Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Zina

tahsin33

New member
Katılım
31 Ara 2008
Mesajlar
1,374
Tepkime puanı
681
Puanları
0
RASÛLULLAH (S.A.V.) VE HALİFELER RECM CEZASI UYGULADILAR MI?

1431- Ömer b. Hattâb (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.), recm cezasını uyguladı. Ebû Bekir (r.a.), recm cezasını uyguladı ben de recm cezasını uyguladım Allah’ın kitabına ilave etmiş olmaktan çekinmesem recm cezasını mushafa yazardım. Çünkü ileride bazı insanların recm cezasını Allah’ın kitabında bulamayınca inkar edip küfre düşeceklerinden korkuyorum. (Müslim, Hudûd: 4; Ebû Dâvûd, Hudûd: 23)
 Tirmizî: Bu konuda Ali’den de hadis rivâyet edilmiştir.
Tirmizî: Ömer hadisi hasen sahihtir. Ömer’den değişik şekillerde de rivâyet edilmiştir.

Şimdi sisin tezinize göre
Hz.Ömer bu olayı anlamamış,
Hz. Ebu bekir anlamamış

siz anlamışsınız hepimize hayırlı olsun
 

semih01

New member
Katılım
3 Tem 2010
Mesajlar
19
Tepkime puanı
4
Puanları
0
üstad ...ayet ne diyor bakarmısın :S ?...daha niye tartışıyoruz ki bu konuda ?...bence siz ebu bekir (r.a) ve ömer (r.a) yı anlamamşsınızdır ?...gerekli ayetleri yazdım...herkezin kendi kararıdır...
 

semih01

New member
Katılım
3 Tem 2010
Mesajlar
19
Tepkime puanı
4
Puanları
0
üstad ...ayet ne diyor bakarmısın :S ?...daha niye tartışıyoruz ki bu konuda ?...bence siz ebu bekir (r.a) ve ömer (r.a) yı anlamamşsınızdır ?...gerekli ayetleri yazdım...herkezin kendi kararıdır inanıp inanmamak..

şimdi sizin tezinize göre
ayetler mi yanılıyor yoksa ?...
 

tahsin33

New member
Katılım
31 Ara 2008
Mesajlar
1,374
Tepkime puanı
681
Puanları
0
Peygamberimiz (sav) “Benim emrim ve nehyim kendisine iletildiği zaman sakın biriniz koltuğuna yaslanmış olduğu halde ‘Biz Allah'ın kitabından başkasına uymayız’ derken bulmayayım” (Ebu Davud, Sünnet 5; Tirmizi, İlim 10; İbn Mace, Mukaddime 2) buyurarak sünnetine itiraz edenlerin bulunacağını mucizâne haber vermiştir. Dinin kaynağı Kur’an ve Sünnettir. Sünnet Kur’ânın pratik hayata yansıması ve uygulamasından başka bir şey değildir. Sünnet olmazsa Kur’an uygulanmayan bir kitap olur ve iman dışında ibadetlerin nasıl yapılacağı bilinemezdi. “Biz Kur’andan başka bir şeyi kabul etmeyiz” demek şeytanın insanı aldatmasından başka bir şey değildir.
Nitekim İblis yüce Allah'ın “Âdeme secde et!” emrine “Ben Allah’tan başkasına secde etmem” diyerek itiraz etmişti. Emre uymamasını dini bir inanca dayandırma çabasının ürünü olan ve itaatsizliğe bahane bulmayı ifade eden bu savunma cümlesi gerçekte isyanın açık ifadesidir. Aynı şekilde “Ben Kur’andan başka bir şey kabul etmem” demek peygambere itaatten kaçma ve ibadet külfetinden kurtulma çabalarından başka bir şey değildir. Nitekim Hıristiyanlık peygamberi ve sünneti kabul etmediği için ibadetler terk edilmiş ve Azizlerin insafına terk edilerek tahrif edilmiştir.

Sünnetsiz İslam ibadetsiz ve ahlaktan uzak İslam demektir. Zira ibadet peygamberimizin (sav) kıldığı gibi namaz kılmak, tuttuğu gibi oruç tutmak ve verdiği gibi zekât vermektir. Kurban kesmek ve hac ibadeti de peygamberimizin uygulamaları ile sabit olmuştur. “Ben sünneti kabul etmiyorum” demek peygamberimiz (sav) gibi namaz kılmam, oruç tutmam ve zekât vermem ancak Kur’andan anladığım gibi bu ibadetleri yaparım demektir. Bu da herkesin farklı şekillerde ibadet etmesini ve sonuçta ibadeti terk etmeyi netice verir. Böylece sünnetsiz “Kur’an İslamı” dini ve ibadeti ortadan kaldırmak için din düşmanları tarafından kurulan bir tuzaktan başka bir şey değildir. Böylece ibadetler, emir ve yasakların ferdi ve sosyal hayattan kaldırılması mümkün olacak ve din vicdanlara ve kalbe hapsedilecektir. Nitekim İslam Tarihinde “Kur’an İslamı” adı altında pek çok fitneler çıkmış ve din düşmanları inananları Kur’andan koparamayacağını anlayınca “Sünnetten uzaklaştırarak tahrif etmeye çalışmışlardır.

Vahyi esas alarak “Sünneti” kabul etmek istemeyenler gerçekte vahyin mertebelerini bilmeyenler ve sünnetin de vahyin bir mertebesi olduğunu bilmeyenlerdir. Nitekim vahy ikiye ayrılır. Birincisi “Vahy-i Sarih”dir ki “Kur’an Kerim” ve bir kısım “Ehadis-i Kutsiye” bu nevidendir. İkincisi ise “Vahy-i Zımnî”dir. Buna “Peygamber İlhamı” da denir. Bu çeşit hadisler Kur’an-ı Kerimin evamirinin Allah'ın rızasına uygun olarak tatbikini ve uygulamasını gösterir. Şayet tatbikatın nasıl yapılacağı Allah'ın rızasına nasıl uygun olacağı bilinemez. Yüce Allah emredip yasakladığı gibi emrin ve yasağın tatbikatını da vahiyle ve peygamber aracılığı ve peygamberin tatbikatı ile öğretmektedir. Bu nedenle peygamberin görevi sadece tebliğden ibaret değildir. Tebliğ yanında “tatbik” ve “beyan” görevi de vardır. Peygamber (sav) Kur’anın ve vahyin hakikatini gerek beyan, gerekse emir ve nehiylerin tatbikatı yine vahye istinat ederek Allah'ın rızasına uygun olarak uygulamak ve öğretmekle mükelleftir.

Sünnet, İslâmı anlama, kavrama ve uygulamada en doğru ölçü ve yorumlamadır. Sünnetsiz Müslümanlık olmaz ve Allah'ın emirleri ancak peygamberin sünneti ile yaşanabilir bir İslam olur. Sünnet olmasaydı İslam yaşanmaz ve tahrif edilerek hak din olmaktan çıkardı. Kur’anla sünnet arasını ayırmak isteyenler “Allah'ın ayetlerini” kendi heva ve heveslerine göre yorumlamak isteyenlerdir. Sünnet buna engel olduğu için sünneti delil olmaktan çıkarmak istiyorlar. Dini bozan “heva ve heves”tir. Hurafeler ve bid’alar sünnete değer vermemekten çıkar. Bu nedenle İslam bilginleri “bid’a ve heva ehline selam verilmez ve selamı alınmaz” demişlerdir. (Meâlimi’s-Sünen, 4:296)

Mü’imin “Rab olarak Allah’tan, din olarak İslam’dan ve peygamber olarak da Muhammed’den (asv) memnun ve razı olmadıkça” (Buhari, İlim, 26; Müslim, İman, 56; Tirmizi, İlim, 10) imanı makbul ve kâmil olmaz.
 

semih01

New member
Katılım
3 Tem 2010
Mesajlar
19
Tepkime puanı
4
Puanları
0
güzel kardeşim :D...yapma allah aşkına şmdi hadisleri yalanladıgımızı mı söylüyorsun....habibullahın sözüne başım feda...ama bunu basite indirgememek lazım.hz peygamber hz ebu bekir hz ömer uygulamışlardır ona karşı cıkamam tabiki...
peygamber uyguladı çünkü nur suresi inmeden kendi kendine hüküm veremezdi tevrattaki kuralı geçerli kılmıştır...nur suresinden sonra acaba recm cezasını ne olarak kavramışlardı mübarekler onu anlayamıyoruz ki belki hz ömer recm uyguladım derken

“Kadınlarınızdan fuhuş yapanlara karşı içinizden dört şahit getirin. Eğer şahitlik ederlerse onları evlere kapatın. Bu, ölüm canlarını alıncaya, ya da Allah onlara bir yol açıncaya kadar böyle gitsin.
İçinizden bu suçu işleyen çiftlere eziyet edin. Eğer tevbe edip kendilerini düzeltecek olurlarsa bırakın. Allah tevbeleri kabul eder, ikramı boldur.” (Nisa 4/15-16)

bu cezayı demek istemiştir belkide...
 

sumisali

New member
Katılım
3 Nis 2009
Mesajlar
1,903
Tepkime puanı
2,112
Puanları
0
Kendi eşlerine (zina suçu) atan ve kendileri dışında şahidleri bulunmayanlar ise, onlardan da her birinin şahidliği, Allah adına dört (kere yemin) ile kendisinin hiç şüphesiz doğru söyleyenlerden olduğuna şahidlik etmektedir.
Bu ayetler öncekilerden bir süre sonra gönderilmiştir. Kazf yasası bir başka erkek veya kadını zina ile suçlayıp iddiasını, ispatlamak için gerekli şahitleri getiremeyen bir kişi için belirli bir ceza koymuş, fakat karısını zina halinde yakalayan bir adamın ne yapacağı sorusu ortaya çıkmıştı.
Eğer onu öldürse, cinayetten suçlu olacak ve cezalandırılacaktı, öldürmeyip şahit aramaya gitse suçlu kaçabilirdi, olanı görmezlikten gelse, buna uzun süre katlanması imkansızdı. Kuşkusuz kadını boşayabilirdi, fakat bu durumda ne kadın, ne de ortağı manevî veya fizikî bir cezaya uğramayacak ve bu gayri meşru ilişki gebelikle sonuçlanacak olursa, o zaman da, bir başkasının çocuğunu besleme yükünü çekmek zorunda kalacaktı. Bu sorunu önce Hz. Sa'd b. Ubade, eğer kişi böyle bir şeyi evinde görürse şahit aramaya gitmeyip, sorunu orada ve kılıçla çözeceğini söyleyerek varsayım şeklinde ortaya attı. (Buhari, Müslim) Fakat çok geçmeden, gerçek olaylar bu şeye şahit olan kocalar tarafından Hz. Peygamber'e (s.a) getirildi. Abdullah b. Mes'ud ve İbn Ömer tarafından aktarılan rivayetlere göre, Ensar'dan bir müslüman (muhtemelen Uveymir Aclanî) Hz. Peygamber'e (s.a) gelerek, "Ey Allah'ın Rasûlü, eğer bir kişi bir başkasını karısıyla yakalar ve suçlamada bulunursa ona kazf haddi vuracaksınız, eğer karısını öldürse siz de onu öldürecesiniz, eğer sessiz kalsa ızdırap duyup duracak, bu durumda bu adam ne yapsın?" dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a) "Ey Allah'ım, buna bir çözüm ver" diye dua etti. (Müslim, Buhari, Ebu Davud, Ahmet Nesaî.)
İbn Abbas'ın naklettiğine göre, Hilâl b. Ümeyye, günah işlerken yakaladığı karısının durumunu Hz. Peygamber'e (s.a) getirdi. Cevap olarak Hz. Peygamber (s.a) şöyle dedi: "Delilini getir, aksi halde kazf suçuyla cezalandırılacaksın." Bunun üzerine ashap arasında bir panik başladı ve Hilâl, "Seni peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki," dedi. "Ben doğruyu söylüyorum, gözümle gördüm, kulağımla işittim. Eminim ki, Allah bir hüküm gönderecek ve benim sırtımı (cezadan) koruyacaktır." Sonra bu ayet indi." (Buhari, Ahmet, Ebu Davud) . Ayette ortaya konan yasal işleme li'an denir.
Hz. Peygamber'in (s.a) Li'an yasasına göre hükmettiği davaların ayrıntıları Hadis kitaplarında yer almakta olup, bunlar bu yasanın temelini ve kaynağını oluşturur. Kütüb-ü Sitte, Müsned-i Ahmed ve Tefsir-i İbn Cerir'de İbn Abbas ve Enes bin Malik'ten nakledilen Hilâl b. Ümeyye olayının ayrıntılarına göre, hem Hilâl, hem de karısı Hz. Peygamber'in (s.a) huzuruna getirilir. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a) önce kendilerine ilâhî kanunu hatırlatır ve sonra şöyle der: "İyi dikkat edin ki, ahiretteki ceza dünyadakinden çok daha ağırdır." Hilâl suçlamasının bütünüyle doğru olduğunu belirtir. Kadın da inkâr eder. Hz. Peygamber (s.a) : "Li'an yasasına göre yeminlerde bulunur" Hz.Peygamber (s.a) kendisine tekrar tekrar hatırlatır: "Allah birinizin yalancı olduğunu biliyor, o halde biriniz tevbe etmeyecek mi?" Hilâl beşinci kez yemin etmeden önce orada bulunanlar kendisine, "Allah'tan kork, dünyadaki ceza ahirettekinden hafiftir. Beşinci yemin sana ceza verilmesini zorunlu kılacak" derler.
Fakat Hilâl, sırtını dünyada (cezadan) koruyan Allah'ın ahirette de kendisini bağışlayacağını söyleyerek beşinci kez de yemin eder. Sonra kadın yeminlere başlar. Beşinci yemine geçmeden önce, o da durdurulup kendisine şöyle tavsiyede bulunulur: "Allah'tan kork, dünyevî ceza ahiretin cezasından daha hafiftir. Son yemin seni ilâhî cezaya mahkum edecek." Bunu duyan kadın bir an duraklar, oradakiler itirafta bulunacağını sanırlar, fakat o, "Kabileme silinmeyecek bir leke sürmek istemem" diyerek beşinci yemini de eder. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a) ayrılmalarını emreder ve çocuğun doğumdan sonra erkeğe değil kadına verileceğine, bundan böyle kimsenin kadını ve çocuğunu suçlayamayacağına bunlardan birini suçlayana kazf cezası verileceğine ve boşanma veya kocasının ölümü gibi bir nedenle ayrılmadıklarından, yasal bekleme (iddet) süresince kadının Hilâl'den nafaka istemeye hakkı olmadığına hükmeder; sonra da halktan, doğumdan sonra çocuğun Hilâl'e mi, yoksa kadınla birlikte suçlanan erkeğe mi benzediğine bakmalarını ister. Doğumdan sonra çocuğun öbür adama benzediği görülür ve bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurur: "Eğer yeminler olmasaydı (veya, Allah'ın Kitabı sorunu çözmemiş olsaydı) bu kadına en sert biçimde davranırdım."
Üveymir Aclanî olayının ayrıntıları Sehl. b. Sa'd es-Saidî ve İbn Ömer (r.a) kanalıyla, Buhari, Müslim, Ebu Davud, Nesaî, İbn Mace ve Müsned-i Ahmed'de geçer. Buna göre, Uveymir ve karısı Mescid-i Nebevî'ye çağrılırlar. Li'an yasasını uygulamaya geçmeden önce Hz. Peygamber (s.a) kendilerine üç kez uyarıda bulunur: "Allah ikinizden birinin yalancı olduğunu çok iyi biliyor, o halde biriniz tövbe etmeyecek mi?" Hiç biri tevbe etmeyince kendilerine li'an'da bulunmaları söylenir. Li'andan sora Uveymir, "Ey Allah'ın Rasûlü, şimdi ben bu kadını tutarsam bir yalancı olmuş olurum" diyerek Hz. Peygamber'in (s.a) izni olmadan onu orada üç kez boşar. Sehl b. Sa'd'a göre, Hz. Peygamber (s.a) boşanmayı uygulayarak onları uyardı ve şöyle dedi: "Li'andan sonra karı ile koca birbirlerinden ayrılacaklardır". Böylece birbirlerine karşı yeminleşen eşlerin bir daha asla evlenmemek üzere, ayrılmaları bir sünnet olarak yerleşti. İbn Ömer, yalnızca Hz. Peygamber'in (s.a) kendilerini ayırdığını söyler. Sehl bin Sa'd ise, kadının gebe olduğunu ve Uveymir'in bunun kendi tohumundan ileri gelmediğini söylediğini ekler, bunun üzerine çocuk anneye atfedilir. Bu şekilde yerleşen uygulamaya göre, bu şekilde doğan çocuk annesine, annesi de kendisine mirasçı olur.
Bu iki olaydan ayrı olarak, Hadis kitaplarında bunlarla ilgisi olan veya olmayan daha bir çok rivayetlere rastlarız; yalnız, bu rivayetlerden bazıları başka olaylarla ilgili olup, Li'an yasasının önemli bölümlerini ortaya koymaktadır.
İbn Ömer'den Hz. Peygamber'in (s.a) Li'andan sonra eşleri ayırdığını ve gebelik durumunda çocuğun annesine atfedileceğine hükmettiğini ifade eden rivayetler gelmektedir. (Kütüb-ü Sitte, İmam Ahmed) . İbn Ömer'den gelen bir başka rivayete göre, Hz. Peygamber (s.a) li'andan sonra bir erkekle kadına şunu söyler: "Artık işiniz Allah'a kalmıştır, her ne olursa olsun, ikinizden biriniz yalancısınız." Sonra adama şöyle der: "Artık o senin değildir, üzerinde hakkın kalmadı, ona hiçbir şekilde öç alıcı şekilde de davranamazsın." Adam, "Efendim, lütfen verdiğim mehri geri bana döndürün" ricasında bulunur. Buna Hz. Peygamber'in (s.a) cevabı şöyle olur: "Mehri geri almaya hakkın yok. Eğer suçlamanda yalancıysan, mehir ondan daha çok sana uzaktır." (Buhari, Müslim, Ebu Davud)
Darekutnî, Ali İbn Ebi Talip ve İbn Mes'ud'un (r.a) , "Sabit olan sünnet, birbirlerine karşı Li'anda bulunan eşlerin bir daha evlilikle bir araya gelemeyecekleri şeklindedir" dediklerini rivayet eder. Yine Darekutnî, Hz. Abdullah İbn Abbas'ın, "Hz. Peygamber (s.a) ikisinin bir daha evlilikle bir araya gelemeyeceklerine hükmetmiştir." dediğini aktarır.
Kabisa b. Zueyb, Hz. Ömer zamanında bir adamın, karısının gayri meşru ilişki sonucu gebe kaldığını iddia ettikten sonra, bu defa da kendi tohumundan olduğunu kabul ettiğini, fakat doğumdan sonra yeniden çocuğun kendinden olduğunu inkâr ettiğini aktarır. Durum Hz. Ömer'in mahkemesine getirilir ve Halife adama kazf cezası uygular ve çocuğun da kendisine atfına karar verir. (Beyhakî, Darekutnî) .
İbn Abbas'ın rivayetine göre, bir adam Hz. Peygamber'e (s.a) gelerek, "Efendim, kendisini çok sevdiğim bir karım var, fakat öylesine zayıf ki, bir başkası kendisine dokunsa aldırmaz" der. (Bununla, zina veya daha hafif bir kötülüğü kasdetmiş olabilir) . Hz. Peygamber (s.a) "Onu boşayabilirsin" cevabını verir. Adam, "fakat onsuz yaşayayamam" der. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a) "Öyleyse onunla geçinmelisin" buyururlar. (Hz. Peygamber adamdan herhangi bir açıklama istemediği gibi şikayetini zina suçlaması olarak almamış ve Li'an yasasını da uygulamamıştır) . (Nesaî) .
Ebu Hureyre'nin rivayet ettiğine göre, bir bedevi Hz. Peygamber'e (s.a) gelerek, karısının siyahî bir çocuk doğurduğunu ve bu çocuğun kendisinden olup olmadığından şüphelendiğini söyler. (Yani, çocuğun rengi ona bu şüpheyi vermiştir, bunun dışında karısını zina ile suçlamak için herhangi bir delili yoktur.) Hz. Peygamber (s.a) kendisine, "Hiç deven var mı?" diye sorar ve adam "evet" der. Sonra Hz. Peygamber (s.a) "Renkleri nasıl?" diye sorar, bedevi "kırmızı" diye cevap verir. 'İçlerinde gri olanı da var mı?' der, Hz. Peygamber "Evet" der adam "bazıları gri". "Bu renge sebep nedir" diye sorar Hz. Peygamber. Bedevî, "Belki atalarında bu renkte olanlar vardır." şeklinde cevaplar. Bunun üzerine, Hz. Peygamber (s.a) "Aynı şey senin çocuğunun rengine de sebep olmuş olabilir" buyurur ve adamın çocuğundan şüphelenmesine izin vermez. (Buhari, Müslim, İmam Ahmed, Ebu Davud) .
Ebu Hureyre'nin Li'an ayetini açıklayan bir başka rivayetine göre, Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuşlardır: "Bir aileye, gerçekten o aileden olmayan bir çocuk getiren (yani, bir erkekle evlendikten sonra, gayri meşru yoldan gebe kalan) bir kadının Allah'la hiç bir alıp vereceği yoktur. Aynı şekilde, çocuk kendisine çekmişken, çocuğun babası olduğunu inkâr eden erkek de Hüküm Günü'nde Allah'ı hiç görmeyecek ve Allah kendisini tüm insanlığın önünde rezil edecektir." (Ebu Davud, Nesaî, Dârimi) .
Bu şekilde Li'an ayeti, Hz. Peygamber'in (s.a) hadisleri ve şeriatın öncülleri ve genel ilkeler fakihlerin şöylece kodlandırdığı Li'an yasasınının temelini oluşturur:
1) Karısını yabancı bir erkekle zina halinde yakalayıp, li'an yerine adamı öldüren kişi hakkında görüş ayrılığı vardır. Bir grup, yasayı eline alma ve cezayı uygulama hakkı olmadığından, böyle bir kişinin öldürüleceği fikrindedir. Diğer grup, adamı zina nedeniyle öldürdüğü sabit olduğu takdirde, öldürülmeyeceği ve yaptığından da sorumlu tutulmayacağını söyler. İmam Ahmed ve İshak bin Rahaveyh, böyle bir kişinin zaniyi zina nedeniyle öldürdüğünü ispatlamak için iki şahit getirmesi gerektiğini savunurken, Malikiler'den İbnü'l Kasım ve İbn Habib, buna öldürülen kişinin evli olması gerektiği şartını eklerler; aksi halde, öldürülen bekâr bir zaniyi öldürdüğü için kişi zinanın sabit olması için dört şahit getirir veya öldürülen kişi ölmeden önce öldürenin karısıyla zina ettiğini itiraf eder ve öldürülenin evli olduğu kesinleşirse, kısastan kurtulabilir. (Neyhü'l-Evtar, cilt: 6, sh: 228) .
2) Li'an yasası evde değil, ancak mahkemede hakim önünde karşılıklı olarak uygulanır.
3) Li'an yalnızca erkeğin hakkı değildir, kadının da, kocası kendisini zina ile suçlar veya çocuğunun babası olduğunu inkâr ederse mahkemede Li'an taleb etme hakkı vardır.
4) Li'an'ın herhangi bir karı-koca arasında uygulanıp uygulanmayacağı ya da eşlerin bir takım şartları yerine getirmelerinin gerekip gerekmediği konusunda fakihler arasında görüş ayrılığı vardır. İmam Şafiî, ancak yemini yasal yönden güvenilir olan ve boşanma hakkını kullanabilen kocanın Li'an yeminlerini edebileceği görüşündedir. Bir başka deyişle, ona göre akıl ve ergenlik (bülûğ) kocaya Li'an hakkını vermede yeterli olup, eşlerin müslim-gayri müslim, hür-köle, şehadetlerinin kabul edilir olup olmaması ve müslüman kocanın karısının müslüman veya zımmî olması önemli değildir. İmam Malik ve İmam Ahmed'de aşağı-yukarı aynı görüştedirler. Fakat Hanefiler, Li'an'ın ancak önceden kazf'ten hüküm giymemiş hür müslüman eşler tarafından uygulanabileceğini savunurlar. Eğer karı-koca ikisi de gayri müslimse veya köle ise ya da daha önce kazften hüküm giymişlerse, birbirlerine karşı Li'an yapamazlar. Üstelik, eğer kadın bir erkekle gayri meşru veya şüpheli ilişkiden suçlu bulunmuşsa Li'an geçerli olmayacaktır. Hanefiler bu şartları koşarlar, çünkü onlara göre, Li'anla kazf arasındaki tek ayrılık şudur: Eğer bir başka adam kazf işlerse haddle cezalandırılır, fakat bunu işleyen koca olursa, Li'anla cezadan kurtulur. Bunun dışında kazf ve Li'an her bakımdan birbirinin aynıdır. Bunun da ötesinde Hanefilere göre Li'an yeminleri delil (şahit) niteliğinde olduğundan, onlar bu hakkı yasal açıdan şahitlik yapmayacak bir kişiye vermezler. Fakat, bu konuda Hanefilerin görüşleri zayıf kalmakta ve İmam Şafiî'nin görüşü doğru görünmektedir. Çünkü Kur'an, kadının suçlanmasını kazf ayetinin bir parçası yapmamış, bu konuda ayrı bir yasa koymuştur. Bu nedenle de, kazf yasasında birleştirilip, kazfın şartları çerçevesinde ele alınamaz. Sonra, Li'an ayetinin sözleri kazf ayetinin sözlerinden farklı olduğu gibi bu iki ayet ayrı ayrı hükümler ortaya koymaktadır. Bu yüzden Li'an yasası kazf ayetinden değil, Li'an ayetinden çıkarılabilir. Sözgelimi, kazf ayetine göre muhsan kadınları zina ile suçlayanlar cezayı hak ederler. Fakat Li'an ayetinde, kadın için muhsan olma şartı koşulmamaktadır. Bir kadın bir zaman günahlara dalmış olabilir, fakat sonra tövbe eder ve bir erkekle evlenirse, Li'an ayeti kocaya dilediği zaman onu suçlama ve bir zamanlar günahkârdı diye çocuklarını inkâr etme yetkisi vermez. Aynı derecede bir başka önemli neden de, kişinin karısını suçlamasıyla bir başka kadını suçlamak arasında dünya kadar fark bulunmasıdır. Yasa ikisini de aynı şekilde ele almaz. Bir adamın bir başka kadınla hiçbir ilgisi yoktur. Ne duygusal olarak ona bağlıdır, ne de şerefi, aile ilişkileri ve haklarıyla soyu onun yaptıklarıyla tehlikeye girer. Yabancı kadının kişiliğinde bir başkasını ilgilendiren tek anlamlı nokta, ahlâkî açıdan pak ve temiz bir toplum görme arzusudur.
Buna karşılık karısıyla olan ilişkileriyse derin ve çok çeşitli niteliktedir. Karısı soy ve cinsinin paklılığının, malının ve evinin koruyucusudur, hayat arkadaşıdır, sır dostudur ve en ince ve derin duygularla onunla bağlantı içindedir. Eğer karısı ahlâken düşük olsa, bu şerefine, ilişkilerine ve soyuna ciddi bir darbe demektir. Dolayısıyla, kişinin karısıyla bir başka kadını suçlaması aynı şeyler değildir ve yasa da bunları birbirinin aynısı olarak ele almaz. Bir zımmî, bir köle veya hüküm giymiş bir kocanın karısının kötü bir iş yapması, sonuç açısından bir hür, olgun ve sağlam müslümanın karısındakinden farklı veya daha az mı ciddidir? Eğer bizzat koca karısını bir başkasıyla zina ederken görse veya elinde karısının gayri meşru ilişki sonucu gebe olduğuna dair inandırıcı nedenler bulunsa, bu takdirde, onun bu kötü durumundan kurtulmasına yardım edecek başka hangi yasamız vardır? Bu noktada, öyle görünüyor ki, Kur'an'ın niyeti, kocanın karısının ahlâksızlığı veya gayri meşru gebeliği karşısında, kadının da kocasının yalan suçlamaları veya haksız yere çocuğunun babası olduğunu inkâr etmesi karşısında evli çiftleri bu zor durumdan kurtaracak bir yol açmaktır. Yalnızca hür ve sağlam müslümanların ihtiyacı değildir bu ve Kur'an'da bu hakkı yalnızca onlarla sınırlayan herhangi bir şey de yoktur. Kur'an'ın Li'an yeminlerini şehadet saydığı ve dolayısıyla şehadet şartlarının burada da uygulanacağı iddiasının mantıkî sonucu, şehadeti kabul edilen dindar ve adil bir kocanın yeminlerde bulunması ve yemin etmek istemeyen kadınınsa, böylece ahlâksızlığı kesinleşeceğinden recmedilmesi olacaktır. Fakat ilginçtir ki, bu durumda Hanefiler recmi öngörmezler. Bu da, Li'an yeminlerini onların da şehadetle bir tutmadıklarının açık delilidir. Gerçi Kur'an Li'an yeminlerini şahitlik olarak tanımlasa da teknik anlamda şahitlik olarak kabul etmez. Aksi halde, kadının dört değil, sekiz kez yemin etmesini isterdi.
5) İşaret, kapalı veya şüpheli bir ifadeyle Li'an gerekmez, ancak koca karısını açıkça zina ile suçlar veya çocuğun kendisinin olduğunu inkâr ederse Li'an gerekir. İmam Malik ve Leys b. Sa'd buna, kocanın Li'an yaparken, karısını zina halinde bizzat gözleriyle gördüğünü söylemesi şartını eklerler. Fakat bu, Kur'an'da ve Hadis'te temeli olmayan gereksiz bir sınır koymadır.
6) Karısını suçladıktan sonra koca Li'an yeminlerini etmekten kaçınırsa, İmam Ebu Hanife ve arkadaşlarına göre hapsedilir ve Li'an'da bulununcaya, ya da suçlamasının yalan olduğunu itiraf edinceye kadar salıverilmez, bu ikinci durumda kendisine kazf haddi uygulanır. Buna karşılık İmam Malik, Şafiî ve Leys b. Sa'd hapsi gereksiz görüp, Li'anı reddetmenin kişinin yalancılığının itirafı demek olduğu ve dolayısıyla kazf cezasını gerektirdiği görüşündedirler.
7) Kocanın yeminlerinden sonra, kadın yeminden kaçınırsa, Hanefilere göre hapsedilir ve Li'anda bulununcaya, ya da zina suçunu itiraf edinceye kadar salıverilmez. Buna karşılık, yukarıda adı geçen imamlar hemen recmedileceği görüşündedirler. Bunların delilleri, Kur'an'ın ".... Eğer (kadın) dört kez Allah'a yemin ederse.... ceza kendisinden kalkar" hükmüdür. Bu, yeminden kaçındığına göre, cezalandırılmasının kaçınılmaz olduğu anlamına gelir. Fakat bu delildeki zayıflık, Kur'an'ın cezanın mahiyetini belirtmediği ve yalnızca cezadan söz ettiğindedir. Eğer burada, cezadan kasdedilenin yalnızca zina cezası olduğu iddia edilirse deriz ki, zina cezası için Kur'an, dört şahidin açık ifadelerini şart koşmuştur, ki, bu şart da bir kişinin dört yeminiyle yerine getirilmiş olamaz. Kocanın yeminleri kendisini kazf cezasından kurtarır ve kadını da Li'anla karşı karşıya bırakır, fakat kadının zina ettiğini ispatta yeterli değildir. Kadının kendini savunmak için yemin etmeyi reddetmesi, mutlaka bir şüpheye yol açar, hem de kuvvetli bir şüpheye, fakat şüpheler üzerine hadd cezası verilemez. Ve bu durum, erkeğe kazf haddi verilmesiyle kıyas edilmemelidir, çünkü erkeğin kazfı sabittir ve bunun için Li'anda bulunmaya çağrılmaktadır. Oysa, kendisi itiraf etmedikçe veya dört görgü tanığının şahitliğiyle kesinleşmedikçe kadın zina suçlusu sayılamaz.
 

tahsin33

New member
Katılım
31 Ara 2008
Mesajlar
1,374
Tepkime puanı
681
Puanları
0
semih01 ,
değerli kardeşim ,
diyorsunki .hz peygamber hz ebu bekir hz ömer uygulamışlardır ona karşı cıkamam tabiki..
arkasından da şunu görmüyorsun
Hz. Ebubekir ve Hz. ömerin hilafetinde kuranın tamamı inzal olmuş ve bu halifaler ona göre hüküm vermişler
şimdi siz neye karşısınız?
 

semih01

New member
Katılım
3 Tem 2010
Mesajlar
19
Tepkime puanı
4
Puanları
0
teşekkürler üstad...son yorum da hadislerde verilmiştir...

allah biliyorki hadisleri terslemiyorum...
 

semih01

New member
Katılım
3 Tem 2010
Mesajlar
19
Tepkime puanı
4
Puanları
0
ben ne hadise karşıyım ne de ayete...

ama kardeşim diyorumki recm edilmenin anlamını kavrayamıyoruz belki nur suresi geldikten sonra ,haksızmıyım?

sumisali kardeşimde hadisleri paylaşmış bu konuda...hz ebu bekir ,hz ömer de yukarıda yazılan gibi yapmışlardır öyle degil mi ?..

problem var mı şuan? :S
 

tahsin33

New member
Katılım
31 Ara 2008
Mesajlar
1,374
Tepkime puanı
681
Puanları
0
semih01
Değerli kardeşim,
problem var neden hem karşı değilim diyorsunuz hem bildiğinizi okuyorsunuz
Tekrar yazıyorum, sizin dediğiniz gibi nur suresinden sonra recm kaldırılmış olsaydı bu iki halifa bu cezayı uyuglayamazdı burada anlaştıkmı? buna sayıları 100000lerle ifade edilen sahabe bu uygulamaya karşı çıkardı
Allaha emanet olun
 

semih01

New member
Katılım
3 Tem 2010
Mesajlar
19
Tepkime puanı
4
Puanları
0
Yüz Değnek Cezası
Bekâr erkekle bekâr kadının zina etmesi halinde, ceza her birine yüz değnek vurulmasıdır Allah Teâlâ şöyle buyurur: "Zina eden kadın ve erkekten her birine yüz değnek vurun" (en-Nûr, 34/2)


Resulullah (sas) şöyle buyurmuştur: "Zinanın hükmünü benden öğrenin Allah o kadınlara bir çıkar yol gösterdi Bekârla bekâr zina ederse yüz değnek ve bir yıl sürgün; evli ile evliye yüz değnek ve recm vardır" (İbn Mâce, Hudûd, 7; Müslim, Hudûd, 12)
Ancak bu uygulama Nûr Suresi'nin inmesinden önceye aittir Bu sure inince bekârlar için yalnız değnek, evli olanlar için sünnetle recm cezası belirlenmiştir (es-Serahsî, el-Mebsût, Beyrut 1398/ 1978, IX, 36 vd)


(zinayı yapan kadın veya erkek durumu değiştirmez)
 

semih01

New member
Katılım
3 Tem 2010
Mesajlar
19
Tepkime puanı
4
Puanları
0
tamam şimdi anladım...şuan bu konuda hem fikiriz sanırım tahsin kardeşim
 
Üst Alt