Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Siz neredesiniz?

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Hayatı yaşamanın en mülayim yolu devlete veya cemaalere yaslanmak oldu artık. Hayata kendi yüreğimizle baktığımızda, Üstad Necip Fazıl'ın şiirinde ki "parya" lar geliyor insanın aklına. Devlet ve cemaat zırhı öyle kavi bir dayanak halini almış ki, bunlara ‘’zavallıca’ tutunmaya çalışmaktan başka yol görünmüyor gibi. Devlete veya cemaate dayanmadan kendi kendinize yaşayabilme şansı neredeyse kalmamış. Ya da bir "holding" şemsiyesinin altına girebilirseniz belki... Zenaat bitmiş, mahsul para etmiyor, toprak para etmiyor, marabalık dahi para etmiyor artık ve şehir de devlet veya cemaatteen başka tutunacak dal yok. Hele son zamanlar da iş iyice vahim hale gelmiş. Cemaat buyuruyor, devlet yazıyor, devlet yazıyor, cemaat buyuruyor. Bunların dışındakilere yaşama şansı pek az...

Korkularımız bizi öylesine yıldırmış ki, doğrulara dönüp bakabilme yüreğimiz dahi yok.Bir lokma ekmek için bunca uşak oluşumuza da değiyor mu acaba? Ve insan tüm bu manzaralar karşısında bir an imanını kenara koysa sormak zorunda kalıyor kendi kendine, bu ülkede çalmadan doymak ya da yalakalık yapmadan insan gibi yaşamak mümkün değil mi acaba?

Devletin ve cemaatin işareti ile dost düşmen tanımak zor bir meslek. Oysa cemaat ve devletin dışında bir yerde durmak, hayata onların bakmadığı bir yerden bakmak mümkün olamaz mı? Üstelik cemaat ve devleti bu güne getirenler sizseniz... Hayatımızda onlar çoğaldıkça biz azalıyoruz. Sonuçta ortaya kendi hayatının sahibi olamayan ezilmiş aşağılanmış "paryalar" olup çıkıyoruz. Oysa herkesin konuşmaya, kendisini anlatmaya, hak aramaya şiddetle ihtiyacı var.


Konuşabilmenin üç hali vardır. Susmak, fısıltıyla konuşmak, bağıra bağıra konuşmak…

Susmak sükut ikrardandır kuralınca var olan dengelerin muhafazası için ‘"ben memnunum’’ demek olur. Fısıltıyla konuşmaksa kaypak, iki yüzlü kendi gerçek yüzünü saklayan bir konuşma biçimidir. Bağırarak konuşmak genellikle mahallenin delisinin işidir ki çoğu zaman insanlar kendi söyleyemediklerini mahallenin delisine söyletir. Bu üç çeşit konuşmanın hangisini tercih edeceğimize yine kendimiz karara vereceğiz. Orta yerde söylenmesi gereken bir şey varsa bunu birisi mutlaka söylemeli. Ancak devlet ve cemaat kıskacı bu değişik ifade tarzlarını yeri ve zamanında söylemeye maalesef fırsat vermiyor. Kuyularda bile olsa insan bağıra bağıra konuşmak istiyor. Sesiniz yankı buluyorsa bu insanı heyecanlandırıyor. Oysa devlet ve cemaat bu sese her seferinde zincir vuruyor. Devlet ve cemaatle ilişki kurdukça hiç tanımadığınız insanları sevmek ve hiç tanımadığınız insanlardan nefret etmek mecburiyetinde kalıyoruz.

Bu yeni bir dönem olsa gerek. Ne kadar ve nereye kadar süreceğini kestirmek zor. Ama bilgili, bilinçli toplum olabildiğimiz kadar kısa, olamadığımız kadar uzun görünüyor bu zaman...
 

Turac_80

New member
Katılım
15 Ara 2009
Mesajlar
172
Tepkime puanı
73
Puanları
0
Hayatı yaşamanın en mülayim yolu devlete veya cemaalere yaslanmak oldu artık. Hayata kendi yüreğimizle baktığımızda, Üstad Necip Fazıl'ın şiirinde ki "parya" lar geliyor insanın aklına. Devlet ve cemaat zırhı öyle kavi bir dayanak halini almış ki, bunlara ‘’zavallıca’ tutunmaya çalışmaktan başka yol görünmüyor gibi. Devlete veya cemaate dayanmadan kendi kendinize yaşayabilme şansı neredeyse kalmamış. Ya da bir "holding" şemsiyesinin altına girebilirseniz belki... Zenaat bitmiş, mahsul para etmiyor, toprak para etmiyor, marabalık dahi para etmiyor artık ve şehir de devlet veya cemaatteen başka tutunacak dal yok. Hele son zamanlar da iş iyice vahim hale gelmiş. Cemaat buyuruyor, devlet yazıyor, devlet yazıyor, cemaat buyuruyor. Bunların dışındakilere yaşama şansı pek az...

Korkularımız bizi öylesine yıldırmış ki, doğrulara dönüp bakabilme yüreğimiz dahi yok.Bir lokma ekmek için bunca uşak oluşumuza da değiyor mu acaba? Ve insan tüm bu manzaralar karşısında bir an imanını kenara koysa sormak zorunda kalıyor kendi kendine, bu ülkede çalmadan doymak ya da yalakalık yapmadan insan gibi yaşamak mümkün değil mi acaba?

Devletin ve cemaatin işareti ile dost düşmen tanımak zor bir meslek. Oysa cemaat ve devletin dışında bir yerde durmak, hayata onların bakmadığı bir yerden bakmak mümkün olamaz mı? Üstelik cemaat ve devleti bu güne getirenler sizseniz... Hayatımızda onlar çoğaldıkça biz azalıyoruz. Sonuçta ortaya kendi hayatının sahibi olamayan ezilmiş aşağılanmış "paryalar" olup çıkıyoruz. Oysa herkesin konuşmaya, kendisini anlatmaya, hak aramaya şiddetle ihtiyacı var.


Konuşabilmenin üç hali vardır. Susmak, fısıltıyla konuşmak, bağıra bağıra konuşmak…

Susmak sükut ikrardandır kuralınca var olan dengelerin muhafazası için ‘"ben memnunum’’ demek olur. Fısıltıyla konuşmaksa kaypak, iki yüzlü kendi gerçek yüzünü saklayan bir konuşma biçimidir. Bağırarak konuşmak genellikle mahallenin delisinin işidir ki çoğu zaman insanlar kendi söyleyemediklerini mahallenin delisine söyletir. Bu üç çeşit konuşmanın hangisini tercih edeceğimize yine kendimiz karara vereceğiz. Orta yerde söylenmesi gereken bir şey varsa bunu birisi mutlaka söylemeli. Ancak devlet ve cemaat kıskacı bu değişik ifade tarzlarını yeri ve zamanında söylemeye maalesef fırsat vermiyor. Kuyularda bile olsa insan bağıra bağıra konuşmak istiyor. Sesiniz yankı buluyorsa bu insanı heyecanlandırıyor. Oysa devlet ve cemaat bu sese her seferinde zincir vuruyor. Devlet ve cemaatle ilişki kurdukça hiç tanımadığınız insanları sevmek ve hiç tanımadığınız insanlardan nefret etmek mecburiyetinde kalıyoruz.

Bu yeni bir dönem olsa gerek. Ne kadar ve nereye kadar süreceğini kestirmek zor. Ama bilgili, bilinçli toplum olabildiğimiz kadar kısa, olamadığımız kadar uzun görünüyor bu zaman...


Ya cemaatcisin ya ETÖ sün Bekir gardas..Ne yazikki sanirim sende öyle gibi göründün su yazinla..Ben zaten ta kendisiyim,Resadiyede katlettik askerleri sonra kan emiciyiz ordan besleniyoruz ya cenazelerinede katildik,ama inan asla ve asla Haburda kucaklamadik zafer naralari atmadik inan..Ne cemaate yaslandik ne yöneticisine yalakalik ettik,nede aga babalarini savunduk,Vatikana asla itbar etmedik inan..Selam dostlarim...
 

radikal

New member
Katılım
10 Şub 2007
Mesajlar
2,635
Tepkime puanı
1,763
Puanları
0
Yaş
50
Konum
Gönül aleminden
Evvel zamanın birinde halkını vergi yükü ile iyice canından bezdiren bir padişah varmış. Bu padişah her vergi arttıracağı zaman 1. vezirini halkın içerisine tebdili kıyafet gönderir hal ve durumu yerinde gözlemlemesini ve kendisine bildirmesini istermiş. Vezir her seferinde yaptığı gözlemleri ve duyumları padişahına iletir padişahı ona göre karar alırmış.

Bir gün yine bazı kalemlerde vergileri arttırmış ve vezirini yine halkın içine göndermiş. Vezir dönüşte padişahına halkın durumunu tek cümle ile özetlemiş "halk bu vergilerden rahatsız olmamış görünüyor, günlük işlerine şikayetçi olsa da alışverişine devam ediyor" demiş. padişah "ala!" demiş, devam o halde. Gel zaman git zaman padişah bir gün yine yüklü vergileri dayamış halkına. Vezir yine aynı şekilde halkın içerisinde. Dönüşte padişah sormuş "halkım napıyor ?" Vezir cevaplamış "Padişahım halkınız düşünmeye başladı, hepsini kara kara düşünürken gördüm, kimsenin ağzını bıçak açmıyor" Padişah ellerini ovuşturmuş "ala! sorun yok o halde" demiş. Bir ay sonra bütün kalemlerde hatırı sayılır bir vergi artışı yapmış. Neredeyse konuşanlar dahi vergiye tabi olacak konuma getirmiş halkı. Vezir dönüşte bu sefer padişahın hiç ummadığı bir tesbit ile gelmiş: "Padişahım, halk işi gücü bıraktı, gülüyor!" Padişahın bir an nutku kurumuş "Ne! gülüyorlar mı ? Eyvah o halde bana ve sana ey vezir, kelleni koru. Zira halk bunca sıkıntılarına rağmen gülüyorsa, kaybedecek hiç bir şeyi kalmamış demektir. Kaybedecek bir şeyi olmayan bir halk'tan her şey beklenir, padişahını dahi sarayı ile beraber alaşağı ederler."

Türkiye halkı kahkaha atmaya başladı, bilmem artık; güven parktan öteye yankısı duyuluyor mu ?..
 
Üst Alt