Harut ve Marut isimlerinin geçtiği Bakara suresinin 102. ayeti, “o ne güzel kuldu” ifadesiyle Rabbimizin övgüsüne mahzar olmuş Süleyman peygambere atılan iftiraları bertaraf etmekte ve o çok değerli peygamberin üzerine atılmış çamurları temizleyip, onu kendisine sürülmeye çalışılan karalardan arındırmaktadır.
Ayetin meali şöyledir:
Bakara; 102: Ve onlar (Yahudiler) Süleyman mülküne dair şeytanların okuyup durdukları şeylere uydular. Halbuki Süleyman kâfir değildi. Ama o şeytanlar kâfir idiler; insanlara sihri ve Babil’de iki meleğe/ iki krala; Harut ve Marut’a indirileni öğretiyorlardı. Halbuki o ikisi (Harut ve Marut), “Biz fitneyiz, sakın kâfir olma!” demedikçe hiç kimseye hiçbir şey öğretmezlerdi. İnsanlar o ikisinden erkekle eşinin arasını açtıkları şeyleri öğreniyorlardı. -Ne var ki, onlar onunla Allah’ın izni olmadan hiç kimseye zarar veremezler- Onlar kendilerine zarar vereni, yarar vermeyeni öğreniyorlardı. Ant olsun ki, onu satın alanın ahirette hiçbir nasibi olmayacağını da kesinlikle biliyorlardı. Ve öz benliklerini sattıkları şey ne çirkin bir şeydi! Keşke bilmiş olsalardı.
Aslında bu ayet, bağımsız bir ayet olmayıp, Yahudilerin kınandığı Bakara suresinin 97-103. ayetlerinden oluşan bir pasajın parçasıdır. Bu ayet, bir çok yanlış davranışlarda bulunmuş olan Yahudileri, tüm yanlışlarına ilâveten “Bir de şeytanların (Süleyman peygamberin emri altında gönülsüz olarak çalışan yabancı işçilerin) yalanlarına kandıkları ve o tertemiz peygamberi kâfirlikle suçladıkları için kınamaktadır. Ayetin esas mesajı budur.
Yahudilerin, Süleyman peygamberin emrinde çalışan insan şeytanlara uyarak ona kâfirliği reva gördüklerinin kanıtı ise, Kitab-ı Mukaddes’te bulunmaktadır:
Kitab-ı Mukaddes 1. Krallar bölüm 11:
1. Kral Süleyman firavunun kızının yanısıra Moavlı, Ammonlu, Edomlu, Saydalı ve Hititli bir çok yabancı kadın sevdi.
2. Bu kadınlar RAB`bin İsrail halkına, "Ne siz onların arasına girin, ne de onlar sizin aranıza girsinler; çünkü onlar kesinlikle sizi kendi ilahlarının ardınca yürümek üzere saptıracaklardır" dediği uluslardandı. Buna karşın, Süleyman
onlara sevgiyle bağlandı.
3. Süleyman`ın kral kızlarından yedi yüz karısı ve üç yüz
cariyesi vardı. Karıları onu yolundan saptırdılar.
4. Süleyman yaşlandıkça, karıları onu başka ilahların ardınca
yürümek üzere saptırdılar. Böylece Süleyman bütün yüreğini
Tanrısı RAB`be adayan babası Davut gibi yaşamadı.
5. Saydalılar`ın tanrıçası Aştoret`e ve Ammonlular`ın iğrenç
ilahı Molek`e taptı.
6. Böylece RAB`bin gözünde kötü olanı yaptı, RAB`bin yolunda
yürüyen babası Davut gibi tam anlamıyla RAB`bi izlemedi.
7. Yeruşalim`in doğusundaki tepede Moavlılar`ın iğrenç ilahı
Kemoş`a ve Ammonlular`ın iğrenç ilahı Molek`e tapmak için bir yer yaptırdı.
8. İlahlarına buhur yakıp kurban kesen bütün yabancı karıları
için de aynı şeyleri yaptı.
9-10. İsrail`in Tanrısı RAB, kendisine iki kez görünüp, "Başka
ilahlara tapma!" demesine karşın, Süleyman RAB`bin yolundan saptı
ve O`nun buyruğuna uymadı. Bu yüzden RAB Süleyman`a öfkelenerek,
11. "Seninle yaptığım antlaşmaya ve kurallarıma bilerek uymadığın için krallığı elinden alacağım ve görevlilerinden birine vereceğim" dedi,
12. "Ancak baban Davut`un hatırı için, bunu senin yaşadığın sürede değil,
oğlun kral olduktan sonra yapacağım.
13. Ama oğlunun elinden bütün krallığı almayacağım. Kulum Davut`un ve kendi seçtiğim Yeruşalim`in hatırı için oğluna bir oymak bırakacağım."
Kendi elleriyle yazdıkları uydurma kitaplarından da görüldüğü gibi Yahudiler, Bakara 102. ayette bildirildiği üzere Süleyman peygamberi “o bir kâfirdir” iftirasıyla karalamak isteyen şeytanların oyununa gelerek onun kâfirliğini kabul etmişlerdir ve hâlâ da etmektedirler.
Bu durum, yani Süleyman peygamberin kâfirleştiğine dair ifadelerin Kitab-ı Mukaddes’te yer alması; Yahudilerin, şeytanların iftiralarına inanmaları yanında, Kitab-ı Mukaddes’in Allah kelâmı olmadığını ve Musa peygamberden asırlar sonra uydurulup tertip edilmiş olduğunu da göstermektedir.
Süleyman peygambere iftira eden şeytanlar, Sad suresinin 37. ayetinde konu edilen şeytanlar olup, bir çok ayette “cinn” olarak ifade edilmişlerdir. Bu şeytanların, halk arasında genel kabul görmüş şeytan ile bir ilgisi yoktur. “Şeytan” sözcüğünün sözlük anlamı; “haktan uzak olan” demektir. Kavram olarak ise “şeytan”; “Hakka ve akla aykırı hareket eden her türlü kişi, güç ve kurumun ortak ve tipik adıdır”. İşte, Süleyman peygambere iftira eden şeytanlar (cinnler); Süleyman peygamberin emrinde zoraki çalıştırılan ve karakter tanımlarına uygun davranışlarda bulunarak, onun hakkında sürekli gerçek dışı ve hakka aykırı plânlar kuran, yalanlar üreten ve iftiralar yayan işçilerdir. (Daha fazla detay “Cinn” ve “Şeytan” başlıklı yazılarımızda mevcuttur.)
Bakara suresinin 102. ayeti, hem bu insan şeytanların neler yaptıklarını bize bildirmekte hem Yahudilerin bu şeytanların uydurduklarına inanmalarını eleştirmekte hem de o saygıdeğer Elçi’nin kâfir olmadığını ilân etmektedir:
“Ve onlar (Yahudiler) Süleyman mülküne dair şeytanların okuyup durdukları şeylere uydular. Halbuki Süleyman kâfir değildi. Ama o şeytanlar kâfir idiler…”
Kur’an’dan öğrendiğimize göre bu şeytanlar, Süleyman peygambere yaptıkları iftiranın yanında, başka şu işleri de yapıyorlardı:
“insanlara sihri ve Babil’de iki meleğe/ iki krala; Harut ve Marut’a indirileni öğretiyorlardı.”
Görüldüğü üzere şeytanlar insanlara iki şeyi öğretiyorlardı;
- Sihir ve
- Babil’deki iki melik/ melek’e indirilmiş (vahyedilmiş) şeyler.
Sihrin bir göz boyama tekniği olduğu bellidir (A’raf 116, 117) ama “Harut ve Marut kimdir?” ve “Onlara neler indirilmiştir?” sorularının cevapları belli değildir.
Ayete göre Harut ve Marut’un sihir ve sihir öğretmenliğiyle ilgileri yoktur ve onların bildiği ve öğrettiği şeyler sihirden başka bir şeyler olmalıdır. Çünkü, ayette şeytanların öğrettikleri, iki madde halinde yer almaktadır. Eğer Harut ve Marut da sihir öğretselerdi, ayette sihir ile Harut ve Marut’un öğrettikleri arasına “ve” bağlacı konmaması gerekirdi.
Harut ve Marut
Kur’an’da, Harut ve Marut’un kim oldukları ve onlara neler indirildiği bildirilmemesine rağmen bu kişilerin rivayetlerdeki tanımları çok ilginçtir:
“Harut ve Marut iki melektir. Onlar insanlarla alay ediyorlardı. Onları sınamak için Allah kendilerini, cinsel vb. günahlar işlememe emriyle yeryüzüne gönderdi. Yeryüzünde bir güzel kadın onları yoldan çıkardı. Ceza olsun diye onlar Babil’de bir kuyuya kapatıldılar, ayaklarından asıldılar. Orada onlar kendilerinden istekte bulunanlara sihiri öğretiyorlardı.” (Sonra ne oldular ki!)
Harut ve Marut ile ilgili, bunların “Cebrail” ve “Mikail” olduğu yolunda veya “iki şeytan” olduğu yolunda, tutarsız bir çok açıklama yapılmış olup, Arap, Fars ve İbrani toplumlarında bu isim ve bu isme benzer isimlerle ifade edilmiş bir çok efsane kahramanı mevcuttur. (Bu konunun detayı için TDV.nın İSLAM ANSİKLOPEDİSİ içinde yer alan “Harut ve Marut” maddelerine bakılabilir.)
Harut ve Marut ile ilgili peygamberimiz kaynaklı sağlam bir bilgi yoktur. Zaten olması da mümkün değildir. Müslümanlar arasında dolaşan yanlış inancın ise, İsrailiyat kaynaklı olduğu ve özellikle de Ka’b ül Ahbar tarafından uydurulduğu, başta Taberî olmak üzere bir çok düşünür tarafından ileri sürülmüştür. Kadı İyâd, İbn Hazm, Ebû Bekir İbn ül-Arabî, Kurtubî, İbn Kesîr, İbn ül-Cevzî, Fahreddin er-Râzî ve Taberî bu rivayetleri tenkit etmişler, uydurma veya zayıf olduğunu ifade etmişlerdir.
Harut ve Marut ile ilgili olarak bildiğimiz ise, bu iki kral peygamberin Babil’de yaşadıkları ve kendilerine bir şeylerin indirilmiş (vahyedilmiş) olduğudur. Ayetteki “melekeyni (iki melek)” ifadesi, İbn Abbas, Hasan-ı Basrî, Ebü`l-Esved ve Dahhâk tarafından “melikeyni (iki kral)” diye okunmuştur. Biz de konuya en uygun anlam olan bu anlamı tercih etmekteyiz. Yani bize göre Harut ve Marut, Babil’de yaşamış iki kral peygamberdir. İlerideki bir tarihte, pek çok konuda olduğu gibi yine “ELİN GÂVURU”, BABİL UYGARLIĞINA AİT TABLETLERİ BULUR VE DE DEŞİFRE EDEREK BİZE ALTIN TEPSİDE SUNARSA, belki o zaman bizler de Harut ve Marut’un kimler olduğu ve neler öğrettiklerini bir bir öğrenebiliriz (!). Binlerce Mucizeyi onlardan öğrendiğimiz gibi…
Ayette, Harut ile Marut’un karı-koca arasındaki uyumsuzluğa, geçimsizliğe ve ayrılığa neden olan şeyleri öğrettikleri belirtilmektedir:
“İnsanlar o ikisinden erkekle eşinin arasını açtıkları şeyleri öğreniyorlardı.”
Burada işaret edilen şey sihir değildir. Yani “O ikisi”, mutlu bir ailenin nasıl kurulacağını ve hangi şartlarda yuvanın dağılacağını öğretiyorlar, insanlar da bu iki kral peygamberden öğrendikleriyle yuvalarını sağlam tutuyorlardı. Ayrıca bu iki kral peygamber insanlara “Biz fitneyiz, sakın kâfir olma! (sakın bu bilgileri kötüye kullanmayın” diye öğütte de bulunuyorlardı:
“Halbuki o ikisi (Harut ve Marut) “Biz fitneyiz, sakın kâfir olma!” demedikçe hiç kimseye hiçbir şey öğretmezlerdi.”
Ayetin sonrasında Yahudilerin yanlış davranışlarının açıklanmasına devam edilmekte ve bu pasaj, Bakara suresinin 103. ayetindeki yine Yahudilere yapılmış olan sitemle son bulmaktadır:
“-Ne var ki, onlar onunla Allah’ın izni olmadan hiç kimseye zarar veremezler- Onlar kendilerine zarar vereni, yarar vermeyeni öğreniyorlardı. Ant olsun ki, onu satın alanın ahirette hiçbir nasibi olmayacağını da kesinlikle biliyorlardı. Ve öz benliklerini sattıkları şey ne çirkin bir şeydi! Keşke bilmiş olsalardı.”
Bakara; 103: Ve eğer onlar iman edip takvalı davransalardı, Allah katında elde edecekleri sevap daha hayırlı idi. Keşke bilmiş olsalardı.
Sonuç olarak bu konuda biz, Harut ve Marut hakkında, Kur’an’da verilen yukarıdaki bilgiler dışında bir zanna kapılmamayı ve ileride bulunacağını umduğumuz arkeolojik belgeler ortaya çıkıncaya kadar da Allah’ın verdiği bilgi ile yetinmeyi tavsiye ediyoruz.
Ayetin meali şöyledir:
Bakara; 102: Ve onlar (Yahudiler) Süleyman mülküne dair şeytanların okuyup durdukları şeylere uydular. Halbuki Süleyman kâfir değildi. Ama o şeytanlar kâfir idiler; insanlara sihri ve Babil’de iki meleğe/ iki krala; Harut ve Marut’a indirileni öğretiyorlardı. Halbuki o ikisi (Harut ve Marut), “Biz fitneyiz, sakın kâfir olma!” demedikçe hiç kimseye hiçbir şey öğretmezlerdi. İnsanlar o ikisinden erkekle eşinin arasını açtıkları şeyleri öğreniyorlardı. -Ne var ki, onlar onunla Allah’ın izni olmadan hiç kimseye zarar veremezler- Onlar kendilerine zarar vereni, yarar vermeyeni öğreniyorlardı. Ant olsun ki, onu satın alanın ahirette hiçbir nasibi olmayacağını da kesinlikle biliyorlardı. Ve öz benliklerini sattıkları şey ne çirkin bir şeydi! Keşke bilmiş olsalardı.
Aslında bu ayet, bağımsız bir ayet olmayıp, Yahudilerin kınandığı Bakara suresinin 97-103. ayetlerinden oluşan bir pasajın parçasıdır. Bu ayet, bir çok yanlış davranışlarda bulunmuş olan Yahudileri, tüm yanlışlarına ilâveten “Bir de şeytanların (Süleyman peygamberin emri altında gönülsüz olarak çalışan yabancı işçilerin) yalanlarına kandıkları ve o tertemiz peygamberi kâfirlikle suçladıkları için kınamaktadır. Ayetin esas mesajı budur.
Yahudilerin, Süleyman peygamberin emrinde çalışan insan şeytanlara uyarak ona kâfirliği reva gördüklerinin kanıtı ise, Kitab-ı Mukaddes’te bulunmaktadır:
Kitab-ı Mukaddes 1. Krallar bölüm 11:
1. Kral Süleyman firavunun kızının yanısıra Moavlı, Ammonlu, Edomlu, Saydalı ve Hititli bir çok yabancı kadın sevdi.
2. Bu kadınlar RAB`bin İsrail halkına, "Ne siz onların arasına girin, ne de onlar sizin aranıza girsinler; çünkü onlar kesinlikle sizi kendi ilahlarının ardınca yürümek üzere saptıracaklardır" dediği uluslardandı. Buna karşın, Süleyman
onlara sevgiyle bağlandı.
3. Süleyman`ın kral kızlarından yedi yüz karısı ve üç yüz
cariyesi vardı. Karıları onu yolundan saptırdılar.
4. Süleyman yaşlandıkça, karıları onu başka ilahların ardınca
yürümek üzere saptırdılar. Böylece Süleyman bütün yüreğini
Tanrısı RAB`be adayan babası Davut gibi yaşamadı.
5. Saydalılar`ın tanrıçası Aştoret`e ve Ammonlular`ın iğrenç
ilahı Molek`e taptı.
6. Böylece RAB`bin gözünde kötü olanı yaptı, RAB`bin yolunda
yürüyen babası Davut gibi tam anlamıyla RAB`bi izlemedi.
7. Yeruşalim`in doğusundaki tepede Moavlılar`ın iğrenç ilahı
Kemoş`a ve Ammonlular`ın iğrenç ilahı Molek`e tapmak için bir yer yaptırdı.
8. İlahlarına buhur yakıp kurban kesen bütün yabancı karıları
için de aynı şeyleri yaptı.
9-10. İsrail`in Tanrısı RAB, kendisine iki kez görünüp, "Başka
ilahlara tapma!" demesine karşın, Süleyman RAB`bin yolundan saptı
ve O`nun buyruğuna uymadı. Bu yüzden RAB Süleyman`a öfkelenerek,
11. "Seninle yaptığım antlaşmaya ve kurallarıma bilerek uymadığın için krallığı elinden alacağım ve görevlilerinden birine vereceğim" dedi,
12. "Ancak baban Davut`un hatırı için, bunu senin yaşadığın sürede değil,
oğlun kral olduktan sonra yapacağım.
13. Ama oğlunun elinden bütün krallığı almayacağım. Kulum Davut`un ve kendi seçtiğim Yeruşalim`in hatırı için oğluna bir oymak bırakacağım."
Kendi elleriyle yazdıkları uydurma kitaplarından da görüldüğü gibi Yahudiler, Bakara 102. ayette bildirildiği üzere Süleyman peygamberi “o bir kâfirdir” iftirasıyla karalamak isteyen şeytanların oyununa gelerek onun kâfirliğini kabul etmişlerdir ve hâlâ da etmektedirler.
Bu durum, yani Süleyman peygamberin kâfirleştiğine dair ifadelerin Kitab-ı Mukaddes’te yer alması; Yahudilerin, şeytanların iftiralarına inanmaları yanında, Kitab-ı Mukaddes’in Allah kelâmı olmadığını ve Musa peygamberden asırlar sonra uydurulup tertip edilmiş olduğunu da göstermektedir.
Süleyman peygambere iftira eden şeytanlar, Sad suresinin 37. ayetinde konu edilen şeytanlar olup, bir çok ayette “cinn” olarak ifade edilmişlerdir. Bu şeytanların, halk arasında genel kabul görmüş şeytan ile bir ilgisi yoktur. “Şeytan” sözcüğünün sözlük anlamı; “haktan uzak olan” demektir. Kavram olarak ise “şeytan”; “Hakka ve akla aykırı hareket eden her türlü kişi, güç ve kurumun ortak ve tipik adıdır”. İşte, Süleyman peygambere iftira eden şeytanlar (cinnler); Süleyman peygamberin emrinde zoraki çalıştırılan ve karakter tanımlarına uygun davranışlarda bulunarak, onun hakkında sürekli gerçek dışı ve hakka aykırı plânlar kuran, yalanlar üreten ve iftiralar yayan işçilerdir. (Daha fazla detay “Cinn” ve “Şeytan” başlıklı yazılarımızda mevcuttur.)
Bakara suresinin 102. ayeti, hem bu insan şeytanların neler yaptıklarını bize bildirmekte hem Yahudilerin bu şeytanların uydurduklarına inanmalarını eleştirmekte hem de o saygıdeğer Elçi’nin kâfir olmadığını ilân etmektedir:
“Ve onlar (Yahudiler) Süleyman mülküne dair şeytanların okuyup durdukları şeylere uydular. Halbuki Süleyman kâfir değildi. Ama o şeytanlar kâfir idiler…”
Kur’an’dan öğrendiğimize göre bu şeytanlar, Süleyman peygambere yaptıkları iftiranın yanında, başka şu işleri de yapıyorlardı:
“insanlara sihri ve Babil’de iki meleğe/ iki krala; Harut ve Marut’a indirileni öğretiyorlardı.”
Görüldüğü üzere şeytanlar insanlara iki şeyi öğretiyorlardı;
- Sihir ve
- Babil’deki iki melik/ melek’e indirilmiş (vahyedilmiş) şeyler.
Sihrin bir göz boyama tekniği olduğu bellidir (A’raf 116, 117) ama “Harut ve Marut kimdir?” ve “Onlara neler indirilmiştir?” sorularının cevapları belli değildir.
Ayete göre Harut ve Marut’un sihir ve sihir öğretmenliğiyle ilgileri yoktur ve onların bildiği ve öğrettiği şeyler sihirden başka bir şeyler olmalıdır. Çünkü, ayette şeytanların öğrettikleri, iki madde halinde yer almaktadır. Eğer Harut ve Marut da sihir öğretselerdi, ayette sihir ile Harut ve Marut’un öğrettikleri arasına “ve” bağlacı konmaması gerekirdi.
Harut ve Marut
Kur’an’da, Harut ve Marut’un kim oldukları ve onlara neler indirildiği bildirilmemesine rağmen bu kişilerin rivayetlerdeki tanımları çok ilginçtir:
“Harut ve Marut iki melektir. Onlar insanlarla alay ediyorlardı. Onları sınamak için Allah kendilerini, cinsel vb. günahlar işlememe emriyle yeryüzüne gönderdi. Yeryüzünde bir güzel kadın onları yoldan çıkardı. Ceza olsun diye onlar Babil’de bir kuyuya kapatıldılar, ayaklarından asıldılar. Orada onlar kendilerinden istekte bulunanlara sihiri öğretiyorlardı.” (Sonra ne oldular ki!)
Harut ve Marut ile ilgili, bunların “Cebrail” ve “Mikail” olduğu yolunda veya “iki şeytan” olduğu yolunda, tutarsız bir çok açıklama yapılmış olup, Arap, Fars ve İbrani toplumlarında bu isim ve bu isme benzer isimlerle ifade edilmiş bir çok efsane kahramanı mevcuttur. (Bu konunun detayı için TDV.nın İSLAM ANSİKLOPEDİSİ içinde yer alan “Harut ve Marut” maddelerine bakılabilir.)
Harut ve Marut ile ilgili peygamberimiz kaynaklı sağlam bir bilgi yoktur. Zaten olması da mümkün değildir. Müslümanlar arasında dolaşan yanlış inancın ise, İsrailiyat kaynaklı olduğu ve özellikle de Ka’b ül Ahbar tarafından uydurulduğu, başta Taberî olmak üzere bir çok düşünür tarafından ileri sürülmüştür. Kadı İyâd, İbn Hazm, Ebû Bekir İbn ül-Arabî, Kurtubî, İbn Kesîr, İbn ül-Cevzî, Fahreddin er-Râzî ve Taberî bu rivayetleri tenkit etmişler, uydurma veya zayıf olduğunu ifade etmişlerdir.
Harut ve Marut ile ilgili olarak bildiğimiz ise, bu iki kral peygamberin Babil’de yaşadıkları ve kendilerine bir şeylerin indirilmiş (vahyedilmiş) olduğudur. Ayetteki “melekeyni (iki melek)” ifadesi, İbn Abbas, Hasan-ı Basrî, Ebü`l-Esved ve Dahhâk tarafından “melikeyni (iki kral)” diye okunmuştur. Biz de konuya en uygun anlam olan bu anlamı tercih etmekteyiz. Yani bize göre Harut ve Marut, Babil’de yaşamış iki kral peygamberdir. İlerideki bir tarihte, pek çok konuda olduğu gibi yine “ELİN GÂVURU”, BABİL UYGARLIĞINA AİT TABLETLERİ BULUR VE DE DEŞİFRE EDEREK BİZE ALTIN TEPSİDE SUNARSA, belki o zaman bizler de Harut ve Marut’un kimler olduğu ve neler öğrettiklerini bir bir öğrenebiliriz (!). Binlerce Mucizeyi onlardan öğrendiğimiz gibi…
Ayette, Harut ile Marut’un karı-koca arasındaki uyumsuzluğa, geçimsizliğe ve ayrılığa neden olan şeyleri öğrettikleri belirtilmektedir:
“İnsanlar o ikisinden erkekle eşinin arasını açtıkları şeyleri öğreniyorlardı.”
Burada işaret edilen şey sihir değildir. Yani “O ikisi”, mutlu bir ailenin nasıl kurulacağını ve hangi şartlarda yuvanın dağılacağını öğretiyorlar, insanlar da bu iki kral peygamberden öğrendikleriyle yuvalarını sağlam tutuyorlardı. Ayrıca bu iki kral peygamber insanlara “Biz fitneyiz, sakın kâfir olma! (sakın bu bilgileri kötüye kullanmayın” diye öğütte de bulunuyorlardı:
“Halbuki o ikisi (Harut ve Marut) “Biz fitneyiz, sakın kâfir olma!” demedikçe hiç kimseye hiçbir şey öğretmezlerdi.”
Ayetin sonrasında Yahudilerin yanlış davranışlarının açıklanmasına devam edilmekte ve bu pasaj, Bakara suresinin 103. ayetindeki yine Yahudilere yapılmış olan sitemle son bulmaktadır:
“-Ne var ki, onlar onunla Allah’ın izni olmadan hiç kimseye zarar veremezler- Onlar kendilerine zarar vereni, yarar vermeyeni öğreniyorlardı. Ant olsun ki, onu satın alanın ahirette hiçbir nasibi olmayacağını da kesinlikle biliyorlardı. Ve öz benliklerini sattıkları şey ne çirkin bir şeydi! Keşke bilmiş olsalardı.”
Bakara; 103: Ve eğer onlar iman edip takvalı davransalardı, Allah katında elde edecekleri sevap daha hayırlı idi. Keşke bilmiş olsalardı.
Sonuç olarak bu konuda biz, Harut ve Marut hakkında, Kur’an’da verilen yukarıdaki bilgiler dışında bir zanna kapılmamayı ve ileride bulunacağını umduğumuz arkeolojik belgeler ortaya çıkıncaya kadar da Allah’ın verdiği bilgi ile yetinmeyi tavsiye ediyoruz.