Münazara.. Avukatlık Hakkında..

mhmt

New member
Bir Sohbette bahsi geçti.
Günümüz sisteminin Hukuk alanında vazgeçilmez olan Avukatlık hakkında. Öncelikle mesleklerle sıkıntım yok. Avukat arkadaşlarda alınmasınlar. Daha doğrusu yanlış anlamasınlar. Sorum şu yönde? İslam'da Avukatlık ne demektir? Bu meslek yeri geliyor Avukatı, kötüyü savunmaya zorluyor. Boşanmada tarafları birleştirmek yerine daha kötü edip fazla nafaka koparmaya sevkediyor. Zorluyor. Ekmek parası cümlesi altında bunu yaptıyor. Mesela; önüne gelen davalarda vicdanın ötesinde sanık avukatlığında, sanığın nefsine hoş gelen ifadeler etmek gerekiyor. Kamu vicdanını es geçerek. Burda avukatların suçu var demiyorum, bu sistemde olanları söylüyorum. Ya da parası olanın iyi bir avukat tutarak 20 yıllık cezasını 10 yıla indirmesi, olayları çarpıtması ve hukuk boşluğundan faydalanmasına seyirci kalınabiliyor. Aynı suçtan başka bir sanık, avukatının kalteli! olmayışından 20 yıl yatıyor.
Bu tip örnekler artırılabilir.

Peki; İslam bu konu hakkında ne diyor.? Birini savunmak yardım etmek suçsuzluğundan emin olunanı desteklemek Hayır'dır. Ancak, olay esnasında bulunmadığı halde, dışarıdan sanığı savunmak nasıl bi hüküm doğurur.?

Adaletin hakim olduğu sistemlerde, avukatlık olur mu? Mesela, İslamda suç ve ceza vardır. 20 yıl kimseyi hapsetmek yoktur. Yanlış biliyorsam düzeltiniz. Yani suç işlenir, faturası kesilir. Ölümse ölüm, sopa ise sopa vs vs. Devletin adaletindenemin olan insan, kendini ifade etmek yeteğide varsa, neden avukata ihtiyaç duyar? İslam hukukuna hakim olmasında dersek, adam devletin Adaletinden emin. Yani gerek duymaz detayları ile bu konuda uzman olmaya. Genel olarak ifade ettim inşaAllah.

Bu konuda siz neler düşünüyorsunuz. Özellikle forum üstadları :)

selametle..
 
Çok güzel, çok canalıcı bir konu Mehmed'im. Öncelikle böyle duyarlı bir noktayı münazaraya açtığın için teşekkür ederim. Konu adına yazdığın metne satır satır olmak üzere bildiklerini ve hissiyatlarımı yazmaya çalışacağım. Bir hukukçu olmamam hasebiyle de maksat ve muradımı aşan sözcükler için şimdiden özür dilerim.




Bir Sohbette bahsi geçti.
Günümüz sisteminin Hukuk alanında vazgeçilmez olan Avukatlık hakkında. Öncelikle mesleklerle sıkıntım yok. Avukat arkadaşlarda alınmasınlar. Daha doğrusu yanlış anlamasınlar. Sorum şu yönde? İslam'da Avukatlık ne demektir?

Gerek İslam da gerek başka platformlarda avukatlık " müdafaa eden, yol gösteren" anlamını taşır.
Bu meslek yeri geliyor Avukatı, kötüyü savunmaya zorluyor. Boşanmada tarafları birleştirmek yerine daha kötü edip fazla nafaka koparmaya sevkediyor. Zorluyor. Ekmek parası cümlesi altında bunu yaptıyor.

Tabii ki avukat, adaleti dağıtan değildir. Ancak var olan kanunlar çerçevesinde ve bu kanunların verebileceği asgari cezayı ve azami faydayı sağlayabilmek adına ve müvekkilinin en üst düzeyde iyi niyetli olduğunu ispat adına müdafaa geliştirmek durumundadır.

Ama kendi kazancını artırmak adına "fitne" çıkaranlardan her halukarda Allah'a sığınmak lazımdır.

Mesela; önüne gelen davalarda vicdanın ötesinde sanık avukatlığında, sanığın nefsine hoş gelen ifadeler etmek gerekiyor. Kamu vicdanını es geçerek. Burda avukatların suçu var demiyorum, bu sistemde olanları söylüyorum. Ya da parası olanın iyi bir avukat tutarak 20 yıllık cezasını 10 yıla indirmesi, olayları çarpıtması ve hukuk boşluğundan faydalanmasına seyirci kalınabiliyor. Aynı suçtan başka bir sanık, avukatının kalteli! olmayışından 20 yıl yatıyor.
Bu tip örnekler artırılabilir.

Tüm zamanların adalet sisteminde, çok ceza vermektense az ceza vermek vardır. Bu affa yönelik hukuk vicdanı gereğidir ve Allah dahi bu manada davacının " affedenini" yüceltmiştir.

Aslında burada avukat marifeti ile 20 yıl ceza almak yerine 10 yıl ceza almak olgusu yoktur. Suçlunun cezası zaten 10 yıldır aslında. Fakat avukat kötü olursa 10 yıl yerine 20 yıl yatar...


İşte bu yine "işin ehline verilmemesi" durumunda çıkan mahzurları gösteriyor. Sadece avukatta mı? Hemen hemen her meslekte bu böyle.

Peki; İslam bu konu hakkında ne diyor.? Birini savunmak yardım etmek suçsuzluğundan emin olunanı desteklemek Hayır'dır. Ancak, olay esnasında bulunmadığı halde, dışarıdan sanığı savunmak nasıl bi hüküm doğurur.?

Avukat mevcut delil ve karineleri, kanunlar çerçevesinde değerlendirerek müdafaa ve yol gösterici oluyor. Bunda anormal bir şey yok bence... Yeter ki avukat sahte şahit ve belge ile haksız savunma yoluna gitmesin.


Adaletin hakim olduğu sistemlerde, avukatlık olur mu?

Muhakkak olur. Çünkü kişi halini ve yaşananları usulü dairesinde arz etmekten aciz olabilir.
Mesela, İslamda suç ve ceza vardır. 20 yıl kimseyi hapsetmek yoktur. Yanlış biliyorsam düzeltiniz. Yani suç işlenir, faturası kesilir. Ölümse ölüm, sopa ise sopa vs vs. Devletin adaletinden emin olan insan, kendini ifade etmek yeteğide varsa, neden avukata ihtiyaç duyar? İslam hukukuna hakim olmasında dersek, adam devletin Adaletinden emin. Yani gerek duymaz detayları ile bu konuda uzman olmaya. Genel olarak ifade ettim inşaAllah.

Bu konuda siz neler düşünüyorsunuz. Özellikle forum üstadları :)

selametle..

Şimdi, bu noktada hep adil bir İslam devleti örnekleri vermeseydin Mehmed'im sana çok şey anlatabilirdim belki. Ancak sadece yazdıklarınla sınırlı kalıyorum. Belagat etkin söz söyleme sanatıdır. Mantık da doğru düşünme sanatı ve mukayese bir şeyi karşılaştırarak değerlendirme sanatı.

Kanun adil, hakim adil ama ola ki bu yetilerden uzak. Ne olur o zaman. Adalet eksik kalır. İşte her halukarda adaleti tam tesis etme adına, her olumsuzluğu düşünüp tedbir almak lazımdır diye... diyorum.


Bu arada üstadlık nerede biz nerede Mehmed'im, hemen cevap yazma hevesim bundan değil, nöbetçi mod oluşumdandır.
 
Bekir abi EyvaAllah. Allah razı olsun.
Ancak; biraz farklı boyutundan devam edelim. Çünkü konu günümüz avukatlık sistemini tartışmaya açmaktan ziyade; İslami anlamda, İslami hükümlerin uygulandığı sistemde, avukatlığın durumu/hükmü nedir? Gerekli midir?
Mesela; Osmanlı hukuk sisteminde avukatlık gibi bir durum var mıydı? Tarihte, şahitlik durumu dışında avukatlık oldugunu okumadık. En azından ben okumadım. Öyle diyim. ; )) Şimdi, Devletin İslami olduğu, hükümlerinin Kuran ve Sünnet çerçevesinde olduğu sistemlerde, suçlu hakim/kadı karşısına gelir ve iddiaları kabul ya da red eder ve hükmü verilir. Tabi detayları geçiyorum. Burada avukat bunu nasıl savunur? Yani, günümüz ceza hukukunun doğurduğu bir olgu, daha doğrusu, İnsan yapımı/ürünü kanunların hükmünün geçerli olduğu bu sistemde/düzende avukatlık olgusunun çıktığını düşünüyorum. Çünkü; insan yapımı kanunları ezberlemek, yeni çıkanları takip etmek lazım. Peki bunu herkes yapar mı? Hayır. Bunun için Hukuk sistemi, sanıkları savunacak özel bi meslek dalı, Avukatlığı doğurmuştur diye düşünüyorum. Peki; sanıklara uygulanacak hükümlerin Hak'tan geldiği bir sistemde, insanların yeni ceza kanunları gelmeyeceğini bildikleri için takip etme durumları olmayacaktır. Bu yüzden, uygulanacak ceza bellidir. Burada avukatın rolü belki, sanık hakkındaki iddiaları araştırmak olabilir diye düşünülebilir. Ancak, iddiaları yine devlet (hakim, özel görevliler vs) araştırarak, hakkı çıkarmak için çalışırlar. Yani avukat olsa, suçu delilleyecek ispat noktalarını değil, bilakis sanığı affettirme ya da cezasını düşürme noktasına deliller arayacaktır. Çünkü mesleğinin gereği maalesef bu oluyor. Bu noktada devam edebilir miyiz münazaraya mümkünse? İnşaAllah izah edebiliyorumdur düşündüklerimi..

selametle..
 
Bekir abi EyvaAllah. Allah razı olsun.
Ancak; biraz farklı boyutundan devam edelim. Çünkü konu günümüz avukatlık sistemini tartışmaya açmaktan ziyade; İslami anlamda, İslami hükümlerin uygulandığı sistemde, avukatlığın durumu/hükmü nedir? Gerekli midir?

Önce avukatın müdafaa eden ve yol gösteren vasfını bir kez daha hatırlayalım. Ve sonra bir örnek verelim. Olay şeri hükümlerle (ne kadar doğru uygulandığı ayrı bir mesele) yönetilen Suudi Arabistanda yaşansın. Ben umre yapmaya gittim. Bu esnada bir araç kiraladım. Ve bir kazaya maruz kaldım. Bu münasebetle beni tutukladılar ve karşı taraf Arap, çevresi var, yol yordam bilir, dil bilir, tanınır. Bana da yol gösteren, derdimi o ülkenin şartları çerçevesinde anlatabilmeme yardımcı olacak kimse olmamalı mı?


Mesela; Osmanlı hukuk sisteminde avukatlık gibi bir durum var mıydı? Tarihte, şahitlik durumu dışında avukatlık oldugunu okumadık. En azından ben okumadım. Öyle diyim. ; ))

Avukatlık adı ile değil ama benzer görevleri yürüten kişiler olmuştur. Bu ta Eski Roma dönemlerinde vardır. Osmanlıda ise "arzuhalci" ve sonra "dava vekili" adı altında, en son olarak ta avukatlık ismi ile görev görmüştür.
Şimdi, Devletin İslami olduğu, hükümlerinin Kuran ve Sünnet çerçevesinde olduğu sistemlerde, suçlu hakim/kadı karşısına gelir ve iddiaları kabul ya da red eder ve hükmü verilir. Tabi detayları geçiyorum. Burada avukat bunu nasıl savunur? Yani, günümüz ceza hukukunun doğurduğu bir olgu, daha doğrusu, İnsan yapımı/ürünü kanunların hükmünün geçerli olduğu bu sistemde/düzende avukatlık olgusunun çıktığını düşünüyorum. Çünkü; insan yapımı kanunları ezberlemek, yeni çıkanları takip etmek lazım. Peki bunu herkes yapar mı? Hayır. Bunun için Hukuk sistemi, sanıkları savunacak özel bi meslek dalı, Avukatlığı doğurmuştur diye düşünüyorum.

İstersen daha geniş düşünelim. Bir İngiliz şeri hükümlerin geçerli olduğu bir ülkede bir davaya maruz kalsa, bu İngiliz'e de kanunların ne olduğunu anlatıp, ona göre savunma hazırlamasına yardımcı olacak kimseye ihtiyaç yok mu?

Zaten, bir dava da herkes (davalı ve davacı) eksiksiz ve yalansız beyanda bulunsa, şeri hükmü de bilse, hakime, kadıya da gerek kalmaz. Ama taraflar muhakkak (fıtraten) kendini haklı çıkaracak objeleri ön plana çıkaracaktır.

Peki; sanıklara uygulanacak hükümlerin Hak'tan geldiği bir sistemde, insanların yeni ceza kanunları gelmeyeceğini bildikleri için takip etme durumları olmayacaktır. Bu yüzden, uygulanacak ceza bellidir. Burada avukatın rolü belki, sanık hakkındaki iddiaları araştırmak olabilir diye düşünülebilir. Ancak, iddiaları yine devlet (hakim, özel görevliler vs) araştırarak, hakkı çıkarmak için çalışırlar. Yani avukat olsa, suçu delilleyecek ispat noktalarını değil, bilakis sanığı affettirme ya da cezasını düşürme noktasına deliller arayacaktır. Çünkü mesleğinin gereği maalesef bu oluyor. Bu noktada devam edebilir miyiz münazaraya mümkünse? İnşaAllah izah edebiliyorumdur düşündüklerimi..

selametle..


Burada şunu da düşün... "
Yani avukat olsa, suçu delilleyecek ispat noktalarını değil, bilakis sanığı affettirme ya da cezasını düşürme noktasına deliller arayacaktır." demişsin ya, ama avukat bu dediğinin tam tersi için de avukatlık yapabiliyor. Öğle değil mi?
 
Enteresan bir şekilde konu, benim avukatlık mesleğinin fazlalık olduğu yönünde söylemim olmuş gibi ilerliyor.
Bekir abi, sen -Allah Korusun- Arabistan'da kaza yapsan sana orada bi yardımcının olması doğaldır. Devletin özellikle bunu sağlaması lazım zaten.

Aynı şekilde İngiliz örneğinde verdiğin gibi. Bu adama izahı sadece avukat mı yapabilir? Devletin hukuk görevlileri yapar. Hakim de yapar savcıda vs vs. Burada avukatın görevini değil, durumunu tartışıyoruz aslında bekir abi.


Zaten, bir dava da herkes (davalı ve davacı) eksiksiz ve yalansız beyanda bulunsa, şeri hükmü de bilse, hakime, kadıya da gerek kalmaz. Ama taraflar muhakkak (fıtraten) kendini haklı çıkaracak objeleri ön plana çıkaracaktır.
*****

Demişsin. Bende tam bunu diyorum abi. İşte burada avukatın durumu, bazen fıtraten bazende zorla (devletin atadığı avukatlar) savunma yaparken, sanığın lehine çevirmek için ikna güçlerini kullanırlar.
Mesela avukat olayı inceler ve durumu savunduğu sanık lehine çevirmek için konuşur. Hakim olayın kararını verir ama kararı olayı araştırarak değil avukatlardan dinleyerek verir. Hangi avukat iyi konuşmuşsa, ikna yeteneği gelişmiş ise o davayı kazanır. Burada, olayı hakim incelemediği için kararı avukatlara göre vermiş oluyor. Avukatların samimiyetine göre.


Burada şunu da düşün... "Yani avukat olsa, suçu delilleyecek ispat noktalarını değil, bilakis sanığı affettirme ya da cezasını düşürme noktasına deliller arayacaktır." demişsin ya, ama avukat bu dediğinin tam tersi için de avukatlık yapabiliyor. Öğle değil mi?
*****
Burayı çok anlamamakla birlikte, avukatın ne yaptığını yukarda avukatın müdafaa eden ve yol gösteren vasfı diyerek ifade etmişsin. Zannedersem bunu yapan savcı. Suçlu göstermeye çalışan. Her neyse..

Ben bi toplayım, konuyu dağıtmayım. Günümüz Hukuk sisteminde, avukatlık yol gösteren, durumu izah eden bie profilden bakıldığında sorun yok. Ancak; avukatlık demek savunmak demek oluyor. Bunun yanlış tarafı olarak; bazen boşanmada eşlerin arasını daha çok açarcasına (nafaka için) diğer eşi kötüleyecek deliller bulmaya çalışmak, bazen tecavüz suçundan hüküm giymiş birini devlet görevlendirdi diye savunmak zorunda kalmak, keyfi adam öldüren birinin babası dayısı zengin diye tüm ikna yeteneğini kullanan, en az ceza almasını sağlamak, insan ürünü kanunların boşluklarından yararlanmak.....

Aslında sorun burada başlıyor. İnsan ürünü kanunların uygulamaya konmasından. Mesela müslümanlar arası alışverişlerde yüzlerce kanun arama yerine, hanefi mezhebinin hükümlerine göre dense. Bitmiştir.
Avukatlık nokasında biraz fikirlerim değişti. Sağol bekir abi açıklamaların için.
Zamanında da burada bahsetmiştik. Bozuk bi düzenden doğru yol arama çabası sonuç vermiyor. Yani, yanlıştan doğru çıkmaz. Dünya nizamı değişmeli.
Avukatlığa giriyoruz ama görüyoruz ki, bir sorun ötekisi ile bağlantılı. Hepsi birbirini çekiyor. Bunu düzeltecek yol bu diyince, öteki yerden patlıyor başka bi sorun.


selametle..
 
Bana kalırsa sevgideğer Mhmt kardeşim, son yazdığın yazının, son paragrafı aynı zamanda aradığın cevabın ufak bir izahı. Münazaranın güzelliği de bu olsa gerek. Doğru tektir, değişik yollardan gelmen doğrunun muhteviyatına zarar vermez, belki yolu uzattığından zaman kaybına yol açar. Ama sonuçta, ihlas varsa, sonuca ulaşmakda kaçınılmaz olur. Konuyu başlatırken sahip olduğun düşüncelerine Bekir kardeşimin verdiği cevaplar ile bir şekil verdin ve murad edilen cevabı yine kendin, verilen bilgiler ışığında toparladın.

Evet, sonuç bana kalırsa da senin yazdığın gibi; sistemde. Mesleklerin iyisi veya kötüsü olmaz, her mesleğin hem iyi hem de kötü yönü (avantajı ve dezavantajı) olduğu muhakkaktır.

Futbolculuk bazılarına göre iyi meslektir, getirisi (hele de günümüzde) çok güzeldir. Burası belki iyi yanı. Ama, maazallah bir maçta ayağın kırılırsa işte bu da mesleğin dezavantajı. Uzun süre futbol oynayamazsın. Yada polislik. Polislik mesleği. Avantajları olduğu gibi dezavantajlarını da üzerinde taşıyan bir meslek. Her meslek gibi yani. Burada aranılan kriter; her kim, hangi mesleği yaparsa yapsın adil olma arzusunu, hak olanı yapma şevkini, dürüstlük ilkesini koruduğu müddetçe Allah (cc) huzurunda müsavidir. Polislik dedik, hadi oradan devam edelim: Zamanında, Üstad Bediüzzaman (k.s.) hazretlerine bir genç geliyor ve soruyor "efendim polislik mesleği ile nafakamızı kazanmayı murad ediyoruz, bu konuda bize buyuracağınız tavsiyelere muhtacız." Üstad (k.s.) çok anlamlı ve manidar bir cevap veriyor: "Polislik yapmak mukaddes bir görevdir. Çünkü mazlumları korur, milletin malını canını muhafaza etmeye çalışır. Zulüme mani olur, haksızlıkları önler. Eğer sen bunları yapacaksan; git polis ol!"

Yani; sen, verilen eğitim ve ahlaki değerler doğrultusunda yapabileceğin bir mesleği seçersen ve inandıklarını ortaya koyarak yaparsan meşru dairede her meslek avantajlıdır ve sana hitap eden meslek budur.

Sistemlerin değişmesi, anlayışın ve beklentilerin; çok yönlülükten sıyrılıp, hak ve hakikat buuduna ermesi ile her mesleğin oluşturduğu dezavantaj ortadan kalkacaktır. Öğretmen, hak ve gerçek olanı belli bir edep dairesinde verecektir, avukat hakikat ve hak anlaşılması için mücadele edecektir, hakim doğruluğuna emin olduğu insanların ifadeleri neticesinde Hak olan kararı uygulayacaktır vs...

Sonuç olarak her zaman söylediğimize yine dönüyor, dolaşıyor ve geliyoruz: Eğitim!

Bu da demektir ki; sistem!
 
EyvaAllah. Cümleten Allah razı olsun.

Tüm yorumlardan sonra, biraz daha değişti düşüncelelerim.
Avukatlığın var olması, Hak nizamlarda da sorun teşkil etmiyor. Ancak; avukatlığın adaletsizliğin merkezine oturması, mesleği sorun haline getiriyor. Diğer tüm mesleklerde bu ihtimallerin olabileceği gibi. Gerçekten görevi, hukuki manada yardım etmek, yol göstermek olduğunda sorun olmuyor. Bu sorunların temelide düzenin bozukluğundan dolayıdır, anlamını çıkardım yazılarınızdan. Ve kafama oturdu bu anlam.:)
EyvaAllah. Tekrar Allah razı olsun.

selametle..
 
Burayı çok anlamamakla birlikte, avukatın ne yaptığını yukarda avukatın müdafaa eden ve yol gösteren vasfı diyerek ifade etmişsin. Zannedersem bunu yapan savcı. Suçlu göstermeye çalışan. Her neyse..


Burada şunu söylemek istedim Mehmed'im.

Bir kere davalının avukatı olabileceği gibi, davacının da avukatı olabilir.

Ben sana karşı davacıyım. Sen bana karşı haksız fiil işlemiş bir davalı. Sen kendini korumak için bir avukat tutuyorsun ve ben de seni hakkıyla suçlamak için bir avukat tutuyorum. Anlatabildim mi?

Suçluyu suçlamak için var olan savcı, ceza ve kamu davalarında olur.

Eğer mesele iki şahsın arasında asliye veya sulh konusunda ise ve ceza kanununa tabii değilse, o mahkemede savcılık iş yoktur.

Müdaafa eden kişi, her iki yönde de müdafaa eder. Suçlunun suçuna uygun ceza alabilmesi için davacı tarafın avukatının yaptığı da, kendi müvekkilini müdafaadır.
 


Ben bi toplayım, konuyu dağıtmayım. Günümüz Hukuk sisteminde, avukatlık yol gösteren, durumu izah eden bir profilden bakıldığında sorun yok. Ancak; avukatlık demek savunmak demek oluyor. Bunun yanlış tarafı olarak; bazen boşanmada eşlerin arasını daha çok açarcasına (nafaka için) diğer eşi kötüleyecek deliller bulmaya çalışmak, bazen tecavüz suçundan hüküm giymiş birini devlet görevlendirdi diye savunmak zorunda kalmak, keyfi adam öldüren birinin babası dayısı zengin diye tüm ikna yeteneğini kullanan, en az ceza almasını sağlamak, insan ürünü kanunların boşluklarından yararlanmak.....

Aslında sorun burada başlıyor. İnsan ürünü kanunların uygulamaya konmasından. Mesela müslümanlar arası alışverişlerde yüzlerce kanun arama yerine, hanefi mezhebinin hükümlerine göre dense. Bitmiştir.
Avukatlık nokasında biraz fikirlerim değişti. Sağol bekir abi açıklamaların için.
Zamanında da burada bahsetmiştik. Bozuk bi düzenden doğru yol arama çabası sonuç vermiyor. Yani, yanlıştan doğru çıkmaz. Dünya nizamı değişmeli.
Avukatlığa giriyoruz ama görüyoruz ki, bir sorun ötekisi ile bağlantılı. Hepsi birbirini çekiyor. Bunu düzeltecek yol bu diyince, öteki yerden patlıyor başka bi sorun.


selametle..

Şimdi bu son açıklaman üzere biraz fikir beyan etmek istiyorum.

Bu noktaya kadar İslami olarak avukatın gerekliliğini konuşmuştuk. Ancak bu noktadan itibaren konu başka bir mecraya yçnelince iki kelam etmek istiyorum.

Söylediğin gibi, kanun insani oldumu, zaten tüm hükümlerde muhakkak bir eksiklik var. Bu şüphe götürmez.

Ancak var olan herhangi bir hukuk düzeninde, suçluluk hissiyatını en az yaşayan avukattır. Çünkü avukatın ne kanun koyma, ne de karar verme yatkisi vardır.

Var olan eksikli kanunların müsebbibi kanun yapıcılardır. (siyasetçiler)

Ve adaleti tesis etmeye çalışırken kalan iki mekanizma, iddia (savcı) ve hüküm (hakim) tarafını incelersek, savcının da burada çok belirleyici olmadığını, asıl mükellefiyetin hakimde olduğu görülür. Hakimler, karalarını mevcut kanunlar çerçevesinde ama vicdanlarına göre verirler. Hakimin uyguladığı hukukun çok ilginç bir gerçeği vardır ki hiç bir zaman 2 kere2, 4 etmez. Bu nedenle avukatın adaletsizlikte ki payı, kanaat oluşturmaktan öteye geçmez.

Günümüz hukuk kararlarında, avukatlar ne kadar şeditlik de etse, hakimin kararının önüne geçemez. Hakimliğin kitabında da ne yazar, Allah bilir...

Sizin de, tüm diğer arkadaşların yorumlarına da teşekkür ederim.
 
Burada şunu söylemek istedim Mehmed'im.

Bir kere davalının avukatı olabileceği gibi, davacının da avukatı olabilir.

Ben sana karşı davacıyım. Sen bana karşı haksız fiil işlemiş bir davalı. Sen kendini korumak için bir avukat tutuyorsun ve ben de seni hakkıyla suçlamak için bir avukat tutuyorum. Anlatabildim mi?

Suçluyu suçlamak için var olan savcı, ceza ve kamu davalarında olur.

Eğer mesele iki şahsın arasında asliye veya sulh konusunda ise ve ceza kanununa tabii değilse, o mahkemede savcılık iş yoktur.

Müdaafa eden kişi, her iki yönde de müdafaa eder. Suçlunun suçuna uygun ceza alabilmesi için davacı tarafın avukatının yaptığı da, kendi müvekkilini müdafaadır.

Tamam Bekir abi kızma. Sen öyle diyorsan öyledir:)

Tabi şaka bir yana. Anladım dediğini abi. EyvaAllah. Biraz ben izah ederken tam anlatamadım heralde. O yüzden birden çok defa aynı konulara döndük gibi oldu. Neyse. Ben yorumlardan bu konudaki sorularımı aldım inş. Sağolun.

selametle..
 
Şimdi bu son açıklaman üzere biraz fikir beyan etmek istiyorum.

Bu noktaya kadar İslami olarak avukatın gerekliliğini konuşmuştuk. Ancak bu noktadan itibaren konu başka bir mecraya yçnelince iki kelam etmek istiyorum.

Söylediğin gibi, kanun insani oldumu, zaten tüm hükümlerde muhakkak bir eksiklik var. Bu şüphe götürmez.

Ancak var olan herhangi bir hukuk düzeninde, suçluluk hissiyatını en az yaşayan avukattır. Çünkü avukatın ne kanun koyma, ne de karar verme yatkisi vardır.

Var olan eksikli kanunların müsebbibi kanun yapıcılardır. (siyasetçiler)

Ve adaleti tesis etmeye çalışırken kalan iki mekanizma, iddia (savcı) ve hüküm (hakim) tarafını incelersek, savcının da burada çok belirleyici olmadığını, asıl mükellefiyetin hakimde olduğu görülür. Hakimler, karalarını mevcut kanunlar çerçevesinde ama vicdanlarına göre verirler. Hakimin uyguladığı hukukun çok ilginç bir gerçeği vardır ki hiç bir zaman 2 kere2, 4 etmez. Bu nedenle avukatın adaletsizlikte ki payı, kanaat oluşturmaktan öteye geçmez.

Günümüz hukuk kararlarında, avukatlar ne kadar şeditlik de etse, hakimin kararının önüne geçemez. Hakimliğin kitabında da ne yazar, Allah bilir...

Sizin de, tüm diğer arkadaşların yorumlarına da teşekkür ederim.

Avukatlığın hiçbir sistem içinde gerekisiz olmadığını anladım. Bu yüzden ilk konumdaki münazaraya açık yerleri genel itibari ile beynimde kapattım. Bu konu ile ilgili olarak ise şöyle bi bağ kuruyordum. Bu meslek dalı ile ilgili eksiklerin, insan ürünü kanunların sonucu olduğudur. Seninde dediğin gibi abi, Hakimin kitabında ne yazar Allah bilir. Haliyle, böyle bi durumda da tam manasıyla Hak ve Adeletin sağlanması mümkün olmuyor. Çünkü, baz alınan kurallar islami değil. Ya da şöyle diyim, HAK'tan değil.
Ben teşekkür ederim Bekir abi ne demek. Zahmet edip yazıyorsunuz uzun uzun. Ellerinize Sağlık..

selametle..
 
O zaman ben de meselenin başka boyutuna geçeyim. Müsadenizle...

Avukatlık, Hakimlik, Savcılık gibi meslekler Esma-i Adl ü Hakem'in tecellisidir. Hakkını vermek lazımdır.

Bu üç meslek dünyevi bir meslek olması hasabi ile dünyevi kaideler, yani Adetullah nazara alınarak değerlendirilmelidir.

Demek, işi ehline vermek, iş ahlakına haiz, insaflı,vicdanlı, muhakeme ve akletme yeteneğine haiz, hazık kişilere vermek ve teslim etmek elzemdir.

Dünyevi işlerinde hüsn ü zan ve su i zan, taragirlik mümkün olmadığı gibi, ameller niyetlere göredir kaidesini çok iyi uygulamak lazımdır. Cesaret ve prensip sahibi olmak en mühim bir düsturdur.

Hz. Ali ile adi bir Yahudiyi mahkeme eden hakimin elbette vicdanen, kalben Hz. Ali'ye hüsn ü zan etmesi beklenilir. Lakin, adalet gereği mahkeme eder. Yahudiye savunması için adil bir ortam ve fırsat verir. Taki hakkın her köşesi izhar olsun, tüm şüpheler izale edilsin. Hüsn ü zan ve su izan edenlerle , tarafgir akıllar ilzam edilsin. Adaletin cemali gözüksün.

"Öfkeniz ve sevinciniz sizin adil karar vermenize engel olmasın" manasındaki hadis-i şerif meselemizi anlatmak için tam uygundur.

İlave veya sual olsa devam ederiz.

Muhabbetle

Bu meslekler karar mekanizması noktasında oldukları için, ehline verilmesi gerekmektedir. Peki şöyle devam edelim müsadenizle. Ehline verirken neler baz alınacak? Nasıl verilecek? Bu işin Ehli nasıl bulunacak? Kim Ehil ayrıt etme kriterleri nedir?
Şimdi, Ehil derken mesela, Irak Savaşını düzenleyenler ve oradaki sistemli Soykırımı yapanlar işlerinin Ehlidirler. Ancak, kime göre? Onları yönlendirenlere göre. Emir babalarına göre. Peki bu Ehillik bize nasıl yansıyor? Acı, zulüm ve kan olarak. 2 soru çıkıyor burada. Ehilden kasıt, ne iş olursa olsun en iyisini yapana vermek midir? Yoksa, hangi iş olursa olsun, Tüm İnsanlığın Saadetini ve huzurunu düşünmek midir?
Tabi burada, Zulmedenlerin Hak anlayışlarındaki yanlıştan dolayı bu zulümleri yaptıklarını es geçmemek lazım. Kendilerine hak görüyorlar bunları. Kuvveti üstün tutan zihniyet oldukları için. Neyse,
Bu sorulardan aslında, en doğrunun yani HAK olanın yine herkese göre değiştiğini anlıyoruz. O zaman biz dinimiz İslam olduğunu için, İSLAM'ın Hak anlayışı nasılsa ona göre davranmak zorundayız. Hak demek her durumda her ortamda aynı olan, değişmeyen demektir.

Abi, verdiğin örnekteki gibi Yahudi ve Hz. Ali aynı davada önümüze gelse, kalben hz. Ali'ye husnu zan etsek bile, HAK ne diyorsa onu yapmak gerekir. Bunu biz diyoruz. Lakin, bir Yahudi demeyebilir. Ki yaptıkları zulümler ortada. O zaman bizim öncelikle HAK anlayışımızı HAKİM kılmamız lazım bu Dünyaya. Yani, burada eminim hem fikirizdir. Sadece nasıl Hakim kılınacağı noktasında belki, tartışılabilir.

Gelelim konudaki mesleklere. İşte, Hakkı üstün tutan zihniyetteki insanlar gelseler bile, bir yerden sonra, Hakkın Hakim Olmamasından dolayı, bozuk Hak anlayışındaki Kuralları uygulamak zorunda kalıyorlar. Ya da uzaktan izlemek. Bizim izlediğimiz gibi maalesef. O zaman Ehmemmiyet bakımında müslümanın görevleri nelerdir sorunua gelince, diyoruz ki, önce Hakkın Hakimiyeti için çalışmak. Bu önce kendimizde başlayacak sonra çevremizde ama temelde amaç Dünya nizamı olmalıdır.

selametle..
 
Son düzenleme:
Hocam konuyu mu görmüyorsun nedir? Neredesin.
Ehil nedir, münazara edelim. Buyur. Bilmediğimizi de öğreniriz inş. hem.

selametle..
 
EyvaAllah hocam. Dar vakitte demek böyle oluyor. Bende kısa yazım.
Bu örnek güzel izah. Katılıyorum. Ancak, iş manasında ehil olsa da, bi yere getirilen görevlide aranan liyakatler arasında manevi şahsiyette olmalı diyorum. Çünkü; geleceği görevi ehlide olsa, kötüye kullanabilir.
Batı işin ehline veriyor. Ancak, o ehillerde Batıl için çalışıyor.
O zaman 2 sonuç çıkıyor:
1) Eğitimli, vasıflı, kaliteli, bilgili, kapasiteli, görgülü, islami eğitim almış elemanımız az.
2)İslami yönü ile ön plana çıkmış, etkin yerdeki kişiler; vasıflı eğitimli, işin ehli olan kişileri gerektiği yerlere almıyor. İşine uygun yere değil, akrabalık ve gönül hoşnutluğu olacak yerlere alıyor.

Muhtemelen sizin örneğe göre 2. şık daha uygun. Ancak, ben 1. şıkkın da çok olduğunu düşünüyorum.
......

selametle..
 
Pekala;
Sen dükkan sahibisin ve başından böyle olaylar geçti. Ama senin gelirin sadece dükkan değil. Aynı zamanda bir şirkette genel müdürsün. Sana şirketin sahibi dedi ki; Ekibini kur, işe başla. Sana eski yönetimin listesini verdi. Listeyi aldın, baktın ki genelini tanıyorsun. İçlerinde biri var, çok iyi biliyor yaptığı işi ama kaypak. Yalan söylüyor. Bir başkası var ki, yalan söylemez, çalışkandır. Ancak, öteki kadar işe hakim değil. Lakin seni dinler ve işi yapar. Burada hangisini seçersin?

İşi iyi bileni seçersen biliyorsun ki; senin ayağını kaydırmakta ister. Kendi gelmek ister ama işi biliyor. Sen işi biliyor diye alır mısın onu?

Manevi şahsiyet dedim. Manevi şahsiyet demek sadece iyi niyet demek değildir. Dini kuralları ne ise ona uymak demektir. Sen anlaşma yaparken, kurallarına uymazsan, iyi niyete yenilirsen, zaten ayete muhalefetten kaybetmişsin demektir.

Şimdi;
Mühendis aldın işe. Nükleer tesis kuracaksın. Seninde mühanedislerin var. Eğittin, eğittin... Elinde kapasiteli adamlar oldu. Başladılar işe. Bakıyorsun ki, bu adamlar yavaş yavaş değişiyor. Eski hızları yok, eski verimleri yok. Bildikleri halde işi yavaşlatıyor ya da sabote ediyorlar. Sürekli masraf çıkarıyorlar. Arkasını bi araştırdın, ABD bunları satın almış. Aleni vatan hainliği yapıyorlar.

Ya da;
Mühendisleri her yönü ile yetiştirdin. Manevi olguları da verdin. İşin inceliklerini de. Elemanların, hem Manevi Şahsiyet sahibi hem de işlerinin ustası. Adamlara nefsi terbiye ile, dünyaya nefislerini satmamayı anlattın. Allah'ta nasip etti ve aldılar. O kadar baskı ve rüşvete rağmen işlerini güzece yapıyorlar. Sonuç hangisinde güzeldir.
İşte, bilginin yanında manevi şahsiyet dediğim budur benim.

Dükkan örneğinde sen başında ayete uymadığın için kaybetmişsin zaten. Burada iyi niyet aramak yanlış değil, yanlış olan senin tavrın.
İzah edebildim inş. düşündüklerimi hocam. Birde sürekli sen sen yazıyorum. Sanki kızgın gibi çıkmış. Tekrar okuyunca farkettim :) Örnekler böyle, yanlış anlaşılmasın.

Mesela; bir hükümet düşün. Koalisyonla iş başında. Ortağın birinin vekilleri, koltuk ya da para karşılığı hükümeti düşürme planlarına alet oluyorlar. Kabul ediyorlar teklifleri ve sayı yetersizliğinden hükümet düşecek. Bu arada, rüşvet teklif edilen kişiler arasında bunu kabul etmeyende var. Diyor ki; ben Allah'tan korkarım. Bu vebali alamam. Ve bunu engellemek için çalışıyor. Manevi Şahisyet budur hocam işte. Kastım da bu. Senin örnek ile, biraz dar kastetmişim gibi olmuş. Ama çok geniştir.

Kayırma yapıp, ehil olduğu işe kişiyi vermeyen, atamayan, yönlendirmeyen de, zaten manevi şahsiyetinde sorun olduğu için bunu yapıyordur. Yoksa, torpilin başka açıklaması heralde yoktur.
Ha dersen ki, bilmiyor. İşin ehline verilmesi gerektiğini bilmiyor ve yetkilerini yanlış kullanıyor. O zaman başka. O zaman eksiklik deriz bunu bilgisinde, anlayışında.

Pazartesi devam ederiz inş. hocam.

selametle..
 
Dükkanına bu adamı aldın. İşe başladı. İşi çok iyi biliyor. Verim arttı ve büyüdün. Sonra baktın ki bi gün dükkan elinden çıkmış. Muhasebecini almış, hesapları oynamış . Bunu iyi bilmesi ile değil, ahlaksızlığı ile yapar. Salt Temiz kalp meselesi değil, maneviyatsızlığından dolayı yapar. Ortalık dolandırılmışlardan geçilmiyor diyorsun. Bunun sebebi, işi yaptıkları kişilerin ehil olmaması değil, Allah'tan korkmamasından dolayıdır. İşte ince nokta burası.

Hocam konuyu daraltıyorsun. Temiz kalpten giriyor ve temiz kalpli olması kafi demişim gibi örnek veriyorsun. Benim dediğim temiz kalpli olsun yeter, al işe tamamdır demek değil.
Anlaşamıyoruz, çünkü farklı yoldan gidiyoruz. Bak; senin bu yollar kısa vadeli yollar. Temiz kalp muhabbeti diye bişi değil benim dediğim. Maneviyat yönünede olmalı. İşi bilmeli ama manevi yönüde olmalı. Bu yön eksik kalırsa, sen kısa vadeli çıkarlar elde edersein bu adamdan. Başarı verir, işin verimi artar belki, ama uzun vadede kaybedersin. Yalancılığı önemli değil diyorsun, yalandan korkmayan adam senide kandırır. Mesela; tahsilatçı demişsin. Yalancı birini güvenip tahsilatçı yaparmışsın. Ya da muhasebeci. Niye bu kadar esnaf güvenilir eleman arıyor. Çünkü, darbeyi çok yemişler. Tecrübeli, işi biliyor, bu daha önce çok çalışmış alalım iyi olur diyorlardı. Ne oldu? Darbeyi yiyince, aman abi az çalışsın ama dürüst olsun, demeye başladılar. Ha işte ben bu cümleyi kurunca, az çalışması uygundur demişim gibi anlama. Az değil, bilakis dürüst olanların çok çalışması lazım. Daha doğrusu herkesin çok çalışması lazım. Ama herne olursa olsun, yalancı birini işe almayı haklı göstermez bu durumlar.

Şmdi toparlama mahiyetinde özetleyim. Benim dediğim şudur. Herkese Allah bir meziyet vermiştir. Bu onun ehil olduğu yöndür. O yönde kendini kanalize ederse, sonucunda çok iyi olacaktır. Ancak, maneviyatsız ehillik, Irak'ta zulüm olur. Dünyada kapitalizmin sonucu açlıktan ölen çocuklar olur. Bu sistemleri kuranlarda ehil kişiler. Ancak, ehillikleri ters yönde. İşlettikleri yol, batıl. Yani, kendilerine göre Hak'ta olsa sonunda zulüm var. Bize bakıyoruz bu durumda. Müslümanız. Bizim ehil-imiz nasıl olmalı? İşini iyi yapmalı. Bu iş, hertürlü iş olacak. İşini iyi yapması sahtekarlığına engel değil ya da dolandırıcılığına da engel değil. Anne babasına küfür etmesine ya da kavgalarda çare aramasına. Bu senin elemanın diyelim, sen sadece işine bakarım desen bile o sadece senin işine bakmayacaktır. Ayyaş iyi bir kapı yaparken, bir gün alkollü gelip seni müşterilerine rezil edebilir. Burada önemli olan, ayyaşların yeteneğinin olup olmaması değil, ayyaşın yeteneğide olsa sonucunda bu yeteneğiden faydalanacağın oranın mislince zarar görebileceğindir. Aynı şekilde; işi bilmeyen, kötü düşünmeyen biri içinde geçerli bu. İşte benim dediğim şu: Ne öyle olsun ne böyle. Olması gereken, manevi yönüde olan ve işinin ehli olan kişileri seçmek. En doğrusu budur. Yoksa öteki durumlarda hep bi yön eksiktir. Çünkü, yalancı birgün senide kandırır, ayyaş bir gün içkili gelir ya da iyi adam tembelliği sonucu işini yapmaz ve sen işini yetiştiremez sözünde durmamış olursun. Haliyle iki durumda sakat.
Peki, elinde kalifiye eleman yok. Hangisini seçersine gelince, ben dedim ki, işi az bilen ama manevi yönü ağır olan, dürüst kişiyi seçerim. Sen de dedin ki, manevi yönü olanı değil, işi bileni seçerim. Bende diyorum ki, işi tam bilmeyen adam bu işi öğrenir ve dürüstçe yapar. Öteki adam ise dürüstlüğü zor öğrenir. Çünkü ağacın eğilme yaşı geçmiştir. Sonunda senide işinide maddi külfete sokar. Senide satar ve ülkeyede faydayı değil, parasını düşünür. O zaman ülkeyi de senide satar.Ona bağladığın bir işi yarıda bırakır gider. İşi bilmesi ahlaksızlığını örtmez. Sonucunu iş veren çeker. Ya da görevi nisbetinde belki ülke menfaatleri bile zarar görür. Aynen Türkiye'de olduğu gibi.
...

Peki; Şöyle kategorilendirsek nasıl olur?
Üretim sektöründe maneviyat değil, işinin ehli olmasına bakılır.
İdari yönde, İşinin ehli olmasının yanında manevi yönüne de bakılır. Manevi yönüne bakmakta zorunludur. Çünkü, işin ehlide olsa (Demirel gibi) sonunda olmadık zararlar açabilir başına.
Niye bunu yazdım? Çünkü verdiğin örnekler hep üretim alanına yönelik.

Ayrıca bir başka başlıkta, Devlet yönetimi munazara edelim inş. bi ara. Bunu bitirebilirsek.

selametle...
 
Bugünü konuşmuyoruz hocam. Biz olması gerekeni munazara ediyoruz.
Günümüzde böyle denilse bile, anlamı dar kalıyor. Maneviyat diyorum. Bu temiz kalple bitmiyor. O yüzde konu daralıyor dedim.
Temiz kalp numarası yapsa demişsin. Abi, sen konuyu nereye çekiyorsun. Senin elinde, kalp dedektör yok ki bakasın, kalbi temiz mi değil mi diye? Yeni gelen bi eleman böyle yapmacık davranmış ise, sonrada yalanını deşifre etmiş isen gerekeni yaparsın. Kişilerin nasıl oldukları, münafıklıklarını aramak değil, bak; sonuca bakarsın bunu anlamak için. Müafık biri geldi- yanında çalışıyor ve işin ehli. İşini yapıyor, sende bilmiyorsun seni kandırdığını. E senin sorumluluğun onu öğrenince başlamıyor mu? Yani, konu böyle giderse olmaz. Biz olması gerekeni konuşuyoruz.

Irak meselesinde, ehil olanı seç(e)medikleri için ve Türkiye gibi devletlerin yalnız bırakmasından dolayı bu hale düşmüştür. Orada olanlardan Nisa 75.'e göre bizimde sorumlu olduğumuz açıktır. Irak halkı seçim yapamamıştır, bu hali gören İslam alemi sessiz kalmış, ses çıkaranlar ise alaşağı edilmiştir. Alaşağı edilenleri ise desteklemesi gereken müslümanlar desteklememişlerdir.
Gelelim işin öteki yüzüne. Irak'ta zulmedenler işlerin ehlidirler. Ama bak sonuca, kan ve zulüm var. Millete acı çektiriyorlar. İşte, İslami Maneviyat olmazsa, böyle ehiller zulüm ederler. Bu örnek bile konunun özeti aslında. Türkiye yönetimi içinde öyle. İşin ehli diye, 3 fabrika açmasına kanarsak insanların, manevi yönden milletin ahlakını bozmalarında destek olmuş oluruz. Bunlar uzun vadeli işlerdir dediğim bu.Senin dükkanında eleman verimi kısa vadelidir. Ancak senin aldığın adamın ahlaksızlığının nedeni nedir? Eğitimde ahlak dersi almamış olmasıdır. Aileden çevreden sürekli ahlaksızlık pompalanmasıdır. Sonra bu pompanın kaynaklarına bakalım nereler diye.? İşte, ehil, iş yapmıştır zannı ile Ahlaki ve Manevi yönü oy için kullanan, işbaşına gelince bu yönlere darbe vuranları, ahlakı baltalayanları seçtiği içindir bu halk. Senin dükkanındaki elemanın ahlakıda, milletin eğitim sistemini belirlemesi yönündeki adımında gizlidir.

Bir kişi, cahiliye devrinden kalma adetlerle kendine işi bulmak için, bir tanıdığını devreye sokması ve ehil olmadığı bir makama oturması acaba nasıl temiz kalb ve manevi yönden güçlü olduğuna delil olur.


Bir kişi dünyasını kazanmak için maneviyatını nasıl öne çıkmasına müsade eder. Bu nasıl temiz kalbtir?
Bunlar ne demek? Ben bunları savunmadım. Bu yüzden geçiyorum.

...bir makama takvasını kullanarak ehil olsa dahi oturması nasıl ihlas olur. Zira, o dünya işidir ve maksat dünyalık kazanmaktır.
Takvasını kullanması uygun değildir. Kullanması, öne çıkarıp bununla iş yapması uygun değildir. Lakin, dünyalık iş diyip geçilmez. Burada, kişinin amacı kendine yönelik gelir değil, Dünya İnsanları için projeler ise desteklenir ve o makama çıkarılar. Kendi çıkarı için dinini kullanması ayrı, İslami gözlükle sonucunda insanların faydasına iş yapması ayrı.

Bakara 204-205'e baktım. Münafıklardan bahsediyor sanırım.
Hocam, temiz kalpliler işe girsin diye sistem kurulsun demiyorum. Bak; son cümlende demişsin ki,Demek, temiz kalb yerine iş ahlakına önem vermelidir. Ben de diyorum ki, iş ahlakı maneviyatla olur. Yoksa hangi sistemde olursa olsun, kişi kendi çıkarını öne sürer. Bu çıkar dünyevidir. Sonunda zulüm ve kan getirir. Ya da zulüm ve kan getiren sistemlerin karşından yer olmadığı için dolaylı destekçisidir. İşte bu yüzden biz müslümanız. Saadet/huzur hakim olsun diye. Bu yüzden Önce Ahlak ve Maneviyat.
 
Ayrıca temiz kalb görecelidir.

Bakınız, bir tarikate bağlı olan biri, kendi tarikatinden olanı temiz kalbli görecektir. Diğer tarikati belki rakib olarak gördüğünden su i istimale kapı açılacaktır.

Hem işin ehli olanı seçmek akıl ile bazı sınavlara tabi tutmak ile olur. Ancak , temiz kalblilik ölçüsü mutlak ve genel manada tarafgirliğie kapı açar. Tarafgirliğin olduğu yerde ise akıl ve sınav hükümsüz kalacaktır. Kalmaktadır.

Adamın birinin cüzdanı kayboluyor. Komşusu gençten şüphe ediyor. Temiz kalbli olduğuna inandığı kandaşı kardeşinden şüphe etmiyor.

Nitekim, komşususu seyredereken bir şeye güldüğünü görüyor. Diyor, tıpı hırsız gibi gülüyor. Tıpkı hırsız gibi yürüyor. HEr hareketi her şeyi hırsız. Yüzü nursuz.

Sonra cüzdanı çalanın kardeşi olduğu ortaya çıkıyor. Bakıyorki, komşusu hiçte hırsıza benzemiyor.

Demek, temiz kalb ve maneviyat için ölçü herzaman tarafgirlik olacaktır. Tarafgirlik ise büyük zulümlerin anahtarıdır.

Muhabbetle

Temiz kalpte takıldık kaldık.
Müslümanın liyakati önemlidir. Vasıflı, bilgili, görgülü, ahlaki yönü olmalıdır. İşi ne ise, onu yapmalıdır.
Hocam, kendi tarikatından olanı iyi ve kaliteli, olmayanı kalitesiz görüyorsa zaten bu onun kapasitesizliğidir. Bunun manevi yönle bakmakla bi alakası yok, tarafgirlik gözürle bakmasıyla alakalıdır. Aynı şekilde komşu örneğinde olduğu gibi Hucurat Suresi 12 yi bilmiyorsa bu onun manvi yönile bakması değildir, bilgisizliğidir ve Kurana aykırılığıdır. Suizan yapamaz. Ayet yasaklıyor.
Ama burda, suçlu belli değil. Kim olduunu Allah bilir diyip beklese sonucu, işte o zaman gerçekten manevi gözlükle bakmış demektir. Yani demekki, suçluyu suizan ile kafasında çizmesi (şeytana uyarak) onun manevi yön ile bakması demek değil, bilakis manevi yönden eksik olması demektir.

selametle..
 
Değerli kardeşim, yazdıkların kurmaca ve taragirliğin tam bir numunesidir.

Zira, adil bir sistemde idareci hizmetkardır. Ayrıca, idareci üretimdeki işçiden daha ehil olmak lazımdır. En büyük sorun ve tehlike idareciye temiz kalbli diye güvenmektir. Zira, yaptığı hatlar daima hüsn üzan edilecek, birsüre sonra takibi imkansız bir hal alacaktır.

Bak, Demirel dedin, münafık diyorlar. Münafık olsun.

Türkiyede kurulmuş fabrika, baraj okul ve hakeza her şeyde onun imazsı vardır. Hem o dahi o zalimlerle uğraşmıştır.

Mesela, okulda namaz kılmayı serbest bırakan Demirel'dir
Dindar Özalın facia kanununa yapılan içtihad ile baş örtüsü yasak olmuş, o gelince yine içtihad ile serbest bırakmış.

Ayasofyada bir kısımda Kur'an okutmaya başlamış.

Erbakanın şehadeti ile imam hatibleri o açmış.

Şimdi, bu adama münafık ve pis kalbli olsa ben akıbete yani, neticeye bakıyorum. Yani, işine bakıyorum.

Ama Dindar ve temiz kalbli diğeri Türkiyeye rüşveti getirmiş. Çıplak neşriyatı getirmiş. Bu gün hala uğraştığımız eflasyonu getirmiş

Mevcut hükümet, çok iyi niyetli olsun.

Ama akıbet olarak, başörtüsünü çözülmesi imkansız hale getirdi. Ayasofyanın daha uzun süre müze olacağı kesin oldu, zira "Ayasofya müzedir, ibadet edilmez" dediler. Faizci sistemi tam oturtarak halkın yüzde 90'ının faiz bataklığına soktular.

Bir tarafta münafık birinin yaptıkları, bir tarafta dindar ve temiz kalblinin yaptıkları.

Zarar kısmına gelirsek. Elbette ehven üşerdir. Zararı mutlaka olacaktır. Kıyas esastır. Akıbete bakmak gerekir.

Mesele yaptıkları diyorsun. Zaten bende bunun için diyorum. AKP ya da Özal konusunda, yola çıkışları yanlıştı. İyi niyetle çıkmışlardır ama sonunda yanlışlar büyük ve uzun vadede kalıcı oldu. Peki bunların sebebi nedir, dediğimizde sen diyorsun ki iyi niyetle yola çıkmaları. Ben diyorum ki, hayır iyi niyetle yola çıkmaları onları iktidar etti ama yanlış yoldan iktidara çıkmaları e işin ehli olmamaları. Burada işin ehli olsalar ve manevi yönden gerçekten İslama göre icraat yapsalar, ekonomik ve siyasi yönden böyle yanlış yapmazlar.

Demirele gelince, bunları yaptığı tarihlere bi bakarmısın hocam. 1975-79 arası olmasın:)

selametle..
 
Geri
Üst
AdBlock Detected

We get it, advertisements are annoying!

Sure, ad-blocking software does a great job at blocking ads, but it also blocks useful features of our website. For the best site experience please disable your AdBlocker.

I've Disabled AdBlock    No Thanks