirdiği çözüm, yönetimin bir bilge krallar, yani Koruyucular sınıfının elinde olmasıydı ve onların yönetimi bir tür aydınlanmış diktatörlük anlamını taşıyacaktı.


Bununla beraber Atina demokrasisinin en büyük eksikliği, onun ancak halk kitlelerini siyasi faaliyetten dışlayarak işleyebileceği gerçeğiydi. Katılım, 20 yaş üzeri Atina doğumlu erkek vatandaşlarla sınırlıydı. Köleler (ki nüfusun çoğunluğunu oluşturuyorlardı), kadınlar ve yabancıların herhangi bir siyasi hakları yoktu. Aslında Atinalı vatandaşların kendi hayatlarını siyasete böylesine fazla adayabilmeleri, tamamen köleleri sayesinde onların zahmetli işlerle uğraşmak zorunda kalmaktan kurtulmuş olmalarından ve kadınların özel alana hapsedilmesi sayesinde onların ev içi sorumluluklar da yüklenmemelerinden kaynaklanıyordu.


Bu anlamda, Atina polis'i gerçekte demokratik idealin tam zıddı olarak da görülebilir. Bununla beraber, siyasi hayata doğrudan ve sürekli halk katılımına ilişkin klasik model, dünyanın çeşitli kısımlarında, özellikle New England'daki (ABD) kasaba toplantılarında ve küçük İsviçre kantonlarındaki müşterek meclislerde canlılığını korumuştur. Bu tür katılım biçimleri aynı zamanda, özellikle de anayasal konularda referandumların daha geniş bir şekilde kullanımı ve halk panelleri ile elektronik demokrasi gibi demokrasideki yeni tecrübeler için de bir temel oluşturmuştur.

Devam edecek
 

betül

New member
Katılım
13 Eyl 2007
Mesajlar
113
Tepkime puanı
86
Puanları
0
Yaş
33
Demokrasi kavramını anlamamakta israr ediyorsunuz. eğer sapmışsam Allah bana akıl fikir versin hidayet versin, sizinde hidayetinizi artırsın inşaallah. Ama yok siz kavramları yanlış anlamakta ısrar ediyorsanız, söylenen bir lafı ısrarla yanlış anlamak istiyorsanız, hem söylediğiniz büyük lafların (demokrasi şirk düzenidir!) hem de iğneleyici imalarınızın (Bekir&sumisali) muhattabı ben olmam.

İslamda Hüküm koymak ve hükmetmek Allaha mahsustur. yönetim ve yürütmeyi ise Allah ümmete tahsis etmiştir. kendi adına hüküm ve infazı gerçekleştirmek için de yönetici belirleme işini ümmete havale etmiştir. yani nasıl belirlersen belirle sonuçta sen hüküm koyan belirlemeyeceksin, Allah adına hükmü uygulayacak olan yöneticiyi seçeceksin.

yönetim ve yürütmeyi bir kişi üstlenmiş olabilir(otokrasi) Allah adına hükmü uyguladıktan sonra şeriatı gerçekleştirmiş olur.

Örnek Suudi Arabistan şeriat hukukuna tabiidir , kral hüküm koyan değil Allahın hükmünü uygulayandır.

yönetim ve yürütmeyi halktan birileri üstlenmiş olabilir(cumhuriyet) Allah adına hükmü uyguladıktan sonra şeriatı gerçekleştirmiş olur.

Örnek İran İslam cumhuriyeti şeriat hukukuna tabiidir, iran meclisi hükmü koyan değil, Allahın hükmünü uygulayandır.

yönetim ve yürütmeyi halkın çoğunluk temsilcileri üstlenmiş olabilir (demokrasi) Allah adına hükmü uyguladıktan sonra şeriatı gerçekleştirmiş olur.

ÖRNEK MALEZYA, Malezya krallıkla yönetilen ve çok partili demokratik sisteme dayalı bir konfederasyondur. Ülke de 13 eyalet bulunmaktadır. Her eyaletin kendi meclisi bulunmaktadır. Meclisler yerel hükümet kurma hakkına sahiptir.

malezya nufusunun %60 ı müslüman, %20 si budist, %9 u hiristiyan, % 6 sı hindu geri kalan da yerli din mensubudur.

Malezya İslam partisi, 1951 yılında Malezya'nın İslami temellerde kurulmasını isteyenler tarafından kuruldu. 1959'da ilk kez katıldığı Kelantan ve Terengganu eyaletlerinde seçimi kazandı, yerel hükümet kurdu ve şeriat hukuku uygulamaya başladı.

Malezya'nın yargı sistemi çok hukukluluğa dayanıyor. Malaylar ve diğer Müslümanların aile ve din ile ilgili davalarına şeriat mahkemeleri bakıyor. Evlenme ve boşanmada da şeriat mahkemeleri geçerli sayılıyor. Bu mahkemelerin kararı için sivil mahkemelerde temyize gidilmiyor. Çinli ve Hintlilerin tüm davalarına ise kamu mahkemeleri bakıyor. Malezya’da Müslümanlar, suç işlediklerinde şeriat mahkemelerinde yargılanıyor. Müslüman olmayanlar içinse özel mahkemeler var. Şeriatla yönetilen bölgelerde oruç tutmak zorunlu. Kadınlar başlarını örtmek, yabancılar ve azınlıklar ise İslam’a uygun kıyafetler giymek zorunda.

Malezya demokrasi ile yönetilen ve Müslüman eyaletlerde şeriat hukukunu uygulayan bir devlettir. Müslüman olanlar şeriat hukukuna, Müslüman olmayanlar ise kamu hukukuna tabi olur.

ülkemiz cumhuriyetle yönetilir. Atatürk ve arkadaşları seçimle gelmemiştir, onları halk seçmemiştir. Türkiye cumhuriyeti uzuuun bir süre belirli bir zümre tarafından yönetildi. Sonra diktatörlük kompleksiyle “Türkiye cumhuriyetle yönetilir ama demokrasi rejimlerin vasfıdır” gibi ne olduğu belirsiz bir tanım getirilmiştir. Dolayısı ile demokrasiyi biz “Allahın hükmünü tanımayıp, halk adına hüküm koyan sistem” olarak tanıdık.

Peki öylemi? Gerçekten demokrasi bu işe mi yarar?




Demokrasi, daha sonra, yönetilenlerin yönetime katılması için temsilcilerinin seçildiği rejimlerin adı oldu.

işte demokrasinin en basit anlamı budur. "yöneticilen yönetilenler tarafından seçildiği rejimin adı." bu cümleden "Allahın hükmünü tanımayıp(haşa), hükümdarlığı halka verme" anlamı çıkartmak art niyetlidir. Sizin bu gösterdiğiniz kaynakta böyle bir demokrasi anlamı çıkmıyor. ama Siz israrla öyle inanmak istiyorsunuz.

Bütüüün paylaştıklarım demokrasinin, cumhuriyet gibi, monarşi gibi, apayrı bir yönetim şekli olduğunu kanıtlamak içindi. Hatta ülkeler demokrasiyi araç yapıp, şeriat hukukuna tabi olabilir. Malezya örneğinde olduğu gibi.

yanlış bilgilendirmeyi düzeltmeyeceksek bu forum ne işe yarar? bir daha bu siteye giriş yapacağımı zannetmiyorum... hakkınızı helal edin benim de hakkım varsa size helal olsun.
Allah yolunuzu açık etsin selametle...
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,131
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Demokrasi kavramını anlamamakta israr ediyorsunuz. eğer sapmışsam Allah bana akıl fikir versin hidayet versin, sizinde hidayetinizi artırsın inşaallah. Ama yok siz kavramları yanlış anlamakta ısrar ediyorsanız, söylenen bir lafı ısrarla yanlış anlamak istiyorsanız, hem söylediğiniz büyük lafların (demokrasi şirk düzenidir!) hem de iğneleyici imalarınızın (Bekir&sumisali) muhattabı ben olmam.

Bakın kardeşim, anlamamakta ısrar eden ve demokrasiyi İslama yamamamaya çalışan sizsiniz.

Mesele gayet açık ve sarih iken ısrar ile kavram kargaşası ve sizce var olan bir tanımı dayatıyorsunuz burada.


Demokrasinin temel tanımı açık: Halkın egemenliği temeline dayanan yönetim biçimi...


Halk kim? İnsanlar, Allah'ın kulları.


Egemenlik ne demek? Yönetimini hiçbir kısıtlama veya denetime bağlı olmaksızın sürdüren demek, bağımlı olmayan demek, hükümran olan demek, hâkim olan demek.


Bu durumdan ne çıkıyor ortaya? Şu çıkıyor ki, demokrasi insanların hiç bir kısıtlamaya bağlı olmaksızın kendi iradeleri, istekleri ile koydukları kanunlar demek.


Siz şimdi kalmış bu duruma kendi kafanızca yeni tarif ve tanımlar icat ediyor ve bizi de sizi iğnelemekle suçluyorsunuz. İnsaf...




İslamda Hüküm koymak ve hükmetmek Allaha mahsustur. yönetim ve yürütmeyi ise Allah ümmete tahsis etmiştir.
kendi adına hüküm ve infazı gerçekleştirmek için de yönetici belirleme işini ümmete havale etmiştir. yani nasıl belirlersen belirle sonuçta sen hüküm koyan belirlemeyeceksin, Allah adına hükmü uygulayacak olan yöneticiyi seçeceksin.


Çok güzel, ama bu tarif ettiğiniz şeyin adı demokrasi değildir, değildir, değildir!..



yönetim ve yürütmeyi bir kişi üstlenmiş olabilir(otokrasi) Allah adına hükmü uyguladıktan sonra şeriatı gerçekleştirmiş olur.

Örnek Suudi Arabistan şeriat hukukuna tabiidir , kral hüküm koyan değil Allahın hükmünü uygulayandır.

yönetim ve yürütmeyi halktan birileri üstlenmiş olabilir(cumhuriyet) Allah adına hükmü uyguladıktan sonra şeriatı gerçekleştirmiş olur.

Örnek İran İslam cumhuriyeti şeriat hukukuna tabiidir, iran meclisi hükmü koyan değil, Allahın hükmünü uygulayandır.

yönetim ve yürütmeyi halkın çoğunluk temsilcileri üstlenmiş olabilir (demokrasi) Allah adına hükmü uyguladıktan sonra şeriatı gerçekleştirmiş olur.

ÖRNEK MALEZYA, Malezya krallıkla yönetilen ve çok partili demokratik sisteme dayalı bir konfederasyondur. Ülke de 13 eyalet bulunmaktadır. Her eyaletin kendi meclisi bulunmaktadır. Meclisler yerel hükümet kurma hakkına sahiptir.

malezya nufusunun %60 ı müslüman, %20 si budist, %9 u hiristiyan, % 6 sı hindu geri kalan da yerli din mensubudur.

Malezya İslam partisi, 1951 yılında Malezya'nın İslami temellerde kurulmasını isteyenler tarafından kuruldu. 1959'da ilk kez katıldığı Kelantan ve Terengganu eyaletlerinde seçimi kazandı, yerel hükümet kurdu ve şeriat hukuku uygulamaya başladı.

Malezya'nın yargı sistemi çok hukukluluğa dayanıyor. Malaylar ve diğer Müslümanların aile ve din ile ilgili davalarına şeriat mahkemeleri bakıyor. Evlenme ve boşanmada da şeriat mahkemeleri geçerli sayılıyor. Bu mahkemelerin kararı için sivil mahkemelerde temyize gidilmiyor. Çinli ve Hintlilerin tüm davalarına ise kamu mahkemeleri bakıyor. Malezya’da Müslümanlar, suç işlediklerinde şeriat mahkemelerinde yargılanıyor. Müslüman olmayanlar içinse özel mahkemeler var. Şeriatla yönetilen bölgelerde oruç tutmak zorunlu. Kadınlar başlarını örtmek, yabancılar ve azınlıklar ise İslam’a uygun kıyafetler giymek zorunda.

Malezya demokrasi ile yönetilen ve Müslüman eyaletlerde şeriat hukukunu uygulayan bir devlettir. Müslüman olanlar şeriat hukukuna, Müslüman olmayanlar ise kamu hukukuna tabi olur.

ülkemiz cumhuriyetle yönetilir. Atatürk ve arkadaşları seçimle gelmemiştir, onları halk seçmemiştir. Türkiye cumhuriyeti uzuuun bir süre belirli bir zümre tarafından yönetildi. Sonra diktatörlük kompleksiyle “Türkiye cumhuriyetle yönetilir ama demokrasi rejimlerin vasfıdır” gibi ne olduğu belirsiz bir tanım getirilmiştir. Dolayısı ile demokrasiyi biz “Allahın hükmünü tanımayıp, halk adına hüküm koyan sistem” olarak tanıdık.

Peki öylemi? Gerçekten demokrasi bu işe mi yarar?






işte demokrasinin en basit anlamı budur. "yöneticilen yönetilenler tarafından seçildiği rejimin adı." bu cümleden "Allahın hükmünü tanımayıp(haşa), hükümdarlığı halka verme" anlamı çıkartmak art niyetlidir. Sizin bu gösterdiğiniz kaynakta böyle bir demokrasi anlamı çıkmıyor. ama Siz israrla öyle inanmak istiyorsunuz.

Bütüüün paylaştıklarım demokrasinin, cumhuriyet gibi, monarşi gibi, apayrı bir yönetim şekli olduğunu kanıtlamak içindi. Hatta ülkeler demokrasiyi araç yapıp, şeriat hukukuna tabi olabilir. Malezya örneğinde olduğu gibi.

yanlış bilgilendirmeyi düzeltmeyeceksek bu forum ne işe yarar? bir daha bu siteye giriş yapacağımı zannetmiyorum... hakkınızı helal edin benim de hakkım varsa size helal olsun.
Allah yolunuzu açık etsin selametle...



Verdiğiniz bu örneklerin hiç birisi kullanılan kavramlarla mutlak uyumlu değil. Hepsinde kavramlara mutlak uymayan ve kısmi oluşturulmuş yönetim şekilleri var.

Ama siz, bazı kesimlerin Avrupa ve Amerika'ya yaranmak adına, İslamla bağdaşmayan demokrasi kavramını, İslama yamama gayretlerine kendinizi kurmuş gibisiniz. Buna yapılacak bir şey yok...

Bu forum çok ezber bozmuştur, ne sizin ne siz kapasitedekilerin bunu anlayabilmesini zaten kimse beklemiyor.

Sizin de yolunuz açık olsun...
 

sumisali

New member
Katılım
3 Nis 2009
Mesajlar
1,903
Tepkime puanı
2,112
Puanları
0
Sevgili betül kardeşim herkez kendi ağzından çıkan sözün muhattabıdır
forumda açılan irtidat konusunu anlamadan önümüze başka kaynaklar sundun merakınızı öğrenmek adına olduğunu düşünüyorum fakat bazen bazı şeyleri öğrenmek adına durup düşünmek doğaracak sonucu beklemek daha sağlıklı olacaktır
burda herkez hakkıyla size yardım etmek istedi fakat bu gün anlayamaya bilir insan bakış açısı değişip güzel sonuçlar da ortaya çıkabilir di öğrenmek adına kolay olan kaçmak değil durup beklemekti sonucu
yolunuz açık olsun selametle
 

tahsin33

New member
Katılım
31 Ara 2008
Mesajlar
1,374
Tepkime puanı
681
Puanları
0
Liberal Demokrasi


Liberal demokrasi, halkın rızası idealiyle sınırlı yönetim ilkesini dengeleyen demokratik bir yönetim şekli. Onun "liberal" vasfı, vatandaşların özgürlüğünü güvence altına almaya ve onlara devlete karşı koruma sağlamaya göre düzenlenmiş, hükümet üzerinde dahili ve harici denetim ağlarında ifadesini bulur.


Onun "demokratik" vasfı ise, genel oy hakkı ve siyasi eşitlik temelinde işleyen düzenli ve rekabetçi bir sisteme dayanmasından gelir. Her ne kadar bu kavram bir siyasi ilkeyi tanımlamak için kullanılıyorsa da, "liberal demokrasi" aynı zamanda daha yaygın olarak, belirli bir rejim türünü tanımlamak için de kullanılmaktadır. Bu tür bir rejimin ayırıcı vasıfları şunlardır:


1-) Resmi, genellikle de hukuki kurallara dayalı anayasal bir yönetim
2-) Sivil özgürlüklerin ve bireysel hakların güvence altına alınması
3-) Kurumsallaşmış bir iktidar dilimlenmesi ve bir kontrol ve denge sistemi
4-) "Bir kişi bir oy, bir oy bir değer" ilkesine bağlı düzenli seçimler
5-) Parti rekabeti ve siyasi çoğulculuk
6-) Örgütlü grup ve çıkarların hükümetten bağımsız oluşu
7-) Piyasa kurallarına göre örgütlenmiş bir özel-teşebbüs ekonomisi



Parlamenter Demokrasi


Parlamenter demokrasi halk tarafından seçilmiş olan ve yönetenler ile yönetilenler arasında detaylı bir ilişki kuran müzakereci bir meclis aracılığıyla faaliyet gösteren demokratik yönetimin bir türüdür.


Bu anlamda demokrasi, esas olarak, sorumlu ve temsili bir yönetim anlamına gelmektedir. Bu çerçevede parlamenter demokrasi, elit yönetimine karşı halk katılımını dengeler; hükümet halka karşı değil ama halkın seçtiği temsilcilere karşı doğrudan hesap verir bir konumdadır. Bu tür bir sistemin çekiciliği, temsilcilerin eğitimli olmaları ile müzakere ve tartışma fırsatı bulmaları sayesinde, vatandaşların çıkarlarını onlardan daha iyi tanımlayabileceklerine ilişkin varsayımdan kaynaklanmaktadır.


J. S Mill ve Burke'ün dile getirdiği gibi klasik şekliyle parlamenter demokrasi, parlamenterlerin onları seçenler adına kendilerinin düşünüp karar vermesini gerektirir. Bununla beraber modern parti siyaseti, parlamenter demokrasi fikriyle vesayetçi demokrasiyi birleştirmiştir



Plüralist Demokrasi


Plüralist demokrasi kavramı, çok sayıda parti arasındaki rekabetçi seçimlere dayanan demokratik sistemi anlatmak için, bazen liberal demokrasiyle birbirinin yerine kullanılır.


Daha spesifik olarak, halkın taleplerini dile getiren örgütlü grup ve çıkarların, hükümetin sorumluluğunu sağlama kapasitesine dayanarak işleyen bir demokrasi şeklini ifade eder. Bu yönüyle parlamenter demokrasiye ve çoğunlukçuluğun tüm biçimlerine karşı bir alternatif olarak görülebilir. Sağlıklı bir plüralist demokrasinin şartları şunlardır:


1-) Siyasi güç, birbiriyle rekabet halindeki gruplar arasında yaygın bir şekilde bölünmüştür ve özellikle elit gruplar mevcut değildir.


2-) Üyelerine karşı hesaba çekilebilir liderleri olan grupların, yüksek derecede bir iç uyumu mevcuttur.


3-) Gruplara bir dizi erişim noktası sunmak için yeterince parçalanmış [bir veya birçok gruba dayanmayan] nötr bir hükümet aygıtı vardır.

Devam edecek
 

tahsin33

New member
Katılım
31 Ara 2008
Mesajlar
1,374
Tepkime puanı
681
Puanları
0
Endüstriyel Demokrasi


Siyasal demokrasinin kurallarının ekonomik yaşama uygulanması ve sanayide yönetim gücünün paylaşılmasıdır.


"Endüstriyel demokrasi" kavramı ilk defa, Fabian Derneği kurucuları arasında yer almış bulunan Sidney ve Beatrice Webb tarafından kullanılmıştır. Webb'lere göre, sanayileşmiş ileri toplumlarda sendikaların varolması demokrasi demektir. Sanayileşmiş toplumlarda işgücünün dörtte üçünü, hatta bazı ülkelerde daha da büyük bir oranını oluşturan ücretlilerin, örgütleri aracılığı ile sanayiin doğuşunda ve yönetiminde söz sahibi olmaya başlaması, makro düzeyde bir endüstriyel demokratikleşmedir.


Başlangıçta endüstriyel demokrasinin gerçekleşmesi için toplu pazarlık mekanizmasının kurulması ve sendikaların taraf olarak pazarlıkta söz sahibi olması amaçlanmaktaydı. Ancak zamanla sendikalar toplu pazarlık hakkının endüstriyel demokrasinin gerçekleşmesi için yeterli olmadığını görmüşler ve sanayide yönetim gücünün paylaşılması amacına yönelmişlerdir.


Demokrasiyle yönetilen bir devlet en yüksek ve ileri gelişmesine ulaştığında, işçi örgütlerinin istekleri yönetime katılma hakkının elde edilmesinde toplanmaktadır. Bu amacın gerçekleşmesi ise sanayide yönetim gücünün paylaşılması ile mümkündür.


Endüstriyel demokrasi kavramını ortaya atanlar şu düşünceden hareket etmektedir: Siyasal demokrasinin uygulandığı bir düzende işçiler bütün vatandaşların, dolayısıyla diğer sınıfların sahip oldukları her türlü haklara sahiptirler. Örneğin oy haklarını kullanarak kendilerini parlamentoda temsil edecek kişileri seçmekte ve parlamento aracılığı ile toplumun siyasal yönetimine bütün vatandaşlar gibi katılmaktadırlar.


Eğer çalıştıkları işletmelerde kendilerini doğrudan doğruya ilgilendiren kararların alınmasına katılmazlarsa, bu çelişkili bir durum yaratacaktır. Böyle bir çelişkiden kaçınmak ya da bu çelişkiyi gidermek için siyasal demokrasinin kurallarının ekonomik yaşama uygulanması gerekir. İşçiler oyları ile seçtikleri temsilcileri aracılığıyla toplumun siyasal yönetimine katıldıkları gibi, yine oyları ve temsilcileri aracı lığıyla işyeri düzeyinden başlayarak toplumun ekonomik yaşamındaki karar sürecine de katılabilmelidirler.


Bu gerçekleştirilebilirse endüstriyel demokrasi tam anlamı ile uygulanmış olacaktır. Böylece üretimin gerçekleştirilmesinde en önemli rolü oynayan emek, en az sermaye kadar hak ve yetkiye sahip olacak ve yalnız başkaları tarafından alınan kararları uygulayan, kararların oluşmasında hiçbir rolü olmayan bir robot durumundan çıkacaktır. İşçiler de kendilerini temsil eden sendikaları aracılığıyla ekonomik yaşama yön verecek olan kararlara katılabileceklerdir. Böylece mülkiyet hakkından kaynaklanan yönetim hakkı emek ve sermaye arasında paylaşılmış olacak, emek sahipleri kendilerini daha özgür hissedecekler, ekonomik ve sosyal kesimlerde kişilik kazanacaklardır. Bunun sonucunda, -işletmeden başlayarak tüm ekonomi kişisel çıkarların egemenliğinden arınacak, -işyerinden başlayarak- toplumun tüm sınıfları arasında sağlanacak olan hak ve çıkar dengesi sosyal barışın sağlanmasına büyük ölçüde yardımcı olacaktır.


Şu halde "endüstriyel demokrasi" kavramı bugünkü anlamıyla "yönetime katılma" kavramı ile özdeşleşmiş bulunmaktadır. Doğal olarak "yönetime katılma" genel bir kavramdır; bunun içinde işyeri, işletme, teşebbüs ve tüm ekonomi yer alır. Ayrıca hemen belirtmeliyiz ki yönetime katılma, içinde yaşanılan ekonomik sisteme uygun şekiller alabildiği gibi uygulamada her ülkenin ekonomik gelişmişlik düzeyine ve her ülkedeki yasal düzenlemelere göre ayrı bir görünüm kazanmaktadır




Kalkınmacı Demokrasi


Erken dönem demokrasi teorisi bireysel haklar ve çıkarları koruma ihtiyacı üzerinde odaklanmışsa da, daha sonra alternatif bir ilgi alanına, bireyin ve topluluğun gelişimi konusuna odaklanmıştır. Bu durum, genel olarak kalkınmacı demokrasi sistemleri olarak ifade edilen pek çok yeni demokratik yönetim modellerini ortaya çıkarmıştır.


Bu tür modellerden en yeni ve en radikal olanı Jean-Jacques Rousseau tarafından geliştirilmiştir. Rousseau'nun fikirleri, birçok bakımdan dönemin egemen liberal demokrasi kavrayışından bir ayrılışı ifade etmiş ve Marksist ve anarşist gelenekler üzerinde olduğu kadar, sonraki dönemlerde Yeni Sol üzerinde de etkide bulunmuştur. Rousseau'ya göre demokrasi nihai olarak, insanların onun aracılığıyla özgürlüğe veya "bir yasaya itaat eden, kendisine itaat etmiş olur" iradesinde somutlaşan anlamda özerkliğe ulaşabilmelerinin bir aracıdır.


Diğer bir iradeyle, vatandaşlar ancak içinde yaşadıkları topluluğun hayatının şekillendirilmesi-ne doğrudan ve sürekli katılmaları halinde "özgür"dürler. Bu yaklaşım, alışılmış seçimli demokrasi anlayışının çok ötesine geçmekte ve doğrudan demokrasiye ilişkin daha radikal bir idealin desteklenmesini ifade etmektedir. Aslında Rousseau, İngiltere'de yapılan seçim uygulamasının şiddetli bir eleştiricisiydi ve Sosyal Sözleşme'sinde şöyle diyordu:


İngiliz halkı kendisini hür zannediyor, oysa bu çok ciddi bir hata; onlar sadece parlamentonun üyelerini seçerken özgürdürler; onlar seçilir seçilmez, halk köleleştirilmiş demektir; ve bu da bu hiçbir şey demektir. İngiliz halkı sahip olduğu kısa bir özgürlük anını, onu kaybetmeyi hak edecek şekilde kullanmaktadır.


Rousseau'nun modeline yeni olma niteliği veren, onun özgürlüğün nihai olarak genel iradeye itaat anlamına geldiğine ilişkin ısrarıydı. Rousseau, "özel" veya bencil iradenin tam karşıtı olarak genel iradenin, her bir vatandaşın "doğru" iradesi olduğuna inanıyordu. Genel iradeye itaat ettiklerinde, vatandaşlar kendi "hakiki" doğalarına itaat etmekten başka bir şey yapmamaktadırlar ve bu anlamda genel irade, bireyler diğerkâm bir şekilde davrandıklarında gerçekleşecek olan iradeyi ifade etmektedir.


Rousseau'nun yaklaşımında, bu tür bir radikal kalkınmacı demokrasi sistemi sadece siyasi eşitliği değil, aynı zamanda nispeten yüksek düzeyde bir siyasi eşitliği de gerektirir. Her ne kadar ortak mülkiyetin bir savunucusu değilse de, Rousseau "hiçbir vatandaş diğerini satın alacak kadar zengin olmamalı, hiçbir vatandaş da kendisini satmaya zorlanacak kadar fakir olmamalı" diyordu ((1762) 1913:96).


Rousseau'nun teorileri, 1960'larda ve 1970'lerde yeni sol düşünürlerce savunula-n katılımcı demokrasiye ilişkin modern düşüncenin şekillenmesine katkıda bulundu. Bu yaklaşım, her vatandaşın kendi hayatını şekillendiren kararlara katılarak kendi kendisini geliştirebileceği bir toplumun, yani "katılımcı toplum"un faziletlerine övgüyü ifade etmektedir. Bu hedefe toplumun bütün anahtar kurumlarında açıklık, hesaba çekilebilirlik ve ademi merkeziyetçilik aracılığıyla ulaşılabilir.


Bu anahtar kurumlar ise siyasi partiler, çıkar gurupları ve yasa yapıcı organlar gibi "siyasi" kurumları olduğu kadar, aileyi, işyerini ve yerel toplulukları da kapsamaktadır. Bu modelin merkezinde ise "grass-roots demokrasi" fikri, yani siyasi iktidarın mümkün olan en düşük düzeyde uygulanması inancı vardır. Ancak Rousseau'nun teorileri de, vatandaşların "hakiki" iradeleri ile "hissedilen" veya sübjektif iradeleri ayrımına dayanmakla eleştirilmiştir.


Rousseau'nun bu teorisinin tehlikesi şudur: eğer genel irade basit bir şekilde vatandaşlara ne istediklerinin sorulması yoluyla tanımlanamayacaksa (çünkü bu teoriye göre vatandaşlar bencillikten dolayı körleşmiş olabilirler), genel iradenin yukarıdan, belki de toplumun "hakiki" çıkarlarını uygulama iddiasındaki bir diktatör tarafından tanımlanması için bir zemin var demektir.


Rousseau, kimi zaman totaliter demokrasi adı verilen şeyin mimarı olarak görülmektedir (Talmon, 1952). Ancak, kalkınmacı demokrasinin temsili hükümetin liberal modeliyle uyumlu olan daha ılımlı bir modeli geliştirilmiştir. Bu kalkınmacı demokrasi görüşü kaynağını John Stuart Mill'in yazılarında bulur. Mill'e göre demokrasinin merkezi fazileti, bireysel kapasitelerin "en yüksek ve en ahenkli" gelişimini teşvik etmesidir.


Vatandaşlar siyasi hayata katılarak anlayışlarını zenginleştirir, duyarlılıklarını güçlendirir ve kişisel gelişimlerini daha yüksek düzeyine ulaşırlar. Kısacası demokrasi temelde bir eğitim tecrübesidir. Sonuç olarak Mill, oy verme hakkının okur-yazar olmayanlar dahil herkesi içine alacak kadar genişletilmesi gerektiğini ileri sürerek, siyasi katılımın genişletilmesini önermiştir. Bu süreçte Mill, zamanına göre radikal bir şekilde, oy verme hakkının kadınlara kadar genişletilmesi gerektiğini ileri sürmüştür. Buna ilave olarak, güçlü ve bağımsız yerel otoriteleri -bunun kamu görevi yapmaya imkan veren fırsatları genişletebileceği inancından hareketle- savunmuştur.


Diğer yandan Mill, tüm liberallerle aynı paralelde, demokrasinin tehlikesinden de haberdardı. Aslında Mill'in görüşleri, şekli siyasi eşitliği reddetmesi bakımından, ana akım liberal düşünceden ayrılıyordu. Eflatun'u izleyen Mill, bütün siyasi fikirlerin eşit olmadığına inandı. Bunun sonucu olarak Mill, çoklu bir oy verme sistemi önerdi. Buna göre vasıfsız işçiler tek bir oya, vasıflı işçiler iki oya, yetişmiş kişiler ve donanımlı meslek mensupları beş veya altı oya sahip olacaktı.


Bununla beraber, onun demokrasi karşısındaki başlıca çekincesi, Alexis de Tocqueville'in meşhur tanımıyla "çoğunluğun tiranlığı"ndan duyulan liberal korkuya dayanıyordu. Diğer bir ifadeyle, demokrasi her zaman bireysel özgürlüklerin ve azınlık haklarının halk adına tahrip edilmesi tehlikesini içerir.


Bu bağlamda Mill'in daha özel bir endişesi, demokrasinin, insanların çoğunluğun iradesini kabul etmeyi, böylece yeknesaklığı ve kör bir konformizmi kolaylaştırarak, müzakerenin, eleştirinin ve genel olarak entelektüel hayatın kökünü kazıyabileceğiydi. Çok basit bir ifadeyle, çoğunluk her zaman haklı değildir; ve hikmetli bir fikir basit bir el kaldırıp oy vermeyle belirlenemez. Bu yüzden Mill'in fikirleri müzakereci demokrasi veya parlamenter demokrasi fikrini destekliyordu.

 

tahsin33

New member
Katılım
31 Ara 2008
Mesajlar
1,374
Tepkime puanı
681
Puanları
0
Koruyucu Demokrasi


Onyedinci ve onsekizinci yüzyılda demokratik idealler yeniden canlandığında, Eski Yunan'ın klasik demokrasisinden çok farklı bir biçiminde belirmiştir. Demokrasi, halkın siyasete katılmasını sağlayan bir mekanizma olarak daha az algılanmaya başlandı ve daha çok vatandaşların kendilerini hükümetin tecavüzünden koruyabildikleri bir mekanizma, yani koruyucu demokrasi anlamında kabul edildi.


Bu yaklaşım özellikle, temel kaygıları her şeyden önce bireysel özgürlüğe mümkün olan en geniş alanı yaratmak olan erken dönem liberal düşünürlerince savunuldu. Bireyi her şeye kadir hükümetten koruma arzusu, Aristo'nun Eflatun'a verdiği ve tüm demokratik duyarlılıkların belki de en erken formu olan şu cevapta ifadesini buldu: "quis custodiet costodes?" ("Bekçileri kim bekleyecek?" / "Koruyuculardan kim koruyacak?").


Denetlenmeyen iktidardan duyulan aynı kaygıyı, onyedinci yüzyılda, oy verme hakkının doğal haklara, özellikle de mülkiyet hakkına dayandığını ileri süren John Locke da dile getirmiştir. Eğer hükümet vergiler aracılığıyla mülkiyete el koyma gücüne sahip olursa, vatandaşların da vergi koyma işini denetleyecek bir organ (yani yasama organı) oluşturmaya yetkisi olmalıydı.


Diğer bir ifadeyle demokrasi, temsili bir meclis aracılığıyla işleyen "rızaya dayalı yönetim" sistemi anlamına geliyordu. Bununla beraber, modern standartlara göre düşünülecek olursa, sadece mülk sahiplerinin oy kullanması gerektiğine, çünkü sadece onların hükümet tarafından ihlal edilebilecek doğal haklara sahip olduğuna inanması bakımından, Locke'un kendisi bir demokrat değildi. Daha radikal bir genel oy fikri, onsekizinci yüzyılın sonlarından itibaren Jeremy Bentham ve James Mill (1773-1836) gibi faydacı teorisyenler tarafından geliştirildi.


Demokrasi lehine faydacı argüman, aynı zamanda bireysel çıkarların korunması ve geliştirilmesi ihtiyacına da dayanıyordu. Bentham, bütün bireyler haz aradığından ve acıdan kaçındığından dolayı, evrensel oy hakkının (ki o günlerde bu erkeklerin oy kullanması demekti) "en büyük sayıdaki insan topluluğu için en büyük mutluluğu" sağlamanın tek yolu olduğuna inanıyordu.


Bununla beraber, demokrasiyi koruyucu temelde haklılaştırmak, demokratik yönetim adına sadece sınırlı bir onaylamayı ifade eder. Kısacası, koruyucu demokrasi demokrasinin dolaylı ve sınırlı bir şeklinden başka bir şey değildir. Yönetilenlerin rızası, uygulamada düzenli ve rekabetçi seçimlerdeki oyla sağlanır. Böylece yönetenlerin hesaba çekilebilirliği sağlanmış olur. Siyasi eşitlik de dar bir teknik anlamda, eşit oy hakkı olarak anlaşılır.


Dahası bu sistem, her şeyden önce hükümetin uygulamalarını denetlemeyi sağlayan formel ve informel kurallar bütünü çerçevesinde işleyen bir anayasal demokrasi sistemidir. Eğer oy hakkı bireysel özgürlüğü savunmanın bir aracı ise, özgürlük de ayrı bir yasama, yürütme ve yargı mekanizması oluşturma yoluyla sağlanmış kuvvetler ayrılığı ve ifade özgürlüğü, hareket özgürlüğü ve keyfi tutuklamadan masun olma özgürlüğü çerçevesinde garanti altına alınmalıdır.


Son olarak koruyucu demokrasi, vatandaşlara, kendi hayatlarını kendi tercih ettikleri şekilde yaşayabilmeleri için mümkün olan en geniş alanı açmayı amaçlar. Bu bakımdan laissez-faire kapitalizmiyle ve bireylerin ekonomik ve sosyal durumlarından bütünüyle kendilerinin sorumlu oldukları inancıyla uyumludur. Dolayısıyla koruyucu demokrasi özellikle klasik liberaller tarafından ve modern siyasette de Yeni Sağ savunucuları tarafından benimsenmiştir.

Devam edecek
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
40
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
Ma’lûmdur ki, bir kelimenin “lügavî” ma’nâsı ayrıdır; “ıstılahî” ma’nâsı da bütün bütün ayrıdır. Istılahî ma’nâ; o işin ehil ve erbâbı tarafından kullanılan ma’nâdır. Meselâ; tasavvufa âit bir kelimeyi mutasavvıflardan; kelâma âit bir kelimeyi ilm-i kelâm ulemâsından; tıbla alâkalı bir terimi doktordan; siyâsetle alâkalı bir deyimi siyâsetçilerden sormak lâzımdır. Eğer onların kullandığı ma’nâda o kelimeye ma’nâ verilmezse, hatâ edilmiş olur. Meselâ; “demokrasi”nin lügat ma’nâsı; “halkın otoritesi” (hürriyyet) demektir. Demokrasinin mâzîsi, takrîben 2000 yıl evvele dayanır. Demokrasi, Yunan feylesoflarının geliştirdiği beşerî bir sistemdir.
Bunlara göre demokrasi:


“İnsanın hiç bir kánûn altına girmeden, kendi aklınca dilediği gibi hareket etmesi gerektiğini ileri süren bir düşüncedir. Yâni, insânın ne beşerî kánûnları, ne de İlâhî kánûnları dinlemeden, herhangi bir baskı altında kalmadan ve başkasını da baskı altına almadan kendi hevâ ve hevesine göre yaşaması gerektiğini ileri süren bir düşüncedir.”

Bugünün feylesoflarının kabûl ettikleri demokrasi’nin ta’rîfine gelince:

Demokrasi, halkın kendi kendini idâre etmesidir. Yâni, kendi idârecilerini kendilerinin seçmesi ve kendilerini idâre edecek kánûnları da bizzât kendilerinin çıkarmalarıdır.”

Mâdem her iki ta’rîfe göre de demokrasi, beşerîdir; öyle ise Kur’ân nazarında merdûddur, gayr-ı meşrû’dur.
Demokrasinin daha geniş ma’nâsını anlamak için, bu sahada yazılan eserlere mürâcaat edilebilir. 2000 küsûr seneden beri kullanılan bir kelimenin ıstılahî ma’nâsı değiştirilemez. O hâlde, ba’zı kesimlerin demokrasi gibi ba’zı terimleri kendilerine göre ta’rîf etmelerine i’tibâr edilmez.

Gerek sosyalizm, gerek komünizm, gerekse demokraside dîn, devlet işlerine karışamaz ve dîni esâslara dayalı devlet kurulamaz. Onların ta’bîrince, dînî esâslara dayanan sistem “teokrasi”; dînî esâslara dayanmayan sistem ise “demokrasi” vb isimler ile isimlendirilir.

Bütün dünyâ siyâsetçilerinin ta’rîf ettiği böyle bir demokrasiyi meşrû’laştırmaya kalkışan kişinin misâli; tıb noktasında bütün dünyâ profesörlerinin verdikleri bir karâra karşı, hiç tıbla ilişkisi olmayan bedevî bir insânın onların o karârlarını beğenmeyip, hepsinin yanlışını isbât etmeye kalkışmasına benzer.

“Demokrasi, halkın kendi kendini idâre etmesidir. Yâni, kendi idârecilerini kendilerinin seçmesi ve kendilerini idâre edecek kánûnları da kendilerinin çıkarmalarıdır.”

Bedîüzzamân Hazretleri, İşârâtü’l-İ’câz tefsîrinde “şerîat” kelimesini ise şöyle ta’rîf etmektedir:


“İnsândaki kuvve-i şeheviyye, kuvve-i gadabiyye, kuvve-i akliyye Sâni tarafından tahdîd edilmediğinden ve insânın cüz-i ihtiyârîsiyle terakkísini te’mîn etmek için bu kuvvetler başıboş bırakıldığından, muâmelâtta zulüm ve tecâvüzler vukúa gelir. Bu tecâvüzleri önlemek için, cemâat-ı insâniyye çalışmalarının semerelerini mübâdele etmekte adâlete muhtâcdır. Lâkin, her ferdin aklı, adâleti idrâkten âciz olduğundan, küllî bir akla ihtiyâc vardır ki; ferdler, o küllî akıldan istifâde etsinler. Öyle küllî bir akıl da ancak kánûn şeklinde olur. Öyle bir kánûn, ancak şerîattır.” (age, s.84)

Bedîüzzamân Hazretlerinin şerîat hakkında yaptığı bu ta’rîf, şu âyet-i kerîmelerden mülhemdir:

ثُمَّ جَعَلْنَاكَ عَلى شَريعَةٍ مِنَ الْاَمْرِ فَاتَّبِعْهَا وَلَا تَتَّبِعْ اَهْوَاءَ الَّذينَ لَايَعْلَمُونَ
“Sonra ey Rasûlüm! Seni dînden bir yol, bir şerîat üzere muvazzaf kıldık. Onun için sen, o şerîata uy da, bilmeyen kimselerin hevâlarına tâbi’ olma!” (Câsiye, 18 )

لِكُلٍّ جَعَلْنَا مِنْكُمْ شِرْعَةً
”Ey Peygamberler! Sizden her biriniz için Biz bir şerîat kıldık.” (Mâide, 48 )
Bu ta’rîfler muvâcehesinde anlaşıldı ki: Şerîat ayrıdır, demokrasi bütün bütün ayrıdır. Şerîatın demokrasi ile hiçbir alâkası yoktur. Çünkü, şerîat İlâhî kánûnlar mecmûâsıdır, demokrasi ise beşerî sistemdir. Şerîat semâvîdir, demokrasi ise arzîdir.

...

Üstâd Bedîüzzamân Hazretleri cumhûriyyet”i şöyle ta’rîf etmektedir:

“Eskişehir mahkemesinde gizli kalmış, resmen zabta geçmemiş ve müdâfaatımda dahi yazılmamış bir eski hâtırayı ve latîf bir vâkıa-i müdâfaayı aynen beyân ediyorum.

“Orada benden sordular ki: ‘Cumhûriyyet hakkında fikrin nedir?’ Ben de dedim: Eskişehir mahkeme reisinden başka, daha sizler dünyâya gelmeden, ben dîndar bir cumhûriyyetçi olduğumu elinizdeki târihçe-i hayâtım isbât eder. Hulâsâsı şudur ki: O zamân, şimdiki gibi, hâli bir türbe kubbesinde inzivâda idim. Bana çorba geliyordu, ben de tânelerini karıncalara verirdim, ekmeğimi onun suyu ile yerdim.

“İşitenler benden soruyordular, ben de derdim: ‘Bu karınca ve arı milletleri, cumhûriyyetçidirler, o cumhûriyyet-perverliklerine hürmeten tânelerini karıncalara verirdim.’ Sonra dediler: ‘Sen, selef-i sâlihîne muhâlefet ediyorsun?’ Cevâben diyordum: ‘Hulefâ-i Râşidîn; her biri hem halîfe, hem reis-i cumhûr idi. Sıddîk-ı Ekber (ra), Aşere-i Mübeşşere ve Sahâbe-i kirâma elbette reis-i cumhûr hükmünde idi. Fakat, ma’nâsız isim ve resim değil, belki hakíkat-ı adâleti ve hürriyyet-i şer’ıyyeyi taşıyan ma’nâ-yı dîndar cumhûriyyetin reisleri idiler.’ ” (Şuâlar, s. 279)

Bedîüzzamân Hazretlerinin yukarıda zikredilen “cumhûriyyet” ta’rîfi ile “demokrasi” ta’rîfi mukáyese edildiğinde görülecektir ki; cumhûriyyet ayrıdır, demokrasi ise bütün bütün ayrıdır. Cumhûriyyet, hakíkí ma’nâda kullanılsa ve lâfızdan ibâret kalmasa, hakáik-ı Kur’âniyyeye muhâlif değildir; belki hakáik-ı Kur’âniyyeye tam tamına muvâfıktır ve ta’bîr bakımından da İslâmî bir ta’bîrdir. Zîrâ, Cenâb-ı Hak şöyle buyurmaktadır:

وَاَمْرُهُمْ شُورى بَيْنَهُمْ
“Onlar, işlerinde meşveret ederler.” (Şûrâ, 38 )
Bir başka âyet-i kerîmede ise şöyle buyurulmaktadır:

وَشَاوِرْهُمْ فِى الْاَمْرِ
“İş husûsunda onların re’ylerini al, fikirlerine mürâcaat et, müşâveret et.” (Âl-i Imrân, 159)

Bu âyet-i kerîmelerin sarâhatine ve hukúk-ı İslâmiyyeye göre Kur’ânî bir devletin idâresinde “Kitâb, Sünnet, İcmâ-ı Ümmet ve Kıyâs-ı Fukahâya muhâlif olmamak şartıyla cemâatin re’yiyle milletin idâre edilmesi” demek olan “cumhûriyyet” meşrû’dur, cumhûrun re’yi bu ölçüler içerisinde mu’teberdir.
Demokrasi ise; cumhûriyyetten çok daha ayrı bir cereyândır.

...

Bu asrın ta’bîrince demokrasiye “sağcılık”; sosyalizm ve komünizme de yine bu asrın ta’bîrince “solculuk” denilmektedir. Halbuki, Kur’ân nazarında bu asır insânlarının sağ dedikleri de soldur; sol dedikleri de soldur. Kısaca, Kur’ân’ın ta’yîn ettiği sistemin dışındaki bütün sistemler soldur. Tarîk-i îmân ve Kur’ân “sağ”dır; tarîk-i küfür ve dalâlet ise “sol”dur.

Evet, ahkâm-ı Kur’âniyyeye tamâmen muhâlif olan demokrasiye bu asır insânlarının “sağ” demeleriyle veyâ “İslâmî demokrasi” nâmını vermeleriyle hüküm değişmez.

Bu husûsta Bedîüzzamân (ra) şöyle buyurmaktadır:

“Küfür ile îmân ortası yoktur. Bu memlekette İslâmiyyete karşı komünist mücâdelesi ortası olamaz. Sağ ve sol, ortası, üç meslek îcâb ettirir. Eğer İngiliz, Fransız deseler, hakları var; ‘Sağ İslâmiyyet, sol komünistlik, ortası da Nasrâniyyet’ diyebilirler. Fakat, bu vatanda küfr-i mutlaka karşı îmân ve İslâmiyyetten başka bir dîn, bir mezheb olamaz. Olsa, dîni bırakıp komünistliğe girmektir. Çünkü, hakíkí bir Müslüman hiçbir zamân Yahûdî ve Nasrânî olamıyor. Olsa olsa dînsiz olup tam anarşist olur.

“İnşâALLAH, Maârif ve Adliye Vekîlleri gibi sâir erkânlar da bu ehemmiyyetli hakíkatı tam anlayacaklar. Sağ-sol ta’bîri yerine, hak ve hakíkat ve Kur’ân ve îmân kuvvetine dayanıp bu vatanı küfr-i mutlaktan, anarşilikten, zındıkadan ve onların dehşetli tahrîbâtlarından kurtarmağa çalışmalarını rahmet-i İlâhiyyeden bütün rûh u canımızla niyâz ve ricâ ediyoruz.” (Emirdağ Lâhikası, s. 434)

Evet, Kur’ân nazarında bütün kâfîrler “ashâb-ı şimâl” (Vâkıa, 41); bütün mü’minler de “ashâb-ı yemîn” (Vâkıa, 27) olarak tesmiye olunmuşlardır. Bu sebeble Kur’ân şâkirdlerinin ve Risâle-i Nûr talebelerinin en mühim vazîfesi, bu asır insânlarınca “sol” olarak kabûl edilen sosyalizm ve komünizmi müdâfaa etmek olmadığı gibi; yine bu asır insânlarınca “sağ” olarak kabûl edilen demokrasiyi de müdâfaa etmek değildir. Belki, doğrudan doğruya ahkâm-ı Kur’âniyyeyi müdâfaa etmektir.

(REDDÜL EVHAM-4 İsimli Eserden Alınmıştır..)
 
Üst Alt