Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Uzaylıların varlığına inanır mısınız?

Uzaylıların varlığına inanır mısınız?


  • Kullanılan toplam oy
    9

mehmet_16

New member
Katılım
31 Ağu 2006
Mesajlar
367
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
40
Bazı bilimadamları karşı çıksa da tüm dünyada uzaylıların varlığına inanan insanların sayısı giderek artıyor.Peki siz bir müslüman olarak uzaylıların varlığına inanır mısınız?
 

mehmet-antep

New member
Katılım
23 May 2007
Mesajlar
27
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
Konum
BURSA
İnarım uzayların varlığına ben. Fakat onlar başka alemde, biz başak alemdeyiz.
 

Ebu Zerr

New member
Katılım
8 Haz 2007
Mesajlar
866
Tepkime puanı
40
Puanları
0
Yaş
45
Konum
Ankara
İnsanların uzaylı tasvvurunu düşündüğümde mitolojik beklentiler olduğunu görüyorum. Uzaylı'lara inanmıyorum. Dünya dışında evren'de bir yerler de birileri varsa bile, onlar hiç de birilerinin tasavvur ettiği gibi uzayllılar değildir. Malesef henüz uzaylı filan da gören olmamıştır, gelip giden uzaylı'da...Olmayan bir şeyin varlığına inanmaz...
 

gizemli

New member
Katılım
1 Nis 2007
Mesajlar
652
Tepkime puanı
61
Puanları
0
Yaş
38
hayır inanmıyorum.
Selametle...
 

nur-u tevhid

New member
Katılım
7 Tem 2007
Mesajlar
26
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
42
uzaylı hııım kim acaba uzaylılarının gerçek isimlerinin uzaylı olduğunu söylemiş merak ettim şimdi bir çok alem olduğuna göre onlarda başka bir alemde olabilir.Mesela cinler farklı bir alemde yaşıyorlar ve biz onları göremiyoruz fakat onlar bizi görebiliyorlar (ahirettede onlar bizi göremicek biz onları görücez) uzaylılarda olabilir bence.Ancak Allah bilir.
 

mehmet_16

New member
Katılım
31 Ağu 2006
Mesajlar
367
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
40
Uzaylılar olsaydı Tanrı bize, kuran'da uzaylıların varlığından söz etmezmiydi?
Kuran'da açık ve net bir şekilde geçmediğine göre uzaylı diye birşey yoktur.
 

nur-u tevhid

New member
Katılım
7 Tem 2007
Mesajlar
26
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
42
Ve şüphesiz Şi'râ'nın Rabbi O'dur.

Şi'râ, esasen "zikrâ" vezninde şuur mânâsına masdar olup, göğün birinci derecede parlak yıldızlarından en parlak iki yıldıza isim olarak verilmiştir. Parlaklık derecesi 1. olan yıldızlardan Şi'râ adıyla iki yıldız vardır. Bunlardan birine Şi'rây-ı Yemânî veya Âbûr diğerine de Şi'rây-ı Şâmî veya Gumeysâ denilir. Şi'rây-ı Yemânî burçların en güzeli olan Cevzâ'da (İkizler burcunda) denilen suretin arkasında uydu sayılarak ismi de verilen Kelb-i ekber (büyük köpek)'de, Şi'rây-ı Şâmî de Kelb-i asgar (küçük köpek)'dadır. Şi'rây-ı yemânî göğün en parlak yıldızıdır. Burada bu mânâ ile tefsir edilmiştir. Zira mutlak olarak denilince, ilk akla gelen odur. Çünkü en parlak olmakla tanınan Şi'rây-ı Yemâni olduğu gibi, Câhiliyye döneminde kendisine ibadet de edilmiştir. Sûddî demiştir ki: "Hîmyer ve Huzâa kabileleri ona taparlardı. Alûsî'nin tefsirine kaydettiğine göre başkaları da bu hususta şöyle demişlerdir: "Onu ilk evvel tanrı edinen Ebu Kebşe olmuştu." Bu zat, Huzâa, kabilesinden biri, ya da reisleri olup ismi Vahz b. Gâlib idi. Onun için müşrikler Hz. Peygamber (s.a.v)'e "İbn Ebî Kebşe" diyorlar, putlara ibadet hususunda kavmine muhalefet etmesinden dolayı peygamberi ona benzetiyorlardı. Bazıları onu, Hz. Peygamber (s.a.v)'in babası tarafından dedelerinden biri olarak göstermiş ve kişinin her özelliğini atalarının birinden getirdiğini kabul edip filan damar filana çekmiş demişlerdir. Bunun hem, Peygamber'in anası tarafından dedesi, Vehb b. Abdimenâf'ın künyesi hem de süt anası Halîme-i Sadiyye'nin kocasının künyesi olduğu söylenmiştir. Kısacası Araplar'da Şi'râya hürmet eden ve dünyada onun tesirine inananlar bulunduğu ve doğuşu esnasında gayba dair sözler söyledikleri cihetle burada özellikle Şi'râ'ya izafetle "Rabbü'ş-Şi'râ" buyurularak Şi'râ'nın Rab (terbiye eden) değil merbûb (terbiye edilen) olduğu gösterilmiştir. Böylece onların inançları reddedilmiş ve kendilerine, Şi'râ'ya değil, Şi'râ'nın Rabbine ibadet edilmesi gereği anlatılmıştır
 

radikal

New member
Katılım
10 Şub 2007
Mesajlar
2,635
Tepkime puanı
1,763
Puanları
0
Yaş
50
Konum
Gönül aleminden
Çok güzel bir soru. En azından, sorgulama mantığı yürütmek demek; öğrenme konusunda bir adım atmak demektir. Şira yıldızının astronomide bilinen ismi Sirius'dur. Sirius iki yıldızdan oluşan bir takım yıldızdır. Bu takım yıldız Sirius A ve Sirius B adında iki yıldızdan oluşur. Bunlardan daha büyük olan Sirius A Dünyamıza en yakın yıldızdır ve özelliği çıplak gözle görülebilen en parlak yıldız olmasıdır.

Sirius takım yıldızları birbirlerine doğru yay şeklinde bir eksen çizerler ve her 49,9 yılda bir birbirlerine yaklaşarak gökyüzünde sarkarlar. Bu bilimsel veri, günümüzde Harvard, Ottawa ve Leicester Üniversiteleri'nin Astronomi bölümlerinin fikir birliğiyle kabul ettikleri bir gerçektir. Ancak 20. yüzyılın sonlarına doğru anlaşılabilmiş bu bilimsel gerçeğe, mucizevi bir şekilde bundan 14 asır önce Kuran'da işaret edilmiştir. Necm Suresi'nin 49. ve 9. ayetleri beraber olarak okunduğunda bu mucize karşımıza çıkmaktadır. "Doğrusu, 'Şi'ra (yıldızı)nın' Rabbi O'dur." (Necm Suresi, 49)

"Nitekim (ikisi arasındaki uzaklık) iki yay kadar (oldu) veya daha yakınlaştı." (Necm Suresi, 9) olarak Kur'an da bahsi geçer.

Şimdi durup ve düşünmek gerekir, gökyüzünde onlarca galaksi ve milyarlarca yıldız dururken, Yüce Rabbül Alemin (cc) neden özellikle "Şi'ra'nın da Rabbidir" deme gereği hissetti. İşte bu noktada yapılması gereken tefekkür, tefekkür ve yine tefekkür. Eski Mısır'da, sapık kavimlerin içinde, tapınılan tanrılar içinde yer alan (bulmaca meraklıları bilir) özellikle bir tanrı adı geçer nedir bu: Ra! Oysa Allah'ı Zülcelal'in böyle bir ismi yok ve bilinmiyor. En yakın, Ra kelimesini kök olarak baz aldığımız zaman Rab ismini görüyoruz. Demekki bahsedilen Ra Allah (cc) değil. Çünkü ayette "Şi'ra'nın da Rabbı" diye geçiyor.

Uzaylılar olsaydı Tanrı bize, kuran'da uzaylıların varlığından söz etmezmiydi?
Kuran'da açık ve net bir şekilde geçmediğine göre uzaylı diye birşey yoktur.

En başta şunu söyleyeyim Allah'ın Esma-ül Hüsna'da tanrı diye bir adı geçmiyor. Dolayısı ile Allah'ın (cc) öyle bir adı yok. Allah'ın (cc) isimlerinden bihaber bir kişinin de, Allah'ın (cc) kimin Rabbi olduğu konusunda bilgisinin de olmaması normaldir.

Bence sen bunlardan daha ziyade amentü okuyarak olaya başlayabilirsin. Senin konularına cevap yazmamın tek bir nedeni var: Şeytanın uşaklığını her seferinde yapmaktan vazgeçmediğin sürecede bu tavrımı devam ettireceğim, kafa karıştırıcı soruların ile insanların zihinlerinde bulantı oluşturmaya çalışıyorsun. Senin sorduğun konuyu insanlar doğal olarak düşünüyor ve senin saptamalarını birebir doğru olarak görecek belki bir kaç kişi çıkabilir endişesi ile konularına cevap yazıyorum. Diyeceksin ki, bunların Rabbi Allah (cc) değil mi, neden sen karışıyorsun, O (cc) yarattığı kullarını koruyamaz mı ki sen cevap verme telaşına düşüyorsun, dersen, bilmiş ol ki; bize bu ilimi Allah (cc) öğretti ve bunun ile insanlara hizmet edilmesini ilim sahiplerine farz kıldı. Telaşımız bundan ibarett,r, yoksa senin ile muhatap olmak gibi bir istek sanırım bu dünyada istemeyeceğim dialogların en başında gelir. Çünkü ilimsizsin, hatta daha da fenası ilimsiz olduğunu bilmez birisin. Onsekiz bin alemin dahi ne olduğunu bilemezken, nerden buluyorsun uzaylı muhabbetlerini. say desem bana sayacağın bir elinin parmak sayısını dahi bulmayacak alemlerden bahsedersin, oysa bilmediğin alemler içinde yer alan bir konuyu, Kur'an da geçmediğini söyleyerek hemen yok böyle bir şey deyip kestirip atacak kadar da cahilsin!

Şimdi! istersen, yetiyorsa cevap ver: Onsekiz bin alem varmı ? Varsa 5 tanesini sayarmısın ?
 

radikal

New member
Katılım
10 Şub 2007
Mesajlar
2,635
Tepkime puanı
1,763
Puanları
0
Yaş
50
Konum
Gönül aleminden
Ve şüphesiz Şi'râ'nın Rabbi O'dur.

Şi'râ, esasen "zikrâ" vezninde şuur mânâsına masdar olup, göğün birinci derecede parlak yıldızlarından en parlak iki yıldıza isim olarak verilmiştir. Parlaklık derecesi 1. olan yıldızlardan Şi'râ adıyla iki yıldız vardır. Bunlardan birine Şi'rây-ı Yemânî veya Âbûr diğerine de Şi'rây-ı Şâmî veya Gumeysâ denilir. Şi'rây-ı Yemânî burçların en güzeli olan Cevzâ'da (İkizler burcunda) denilen suretin arkasında uydu sayılarak ismi de verilen Kelb-i ekber (büyük köpek)'de, Şi'rây-ı Şâmî de Kelb-i asgar (küçük köpek)'dadır. Şi'rây-ı yemânî göğün en parlak yıldızıdır. Burada bu mânâ ile tefsir edilmiştir. Zira mutlak olarak denilince, ilk akla gelen odur. Çünkü en parlak olmakla tanınan Şi'rây-ı Yemâni olduğu gibi, Câhiliyye döneminde kendisine ibadet de edilmiştir. Sûddî demiştir ki: "Hîmyer ve Huzâa kabileleri ona taparlardı. Alûsî'nin tefsirine kaydettiğine göre başkaları da bu hususta şöyle demişlerdir: "Onu ilk evvel tanrı edinen Ebu Kebşe olmuştu." Bu zat, Huzâa, kabilesinden biri, ya da reisleri olup ismi Vahz b. Gâlib idi. Onun için müşrikler Hz. Peygamber (s.a.v)'e "İbn Ebî Kebşe" diyorlar, putlara ibadet hususunda kavmine muhalefet etmesinden dolayı peygamberi ona benzetiyorlardı. Bazıları onu, Hz. Peygamber (s.a.v)'in babası tarafından dedelerinden biri olarak göstermiş ve kişinin her özelliğini atalarının birinden getirdiğini kabul edip filan damar filana çekmiş demişlerdir. Bunun hem, Peygamber'in anası tarafından dedesi, Vehb b. Abdimenâf'ın künyesi hem de süt anası Halîme-i Sadiyye'nin kocasının künyesi olduğu söylenmiştir. Kısacası Araplar'da Şi'râya hürmet eden ve dünyada onun tesirine inananlar bulunduğu ve doğuşu esnasında gayba dair sözler söyledikleri cihetle burada özellikle Şi'râ'ya izafetle "Rabbü'ş-Şi'râ" buyurularak Şi'râ'nın Rab (terbiye eden) değil merbûb (terbiye edilen) olduğu gösterilmiştir. Böylece onların inançları reddedilmiş ve kendilerine, Şi'râ'ya değil, Şi'râ'nın Rabbine ibadet edilmesi gereği anlatılmıştır
Çok güzel, bu da olayın farklı bir boyutu ve doğrudur. Allah (cc) razı olsun.
 

nur-u tevhid

New member
Katılım
7 Tem 2007
Mesajlar
26
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
42
Mehmet kardeşim böyle şeylerle uğraşma boşver onca kişinin hakkına girme.Altından kalkamayacağın işler yapma aklı karışan kardeşlerimiz olabilir.Hesabını çok zor verirsin
 

radikal

New member
Katılım
10 Şub 2007
Mesajlar
2,635
Tepkime puanı
1,763
Puanları
0
Yaş
50
Konum
Gönül aleminden
Ayrıca;

Ayrıca;

Bak mehmet_16. Senin baz aldığın zahiri ilim, bu aşağıya alıntıladığım makaledeki gerçeği bulana kadar canı çıktı. Oysa Kur'an endeksli bir hayat yaşayan alim müslümanlar ise 14 yüzyıldır bu gerçeği bilerek yaşadılar.

Atomdaki Elektron Mucizesi

Hava, su, dağlar, hayvanlar, bitkiler, vücudunuz, oturduğunuz koltuk, kısacası en ağırından en hafifine kadar gördüğünüz, dokunduğunuz, hissettiğiniz herşey atomlardan meydana gelmiştir. En gelişmiş mikroskopların bile göremeyeceği kadar küçük bir alanda dönüp-duran onlarca elektron, atomun içinde çok karışık bir trafik meydana getirir. Burada dikkat çeken en önemli nokta, çekirdeği elektrik yükünden oluşan bir zırh gibi kuşatan bu elektronların atomun içinde en ufak bir kazaya yol açmamalarıdır. Üstelik atomun içinde yaşanacak en ufak bir kaza felakete sebep olabilir. Ama böyle bir kaza asla gerçekleşmez; tüm işleyiş mükemmel bir düzen ve kusursuz bir sistem içinde devam eder.

Elektronlar, taşıdıkları elektrik yükü itibariyle fizik kurallarına uygun hareket ederler. Bu fizik kuralları "aynı elektrik yüklerinin birbirini itmesi ve zıt yüklerin birbirlerini çekmesi"dir. Normal koşullarda hepsi eksi yüklü olan elektronların bu kurala uyup birbirlerini itmeleri ve çekirdeğin etrafından dağılıp-gitmeleri gerekir. Ancak durum böyle olmaz. Eğer, elektronlar çekirdeğin etrafından dağılsaydı, tüm evren boşlukta dolaşan proton, nötron ve elektronlardan ibaret olurdu. İkinci olarak; artı yüke sahip olduğu için çekirdeğin eksi yüklü elektronları kendine çekmesi ve elektronların da çekirdeğe yapışmaları gerekirdi. Böyle bir durumda da çekirdek bütün elektronları çeker ve atom kendi içine çökerdi.

Ancak bunların hiçbiri gerçekleşmez. Elektronların saniyede bin kilometrelik olağanüstü kaçış hızları, bu parçacıkların birbirlerine uyguladıkları itici kuvvet ve çekirdeğin elektronlara uyguladığı çekim kuvveti çok hassas değerler üzerine kurulmuştur. Sonuçta atomdaki bu muazzam sistem dağılıp parçalanmadan sürüp gider. Bütün bu ince hesaplar, tek bir atomun bile başıboş olmayıp, Yüce Allah'ın denetiminde hareket ettiğinin ve kainatın bir hikmet üzere yaratıldığının delillerinden sadece bir tanesidir.

Zehirli Tüycükler

Isırganotu denen otsu bitkilerin yapraklarının üst yüzeyinde pek sert olmayan ince tüyler ve her tüyün dibinde yakıcı bir sıvı içeren küçük kesecikler bulunur. Bu kesecikler bitkinin savunma mekanizmasıdır. Bitkiye bir canlı dokunduğu anda bu tüylerin keskin uçları o canlının derisini deler ve keseciklerde bulunan yakıcı sıvı deliklerden içeriye sızarak deriyi kızartır, kaşıntı ve ağrıya neden olur. Bu bitkinin böylesine üstün bir savunma mekanizmasına sahip olması, Allah’ın yaratma sanatının örneklerinden biridir. Rabbimiz bizlere, Kendisi dışında hiçbir gücün birşey yaratamayacağını Kutsal Kitabımız Kuran-ı Kerim’de şöyle bildirmiştir:

"Bu, Allah'ın yaratmasıdır. Şu halde, O'nun dışında olanların yarattıklarını bana gösterin. Hayır, zulmedenler, açıkça bir sapıklık içindedirler." Lokman Suresi : 11

Düşündürücü Meyveler

Günlük yaşantımızda yediğimiz besinlerin nimet olarak pekçok özellikleri vardır. Örneğin her mevsimde ayrı özelliklerde meyvelerin bulunması büyük bir nimettir.

Kışın insanların en fazla vitamine ihtiyaçları oldukları dönemde, mandalina, portakal ve greyfurt gibi C vitamini yönünden zengin meyvelerin olması; yazın da insanların susuzluğunu gidererek ferahlamalarını sağlayan kiraz, kavun, karpuz, şeftali gibi bol sulu meyvelerin çıkması Allah'ın insanlara bir lütfu ve nimetidir.

Düşünülmesi gereken diğer bir konu da bu hem lezzetli hem de faydalı meyvelerin hepsinin aynı kara topraktan çıkmasıdır. Örneğin çilek, görüntüsü ve tadı ile çok özel bir meyvedir. Üzerindeki motifleri, kırmızı rengi ve yeşil yaprakları ile son derece estetik görünüme sahip bu meyve, Allah'ın yaratma sanatının örneklerinden sadece biridir. Tadındaki ve kokusundaki güzellik, çekirdeksiz ve kabuksuz olduğu için yenmesinde hiçbir güçlük olmaması insana yerken büyük kolaylık sağlar. Toprağın içinde yetişen bir meyvenin bu kadar güzel ve çarpıcı bir renge, bu kadar güzel bir kokuya sahip olması, onu ve evrendeki tüm varlıkları örneksiz yaratan Yüce Rabbimiz'i bizlere tanıtır. Bir Kuran ayetinde şu şekilde bildirilmektedir:

"Allah, gökleri ve yeri yaratan ve gökten su indirip onunla size rızık olarak türlü ürünler çıkarandır…" İbrahim Suresi: 32

Etten Jeneratör

Bir kalbi vücudun dışına çıkarırsanız kendi enerjisini tüketene kadar hiçbir bağlantısı olmadan çalışmaya devam eder. Kalbe gerekli kan sağlandığında, tüm sinir bağlantılarından ayrılsa bile saatlerce atar.

Burada ilginç bir durum söz konusudur. Bu ilginç durumu incelemek için kasların nasıl çalıştığını kısaca hatırlayalım; bir kasın çalışması için beyinden ya da omurilikten gelecek bir emre ihtiyaç vardır. Bu emir gerçekte sinir sistemi yoluyla iletilen bir elektrik sinyalidir. Kalbin yapısı tamamen kas dokusundan oluştuğu için, dakikada yaklaşık 70 kez atan kalbe dakikada 70 defa elektriksel uyarı yapılması gerekmektedir.

Ancak biraz önce belirtildiği gibi, bütün sinirsel bağlantıları kesilen ve vücudun dışına çıkartılan bir kalp bir süre daha atmaya devam eder. Bu durum akla, "bu kasılma emirlerinin nereden geldiği" sorusunu getirecektir.

Söz konusu durumu inceleyen bilim adamları çok şaşırtıcı bir durumla karşılaştılar. Kalbin içinde kendi elektriğini kendi üreten bir jeneratör bulunmaktaydı. İnsan vücudundaki et parçalarından bir tanesi olan kalpte bulunan ve yine etten yapılmış bir jeneratör…

Bilindiği gibi jeneratör enerji kesintisi durumunda devreye girerek enerji üretimine devam eden ve makinaların zarar görmesini engelleyen bir alettir. İnsan vücudundaki en hayati organlardan bir tanesi olan kalp de herhangi bir enerji kesintisi karşısında zarar görmemesi için bu tür bir korumaya alınmıştır. Kalbin bir an durması vücutta son derece önemli hasarlara neden olabilir, hatta sonucu ölüm olabilir. Bu yüzden kalbi çalıştıracak elektrik sistemi kesintisiz bir şekilde işlemelidir. Bu elektrik sistemini inceleyen bilim adamları çok daha şaşırtıcı gerçeklerle karşılaştılar. Kalp yalnızca mikro bir jeneratör değil, birbiri içine geçmiş birçok bağlantıya sahip, programlı ve sistemli bir elektronik devreler bütünü sayesinde çalışmaktaydı. Bu elektronik kontrol ve yönetim sistemi, böbreklerden beyne, atardamarlardan hormonal bezlere kadar birçok etkenle işbirliği içindeydi.

Bilim adamlarının çok yakın bir dönemde keşfettiği, kalpteki bu kusursuz tasarım unutulmamalıdır ki, milyonlarca yıldır kesintisiz işlemektedir. Hiç istisnasız şimdiye kadar yaşamış olan on milyarlarca insanın tamamında bu sistem mevcuttu. Şu anda dünya üzerinde yaşamakta olan milyarlarca insanın da kalbi aynı kusursuz sistemle çalışmaktadır ve bundan sonra yaşayacak insanlarda da bu sistem var olacaktır. Bu, Allah'ın kusursuz yaratmasıdır.

"Sizin yaratılışınızda ve türetip-yaydığı canlılarda kesin bilgiyle inanan bir kavim için ayetler vardır." Casiye Suresi : 4

Yani demem o ki; kalkıp da zahiri ilimlerin ışığında manevi ilimlere bulaşma. Önce Dini bir eğitimin faydasına ve yararına iman edip bu yola baş koy. Ondan sonra zahiri ilimler ışığı ile manevi ilimlere yönel. Yoksa; içinden çıkamaz bir duruma gelirsin ve hatları yakar dumura uğrarsın.


mereklısına: Kaynak, harunyahya.org
 

mehmet_16

New member
Katılım
31 Ağu 2006
Mesajlar
367
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
40
Çok güzel bir soru. En azından, sorgulama mantığı yürütmek demek; öğrenme konusunda bir adım atmak demektir. Şira yıldızının astronomide bilinen ismi Sirius'dur. Sirius iki yıldızdan oluşan bir takım yıldızdır. Bu takım yıldız Sirius A ve Sirius B adında iki yıldızdan oluşur. Bunlardan daha büyük olan Sirius A Dünyamıza en yakın yıldızdır ve özelliği çıplak gözle görülebilen en parlak yıldız olmasıdır.

Sirius takım yıldızları birbirlerine doğru yay şeklinde bir eksen çizerler ve her 49,9 yılda bir birbirlerine yaklaşarak gökyüzünde sarkarlar. Bu bilimsel veri, günümüzde Harvard, Ottawa ve Leicester Üniversiteleri'nin Astronomi bölümlerinin fikir birliğiyle kabul ettikleri bir gerçektir. Ancak 20. yüzyılın sonlarına doğru anlaşılabilmiş bu bilimsel gerçeğe, mucizevi bir şekilde bundan 14 asır önce Kuran'da işaret edilmiştir. Necm Suresi'nin 49. ve 9. ayetleri beraber olarak okunduğunda bu mucize karşımıza çıkmaktadır. "Doğrusu, 'Şi'ra (yıldızı)nın' Rabbi O'dur." (Necm Suresi, 49)

"Nitekim (ikisi arasındaki uzaklık) iki yay kadar (oldu) veya daha yakınlaştı." (Necm Suresi, 9) olarak Kur'an da bahsi geçer.

Şimdi durup ve düşünmek gerekir, gökyüzünde onlarca galaksi ve milyarlarca yıldız dururken, Yüce Rabbül Alemin (cc) neden özellikle "Şi'ra'nın da Rabbidir" deme gereği hissetti. İşte bu noktada yapılması gereken tefekkür, tefekkür ve yine tefekkür. Eski Mısır'da, sapık kavimlerin içinde, tapınılan tanrılar içinde yer alan (bulmaca meraklıları bilir) özellikle bir tanrı adı geçer nedir bu: Ra! Oysa Allah'ı Zülcelal'in böyle bir ismi yok ve bilinmiyor. En yakın, Ra kelimesini kök olarak baz aldığımız zaman Rab ismini görüyoruz. Demekki bahsedilen Ra Allah (cc) değil. Çünkü ayette "Şi'ra'nın da Rabbı" diye geçiyor.



En başta şunu söyleyeyim Allah'ın Esma-ül Hüsna'da tanrı diye bir adı geçmiyor. Dolayısı ile Allah'ın (cc) öyle bir adı yok. Allah'ın (cc) isimlerinden bihaber bir kişinin de, Allah'ın (cc) kimin Rabbi olduğu konusunda bilgisinin de olmaması normaldir.

Bence sen bunlardan daha ziyade amentü okuyarak olaya başlayabilirsin. Senin konularına cevap yazmamın tek bir nedeni var: Şeytanın uşaklığını her seferinde yapmaktan vazgeçmediğin sürecede bu tavrımı devam ettireceğim, kafa karıştırıcı soruların ile insanların zihinlerinde bulantı oluşturmaya çalışıyorsun. Senin sorduğun konuyu insanlar doğal olarak düşünüyor ve senin saptamalarını birebir doğru olarak görecek belki bir kaç kişi çıkabilir endişesi ile konularına cevap yazıyorum. Diyeceksin ki, bunların Rabbi Allah (cc) değil mi, neden sen karışıyorsun, O (cc) yarattığı kullarını koruyamaz mı ki sen cevap verme telaşına düşüyorsun, dersen, bilmiş ol ki; bize bu ilimi Allah (cc) öğretti ve bunun ile insanlara hizmet edilmesini ilim sahiplerine farz kıldı. Telaşımız bundan ibarett,r, yoksa senin ile muhatap olmak gibi bir istek sanırım bu dünyada istemeyeceğim dialogların en başında gelir. Çünkü ilimsizsin, hatta daha da fenası ilimsiz olduğunu bilmez birisin. Onsekiz bin alemin dahi ne olduğunu bilemezken, nerden buluyorsun uzaylı muhabbetlerini. say desem bana sayacağın bir elinin parmak sayısını dahi bulmayacak alemlerden bahsedersin, oysa bilmediğin alemler içinde yer alan bir konuyu, Kur'an da geçmediğini söyleyerek hemen yok böyle bir şey deyip kestirip atacak kadar da cahilsin!

Şimdi! istersen, yetiyorsa cevap ver: Onsekiz bin alem varmı ? Varsa 5 tanesini sayarmısın ?


Kendi görüşüm bu.Fazla uzatmaya gerek yok.Dallandırıp,budaklandırmam genelde.Nete sizin kadar vakit harcayamıyorum.
 

radikal

New member
Katılım
10 Şub 2007
Mesajlar
2,635
Tepkime puanı
1,763
Puanları
0
Yaş
50
Konum
Gönül aleminden
Kendi görüşüm bu.Fazla uzatmaya gerek yok.Dallandırıp,budaklandırmam genelde.Nete sizin kadar vakit harcayamıyorum.
Harcasan zaten bu konuyu konuşmazdık, değil mi ? Haddi zatında dallandırıp budaklandıran da bizzat sizsiniz. Açtığınız konuları gözönüne aldığımız zaman ortaya çıkan gerçek bu ! maalesef.
 

the okuz

New member
Katılım
19 Mar 2006
Mesajlar
254
Tepkime puanı
1
Puanları
0
uzaylılar büyük ihtimal vardır fakat bilinçli değildirler yani hayvan gibidirler bir iradeleri yoktur bence...x-filesdaki gibi değildir yani:D
 

Ebu Zerr

New member
Katılım
8 Haz 2007
Mesajlar
866
Tepkime puanı
40
Puanları
0
Yaş
45
Konum
Ankara
öteki çok önemli bir kavram...
kendinizi tanımlamanız anlamında...
şeytan'a göre siz ötekisiniz...
size göre de şeytan öteki olmalı...
ama şeytan vesvese vereiyor, öteki olan karşındaki...
siz zannediyorsunuz ki karşınızda öteki var...
uzaylılar da öyle bir şey...
 
Üst Alt