Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

İzzet ve Zillet

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Oldukça kısa olan insanın dünya hayatı ve izzet ile şanlı ve şerefli bir şekilde, yahutta zillet ve meskenet içinde geçer. İzzetli ve şerefli bir hayata sahip olabilmek için Allah’a kulluğun, ahir zaman Nebisi’ne ümmet olmanın bütün şartlarını hakkıyla yerine getirmek lâzımdır. İslamiyetten uzak bir yaşantı ile izzete nail olmak mümkün değildir. Çok kısa ve geçici olan dünya hayatının debdebesine, gösterişine, şatafatına ve saltanatına aldananlar izzete asla nail olamaz. Ancak zillet ile muttasıl olurlar.

“Yücelik, manevi açıdan ululuk, üstünlük, şeref, itibar, kuvvet, saygı, hürmet, ikram.” gibi manâları içinde cem’eden, toplayan izzet kelimesini hayatın her safhasına intikal ettirenler her iki cihanda da mesut ve bahtiyarlar zümresine nail olur. İnsanların şerefi ve izzeti, boyunda, posunda, makam ve mevki sahibi oluşunda, zenginliğinde, servet ve sâmanında değil, kulluk vazifesini hakkıyla yerine getirmesindedir.

İzzetin zıttı zillettir. “Hor ve hakir olma, alçalma, küçülme, aşağı düşme, miskinlik” gibi manalara gelen zillet, sahibini aşağıların aşağısına ve “esfel-i safiline” yolcu eder. Onun için zilletten uzaklaşmak ve izzete yaklaşmak, hayatımızı onunla hemhal bir hale getirebilmek lâzımdır. Hakkıyla inanan, inancının her türlü gereğini yerine getiren, bu konuda tavizsiz bir hayat süren müslümanlar elbette izzetli ve şerefli bir yaşantı ile içiçe ve gönül gönüle olmuş olurlar. İzzet sahibi olan insan cemiyet içinde herkesten ve her kesimden hürmet ve itibar görür. Çevremizde böyle olan, bu yapıda bulunan izzet erbabı zevatı görüyor, onların hallerine içtenlikle imreniyoruz.

Bir de cemiyet içinde zillete düçar olmuş, hor ve hakir bir yaşantıyı benimsemiş, her türlü kötülüğün, aşağılığın kucağına düşmüş, onların kulu kölesi haline gelmiş insanlar da mevcuttur. Bunlar; bayağı yaşantılarıyla, kendilerini küçük düşürücü halleriyle herkesten ve her kesimden tenkit alırlar, eleştirilere tabi olurlar.

“Tarîk-i müstakîm” denilen dosdoğru yolun müdavimi olanlara, Hak Teâlâ’nın çizmiş ve göstermiş olduğu yolda sapmadan, inhiraf etmeden yürüyenler, kul hakkına riayetkâr, maruf ve makul çizgi üzerinde yürüyenler, hayatını mematına hazırlık içinde geçirenler izzetli bir yaşantıyı benimsemiş sayılır. Bütün bu iyilikler ve güzelliklerle birlikte hayırda yarışanlar, herhangi bir karşılık gözetmeden gerçek ihtiyaç sahiplerine yardımda bulunanlar hem dünya, hem de ahiret hayatında kârlı çıkar, mesrur olur, yüksek şan ve şeref ile salih amel sahibi kimselerden olurlar.

Her türlü helal yoldan kazançlar, meşru gelirler ile yine helal yiyecekler, içecekler, giyecekler ve kullanılacak olanlar insanın şanının, şerefinin ve izzetinin artmasına sebep olur. Allah (c.c.) sınırlarını çizmiş olduğu ibadetler ile ilâhî emre ve yasağa uyma fiillerini harfiyyen yerine getirmek müslümanların derecelerini âli kılar. Bütün bu ve emsali hakikatlar insanın istikamet üzere yol almasına sebep olur.

İslam dininin yasak etmiş, haram kapsamına almış olduğu her iş, her fiil ve her yaşantı insanı zillete, meskenete, âcizliğe, beceriksizliğe, hatta maddeten ve manen fakirliğe, yoksulluğa sürükler. Bütün bu gerçekleri düşünen, aklından çıkarmayan inanç ve gerçek iman sahibi insanlar kendi elleri, kendi dilleri, kendi istek ve arzularıyla kendilerini zillete, hor ve hakirlik girdabına sürüklüyorlar demektir. Alçalmak ve meskenet ile zillete düçar olmak müslümana yaraşmaz.

Başkalarına her fırsatta iyilikleri, güzellikleri yani, kısaca maruf denilen İslam’ın emretmiş olduğu, uygun bulduğu, aklının da hoş gördüğü şeyleri izah etmek, anlatmak izzetli yaşamanın bir gereğidir. “Emr-i bil maruf ve nehy-i anil münker” olarak özetlenen iyilikleri ve İslamî açıdan maruf olan emirleri yaymak, münker denilen makbul olmayan, inkâr edilen, reddedilen, İslamiyet açısından işlenmesi ve yapılması doğru bulunmayan, akılca da çirkin ve kötü kabul edilen şeyleri de önlemek için çalışma içinde yer almak insanı izzetli kılar, dolayısıyla zilletten uzaklaştırır.

Her doğrunun, her güzelin, her iyinin ve dinimizce maruf kabul edilen her işin, her faaliyetin ve her icraatın yanında yer almak, hakikatların, İslamî emirlerin ve nehiylerin safında ve içinde bulunmak gerçeğin taa kendisidir. Bu hakikatlardan ve gerçeklerden uzak olan bir yaşantı; sahibini kabahatli ve çok yönlü suçlu durumuna getirir. Böylece ilahî emirlere aykırı, ilâhî yasaklara karşı duygusuz olan ve onlarla yani Rabbanî haramlarla ünsiyet içinde bir yaşantı benimseyen kimseler cemiyet içinde rezil olur, zelil olur. Böylesine bir yaşantı hor ve hakir olmayı da şeref ve üstünlük kabul eder.

İyi işler, salih ameller, her çeşit hayırlar, hak ve hakikat ölçülerine riayet etmeler, yapılan ibadetler ile Yaratana harfiyyen bağlılık insanı zillet ve meskenet girdabına düşmekten, küfür deryasına batmaktan korur. Dünyaya imtihan için getirilen insanın aslî vazifesi bunlara riayet etmektir. Yani hayrı şerden, iyiyi kötüden, hakkı batıldan, marufu münkerden, güzeli çirkinden, sevabı günahtan, izzeti zilletten, helali haramdan, ıslahı fesattan, müsbeti menfiden ayırabilmek ve daima hakkın ve doğrunun yanında yer almak lâzımdır.

İslam dininde bilgi sahibi olmanın, öğrenmenin, bellemenin belli bir sınırı, yaş haddi yoktur. “Beşikten mezara kadar öğrenmeyi” salık veren ve Gar-ı Hîra’da inen, ilk ayetin, “İkra -oku- olması”, “Bana bir harf öğretenin kölesi olurum.” görüşü, İslam’ın ilme ve bu arada izzete vermiş olduğu önemi sergiler.

İzzet, sahibini yüceltir, kendisine çok yönlü şeref ve itibar kazandırır. Herkesin yanında saygı ve hürmet görür. Hem Hak (Allah) hem de halk tarafından sevilen bir zat olur. Böyle kimselerin yaşantısı, fiil ve hareketi ile her türlü icraatı beğenilir, takdir ve taltif edilir. Böylesine bir izzete, şerefe ve itibara sahip olmak her kişinin değil er kişilerin harcıdır. Ancak öyle ise er kişilerden, şerefli ve üstün meziyet sahibi kişilerden olmaya çaba sarfedilir.

Zillet ise sahibini hor ve hakir olmaya, alçalmaya, küçülmeye, miskinliğe meskenete yolcu eder. Cemiyet içinde sevimsiz ve taraftarsız kalır. Herkes ondan kaçınmak ve uzak kalmak için fırsat arar. Çünkü zillete düçar olan insan; müptezel, hakir, haysiyetsiz olur, elden ele ve dilden dile düşer. Bütün bu gerçekler gözönünde bulundurularak şu “dört günlük dünyada” eşe-dosta, hısım-akrabaya, konu-komşuya rezil olmamak, zelil bir duruma düşmemek icabeder.

Ne mutlu izzetli bir ömür süren bahtiyar zümreye. Ne kadar yazık zelil bir hayatın kulu-kölesi olan meskenet sahiplerine...
 
Üst Alt