Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Kuran mucizeleri

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
39
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
EVRENİN VAROLUŞU

Kuran-ı Kerim'de evrenin ortaya çıkışı şöyle açıklanır:

“O gökleri ve yeri yoktan var edendir...„

(En'am Suresi, 101)


Kuran'da verilen bu bilgi, çağdaş bilimin bulgularıyla tam bir uyum içindedir. Bugün astrofiziğin ulaştığı kesin sonuç, tüm evrenin madde ve zaman boyutlarıyla birlikte, bir sıfır anında, büyük bir patlamayla var olduğudur. "Büyük Patlama", orijinal adıyla "Big Bang" teorisi, tüm evrenin yaklaşık 15 milyar yıl önce tek bir noktanın patlamasıyla yokluktan meydana geldiğini kanıtlamıştır. Büyük Patlama teorisi bugün evrenin varoluşu ve başlangıcı konusunda bütün bilim çevreleri tarafından ortak kabul gören yegane bilimsel açıklamadır.

Big Bang'den önce madde diye bir şey yoktur. Maddenin, enerjinin, hatta zamanın dahi bulunmadığı, tamamen metafizik olarak tanımlanabilecek bir yokluk ortamında madde, enerji ve zaman yaratılmıştır. Modern fiziğin ortaya koyduğu bu büyük gerçek, Kuran'da bize 1400 yıl önceden haber verilmektedir.

Koyu kahverengi bölgeler arka plan radyasyonunu göstermektedir. Açık kahverengi bölgeler soğuktur. Açık pembe bölgeler sıcaktır. Koyu pembe bölgeler en sıcak yerleri belirtmektedir.
NASA'nın 1992'de gönderdiği Cobe uydusunun hassas tarayıcıları Big Bang'den sonra tüm evrene yayıldığı varsayılan radyasyonun kalıntılarını buldu. Bu buluş evrenin yoktan var edildiği gerçeğinin bilimsel bir açıklaması olan Big Bang teorisinin ispatı oldu.
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
39
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
EVRENİN GENİŞLEMESİ

Astronomi biliminin henüz gelişmemiş olduğu bir dönemde, 14 asır önce indirilen Kuran-ı Kerim'de evrenin genişlediğinden şöyle bahsedilir:

“Biz göğü 'büyük bir kudretle' bina ettik ve şüphesiz Biz (onu) genişleticiyiz.„

(Zariyat Suresi, 47)


Ayette geçen "gök" kelimesi Kuran'ın pek çok yerinde uzay ve evren anlamında kullanılır. Burada da bu anlamda kullanılmıştır. Yani Kuran'da, evrenin genişleyici olduğu bildirilmiştir. Bilimin bugün varmış olduğu sonuç da Kuran'da bildirilenle aynıdır.

Edwin Hubble dev teleskobuyla

Yüzyılımızın başlarına dek bilim dünyasında hakim olan tek görüş, "evrenin durağan bir yapıya sahip olduğu ve sonsuzdan beri süregeldiği" şeklindeydi. Ancak, günümüz teknolojisi sayesinde gerçekleştirilen araştırma, gözlem ve hesaplamalar evrenin bir başlangıcı olduğunu ve sürekli olarak "genişlediğini" ortaya koydu.

Rus fizikçi Alexander Friedmann ve Belçikalı evren bilimci Georges Lemaitre, bu yüzyılın başlarında evrenin sürekli hareket halinde olduğunu ve genişlediğini teorik olarak hesapladılar.
Bu gerçek, 1929 yılında gözlemsel olarak da ispatlandı. Amerikalı astronom Edwin Hubble kullandığı dev teleskopla gökyüzünü incelerken yıldızların ve galaksilerin sürekli olarak birbirlerinden uzaklaştıklarını keşfetti. Herşeyin sürekli olarak birbirinden uzaklaştığı bir evren ise, sürekli "genişleyen" bir evren anlamına gelmekteydi. Evrenin genişlemekte olduğu, ilerleyen yıllardaki gözlemlerle de kesinlik kazandı.

Ancak bu gerçek, henüz hiçbir insan tarafından bilinmezken, Kuran'da asırlar önce açıklanmıştı. Çünkü Kuran, tüm evrenin yaratıcısı ve hakimi olan Allah'ın sözüdür.
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
39
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
GÖKLERLE YERİN BİRBİRİNDEN AYRILMASI


Göklerin yaratılışı konusundan bahseden bir başka ayet ise şöyledir:
“O inkar edenler görmüyorlar mı ki, (başlangıçta) göklerle yer,
birbiriyle bitişik iken, Biz onları ayırdık ve her canlı şeyi
sudan yarattık. Yine de onlar inanmayacaklar mı?„

(Enbiya Suresi, 30)


Yukarıda temsili Big Bang resmi görülmektedir. Allah'ın evreni yoktan var ettiğini bir kez daha ortaya koyan Big Bang, bilimsel delillerle ispatlanan bir teoridir. Bazı bilim adamları Big Bang'e alternatifler üretmeye çalışılmışlar, ancak elde edilen deliller Big Bang'in bilim dünyasında kesin bir kabul görmesiyle sonuçlanmıştır. Ayetin "birbiriyle bitişik" olarak tercüme edilen "ratk" kelimesi, Arapça sözlüklerde "birbiriyle içiçe, ayrılmaz durumda, kaynaşmış" anlamlarına gelir. Yani tam bir bütün oluşturan iki maddeyi tanımlamak için bu kelime kullanılır. Ayette geçen "ayırdık" ifadesi ise Arapça "fatk" fiilidir ki, bu fiil "ratk" halindeki bir nesneyi yarıp, parçalayıp dışarı çıkması anlamına gelir. Örneğin tohumun filizlenerek topraktan dışarı çıkması Arapça'da bu fiille ifade edilir.
Şimdi ayete tekrar bakalım. Ayette göklerle yerin birbiriyle bitişik yani "ratk" durumunda olduğu bir durumdan bahsediliyor. Ardından bu ikisi "fatk" fiili ile ayrılıyorlar. Yani biri diğerini yararak dışarı çıkıyor. Gerçekten de Big Bang'in ilk anını hatırladığımızda, tek bir noktanın evrenin tüm maddesini içerdiğini görüyoruz. Yani herşey, hatta henüz yaratılmamış olan "gökler ve yer" bile bu noktanın içinde, "ratk" halindeler. Ardından bu nokta şiddetle patlıyor ve bu yolla maddeler "fatk" oluyorlar…

Ayette geçen ifadeleri bilimsel bulgularla karşılaştırdığımızda tam bir uyum içinde olduklarını görüyoruz. 14 asır önce haber verilmiş olan bu bulguların bilimsel olarak ortaya konması ise ancak 20. yüzyılda mümkün olmuştur.
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
39
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
YÖRÜNGELER

Kuran'da Güneş ve Ay'dan bahsedilirken her birinin belli bir yörüngesi olduğu şöyle vurgulanır:
“Geceyi, gündüzü, Güneş'i ve Ay'ı yaratan O'dur;
her biri bir yörüngede yüzüp gidiyor.„

(Enbiya Suresi, 33)


Güneş'in sabit olmadığı, belli bir yörüngede yol almakta olduğu, bir başka ayette de şöyle bildirilmektedir:

“Güneş de, kendisi için (tespit edilmiş) olan bir karar yerine doğru akıp gitmektedir. Bu üstün ve güçlü olan, bilenin takdiridir.„

(Yasin Suresi, 38)

Kuran'da bildirilen bu gerçekler, ancak çağımızdaki astronomik gözlemlerle anlaşılmıştır. Astronomi uzmanlarının hesaplarına göre Güneş, Solar Apex adı verilen bir yörünge boyunca Vega Yıldızı doğrultusunda saatte 720 bin km.'lik muazzam bir hızla hareket etmektedir. Bu, kabaca bir hesapla, Güneş'in günde 17 milyon 280 bin km. yol katettiğini gösterir. Güneş'le birlikte onun çekim sistemi içindeki tüm gezegenler ve uyduları da aynı mesafeyi katederler. Ayrıca, evrendeki tüm yıldızlar da buna benzer planlı bir harekete sahiptirler.

Tüm evrenin bu şekilde yörüngelerle donatılmış olduğu, yine Kuran'da şöyle haber verilmiştir:
“'Özen içinde yollar ve yörüngelerle donatılmış' göğe andolsun.„

(Zariyat Suresi, 7)

Evrende yaklaşık 200 milyar galaksi mevcuttur ve her galakside ortalama 200 milyar yıldız bulunur. Bu yıldızların pek çoğunun gezegenleri, bu gezegenlerin de uyduları vardır. Tüm bu gök cisimleri çok ince hesaplarla saptanmış yörüngelere sahiptir. Ve milyonlarca yıldır her biri kendi yörüngesinde diğerleriyle kusursuz bir uyum ve düzen içinde akıp gitmektedir. Bunların dışında pek çok kuyruklu yıldız da kendisi için tespit edilmiş olan yörüngede yüzüp gider.

Evrendeki yörüngeler sadece gök cisimlerine ait değildir. Galaksiler de şaşırtıcı hızlarla planlı ve hesaplı yörüngeler üzerinde hareket ederler. Bu hareketleri esnasında hiçbir gök cismi bir diğeriyle çarpışmaz, yolları kesişmez.

Elbette, Kuran'ın indirildiği dönemde insanlık, günümüzdeki gibi uzayı milyonlarca kilometre uzaklara dek gözlemleyecek teleskoplara, gelişmiş gözlem teknolojilerine, modern fizik ve astronomi bilgilerine sahip değildi. Dolayısıyla uzayın, ayette bildirildiği gibi, "özen içinde yollar ve yörüngelerle donatılmış" olduğunu, o dönemde bilimsel olarak tespit edebilmek imkansızdı. Ancak o çağda indirilmiş olan Kuran-ı Kerim'de bu gerçek bizlere açıkça haber verilmiştir; çünkü Kuran, Allah'ın sözüdür.
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
39
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
DÜNYANIN YUVARLAKLIĞI

“Gökleri ve yeri hak olarak yarattı. Geceyi gündüzün
üstüne sarıp-örtüyor, gündüzü de gecenin
üstüne sarıp örtüyor...„

(Zümer Suresi, 5)


Kuran'ın evreni tanıtan ayetlerinde kullanılan ifadeler oldukça dikkat çekicidir. Üstteki ayette "sarıp örtmek" olarak tercüme edilen Arapça kelime "tekvir"dir. Bu kelimenin Türkçe karşılığı, "yuvarlak bir şeyin üzerine bir cisim sarmak"tır. (Örneğin Arapça sözlüklerde "başa sarık sarma" gibi yuvarlak cisimleri içeren fiiller için bu kelime kullanılır).

Ayette, gecenin ve gündüzün birbirlerinin üzerlerini sarıp-örtmeleri (tekvir etmeleri) konusunda verilen bilgi, aynı zamanda Dünya'nın biçimi konusunda kesin bir bilgi içermektedir. Ancak ve ancak Dünya'nın yuvarlak olması durumunda bu ayette ifade edilen fiil gerçekleşebilir. Yani 7. yüzyılda indirilen Kuran'da Dünya'nın yuvarlak olduğuna işaret edilmiştir.

Unutmamak gerekir ki, o dönemdeki astronomi anlayışı Dünya'yı daha farklı algılıyordu. O dönemde Dünya'nın düz bir satıh olduğu düşünülüyordu ve tüm bilimsel hesap ve açıklamalar da buna göre yapılıyordu. Kuran ayetleri ise bize henüz bu yüzyılda öğrendiğimiz bilgileri vermektedir. Kuran Allah'ın sözü olduğu için evreni tarif ederken olabilecek en doğru kelimeler kullanılmıştır.
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
39
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
KORUNMUŞ TAVAN

Kuran'da Allah, gökyüzünün ilginç bir özelliğine şöyle dikkat çeker:

“Gökyüzünü korunmuş bir tavan kıldık;
onlar ise bunun ayetlerinden yüz çeviriyorlar. „

(Enbiya Suresi, 32)


Ayette belirtilen gökyüzünün bu özelliği, 20. yüzyıldaki bilimsel araştırmalarla kanıtlanmıştır.

Yerküremizi çepeçevre kuşatan atmosfer, canlılığın devamı için son derece hayati işlevleri yerine getirir. Dünyaya doğru yaklaşan irili ufaklı pek çok gök taşını eriterek yok eder ve bunların yeryüzüne düşerek canlılara büyük zararlar vermesini engeller.

Atmosfer, bunun yanısıra, uzaydan gelen ve canlılar için zararlı olan ışınları da filtre eder. İşin ilginç olan yanı, atmosferin sadece zararsız orandaki ışınları, yani görünür ışık, kızıl ötesi ışınlar ve radyo dalgalarını geçirmesidir. Bunların tümü yaşam için gerekli ışınlardır. Örneğin atmosfer tarafından belirli oranda geçmesine izin verilen ultraviyole ışınları, bitkilerin fotosentez yapmaları ve dolayısıyla tüm canlıların hayatta kalmaları açısından büyük önem taşır. Güneş tarafından yayılan şiddetli ultraviyole ışınlarının büyük bölümü, atmosferin ozon tabakasında süzülür ve Dünya yüzeyine yaşam için gerekli olan az bir kısmı ulaşır.

Atmosferin koruyucu özelliği bunlarla da kalmaz. Dünya, uzayın ortalama eksi 270 derecelik dondurucu soğuğundan yine atmosfer sayesinde korunur.


Atmosfer, sadece canlılar için gerekli olan ışınların yeryüzüne geçmesine izin verir. Örneğin bu ışınlardan ultraviyole ışınları belirli oranlarda bize ulaşır. Bu oran bitkilerin fotosentez yapmaları ve dolayısıyla tüm canlıların hayatta kalması için en uygun ölçüye sahiptir.

Bu temsili resimde Dünya'ya çarpmak üzere olan gök taşları görülmektedir. Uzayda dolaşan gök taşları Dünyamız için çok önemli bir tehlike oluşturabilirdi. Ancak Allah kusursuz yaratışı ile atmosferi koruyucu bir tavan kılmıştır. Bu özel koruma sayesinde gök taşlarının büyük çoğunluğu atmosferde parçalandığı için Dünya'ya zarar vermez.
Gökyüzünü seyreden insanların çoğunun aklına atmosferin koruyucu yapısı gelmez. Bu yapı olmasa Dünya'nın nasıl bir yer olacağını da insanlar çoğu zaman düşünmez. Yukarıdaki resimde Dünya'ya düşen bir gök taşının ABD Arizona'da açtığı dev çukur görülmektedir. Eğer atmosfer olmasaydı bu gök taşlarının milyonlarcası dünya yüzeyine düşer ve gezegen yaşanılmaz bir hale gelirdi. Ancak atmosferin koruyucu özelliği sayesindedir ki, Dünya'daki canlılar güven içinde yaşamlarını sürdürürler. Bu, elbette Allah'ın insanlar üzerindeki bir korumasıdır ve Kuran'da haber verilmiş bir mucizedir.

Dünya'yı zararlı etkilerden koruyan, yalnızca atmosfer değildir. Atmosferin yanısıra "Van Allen Kuşakları" denilen ve Dünya'nın manyetik alanından kaynaklanan bir tabaka da, gezegenimize gelen zararlı ışınlara karşı bir kalkan görevi görür. Güneş'ten ve diğer yıldızlardan sürekli olarak yayılan bu ışınlar, insanlar için öldürücü etkiye sahiptir. Özellikle Güneş'te sık sık meydana gelen ve "parlama" adı verilen enerji patlamaları, Van Allen Kuşakları olmasa, Dünya'daki tüm yaşamı yok edebilecek güçtedir.
Van Allen Kuşakları'nın yaşamımız açısından önemini Dr. Hugh Ross şöyle anlatmaktadır:

Dünya, Güneş Sistemi'ndeki gezegenler arasında en yüksek yoğunluğa sahiptir. Bu geniş nikel-demir çekirdeği büyük bir manyetik alandan sorumludur. Bu manyetik alan Van Allen radyasyon koruyucu tabakasını meydana getirir. Bu tabaka yeryüzünü radyasyon bombardımanından korur. Eğer bu koruyucu tabaka olmasaydı Dünya'da hayat mümkün olmazdı. Manyetik alanı olan ve kayalık bölgelerden oluşan diğer tek gezegen Merkür'dür. Fakat bu manyetik alanın gücü Dünya'nınkinden 100 kat daha azdır. Van-Allen radyasyon koruyucu tabakası Dünya'ya özeldir.1

Geçtiğimiz yıllarda tespit edilen bir parlamada açığa çıkan enerjinin, Hiroşima'ya atılanın benzeri 100 milyar atom bombasına eş değer olduğu hesaplanmıştır. Parlamadan 58 saat sonra pusulaların ibrelerinde aşırı hareketler gözlenmiş, Dünya atmosferinin 250 km üstünde sıcaklık sıçrama yapıp 2500° C'ye yükselmiştir.

Kısacası, Dünya'nın üzerinde, kendisini sarıp kuşatan ve dış tehlikelere karşı koruyan mükemmel bir sistem işler. İşte Dünya göğünün bu koruyucu kalkan özelliği yüzyıllar öncesinden Kuran'da bizlere Allah tarafından bildirilmiştir.


Güneş parlamasında açığa çıkan enerji insan aklının anlamakta zorlanacağı kadar şiddetlidir: Tek bir parlama, Hiroşima'ya atılan 100 milyar tane atom bombasına eş değerdir. Dünya, bu yıkıcı enerjiden atmosfer ve Van Allen Kuşakları'yla korunur. Canlı yaşamı için son derece elverişli olan Dünya'dan atmosferin dışına, yani uzaya çıkıldığında dondurucu bir soğukla karşılaşılır. Dünya, uzayın ortalama -270 derecelik dondurucu soğuğundan yine atmosferi sayesinde korunur. Dünya'nın manyetik alanının oluşturduğu manyetosfer tabakası, yeryüzünü gök taşlarından, zararlı kozmik ışın ve parçacıklardan koruyan bir kalkan gibidir. Yukarıdaki resimde Van Allen Kuşakları adı da verilen bu manyetosfer tabakası görülmektedir. Dünya'nın on binlerce kilometre uzağındaki bu kuşaklar, yeryüzündeki canlıları uzaydan gelebilecek öldürücü enerjiden korumaktadır.

Tüm bu bilimsel bulgular, Dünya'nın özel bir şekilde korunduğunu kanıtlamaktadır. Önemli olan, bu korunmanın "gökyüzünü korunmuş bir tavan kıldık" ayetiyle 1400 sene önce Kuran'da haber verilmiş olmasıdır.
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
39
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
GERİ DÖNDÜREN GÖK

Kuran-ı Kerim'de, Tarık Suresi'nin 11. ayetinde gökyüzünün "geri döndürücü" özelliğinden bahsedilir:

“Dönüşlü olan göğe andolsun.„

(Tarık Suresi, 11)

Kuran meallerinde "dönüşlü" olarak tercüme edilen kelime, "geri çeviren" ya da "geri döndüren" anlamına gelmektedir.

Bilindiği gibi Dünya'yı çevreleyen atmosfer pek çok katmandan oluşur. Her katmanın, canlılığın yararına yönelik önemli bir görevi vardır. İncelendiği zaman her tabakanın kendisine ulaşan madde ya da ışınları uzaya ya da yeryüzüne geri döndürme özelliklerinin olduğu anlaşılmıştır. Burada atmosfer katmanlarının geri döndürme özelliğini birkaç örnekle inceleyelim.

Örneğin 13 ile 15 km yükseklikteki Troposfer tabakası, yeryüzünden yükselen su buharının yoğunlaşarak yağış olarak yere geri dönmesini sağlar.

25 km yükseklikteki Ozonosfer uzaydan gelen radyasyon ve zararlı ultraviyole ışınlarını yansıtarak yeryüzüne ulaşamadan uzaya geri dönmelerini sağlar.

İyonosfer tabakası da yeryüzünden yayınlanan radyo dalgalarını bir uydu gibi yeryüzünün farklı bölgelerine geri yansıtarak, telsiz konuşmalarının, radyo ve televizyon yayınlarının uzak mesafelerden izlenebilmesini sağlar.

Manyetosfer tabakası ise, Güneş'ten ve diğer yıldızlardan yayılan zararlı radyoaktif parçacıkları, yeryüzüne ulaşmadan uzaya geri döndürür.

Gökyüzü tabakalarının henüz yakın bir geçmişte keşfedilen bu özelliğinin yüzyıllar öncesinden Kuran'da belirtilmesi, onun Allah'ın sözü olduğunu bir kez daha vurgulamaktadır.


Dünya üzerindeki canlı yaşamı için suyun varlığı son derece önemlidir. Suyun oluşmasındaki etkenlerden bir tanesi de atmosferin katmanlarından biri olan Troposfer'dir. Troposfer tabakası okyanuslardan yükselen su buharını yoğunlaştırarak yeryüzüne yağmur olarak geri döndürür. Yeryüzündeki yaşam için öldürücü olabilecek ışınları engelleyen atmosfer katmanı ise, Ozonosfer tabakasıdır. Ozonosfer tabakası ultraviyole gibi zararlı kozmik ışınları uzaya geri döndürerek, bu ışınların yeryüzüne ulaşmasını ve canlılığa zarar vermesini engeller. Atmosferin her katmanı insanlara yararlı özelliklere sahiptir. Örneğin atmosferin en üst tabakalarından biri olan İyonosfer tabakası, belli bir merkezden yayınlanan radyo dalgalarını yeryüzüne geri yansıtarak bu yayınların uzak mesafelerden bile algılanmasını sağlar.
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
39
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
ATMOSFERİN KATMANLARI

Kuran ayetlerinde evren hakkında verilen bilgilerden biri, gökyüzünün yedi kat olarak düzenlendiğidir:

“Sizin için yerde olanların tümünü yaratan O'dur.
Sonra göğe istiva edip de onları yedi gök olarak
düzenleyen O'dur. Ve O, herşeyi bilendir. „

(Bakara Suresi, 29)


“Sonra, duman halinde olan göğe yöneldi;
Böylece onları iki gün içinde yedi gök olarak tamamladı
ve her bir göğe emrini vahyetti...„

(Fussilet Suresi, 11-12)


Dünya, yaşam için gerekli olan özelliklerin tümüne sahiptir. Bunlardan bir tanesi de canlıları koruyan özel bir kalkan görevini yerine getiren atmosferdir. Bugün Dünya atmosferinin üst üste dizilmiş farklı katmanlardan meydana geldiği bilinmektedir. Atmosfer aynen ayette bildirildiği gibi, tam yedi temel katmandan oluşmaktadır. Bu, elbette ki Kuran'ın mucizelerinden biridir. Kuran'da pek çok ayette kullanılan gök kelimesi tüm evreni ifade etmek için kullanıldığı gibi, Dünya göğünü ifade etmek için de kullanılır. Kelimenin bu anlamı alındığında, Dünya göğünün, bir başka deyişle atmosferin, 7 katmandan oluştuğu sonucu ortaya çıkmaktadır.
Nitekim bugün Dünya atmosferinin üst üste dizilmiş farklı katmanlardan meydana geldiği bilinmektedir. Üstelik aynen ayette bildirildiği gibi, tam yedi temel katmandan...



Bilimsel bir kaynakta bu konu şöyle açıklanır:

Bilim adamları atmosferin birçok katmandan oluştuğunu keşfettiler. Katmanlar, basınçları ve bunları oluşturan gazların bileşimi gibi belirgin fiziksel özelliklerle birbirlerinden farklılaşırlar... Atmosferin Dünya'ya en yakın katmanı "TROPOSFER"dir. Atmosferin toplam kütlesinin %90'ını oluşturur... Troposfer'in üzerindeki katman "STRATOSFER" dir... Stratosfer'de ultraviyole ışınlarının emildiği katmana "OZONOSFER" adı verilir... Stratosfer'in üzerindeki tabakaya ise "MEZOSFER" adı verilir... Mezosfer'in üzerinde "TERMOSFER" yer alır... İyonize olmuş gazlar Termosfer'in içinde "İYONOSFER" adı verilen başka bir katman oluştururlar... Dünya atmosferinin en dış tabakası ise 450 km. den 960 km. ye kadar uzanır. Bu katmana "EKZOSFER" adı verilir.


14 asır önce, gökyüzünün yekpare bir bütün sanıldığı dönemlerde Kuran'da, gökyüzünün katmanlardan meydana geldiği, üstelik bu katmanların sayısının "yedi" olduğu mucizevi bir biçimde haber verilmekteydi.
Çağdaş bilim ise Dünyamız'ı çevreleyen atmosferin belli başlı "yedi" ana tabakadan meydana geldiğini ancak yakın zamanlarda ortaya koydu.
Bu kaynakta belirtilen katmanlarını saydığımızda atmosferin ayette bildirildiği gibi tam olarak 7 tabakadan oluştuğunu görürüz:
1- TROPOSFER

2- STRATOSFER

3- OZONOSFER

4- MEZOSFER

5- TERMOSFER

6- İYONOSFER

7- EKZOSFER


Bu konuyla ilgili bir diğer önemli mucize de Fussilet Suresi'nin 12. ayetinde geçen "Her bir göğe emrini vahyetti" ifadesinde yer almaktadır. Yani ayette Allah'ın her tabakayı belli bir görevle görevlendirdiği belirtilmektedir. Gerçekten, daha önceki bölümlerde de gördüğümüz gibi, yukarıda saydığımız tabakaların her birinin insanların ve yeryüzündeki tüm canlıların yararı açısından çok hayati görevleri vardır. Yağmurların oluşmasından, zararlı ışınların engellenmesine, radyo dalgalarının yansıtılmasından, gök taşlarının zararsız hale getirilmesine kadar her tabakanın kendine özgü bir işlevi bulunmaktadır.

Örneğin bu görevlerden biri bilimsel bir kaynakta şöyle bildirilmiştir:

Dünya'nın atmosferi 7 katmandan oluşmaktadır. En alttaki tabaka Troposfer'dir. Yağmur, kar ve rüzgar yalnızca Troposfer'de oluşur.

20. yüzyıl teknolojisi olmadan tespit edilmesi hiçbir biçimde mümkün olmayan bu bilgilerin 1400 yüzyıl önce indirilmiş olan Kuran-ı Kerim'de açıkça bildirilmesi ise, çok büyük bir mucizedir.
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
39
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
DAĞLARI GÖREVİ

Kuran'da dağların önemli bir jeolojik işlevine dikkat çekilmektedir:

“Yeryüzünde, onları sarsmasın diye, sabit dağlar yarattık...„

(Enbiya Suresi, 31)


Dikkat edilirse ayette, dağların yeryüzündeki sarsıntıları önleyici bir özelliğinin olduğu haber verilmektedir.


Şematik kesit. Dağların toprak seviyesinin oldukça derinlerinde kökleri vardır.
(EARTH, Press and Siever, s.413)
Kazık şerkilnedik dağların toprağın içerisine iyice yerleşmiş kökleri vardır.
(Anatomy of the Earth, Cailleux, s.220)
Dağların derin kökleri dolayısıyla şekil olarak kazıklara benzediklerini gösteren diğer bir resim. (EARTH SCIENCE, Tarbuck and Lutgens, s.158)

Kuran'ın indirildiği dönemde hiçbir insan tarafından bilinmeyen bu gerçek, günümüzde modern jeolojinin bulguları sonucunda ortaya çıkarılmıştır. Bu bulgulara göre, dağlar, yeryüzü kabuğunu oluşturan çok büyük tabakaların hareketleri ve çarpışmaları sonucunda meydana gelir.

İki tabaka çarpıştığı zaman daha dayanıklı olanı ötekinin altına girer. Üstte kalan tabaka kıvrılarak yükselir ve dağları meydana getirir. Altta kalan tabaka ise yeraltında ilerleyerek aşağıya doğru derin bir uzantı meydana getirir. Yani dağların yeryüzünde gördüğümüz kütleleri kadar, yeraltına doğru ilerleyen derin bir uzantıları daha vardır. Bilimsel bir kaynakta dağların bu yapısı şöyle tarif edilir:

"Kıtaların daha kalın olduğu dağlık bölgelerde yerkabuğu mantoya derinlemesine saplanır."

Bir ayette, dağların bu işlevine, "kazık" benzetmesi yapılarak şöyle işaret edilir:


“Biz, yeryüzünü bir döşek kılmadık mı?
Dağları da birer kazık?„
(Nebe Suresi, 6-7)

Dağlar yer üstünde olduğu kadar yeraltının derinliklerineki uzantılarıyla da yerkabuğunun farklı tabakalarını adeta birer kazık gibi birbirine perçinler. Yerkabuğu sürekli hareket halinde olan tabakalardan oluşmaktadır. Dağların bu perçinleme özelliği son derece hareketli bir yapısı olan yerkabuğunu adeta sabitleyerek sarsıntıları büyük ölçüde engeller.

Bu özellikleri sayesinde dağlar, yeryüzü tabakalarının birleşim noktalarında yer üstüne ve yeraltına doğru uzanarak bu tabakaları birbirine perçinler. Bu şekilde, yerkabuğunu sabitleyerek mağma tabakası üzerinde ya da kendi tabakaları arasında kaymasını engeller. Kısacası dağları, tahtaları birarada tutan çivilere benzetebiliriz.

Dağların bu sabitleyici özelliği bilimsel literatürde "izostasi" terimiyle tanımlanır. İzostasi'nin kelime anlamı şöyledir:

"İzostasi: ... Jeolojide, dağların Dünya yüzeyinin altında oluşturdukları yerçekimsel kuvvet sayesinde yerkabuğunun genel dengesinin sağlanması."

Görüldüğü gibi, modern jeolojik ve sismik araştırmalar sonucunda keşfedilen dağların çok hayati bir işlevi, yüzyıllar önce indirilmiş olan Kuran-ı Kerim'de Allah'ın yaratmasındaki üstün hikmete bir örnek olarak verilmiştir. Bir başka ayette şöyle buyrulur:

“... Arzda da, sizi sarsıntıya uğratır diye sarsılmaz dağlar bıraktı...„

(Lokman Suresi, 10)
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
39
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
DAĞLARIN HAREKET ETMESİ

Bir ayette dağların göründükleri gibi sabit olmadıkları, sürekli hareket halinde bulundukları şöyle bildirilmektedir:

“Dağları görürsün de, donmuş sanırsın;
oysa onlar bulutların sürüklenmesi gibi sürüklenirler...„

(Neml Suresi, 88)

Dağların bu hareketi, üzerinde bulundukları yerkabuğunun hareketinden kaynaklanır. Yerkabuğu kendisinden daha yoğun olan manto tabakası üzerinde adeta yüzer gibi hareket etmektedir. İlk olarak bu yüzyılın başlarında Alfred Wegener isimli Alman bir bilim adamı, yeryüzündeki kıtaların Dünya'nın ilk dönemlerinde birarada bulunduklarını, daha sonra farklı yönlerde sürüklenerek birbirlerinden ayrılıp uzaklaştıklarını öne sürmüştü.

Ancak jeologlar, Wegener'in haklı olduğunu onun ölümünden 50 yıl sonra yani 1980'li yıllarda anlayabildiler. Wegener'in, 1915 yılında yayınladığı bir makalede belirtmiş olduğu gibi yeryüzündeki kara parçaları yaklaşık 500 milyon yıl önce birbirlerine bağlılardı ve Pangaea ismi verilen bu büyük kara parçası Güney Kutbu'nda bulunuyordu.

Yaklaşık 180 milyon yıl önce Pangaea ikiye ayrıldı. Farklı yönlere sürüklenen bu iki dev kıtadan birincisi Afrika, Avustralya, Antarktika ve Hindistan'ı kapsayan Gondwana idi. İkincisi ise, Avrupa, Kuzey Amerika ve Hindistan'sız Asya'dan oluşan Laurasia idi. Bu bölünmeyi izleyen yaklaşık 150 milyon yıl içindeki çeşitli zamanlarda Gondwana ve Laurasia daha küçük parçalara ayrıldılar.

İşte Pangaea'nın parçalanmasıyla ortaya çıkan bu kıtalar sürekli olarak kara ve deniz arasındaki dağılımı değiştirerek, yılda birkaç santimetrelik hızlarla Dünya yüzeyinde sürüklenmektedirler.

20. yüzyılın başlarında yapılan jeolojik araştırmalar sonucunda keşfedilen yerkabuğunun bu hareketi bilimsel kaynaklarda şöyle açıklanmaktadır:

Yerkabuğu ve üst mantodan oluşan 100 km. kalınlığındaki Dünya yüzeyi "tabaka" adı verilen parçalardan oluşmuştur. Dünya yüzeyini oluşturan altı büyük tabaka ve sayısız küçük tabaka vardır. "Tabaka tektoniği" adı verilen teoriye göre bu tabakalar kıtaları ve okyanus tabanını da beraberinde taşıyarak Dünya üzerinde hareket ederler... Kıtasal hareketin yılda 1 ile 5 cm. civarında olduğu hesaplanmıştır. Tabakalar bu şekilde hareket ettikçe Dünya coğrafyasında değişiklikler meydana gelir. Örneğin, Atlantik Okyanusu her sene biraz daha genişlemektedir.6

Burada belirtilmesi gereken önemli bir nokta da şudur: Allah dağların hareketini ayette "sürüklenme" olarak bildirmiştir. Nitekim bilim adamlarının bugün bu hareket için kullandıkları İngilizce terim de "Continental Drift" yani "Kıtasal Sürüklenme"dir.

Bilimin çok yeni keşfettiği bu bilimsel gerçeğin, Kuran'da bildirilmiş olması kuşkusuz Kuran'ın mucizelerinden biridir.
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
39
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
DEMİRDEKİ SIR

Demir, Kuran'da dikkat çekilen elementlerden biridir. Kuran'ın "Hadid", yani "Demir" adlı suresinde şöyle buyrulur:

“... Ve kendisinde çetin bir sertlik ve insanlar için
(çeşitli) yararlar bulunan demiri de indirdik...„

(Hadid Suresi, 25)


Ayette, demir için özel olarak kullanılan "indirme" kelimesi, mecazi olarak insanların hizmetine verilme anlamında düşünülebilir. Fakat kelimenin, "gökten fiziksel olarak indirme" şeklindeki gerçek anlamı dikkate alındığında, ayetin çok önemli bir bilimsel mucize içerdiği görülmektedir.

Çünkü modern astronomik bulgular, Dünyamız'daki demir madeninin dış uzaydaki dev yıldızlardan geldiğini ortaya koymuştur.

Evrende ağır metaller, büyük yıldızların çekirdeklerinde üretilir. Güneş Sistemimiz ise demir elementini kendi bünyesinde üretebilecek bir yapıya sahip değildir. Demir ancak Güneş'ten çok daha büyük yıldızlarda birkaç yüz milyon dereceye varan sıcaklıklarda oluşabilmektedir. Nova veya süpernova olarak adlandırılan bu yıldızlardaki demir miktarı belli bir oranı geçince, artık yıldız bunu taşıyamaz ve patlar. Bu patlama sonucu, içinde demir bulunan gök taşları uzaya dağılır ve bir gök cisminin çekimine yakalanıp çarpana kadar boşlukta dolaşır.

Tüm bunlardan anlaşılacağı gibi demir madeni Dünya'da oluşmamış, gök taşları vasıtasıyla süpernovalardan taşınarak, aynen ayette bildirildiği şekilde "Dünyaya indirilmiştir". Bilginin Kuran'ın indirilmiş olduğu 7. yüzyılda bilimsel olarak tespit edilemeyeceği ise açıktır. Ancak bu gerçek, herşeyi sonsuz bilgisiyle kuşatan Allah'ın sözü olan Kuran'da yer almaktadır.

Bunun yanısıra içinde demirden bahsedilen Hadid Suresi'nin 25. ayeti oldukça ilginç iki matematiksel şifre içermektedir:

"El-Hadid" Kuran'ın 57. suresidir. "El hadid" kelimesinin Arapça'daki sayısal değeri, yani ebcedi hesaplandığında karşımıza çıkan rakam da aynıdır: "57"
Sadece "hadid" kelimesinin sayısal değeri 26'dır. 26 sayısı ise demirin atom numarasıdır.
El-Hadid Suresi Kuran'ın 57. suresidir, El-Hadid kelimesinin Arapça'daki sayısal değeri ise 57'dir. Sadece "hadid" kelimesinin sayısal değeri 26'dır. Yukarıdaki periyodik cetvelden de görüldüğü gibi 26 sayısı demirin atom numarasıdır. Üstün kudret sahibi olan Allah, Hadid Suresi'nde indirdiği ayetle hem demirin nasıl oluştuğuna dikkat çekmekte hem de ayetin içerdiği matematiksel şifreler ile bilimsel bir mucizeyi bize göstermektedir.
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
39
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
YARATILIŞTAKİ ÇİFTLER

“Yerin bitirmekte olduklarından, kendi nefislerinden
ve daha bilmedikleri nice şeylerden bütün çiftleri
yaratan (Allah çok) yücedir.„

(Yasin Suresi, 36)

Erkeklik dişilik, "çift" kavramının bir karşılığı olmakla birlikte, ayette bahsedilen "bilmedikleri nice şeylerden" ifadesi daha geniş bir anlam içermektedir. Nitekim günümüzde ayetin işaret ettiği anlamlardan biri ile karşılaşmaktayız. Maddenin çiftler halinde yaratıldığını ortaya koyan İngiliz bilim adamı Paul Dirac, 1933 yılında Nobel Fizik Ödülü'nü kazanmıştır. "Parité" adı verilen bu buluş, maddenin anti-madde denilen bir çifti olduğunu ortaya koymuştur. Anti-madde, maddenin tersi özellikler taşır. Örneğin maddenin tersine anti-maddenin elektronları artı, protonları da eksi yüklüdür. Bu gerçek bilimsel bir kaynakta şöyle ifade edilmektedir:

"...Her parçacığın zıt yükte bir antiparçacığı vardır. Kararsızlık ilişkisi bize bu çiftlerin varoluşu ve yokoluşunun her yerde ve her zaman aynı anda oluştuğunu göstermektedir."
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
39
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
PARMAK İZLERİNDEKİ KİMLİK

Kuran'da, insanları ölümden sonra diriltmenin Allah için çok kolay olduğu anlatılırken, insanların özellikle parmak uçlarına dikkat çekilir:

“Evet; onun parmak uçlarını dahi derleyip-(yeniden)
düzene koymaya güç yetirenleriz.„
(Kıyamet Suresi, 4)


Ayette parmak uçlarının vurgulanması, son derece hikmetlidir. Çünkü tüm insanların parmak izi, tamamen kendilerine özeldir. Şu an Dünya üzerinde yaşayan her insanın parmak izi birbirinden farklıdır. Dahası, tarih boyunca yaşamış insanlarınki de birbirinden farklıdır.

İşte bu nedenle parmak izi, herkese özel çok önemli bir "kimlik kartı" sayılmakta ve tüm dünyada bu amaçla kullanılmaktadır.

Ancak önemli olan, parmak izinin özelliğinin ancak 19. yüzyılın sonlarına doğru keşfedilmiş olmasıdır. Ondan önce, insanlar parmak izini hiçbir özelliği ve anlamı olmayan çizgiler olarak görmüştür. Fakat Kuran'da, o dönemde kimsenin dikkatini dahi çekmeyen parmak izleri vurgulanmakta ve bu izlerin ancak çağımızda fark edilen önemine dikkat çekilmektedir.

Tek yumurta ikizleri de dahil olmak üzere, her insanın parmak izi kendine özeldir. Başka bir değişle, insanların parmak uçlarında kimlikleri şifrelenmiştir. Bu şifreleme sistemini, günümüzde kullanılmakta olan barkod sistemine benzetmek de mümkündür.
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
39
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
ZAMANIN GÖRECELİĞİ Zamanın göreceliği konusu bugün ispatlanmış bilimsel bir gerçektir. Ancak bu gerçek, yüzyılın başlarında Einstein'ın görecelik kuramı ile ortaya çıkmıştır. O döneme dek insanlar zamanın göreceli bir kavram olduğunu, ortama göre değişkenlik gösterebileceğini bilmiyorlardı. Ama büyük bilim adamı Albert Einstein, görecelik kuramı ile bu gerçeği açık olarak ispatladı. Zamanın, kütleye ve hıza bağımlı bir kavram olduğunu ortaya koydu. İnsanlık tarihi boyunca hiç kimse bu konuyu açıkça dile getirmemişti.

Tek bir istisnayla; Kuran'da, zamanın izafi olduğunu gösteren bilgiler veriliyordu! Bu konuyla ilgili bazı ayetleri şöyle sıralayabiliriz:

“Onlar senden, azabın çarçabuk getirilmesini istiyorlar; Allah,
va'dine kesin olarak muhalefet etmez. Gerçekten, senin Rabbinin katında bir gün, sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir.„

(Hac Suresi, 47)

“Gökten yere her işi O evirip düzene koyar. Sonra (işler,) sizin
saymakta olduğunuz bin yıl süreli bir günde yine O'na yükselir.„

(Secde Suresi, 5)

“Melekler ve Ruh (Cebrail), ona, süresi elli bin yıl olan
bir günde çıkabilmektedir.„

(Mearic Suresi, 4)



610 yılında indirilmeye başlanan Kuran'da böylesine açık bir şekilde zamanın göreceliğinden bahsediliyor olması, onun İlahi bir kitap olduğunun bir başka delilidir. Zaman tamamıyla algılayana bağlı bir kavramdır. Aynı süre bir kişiye uzun gelirken, başkası için oldukça kısa olabilir. Hangisinin doğru tahminde bulunduğunu anlamak için saat, takvim gibi kaynaklara ihtiyaç vardır. Bunlar olmadan zaman hakkında kesin bir tahmin yürütmek olanaksızdır.
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
39
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
YAĞMURDAKİ ÖLÇÜ

Kuran'da yağmur hakkında verilen bir diğer bilgi ise, yağmurun belli bir ölçü ile indirildiğidir. Zuhruf Suresi'nde şöyle buyrulur:

“Ki O, belli bir miktar ile gökten su indirdi de,
onunla ölü bir memleketi ‘diriltti (ve her yanına hayat) yaydı';
siz de böyle (kabirlerinizden diriltilip) çıkarılacaksınız.„

(Zuhruf Suresi, 11)


Yağmurdaki bu ölçü de, yine çağımızdaki araştırmalarla tespit edilmiştir. Ölçümlere göre, yeryüzünden bir saniyede 16 milyon ton su buharlaşmaktadır. Bir yılda bu miktar 505 trilyon tona ulaşır. Bu, aynı zamanda bir yılda Dünya'ya yağan yağmur miktarıdır. Yani su, sürekli bir denge içinde, "bir ölçüye göre" dönüp durmaktadır. Yeryüzündeki hayatın devamı da, bu su döngüsü sayesinde sağlanır. İnsan sahip olduğu tüm teknolojik imkanları kullansa dahi bu döngüyü asla yapay olarak gerçekleştiremez.

Eğer bu miktarda en küçük bir değişiklik bile olsa, kısa bir zaman sonra büyük bir ekolojik dengesizlik ortaya çıkacak ve bu da hayatın sonunu getirecektir. Fakat hiçbir zaman böyle olmaz; yağmur, Kuran'da bildirildiği gibi, yeryüzüne her sene aynı miktarda inmeye devam eder.



Her yıl gökyüzüne buharlaşan ve tekrar yeryüzüne yağmur olarak düşen su miktarı "sabit"tir: 16 milyon ton. Bu sabit miktar Kuran'da "belli bir miktar su"yun gökten indirilmesi olarak haber verilmektedir. Ekolojik dengenin ve dolayısıyla hayatın devamlılığının sağlanmasında bu miktarın sabit olmasının önemi son derece büyüktür.
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
39
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
YAĞMURUN OLUŞUMU

Yağmurun nasıl oluştuğu uzun süre insanlar için bir sırdı. Ancak hava radarlarının keşfedilmesinden sonra, yağmurun hangi evrelerden geçerek oluştuğu kesinlik kazandı.

Buna göre, yağmur üç evreden geçerek oluşur: Önce rüzgar yoluyla yağmurun "hammaddesi" havalanır. Ardından bulutlar meydana gelir ve en son olarak da yağmur damlacıkları ortaya çıkar.

Kuran'da yağmurun oluşumu ile ilgili aktarılanlar ise, tam da bu süreçlerden söz etmektedirler. Bir ayette bu oluşum hakkında şöyle bir bilgi verilir:

“Allah, rüzgarları gönderir, böylece bir bulut kaldırır da onu nasıl
dilerse gökte yayıp-dağıtır ve onu parça parça kılar; nihayet onun
arasından yağmurun akıp çıktığını görürsün. Sonunda kendi
kullarından dilediğine verince, hemen sevince kapılıverirler.„

(Rum Suresi, 48)


Şimdi ayette ifade edilen üç evreyi teknik olarak inceleyelim.


1. EVRE: "Allah rüzgarları gönderir..."
Okyanuslardaki köpüklenme ile oluşan sayısız hava kabarcığı sürekli ortaya çıkmakta ve su zerreleri sürekli olarak gökyüzüne fırlamaktadır. Tuzca zengin olan bu zerreler daha sonra rüzgarlarla taşınır ve atmosferde yukarılara doğru yol alırlar. Aerosol adı verilen bu küçük parçacıklar "su tuzağı" adı verilen bir mekanizmayla yine denizlerden yükselen su buharını kendi çevrelerinde minik damlalar halinde toplayarak bulut damlalarını oluştururlar.

2. EVRE: "...böylece bir bulut kaldırır da onu nasıl dilerse gökte yayıp dağıtır ve onu parça parça kılar..."

Tuz kristallerinin ya da havadaki toz zerrelerinin etrafında yoğunlaşan su buharı sayesinde bulutlar oluşur. Bunların içindeki su damlacıkları çok küçük olduklarından (0.01 ile 0.02 mm çapında) havada asılı kalırlar ve göğe yayılırlar. Böylece gök bulutlarla kaplanır.

Yukarıdaki çizimde okyanuslardaki köpüklenme ile oluşan su zerreciklerinin gökyüzüne fırlaması görülmektedir. Bu, yağmurun oluşumundaki ilk aşamadır. Bundan sonra oluşan bulutlardaki su damlacıkları havada asılı kalacak ve bunlar yoğunlaşarak yağmuru oluşturacaktır. Bu aşamaların tümü ayetlerde eksiksiz olarak bildirilmektedir.

3. EVRE: "...nihayet onun arasından yağmurun akıp çıktığını görürsün."

Tuz kristallerinin ve toz zerreciklerinin etrafında biraraya gelen su parçacıkları iyice yoğunlaşarak yağmur damlalarını oluştururlar. Böylece havadan daha ağır bir konuma gelen damlalar buluttan ayrılarak yağmur biçiminde yere düşmeye başlarlar.

Görüldüğü gibi yağmurun oluşumundaki her aşama, Kuran ayetlerinde bildirilmektedir. Üstelik bu aşamalar doğru sıralama ile açıklanmıştır. Dünyadaki birçok doğal olayda olduğu gibi, bunda da Allah en doğru açıklamayı yapmakta, üstelik bu açıklamayı keşfedilişinden asırlar önce Kuran'la insanlara duyurmaktadır.

Yağmurun oluşumu ile ilgili olarak başka bir ayette şu bilgiler verilmektedir:

“Görmedin mi ki, Allah bulutları sürmekte, sonra
aralarını birleştirmekte, sonra da onları üst üste yığmaktadır;
böylece, yağmurun bunların arasından akıp-çıktığını görürsün.
Gökten içinde dolu bulunan dağlar (gibi bulutlar) indiriverir, onu
dilediğine isabet ettirir de, dilediğinden onu çevirir; şimşeğinin
parıltısı neredeyse gözleri kamaştırıp götürüverecektir.„

(Nur Suresi, 43) Küçük bulut parçaları (cumulus bulutları) rüzgarlar tarafından bulundukları yerden itilir ve birleşirler, yani ayette geçen ifade ile "... Allah bulutları sürmekte, sonra aralarını birleştirmekte..."dir. Bulut tipleri üzerinde araştırma yapan bilim adamları yağmurun oluşumu ile ilgili şaşırtıcı sonuçlarla karşılaşmışlardır. Yağmur bulutları belirli bir sistem ve aşamalar dahilinde oluşmakta ve şekillenmektedir. Yağmur bulutlarından biri olan cumulonimbus türü bulutların oluşum aşamaları bilimsel olarak şöyledir:
1. AŞAMA, Sürülme: Bulutlar rüzgarlar tarafından bulundukları yerden itilirler yani sürülür.

2. AŞAMA, Birleşme: Rüzgar tarafından itilen bu küçük boyuttaki bulutlar (cumulus) sürüklendikleri yerde birleşip yeni büyük bulutları oluşturur.9

3. AŞAMA, Yığılma: Küçük bulutlar birleştikten sonra büyük bulutun içindeki yukarı doğru çekiş kuvveti artar. Bulutun merkezindeki yukarı çekiş kuvveti kenarlardaki çekişten daha güçlüdür. Bu yukarı çekişler bulutun gövdesinin dikey olarak büyümesine neden olur. Böylece bulutlar yukarıya doğru genişleyerek üst üste yığılmış olur. Bu, dikey olarak büyümüş bulutun gövdesinin atmosferin daha serin yerlerine doğru uzamasına sebep olur. İşte bu noktada atmosferin serin bölgelerinde bulutta su ve dolu damlaları büyümeye başlar.



Bu aşamaların sonucunda, su ve dolu damlaları -yukarı çekiş gücünün onları destekleyemeyeceği kadar- ağırlaştıkları zaman da bulutlardan yağmur, dolu vs. şeklinde düşmeye başlarlar.

Unutmamak gerekir ki meteorologlar bulut oluşumu, yapısı ve fonksiyonu ile ilgili detayları gelişmiş ekipmanlar (uçak, uydu, bilgisayar vs.) kullanarak yakın zamanda öğrenmişlerdir. Görülen odur ki, Allah bu ayetlerinde de bize 1400 sene öncesinde bilinmesi mümkün olmayan bir bilgi vermiştir.



(A) Ayrı ayrı küçük bulut parçaları (cumulus bulutları) (B) Küçük bulutlar biraraya geldiğinde oluşan daha büyük bulutun içindeki yukarı çekilmeler artar, böylece bulutlar yukarıya doğru yığılır.
Yukarıya doğru genişleyerek üst üste yığılan bulutlar dikey olarak büyüdükleri için atmosferin daha serin yerlerine doğru ulaşırlar. Atmosferin serin bölgelerinde ise su ve dolu damlaları büyümeye başlar. Ağırlaşan su damlaları buluttan yağmur, dolu vs. şeklinde düşmeye başlar. İşte bu bilimsel gerçek Nur Suresi'nin 43. ayetinde 14 asır önce: "... sonra da onları üst üste yığmaktadır; böylece, yağmurun bunların arasından akıp çıktığını görürsün..." ifadesi ile Allah tarafından bildirilmiştir.
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
39
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
AŞILAYICI RÜZGARLAR

Kuran'ın bir ayetinde rüzgarların "aşılama" özelliğine ve bunun sonucunda yağmurun oluştuğuna dikkat çekilir:

"Ve aşılayıcılar olarak rüzgarları gönderdik, böylece gökten su indirdik de sizleri suladık..."
(Hicr Suresi, 22)


Ayette, yağmur oluşumundaki ilk aşamanın rüzgarlar olduğuna dikkat çekilmektedir. Oysa bu yüzyılın başlarına kadar, rüzgarla yağmurun yağması arasındaki tek ilişki rüzgarın bulutları sürüklemesi olarak biliniyordu. Modern meteorolojik bulgular ise rüzgarların yağmurun oluşumunda "aşılayıcı" rol oynadıklarını gösterdi.
Rüzgarların bu aşılama özelliği şöyle gerçekleşir:

Okyanusların ve denizlerin yüzeyinde, köpüklenme nedeniyle her an sayısız hava kabarcığı oluşmaktadır. Bu kabarcıklar patladıkları anda, milimetrenin 100'de biri çapındaki binlerce parçacığı havaya fırlatırlar. "Aerosol" adı verilen bu parçacıklar, rüzgarlar sayesinde karalardan gelen tozlarla karışarak atmosferin üst katmanlarına taşınır. Rüzgarların bu şekilde yükseklere taşıdığı parçacıklar, burada su buharı ile temas eder. Su buharı da bu parçacıkların etrafına toplanarak yoğunlaşır ve su damlacıklarına dönüşür. Bu su damlacıkları önce biraraya gelerek bulutları oluşturur, bir süre sonra da yağmur olarak yeryüzüne iner.

Görüldüğü gibi rüzgarlar, havada serbest halde bulunan su buharını denizlerden taşıdıkları parçacıklarla "aşılamakta" ve böylece yağmur bulutlarının oluşumunu sağlamaktadır.

Eğer rüzgarların bu özelliği olmasa, yüksek atmosferdeki su damlacıkları hiçbir zaman oluşamayacak ve yağmur diye bir şey de olmayacaktı.

Burada önemli olan nokta ise, rüzgarların yağmur oluşumundaki bu kritik görevinin asırlar önce Kuran ayetinde bildirilmiş olmasıdır. Hem de insanların doğa olayları hakkında hemen hiçbir şey bilmedikleri bir devirde...

Yandaki resimde bir dalganın oluşum aşamaları görülmüktedir. Dalgalar suyun üzerinde esen rüzgarlar sayesinde oluşur. Rüzgarlarla birlikte su zerrecikleri dairesel olarak hareket etmeye başlar. Bu hareket kısa bir süre sonra arka arkaya eklenen dalgaları oluşturacak ve dalgalarla birlikte oluşan hava kabarcıkları havaya yayılacaktır. İşte bu yağmurun oluşmasındaki ilk aşamadır. Bu oluşum ayette de aşılayıcılar olarak rüzgarların gönderilmesi ve bu sayede gökten su indirildiği şeklinde haber verilmektedir.
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
39
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
DENİZLERİN BİRBİRİNE KARIŞMAMASI


Denizlerin, araştırmacılar tarafından çok yakın bir geçmişte tespit edilen bir özelliği, Kuran'ın Rahman Suresi'nde şöyle bildirilir:
“Birbirleriyle kavuşmak üzere iki denizi salıverdi. İkisi arasında bir engel vardır; birbirlerinin sınırını geçmezler.„
(Rahman Suresi, 19-20)


Birbirine açılan fakat suları kesinlikle birbiriyle karışmayan denizlerin ayette bildirilen bu özelliği, okyanus bilimciler tarafından çok yakın bir zaman önce keşfedilmiştir. "Yüzey gerilimi" adı verilen fiziksel bir kuvvet nedeniyle, komşu denizlerin sularının karışmadığı ortaya çıkmıştır. Denizlerin farklı yoğunluklarından kaynaklanan yüzey gerilimi, adeta bir duvar gibi sularının birbirine karışmasını engeller.11
Cebelitarık Boğazı'nın uydudan çekilmiş fotoğrafı


Elbette ki işin ilginç yanı, insanların, ne fizikten, ne yüzey geriliminden, ne de okyanus biliminden haberdar olmadıkları bir devirde bu gerçeğin Kuran'da bildirilmiş olmasıdır.



Akdeniz'de ve Atlas Okyanusu'nda büyük dalgalar, güçlü akıntılar ve gelgitler vardır. Akdeniz'in suyu, Cebelitarık Boğazı'nda Atlas Okyanusu ile karşılaşır. Ama bu karşılaşma sonucu kendi sıcaklık, tuzluluk ve yoğunluk özellikleri değişmez. Çünkü iki deniz arasında görülmeyen bir sınır vardır.
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
39
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
DENİZLERDEKİ KARANLIK VE İÇ DALGALAR

“Ya da (inkar edenlerin amelleri) engin bir denizdeki karanlıklara benzer; onun üstünü bir dalga kaplar, onun üstünde bir dalga, onun da üstünde bir bulut vardır. Bir kısmı bir kısmı
üzerinde olan karanlıklar; elini çıkardığında onu bile neredeyse göremeyecek. Allah kime nur vermemişse, artık onun için nur yoktur.„

(Nur Suresi, 40)


Derin denizlerdeki genel ortam "Oceans" adlı kitapta şu şekilde tanımlanmaktadır:

Bugün biliyoruz ki, derin denizlerdeki ve okyanuslardaki karanlık, yaklaşık olarak 200 m. ve daha derin yerlerde olur. Bu derinlikte, hemen hemen hiç ışık yoktur. 1000 m.'nin altındaki derinliklerde ise artık hiçbir şekilde ışığa rastlamak mümkün değildir.
Günümüzde bir denizin genel coğrafi yapısı, içinde yaşayan canlıların özellikleri, tuzluluk oranı gibi bilgilerin yanısıra içerdiği su miktarı, yüzölçümü ve derinliği gibi bilgileri de edinmek mümkündür. Günümüz teknolojisi kullanılarak üretilmiş olan denizaltı gibi araçlar ve çeşitli özel aletler bu bilgilere ulaşmakta kullanılan en önemli aracıdırlar.


Günümüz teknolojisi ile yapılan ölçümlere göre Güneş ışığının %3-30'u deniz yüzeyinde yansıtılır. İlk 200 metredeyse ışık spekturumunun mavi ışığı en son olmak üzere 7 rengin tümü ardı ardınca emilir.1000 m'nin altındaki derinliklerde ise artık hiçbir şekilde ışığa rastlamak mümkün değildir.Bu bilimsel gerçeğe 1400 yıl önce Kuran-ı Kerim'in Nur Suresi'nde, 40. ayetinde dikkat çekilmiştir. Bir insanın bu aletler olmadan 40 m.'den daha derine dalması ise neredeyse imkansızdır. Bununla birlikte bir insanın yardımsız olarak okyanusların 200 m. civarındaki karanlık derinliklerinde yaşaması da kesinlikle mümkün değildir. Bu nedenle bilim adamları denizler hakkındaki detaylı bilgileri çok yakın zamanlarda keşfetmişlerdir. Oysa Nur Suresi'ndeki ayette geçen "engin denizlerin karanlık" olduğu ifadesi bundan 1400 sene önce haber verilmiştir. Hiçbir teknolojinin dolayısıyla insanların denizlerin derinliklerine dalacak araçlarının olmadığı bir dönemde böyle bir bilginin verilmiş olması elbette Kuran mucizelerinden biridir.
Bununla birlikte Nur Suresi'nin 40. ayetinde belirtilen "…engin bir denizdeki karanlıklara benzer; onun üstünü bir dalga kaplar, onun üstünde bir dalga, onun da üstünde bir bulut vardır…" ifadesi de Kuran'daki başka bir bilimsel mucizeye işaret etmektedir:
Bilim adamları yakın zamanda "farklı yoğunluktaki katmanlar arasında yoğunluk ara yüzlerinde meydana gelen iç dalgalar"ın olduğunu bulmuşlardır. İç dalgalar deniz ve okyanusların derinliklerini kaplar çünkü derin denizlerin, üzerlerindeki sudan daha fazla yoğunlukları vardır. İç dalgalar yüzey dalgaları gibi davranır. Yüzey dalgaları gibi onlar da kırılabilir. İç dalgalar, insan gözüyle görülemez ancak belirli bir bölgedeki sıcaklık ve tuzluluk değişiklikleri incelendiğinde bu dalgalar fark edilebilir.

Ayetteki ifadelerle yukarıdaki anlatım birbirleriyle tamamen paraleldir. Yapılan araştırmalar olmadan bir insan ancak denizin yüzeyinde bulunan dalgaların varlığını bilebilir. Bunların dışında denizin içinde meydana gelen dalgalanmalardan haberdar olması ise mümkün değildir. Ama Nur Suresi'nde Allah denizlerin derinliklerindeki ikinci bir dalga şekline dikkat çekmiştir. Elbette bilim adamlarının yakın zamanlarda keşfettikleri bu gerçek de, Kuran'ın Allah sözü olduğunu bir kez daha gözler önüne sermektedir.
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
39
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
HAREKETLERİMİZİ YÖNLENDİREN BÖLGE

“Hayır; eğer o, (bu tutumuna) bir son vermeyecek olursa, andolsun, onu perçeminden tutup sürükleyeceğiz; O yalancı, günahkar olan alnından.„

(Alak Suresi, 15-16)

Yukarıdaki ayetlerde geçen "yalancı, günahkar olan alın" tanımlaması son derece dikkat çekicidir. Çünkü son yıllarda yapılan araştırmalar, kafatasının ön alın bölgesinde, beynin bazı faaliyetleri yöneten bölümünün bulunduğunu göstermiştir. 1400 yıl önce Kuran'da dikkat çekilen bu bölge ve görevi hakkındaki bilgilere günümüz bilim adamları ancak son 60 yıl içinde açıklama getirilebilmişlerdir. Kafatasının içine, başın ön kısmına bakıldığında beynin ön alın bölgesi görülecektir. Bu bölgenin fonksiyonları hakkında fizyoloji dalında yapılan araştırmalar neticesinde elde edilen bilgiler Essentials of Anatomy and Physiology isimli kitapta şu şekilde geçmektedir:

"Hareketlerin motivasyonu, planlama öngörüşü ve başlatılması alın loblarının ön kısmı olan ön alın bölgesinde (cerebrum) gerçekleşir. Burası çağırışım (birlik) korteksinin bir bölgesidir…"
Kitapta bu bölge ile ilgili ayrıca şu ifadeler yer almaktadır:
"Hareketle olan ilgisiyle beraber, ön alın bölgesinin aynı zamanda saldırganlığın da fonksiyonel merkezi olduğu düşünülmektedir…"
Bu açıklamalardan da anlaşıldığı gibi, beynin ön alın bölgesi, planlama, motivasyon ve iyi veya kötü hareketlerin başlatılması, yalan veya doğrunun söylenmesi ile ilgili faaliyetlerin tümünü yürütmektedir. Görüldüğü gibi Alak Suresi'nde geçen "yalancı günahkar olan alın" ifadesi ile yukarıdaki tanımlama büyük bir paralellik göstermektedir. Bilim adamlarının son altmış yıl içinde keşfettikleri bu gibi bilimsel gerçekler Kuran ayetlerinde asırlarca önce Allah tarafından insanlara haber verilmiştir.
 
Üst Alt