seyfullah putkýran
New member
- Katılım
- 30 Eyl 2005
- Mesajlar
- 5,807
- Tepkime puanı
- 205
- Puanları
- 0
- Yaş
- 40
- Konum
- Ruhlar Aleminden
- Web sitesi
- www.tevhidyolu.net
TASAVVUF OLMADAN OLMAZ MI?
Bu hususu İmam-ı Rabbânî Hazretleri 'Mektubât' adlı eserinde şöyle açıklar:
"Tasavvuf yoluna girmek, İslâmiyet'in inanılacak şeylerine îmanı kuvvetlendirmek içindir. Böylece kişinin îmanı, düşünerek anlamak zorluğundan kurtularak, görmüş gibi sağlam ve vicdânî olur ve derin bir îman hâsıl olur. Meselâ, Allah-u Teâlâ'nın varlığına ve bir olduğuna önce düşünerek veya başkalarından görerek inanan bir insana, tasavvuf yolunda ilerlemek nasip olunca, düşünerek ve işiterek olan îmanı; şimdi bularak, anlayarak hâsıl olur. Îmanı olgunlaşır. İnanılacak şeylerin hepsine de, böyle îman hâsıl olur.
Tasavvuf yoluna girmenin ikinci faydası, fıkıhta bildirilen vazîfeleri yapmakta kolaylık elde etmek ve nefs-i emmâreden ileri gelen güçlükleri yok etmektir. Bu fakir, iyi anladı ki, tasavvuf, İslâmiyet'in yardımcısıdır. İslâmiyet'ten başka bir şey değildir. Böyle olduğunu, mektûblarımda, kitaplarımda açıkladım.
Bu iki faydaya kavuşmak için, tasavvuf yolları içinden, Ebû Bekr-i Sıddîk'ın yolunu seçmek iyi ve daha uygundur. Çünkü, bu yolun büyükleri sünnet-i seniyyeye yapışmışlar ve bid'atlerden sakınmışlardır."(2)
Tasavvuf, insan ile âlem arasındaki savaşın düğümünü çözme, insanı âlem içinde huzursuz eden derin sebepleri bulduktan sonra, onu bir iç muhasebe ve murakabe ile yavaş yavaş bu sebeplerden uzaklaştırma, ona kendi iç hakikatini buldurma yoludur.
Sufilere göre insan bir âlem-i sağîr'dir, mikro kozmostur, zübde-i âlemdir. Akıl, bizi gizli güçlerimizi gerçekleştirmeye yönlendirir, hayatın temel amacını belirlememize yardım eder. Ancak varoluşsal sorunumuzu tek başına çözemez. O nedenle insan gerçek benliğe ulaşmalı, İnsan-ı Kâmil olmalıdır.
Ahsen-i Takvîm (yaratılmışların en güzeli) ile Esfel-i Sâfilin (aşağıların en aşağısı) arasında gidip gelen insan, hem bir mükemmellik imgesi barındırır, hem de kopuşla birlikte başlayabilecek bir bozulmaya meyillidir.
İnsan, eğer varoluşsal problemini çözmek için, ebedi olanı arar ve kendini aşmak isterse bilincini kurgu, yalan ve idollerden; kalbini de hırs, kıskançlık ve öfkeden temizlemelidir ki Ahsen-i Takvîm'e ulaşabilsin.
Tasavvufta ruhsal gelişimin ilerleme aşamalarını temsil eden makamlar vardır. Her aşama kişiliğin daha mükemmel bir seviyeye dönüşmesine katkıda bulunur. İnsan gelişiminin yedi aşaması ve eşlik eden kişilik gelişim düzeyleri şu şekildedir:
Tevbe: Nefs-i Emmâre
Verâ: Nefs-i Levvâme
Zühd: Nefs-i Mülhime
Fakr: Nefs-i Mutmainne
Sabr: Nefs-i Râziyye
Tevekkül: Nefs-i Marziyye
Rızâ: Nefs-i Kâmile
"Allah'ı unuttuklarından dolayı Allah da onlara kendi nefislerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar, yoldan çıkan kimselerdir." âyet-i kerimesinden yola çıkarak nefsimizin hangi mertebede olduğunu daha iyi anlamak ve ona eşlik eden ruhsal aşamaları öğrenmek için bu yedi nefs makamını biraz açıklayalım.
7 NEFS ve 7 GELİŞİM DÜZEYİ
NEFS-İ EMMÂRE =TEVBE
"Ey Muhammed! Hevâ ve hevesini kendine ilâh edinen, Allah'ın kendi ilmi dâhilinde saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürleyip gözüne perde çektiği kimseyi görüyor musun? Şimdi onu Allah'tan başka kim hidâyete erdirebilir? Hala düşünmez misiniz?"
Mübalağa ve şiddetle kötülüğü emredici nefs anlamına gelen, Nefs-i Emmâre Cenâb-ı Hakk'ın Celâl sıfatı ile yaratılmıştır. Yukarıdaki âyette de çok açık bir şekilde gördüğünüz üzere Nefs-i Emmâre, kişiye kendi hevâ ve hevesini ilah ettiren, insanı dalâlete, inkara, isyana ve kötülüğe sürükleyen bu itibarla da en alt tabakada yer alan nefstir.
Modern psikolojinin yapısal kişilik kuramındaki "id" sistemi de aynen Nefs-i Emmâre gibi "Haz İlkesi" ile çalışır. Bu ilke ile hareket eden id, acıdan kaçınma ve haz duyabilme amacıyla iki süreçten yararlanır. Dürtülerine göre hareket eder. Dürtülerini ne engeller ne denetler ve ne de düzenler. Nasıl, nerede ve ne zaman istiyorsa o anda dürtülerini gerçekleştirir.
Bu aşamadaki nefs, küfür halindedir. İmandan yoksundur. Hikmet-i İlâhî'den, Nûr-u Sübhânî'den, Füyüzât-ı Muhammedî'den bir nebze bile nasibi yoktur. Sadece Allah'ın tevbe kapısını açıp hidayete erdirdikleri hariç. Tevbe, bir çıkış kapısıdır nefsin bu basamağından.
Cüneyd-i Bağdâdî'ye göre tevbenin üç anlamı vardır: 1. Suçluluk ve pişmanlık, 2. Alışkanlıklardan kurtulmak, 3. Kişinin kendisini haksızlık ve husumetten arındırması.
İmam-ı Gazâlî Hazretleri Kimya-ı Saadet'inin bir bölümünü tevbeye ayırır. Ona göre "İnsan, tutku ve dürtülerine mağlup olabileceği için eksiktir. İnsan ancak akıl ve iradesiyle tutkularına gem vurabilirse olgunlaşır."
Tevbe, geçmiş günahlar ya da psikoloji diliyle söylersek impulsif davranışlar ve yasaklanmış arzular için af dilemektir. Psikodinamik bakış açısından, tevbe bir kendini gözleme ve inceleme sürecidir ve kararlı bir pratik gerektirir. Kendini gözleme, inceleme ve dürtüleri gözden geçirme, etkin psikolojik terapinin önemli aşamalarıdır.
Bir de tevbe-i nasûh diye isimlendirilen bir tevbe vardır ki, bu tür tevbede kişi tekrar günaha meyledeceği zaman nasûh tevbesi onu korur. Bir insan işlemiş olduğu günahlara asla geri dönmemek üzere tevbe etmiş ve bu hususta Allah'tan da yardım dilemişse o kişi tevbe-i nasûh ile tövbe etmiş demektir. İşte asıl tevbe budur: Kişiyi tekrar günah işlemekten ve aynı hataya düşmekten koruyan tevbe ki biz buna "Tevbe-i Nasûh" yani "Kurtarıcı Tevbe" diyoruz.
Kur'an-ı Kerim'de "Tevbeten Nâsuha" diye geçen bu tevbede Allah-u Teâlâ: "Ey o bütün iman edenler! Allah'a öyle tevbe edin ki nasûh (samimi, gayet ciddi, tesirli, öğütçü) bir tevbe olsun. Umulur ki Rabbiniz sizin kabahatlerinizi keffaretle örter."
İbn Abbas (R.A)'a göre nasûh tevbe: "Kalp ile pişmanlık duymak, dil ile istiğfar (bağışlanmayı dilemek), beden ile günahlardan kopmak, içinden de bir daha aynı hataya dönmemeye karar vermektir."
NEFS-İ LEVVÂME =VERÂ
"Kendinize azık edinin. Şüphesiz ki azıkların en hayırlısı Allah korkusudur.
Ey akıl sahipleri! Benden korkun!"
Tasavvufun temeli umuttur. Verâ aşamasında, kişi umudu korkuyla birlikte yaşar. Havf ve recâ arasında salınır. Umut insanı geleceğe hazırlar, arzulara takılıp kalmak ise kişilik gelişimini ketleyebilir ve ciddi psikolojik huzursuzluklara yol açabilir. Hakikat yolundaki en büyük engel kibirdir. Kibir ve gurur; husumet, önyargı ve uyumsuzluğu besler.
İnsan gelişiminin ikinci aşaması olan verâ'ya eşlik eden nefs; kendini kınayan nefs anlamına gelen, Nefs�i Levvâme'dir. Tasavvufta insanları hayvanlardan ayıran yalnızca akıl ve zekası değildir; kendini kınayan Nefsi Levvâme de insanları hayvanlardan ayıran bir özellik olarak görülür.
Psikanalizdeki süper ego kavramıyla, kendini kınayan nefs arasında kimi benzerlikler vardır. Süper ego kişinin ahlâkî, dinî ve vicdânî değerleriyle ilgilenen parçasıdır. Süper egonun pek çok işlevi bilinçdışıdır. Psikanalizin yapısal kişilik kuramının en son gelişen sistemidir ve gerçekten çok ideali, hoşlanmadan çok kusursuzluğu temsil eder. İdden gelen dürtüleri bastırır. Egoyu gerçekçi amaçlar yerine ahlâkî amaçlara yönlendirmeye çalışır.
Tasavvuftaki kendini kınayan nefs ve ego psikolojisindeki ego ideali; hayvanî arzuları, bencil eğilimleri, narsistik gururu, yalancı umudu ve kendini kandırmayı dizginlemek için gereklidir.
Tasavvufta verâ ile çok meşgul olma ve riyâzet; ego psikolojisindeki suçluluk duygusu ve utançla aşırı uğraş, insan gelişimini sınırlar ve bir dizi psikopatolojik durumun ortaya çıkmasını kolaylaştırır.
Sûfîler, kendilerini korkuya teslim etmemeleri gerektiğinin farkındadırlar. Onlara göre yoğun korku; fobiler, ketlenmeler, korkaklık, atâlet, kararsızlık, zihin ve ruhun felce uğraması gibi bir çok duruma geçit verir. O nedenle tasavvufta korkuyla doğrudan yüzleşilir ve devamlı korku ile ümit arasında, havf ve recâ halinde olunur.
NEFS-İ MÜLHİME=ZÜHD
"Mal toplayıp onu tekrar tekrar sayanların vay haline!"
Zühd, dünyadaki şeyleri özlemekten ve arzulamaktan vazgeçme halidir. Cüneyd-i Bağdâdî Hazretleri'ne göre zühd: "Elin dünya malından, kalbin tamahkârlıktan âzad olmasıdır."(11) Maddî ve maddî ihtiyaçları yüceltmek şöyle dursun; zerre miktarı hatırlanması, düşünülmesi dahi yoktur bu makamda.
Zühd makâmı, batılı psikoterapilerde olgunluk ve kişilik bütünleşmesi evrelerine karşılık gelir. Bu evrede, kişi kendisine, hayatına ve başkalarına biraz uzaktan bakmayı dener.
Karen Horney'e göre olgunluk, yanılsamalardan derece derece kurtuluştur.
Erikson'un insan gelişimi kuramında ise olgunluk, en üst basamağı oluşturur. Bu aşamada ego bütünlüğü gelişir, benlik kendi içinde bir düzen ve anlam bulur. Erikson bu dönemin bilgelik ile bezendiğini söyler. Bu bilgelik, yaşantılara bir bütün olarak bakabilmektir.
Zühd makâmına eşlik eden nefs; ilham edilmiş nefs anlamına gelen, Nefs-i Mülhime'dir. İdris Şah'ın deyimiyle: "İlham edilmiş nefs, gerçek zihinsel bütünleşmenin başlangıcıdır. Orada zihin eski verimsiz hâlinin aksine; daha yüksek bir seviyede işlemeye muktedir olur."
Zühd; alışkanlıklar, savunmacı tavırlar ve yanıltıcı düşünmeler üzerinde bir kazı çalışmasıdır. Kişi, bu kazıyla bilinçdışının set vurulmamış enerjilerine ulaşır. Bu enerjilerin yaşanması ve ifade edilmesi ancak Nefs-i Mülhime ile hayata geçirilir.
Erich Fromm, modern insanın olmak ile sahip olmak arasında bir temel tercih noktasında bulunduğunu söylediği yapıtında şöyle yazar: "Tüketim, günümüz aşırı üretim toplumunun belki de en önemli sahip olma biçimidir. Tüketilen şeyin geri alınması imkansız olduğu için, bu durum korku duygusunu azaltmaya yarar. Ama her tüketilen şey, tüketildiği andan itibaren ve tüketiciyi tatmin edemez hale geldiği için de, insanlar yeniden ve daha fazla tüketime yönelmek zorunda kalmaktadırlar."(12)
Psikanaliz, batılı psikoterapiler ve bir dizi batılı psikoloji, olgunluğun ötesinde herhangi bir gelişim evresini düşünmezler. İnsan gelişiminin mânevî, evrensel ve aşkın evrelerini keşfetmeyi arzulamazlar. Oysa tasavvufta gelişim yeni başlamaktadır. Kişi fakr, sabır, tevekkül ve rızâ olmak üzere dört gelişim basamağından daha geçerek İnsan-ı Kâmil mertebesine ulaşacaktır.
NEFS-İ MUTMAİNNE=FAKR
"Ey mutmain olan, itaat edip huzura eren nefs! Hem hoşnut edici hem de hoşnut edilmiş olarak dön Rabbine! Gir kullarımın arasına. Gir cennetime!"
Fakr, yoksulluk; arzu ve isteklerden kurtuluş demektir. Tasavvuf ehli genellikle kendilerine "fakir" derler. Bu makama eşlik eden nefs; Nefs-i Mutmainne'dir.
Nefs-i Mutmainne'ye ulaşmak içsel çatışmalardan, dünyevî bağlanmalardan ve sahip olma eğilimlerinden kurtulmak, hayatın ve varoluşun görünmez ritmine yaklaşmak demektir.
Kişi bu dünyadan el-etek çekmeden ondan özgürleşebilmeyi başarabildiği anda Nefs-i Mutmainne'ye ulaşabilir. Gerçek yoksulluk ve fakr hâlinin göstergesi, kişinin iç dünyasında maddî nesneleri algılama biçimidir. Daha fazla edinme arzusuna, mevki kaygısına köle olmadığı sürece kişi fakirdir, erdemlidir. Tasavvuf büyüklerinden Süleyman Hilmi Tunahan (K.S) Efendi Hazretleri, bu hâli Hazreti Ebubekir (R.A) edâsıyla anlatır: "Biz parayı kalbimizde değil; cebimizde taşırız."
Nefs-i Mutmainne sahibi, sürekli kulluğunun bilincindedir. Neşe ve sürûr günlerinde azgınlaşmadığı gibi; güçlük ve zorluk sırasında Allah'ın kaza ve kaderine de baş kaldırmaz. Kulluğunu eşit bir biçimde sürdürür.
Görevlerini yerine getirmeye gelince, namazlarını ilk vaktinde kılar. Haramlardan, Allah'ın yasak ettiği her şeyden kaçar. Kulluğunun bilincindedir. İster darlıkta, ister genişlikte, ister nimet verilsin, ister sıkıntıya uğratılsın fark etmez. O sürekli kulluğunu yerine getirir.
NEFS-İ RÂZİYYE=SABIR
"Asra yemin olsun ki, insan mutlaka ziyandadır. Ancak iman edenler, salih amel (iyi işler) işleyenler, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler bunun dışındadır."
Dayanma, tahammül, katlanış anlamlarına gelen sabra eşlik eden nefs; Nefs-i Râziyye'dir. Sabır bir yönüyle bilişsel, duygulanımsal ve bilinçdışı düzeylerde yaşanılan bir psikolojik süreçtir. Bir yanıyla da psikolojik süreçleri aşan mânevî bir hâldir.
İçsel sabır yaşantısı üzerinde durarak dürtüsel/agresif güdülerin yıkıcı güçlerini dizginlemek isteyen tasavvuf ehli, kişinin iç huzur ve ahengini arttırır.
Sessizlik, sabrın davranışa yansıyan tarafıdır. İçsel sessizlik yaşantısı daha fazla kişilik bütünleşmesi sağlayan güçlü bir psikolojik kuvvettir.
Tasavvufta sabır inancın özüdür.
NEFS-İ KÂMİL= RIZÂ
"Ben âlemlerin Rabbine teslim oldum."
İnsan gelişiminin son ve yedinci makamı Rızâ'dır. Tasavvufta rızâ, derin bir içsel tatmin, kanaat ve gönül hoşnutluğuna işaret eder. Bu aşamaya eşlik eden nefs; arınmış ve kemâle ermiş olan Nefs-i Kâmile'dir. Bu makama ulaşabilen kişinin artık kaybedeceği bir şey yoktur. Hiçbir kayıptan ıstırap duymaz. Hiçbir şeye sahip olmakla zenginleşmez. Hiçbir şeyi yitirmekle yoksullaşmaz. Her iki durum arasında onun için fark yoktur.
Rızâ hâli, Aziz Mahmud Hüdâî Hazretleri'ne: "Kahrın da hoş; lütfun da hoş" dedirten mertebedir. Rızâ'ya ulaşan, kâinatta ikilik, çelişki, kötü, çirkin, acı, gam görmez. Allah'ın irade ve yazgısına mutlak bir teslimiyet vardır. Rızâ benlikten kurtulmanın en yüksek biçimidir.
Derin bir içsel tatmin, adanmış bir aşk, diğerlerine karşı empati, samimiyet ve insanlığa sürekli hizmet rızânın neticelerindendir. Rızâ, hayatın olduğu gibi kabul edilmesidir. Ne geçmiş ne gelecek, ânın yaşanmasıdır.
Nefs-i Kâmil mertebesindeki kişi, nefsin diğer alt basamaklarının tamamını yaşayarak zirveye ulaşır ve Kâmil insan olur.
Bu hususu İmam-ı Rabbânî Hazretleri 'Mektubât' adlı eserinde şöyle açıklar:
"Tasavvuf yoluna girmek, İslâmiyet'in inanılacak şeylerine îmanı kuvvetlendirmek içindir. Böylece kişinin îmanı, düşünerek anlamak zorluğundan kurtularak, görmüş gibi sağlam ve vicdânî olur ve derin bir îman hâsıl olur. Meselâ, Allah-u Teâlâ'nın varlığına ve bir olduğuna önce düşünerek veya başkalarından görerek inanan bir insana, tasavvuf yolunda ilerlemek nasip olunca, düşünerek ve işiterek olan îmanı; şimdi bularak, anlayarak hâsıl olur. Îmanı olgunlaşır. İnanılacak şeylerin hepsine de, böyle îman hâsıl olur.
Tasavvuf yoluna girmenin ikinci faydası, fıkıhta bildirilen vazîfeleri yapmakta kolaylık elde etmek ve nefs-i emmâreden ileri gelen güçlükleri yok etmektir. Bu fakir, iyi anladı ki, tasavvuf, İslâmiyet'in yardımcısıdır. İslâmiyet'ten başka bir şey değildir. Böyle olduğunu, mektûblarımda, kitaplarımda açıkladım.
Bu iki faydaya kavuşmak için, tasavvuf yolları içinden, Ebû Bekr-i Sıddîk'ın yolunu seçmek iyi ve daha uygundur. Çünkü, bu yolun büyükleri sünnet-i seniyyeye yapışmışlar ve bid'atlerden sakınmışlardır."(2)
Tasavvuf, insan ile âlem arasındaki savaşın düğümünü çözme, insanı âlem içinde huzursuz eden derin sebepleri bulduktan sonra, onu bir iç muhasebe ve murakabe ile yavaş yavaş bu sebeplerden uzaklaştırma, ona kendi iç hakikatini buldurma yoludur.
Sufilere göre insan bir âlem-i sağîr'dir, mikro kozmostur, zübde-i âlemdir. Akıl, bizi gizli güçlerimizi gerçekleştirmeye yönlendirir, hayatın temel amacını belirlememize yardım eder. Ancak varoluşsal sorunumuzu tek başına çözemez. O nedenle insan gerçek benliğe ulaşmalı, İnsan-ı Kâmil olmalıdır.
Ahsen-i Takvîm (yaratılmışların en güzeli) ile Esfel-i Sâfilin (aşağıların en aşağısı) arasında gidip gelen insan, hem bir mükemmellik imgesi barındırır, hem de kopuşla birlikte başlayabilecek bir bozulmaya meyillidir.
İnsan, eğer varoluşsal problemini çözmek için, ebedi olanı arar ve kendini aşmak isterse bilincini kurgu, yalan ve idollerden; kalbini de hırs, kıskançlık ve öfkeden temizlemelidir ki Ahsen-i Takvîm'e ulaşabilsin.
Tasavvufta ruhsal gelişimin ilerleme aşamalarını temsil eden makamlar vardır. Her aşama kişiliğin daha mükemmel bir seviyeye dönüşmesine katkıda bulunur. İnsan gelişiminin yedi aşaması ve eşlik eden kişilik gelişim düzeyleri şu şekildedir:
Tevbe: Nefs-i Emmâre
Verâ: Nefs-i Levvâme
Zühd: Nefs-i Mülhime
Fakr: Nefs-i Mutmainne
Sabr: Nefs-i Râziyye
Tevekkül: Nefs-i Marziyye
Rızâ: Nefs-i Kâmile
"Allah'ı unuttuklarından dolayı Allah da onlara kendi nefislerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar, yoldan çıkan kimselerdir." âyet-i kerimesinden yola çıkarak nefsimizin hangi mertebede olduğunu daha iyi anlamak ve ona eşlik eden ruhsal aşamaları öğrenmek için bu yedi nefs makamını biraz açıklayalım.
7 NEFS ve 7 GELİŞİM DÜZEYİ
NEFS-İ EMMÂRE =TEVBE
"Ey Muhammed! Hevâ ve hevesini kendine ilâh edinen, Allah'ın kendi ilmi dâhilinde saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürleyip gözüne perde çektiği kimseyi görüyor musun? Şimdi onu Allah'tan başka kim hidâyete erdirebilir? Hala düşünmez misiniz?"
Mübalağa ve şiddetle kötülüğü emredici nefs anlamına gelen, Nefs-i Emmâre Cenâb-ı Hakk'ın Celâl sıfatı ile yaratılmıştır. Yukarıdaki âyette de çok açık bir şekilde gördüğünüz üzere Nefs-i Emmâre, kişiye kendi hevâ ve hevesini ilah ettiren, insanı dalâlete, inkara, isyana ve kötülüğe sürükleyen bu itibarla da en alt tabakada yer alan nefstir.
Modern psikolojinin yapısal kişilik kuramındaki "id" sistemi de aynen Nefs-i Emmâre gibi "Haz İlkesi" ile çalışır. Bu ilke ile hareket eden id, acıdan kaçınma ve haz duyabilme amacıyla iki süreçten yararlanır. Dürtülerine göre hareket eder. Dürtülerini ne engeller ne denetler ve ne de düzenler. Nasıl, nerede ve ne zaman istiyorsa o anda dürtülerini gerçekleştirir.
Bu aşamadaki nefs, küfür halindedir. İmandan yoksundur. Hikmet-i İlâhî'den, Nûr-u Sübhânî'den, Füyüzât-ı Muhammedî'den bir nebze bile nasibi yoktur. Sadece Allah'ın tevbe kapısını açıp hidayete erdirdikleri hariç. Tevbe, bir çıkış kapısıdır nefsin bu basamağından.
Cüneyd-i Bağdâdî'ye göre tevbenin üç anlamı vardır: 1. Suçluluk ve pişmanlık, 2. Alışkanlıklardan kurtulmak, 3. Kişinin kendisini haksızlık ve husumetten arındırması.
İmam-ı Gazâlî Hazretleri Kimya-ı Saadet'inin bir bölümünü tevbeye ayırır. Ona göre "İnsan, tutku ve dürtülerine mağlup olabileceği için eksiktir. İnsan ancak akıl ve iradesiyle tutkularına gem vurabilirse olgunlaşır."
Tevbe, geçmiş günahlar ya da psikoloji diliyle söylersek impulsif davranışlar ve yasaklanmış arzular için af dilemektir. Psikodinamik bakış açısından, tevbe bir kendini gözleme ve inceleme sürecidir ve kararlı bir pratik gerektirir. Kendini gözleme, inceleme ve dürtüleri gözden geçirme, etkin psikolojik terapinin önemli aşamalarıdır.
Bir de tevbe-i nasûh diye isimlendirilen bir tevbe vardır ki, bu tür tevbede kişi tekrar günaha meyledeceği zaman nasûh tevbesi onu korur. Bir insan işlemiş olduğu günahlara asla geri dönmemek üzere tevbe etmiş ve bu hususta Allah'tan da yardım dilemişse o kişi tevbe-i nasûh ile tövbe etmiş demektir. İşte asıl tevbe budur: Kişiyi tekrar günah işlemekten ve aynı hataya düşmekten koruyan tevbe ki biz buna "Tevbe-i Nasûh" yani "Kurtarıcı Tevbe" diyoruz.
Kur'an-ı Kerim'de "Tevbeten Nâsuha" diye geçen bu tevbede Allah-u Teâlâ: "Ey o bütün iman edenler! Allah'a öyle tevbe edin ki nasûh (samimi, gayet ciddi, tesirli, öğütçü) bir tevbe olsun. Umulur ki Rabbiniz sizin kabahatlerinizi keffaretle örter."
İbn Abbas (R.A)'a göre nasûh tevbe: "Kalp ile pişmanlık duymak, dil ile istiğfar (bağışlanmayı dilemek), beden ile günahlardan kopmak, içinden de bir daha aynı hataya dönmemeye karar vermektir."
NEFS-İ LEVVÂME =VERÂ
"Kendinize azık edinin. Şüphesiz ki azıkların en hayırlısı Allah korkusudur.
Ey akıl sahipleri! Benden korkun!"
Tasavvufun temeli umuttur. Verâ aşamasında, kişi umudu korkuyla birlikte yaşar. Havf ve recâ arasında salınır. Umut insanı geleceğe hazırlar, arzulara takılıp kalmak ise kişilik gelişimini ketleyebilir ve ciddi psikolojik huzursuzluklara yol açabilir. Hakikat yolundaki en büyük engel kibirdir. Kibir ve gurur; husumet, önyargı ve uyumsuzluğu besler.
İnsan gelişiminin ikinci aşaması olan verâ'ya eşlik eden nefs; kendini kınayan nefs anlamına gelen, Nefs�i Levvâme'dir. Tasavvufta insanları hayvanlardan ayıran yalnızca akıl ve zekası değildir; kendini kınayan Nefsi Levvâme de insanları hayvanlardan ayıran bir özellik olarak görülür.
Psikanalizdeki süper ego kavramıyla, kendini kınayan nefs arasında kimi benzerlikler vardır. Süper ego kişinin ahlâkî, dinî ve vicdânî değerleriyle ilgilenen parçasıdır. Süper egonun pek çok işlevi bilinçdışıdır. Psikanalizin yapısal kişilik kuramının en son gelişen sistemidir ve gerçekten çok ideali, hoşlanmadan çok kusursuzluğu temsil eder. İdden gelen dürtüleri bastırır. Egoyu gerçekçi amaçlar yerine ahlâkî amaçlara yönlendirmeye çalışır.
Tasavvuftaki kendini kınayan nefs ve ego psikolojisindeki ego ideali; hayvanî arzuları, bencil eğilimleri, narsistik gururu, yalancı umudu ve kendini kandırmayı dizginlemek için gereklidir.
Tasavvufta verâ ile çok meşgul olma ve riyâzet; ego psikolojisindeki suçluluk duygusu ve utançla aşırı uğraş, insan gelişimini sınırlar ve bir dizi psikopatolojik durumun ortaya çıkmasını kolaylaştırır.
Sûfîler, kendilerini korkuya teslim etmemeleri gerektiğinin farkındadırlar. Onlara göre yoğun korku; fobiler, ketlenmeler, korkaklık, atâlet, kararsızlık, zihin ve ruhun felce uğraması gibi bir çok duruma geçit verir. O nedenle tasavvufta korkuyla doğrudan yüzleşilir ve devamlı korku ile ümit arasında, havf ve recâ halinde olunur.
NEFS-İ MÜLHİME=ZÜHD
"Mal toplayıp onu tekrar tekrar sayanların vay haline!"
Zühd, dünyadaki şeyleri özlemekten ve arzulamaktan vazgeçme halidir. Cüneyd-i Bağdâdî Hazretleri'ne göre zühd: "Elin dünya malından, kalbin tamahkârlıktan âzad olmasıdır."(11) Maddî ve maddî ihtiyaçları yüceltmek şöyle dursun; zerre miktarı hatırlanması, düşünülmesi dahi yoktur bu makamda.
Zühd makâmı, batılı psikoterapilerde olgunluk ve kişilik bütünleşmesi evrelerine karşılık gelir. Bu evrede, kişi kendisine, hayatına ve başkalarına biraz uzaktan bakmayı dener.
Karen Horney'e göre olgunluk, yanılsamalardan derece derece kurtuluştur.
Erikson'un insan gelişimi kuramında ise olgunluk, en üst basamağı oluşturur. Bu aşamada ego bütünlüğü gelişir, benlik kendi içinde bir düzen ve anlam bulur. Erikson bu dönemin bilgelik ile bezendiğini söyler. Bu bilgelik, yaşantılara bir bütün olarak bakabilmektir.
Zühd makâmına eşlik eden nefs; ilham edilmiş nefs anlamına gelen, Nefs-i Mülhime'dir. İdris Şah'ın deyimiyle: "İlham edilmiş nefs, gerçek zihinsel bütünleşmenin başlangıcıdır. Orada zihin eski verimsiz hâlinin aksine; daha yüksek bir seviyede işlemeye muktedir olur."
Zühd; alışkanlıklar, savunmacı tavırlar ve yanıltıcı düşünmeler üzerinde bir kazı çalışmasıdır. Kişi, bu kazıyla bilinçdışının set vurulmamış enerjilerine ulaşır. Bu enerjilerin yaşanması ve ifade edilmesi ancak Nefs-i Mülhime ile hayata geçirilir.
Erich Fromm, modern insanın olmak ile sahip olmak arasında bir temel tercih noktasında bulunduğunu söylediği yapıtında şöyle yazar: "Tüketim, günümüz aşırı üretim toplumunun belki de en önemli sahip olma biçimidir. Tüketilen şeyin geri alınması imkansız olduğu için, bu durum korku duygusunu azaltmaya yarar. Ama her tüketilen şey, tüketildiği andan itibaren ve tüketiciyi tatmin edemez hale geldiği için de, insanlar yeniden ve daha fazla tüketime yönelmek zorunda kalmaktadırlar."(12)
Psikanaliz, batılı psikoterapiler ve bir dizi batılı psikoloji, olgunluğun ötesinde herhangi bir gelişim evresini düşünmezler. İnsan gelişiminin mânevî, evrensel ve aşkın evrelerini keşfetmeyi arzulamazlar. Oysa tasavvufta gelişim yeni başlamaktadır. Kişi fakr, sabır, tevekkül ve rızâ olmak üzere dört gelişim basamağından daha geçerek İnsan-ı Kâmil mertebesine ulaşacaktır.
NEFS-İ MUTMAİNNE=FAKR
"Ey mutmain olan, itaat edip huzura eren nefs! Hem hoşnut edici hem de hoşnut edilmiş olarak dön Rabbine! Gir kullarımın arasına. Gir cennetime!"
Fakr, yoksulluk; arzu ve isteklerden kurtuluş demektir. Tasavvuf ehli genellikle kendilerine "fakir" derler. Bu makama eşlik eden nefs; Nefs-i Mutmainne'dir.
Nefs-i Mutmainne'ye ulaşmak içsel çatışmalardan, dünyevî bağlanmalardan ve sahip olma eğilimlerinden kurtulmak, hayatın ve varoluşun görünmez ritmine yaklaşmak demektir.
Kişi bu dünyadan el-etek çekmeden ondan özgürleşebilmeyi başarabildiği anda Nefs-i Mutmainne'ye ulaşabilir. Gerçek yoksulluk ve fakr hâlinin göstergesi, kişinin iç dünyasında maddî nesneleri algılama biçimidir. Daha fazla edinme arzusuna, mevki kaygısına köle olmadığı sürece kişi fakirdir, erdemlidir. Tasavvuf büyüklerinden Süleyman Hilmi Tunahan (K.S) Efendi Hazretleri, bu hâli Hazreti Ebubekir (R.A) edâsıyla anlatır: "Biz parayı kalbimizde değil; cebimizde taşırız."
Nefs-i Mutmainne sahibi, sürekli kulluğunun bilincindedir. Neşe ve sürûr günlerinde azgınlaşmadığı gibi; güçlük ve zorluk sırasında Allah'ın kaza ve kaderine de baş kaldırmaz. Kulluğunu eşit bir biçimde sürdürür.
Görevlerini yerine getirmeye gelince, namazlarını ilk vaktinde kılar. Haramlardan, Allah'ın yasak ettiği her şeyden kaçar. Kulluğunun bilincindedir. İster darlıkta, ister genişlikte, ister nimet verilsin, ister sıkıntıya uğratılsın fark etmez. O sürekli kulluğunu yerine getirir.
NEFS-İ RÂZİYYE=SABIR
"Asra yemin olsun ki, insan mutlaka ziyandadır. Ancak iman edenler, salih amel (iyi işler) işleyenler, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler bunun dışındadır."
Dayanma, tahammül, katlanış anlamlarına gelen sabra eşlik eden nefs; Nefs-i Râziyye'dir. Sabır bir yönüyle bilişsel, duygulanımsal ve bilinçdışı düzeylerde yaşanılan bir psikolojik süreçtir. Bir yanıyla da psikolojik süreçleri aşan mânevî bir hâldir.
İçsel sabır yaşantısı üzerinde durarak dürtüsel/agresif güdülerin yıkıcı güçlerini dizginlemek isteyen tasavvuf ehli, kişinin iç huzur ve ahengini arttırır.
Sessizlik, sabrın davranışa yansıyan tarafıdır. İçsel sessizlik yaşantısı daha fazla kişilik bütünleşmesi sağlayan güçlü bir psikolojik kuvvettir.
Tasavvufta sabır inancın özüdür.
NEFS-İ KÂMİL= RIZÂ
"Ben âlemlerin Rabbine teslim oldum."
İnsan gelişiminin son ve yedinci makamı Rızâ'dır. Tasavvufta rızâ, derin bir içsel tatmin, kanaat ve gönül hoşnutluğuna işaret eder. Bu aşamaya eşlik eden nefs; arınmış ve kemâle ermiş olan Nefs-i Kâmile'dir. Bu makama ulaşabilen kişinin artık kaybedeceği bir şey yoktur. Hiçbir kayıptan ıstırap duymaz. Hiçbir şeye sahip olmakla zenginleşmez. Hiçbir şeyi yitirmekle yoksullaşmaz. Her iki durum arasında onun için fark yoktur.
Rızâ hâli, Aziz Mahmud Hüdâî Hazretleri'ne: "Kahrın da hoş; lütfun da hoş" dedirten mertebedir. Rızâ'ya ulaşan, kâinatta ikilik, çelişki, kötü, çirkin, acı, gam görmez. Allah'ın irade ve yazgısına mutlak bir teslimiyet vardır. Rızâ benlikten kurtulmanın en yüksek biçimidir.
Derin bir içsel tatmin, adanmış bir aşk, diğerlerine karşı empati, samimiyet ve insanlığa sürekli hizmet rızânın neticelerindendir. Rızâ, hayatın olduğu gibi kabul edilmesidir. Ne geçmiş ne gelecek, ânın yaşanmasıdır.
Nefs-i Kâmil mertebesindeki kişi, nefsin diğer alt basamaklarının tamamını yaşayarak zirveye ulaşır ve Kâmil insan olur.