Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

İslami ahlakın 4 aşaması/mevdudi

sinang

New member
Katılım
10 Eyl 2006
Mesajlar
1,628
Tepkime puanı
276
Puanları
0
Konum
bezm-i ezelden
Kur'an-ı Kerim ve hadisi şerif'e göre, İslami ahlak diye tanımladığımız gerçek hakikat dört aşamaya ayrılır.
1- İman.
2- İslam.
3- Takva.
4- İhsan.

İşte İslami ahlakın dört aşaması bunlardır. İkinci derecede olan aşama, birinci derecedeki aşama olduğunda vardır. İkinci derecedeki aşama birinci derecedeki aşama üzerine kurulabilir ancak.

Birinci derecedeki aşama için gerekenler oluşturulmazsa ikinci aşamanın oluşması düşünülemez. Bu düzende ve binada "iman" temel taşı yerindedir. İslam binası bunun üzerine kurulmaktadır. İslam'ın üzerinde, takva, takvanın üzerinde de ihsan yükselir.

Takva ve ihsanın temeli durumundaki iman olmadığı sürece İslam'da takva ve ihsanın varlığının düşünülemiyeceği, bu gerçeklerden sonra anlaşılmaktadır. İman temeli sarsılmış ve zayıf durumdaysa, böyle bir temel üzerine bina yükseltmek boşunadır. Buna nazaran böyle bir temel üzerine bina yükseltilirse, o bina bir an önce yıkılır. Yine iman kapsamlı olmazsa, İslam takva ve ihsan bakımından darlaşır. Bundan dolayı İslam'ın sınırları kapsamını yitirirse kısmen dahi bu sınırları koruyamaz. Birazcık din bilgisi olan bir kişi, imanın kapsamlı ve geniş olmadığı sürece üzerine takva ve ihsanın yükseltilemiyeceğini bilir. Bütün bunlardan anlaşılmaktadır ki İslam'ın açıklığı ve genişlettirilmesi takvadan önce; takvanın sağlamlaştırılmasına bağlıdır. Ve ihsandan önce de özen ve itina göstermeyi de unutmamak gerekir.

Bu gün insanlardan birçoğu, bu asıl düzeni unutmuş ve bu düzene biraz olsun uymamaktadır. Bunlar takva ve ihsan sarayını, iman ve İslam temellerini gerçekleştirmeden önce bina etmeye çalışıyorlar. Bütün bunlardan daha fazla İslam'ın istediği nitelikte bir düşünce yerleşmemesi üzüntümüze neden olan bir gerçektir. Aksine iman ve İslam için sınırlı bir düşünce yerleşmiş veya yerleştirilmemiştir. Öyle ki; oturmalarını, kalkmalarını, yemelerini ve içmelerini, elbiselerini, görünüşe hitap eden hareketlerini belirli bir şekle sokmakla, sanırlar ki takvaları en yüksek aşamaya ulaşmıştır. Başka bir ifadeyle; nafile ibadetten, zikirden ve diğer müstehap amellerden bir kısmını yapmakla ihsanlarının en yüce aşamaya çıktığını sanırlar.

Bütün bu saydığım hatalar bulundukça, İslami ahlakın tamamlanması için gereken araçların sağlanması mümkün değildir. Durum bu olduğuna göre, dört aşamanın gerekliliklerini yerine getirebilmemiz için, o aşamalardaki fıtri ve doğal düzenlemeyi bilmek zorundayız.
1-İman
Herkes açıkça bilmelidir ki İslami hayatın temelini oluşturan iman, Allah'ın birliğini ve peygamberlerini kabul ve ikrar etmekten ibarettir. Kişinin İslam'a dahil olması ve mü'minlerden sayılması için bu iki hakikata inanması gerekmektedir. Ancak bundan sonra müslümanlara yapılan davranışların kendisi için de geçerli olması söz konusudur.
Eğer iman, kişinin benliğini ve bütünlüğünü tam anlamıyla sararsa diğer esaslar da bunu üzerine kurulabilir. iman gerektiği gibi olgunlaşmayınca diğer esaslara yönelmek doğru değildir. Nitekim bu günümüzde de geçerlidir. Evet bu yanlış günümüzde de olabildiğine görülmektedir. Öyle ki; iman esası kişinin özüne tamamıyla yerleşmeden takva ve ihsan esasları yerleştirilmeye çalışılıyor. Nitekim takva ve ihsanın ömrü çok uzun olmuyor ve bunun sonucu olarak da kısa bir süre içinde param parça olup dağılıyor.
Yüce İslam hayatının sarayını yükseltebilmek için iman esasının her yönü kuşatması gerekmektedir ve bu iman esasının İslam hayatının derinliklerine inmiş olması gerekmektedir.

İmanın sayısız kısımlarından herhangi biri ihmale uğrarsa İslami hayatın bir kısmı eksik oluyor demektir. Eğer imanın zayıflığı söz konusu ise, İslam'ın binası noksan olur ve yıkılma ihtimalinden kurtulamaz. Buna örnek olarak dinin temeli olan Allah'a imanı alabilirsiniz. Allah'a iman ne denli derinleşirse o denli basitleştiğini ve biçimsiz şekiller aldığını göreceksiniz.

Bazı insanlar "Allah vardır, bu kainatın yaratıcısıdır, zatında O'nun ortağı yoktur" inancından öteye geçemezler. Bazı insanlar ise "Allah mabudumuzdur, bize ona ibadet etmek düşer" diyerek inancın sahasını daraltırlar ve bu anlayış içinde sıkışıp kalırlar. Yine öyle insanlar vardır ki "Allah gaybı bilir, görür ve işitir, ihtiyaçları giderir, duaları kabul eder, ubudiyetin bütün şekillerinde O'nun ortağı yoktur dinin bütün sahalarında baş vurulacak ve sığınılacak ancak O'nun kitabıdır" diye kendine özgü terimlerle Allah'ın sıfatlarını, haklarını ve tasarruflarını tanımlarlar ve sınırlandırırlar.

Hiç şüphesiz bu çeşitli düşüncelerin hiç birinin yol ve kural gösteremeyeceği kesin bir gerçektir. Bilinmelidir ki düşünce ne kadar dar sınırlar içerisinde kalırsa, İslam'ın etkisi de o ölçüde azalır. İmanın zirvesine çıkmış olan bazılarını görürsün ki, İslami hayat şeklinde hak arasında yaygın olan anlayışı benimserler... Başka bir ifadeyle söyleyecek olursak bunlar küfürle imanı karıştırırlar. Bu birbirine tamamıyla zıt iki düzenden yeni bir düzen üretirler. Artık bu öyle bir düzendir ki bu düzende nefsi istek ve arzuların hepsini yerine getirmek fırsatı bulurlar.

Yine bazılarına: Allah'a iman etmenin kuvvetliliği ve derinliği çeşitlidir. İslam'ı kabul etmekle beraber İslam uğrunda biraz olsun malından, mülkünden fedakarlık etmeyi uygun görmeyen bir kısım insanların da var olduğu bir gerçektir. Öyleleri de vardır ki, Allah'ı varlıklarının bir kısmından daha sevimli gördükleri halde diğer geri kalan kısmını Allah'tan (haşa) daha sevimli ve değerli görürler. Bazıları da Allah yolunda malını ve canını feda ettiği halde özel reylerini veya şöhretini Allah için feda edemez. İslam temellerinin zayıf olduğu yerlerde, insanoğlunun İslami ahlaka sürekli ihanet içinde olduğu anlaşılmaktadır. Böylelerinin bu durumdan kurtulmalarına imkan yoktur.

İslam'ın yüce sarayı ancak insan hayatının bütün benliğinin tevhid ile çerçevelenmesi dahilinde yükselebileceği bilinmelidir. Tevhid insan hayatının bütün yönlerini Allah'ın malı olarak düşünür Tevhide gerçekten inanmış bir kişi Allah'ın kendisinin ve bütün alemlerin sahibi olarak görür. İtaat edilebilecek ve yücelerin en yücesi olarak O'nu tanır.

Emrin ve nehyin Allah'tan geldiğine, hidayet kaynağının ancak Allah olduğuna kanaat getirir. Allah'ın istediği şekilde Allah'a itaatten sapmanın, hidayetinden uzaklaşmanın; Allah'ın sıfatlarına ve hukuki tasarruflarına ortak koşmanın hangi renk ve milletten ve hangi düşünceden gelmiş olursa olsun delalet bataklığının içine düşmek olduğunu anlamasıyla kalbi mutmain olur. Bu gerçeklerden sonra bilmemiz gereken şudur ki: Bu iman esasının sağlam bir temele oturtulması ancak kişinin isabetli seçim yapabilmesine, olgun bir şuur ve kuvvetli iradeye sahip olmasına, kendisinin ve elinde bulunan bütün malının Allah'ın mülkü ve Allah'ın rızasını kazanabilmek için kullanabileceği bir vasıta olduğunu bilmesine bağlıdır. Nefsinin kabullenme veya kabullenmeme gibi düşüncesini kalbinden ve kafasından söküp atarak, Allah'ın bu konudaki emrine olduğu gibi uyarsa, serserilik ve kibirden uzaklaşırsa, düşünce, fikir, seçim, istemek, istememek ve kendi aklının mahsüllerini Allah'ın yüce kitabında indirdiği ilim kalıbına sokarsa, Allah'a itaat ettirmeyen her ipi boynundan çıkarırsa, olduğu gibi olmazsa hatta bu gibi hükümlere fiilen karşı koyarsa, kalbine Allah'ın sevgisini yerleştirir ve kendisinden Allah'tan daha fazla saygı duyulması istenen putları kalbinin derinliklerinden söküp atarsa sevgi, buğz, dostluk-düşmanlık, istemeyi, istememeyi, barışı veya savaşmayı Allah'ın rızasına bağlarsa, Allah'ın sevmediğini nefsinde sevmezse... Bu binayı kurmak ancak böylelikle mümkün olur. Allah'a iman etmenin anlamı ve bir mana ifade etmesi ancak budur!...

Gizli olmayan gerçeklerden birisi de şudur ki; İman her yönden kuvvetli, yeterli ve tatmin edici olmazsa ve hududu genişlemezse takva ve ihsanın varlığından söz edilemez. Gerçekde sakalı fazla uzatmak, elbiseleri derviş elbiselerine benzetmek, durmadan tesbih çekmek veya bütün gece ibadet yapmak bu, büyük farklılığı giderir mi?

Peygamberlere, kitaplara ve ahiret gününe olan imanı da Allah'a iman ile kıyas edebiliriz. Peygamberlere imanı olan her müslüman Rasulullah'ı (s.a.v.) kendisine önder, iyiye, güzele götürücü kılavuz ve hayatının her anında O'nu rehber edinmezse, Rasulullah'ın ( s.a.v.) getirdiği inanca karşı olan fikirlerin hepsine karşı gelip terketmezse Peygambere olan imanı olgun bir iman olmaz.
Gerçekde insanın kalbinde "Allah'ın kitabının insan hayatı için getirdiği kanunlardan daha uygun kanun ve ölçü vardır" fikri zerre kadar yer tutarsa veya Allah'ın dünya hayatı için bildirmiş olduğu kanunları kabul etmekde kesin bir karara varmamış kalplerin, kitaba olan inancı tam değildir.
İnsanın nefsi, ahireti dünyaya tercih etmiyorsa veya edemiyorsa, dünya hayatında attığı her adımda kıyamet günündeki hesabı nasıl vereceğini düşünmeden hareket ediyorsa ahirete olan imanı tam olmaz. Bu esas ve temellerin olmadığı yerlerde Allah'ın her şeyi içine alan hayat köşkünü inşa etmek nasıl mümkün olur?
Bir milletin "İslami ahlak sarayının bu temeller üzerine oturtmaksızın yükselebilmesi mümkündür" düşüncesinden dolayı, bugün takva ve ihsan kapılarını sonuna kadar açık görüyorsunuz. O kadar ki Allah'ın indirmediği, insanların kendi kafalarına göre koydukları hüküm ve kanunlarla hükmedenlere; İslami olmayan yöntemlerle davasını yürütmeye çalışanlara küfür ve inkarcılık sistemi altında insan hayatının sürmesini sağlıyan isçilere ve İslami olmayan bir siyasetle insan hayatını sözde ileri medeniyet temellerine oturtmaya çalışan ve arzulayan liderlere bile bu takva ve ihsan kapıları açık tutulur.
Böyle insanlar hayatlarının görünen kısmını belirli bir kalıba sokmak için çalıştıkları; zikir ve nafile ibadetlerin bir kısmının yapılmasıyla ve nefislerinin buna alışmasıyla kendilerini doğru ve salih kullardan sayarlar.


İSTİKBAL İSLAMINDIR.ŞEHİD SEYYİD KUTUB
 
Üst Alt