İnsanın kendisini Allah`ın koruması altına koyarak iyiliklere sarılması, günahlardan uzak durması, dolayısıyla ahirette kendisine zarar ve acı verecek şeylerden sakınması demek olan takva, Kur`an`da ilk önce "şirkten kaçma" ve "ahirete inanma" anlamında ortaya konmuş, daha sonra da imanın yansımasını taşıyan tüm amelleri içine alacak şekilde genişletilmiş bir kavramdır.
Yani Kur`an`ın bütünü itibariyle ayetlerden özetlenmiş bir tarifle takva: "İman etmek, şirkten uzak durmak, Allah`ı unutmamak, Allah ve Elçisi`ne boyun eğmek, inkârcılarla mücadele etmek, bollukta-darlıkta sahip olunan mallardan bağışta bulunmak, namaz kılmak, zekât vermek, verilmiş sözlerde durmak, sıkıntılara sabretmek, açgözlü olmamak, anaya-babaya iyi davranmak, hiçbir zaman kendini temize çıkarmaya çalışmamak, tövbe etmek, yanlışlarda ısrar etmemek, yaptıklarının affını dilemek, öfkesini dizginlemek, başkalarını bağışlamak, adaletli olmak ve adaleti ayakta tutmaya gayret etmektir." Bu özellikleri taşıyanlara da "mütteki" denir.
İşte bu müttekiler, cennet ağaçlarının gölgeleri altında olacaklardır. Ama bu gölgeler serinlik vermeyen, ateşten korumayan sözde gölgeler değil, gerçek gölgelerdir. Dolayısıyla bu müttekiler, yakıcı, susuzluk uyandıran, boğucu cehennem dumanları arasında değil, pınar başlarında, canlarının istediği meyvelerle baş başa durumdadırlar. Bu somut nimetlerin ötesinde de tüm mahşer halkının karşısında şu onurlandırıcı sözlere muhatap olmaktadırlar: "İşlemiş olduğunuz şeylere karşılık afiyetle yiyin için! İşte Biz, güzel davrananları böyle karşılıklandırırız (ödüllendiririz)."
Müttekilerin bu durumları, kâfirler için bir başka azap çeşidini teşkil etmektedir. Çünkü inançsızlar, dünyada iken haklarında hiç iyilik istemedikleri hatta nefret ettikleri, can düşmanı gördükleri müminlerin elde ettiği bu başarı karşısında âdeta çıldırmaktadırlar. Can düşmanlarının, ellerinde olsa asla izin vermeyecekleri mükâfatları almasına bir de kendilerinin durumu eklenince, duyulan acılar tariflere sığmaz derinliklere ulaşmakta ve bu yalanlayıcılar artık yok olmayı istemektedirler.
Yani Kur`an`ın bütünü itibariyle ayetlerden özetlenmiş bir tarifle takva: "İman etmek, şirkten uzak durmak, Allah`ı unutmamak, Allah ve Elçisi`ne boyun eğmek, inkârcılarla mücadele etmek, bollukta-darlıkta sahip olunan mallardan bağışta bulunmak, namaz kılmak, zekât vermek, verilmiş sözlerde durmak, sıkıntılara sabretmek, açgözlü olmamak, anaya-babaya iyi davranmak, hiçbir zaman kendini temize çıkarmaya çalışmamak, tövbe etmek, yanlışlarda ısrar etmemek, yaptıklarının affını dilemek, öfkesini dizginlemek, başkalarını bağışlamak, adaletli olmak ve adaleti ayakta tutmaya gayret etmektir." Bu özellikleri taşıyanlara da "mütteki" denir.
İşte bu müttekiler, cennet ağaçlarının gölgeleri altında olacaklardır. Ama bu gölgeler serinlik vermeyen, ateşten korumayan sözde gölgeler değil, gerçek gölgelerdir. Dolayısıyla bu müttekiler, yakıcı, susuzluk uyandıran, boğucu cehennem dumanları arasında değil, pınar başlarında, canlarının istediği meyvelerle baş başa durumdadırlar. Bu somut nimetlerin ötesinde de tüm mahşer halkının karşısında şu onurlandırıcı sözlere muhatap olmaktadırlar: "İşlemiş olduğunuz şeylere karşılık afiyetle yiyin için! İşte Biz, güzel davrananları böyle karşılıklandırırız (ödüllendiririz)."
Müttekilerin bu durumları, kâfirler için bir başka azap çeşidini teşkil etmektedir. Çünkü inançsızlar, dünyada iken haklarında hiç iyilik istemedikleri hatta nefret ettikleri, can düşmanı gördükleri müminlerin elde ettiği bu başarı karşısında âdeta çıldırmaktadırlar. Can düşmanlarının, ellerinde olsa asla izin vermeyecekleri mükâfatları almasına bir de kendilerinin durumu eklenince, duyulan acılar tariflere sığmaz derinliklere ulaşmakta ve bu yalanlayıcılar artık yok olmayı istemektedirler.