Hayatı yaşamanın en mülayim yolu devlete veya cemaalere yaslanmak oldu artık. Hayata kendi yüreğimizle baktığımızda, Üstad Necip Fazıl'ın şiirinde ki "parya" lar geliyor insanın aklına. Devlet ve cemaat zırhı öyle kavi bir dayanak halini almış ki, bunlara ‘’zavallıca’ tutunmaya çalışmaktan başka yol görünmüyor gibi. Devlete veya cemaate dayanmadan kendi kendinize yaşayabilme şansı neredeyse kalmamış. Ya da bir "holding" şemsiyesinin altına girebilirseniz belki... Zenaat bitmiş, mahsul para etmiyor, toprak para etmiyor, marabalık dahi para etmiyor artık ve şehir de devlet veya cemaatteen başka tutunacak dal yok. Hele son zamanlar da iş iyice vahim hale gelmiş. Cemaat buyuruyor, devlet yazıyor, devlet yazıyor, cemaat buyuruyor. Bunların dışındakilere yaşama şansı pek az...
Korkularımız bizi öylesine yıldırmış ki, doğrulara dönüp bakabilme yüreğimiz dahi yok.Bir lokma ekmek için bunca uşak oluşumuza da değiyor mu acaba? Ve insan tüm bu manzaralar karşısında bir an imanını kenara koysa sormak zorunda kalıyor kendi kendine, bu ülkede çalmadan doymak ya da yalakalık yapmadan insan gibi yaşamak mümkün değil mi acaba?
Devletin ve cemaatin işareti ile dost düşmen tanımak zor bir meslek. Oysa cemaat ve devletin dışında bir yerde durmak, hayata onların bakmadığı bir yerden bakmak mümkün olamaz mı? Üstelik cemaat ve devleti bu güne getirenler sizseniz... Hayatımızda onlar çoğaldıkça biz azalıyoruz. Sonuçta ortaya kendi hayatının sahibi olamayan ezilmiş aşağılanmış "paryalar" olup çıkıyoruz. Oysa herkesin konuşmaya, kendisini anlatmaya, hak aramaya şiddetle ihtiyacı var.
Konuşabilmenin üç hali vardır. Susmak, fısıltıyla konuşmak, bağıra bağıra konuşmak…
Susmak sükut ikrardandır kuralınca var olan dengelerin muhafazası için ‘"ben memnunum’’ demek olur. Fısıltıyla konuşmaksa kaypak, iki yüzlü kendi gerçek yüzünü saklayan bir konuşma biçimidir. Bağırarak konuşmak genellikle mahallenin delisinin işidir ki çoğu zaman insanlar kendi söyleyemediklerini mahallenin delisine söyletir. Bu üç çeşit konuşmanın hangisini tercih edeceğimize yine kendimiz karara vereceğiz. Orta yerde söylenmesi gereken bir şey varsa bunu birisi mutlaka söylemeli. Ancak devlet ve cemaat kıskacı bu değişik ifade tarzlarını yeri ve zamanında söylemeye maalesef fırsat vermiyor. Kuyularda bile olsa insan bağıra bağıra konuşmak istiyor. Sesiniz yankı buluyorsa bu insanı heyecanlandırıyor. Oysa devlet ve cemaat bu sese her seferinde zincir vuruyor. Devlet ve cemaatle ilişki kurdukça hiç tanımadığınız insanları sevmek ve hiç tanımadığınız insanlardan nefret etmek mecburiyetinde kalıyoruz.
Bu yeni bir dönem olsa gerek. Ne kadar ve nereye kadar süreceğini kestirmek zor. Ama bilgili, bilinçli toplum olabildiğimiz kadar kısa, olamadığımız kadar uzun görünüyor bu zaman...
Korkularımız bizi öylesine yıldırmış ki, doğrulara dönüp bakabilme yüreğimiz dahi yok.Bir lokma ekmek için bunca uşak oluşumuza da değiyor mu acaba? Ve insan tüm bu manzaralar karşısında bir an imanını kenara koysa sormak zorunda kalıyor kendi kendine, bu ülkede çalmadan doymak ya da yalakalık yapmadan insan gibi yaşamak mümkün değil mi acaba?
Devletin ve cemaatin işareti ile dost düşmen tanımak zor bir meslek. Oysa cemaat ve devletin dışında bir yerde durmak, hayata onların bakmadığı bir yerden bakmak mümkün olamaz mı? Üstelik cemaat ve devleti bu güne getirenler sizseniz... Hayatımızda onlar çoğaldıkça biz azalıyoruz. Sonuçta ortaya kendi hayatının sahibi olamayan ezilmiş aşağılanmış "paryalar" olup çıkıyoruz. Oysa herkesin konuşmaya, kendisini anlatmaya, hak aramaya şiddetle ihtiyacı var.
Konuşabilmenin üç hali vardır. Susmak, fısıltıyla konuşmak, bağıra bağıra konuşmak…
Susmak sükut ikrardandır kuralınca var olan dengelerin muhafazası için ‘"ben memnunum’’ demek olur. Fısıltıyla konuşmaksa kaypak, iki yüzlü kendi gerçek yüzünü saklayan bir konuşma biçimidir. Bağırarak konuşmak genellikle mahallenin delisinin işidir ki çoğu zaman insanlar kendi söyleyemediklerini mahallenin delisine söyletir. Bu üç çeşit konuşmanın hangisini tercih edeceğimize yine kendimiz karara vereceğiz. Orta yerde söylenmesi gereken bir şey varsa bunu birisi mutlaka söylemeli. Ancak devlet ve cemaat kıskacı bu değişik ifade tarzlarını yeri ve zamanında söylemeye maalesef fırsat vermiyor. Kuyularda bile olsa insan bağıra bağıra konuşmak istiyor. Sesiniz yankı buluyorsa bu insanı heyecanlandırıyor. Oysa devlet ve cemaat bu sese her seferinde zincir vuruyor. Devlet ve cemaatle ilişki kurdukça hiç tanımadığınız insanları sevmek ve hiç tanımadığınız insanlardan nefret etmek mecburiyetinde kalıyoruz.
Bu yeni bir dönem olsa gerek. Ne kadar ve nereye kadar süreceğini kestirmek zor. Ama bilgili, bilinçli toplum olabildiğimiz kadar kısa, olamadığımız kadar uzun görünüyor bu zaman...