Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Toplum Nizamı (İçtimai Nizam)

tahsin33

New member
Katılım
31 Ara 2008
Mesajlar
1,374
Tepkime puanı
681
Puanları
0
İctimaî nizam;
kadınla erkeğin, erkekle kadının bir araya gelmesinin ictimaî prensiplerini ve bunların bir araya gelmelerinden doğan meseleleri düzenleyen nizamdır.
 

tahsin33

New member
Katılım
31 Ara 2008
Mesajlar
1,374
Tepkime puanı
681
Puanları
0
İCTİMAİ NİZAM HAKKINDA

Bir çok insan, aşırı giderek hayatın bütün nizamlarına "İctimaî Nizam" adını vermektedir. Oysa bu, yanlış bir kullanış biçimidir. Çünkü hayatı ilgilendiren nizamlara "Toplum Nizamları" demek daha doğrudur. Gerçekte bunlar toplumu ilgilendiren nizamlardır. Bu nizamlar, bir arada bulunmalarına veya toplu halde olmalarına bakılmadan belli bir toplumda yaşayan insanlar arasındaki ilişkileri düzenler. Bu nizam ve düzenlerde bir araya gelmeye bakılmaz, yalnızca ilişkilere dikkat edilir. Bundan dolayı ilişki adedi ve çeşidi kadar, düzen ve nizamlar da çeşitli ve farklı olurlar. Bu nizamlar; iktisadi, yönetim, siyasi, eğitim ve öğretim, cezalar, muamelat, mahkeme delilleri ile ilgili nizamları ve diğerlerini kapsamaktadır. Bütün bu sayılanların her birine veya hepsine "İctimaî Nizam" demek mümkün olmadığı gibi uygun da değildir. Buna ilave olarak, "ictimaî" kelimesi nizamın sıfatı durumundadır. Öyleyse bu sistemin, insanların bir arada bulunmalarından kaynaklanan sorunların düzenlenmesini konu edinmesi kaçınılmazdır. Gerçekte ise, erkeğin erkekle, kadının da kadınla bir araya gelmelerinde herhangi bir nizama ihtiyaç yoktur. Çünkü böyle bir birliktelikten bir takım problemler ortaya çıkmayacağı gibi, herhangi bir nizama ihtiyaç gösteren ilişkiler de doğmaz. Ancak; hepsi bir araya gelmemiş olsalar bile, tek bir beldede yaşamalarından dolayı erkeklerin ve kadınların kendi aralarındaki menfaatların düzenlenmesi için bir nizam ve düzen gereklidir. Ancak, bir erkeğin bir kadınla ve bir kadının da bir erkek ile bir araya gelmiş bulunmaları neticesinde bir çok problemler meydana gelir. Bu problemlerin çözülmesi ve düzenlenmesi bir nizamı gerektirdiği gibi, meydana gelen ilişkileri düzenleyen bir nizama da ihtiyaç duyulur ve gerekir. İşte böyle bir birlikteliğe uygulanacak nizama "İctimaî Nizam" denilebilir. Çünkü gerçekte bu nizam, erkekle kadın arasında ictimaî münasebetleri ve bundan kaynaklanan ilişkileri düzenlenmektedir.
İşte bu çerçevedeki ictimaî nizam; kadınla erkek, erkekle kadının ictimaî münasebetlerini ve bir araya gelmelerinden doğan erkek-kadın, kadın-erkek ilişkilerini düzenleyen prensipleri beyan eden bir nizamdır. Bu nizam; onların toplumdaki çıkarlarından daha çok, kadın-erkek ilişkilerinden doğan sorunları konu edinir. Örneğin; kadının erkekle, erkeğin de kadınla ticaret yapması, ictimaî nizamı değil toplum nizamlarını ilgilendirir. Çünkü ticaret iktisadî nizamı ilgilendirir. Erkeğin kadınla bir arada bulunmasını yasaklamak, hangi şart ve zamanda kadının boşanma hakkına ve küçük çocuğuna bakma hakkına sahip olacağı gibi hususlar ise ictimaî nizamı ilgilendirir. Buna göre ictimaî nizamın tarifi şöyle olur: İctimaî nizam; kadınla erkeğin, erkekle kadının bir araya gelmesinin ictimaî prensiplerini ve bunların bir araya gelmelerinden doğan meseleleri düzenleyen nizamdır.

Devam edecek
 

tahsin33

New member
Katılım
31 Ara 2008
Mesajlar
1,374
Tepkime puanı
681
Puanları
0
İslâmdaki ictimaî
İslâmdaki ictimaî nizamı anlama konusunda tüm insanlar, özellikle de Müslümanlar büyük bir sıkıntıya maruz kaldılar. İslâmî düşünce ve ahkâmdan uzaklaşmalarıyla İslâm’ı doğru bir şekilde anlamaktan, dolayısıyla da bu konuyu anlamaktan uzaklaştılar. Böylelikle, ifrat ve tefritin her iki ucunda yerlerini aldılar. Bir kısmı; istediği bir giysi ile vücudunu teşhir ederek çıplak bir şekilde kadının sokağa çıkabileceğini ve istediği erkekle istediği şekilde bir arada kalabileceğini savunurken, bir kısım Müslümanlar da kadının ticaret ve ziraatla uğraşamayacağını, mutlak olarak erkekle bir arada bulunamayacağını, kadının eli ve yüzü de dahil olmak üzere bütün vücudunun örtülmesi gerektiğini iddia ettiler. İşte bu ifrat ve tefrit çalkantısı içerisinde ahlakî çöküntüler ve düşüncede donukluk meydana geldi. Bunun neticesinde, İslâmın ictimaî yönü kayboldu. Aile bireylerinin ah-vahlarının oluşturduğu bir yapı, aile üzerinde egemen oldu. Aile bireyleri arasında çekişmeler ve ihtilaflar çoğaldı. Dağılmış olan İslâm ailesinin toplanması ve mutluluklarını temin etme ihtiyacı, bütün Müslümanların zihinlerini meşgul etmeye ve bu büyük problemin tedavisi için gerekli araştırmaları yapma çalışmaları başladı. Konu üzerinde yapılan çalışmalar birbirinden farklı çözümleri ortaya çıkardı. İctimaî tedaviyi izah eden birçok kitap ve yazılar yazıldı. Şer'i mahkeme ve seçim kanunlarında birçok tadilatlar yapıldı. Bir çok Müslüman kendi görüşlerini aile bireylerine ve yakın çevresine uygulamaya çalıştı. Okullarda kadın erkek karışımı eğitimin yapılması hususunda, eğitim kanunlarında birçok tadilatlar yapıldı. Bütün bu çaba ve gayretler buna benzer görüntüleriyle meydana çıktı. Fakat gerek bunlar gerekse ötekiler arzu edilen tedaviyi başaramadıkları gibi, istenilen nizamı da bulamadılar. Böylece ıslah için çıkar bir yol bulamadılar. Çünkü entellektüel bir çok Müslüman, iki ayrı cins olan kadın erkek münasebetlerini ilgilendiren hususları bilmiyorlar, konuya yabancı kalıyorlardı. Bu iki cinsin, birbirine yardım edecekleri yolu ve çizgiyi bilemediler. Halbuki ümmetin ıslahı ve mutluluğu bu yardımlaşmadan kaynaklanmaktaydı. Evet, Müslüman düşünürler ve mütefekkirler, İslâm’ın kadın-erkek ilişkisiyle ilgili düşüncesine ve hükümlerine karşı tamamen cahil kaldılar. Bu bilgisizlikleri nedeniyle çözüm ve yöntem üzerinde tartışmaya, birbirleri ile cedelleşmeye ve konunun özünü inceleyip araştırmaktan tamamen uzaklaşmaya başladılar. Müslüman düşünürlerin bu girişimleri yüzünden toplumda sıkıntı sıkıntı ve gerginlik daha da artmış, özellikleriyle diğer toplumlardan ayrılan islam ümmeti ile mevcut toplum arasında korkunç bir uçurum oluşmuştur. Müslüman ailenin İslam’ın özünü kaybedeceği korkusu, aynı ailenin İslam düşüncesini, hükümlerini ve görüşlerini doğru bir şekilde anlamasından da korkulmaya başlanmıştır.


Devam edecek
 

tahsin33

New member
Katılım
31 Ara 2008
Mesajlar
1,374
Tepkime puanı
681
Puanları
0
Bu fikri sıkıntının ve doğruyu anlamaktan sapmanın sebebi şudur: Batı hayat tarzı ve kültürünün bize karşı açtığı acımasız savaş neticesinde batı, düşünce ve anlayışımız üzerinde tam bir hakimiyet kurdu. Batı hayat tarzının düşünce ve anlayışımıza hakim olması, hayat ile ilgili anlayışlarımızı, eşyaya ait ölçülerimizi, İslâma karşı ruhlarımıza kök salmış bulunan İslâmî gayret ve mukaddessata saygınlığımız gibi köklü kanaatlarımızı değiştirdi. Batı hayat tarzının bize karşı kazandığı bu zafer, hayatın her alanında ve bölümünde yaygın hale geldi. Bu yaygınlık, ictimaî sahayı da etkisi altına aldı.
İslâm ülkelerinde batı hayat tarzı ile hayat tarzının medeni görüntüleri ve maddi sahadaki gelişme ortaya çıktığı zaman birçokları bu korkunç gelişmeyi şaşkın gözlerle seyretti. Bu medeni ve teknik görüntüleri taklit etmeye başladılar, bu hayat tarzını almaya uğraştılar. Çünkü bu teknik ilerlemeleri, bu hayat tarzının sahipleri ve ona davet edenler meydana getirmişlerdi. Bunun için, teknik araç ve gereçler yani medeni şekiller ile batı Batı hayat tarzı arasında bir ayırım yapmaksızın batı Batı hayat tarzı ve medeniyetinin tümünü taklit etmeğe çalıştılar. Onlar, " hayat tarzının " hayata ait bütün düşünce ve mefhumlardan ibaret bir hayat tarzı olduğunu anlayamadılar. Medeniyetin ise, görülen hayatta kullanılan teknik alet ve edevat olduğunu idrak etmediler. Buna ilaveten, batı Batı hayat tarzının, İslâm Batı hayat tarzı ile temelde ters düşen bir esas üzerine oturtulmuş olduğunu da anlamadılar. Batı hayat tarzının hayata bakışı ve onu izahı ile, gerçekleştirilmesi uğrunda insanoğlunun peşinden koştuğu mutluluk mefhumunun da İslâm hayat tarzına ters düştüğünü anlamadılar. İslâm ümmetinin Batı hayat tarzını kabul etmesinin kesinlikle caiz olmadığını da anlayamadılar. İslâmî cemaat vasfını taşıdığı ve bu cemaatın İslâm ümmetinden bir parça olması devam ettiği müddetçe, bu ümmet asla hiç bir ülkede bu hayat tarzı kabul edemez.
İslâm hayat tarzı ile batı hayat tarzı arasındaki bu temel ve öze ait ihtilafı kavrayamamak, Batı hayat tarzını taklide ve kabul etmeye neden oldu. Birçok Müslüman, bir kitabı kopya edercesine Batı hayat tarzını İslâm beldelerine taşımaya çalıştı. Bir kısım Müslümanlar ise netice ve sebeplerini düşünmeden batı hayat tarzına ait mefhum ve ölçüleri taklit etmeye çalıştılar. Böylece bu kimseler, doğuracağı sonuçlara bakmadan, Batı toplumunda erkekle kadın arasında herhangi bir ayırım yapmadan kadın ve erkeğin bir arada bulunmasında bir sakınca görmeyen batı düşüncesini benimsediler. Batı kadınının üzerinde gördükleri birtakım medeni görüntüleri taklit ettiler veya taklide çalıştılar. Ancak, bu medeni görüntülerin, Batı hayat tarzı ve hayatına ait mefhumlarla uyuşabileceğini, fakat İslâm hayat tarzı ve hayatına ait mefhum ve tasvirlerle uyuşamayacağını idrak edemediler. Batı medeniyetinin eseri olarak görülen zahiri şekillerden çıkacak sonuçların hiçbirinin hesabını yapmadan kendilerini kaptırdılar. Evet, bu göz kamaştırıcı Batı tekniğini gördükleri zaman sonuçlarına bakmadan, toplumda ve toplantılarda Müslüman kadının erkekle bir arada bulunmasında herhangi bir sakınca olmayacağına inandılar. Yine, ortaya çıkacak problemlere bakmadan Müslüman kadının Batı medeniyetine ait kıyafetiyle görünmesinin gerekli olduğuna inandılar. Dilediği şeyi yapabilmesi için Müslüman kadının kişisel hürriyetinin garantilenmesi çağrısında bulundular. Buna bağlı olarak ihtiyaç olmadan kadın ve erkeğin bir arada bulunmalarına, kadının süslerini ve ziynetlerini göstermesi gerektiği fikrine çağırdılar. Kadının da yönetici olması gerektiğini söylediler ve bütün bunları kalkınmanın ve ilerlemenin delili olarak gördüler.
 

tahsin33

New member
Katılım
31 Ara 2008
Mesajlar
1,374
Tepkime puanı
681
Puanları
0
Bu taklitçi nakilciler
Bu taklitçi nakilciler suyu fazla bulandırarak, kendilerini şahsi hürriyete çok fazla önem veren kimseler olarak kabul ettiler. Hatta toplumsal veya bir başka neden olmaksızın, şahsi hürriyetin gereği olarak kadın ile erkeğin bir arada bulunabileceğini, istediği şekilde direkt olarak buluşabileceklerini söylediler. Kadın ile erkek arasındaki bu görüşmenin sağlanabilmesi için de şahsi hürriyetlerden faydalanabilmenin gerekli olduğunu iddia ettiler. Kendilerini bu görüşlere kaptırarak kendi eliyle tehlikeye atılan taklitçi gençlik, kötü örnekler vererek, kadın ve erkek arasındaki ilişkileri sadece "kadınlık"-"erkeklik" ilişkileri haline getirdiler. Bu kötü etki toplumdaki diğer gruplara da bulaştı, hayat sahasında kadın ve erkek arasında herhangi bir dayanışma meydana getirmedi. Bu buluşmalardan hayat meydan-larında; ahlaki çöküntü, kadının kocası ve mahremlerinin dışındaki kişilere ziynetlerini göstermesi, çekiciliğini, cazibesini açıkça ortaya dökmesinden başka hiçbir şey elde edilmedi. Bunun neticesinde Müslümanlarda düşüncede sapma, zevk anlayışında bozukluk, güvende şiddetli bir sarsıntı, ölçülerde bir yıkım yaşandı. Batı toplumunda kadın-erkek ilişkilerine herhangi bir önem verilmediğine dikkat edilmeden Batının toplum hayatı örnek alındı ve Batı toplumu ölçü kabul edildi. Yapılan hareketlerin, uyulması farz olan esaslara ters düşüp düşmediğine, İslâm’ın batı yaşam tarzını kötü görüp görmediğine veya Batı yaşam tarzının toplumun ahlakına büyük bir zarar vereceğine bakılmadı. Halbuki bunlar, İslâm toplumunun özüne, esasına tamamıyla ters düşen noktalardı. Çünkü İslâm toplumu, gayri meşru kadın-erkek ilişkilerini büyük günahlardan sayarak bu tip hareket ve davranışlara sopa ve recm gibi şiddetli cezalar getirmiş, bu işin faillerine hor ve hakir gözle bakmış, toplum tarafından dışlanması gerekli kimseler olarak telakki etmiştir. İslâm toplumu; “namusa” ve “ırza”, korunması vacib olan "değer" nazarıyla bakar. Bu hususta ne bir münakaşayı ne de bir cedeli kabul etmez. Irz ve namusu koruma uğrunda mal ve canın istenerek feda edilmesini, herhangi bir özür ve bahaneye yer vermeksizin gerekli görür.
Evet, bu nakilci ve taklitçiler iki toplum arasındaki farkı düşünmediler ve anlamadılar. İslâmî hayatın kendilerine yüklediği görevleri düşünmedikleri gibi, şer'i hükümlerin kendilerinden istediği hususları da anlamadılar. Nakil ve taklitçiliğin arkasına takılarak, çağdaşlaşması ve güçlenmesi uğruna kadına serbestiyet elbisesi giydirildi. Kötü ve yerilmiş ahlakla vasıflanması hiçbir kimseyi ve kurumu ilgilendirmedi. İşte bu nakilci ve taklitçiler ümmeti "kalkındırmak" gerekçesi ile kadını çağdaşlaştırma adı altında Müslümanların ictimaî yönünü yıkmaya devam ettiler. Başlangıçta bunlar azınlıkta idiler ve ilk dönemde ümmet bunların davetinden hoşnut olmadı. Fakat İslâm beldelerinde kapitalist sistem; önce sömürgeciler tarafından ardından da kapitalizm kafilesinde yer alan ve sömürgeci kafirlerin yolunu takip eden uşakları tarafından uygulanarak İslâm memleketlerinde egemen olunca bu azınlık, daha da etkili oldular ve düşüncelerini şehir halkına hatta köylerde ikamet edenlere bile götürebildiler. Müslümanları, kendilerinin takip ettikleri yola; Batı hayat tarzını taklit ve nakil kervanında yerlerini alıp yollarına devam etmektedirler.
Durum böyle olunca doğal olarak, Müslümanlardan bir cemaatın bu fikirlere karşı mücadele vermek için harekete geçmesi gerekecekti. Halkı Müslüman olan ülkelerde çeşitli cemaatların bu görüşlere karşı savaşması ve mücadele vermeleri kesin ve gerekli olan bir şeydi. Bu amaçla Müslüman kadının toplumdaki şeref ve ahlakını korumanın farz olduğunu söyleyen bir veya birkaç cemaat ortaya çıktı. Fakat bu cemaatlar, İslâm nizamlarını ve şer'i hükümleri gereği kadar bilmeden, anlamadan mücadele verdiler. Bunlar bu mücadelelerini verirken İslâmî akidenin tek esas, şer'i hükümlerin de tek ölçü olarak kabul edilmesi idraki yerine aklı, araştırmalarına esas kabul ettiler. Maslahatı akla göre belirlediler. Çeşitli görüşleri benimsemede ve eşyalar hakkında bir hükme varmada aklı tek ölçü olarak aldılar. İnsanları örf ve adetleri muhafazaya ve ahlaka sarılmaya davet ettiler. Böylece kadının örtüsü konusunda delile dayanmaksızın körü körüne taassuba daldılar ve kadına fazlasıyla baskı yapılması evinden dışarı çıkmasına ve herhangi bir ihtiyacını gidermesine ya da işlerini bizzat kendisinin yürütmesine izin verilmemesi gerektiğini söylediler. Son dönem İslâm alimleri ve fakihler kadına beş çeşit avret statüsü getirdiler:
1- Namazda örtünmesi gerekli yerler,
2- Mahrem erkeklerin yanında örtünmesi gerekli yerler,
3- Yabancı (namahrem) erkeklerin yanında örtünmesi gerekli yerler,
4- Müslüman kadınların yanında örtünmesi gerekli yerler,
5- Kafir kadınların yanında örtünmesi gerekli yerler.
 

CE_Neferi69

New member
Katılım
27 Ocak 2009
Mesajlar
423
Tepkime puanı
852
Puanları
0
Konum
Almanya / Baden-Württemberg
Selamun Aleyküm,

günümüzde cokca görülen vede cok görüldügü gibi cokta üzücü olan bir durumdur bu nizami ve ahlaki zayiflama. Belirttigin gibi "cagdaslasmak" adi altinda yürütülen bu anti-ahlaki zihniyet, malesef dünyanin her bir tarafina yayilmistir. Nifak tohumlari her müslüman ülkeyi sarmis, ve ülkenin kanser olmasina neden olmustur. Ve yine dediginiz gibi, Cenab-i Hakka sükürler olsun ki bu zihniyete karsi yürütülen bir mücadele var.

Allah(C.C.), Islam Ahlak Nizaminin Özünü yasamaya cümlemize nasip eder insAllah.

Yazi gercekten cok güzel ve herkesin bilincinde olmasi gereken bir konudur.
Allah(C.C.) razi olsun, ve yazi insAllah hayirlara vesile olur. :)

Es-Selamu Aleyküm
 

tahsin33

New member
Katılım
31 Ara 2008
Mesajlar
1,374
Tepkime puanı
681
Puanları
0
CE_Neferi69,
Selamun Aleyküm,
değerli kardeşim konuya göstediğiniz ilgi için teşekkür ederim. Takdir edersiniz bilincin oluşması için elimizden geleni değil daha fazlasını yapmak zorundayız.
Allah CC razı olsun dediğiniz gibi İnşaallah hayırlara vesile olur.
 

tahsin33

New member
Katılım
31 Ara 2008
Mesajlar
1,374
Tepkime puanı
681
Puanları
0
Bu sınıflama sonucunda
Bu sınıflama sonucunda doğal olarak da kadının kendi dışındakileri
görmesine veya herhangi birinin kadını görmesine mani olan mutlak bir örtüye davet ettiler. Kadının, hayatla ilgili işlerini yapmasının engellenmesi gerektiğini söyledikleri gibi; sosyal, ekonomi, yargı ve siyaset sahasında kadının görüş sahibi olmasının, seçme ve seçilme hakkını kullanmasının engellenmesi gerektiğini de söylediler. Kadınlarla hayat arasında duvar ördüler. Hatta, Allah (c.c.)'ın bazı ayetlerinin kadınlara değil, erkeklere hitap ettiğini, kadınları muhatap almadığını söylediler. Biat sırasında kadınların Peygamber (s.a.v.) ile musafahalarını anlatan hadisi tevil ettikleri gibi, kadınların mahrem yerleri ile ilgili hadisleri ve Rasul (s.a.v.)'in hayatta iken kadınlarla ilgili muamelesini anlatan hadisleri, şer'i hükümlerin gösterdiği şeklin dışında kendi istedikleri biçime uyacak şekilde tevil ettiler.
İşte bütün bunlar, insanların şer'i hükümlerden uzaklaşmalarına sebep olduğu gibi, Müslümanların ictimaî yönlerinin körelmesine ve dumura uğramasına da sebep oldu. Bundan dolayı bu insanların görüşleri, kendileriyle savaşan fikirler karşısında durma gücüne sahip olamadı. Müslümanlar arasındaki ictimaî yönün yükseltilmesine de en ufak bir tesiri olmadı. İslâm ümmeti arasında, ilk müctehid ve mezheb sahiplerinden sayıca da, ilim ve kültür bakımından da daha az olmayan birçok alimlerin bulunmasına, Müslümanların elinde hiçbir toplumun sahip olamayacağı kadar fikri ve teşrii servetin varlığına, genel ve özel kütüphanelerde birçok değerli eser ve kitapların mevcudiyetine rağmen; bütün bunca servet, yine taklit ve nakilcilerin düştükleri karanlıklardan çıkmalarına yeterli olamadı. Kadın konusunda, kendi görüşlerine muhalif olduğu için, Müctehidlerin sahih olarak istinbat ettikleri İslâmî hükümlere uygun görüşleri bile onları ikna etmede etkili olmadı. Çünkü bu mukallid ve kör taassubçular, donuk fikirliler, alimler ve öğrenciler, düşünen insanlar niteliğinden uzaklaştılar; vakıayı dolayısı ile karşı karşıya oldukları vakıa hakkındaki Allah'ın hükmünü anlayamadılar. Şer'i hükümleri, tam bir uygunlukla gerçekleştirecek, dakik bir tatbikatla olay üzerine uygulayacak fikri bir kavrayışla kavrayamadılar. Bundan dolayı, İslâmî beldelerde toplum; "taklid" ile "kuru taassub"un egemen olduğu iki düşünce yapısı arasında çalkalanıp durmaya devam etti. İslâm toplumunun ictimaî yönü sıkıntılar geçirdi. Neticede, Müslüman kadın, bilerek veya bilmeyerek Batı hadaratı ile İslâm hadaratı arasındaki çelişkileri bilmeden, kendisine bile bir menfaat dokunmayan mevcudiyetinden Müslümanların bir fayda sağlayamadığı, adeta yararsız ve mutaasıp bir kadın olma arasında, şaşkın vaziyette, ne yapacağını bilmeyen bir unsur haline geldi. Bunların hepsi; İslâm’ın fikri olarak algılanamamasından ve İslâmın ictimaî nizamının tam olarak anlaşılmamasından kaynaklanmaktadır.
Bunun için, İslâmın ictimaî nizamını kapsamlı bir şekilde öğrenmek, araştırmak ve bu hususta derin bir çalışma yapmak mecburiyetindeyiz. Ancak bu şekilde problemin; kadın ve erkeğin bir arada bulunmaları ve bu birliktelikten kaynaklanan ilişkiler ve bunların uzantıları olduğu kavranabilir. Öyleyse bu birlikteliğe ve bundan kaynaklanan sorunlara çözüm aranmaktadır. Ancak, bu çözüm aklın değil, şeriatın dikte ettireceği çözüm olmalıdır. Aklın görevi ise ancak, önce problemi doğru bir şekilde kavramak, ardından da bu probleme ilgili şer'i hükmü uygulamaktır. Şeriatın ortaya koyacağı çözüm, muayyen bir ölçü içerisinde yaşayan Müslüman kadın ve erkeğe, İslâmın uygulamalarını farz kıldığı bir çözümdür. İslâmın farz kıldığı bu yaşayış biçimine her ikisinin de bağlı kalması, Batı ile ne derece ters düştüğüne, baba ve dedelerinin üzerinde bulundukları örf ve adetlere uyup uymadığına bakmadan, Allah (c.c.)'ın Kitapta ve Sünnette emrettiğine göre yaşamaktır
 

tahsin33

New member
Katılım
31 Ara 2008
Mesajlar
1,374
Tepkime puanı
681
Puanları
0
KADIN VE ERKEK

Allahu Teâla şöyle buyurdu:
"Ey insanlar biz, sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık. Tanışasınız diye sizi kabile ve halklara ayırdık." Hucurat 13
"Ey insan! Kerim olan Rabbinden seni saptıran nedir?" İnfitar 6
"Kahrolası insan ne kadar nankördür. Onu, Allah neden yarattı? Onu bir meniden yarattı ve takdir etti." Abese suresi 17-19
Böylece Allah (c.c.), insana birtakım tekliflerle hitab etmiş, insanı teklif ve hitaba mazhar kılmıştır. Şeriatları da insan için indirmiş olup, insanı tekrar diriltecek, insanı muhasebe edecek, cennete ve cehenneme koyacaktır. Bunun için Allah, kadın ve erkek ayrımı yapmadan insanı tekliflere mazhar kılmıştır.
Allah (c.c.) insanı, hayvandan farklı muayyen bir fıtrat içerisinde kadın ve erkek olarak yaratmıştır. Kadın; insan olduğu gibi, erkek de bir insandır. İnsani özellikler açısından erkek ile kadın arasında fark yoktur. Hayat kavgasına dalmaları için, Allah (c.c.), onları insanlık vasfıyla yaratmıştır. Erkek ve kadın olarak, her ikisine de bir toplumda yaşamalarını takdir etmiştir. İnsan cinsinin devamını, kadın ve erkeğin birlikteliğine ve her toplumda beraber varlılıklarına bağlı kılmıştır. Erkek ve kadına birbirinden farklı gözle bakmak doğru değildir. Zira, her ikisi de bütün insani özelliklerden istifade eden, hayatın engellerine karşı koyan insandır. Cenabı Allah (c.c.), yarattığı canlı gücün aynısını her birinde de yaratmıştır. Her birinde, açlık, susuzluk, defi hacet gibi uzvi ihtiyaçları yarattığı gibi, beka, nevî ve tedeyyün içgüdüsünü yaratmıştır. Birinde bulunan bu organik ihtiyaçlar ve içgüdüler diğerinde de vardır. Birinde yarattığı düşünme gücünün aynısını diğerinde de yaratmıştır. Erkekte bulunan aklın aynısı kadında da mevcuttur. Çünkü, Cenabı Allah aklı, sadece erkek veya sadece kadın için değil, "insan" için yaratmıştır.
Ancak; her ne kadar erkeğin nevî içgüdüsü, erkek veya bir hayvanla veya başka bir şeyle, kadının içgüdüsü de, kadın veya hayvan veya başka bir şeyle doyuma ulaşabilirse de, insanda yaratılan gayenin tahakkuku yalnızca erkeğin kadınla, kadının da erkekle doyuma ulaşmasıyla tek şekilde gerçekleşebilir. Bundan dolayı, erkeğin kadınla, kadının da erkekle olan ve nevî içgüdüden doğan mevcut ilişkileri garipsenmeyen doğal bir ilişkidir. Hatta bu, içgüdünün kendisiyle tahakkuk ettiği tek ve asli ilişkidir. Bundan maksat da cinsin bekasıdır. Eğer her ikisi arasındaki bu ilişki, cinsel ilişki şeklinde tahakkuk ederse bu durum, garipsenmeyen doğal ve doğru bir ilişki olur. İnsan türünün bekası için bu ilişki kaçınılmaz bir olaydır. Ancak bu içgüdüyü sınırsız olarak serbest bırakmak, hem insana hem de ictimai hayatına zarar verir. Nevî içgüdünün varlığından gaye, insan türünün bekasını temin edecek olan neslin devamlılığını sağlamaktır. Bundan dolayı insanın bu duyguya bakışı, insanda bulunan nevî içgüdünün varlık nedeni noktasında odaklaşmalıdır. Bu hususta erkekle kadın arasında herhangi bir fark yoktur. Cinsi ilişkide insan doyumu gözetsin veya gözetmesin doyum neticesinde hasıl olan lezzet, doğal ve gerekli bir husustur. Bu nedenle, “nevî içgüdüye zevk ve lezzet alma gözüyle bakmamak gereklidir” denmesi doğru değildir. Tam tersine cinsi ilişkiden doğan zevk, bakışla ilgili olmayıp insanın tabiatından kaynaklanan doğal ve kesin bir husustur. Bundan uzak kalınamaz. Zira bundan uzak kalmak kesinlikle imkansız bir şeydir. Fakat esas mesele, insanın doyumdan ve bundan hasıl olan gayeden ne anladığıdır. Bu nedenle nevî içgüdüsü ve insanda bu içgüdünün varlık gayesi hakkında insanda belli bir mefhumun, anlayışın oluşturulması kaçınılmazdır. Aynı zamanda Allah (c.c.)'ın insanoğlunda yaratmış olduğu nevî içgüdüsüne özel bir görüş kazandıracak ve oluşturacak gayenin insanda bulundurulması veya insana kazandırılması lazımdır. Bu gaye; erkeğin kadın ile, kadının da erkek ile ilişkisinde ön planda tutulmalıdır. Erkek ile kadının erkeklik ve dişilik ilişkilerinde, başka bir ifade ile cinsi ilişkiler hususunda, insanda özel bir bakış oluşturulmalı ki böylece insan fıtratında bulunan nevî içgüdünün asıl gayesi olan cinsin devamlılığı gerçekleşsin. Bu bakış açısı ile, insanda bulunan cinsiyet içgüdüsünün asıl gayesi ve içgüdünün doyurulması gerçekleşmiş olur. Bu mefhumu benimseyen ve kendisinde özel bir bakış açısı bulunan topluluklarda huzur olur. Ayrıca toplumun kadın ve erkek ilişkilerine sadece lezzet alma ve yararlanma ile sınırlı olan bakış açısını, içgüdünün doyumu için zevk almanın ve yararlanmanın doğal ve gerekli bir iş olduğuna dönüştürmek lazımdır. Bu içgüdünün hedeflendiği gayeye bu bakışı oturtmak lazımdır. İşte bu bakış, nevî içgüdüsüne devamlılık kazandırabileceği gibi, bu içgüdünün, yaratılış gayesine uygun bir şekilde tasarrufunu da gerçekleştirir. Böylece insanın çalışma sahası genişler ve kendisini mutlu kılacak işlere yönelir.
 

tahsin33

New member
Katılım
31 Ara 2008
Mesajlar
1,374
Tepkime puanı
681
Puanları
0
Bunun için nevî içgüdüsünün tatmin ve doyumunda insanın sahip olacağı bir mefhum ve gaye bulunmalıdır.
Toplumda öyle bir nizam bulunmalıdır ki, cinsi münasebet fikri, bu nizam içerisinde erimeli ve her değerden üstün tek gaye olduğu fikri yok olup gitmelidir. Erkek ile kadın arasında birbirine karşı yardım etme ilişkisi kalmalıdır. Çünkü, kadın erkek yardımlaşması olmadan cemaatın düzelmesi mümkün değildir. Zira onlar, birbirlerine karşı merhamet ve sevgi taşıyan adeta iki kardeş durumundadırlar. Bunun için, toplum kadın erkek ilişkilerine ait görüş ve bakışında her şeyi cinsel ilişkide gören mefhumları yıkıp bunu, doyum için gerekli ve tabii bir husus olduğuna dönüştürmek gerekir. Bakışı, kadınlık-erkeklik noktada değil, toplumun maslahatının hedef alındığı noktasında odaklaştırılmak gereklidir. Bu ilişkilere, şehvet ve yararlanma duyguları yerine Allah korkusu (takva) hakim olmalıdır. Bunu yaparken, insanın cinsi arzu ve istekleri de göz önünde bulundurulmalıdır. Ancak bu arzu ve isteklerin tatmini, cinsin bekasını gerçekleştiren, müslümanı en üstün fazilet örneği haline getiren meşru bir yararlanma durumuna getirmelidir. Bu da Allah-u Teâla'nın rızasını kazanmaktır.
Kur'an-ı Kerimde, nevîn bekasıyla ilgili olarak insanın içgüdüsünü hedef alarak, evliliği anlatan birçok ayetler nazil olmuştur. Bu ayetler cinsi içgüdünün yaratılışının evlilik, yani nevîn bekası için olduğunu açıklamaktadır. Yani Allah (c.c.); evlilik için bu duyguyu yaratmıştır. Bu hususu, çeşitli ve değişik üsluplar içerisinde beyan etmiştir. Ta ki, toplumun kadın erkek ilişkilerine bakışı cinsi birleşime göre değil, evlilik esasına göre sağlansın. Allah (c.c.) şöyle buyurdu:
"Ey insanlar! Sizi tek bir nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve her ikisinden de birçok erkek ve kadın yaratan Rabbinizden korkun." Nisa 1
"Sizi bir candan (Ademden) yaratan, bundan da (gönlü) kendisine (yatıp) ısınsın diye, eşini yapan O'dur (Allah'tır). Vakta ki o, (eşini) örtüp bürüdü, o da hafif bir yük yüklendi de (bir müddet) bununla gidip geldi. Nihayet (gebeliği) ağırlaşınca ikisi de Rab'lerine şöyle dua ettiler. Eğer bize düzgün (yaratılışı tam) bir çocuk verirsen her halde şükredenlerden olacağız." Araf 189
"Andolsun ki Biz, senden önce de birçok elçiler gönderdik; onlara da zevceler ve evlatlar vermişizdir..." Rad 38
"Allah sizin için nefislerinizden zevceler yarattı. Size zevcelerinizden oğullar ve torunlar verdi." Nahl 72
"Nefislerinizden sizin için, kendileriyle sükunete eresiniz diye eşler yaratıp, aranızda merhamet ve sevgi yaratmış olması onun ayetlerindendir." Rum 21
"Göklerin ve yerin yaratıcısı olan Allah; nefislerinizden sizin için eşler yarattı." Şura 11
"Hakikaten meniden (rahme) döküldüğü zaman erkek ve dişi iki çifti O yarattı." Necm 45-46
"Sizi çift çift yarattık." Nebe 8
Böylece Allah (c.c.), erkek ve dişiyi yaratma hususunu, evlilik konusuna tahsis ediyor. Kadın ile erkek arasındaki ilişkilerin, evlilik esasına göre olması gerektiğini, yani neslin devamının sağlanması olduğunu iyice yerleştirmek için, bunu defalarca muhtelif yerlerde tekrarlıyor.
 

tahsin33

New member
Katılım
31 Ara 2008
Mesajlar
1,374
Tepkime puanı
681
Puanları
0
BAKIŞ AÇISININ KADIN İLE ERKEK ARASINDAKİ İLİŞKİLERE ETKİSİ

İnsanın içgüdüsü kabarınca doyurulması ve karşılan-ması gerekir. Eğer kabarmazsa doyurulması ve karşılanması gerekmez. İçgüdünün doyurulması istendiği zaman bu istek, doyumun gerçekleşmesi için adeta insanı iter. Bu ihtiyacı karşılanmadığı ve gerçekleştirilmediği takdirde insan rahatsız olur sıkıntıya düşer. İhtiyacı karşılanıp sükun bulunca da sıkıntı ve rahatsızlığı gider. Bu içgüdünün doyurulmaması ölüme yol açmadığı gibi akli, cismani veya nefsi herhangi bir eziyeti de gerektirmez. İçgüdüyü doyurmamaktan kaynaklanan eziyet ancak elem, sıkıntı ve rahatsızlıkla sınırlı kalır. Bu nedenle içgüdülerin doyurulması uzvi ihtiyaçlar gibi kesin bir ihtiyaç değildir. Mutluluğu ve rahatlamayı temin için yerine getirilmesi gerekli bir ihtiyaçtır.
İçgüdü iki nedenden dolayı harekete geçer:
Birincisi maddi vakıa,
İkincisi ise kendisinden çeşitli anlamların çıktığı düşünmedir.
Bu iki sebepten herhangi birisi bulunmazsa içgüdü harekete geçmez. Zira içgüdü organik ihtiyaçlar gibi içten gelen dürtülerle hareket etmez. Bu iki faktör, bütün içgüdülerde aynı olup aralarında herhangi bir ayırım yoktur. Dindarlık, beka ve nevi içgüdüsünün tümü, ancak harici faktörlerle harekete geçer.
Nevî içgüdüsünün, diğer içgüdüler gibi düşünerek veya maddi uyarıcılar nedeniyle kabardığı zaman doyurulması gerekir. Bundan dolayı nevî içgüdüsünün doyurulması gerektiği zaman insan, bunun gerçekleşmesi yönünde tasarrufta bulunabilir. Hatta insan, içgüdünün kabarmasına neden olan faktörler üzerinde etkili olabilir. Yani bu ihtiyacını ya karşılar ya da bu içgüdünün harekete geçmemesi için onun önüne engeller koyabilir. Bu nedenle kadınlara bakmak veya nevî içgüdüsünü harekete geçiren herhangi bir olayı görmek bu içgüdüyü kabartır ve doyurulmasını gerektirir. Seks ile ilgili hikayeleri okumak, cinsel düşünceyi ilgilendiren fikirleri dinlemek nevî içgüdüsünü kabartır. Kadınlardan ve nevî içgüdüsüne yol açan her şeyden, cinsellikle ilgili fikirlerden uzaklaşmak ve nevî içgüdüsü ile bunu kabartan unsurların arasına engeller koymak içgüdünün harekete geçmesini engeller. Çünkü maddi bir olay veya cinsellikle ilgili bir düşünceyle tahrik edilmediği sürece nevî içgüdünün kabarması mümkün değildir.
Toplumun erkek ve kadın arasındaki ilişkilere bakışında bugünün Batı toplumunda olduğu gibi dişilik ve erkeklik esası yani cinsellik egemen ise; kadın erkek arasındaki ilişkilerin gerçekleşmesi için karşılanması gerekli olan cinsi arzuların tahriki, maddi bir olay veya seksi düşüncenin icadı, zaruri bir iş durumuna gelir. Böylece karşılanan veya doyurulan cinsi arzu neticesinde, rahatlık gerçekleşmiş olur. Eğer toplumun erkek-kadın ilişkilerine bakışı içgüdünün kendisi için yaratıldığı hedefe yani insan neslinin bekası hedefine yönelik olursa, maddi olayı ve seksüel düşünceyi ve buna yol açan maddi ortamı genel hayatta tamamen ortadan kaldırmak gereklidir. Böylece içgüdüyü tahrik eden unsurlar toplumsal yaşantıda ortadan kaldırılmış, içgüdünün doyurulmamasından kaynaklanabilecek sıkıntılar giderilmiş olur.
 

tahsin33

New member
Katılım
31 Ara 2008
Mesajlar
1,374
Tepkime puanı
681
Puanları
0
İçgüdüyü tahrik eden maddi ortamı

Öte yandan içgüdüyü tahrik eden maddi ortamı; insan neslinin devamını sağlamak, mutluluğa erişmek ve rahata kavuşmak için evlilik hayatı ile sınırlandırmak ise bir zorunluluktur. Bu nedenle toplumun erkek-kadın ilişkilerine bakışının, toplumda ve genel hayatta çok önemli etkisi vardır. Hem kapitalist ideolojiye inanan batılılar hem de komünist ideolojiye inanan doğulular, erkek-kadın arasındaki ilişkilere insan türünün bekası yerine sadece cinsel ilişki açısından bakmaktadırlar. Bu nedenle bunlar, insanda var olan nevi içgüdünün harekete geçmesi için erkek ve kadının önüne kasıtlı olarak birçok seksi düşünceyi atarlar ve maddi ortamı oluştururlar. Bunu sağlamak için ise var güçleri ile çalışırlar. Bununla da yetinmeyerek, erkek ve kadının cinsi ihtiyaçlarını istedikleri şekilde serbestçe doyuramadıkları takdirde bedensel, psikolojik ve akli birçok rahatsızlıkların gündeme geleceğini söylerler. Bundan dolayı biz, batı toplumunda; seksle ilgili romanlar, şiirler, kitap ve daha başka birçok şeyler görüyoruz. Bu toplumlarda herhangi bir zaruret ve ihtiyaç yokken evlerde, parklarda, yollarda ve denizlerde kadınlarla erkeklerin iç içe yaşadıklarına tanık oluyoruz. Çünkü batı; insanın bu tip davranışlarını zaruri bir husus olarak görüyor ve kasten böyle şeyleri icad edip sergiliyor. Böyle yaşayış, onların hayatlarının bir parçası olduğu gibi, yaşayışlarını simgeleyen modelin de bir parçasıdır.
Fakat; İslâm'a, İslâm akidesine ve hükümlerine inanan, teslim olan müslümanlar, diğer bir ifade ile İslâm, kadın erkek ilişkilerine insan türünün bekasının sağlanması açısından bakmaktadır. Bu amacın gerçekleşmesi için cinsi tatmini bir zorunluluk olarak görür. Fakat bu noktada insanı sadece cinsel tatmine yönlendir-mez. Bunun için İslâm, cinsi duygularla ilgili fikirlerin yayılmasını insanlara zarar veren bir husus olarak telakki ettiği gibi, cinsi arzuyu körükleyen ve tahrik eden maddi olayları da toplumun bozulmasına sebep olan bir etken kabul eder. Bundan dolayı kadın ile erkeğin yalnız olarak bir arada bulunmalarını, kadınların ziynetlerini ve süslerini yabancılara göstermelerini yasaklamıştır. Şehvet nazarıyla kadın ve erkeğin birbirlerine bakmalarını haram kılmıştır. Genel hayatta, kadın ile erkek arasında vaki olan yardımlaşmayı ve erkek ile kadın arasındaki cinsi ilişkiyi sadece evlilik ve cariye halleriyle sınırlandırmıştır.
İslâm; toplum hayatında nevî içgüdüsü ile bu içgüdüyü tahrik eden unsurlar arasına engeller koymaya çalışır ve cinsi ilişkileri muayyen birkaç hususla sınırlandırır. Kapitalizm ve komünizm ise nevî içgüdüsünü tahrik eden tüm faktörleri oluşturmaya çalışırlar ve buna yol açacak her şeyi serbest bırakırlar. İslam; kadın-erkek ilişkilerine insan neslinin devamını sağlamak esasına göre bakarken, kapitalizm ve komünizm, erkek kadın arasındaki ilişkilere sadece cinsi yönden bakarlar. Elbetteki bu iki görüş arasında dağlar kadar fark vardır. İslâm'ın bu konuya bakışında, temizlik, fazilet, iffet ve cinsin bekasını sağlayan, insana övgü dolu bir bakış vardır.
Erkeklerin ve kadınların nevî içgüdülerinin baskı altında tutulmasının insanda bedensel, psikolojik ve aklî bir takım hastalıklara neden olacağı tarzındaki batılıların ve komünistlerin iddiaları doğru olmadığı gibi gerçeklere ters düşen boş bir iddiadır. Çünkü ihtiyacın karşılanması açısından içgüdüler ile uzvi ihtiyaçlar arasında fark vardır. Yemek, içmek ve defi hacet gibi uzvi ihtiyaçların karşılanması zaruridir. Bu ihtiyaçların karşılanmaması ölümle sonuçlanan zararlara neden olur. Fakat beka, nevî ve dindarlık gibi içgüdülerin karşılanması zaruri değildir. Karşılanıp doyuma ulaşmadıkları zaman bedensel, psikolojik veya akli herhangi bir zarara neden olmaz, sadece insanda birtakım sıkıntılara neden olurlar. Hatta bazı içgüdülerini yerine getirmeden bir ömür geçirenlerin bedensel, pisikolojik ve akli açıdan herhangi bir zarara uğramamaları bunun en net delilleridir. Nevî içgüdüsü karşılanmayan insanın, insan olarak herhangi bir zarara uğraması söz konusu değildir. Belki bazı kişiler için nadir olarak bir zarar söz konusu olsa da bu durum herkes için geçerli değildir. Eğer bir zarar vaki olursa bu, bir başka sebebe havale edilmelidir. İçgüdünün karşılanmamasından herhangi bir zarar hasıl olsaydı, fıtrat gereği her zaman aynı zararın görülmesi gerekirdi. Halbuki böyle bir zarara mutlak olarak her zaman rastlanılmamıştır. Zaten, batılılar da yaratılış olarak insan için böyle bir zararın vuku bulmayacağını itiraf etmektedirler.
 

tahsin33

New member
Katılım
31 Ara 2008
Mesajlar
1,374
Tepkime puanı
681
Puanları
0
Nevî içgüdüsü karşılanmayan insanın, insan olarak herhangi bir zarara uğraması söz konusu değildir

Bu, işin bir yönüdür. Diğer taraftan ise organik (uzvî) ihtiyaçlar, dışarıdan herhangi bir etkiye ihtiyaç olmadan içeriden gelen uyarıcılarla karşılanması gereken ihtiyaçlardır. Ancak dış etkenler, açlığın var olduğu dönemde bunu daha da kabartabilir. Fakat içgüdüler böyle değildir. Harici herhangi bir etki olmadan içten gelen uyarıcılarla tabii olarak doyrulmak istemezler. Hariçten maddi bir olay veya tahrik edici herhangi bir fikir olmadan harekete geçmezler. Bütün içgüdülerin durumu budur. Bu hususta beka, dindarlık ve nevî içgüdüleri arasında, bütün görüntüleriyle herhangi bir fark yoktur. Herhangi bir içgüdüyü tahrik eden unsurlar bulunduğu zaman kişi heyecana gelir ve içgüdüsünün karşılanmasını ve doyurulmasını ister. Kişi, içgüdüyü tahrik eden unsurlardan uzak kaldığı zaman, yahut daha önemli bir husus ortaya çıktığı zaman, karşılanma ve doyurulma isteği ortadan kalkar ve nefsi sükunete kavuşur. Fakat, organik ihtiyaçlar böyle değildir. Engeller ne olursa olsun karşılanıp doyurulmak isterler. Dolayısıyla nevî içgüdüsünün doyurulmaması sonucunda bedensel, psikolojik ve akli herhangi bir hastalık meydana çıkmaz. Kişi, nevî içgüdüsünü tahrik eden maddi bir olay veya cinsel bir fikirle karşılaştığı zaman heyecanlanıp içgüdüsünün karşılanmasını isteyebilir, karşılanmadığı takdirde ise bu heyecandan sadece bir sıkıntı ve rahatsızlık meydana gelir. Nevî içgüdüsünü tahrik eden unsurlardan uzaklaştığı veya içgüdüye baskın gelen ve daha önemli olan bir başka unsur ortaya çıkınca, bu tatminsizlikten doğan rahatsızlık yok olur. Binaenaleyh nevî içgüdünün karşılanmamasından bir sıkıntı ve rahatsızlık ortaya çıkar. Fakat bu içgüdüyü tahrik eden unsur bulunmadığı zaman bundan dolayı bir sıkıntı ve rahatsızlık ortaya çıkmaz. Bunun tek ilacı, içgüdü ile içgüdüyü tahrik eden unsurlar arasına engel koymaktır. Eğer içgüdüyü doyuracak unsur bulunmazsa tek çare budur.
Böylece, batının ve komünizmin kadın-erkek ilişkilerine bakış açılarındaki yanlışlık ortaya konulmuş olmaktadır. Batı; kadın-erkek ilişkilerine, erkeklik ve dişilik nazarıyla baktığı için bu bakış tarzının getirdiği çözümler de yanlıştır. Batının çözümü, kadın-erkek arasındaki içgüdüyü (şehevi arzuları) tahrik etmekten ibarettir. Şehevi duyguları tahrik etmek için kadın-erkek karışımı bir hayatı, dansı, oyunları, seks öykülerini ve benzeri araçları kullanır. Toplumun kadın-erkek arasındaki ilişkilere bakış tarzını yönlendiren İslâmi görüş bu bakışı, nevîn bekası denilen içgüdünün, kendisi için yaratıldığı hedefe yöneltir. Tabii ki bu görüşün getirdiği tedavi usulü sağlıklı ve doğrudur. Bundan dolayı bu bakışa göre, meşru bir evlilik veya cariye ile nevî içgüdünün doyurulması esasına dayanan sağlıklı çözüm mümkün olmadığı zaman; içgüdüyü tahrik edecek cinsel düşünceyi ve maddi ortamı insandan tamamıyla uzaklaştırarak ortaya çıkabilecek probleme çözüm getirmiş olmaktadır.
Böylece İslâm; nevî içgüdüsünün karşılanmadığı durumlarda, toplumda ve insanlarda sebep olacağı sıkıntılara üstün bir tedavi usulü getirmiştir. Bu usül; toplumda ve insanlar arasında sağlam bir karakter ve ideal bir hayatın hakimiyetini sağlar.
 

tahsin33

New member
Katılım
31 Ara 2008
Mesajlar
1,374
Tepkime puanı
681
Puanları
0
KADIN VE ERKEK ARASINDAKİ
İLİŞKİLERİN DÜZENLENMESİ



Nevi içgüdünün tahrik olma keyfiyeti sadece erkeğe has değildir. Erkek karşısında kadının da nevi içgüdüsü harekete geçer. Yani içgüdünün harekete geçmesi taraflardan yalnızca birisine bağımlı değildir. Harekete geçme olayı var olmanın kesin bir sonucudur. Erkek kadın ile veya kadın erkekle bir arada bulundukları zaman bu duygu harekete geçer. Kendilerinde bulunan özellikten dolayı biri diğerinin yanında bulununca cinsi duygu kabarır. Bu kabarmanın varlığı, aralarında cinsi ilişkiyi oluşturur. Durum böyle olmakla beraber kadın ve erkeğin bir arada bulunduğu; ticaret, cerrahi müdahale veya ders esnasında içgüdü kabarmayabilir. Fakat her halukarda bu ve benzeri durumlar her iki cins arasındaki cinsi arzuları tahrik etme kabiliyetine sahiptir. Ancak bu kabiliyetin bulunması tahrikin ve kabarmanın mutlak anlamda söz konusu olacağı anlamına gelmez. Erkek ve kadından birinin diğerine bakışı, insan neslinin bekasını sağlama temelinden, erkeklik ve dişilik temeline yani şehevi bakışa çevrildiği zaman tahrik gündeme gelebilir. Bunun için kadına, erkeğin nevi (cinsi) içgüdüsünü tahrik imkanı verilmeyeceği gibi, erkeğin de kadının şehevi arzularını tahrik edecek bir durumda bulundurulması caiz olmaz. Bu durum; kadın ile erkeğin birbirinden tam bir şekilde ayrı kalmalarına sebeptir. Fakat kadın ve erkekte mevcut olan nevi içgüdüde bu tahrik kabiliyetinin varlığından dolayı toplumsal hayatta, kadın ve erkeğin bir arada bulunmalarına ve yardımlaşmalarına engel olmak doğru değildir. Toplumsal hayatta erkekle kadının bir araya gelip birbirine yardım etmeleri gerekir. Çünkü, bu yardımlaşma toplum ve genel hayat için zaruri ve gereklidir. Ancak bu yardımlaşmanın, her ikisi arasındaki cinsi ilişkiyi düzenleyen bir sistemle olması lazımdır. Bu nizamla, kadın ile erkek arasındaki ilişki düzenlenir. Toplumsal hayatta kadın-erkek ilişkilerini düzenleyecek olan bu sistemin, insan neslinin bekasının sağlanması düşüncesinden fışkırması lazımdır. İşte ancak bu nizam ile umumi hayatta, kadın ile erkeğin bir araya gelmesi mümkün olabilir ve herhangi bir mahzur olmadan kadın ile erkek arasındaki yardımlaşma gerçekleşebilir.
Mutlu bir hayatı garanti eden, ahlaki değerleri gerçekleştiren hükümleriyle, temeli ruhi yön, ölçüsü şer'i hükümler olan tabii bir düzen ile erkek ve kadın arasındaki ilişkileri düzenleyen yegane nizam, İslâm'ın ictimai nizamıdır. Bu nizam; kadın olsun erkek olsun, duyguları, içgüdüleri, eğilimleri ve aklı ile insana insan olarak bakar. Dünyanın nimet ve lezzetlerinden yararlanmayı insana mübah kılar. Dünyanın nimetlerinden en büyük nasibini almasına karşı koymaz. Ancak bunu yaparken cemaatı ve toplumu korumayı dikkate alır. İnsanın saadetini gerçekleştirme yolunda gerekli adımları atma imkanını insana verir.
İslâm'dan başka ictimaî nizamların varlığı farazi olarak kabul edilse dahi, doğru olan tek nizam İslâm’daki ictimaî nizamdır. Çünkü bu nizam, beka içgüdüsünü insan türünün devamlılığını sağlayan, çok ince bir düzen içerisinde erkek ve kadın arasındaki erkeklik ve dişilik ilişkilerini düzenleyen bir içgüdü olarak ele alır. Bu içgüdünün kendi doğallığı içerisinde seyrini sınırlandırarak onu, Allah (c.c.)'ın kendisi için yarattığı hedefe ulaştırır. Kadın ile erkek arasındaki ilişkileri düzenlerken bunu; kadın ile erkek arasındaki yardımlaşmanın bir parçası olarak kabul eder. Bu yardımlaşmadan hem cemaat ve toplumun hem de ferdin hayrı tahakkuk eder, ahlaki değerlerin gerçekleşmesi sağlanır. Hayatta bu iki cins arasındaki ilişkileri beyan eden, takva ve temizlik hedefini gerçekleştiren, gayesi Allah (c.c.)'ın rızası olan en üstün bir yaşantıyı sağlar. Hayatın üslup ve metodları hangi durumda olursa olsun bu metod ile asla çelişmez.
İslâm; cinsi ilişkiyi, yani kadın-erkek arasındaki ilişkiyi evlenmek ve cariye edinmekle sınırlandırmıştır. Bu iki meşru yolun dışındaki ilişkileri suç saymış ve bu suçlara, cezaların en şiddetlisinin uygulanmasını gerekli görmüştür. Cinsi birleşmenin dışında kalan nevi içgüdüsünün tezahürlerinden olan babalık, annelik, evlat, kardeş, amca ve dayı ilişkileri gibi diğer ilişkileri bir rahmet olarak mübah bırakmıştır. İslâm; ticaret, ziraat, sanat, ilim öğrenimi, namaz, İslâm davetini yüklenme gibi görevleri yapmayı erkeğe mübah kıldığı gibi kadına da mübah kılmıştır.
 

tahsin33

New member
Katılım
31 Ara 2008
Mesajlar
1,374
Tepkime puanı
681
Puanları
0
İslâm, erkek ve kadına, hayatı ilgilendiren tüm işlerde birbirleri ile yardımlaşmalarını emretmiştir.
Bütün insanlar Allah'ın kullarıdır. Herkes; hayra koşmak, Allah'tan korkmak ve ibadet etmekle mükelleftir. Kadın ve erkek olduklarına bakmadan İslâm'a davette bütün insanlara hitab eden ayetler gelmiştir. Allahu Teâla şöyle buyurmaktadır:
"De ki: Ey insanlar! Ben, hepinize gönderilmiş Allah'ın elçisiyim."Araf 158
"Ey insanlar! Rabb'inizden korkun." Nisa 1
Aynı zamanda İslâm hükümleriyle amel etmeyi mü'minlere emreden birçok ayet gelmiştir. Şöyle ki:
"Ey iman edenler! Size hayat veren şeylere davet ettiğinde Allah'a ve Rasul'e icabet edin." Enfal 24
Birçok ayet kadın ve erkeğe şamil olmak üzere umumi olarak gelmiştir:
"Size oruç farz kılındı." Bakara 183
"Namazı ikame edin." Enam 72
"Onların mallarından al." Tevbe 103
"Sadakalar ancak fakirlere ve miskinlere aittir." Tevbe 60
"Altın ve gümüş biriktirenler." Tevbe 34
"Allah'a ve ahiret gününe iman etmeyenlerle savaşın." Tevbe 23
"Ey iman edenler! Eğer küfrü imana tercih etmişlerse babalarınızı ve kardeşlerinizi dostlar edinmeyin." Nur 30-31
Bunlar gibi daha birçok ayetler kadın ve erkeğe hitab etmek üzere umumi olarak varid olmuşlardır. Bu ayetlerin tatbiki halinde, kadın ile erkek arasında bir araya gelme mümkün olur. Hatta namaz gibi ferdi olarak edası mümkün olan hususlarda bile kadın ile erkeğin bir arada bulunması mübah kılınmıştır.
 

tahsin33

New member
Katılım
31 Ara 2008
Mesajlar
1,374
Tepkime puanı
681
Puanları
0
Ancak İslâm, durumu ihtiyatla ele alarak gayrı meşru cinsi ilişkilere götüren ve ona sebep olan her hareket ve davranışı yasaklamıştır.

Cinsi ilişki konusunda İslâm'ın koyduğu özel nizamın dışına çıkan her kadın ve erkeği şiddetli bir şekilde engellemiştir. Namuslu olmayı farz kılmış, ahlakı ve fazileti korumaya götüren her türlü vesileyi, üslup ve yolu kullanmayı vacib bir emir olarak kabul etmiştir. Çünkü, vacibin kendisiyle ancak tamamlandığı şey de vacibtir. Bunun için birçok muayyen şer'i hükümler getirmiştir. Bunların birkaç tanesini aşağıya alıyoruz:

1- Kadın ve erkeğin, gözlerini haramdan korumalarını emretmiştir. Nitekim Allahu Teâla şöyle buyurmuştur:
"Mümin olan erkeklere söyle; gözlerini haramdan sakınsınlar ve mahrem yerlerini korusunlar. Bu onlar için daha bir temizliktir. Şüphesiz Allah onların yaptıklarından haberdardır. Mümin kadınlara da söyle; gözlerini haramdan sakınsınlar, namuslarını muhafaza etsinler." Nur 31

2- Müslüman kadınlara, açılması mecburi olan yerleri hariç, ziynet yeri olan her yerini örtecek noksansız ve mükemmel bir giysi giymelerini emretmiştir. Ziynet yerlerini örtmek için elbiselerini ve örtülerini örtünmelerini emretmiştir. Nitekim Allah (c.c.) şöyle buyurmuştur:
"Kendiliğinden görünen kısım hariç, ziynetlerini açmasınlar. Başörtülerini de yakalarının üzerine salıversinler."
Ahzab 59
"Ey Nebi! Zevcelerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına de ki; baş örtülerini omuzlarının üzerlerine salıversinler."
Yani yüz ve el hariç, ziynet yerlerini açığa vurmasınlar. Ayette geçen başörtüsüdür. ise gömleğin yakasıdır. Yani gömleğin boyundan göğüse kadar olan kısmıdır. Müslüman kadınlar, başörtülerini boyun ve göğüslerine kadar salıversinler tabiri ise, elbiseyi en aşağıya kadar salıvermek anlamındadır.

3- Bir gün ve bir gecelik mesafesi olan bir beldeden diğer bir beldeye, beraberinde mahremi olmayan kadının yolculuğa çıkması yasaklanmıştır. Nitekim Rasul (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır:
"Allah'a ve ahiret gününe iman etmiş olan bir kadının, beraberinde mahremi olmadığı halde, bir gün ve bir gecelik mesafesi olan bir yolculuğa çıkması helal olmaz."
Buhari

4- Yanında mahremi bulunmadığı halde kadın ile erkeğin bir arada bulunmaları yasaklanmıştır. Peygamber (s.a.v.): "Yanında mahremi olmadığı halde bir erkek ile bir kadın halvette bulunmasın."
Müslim İbni Abbas'ın rivayetine göre Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Beraberinde herhangi bir mahremi olmadığı halde bir erkekle bir kadının yolculuğa çıkmaması ve halvet yapmamaları lazımdır" deyince bir adam ayağa kalktı ve: "Ya Rasulullah! Ben falan savaşta iken karım haccetmek için yolculuğa çıktı" demesi üzerine Peygamber (s.a.v.); "Git hanımınla beraber haccet." buyurmuştur.”
Müslim
 

tahsin33

New member
Katılım
31 Ara 2008
Mesajlar
1,374
Tepkime puanı
681
Puanları
0
5- Kocasının izni olmadan kadının evinden çıkması yasaklanır. Çünkü, kocanın kadın üzerinde birçok hakları vardır. İzni olmadan kadın kocasının evinden çıkamaz. İznini almadan çıkarsa asi olmuş olur ve kadının bu davranışı "naşize" yani geçimsiz kabul edilir. Nafaka hakkını kaybeder. Kadınlarla ilgili ahkamı belirtirken İbni Batta, Enes'ten şunu rivayet etmektedir:
"Bir adam yolculuğa çıktı ve karısının dışarı çıkmasını yasakladı. Bu esnada kadının babası hastalandı ve babasını ziyaret etmek için Rasulullah (s.a.v.)'dan izin istedi. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.): "Allah'tan kork ve kocana karşı gelme" diye buyurdu. Daha sonra kadının babası vefat etti ve babasının cenazesinde bulunmak için Allah'ın Rasülünden izin istedi. Allah'ın Rasülü yine: "Allah'tan kork ve kocana karşı gelme" dedi. Bunun üzerine Allah (c.c.) bu kadın hakkında Nebi (s.a.v.)'e şöyle vahyetti: Kocasına itaat ettiğinden dolayı ben o kadının günahını bağışladım." İbni batta

6- Özel hayatta, mescitlerde, okulda ve benzeri yerlerde İslâm; kadın cemaatın erkek cemaattan ayrılmasına azami derecede özen göstermiştir. Kadının kadınlar arasında yaşamasını, erkeğin de erkekler arasında yaşamasını; kadınlara ait safların erkeklere ait saflardan sonra olmasını, kadınlarla kadınların bir arada veya mahremleriyle bir arada olmalarını, alışveriş ve buna benzer umumi işleri yerine getirdikten hemen sonra hayatını kadınlarla veya mahremleriyle beraber yaşaması için özel hayatına dönmesini emretmiştir.

7- Muamelatta erkekle kadın arasındaki yardımlaşma ilişkisinin genel ilişki şeklinde olması, özellikle yabancı erkeklerle kadınlar arasında karşılıklı ziyaretlerin yapılmaması, erkek ve kadınların karışık olarak gezintiye çıkmaması konusunda İslâm özel bir titizlik göstermiştir. Buradaki yardımlaşmaktan maksat; kadının kendisine ait olan haklarını ve menfaatlarını elde etmesi ve yapması gerekli olan görevleri eda etmesidir.
İşte, bu hükümlerle İslâm; kadın erkek birlikteliklerinin cinsi birliktelik haline getirilmemesi için gereken önemi göstererek bu toplantıları çeşitli işlerin yerine getirildiği, menfaatların sağlandığı ve yardımlaşmaların yapıldığı toplantılar haline getirmiştir. Böylece İslâm; erkek olsun kadın olsun bir araya gelmeleri halinde fertlerin maslahatlarından kaynaklanan ilişkilere çözümler getirdiği gibi, kadınlarla erkeklerin birleşmelerinden kaynaklanan nafaka, evlilik, çoluk çoçuk ve bunun dışındaki problemlere de çözümler getirmekte ve cinsi ilişkilere dayalı toplanmaları ortadan kaldırmaktadır.
 

tahsin33

New member
Katılım
31 Ara 2008
Mesajlar
1,374
Tepkime puanı
681
Puanları
0
ÖZEL HAYAT


İnsan hayatı tabiatı gereği toplum, kabile, köy veya şehir gibi yerlerde yaşayan kimselerle birlikte genel bir hayat yaşanmasını gerektiriyor. Yine bu tabiat gereği evinde, ailesinin fertleri arasında özel bir hayat yaşamasını da gerektiriyor. İslâm; erkek olsun kadın olsun içinde bulundukları bu özel hayatta meydana gelen problemlere çözümler bulmak için muayyen hükümler getirmiştir. Getirdiği hükümlerin en belirgin olanı insana; evinde özel hayatı ile ilgili işlerde yalnızca kendi istediği şekilde harekette bulunmasını öngörmüş, izni olmadan başkasının evine girilmesini yasaklamıştır. Nitekim Cenabı Allah (c.c.) şöyle buyurmuştur:

"Ey iman edenler! Kendi evlerinizden başka evlere izin almadan, sahiplerine seslenip selam vermeden girmeyin. Bu, sizin için daha iyidir. Olur ki iyice düşünürsünüz."
Nur 27
Bu ayette Allah (c.c.) ev sahibinin izni olmadan evlere girmeyi yasaklamış, izin almamayı bir vahşet, izni de bir ünsiyet kabul etmiştir. Nitekim ayeti kerimede yer alan "ünsiyet temin edinceye kadar" lafzı izin istemekten kinayedir. Zira ünsiyet ancak izin istemekle sağlanır. Taberani'nin tahricine göre Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Ehlinin izni olmadan, gözünü bir eve diken kimse, o evi yok etmiş olur."Teberani Ebu Davud'un rivayetine göre: "Bir adam Peygamber (s.a.v.)'e; "Ben, anamın huzuruna girmek için de mi izin isteyeceğim?" dedi. Nebi (s.a.v.): "Evet" dedi. Adam; "Onun benden başka herhangi bir hizmetçisi yoktur, her girdiğimde izin isteyecek miyim?" dedi. Allah Rasulü: "Sen onu çıplak görmek ister misin" dedi. Adam: "Hayır" dedi. Allah Rasulü: "O halde izin iste." buyurdular.”ebu davut
Böylece İslâm; kim olursa olsun ev sahibinin izni olmadan başkasının evine girmeyi yasaklamıştır. Girilecek ev sahibinin müslüman olup olmaması durumu değiştirmez. Çünkü bu konudaki hitab her ne kadar Müslümanlara ise de bu hitap, eve girecek olanlar içindir. Evlerin kime ait olduğu hususu belirtilmediği için hitap mutlaktır, her çeşit eve şamildir. Bu nass, evlerin onurunu, şerefini ifadede, özel hayatın hususileştirilmesinde, özel hükümleri ifadede gayet açıktır. Bu hükümlerden olmak üzere herhangi bir eve girmek istendiği zaman izin istenen evde herhangi bir kimse bulunmazsa, kendisine izin verilinceye kadar eve giremez. Bir kimseye geri dön denilirse, geri dönmesi vacib olur. Böyle bir hitabı işittiğinde girmesi caiz olmaz
 
Üst Alt