Zamanda Yolculuk

radikal

New member
Uzun bir yazı. Fakat okundukça insanı içine çeken özel bir konu. Bu konu hakkında daha önce bilgi ve değişik bulgulara ulaşan insanlar var ise, bunu paylaşırlarsa kendi adıma sevinirim.

Bir seminerde anlatılan ve sonrasında soru cevap kısmı yer alan bir konunun yazıya dökülmüş hali. Çok çarpıcı ve insanı yaşadığımız zaman diliminden alıp çok değişik ufuklara götüren bir anlatım.

Tasavvuf erbabı için çok da acaip değil, ama; bazı söylediğimiz daha doğrusu anlatmaya çalıştığımız tay-i zaman ve tay-i mekan konusunun belki bilimsel olarak daha net anlatımı diyebiliriz.

Bu yazının bizlere ulaşmasını sağlayan Çetin Bal adındaki vatandaşımıza da gerçekten teşekkür etmek insani bir görevimizdir. Allah (cc) emeğinin karşılığını nasip etsin inşaallah.


Not: Bu belge her hangi bir düzeltmeye maruz kalmamış (gramer ve anlatım açısından) “philly” olarak bilinen ve asc veya zip formunda orijinal bir belgedir. Bu konuşmanın (belgenin) sahibi olan Clay Tippen orijinal metnin değişmesini istemediği için belgenin adını “Bielek90” olarak değiştirdim ki orjinalinden farklı bir belge olsun. Bazı isimlerin söylenişi, cümlelerdeki uyumsuzluk...vb (Tippen’in bunu video kasetten kopyalaması ve Al Bielek’in terminolojisi pek iyi bilmemesinden dolayı) gibi hatalar vardı. Ben de bütün belgenin düzeltilmesinin ve BBS’nin içinde farklı bir dosyaya yüklemenin önemli olacağını düşündüm........Rick Anderson 10\92





Al Bielek’in Mufon Konferansı’ndaki Konuşması, Ocak 13, 1990

Philadelphia Deneyi ve Montauk Projesi ön konuşmasının yeniden düzenlenmiş sureti 12,1991
Clay Tippen
( İmla hataları ve bilinemeyen bazı kelime ve isimlerin tanımlanması Rick Andersen tarafından Ekim 1992’de yapıldı. )
Bu doküman ücretsiz bir yayımdır. Philadelphia Deneyi hakkında daha fazla bilgi sahibi olunması amacıyla yayınlanmıştır. İstediğiniz BBS’ye yüklemekte serbestsiniz. Lütfen dosyada herhangi bir ekleme veya değişiklik yapmayın. Bir değişiklik yapmadan bir bütünlük içinde yayın. Dökümanla ilgili bildiğiniz farklı kanıtlar varsa lütfen sayfanın sonundaki adrese gönderin. Bu doküman video kasetten aktarılmıştır. Kaset, 1990 Mayısı veya Haziranında elime geçti. Kasedi defalarca izledikten sonra arkadaşlarıma da gösterdim. Bazıları inandı bazılarıysa inanmadı. Şimdi kendi kararınızı verebilirsiniz. Alfred Bielek Philadelphia Deneyi’nden sağ olarak kurtulanlardan biridir. Bielek’in söylediği bazı isimler ve yerler kayıt problemleri ve Bielek’in ağzında gevelemesinden dolayı anlaşılamadı. Adını daha önce duymadığım bir sürü yer ismi...vb vardı ve bu anlaşılmaz isimleri nasıl düzeltip anlaşılır hale getireceğim konusunda en ufak bir fikrim bile yoktu. Bazılarının doğruluğunu falan araştırdım. Bazı kelimeler ingilizce’ye uymuyordu. Doküman konferans konuşmasının birebir aynısıydı. Konferans, Dallas TX’deki Mufon Metroplex’inde Ufo toplantısı olarak yapıldı. Konferans tarihi 13 Ocak 1990’dı. Konuşmacı Alfred Bielek’di. Deneyin nasıl başlayıp nasıl bittiğini anlatan bir konuşmaydı.
SUNUCU:
Bu geceki konuşmacımız Alfred Bielek, O’nu geçtiğimiz Eylül ayında Phoenix’deki Ufo konferansında duymuştum ve bence diğer konuşmacılardan daha ilginç birisi, hatta en az konunun kendisi kadar ilginç. Philadelphia Deneyine bulaşmış olup da bunu sizinle paylaşan başka birini daha tanımıyorum. Ve kendisi de. Sanıyorum ki heyecanlı bir program olacak.
Şimdi UFO’larla ilgili bağzı bağlantılar var. Bu konu hakkında ufak bilgiler verecek size. Fakat çalıştığı bazı projeler gerçekten de hala gizli, ve bazılarının da UFO’larla ilgisi yok. Bu yüzden bazılarından bahsetmeyecek ve bazıları hakkında ufak bir özet sunacak. Bence gerçekten de Ufo’larla ilgili bir sürü devlet sırrı var ve hükümet bunların çoğunu inkar edecek. Bu bağlamda grubumuzda ilgi çekici tartışmalar olacağa benzer. Ve karşınızda Alfred Bielek!

-- PHILADELPHIA DENEYİ--
Anons edildiği üzere benim adım Alfred Bielek, Philadelphia Deneyi’nden sağ olarak kurtuldum. Başlamadan önce burada bulunan insanlara sormak istiyorum, Kaçınız Philadelphia Deneyi’ni biliyorsunuz?....
Kalkan fazla el göremiyorum... E galiba ikinci sorum biraz gereksiz olacak herhalde. Kaçınızın bu deneyin savaş zamamında başlayıp başlamadığına dair bilgisi var? II. Dünya Savaşı sırasında 1941-42 diyelim. Kaçınız ne zaman başladığını biliyorsunuz? Bu konda bilgili çok az insan var..... birkaç el kalksın. Ya da deneyin daha da önce başladığını düşünen var mı? Aranızda daha önce başladığını düşünenler varsa, doğru düşünüyorlar.
Aslında bu işin başlangıç noktası 1931-32 yıllarında garip küçük bir şehir olan İllionis eyaletindeki Şikago’dur. O yıllarda, yani 1920lerde ve 30larda, popüler literatür üzerine bir sürü spekülasyon yapılıyordu. Görünmezlikle ilgili olarak objeleri görünmez yapmak, ya da insanı görünmez yapmak, hatta teleportasyonla ilgili “popüler bilim”, “popüler mekanik”, “bilimsel resimleme” adı altında çeşitli literatürler oluşturma çabası vardı.
Tahminimce o zamanlarda insanlar bilimsel başarının koşullarını neredeyse yerine getirmekten, başarıya çok yaklaştıklarından bahsediyorlardı. En ufak bir gelişim bile büyük spekülasyonlara yol açıyordu. 1931’de birileri birşeyler yapmaya karar verip Şikago Üniversitesi’nde birliktelip oluşturmuşlardır. Bu işe girişen üç kişi vardı, Dr. Nikola Tesla, Dr. John Hutchinson ve Avusturya’dan gelen ve sonradan rektör olacak olan Şikago Üniversitesi Dekanı Dr. Kirtenauer. O zamanın şartlarına göre bu işi başarıp başaramayacaklarına dair küük bir araştırma yaptılar. O dönemde başarı çok uzak bir ihtimaldi onlar için. Bir süre sonra bütün proje Princeton’daki İleri Çalışmalar Enstitüsü’ne kaydırıldı.
İleri Çalışmalar Enstitüsü ilginç bir organizasyondu. Herhangi bir üniversiteye ya da Princeton’a bağlı bir kurum değildi. Princeton arazisi üzerindeydi ama tamamen bağımsız bir statüsü vardı. 1933’de kimin yardımıyla ya da ne amaçla kurulduğunu gerçekten söyleyemem. Sadece birileri bunu ileri çalışmalar için, post-doktoral araştırmalar ve bu tarz şeyler için kurdu. Bu kişilerin en bilineni Albert Einstein’dir. O’nun hakkında bir şey söylemeye gerek yok çünkü hepiniz onu çok iyi tanıyorsunuz. Kurula 1933’de katıldı. Almanya’nın Bonn kentinden 1930’da ABD’ye geldi. (bazı otobiyografilerde 1933 dense de aslında gerçekten de 1930’da gelmiştir.)
Pasadena’ya (Ca.) gitti. Cal – Tech’de öğretmenlik yapıyordu. Orada 3 sene kadar kaldı. 1933’de Enstitü’ye davet edildi ve ölümüne kadar da orada kaldı. Einstein’in ilkeleri fizik alanı içindeki kuramsal fizik, kuramsal insan, kesin matematik’di. En iyi bilinen ilkeleri Özel İzafiyet Teorisi, kendi Genel İzafiyet Teorisi ve kuramsal Bütünleşmiş Alan Teorisi’dir.
Diğer kişiler de hemen hemen aynı zamanlarda katılım gösterdiler. Bunların içinde en önemli şahıs hiç kuşkusuz Budapeşte, Macaristan’da doğan Dr. John Neumann’dır. Derecesini matematikten aldı. 1925’de Budapeşte’de felsefe doktorasını matematik üzerine yaptı. Alman üniversitesinde 4 sene 2 değişik dalda öğretmenlik yaptı. O yıllarda çok önemli bir şahsiyet olan Dr. Robert Oppenheimer ile tanıştı.
Şimdilerde Oppenheimer daha popüler. Teoriksel adamdı ve teoriksel matematikçiydi. Fakat saf teorileri de uygulamayı bilirdi. Einstein öyle değildi. Bu da çok önemlidir. Diğer katılımcılardan biri öğretmenlik yaptığı üniversitesine geri döndü. Notlarıma bir bakayım, evet adı David Hilbert. Muhtemelen hiçbiriniz bu ismi daha önce duymamıştır. Avrupa’da en göze çarpan matematikçiydi. Bildiğim kadarıyla Avrupa’yı hiç terketmedi. Almanya’da doğdu, büyüdü ve tahminen 1965’de aynı yerde öldü. Fakat o da çemberin içindeydi. Hilbert, en bilinen ve hatırlanan “Hilbert Uzayı” adı verilen matematik formunun geliştiricisidir. Matematikçilerin bakış açısını değiştirecek olan matematiksel çoklu gerçekler çoklu uzay kuramlarını buldu. Buradaki çoğumuz için bunlar anlamsız gelebilir. Hatta dışarıdaki normal bir insan için bile bir anlam ifade etmeyebilir. Fakat özellikle fizikçiler ve matematikçiler için çok önemli kuramlardır ki bu kuramlar Philadelphia Deneyi’ne zemin hazırlamıştır.
Hilbert ve Von Neumann bir araya geldiler. Von Neumann, Almanya’da Hilbert ve çalışmaları hakkında Almanca bir yazı yazdı. Ve Von Neumann bu çalışmaları alıp geliştirdi. Von Neumann matematiksel daireler konusunda hilbert gibi en çok tanınan bilimadamıdır. Bazı çalışmaları da basılmıştır. Tanınmasını sağlayan teorilerden biri de “Oyun teorisi” dir. Ayrıca ring operatörleri sistemini ve de çeşitli cebir türleri geliştirmiştir. Onun matematiğine ulaşabilen insan pek olmamıştır.
Diğer kişiler bu projede önemli konuma gelmişlerdir. 1934’de projeyi enstitüye taşıdılar. Ve Dr. Tesla burada faaliyetlerine başlar. Tesla çok önemli bir şahıstır. O’nun hikayesi de bilinir. Yugoslavya’da hayatını anlatan Segrabe Prodüksiyon’dan çıkan bir filmi vardır. 1856’da doğdu. Aynı zamanda lisesine devam ettiği jimlastik okuluna gitti. Ardından üniversiteye başladı. Babası üniversiteye devam ederken öldü. Bu yüzden yardım bağışlarından da oldu ve normal eğitimine devam edemedi. Fakat okuldaki profesörlerin yerine bakıyordu. Bu sayede derslere girebiliyordu. Western Union’da belli bir süre için iş buldu. Daha sonra Edison Corp’a girdi. Ardından 1884’de ABD’ye gitmeye karar verdi. Edison’un adamlarından referansa benzer yazı aldı. Beraberinde 11 dil bilen zihni, cebinde 4 sent, bir şiir kitabı ve Edison’a verilecek referans yazısı vardı. O yazı onun için en önemli şeydi, çünkü o zamanlarda en büyük desteği o mektuptan alıyordu.
Edison’la tanıştırıldı ve hemen elektrik hakkındaki farklı düşüncelerini tartışmaya girdi.
Edison (DC man) doğru akım’cıydı ve Tesla da bilindiği gibi (AC man) dalgalı akımcıydı. Edison AC’yi kavrayamıyordu ve bu işte de bir taraf tutmak istemiyordu. Kendi yaptığı DC’li makineye ötekini de koydu. O işde Tesla 6 ay Edison’a çalıştı. Para konusunda çok şiddetli bir tartışma yaşadılar. Tesla problemi çözmeyi başarırsa Edison ona $50.000 prim verme sözü vermişti. Tesla işi zamanında bitirdi ve problemi de çözdü. Vadedilen primini almak için Edison’a gittiğinde Edison bunun bir Amerikan şakası olduğunu söyleyerek güldü. Tesla bunun bir şaka olmadığını düşünüyordu ve toparlanıp oradan hemen ayrıldı. Tekrar hendek kazma işine döndü.
Oradan ayrıldıktan sonra değişik insanlar tanıdı, değişik şeyler yaptı. Bunlardan biri Western Union’da Amerikan Başkanı için çalışmaktı. Bir süre için onun için çalıştı. Başkan onun ilk laboratuvarını kurmasında yardımlarda bulundu. Zaman geçiyordu ve Tesla ABD vatandaşlığına geçti. Ve 1880’lerde ve 1890’larda bayaa popüler olan Elektrik Mühendisleri Enstitüsünde üniversite seviyesinde dersler verdi. E tabi Tesla da popüler olmuştu. AC teorisini içeren çeşitli konular ve elektrik gücü gibi çeşitli çalışmaları gerçekten kayda değer örneklerdi. Oradaki herkesin de ilgilendiği gibi onun yaptığı herşey kayda değerdi.
Bir yerde elektriksel teorisi ve AC gücü ile ilgili bir gösteri yaptı. Seyircilerden biri George Westinghouse’du. Tahminen 1889’da Westinghouse, Tesla’nın bütün buluşlarının patentini aldı. Bunlardan 20 kadarı AC jeneratör sistemi ve AC güç dağıtıcısıyla ilgiliydi. Bunlar için 1 milyon dolar ödedi Tesla’ya. Ve o zamandan itibaren Tesla’nın geliştirdiği her beygirgücü için de bir dolar telif hakkı ödedi. Tesla ticaret hayatına bayaa sıkı girmiş oldu.
1893’de, Şikago’daki dünya sergisinde güç sağlayıcısıyla bir ödül aldı. Bu, AC gücünün elektrik üretiminde kullanılması konusundaki en büyük ve ilk durumdu. Daha önce DC kullanılıyordu ve Tesla Edison’a rağmen bu ödülü kazandı. J. P. Morgan da tarafından destekleniyordu. Tesla, o gün bir önemli gösteride daha bulundu radyo kontrollü bot denemesi yaptı. Aynı gösteriyi 1898’de tekrar yaptı ve bir başka gösteriyi de Madison Square Garden’da yaptı.

"Devam edecek"
 
O sıralarda enerji geliştirme, uzun elektrik gönderimi ile ilgili müsabaka yapılmıştı. Tesla, Birleşik Devletlerdeki AC sistemiyle çalışan ilk hidroelektrik santrali olan Niagara Enerji Santralini yapımı ile ödül aldı. Ödülü aldı çünkü elektiriği bütün Newyork’a herhangi bir enerji kaybı olmadan yayacağına söz vermişti ve sözünde de durdu. 1899’da araştırmalarda bulunmak üzere ve bobin ve elekrtik civatası ile ilgili yüzeysel çalışmalarda bulunmak üzere Colorado Kaplıcalarına gitti. Orada 2 sene kadar kaldı. Bazı çalışmalarını basına duyurdu. Bunlardan biri 1899’da dünya dışı varlıklarla bağlantı kurduğuna dair bir açıklamaydı. Basın bunu gerçekten büyüttü ve Tesla’nın bazı meslektaşları da O’nu yerden yere vurdular. O zaman için deli olduğunu düşünen bilimadamları 30-40 yıl sonra onun gerçeği kavramaya başladılar. Fakat o bunu çoktan yapmıştı bile.
1906’da J. P. Morgan’ın desteğiyle radyo ve televizyon sinyallerinin dağıtılması (gönderilmesi) ile ilgili çalışmalarına devam etti. Aynı yıl Wardecliff Binası da inşa edildi. Binanın bitmesinden yaklaşık bir sene önce J. P. Morgan’a “Bay Morgan bu yapının olmasını insanlara bedava elektrik enerjisi üretmek için istiyorum” dedi. Ve Morgan O’na, “Yani Bay Tesla insanların bir anteni yere çaktıktan sonra diğerini de gökyüzüne gönderdiğinde (ya da tuttuğunda, sabitlediğinde) bedava elektriği çekebileceğini ve benim de o elektriği ölçemeyeceğimi (sayaçla) ve dolayısıyla parasını da alamayacağımı mı söylemek istiyorsunuz??? ” diye sordu. Tesla da “evet aynen öyle” dedi. Morgan, “Bay Tesla bunun için hazır olduğumda sizi arayacağım” dedi ama asla aramadı bir daha. Ve tüm yardımı da kesti tabiki.
Wardencliff Binası 1914’de birisi tarafından dinamitlendi. Ve bu olay projenin de sonu oldu. Bu sırada Tesla başka işlerle uğraşmaya devam etti. Şimdi biraz kısa kesmek zorundayım, çünkü ana konuya giriyoruz.
1917’de 1. Dünya Savaşı sırasında Tesla, sonradan donanma sekreteri olacak olan Franklin Delano Roosevelt yakınlaşarak hükümet için çalışmalar yapmaya başladı. Aynı zamanlarda American Marconi Co. ‘da çalışmaya başladı. Şirket 1. Dünya Savaşı sırasında karşıt güçlerin eline geçerek faaliyetlerini sürdürecekleri bir yer konumuna gelmişti. Ve tabiki şirket hükümet tarafından lav edildi. Tesla o sırada bir takım ilginç projeler geliştiriyordu. Bunlardan bir tanesi Rogers Anten Sistemi idi.
Sistem, ordu için kullanılacak kablosuz yayın sistemiydi. Patenti yıllarca sır olarak tutuldu. Parazitsiz ve gürültüsüz olarak ABD’den Avrupa’ya ses yanınlanması o zamanlar için inanılmaz bir beceri örneği idi. Sistem günümüzde hala ordu tarafından kullanılmaktadır.
1919’da Tesla’nın da içinde bulunduğu RCA adlı yeni bi şirket kuruldu. Amerikan Marconi’inin bir devamı sayılabilir bir şirketti. Tesla orada orada sırasıyla teknisyen, baş teknisyen, ve oradaki dünya çapında faaliyet gösteren her türlü çalışmanın ve araştırmanın başı ve yöneticisi olarak 1935’te emekli olana kadar çalıştı.
Emekliliğine kadar geçen sürede Tesla’nın çalışmaları mükemmel bir kusursuzluk içinde devam etti. Başarısız olan çalışması yoktu. İşin ilginci, çalışmalarının hepsini kafasında tasarlıyordu. Bilgilerini hiçbir zaman ne kağıda döktü ne de birileriyle paylaştı. Buradaki garip ve önemli olan olay Tesla bunları büyük bir önsezi gücüyle yapıyordu. Yaparken tabiki matematiği de kullanıyordu ama onun kullandığı matematik sistemi taa 1880’lerin matematiğiydi. O zamanlar elektrik teorisi konusunda bilinen şeyler çoktu ama kimsenin radyo denen şeyi geliştirme gibi bir durumu yoktu. Hertz, bunu 1890’larda yaptı. Tesla hiçbir zaman Hertz ile radyo dalgaları konusunda anlaşamadı.
1933’de Roosevelt ABD Başkanı olduktan sonra hemen eski dostu Nikola Tesla’yı Washington’a çağırdı ve sordu, “Hükümet için çalışmaya ne dersin?” Tesla olumlu yanıt verince Başkan, “senin için projelerimiz var” dedi. Sonradan Philadelphia Projesi olacak olan şeyin başına yönetici olarak geçti. Tesla bu şekilde konumuza dahil olmuş oldu. Projenin ilk yöneticisi oldu.
1936’da ilk denemeler başladı. Bunlar bir dereceye kadar başarılı çalışmalardı. Bu görünmezlikle ilgili çalışmaların doğru yolda olduğu anlamına geliyordu. Bu durum, donanmanın da ilgisini çekti. Aslında bu işin başından beri de (1931) donanma projeyle ilgileniyordu ve kaynak sağlıyordu. 1936’da kaynak yardımları daha da arttı ve çalışmalara hız verildi. O andan itibaren çalışmalar hızlanmaya ve daha fazla kişi projeye dahil olmaya başladı.
Dr. Gustave Le Bon ekibe katılarak Dr. Von Neumann ile yakınlaşma sürecine girdi. Günümüzde onunla ilgili herhangi bir bilgi bulamadık. En azından onun da proje de olduğunu ve 1940’da da Dr. Clarkson’un gruba dahil olduğunu biliyoruz. Artık orada sadece tek bir proje üzerinde çalışmalar yapılmıyordu. Farklı kişiler farklı projeler üzerinde çalışıyordu. Bu çalışmaların tamamını bilen tek kişi tabiki Albert Einstein’di. Oranın generali gibiydi. Proje ne olursa olsun hangı konuyla ilgili olursa olsun herkes ona danışmak zorundaydı. Bu durum böyle sürüp gitti.
Bu işe nasıl bulaştığımı heniz ben de bilmiyorum. Sonradan dahil oldum. Bu noktada işin teorik kısmına biraz ara vereceğiz. Size İngiliz EMI Thorn Co. tarafından yapılan bir video teyp izlettirmek istiyorum. 1983 çekilen film 1984’ün Ağustos’unda ABD’de gösterime girdi. Ve 2 hafta vizyonda kaldı.
Emi Thorn yetkilileri film Amerika’da gösterime girmeden 3 gün önce Amerikan hükümeti’nden bir mektup aldılar. Mektupta hükümetin filmin Amerika’da gösterime girmesini istemediğinden bahsediliyordu. Bunu kabul edip etmemeyi iyice düşündükten sonra filmi gösterime sokmayı karar verdiler. Çünkü filmin gösterime girmesiyle ilgili tüm hazırlıklar yapılmıştı ve sadece 3 gün sonra film gösterime girecekti. Film gösterime girdiğinde mektubu henüz almadıklarını söyleyebilirlerdi. Film çeşitli şehirlerde gösterime girdi. Filme ilgi yoğundu. Diğer şehirler de film için sıraya girmişlerdi.
EMİ Thorn’a bu defa daha sert bir üslup içeren bir başka mektup geldi. Mektupta “bu filmin Amerika’da gösterilmesini istemiyoruz” diyordu. Bu defa mektubu görmemezlikten gelemezlerdi. ABD hükümetine mektup yazdılar. “Filmin gösterimden kalkmasını istiyorsanız, mahkemeye başvurun” dediler. ABD’den cevap geldi “başvuracağız.” Ve başvurdular da. Eylül başında karar açıklandı ve film iki sene ortalardan kayboldu. EMİ Thorn iin peşini bırakmadı ve karşı dava açtı. İki sene sonunda davayı kazandılar ve film bu defa video teyp olarak tekrar yayınlandı. Aslında buna inanamadım ama video kaset olarak gerçekten de yayınlandı.
Filmin ve videonun adı “Philadelphia Experiment” idi. Oldukça güzel olan filmi daha da zenginleştirdiler. Filmin aşk hikayesi taşıyan ilginç bir film olmasını istiyorlardı. Bu yüzden filme bazı eklemelerde bulundular. Filmin ilk versiyonunu size izlettirmek istiyorum.
[ Mr. Bielek filmin kısa bir bölümünü izlettirdi. ( videocularda bulunan versiyonunu). Filmin adı Philadelphia Experiment idi. Film, iki adamın gemiden atlamasına kadar devam ediyordu. Eğer hala izlemediyseniz mutlaka izleyin çünkü izlemeye değer bir film.]
Mr. Bielek konuşmasına devam ediyor...
Bir noktaya kadar herşey doğruydu. Sadece tek birşeyi değiştirdiler; tarihi. 12 Ağustos 1943’de yapılan feci bir deney, ve bu deneyin hikayenin geri kalanına başrol oynaması.
Şimdi, daha önce de söylediğim gibi 1936’da başarıların derecesini azalttılar, fakat bunun gibi değil. Orijinal amaç, bir cisim çevresinde görünmezlik alanı oluşturmaktı. Çalışmalarını bu yönde sürdürdüler ve 1940’da Brooklyn donanma Üssü’nde Tesla’nın yönetiminde ilk gerçek başarılarını elde ettiler. Mürettebatsız küçük bir gemi ve geminin içinde de özel bir donanım vardı. Geminin her iki yanında gemiye çok yakın, elektrik sağlayan kabloları taşıyan iki gemi daha vardı. Eğer ters giden bişey olursa ya kabloları keseceklerdi ya da gemiyi batıracaklardı. O kadar endişelenmeye gerek kalmasa da olağan ordu içgüdüsü tedbirleri alınmıştı. Deney başarıyla tamamlanmıştı. Küçük gemi ortadan kaybolmuştu. Bu başarılı sonucu ilan ettiler. Donanma, çok mutluydu çünkü bu işe çok para yatırmışlardı ve çabalarının sonucunu 1940 Eylül’ünde almışlardı. Projenin adı “Rainbow Project” idi. Artık o andan sonra işler son sürat bir hal almıştı.
Şimdi düşünüyorum da, kardeşim ve ben bu işe nerede başladığımızı söyleyebilirim. 4 Ağustos 1916’da New York’da doğdum. Bildiğim kadarıyla annem de babam da Duncan Cameron’du. Ufak bir araştırmadan sonra neler yapabileceğimizi gördüğünden dolayı evlenmek istememiştir herhalde. Sakin ve sorunsuz bir hayatı tercih etmiştir. Parası da vardı zaten. Kardeşim 1917 Mayıs’ında doğdu. Mutlu bir aile görünümündeydik. Parasal sorunumuz da yoktu. Bunalımlı yıllar geldi çattı. Okula gitmemize karar verildi. Kardeşim Edinburgh Üniversitesine gitti ve 1939’da mezun oldu. Aynı yılın yazında da fizik Phd’sini (filozoji doktorluğu) de aldı. Ben de Princeton’daki Bachelor’s ve Master’s’a gittim. Doktoram için de Harward’a gittim. Daha önce Von Neumann “sen burada doktora yapmak istemiyorsun, Harward daha iyi git orada yap.” Dedi. Ben de Harward’a gittim. Galiba 1939 Ağustos’uydu. Bu arada şunu eklemem gerekir ki, geçmişimde başka şeyler de oldu, geçmişim babamız haline geldi.
Kardeşim I. Dünya Savaşı’nda donanmaya denizci olarak hizmet verdi. Aile albümüzde fotoğrafları vardı. Donanmaya kesin olarak ne zaman girdiğini ve ne zaman ayrıldığını tam olarak bilemiyoruz. Bununla ilgili belgeler eksik. Bildiğimiz kadarıyla 20 senesini harcadı orada ve 1930’ların başında da emekliye ayrıldı. Ayrıldığınd rütbesi neydi, neler yapardı bağlantıları nelerdi, bu konularda hiçbir bilgimiz yoktu. Fakat o andan itibaren olan olaylara bakılırsa istihbaratla ilginç bazı bağlantıları olmuş olmalıydı.
Şimdi 1930’lara gelelim. O andan itibaren hayatı boyunca bir daha hiç çalışmadı. Aslında maddi açıdan çalışmaya da ihtiyaç duymadı. Kendine hobi edindi, yelkenli gemiler yapıyor. Öyle küçüklerden de değil büyük tekneler yapıyor. Hatta o teknelerle Long Island’da o zamanın büyük yarışlarına da katılıyor. Bir iki ödül bile aldı. Teknesinden sıkılırdı ve satardı. Sonra tekrar yapardı bir tane. O yıllarda başka bir işle daha uğraşıyordu. Nazilerden kaçan bilimadamlarını ABD’ye getiriyordu gizlice. Bu gerçekten uzun zamanını aldı. Ben öyle bir işe girmeye ihtiyaç duymadım. 1939’da savaşın yaklaştığı söylencelerinden dolayı işi bıraktı. 1939 Eylül’ünde donanmada sözü geçen biri olan babamla anlaşarak (ya da onun isteğiyle) tekrar donanmaya yazıldık. Bize görev verildiği üzere Rhode Island, Providence’daki bahriye okuluna 90 günlük eğitime gittik. Sonradan “90 gün mucizesi” ismiyle ünlenecek olan bir eğitim geçirdik. Eğitimde subaydık ve herşeyi bilmekle sorumluyduk. Enstitüye alınmışdık. Belli bir dönem orada bulunuyordum. Çünkü Preston’da yaşıyordum. Aslında enstitüdeki görevim full time gözüküyordu. Görevimiz donanmayı temsil etmekti. onlar, bilimsel geçmişleri olan, kesin bir şekilde teoriksel ve pratiksel olarak neler olup bittiğini ve nasıl olduğunu rapor edebilecek eğitimleri alan iki kişi istiyorlardı. Philadelphia donanma limanında da ofisimiz vardı. 1940’da bana çok önemli ve başarılı bir test olacağı söylenmişti. Proje çok gizliydi. Tesla’ya projeyi geliştirmesi ve başarıya ulaştırması için limitsiz maddi desteğe sahipti. Bu işteki herkesi hatırlayamıyorum. Ama biz başka bir donanma altyapı sistemine alınmıştık. Artık sivil hayatım sona ermişti.
İşin en tepesinde Donanma Mühendisliği Ofisi (ya da bakanlığı ya da bürosu) vardı. O zamanlar donanma veya diğer ofisler araştırılmazdı. Ofisin başında Amiral Hal Bowen vardı. Müdürlüğünü yaptığı tek proje bu değildi. Savaş sırasında faaliyetteki projelerin hepsiyle ilgiliydi. Bu ofis 1946’da kaldırıldı. Onun yerine Donanma Araştırma Ofisi kuruldu ve başına gene Hal Bowen getirildi. Bowen, 1947’de emekliye ayrıldı. O zamana kadar geçen süre için diyebiliriz ki Bowen, donanmanın en tepesindeki isimdi.

"Devam edecek"
 
O’nun altında bir bir takım başka adamlar vardı. Komutanlık merkezi vardı. Bu konudan bahsetmeyeceğim ama şunu bilmenizde yarar var; Alan Batchelor isimli bir teğmen vardı. Bu teğmen görünmezlikle ilgili olan projedeki mürettebatın başıydı ve onlardan sorumluydu.
Bu arada Alan Batchelor hala hayattadır. Donanmadan teğmen-komutan (lt. commander) olarak emekli oldu. Kendisini şahsen tanıyorum. Bu projeden hayatta kalan birinin olup olmadığını bilmiyordum. Fakat bu beyfendiyi buldum ve New York’a giderek onu ziyaret ettim. Beraber konuştuk. Hafızası yerindeydi ve projenin ana temalarını hatırlıyordu. Gerçekten de telefonla ilk konuşmamızda beni tanımıştı. Telefondaki konuşmamızda “ seni tanıdım, sen de projede çalışıyordun ama adın Bielek değildi” dedi. “Ben de adım neydi o zaman?” diye sordum.
Aslında ben biliyordum ama onun hatırlayıp hatırlamadığını merak ediyordum. Sonunda adımı söyledi. Kardeşimi de hatırlıyordu. Bütün bunlar koskoca bir hikayenin kısa birer parçalarıydılar.
Şimdi diğer bir konu da özel mürettebatın geliştirilmesi konusudur. Bu aslında biraz da geç oldu. 1941 Ocak’ında donanma beni ve kardeşimi görevlendirerek Brooklyn Donanma Liman’ına gönderdiler. Bir ay ya da daha fazla bir zaman sonra Pennsylvania Gemisi’ne tayin edildik. Bu eski savaş gemisiyle Pasifik’te yolculuk ediyorduk. 1941’in büyük bir kısmını orada geçirmiştik. Gemiyi tamir edilmesi amacıyla Pearl Harbour Limanı’ndaki bir rıhtıma getirdik. Bazılarımız o sirada San Francisco’ya gittik. San francisco’da eğlence vardı, Ekim ayı boyunca orada kaldık. Kasım ayının ilk günlerinde de Pearl Harbour’a geri dönmeye karar verdik. Aralığın 5’inde Pearl Harbor’a gitmek üzere donanmaya ait hava üssüne giderken yolda bir yüzbaşı tarafından durdurul duk. Hepimiz rütbe taramasından geçtikten sonra “size verilen emirler iptal edildi, benimle geleceksiniz” dedi. Yüzbaşıyı takip ettik, üsde bulunan bir yere götürdü bizi ve orada Hal Bowen ile tanıştık. “Beyler, bildiğiniz üzere emirleriniz iptal edildi ve 48-72 saat içinde Japonlarla savaşa gireceğiz. Pearl Harbour’a saldıracaklarını bekliyorduk. Oradas geri gönderilmek için fazla değerlisiniz. Dolayısıyla burada, San Francisco’da kalacaksınız, size masabaşı işleri verilecek. San Francisco’ya getirilecek olan Pennsylvania’a verileceksiniz. Yıl sonuna kadar burada kalacaksınız. Sonra enstitüdeki görevinize geri döneceksiniz. Burada mümkün olduğunca eğlenmeye bakın, geri döndüğünüzde sizi ağır bir iş yükü bekliyor olacak” dedi. Biz de aynen denileni yaptık; eğlendik. Ocak 1942’de de geri döndük.
Fakat o süre zarfında bazı olaylar oldu. Tesla bir arkadaşı tarafından bir savaş gemisine tayin edildi. Galiba o kişi Beyaz Saray’daki Roosevelt’di. “Git ve bu gemiyi görünmez yap” dedi. Tesla’nın bu işi yapabileceğine dair müthiş bir güven ortamı vardı. Hemen faaliyetlere başladı. 3 adet RF vericisi, bir ana jeneratör vardı. Bence 2 tane vardı ama. Başlangıç olarak fazla teknik olmayan, jeneratörler tarafından üretilen manyetik alanlardaki bobinlerle geminin omurgasını sardı. Sonra güvertedeki bobinlerin 4 tanesiyle değiştirilecekler. Özel frekanslarla ve Tesla tarafından geliştirilen dalga biçimleriyle görünmez alanlar oluşturmak üzere, RF alanları senkronize edildi .
Bu arada (Tesla hakkında bbir iki şey daha anlatmam lazım) Tesla 1923’de ET’lerle konuşmak üzerine bir şey yayınladı (basına). ET’lerle iletişim kurduğunu savundu. RCA’dan emekli olduktan sonra bu projeyle daha fazla ilgilenmeye başladı. Hotel New Yorker’da en üst katta laboratuvarda bu yöndeki çalışmalara da devam etti.
New York’da bir tane daha laboratuvarı vardı. Fakat çok da mühim bir laboratuvar değildi. Çoğu kimse tarafından bilinmeyen bir başka laboratuvarı vardı. En önemli laboratuvarlardan biri olan bu yer Waldorf Astoria’nın çatı katındaydı. Warloft’un çatısına verici kurdu. New Yorker’ın çatısında da kendi direktifiyle RCA’nın kurduğu antenler ve alıcılar yer alıyordu. O zamanlar Tesla’yla çalıştıklarını söyleyen iki kişi biliyorum. Tesla bu donanımları kullanarak hergün birisiyle konuşuyordu. Tesla’ya yardım edenlerden bir tanesi Tesla’nın Dünya dışı bir varlıkla çok yalın bir dille konuştuğunu belirtiyor; ET ile....
Kim? En ufak bir fikrim yok. Hiçbir zaman ortaya çıkmadı. Bu sırada Tesla bir takım extra bilgiler edindi ve donanmaya giderek şunları söyledi; “ Personelle ilgili problemimiz var. Hem de çok ciddi bir problem. Personele bazı efektler uygulamadan çizgi görünmezliğini sağlayacak olan gücün miktarını geliştiremezsiniz (çoğaltamazsınız) . Daha fazla zamana ihtiyacım var. Bunun için koruyucu bir şey geliştirmem lazım ki personel zarar görmesin. ” Donanma itiraz etti “ Bunu yapamazsın çünkü işin bitiş tarihini bile çoktan geçtin. Şimdi savaştayız, bunu çalıştırman lazım, o yüzden tamir etmelisin ama sakın değiştirmeye kalkma.”
İşin teslim tarihi 42 Mart’ıydı. Spesifik testler geliştirildi (yapıldı). Gerçekten zor işdi. Ve en sonunda zaman olmadığını ve problemi çözecek donanıma ve bilgiye sahip olmadığına karar verdi. Yapılacak tek şey kalmıştı; o da donanımı (deneyin alet edevatı) sabote etmek. Tabiki de fiziksel olarak değil. Bu normal presedürle projeye devam edilirse zaten Mart 1942’de kendiliğinden parçalanacaktır. Savaş gemisinde özel mürettabat yoktu. Sadece her zamanki uzman mürettebat vardı. Düğmeye basıldı ve hiçbir şey olmadı. Tesla başını öne eğdi, “ Evet beyler, deneyimiz başarız oldu, ve artık bana da yol göründü. Burada bu işi devam ettirecek ve başarılı olabilecek bir isim var: Dr. Von Neumann. hoşçakalın” dedi.
Hikayeye göre Tesla kovulmuştu. Ya da “siz kovamazsınız! Ben istifa ediyorum” da demiş olabilir. Olay nasıl geliştiyse gelişti, sonuçta Tesla gitti. Artık 7 Ocak 1943’de ölene kadar hiçbir araştırmasına devam etmedi. Bazı çalışmalar yaptığı zannedilse de bunların bizim deneyimizle ilgisi yoktu.
Bu dönemde diğer projelere devam edildi. Bunlardan bir tanesi Tesla’nınkinden önce donanma limanında başlayıp Einstein’in gözetiminde manyetik alanlardan arındırılmış olarak enstitüde geliştirilen bir projeydi. Bunu kaçınız biliyor bilemiyorum. II. Dünya Savaşı’ndan önce ve savaş devam ederken de yani 1938 civarlarında Almanlar “manyetik mayın” dedikleri bir mayın geliştirdiler. Gemilerin çelik gövdelerinin manyetik kütlesini algılayabiliyor. Dünyanın manyetik alanını bozan (değiştiren) bu mayın gemini gövdesine yaklaştığında veya geminin altına geldiğinde (ama gemiye değmeden) tetik ateşleniyor ve mayın patlıyor, bu da geminin sonu oluyor. Amerikan deniz kuvvetleri bu mayından haberdardı ve bu mayına karşı koyacak bir şey geliştirmek istiyorlardı. Ve geliştirdiler de. O kadar çok başarılıydılar ki Almanlar bu mayını kullanmaktan vazgeçip eski tip mayınlarını kullanmaya başladılar. Bu mayınlar Amerikanın geliştirmiş olduğu o cihazdan etkilenmiyordu. Bu cihazın eski tipi iki kablo setinin geminin çevresinde sarılmış halinden oluşuyordu. Gemideki özel jeneratörler görünmezlikle, radarla veya başka birşeyle alakası olmayan, sadece Alman mayınlarını patlamaya yarayan aygıtlardı. Bu cihazlar sayesinde pek çok mayın gemilere zarar vermeden patlatıldı.
--Şimdi slayt gösterimiz olacak--.
Burada Bielek, Princeton’daki kolejin slaytlarını gösterir. Slaytlar okul manzaralarını içeriyor. Örn: Bielek’in öğretmenlik yaptığı sınıf, ağaçlar, büyük salon, ayrıca okuldaki görünmezlikle ilgili çalışmaların yapıldığı binayı da gösterdi. Mr. Bielek, Philadelphia Deneyi’nde Eldridge gemisinin görünmezlik deneyinde kullanılan cihazların da slaytlarını gösterdi. Slaytların bazılarında şu özel jeneratörlerden biri ve kontrol paneli vardı. Bielek ayrıca bu cihazı kendisinin de Eldridge’den bildiğini söyledi.
Mr. Bielek konuşmasına devam ediyor...
Tesla’nın deneyi başarısızlığa uğradığında O’nun yerine hemen Von Neumann görevi devraldı. Projenin biraz geri planında kalmış olan bazı kişiler şimdi da aktif hale geldiler. Bu kişilerden bir tanesi T. Tawnsend Brown’dur. O’nun hikayesi de baya uzundur. Bir çok insan O’nu elektrostatik UFO alanları ile ilgili çalışmalarından bilir. Yüksek voltajlı elektrostatik alanlarda objelerin hareket edebileceğini ispatlamaya çalışıyordu. Bu konuda çok çalışma yapmıştır. Ve çok da iyi bir araştırmacıydı. Bielek, okul zamanında Brown ile çalışmıştı. Dr. Bifield olarak tanınmaya başlayıp “ Bifield Brown Etkileri”yle anıldı.
Sonunda donanma O’nu aldı. 1933’te donanma gücüne katıldı ve bazı ufak çaplı projelerde görev aldı. 1939’da aktif göreve getirildi. Mayınlara karşı savunma sistemi oluşturmasını ve geliştirmesini istediler. Kendi departmanı vardı ve manyetik mayın projesi üzerinde çalışıyordu. Ayrıca RF uzmanlığı da yapıyordu. Bu yüzden de Philadelphia Deneyi’nde de çalışıyordu. Özel radyo vericisi dizaynı ve bunun için gerekli antenlerin Eldridge üzerine dikilmesi üzerinde çalıştı. Hatta filmde bunlar kırılıp yıkılmıştı.
Dr. Von Neumann çalışmasını bitirmeden önce donanmaya “ Çalışmayı baştan kontrol etmem lazım, aslına bakarsanız çalışmadı ve benim bunun neden çalışmadığını bulmam lazım” dedi ve daha fazla zaman istedi. Donanmanın Neumann’a istediği süreyi vermekten başka çaresi yoktu. İş 1942’ye kadar uzadı. Bu süre zarfında taşlar da yerine oturmaya başlamıştı. 1942 Mayısında özel bir gemi almaya karar verdiler. Fakat istedikleri uzunlukta bir savaş gemisi yoktu. O yüzden yemi bir gemi yapmayakarar verdiler. Haziran veya Temmuz’da çizimlere başladılar. DE 173’ü alarak sonradan Eldridge olarak anılacak olan gemiyi dizaynladılar. Yalnız gemi o yıllarda bu isimle bilinmiyordu.
Ve Temmuz’da çizimleri modifiye ettiler. 2 jeneratörü nereye koyacaklarını bulmaları lazımdı. Çünkü “DE” biraz küçüktü. Gemi 15.000 tondu. Sonuç olarak ağır olan cihazları buna uygun hale getirmek gerektiyordu. Turetteki bazı silahlarıçıkartıp yerine jeneratörleri koymayı düşündüler. Turetin olduğu yere 2 jeneratörü koydular. Jeneratörleri çalıştıracak motorlar dizel elektrik sistemleriyle donatılmıştı. 4 tane de verici güverteye konacaktı. Ama önce gemiyi inşaa etmek lazımdı. 1942’ye gelindiğinde gemi tersaneye çekildi, bazı parçalar eklenmeye başlandı. Gemi, Ocak 1943’de neredeyse hazırdı.
Mürettebata yapacakları şeyler insan hakları açısından gayet uzak bir işti. Haziran 1942’de veya daha ileriki aylarda özel mürettebat birliği kurmaya karar verdiler. Bütün gönüllüler ve özel seçilmişler bir bakıma ölüm fermanlarını imzaladılar. Bu kişilerin herhangi bir sorumluluğu yoktu ve seçilmeden önce, yapılacak olan deneyin mürettebat açısından bazı tehlikeli sonuçlar doğurabileceğini söylediler. ve sordular, “ Gönüllü olmak istiyor musunuz? ”
33 kişi buldular. Onları Groton Connecticut’taki sahil güvenlik akademisine eğitim için gönderildiler. 3 aylık bir eğitimden sonra Aralık 1942’de eğitimlerini bitirdiler. Bir eğitimciye benzeyen ve sınıfın başı olan kişi kim? Bütün sınıfı gösteren fotoğraf kime aitti? O fotoğraf, aile albümünde hala saklıdır. İster inanın ister inanmayın ama fotoğraftaki o üniformalı kişi benim babamdı. Tekrar donanmaya nasıl döndü bilemiyoruz. Bana donanma üniforması gibi gelen üniforma da aslında sahil güvenlik üniformasıydı. 2 yetkili memurda olmak üzere kimse geminin ne zaman hazır olacağını bilmiyordu.
İhtiyaç duyulana dek hazır bekletildiler. Bu 33 kişi özel eğitimden geçirildiler, bazı özel konularda bilgilendirildiler ve uyarıldılar. Buna rağmen orada neler döndüğünü kimse bilmiyordu. Özel mürettebat hazır hale geldiğinden itibaren gemiye de cihazlar takılmaya başlandı. Ocak 1943’e gelindiğinde farklı sistemlerde testler de başlamış oldu. Bu arada hiçbir sistem bir arada bir bütün olarak test edilmedi. Zaten edilemezdi. Zira vakit yoktu ve bunlar son final testlerdi.
Bazı alt sistemler test edildi: RF vericileri ve jeneratörler. Tesla 3 tane jeneratör kullanmıştı. Von Neumann 4 tane denedi. Von Neumann da Tesla gibi General Electric’in jeneratörlerini kullandı. 500 kw CW yeterli değildi. Bu yüzden 2 megawatt’a çıkmaları için yükselticiler koydu. Ve 2 jeneratör 75’er Kva’ya yükseldiler. Dengeli olarak alçak frekansın, motorun ve özel senkronize devrelerinin 2 jeneratörü kesinlikle uyumlaştırması gereklidir. Aksi halde sistem çalışmaz. Özel jeneratör sistemi tamamen farklı bir sistemle yapılmıştı. Bu, doğrudan Tesla’dan kalmaydı. Adı Zero Time Reference jeneratörüdür. E peki neydi bu Z.T.R. jeneratörü? Bu terimi kitaplarda bulamazsınız. Tesla’nın geliştirdiği sistem; dünyanın manyetik yapısına ve bu alanların kültürlerinin yoğun olduğu alanlara kitlenme diyebiliriz.

"Devam edecek"
 
Sistemimizdeki ve galaksi dışındaki bütün gezegenler kozmolojiye kitlidir. Ve Z.T.R. dediğimiz de galaksimizin geosentrik merkezidir. Herşey bununla ilgili olmak zorundadır. Yerel zamana aldırmayarak herşeyi çalıştırmak için bunlara uymak zorundayız. Ve Tesla bunun ne anlama geldiğini biliyordu. Bu jeneratörler her FAA sisteminde bulunur. Uçaklarda süzülmek için değil de, yere konmak için varolan sistemlerde vardır. 3000 6LS tüplerininson versiyonarı jeneratörlerin çevresinde bobin alanı oluşturmak için kullanılıyorlardı. Bu da tam dönüşüm sağlıyordu. Bu arada, belki de kesin değil ama hemen hemen 3000 büyük tüp vardı.
Mart 1943’de Von Neumann huzursuzlanmaya başladı. Öncelikle Tesla’ya ve Tesla’nın personelle ilgili olarak “problem çıkacak” sözlerine inanası gelmiyordu. Aslında ben ve kardeşim Tesla’ya inandık. Çünkü onun yaptıklarına karşı inancımız tamdı. Tesla’nın matematiksel denklemlerini ve Tesla’nın kardeşime söylediklerini inceledik ve Tesla’ya hak verdik. Neumanna Tesla’nın söylediklerini dikkate almazsa problem çıkabileceğini biz de söyledik. Neumann’ın Tesla’nın adını bile duymaya tahammülü yoktu. Ama her nasılsa birilerinden bir mesaj aldı ve “belki de bir problem çıkabilir, bakalım bu konuda neler yapabiliriz ” dedi...
3. bir jeneratör eklemeye karar verdi. Sonunda Mayıs başında bir tane daha tasarlayıp yaptılar. Jeneretörü tam olarak nereye koyduklarını bilemiyorum. Belki de güverteye koydular. Belki de alt güverteye konmuştur. Önemli bir problem vardı. Yeni jeneratörü diğer iki jeneratörle uyumlu hale getiremediler. Aynı dönemlerde ben, kardeşim ve 3. bir kişi, bu donanımı ve tüm sistemi kullanmak üzere seçildik. Çünkü bununla ilgili sağlam bir backround’umuz vardı.
Filmde gösterildiği gibi ve gerçekte de üniformalıydık. 1. sınıf uzman rütbemiz vardı. Mürettebatla olduğumuz zamanlarda bile bu üniformaları giyiyorduk. O zamanlarda donanmada güçlü bir ayırım sistemi vardı. Yeniler eskilerle pek karıştırılmazdı. Şimdilerde denizaltıdakiler gibi yapıyorlar. Fakat bize gemide mürettebatla çalıştığımız zamanlarda askeri üniformamızı giymemiz söylenmişti. 3. kişinin adı Jack’di. 1. sınıf bir elektrik teknisyeniydi. Geçmişi sağlamdı ve bize sadece yardım ediyordu. Haziran ortalarında bir test yapıldı. 3. jeneratörde işler kötü gitmişti. Büyük kemerler (kavis - yay)’den bir tanesi Jack’e çarparak yerlerde sürünmesine neden olmuştu. Öldüğünü zannettik. Sıhhiyeciler geldi, komaya girmişti. 4 ay kadar yatmak zorunda kalmıştı. Sonra işe tekrar geri alındı. Ama bir daha projeye alınmadı.
Neumann 3. jeneratörün iyi bir fikir olmadığına karar verdi ve jeneratörü kaldırttı. 2 jeneratörlü sisteme geri dönüldü. Bu arada donanma da baskı yapıyordu: “bu işi hemen halletmeniz gerekiyor.” Gemi bir sürü testten geçmişti. Gemi Philadelphia donanma rıhtımındaki tersanede çok fazla kalmıştı. Bu arada bize de rıhtımı gören bir binanın en üst katında sıkı korunan bir ofis verildi. Eldridge’nin artık denizde denenmesini istiyorlardı. Bunun sonunda gemi 3 gün denizde kaldı. Bu deneme için özel mürettebat yerine normal mürettebat kullanıldı. Gemi, haziran ortasında denemeden geri geldi. Herşey yolunda gözüküyordu. Sonuncu testin hazırlıkları için tekrar tersaneye çekildi. Temmuz’un 20’sinde nihayet geminin sonuncu teste hazır olduğuna karar verdiler. Özel mürettebat toplandı. Kaptan Handle gemiye bindi. Handle, devamlı kaptanımız değildi. Biz dahil herkes 22’sinde gemiye bindi.
Aynı filmdeki gibi biz de gemideki pozisyonumuzu aldık. Saat 09.00’da şarteli indirmemiz söylendi. 2 jeneratör vardı. Bu noktada film biraz yanıltıcıydı. Şarteli indirdik ve gözlemcilere göre gemi görünmez oldu. Bu şekilde 20 dakika kadar bekledikten sonra şarteli kaldırdık. Gemiyi tekrar rıhtıma çektik. Rıhtıma döndüğümüzde gerçekten de büyük bir problemimiz olduğunu farkettik. Güvertede bulunan mürettebat yönünü şaşırmış bir halde ordan oraya gidiyor, kusuyor, sayıklıyor ve çıldırmış gibi davranıyordu. Donanma vaziyeti hemen anlamıştı ve bize bu mürettebatı gönderip yerine yenilerini getirmemizi söylediler. Von Neumann başımıza gelenleri önceden biliyordu. Bunu çözmek için daha fazla zamana ihtiyacı olduğunu söylemişti ama donanma O’na “ya şimdi yap ya da bırak!!!” demişti.
O’na ve bize bunun neden olduğunu söylemediler. Hal Bowen’e gittim ve bütün bu emirlerin nereden geldiğini sordum. Bilmediğini fakat bulacağını söyledi. Sonunda emirlerin C.N.O. (chief of naval operations) Donanma Operasyonları Müdürlüğü’nden geldiğini öğrendi. Bizim için biraz garip bir durumdu. CNO, savaş sırasında filonun idaresinden sorumluydu. Philadelphia Limanı’ndaki mühendislik çalışmaları hakkındaayrıntılı bir bilgisi yoktu. Burada bazı mühendislik çalışmalarından bahsedeceğim. Von Neumann ve beraberindekiler gece ve gündüz çalışarak hatayı düzeltmeye çalıştılar. Bu arada donanma tam görünmezlik yerine radar görünmezliği istediğini belirtti. Bunun arkasındaki sebep o zamanlarda dünya genelinde henüz durum rehberliği sistemlerinin ve Loran ve Shoran Nevigasyon sistemlerinin olmamasıydı. Yani bir nevi konum belirleyici radar sistemi yoktu. O zamanlarda ise düşük ve orta frekanslı sistemler vardı. Yapılması gereken tek şey görüş çizgisi istikametinde seyretmekti. Gemiyi gözle ve radarla görünmeyecek şekilde gece görünmez yaparsanız, görünür hale gelmeden nerede olduğunu bulamazsınız.
Eğer gemi görünmez pozisyonundaysa yanındaki bir gemiye çarpma ihtimali vardır. Bu yüzden donanma daha fazla görünmezlik istemiyordu. Von Neumann bu konudaki değişiklikleri yaptı.
Son ve ölümcül gün geldi çattı. 12 Ağustos 1943. tekrar limana gittik. Herkes işin olabilecek sonuçlarından şüpheliydi. Emir geldi, şarteli indirdik. 60-70 saniye herşey yolunda gitti. Gemi radarda gözükmüyordu. Fakat dışarıdan bakıldığında gözüküyordu. O sırada mavi bir ışık ortaya çıktı ve gemi hepten gözden kayboldu. Von Neumann panikledi tabiki. Gemi tamamen kaybolmuştu ve kimsre de gemiye ne olduğunu bilmiyordu. Hemen hemen 4 saat sonra gemi kaybolduğu noktada yani limanda tekrar ortaya çıktı. Bir problem olduğu belliydi. Zira mürettebat gözle görünüyor olmasına rağmen radarda görünmüyordu. Bir şeyler yolunda değildi. Antenin de kırılmış olmasından bunu anlayabiliyorlardı.
Bir ekip gemiye geldi. 2 adam çelikten güverteye gömülmüştü, 2 adam çelik kabinlere gömülmüştü, 5. adam ellerinden kabine gömülmüştü. Adam yaşıyordu. Ellerini kesmek zorunda kaldılar. Bazıları bir oradan bir buraya deli gibi koşuşturuyorlardı. Bazıları bir görünüp bir kayboluyor, kutsal hikayedeki yanan fakat zarar görmeyen otlar gibi yanıyorlar fakat zarar görmüyorlardı. Yönlerini sağıtmış gibilerdi. Bütün bu olanlardan etkilenmeyen insanlar da vardı. Benim ve kardeşimin de içinde olduğu bir grup alt güverterdeydik ve olay olduğu sırada gemiden denize doğru atladık. İşte bu noktada hikayenin ilginç kısımlarından biri oldu.
Geminin kenarından denize atladık fakat deniz yerine 12 Ağustos 1983’e, sahile düştük. Burası bir başka proje olan Phoenix Projesi’nin yapıldığı Montauk Long Island’daki merkezdi. Çevremizi hemen polis köpekleri, polisler ve helikopterler çevirdi. Helikopter, ışığını bize doğrulttu. Biz helikopterin ne olduğunu bile bilmiyorduk daha. Görevliler bizi kelepçeleyip aşağıya götürdüler. Montauk’da zeminden aşağıya 5 kat iniyordu. Burası proje faaliyetlerinin yürütüldüü yerlerin başındaydı. Aşağıda Dr. Von Neumann’la tanıştırıldık. “Ben Dr. Von Neumann. Sizler kimsiniz.?” Biz O’na göre daha bir şok olmuştuk. Çünkü biz onu 1943’de bırakmıştık. O ise biraz yaşlanmış olarak karşımızda duruyordu. Hemen bütün olan biteni anlattı. Çünkü tüm nihai raporlar onda toplanıyordu. Gerçekten de çok uzun bir hikayeydi. Bütün bunlar nasıl olmuştu. “ Beyler hemen geri dönüp Eldridge’deki şarteli kaldırıp aygıtı kapatmanız gerekiyor. Çünkü olay kayıtlarımıza göre zaten olmuş, fakat gerçek hayatta henüz gerçekleşmemiştir. Sizler geri dönüp bu işi hemen bitirmelisiniz.”
“ Bizim buradan onu kapatma şansımız yok. Bu istasyonu da kapatamayız. Birbirinden 40 yıl farklı zamanda yapılan iki deney birleşti ve hiper uzayda Eldridge’yi de emen bir koridor yarattılar.
Aslında sizler şanslıydınız. Gemiden atlayınca günümüze geldiniz. Ama diğerleri hala gemideydi ve gemiyi saran balon / kabarcık enerjisine hapsolmuşlardı. Bu hiper uzay balonu bazı ciddi sorunlar ortaya çıkarıyor. Eğer kapatılmazsa sorunlar nereye varır bilemiyoruz. Gezegenin bir kısmını içine alabilir. ” Bu konuda bir sürü spekülasyon yapılıyor. Von Neumann, bilgileri dışında kontrol edilemez bir şeylerin olduğuna ve alanı yaratan şarteli kapatan bir kontrol sistemi yapmaları gerektiğine inanıyordu. Phoenix Projesi bu olayın bir parçası olmamalıydı. Fakat bu projenin kullanılabilir kabiliyeti bizi geriye Eldridge’ye gönderebilirdi. Geri döndüğümüzde hangi şartlar olursa olsun mtlaka şarteli kapamamızı ve gerekirse parçalamamızı söylediler. biz de aynen öyle yaptık, görünürde ne varsa parçaladık. Elektron tüpleri yığınını, güç şartelleri, kontrolle ilgili herşeyi ve jeneratörleri kapattık. Herşey normale dönmeye başladı. Mesela gemi limandaki olması gereken yere döndü. İlk olaydan 3-4 saat geçmişti ve ben gemideydim. Hatırladığım kadarıyla kardeşim 1983’e geri dönmek için emir aldı ve geminin kenarından atlayarak tekrar 83’e döndü.
Gemiye bindiklerinde anteni kırılmış buldular. Güverte teçhizatı bozulma mıştı. Güvertenin altındaki koridorda bizim parçaladığımız teçhizatlar ve çok kötü halde bulduğumuz personel vardı. Gemiyi bu şekilde bu mürettebatla tersaneye görütemezlerdi. O yüzden yeni mürettabat getirdiler. Von Neumann, Le Bon, Hal Bowen, Batchelor ve birkaç kişi daha 4 gün boyunca “Şimdi ne yapacağız?” sorusuna cevap aradılar. Gemiyi baştan teçhizatlarla donatıp testlere tekrar başlamaya ve son testi de insansız olarak yapmaya karar verdiler ki diğer gemiyle yapılan ilk testteki gibi başarıya ulaşılsın. Ekim’in sonlarına doğru bir gece vakti gemiyi limanın dışına çıkardılar. Gemiye yaklaşık 1000 fit uzunluğunda kablo çektiler. Böylece cihazı uzaktan çalıştırabileceklerdi. E tabi sonra da kapatabilmeyi de umuyorlardı. Saat 10 sularında ki bu zaman donanma saatine göre 2200 saat (ya da 22.00 ????) eder, düğmeye basıldı ve gemi hemen gözden kayboldu. Kutsal kitaptaki tarihi kaybolma olayı şimdi Norfolk’taki limanda gerçekleşiyordu. Koramiral dahil bir sürü insan bu olayı izliyordu. Görünmezliği 10-15 dakika sürdükten sonra gemi tekrar limana çekildi. Gemi limana geri çekilirken hiçbir cihaz kapatılmadı. Bazıları zaten kapalıydı. Bazılarıysa kayıptı. 2 verici kabininin ve jeneratörlerden birinin kayıp olduğunu gördüler. Kontrol odası duman içindeydi. Bunu yapabilecek kimse yoktu orada ama duman içindeydi her taraf. Ne olduğunu bilmedikleri bişeyler dönüyordu orada. O anda projeyi durdurmaya karar verdiler. Eldridge’yi normal görevine dönmesi için cihazlarını ve donanımlarını sökmek üzere tersaneye geri yolladılar. Ardından da gemi normal kaptanıyla Ağustos’un 22’sinde normal görevine başladı.
Savaş sırasında denizdeki rutin görevimdeydim. 1946’da diğer gemilerle beraber Eldridge de ıskartaya çekildi. 1950’de Başkan Truman, 50 destroyeri Yunanistan’a ve diğer Avrupa ülkelerine gönderdi. Eldridge de bu gemilerden bir tanesiydi ve Yunanistan’a gitti. Orada “Lion” adını aldı. Yunan donanması da gemiyle ilgili bazı problemler yaşadı. O yüzden gemini malzemelerinden cihazları ve boyasına kadar herşeyini baştan değiştirdiler. Belki de donanma gemiyi günümüzde de hala kullanıyordur. Bizim kadar hızlı ıskartaya çekmiyorlar gemileri. Ve hala Eldridge zamanından kalan seyir defterini saklıyorlar. Gemicilik kanunlarına göre seyir defteri de gemiyle beraber gitmelidir. Ve öyle de oldu. Defterde enteresan şeyler okumaları gayet mümkün. deftere kaydedilen 1 Ocak 1944’den önceki tüm yazılar kayıp. Dolayısıyla bu tarihten önce gemiyle ilgili bişeyler bilmeleri mümkün değil. Yunanistan bunu ABD’ye şikayet konusu yapabilir. Ama ABD’nin de bu konuda yapabileceği bir şey yoktu. Bu da Eldridge Efsanesinin sonu anlamına geliyordu. Proje kapanmıştı. Bu noktada bütün hikayeyi değiştirecek bir olayı şimdi hatırlıyorum, son testten yaklaşık olarak 6 gün önce Ağustos ayında 3 adet UFO, Eldridge’nin üzerinde dolaşırken görüldü.

"Devam edecek"
 
Onları gördüğümü hatırlamıyorum. Ama kardeşim ve birkaç kişi onları gördüklerini söylüyor. UFO’ları gördüklerinde oldukları yerde oturup kalmışlar. O sırada diğerlerinin UFO’ları görüp görmediğini bilemiyoruz. Test sırasında gemi hiperuzayda yok olduğu sırada UFO’lardan biri de gemiyle beraber yok olmuş. Hiperuzay tarafından emilen UFO Montauk’un yeraltında ortaya çıkıyor. Sonradan oradan çıkartıldı.
Projenin kapanmasından sonra Von Noumann New Mexico, Alamos’a gönderildi. çünkü Oppenheimer’le beraber atom bombası projesi üzerinde çalışacaktı. Tabiki atom bombası projesi müthüş bir şeydi. O konuda da bazı porblemler çıksa da şimdi onlardan bahsetmeye gerek yok. Gizli silahlar konusunda ordu ve donanma arasında sıkı bir rekaber vardı. Birkaç yıl süren bu rekabeti ordu kazandı ve savaşta kullanmak üzere projeyi aldı. Leslie Groves bu konudaki yetkili kişi idi. Donanma eğer testlerde başatılı olsaydı neler olurdu? Fon paralarının tamamını alırlardı. Cihazları bütün ticari gemilere takarlardı. O yıllarda ticari gemiler epeyce revaçta idi. Carl Allende adında biri bu olaylardan dolayı o yıllarda Carloss Miguel Allende olarak anılıyordu. Bu kişi test sırasında SS Furuseth’deydi. O’nun hakkında bir sürü hikaye vardır. Fakat kimse gerçek hikayesini bilmez.
1947’de donanma projeyi tekrar başlatmaya karar verdi. O yıllarda ordu yapısında bazı ufak yeni organizasyonlar ve değişiklikler yapılıyordu. Savunma departmanı kuruldu. Hava gücü departmanı ve donanma departmanları oluşturuldu. Personel şefliği...vb. ve tabiki Pentagon’un binası yapıldı. Donanma alt yapısında da değişikliklere gidildi. Savaş zamanından kalan bir sürü insan emekli edildi. Von Neumann’a “projeyi tekrar açalım, adı Rainbow Projesi olsun. Ve gerçekte neler olduğunu bulalım ve projede neler yapabileceğimizi ve kurtarabileceğimizi bulalım.” denildi.
Ben de geri çağırıldım. Los Alamos’dan Camp Hale Colorado’ya Dr. Vennevar Bush’la beraber getirildim. Von Neumann ve Bush, 1947 yılında Aztec, New Mexico’daki düşen UFO’yu incelemek üzere bir bilim ekibi kurdular. Bütün bunlar benim için meçhul şeylerdi. Çünkü o sırada donanma beynimi yıkamıştı. 1948’de 1 veya iki UFO kazası daha olmuştu. Bir sürü kişi veya vücut ölmüştü. 1949’daki kazada birini canlı olarak kaza alanında buldular. O’na “EBE-1” adını taktılar. Onu hemen yakaladılar. Tıkırtılı bir ses çıkartıyordu. O’nunla veya şey ile iletişim kurdular. Cinsiyetini belirten bir iz bulamadılar. Bu arada doktorları çağırdılar çünkü yaratık iyi değildi. Gün be gün kötüye gidiyordu. Doktorlar problemin ne olduğunu bulamadılar.
En sonunda bir botanik doktoru hastalığı buldu. Yaratığın damarlarında klorofil vardı. Yaratık yaklaşık 3 feet uzunluğundaydı. Gray’in küçüklüğüne benziyordu. Damarlarındaki klorofil yüzünden en azından belle saatlerde güneş ışığı altında tutuldu. Kalan zamanlarda da güneşsiz ortamlarda sıkı şekilde korundu. Çünkü bazı garip karakteristik özellikleri vardı. Mesela telepatik gücünün yanında ortamda bulunan kişilerle ortak bir dil oluşturarak iletişim sağlayabiliyordu. Ayrıca duvarlarda da yürüme yeteneği de vardı. Bunu engellemek için Faraday kafesinde tutuluyordu. Bu kafesle taşınıyordu. Canlı yakalanması gerçekten de önemli bir olaydı. Bir iki sene sonra da öldü. O’nun sayesinde pek çok bilgiye ulaşıldı.
Fakat ölmeden önce bazı garip olaylar meydana geldi. Haberler verdi. Daha önce hükümette çalışan birinden duyduğuma göre Von Neumann ve Bush’a modern transistörün temel bilgilerini vermiş. Bu ne kadar doğru veya yanlış bilemiyorum tabiki ama 1947’de Bell Laboratuvarı bu transistörü zaten duyurmuştu. Fakat bu daha farklı bir aygıttı. Alman kurşunuyla kedi bıyığından oluşuyordu. Ondan sonraki gelişimini zaten siz biliyordunuz. Fakat yaratık kendi iletişim sistemlerinde kullanılan transistörün temel özellikleri hakkında bilgi verdi. Gerçi bu bilgiler tam olarak anlaşılamamıştı. Ayrıca Von Neumann’a Eldridge’deki problemi ve bu problemi nasıl çözeceği hakkında bazı şeyler söyledi. Problemin tam olarak nasıl çözüleceğini söylemese de neyin yanlış gittiğini söyledi. Ayrıca çözümle ilgili bazı ipuçları da verdi. “çizim tahtasına geri dönüp bunu kendin çözmelisin, nasıl çözüleceğini ben söylemem.” dedi.
Bir sürü çalışmadan ve metafizikle ilgili bir sürü araştırmadan sonra 1949’da Von Neumann problemi çözdü. İnanılması güç matematiksel kuramlar ve çalışmalar ilk başlarda biraz garip gelse de sonunda problemi çözmeyi başardı.
Problem neydi? Aslında oldukça basit bir problemdi. Gemi bulunduğu noktaya geri geliyordu çünkü Z.T.R. vardı ve bu sistem gemiyi geri getiren sistemdi. Jeneratörler ve diğer cihazlar parçalansa da bu cihaz sağlam kalıyor ve gemiyi geri getiriyordu. Bunu zamanı bir parça değiştirerek yapıyordu.
İnsanlar doğar, sadece doğar diyemem aslında. Von Neumann’ın araştırmaların dan da bulduğu üzere insanlar kendi “zaman kilitleri”’yle doğar. Anlaması biraz zor olacağı için matematiği bir tarafa bırakıp basite indirmeye çalışacağım. Bizler üç boyutlu bir evrende yaşamıyoruz. 5 boyutlu bir evrende yaşıyoruz. 4. ve 5. boyutlar ise “zaman”dır. 4. boyut Einstein ve diğerlerinin bahsettikleri zamandır. 5. boyut için 1931’e P.D. Aspinski’nin “Tertium Organum” adlı kitabına gitmek gerekir. İngilizce olan kitap yeni evren modelinden bahseder. Bulunduğumuz durumun veya ortamın 5 boyutundan bahseder. 4. boyutu zaman olarak adlandırsa da 5. boyutun adından bahsetmez. Fakat Von Neuman, günümüz fizikçilerinin de bahsettiği gibi 5. boyut da zaman’dır. ; eğrilik, vektör, ilk ana vektörün dönüşüyle zamanın yönünü ve akışını göstermesi...vb. bu akış tinsel bir akıştır. Diyebiliriz ki zamanda ileriye doğru gidiyo ruz. Çünkü kaynağımız ve görünüşümüz o şekilde ilerliyor. Zamandan etkilenmiyoruz fakat zaman oldukça durağan bir şekilde ilerliyor. Ve bu diğer vektör bize dokunmadan ve etkilemeden normal bir vaziyette zamanın çevresinde dönüyor.
Eldridge’deki deneyde oluşan güç o kadar güçlüydü ki güvertenin üzerindeki kişilerin sahip oldukları zamansal konumlarında kaymalar meydana geldi. İnsanlar zaman kavramını kaybetti. Sorun başladığında gemi bir kere geri gelmişti. Gemi hiper uzayda olduğu müddetçe ve jeneratörler çalıştığı müddetçe alanın içinde oluyorlardı. Bildiğim kadarıyla bizden başka gemiden atlayan yoktu. Atlayabileceğimizden emin değildim ama yine de atladık ve olaylar başladı. Alanlar çöktüğünde insanlar zaman mevhumlarını kaybetmeye başlıyorlardı ve alanlarla beraber sürükleniyorlardı. Bazıları tamamen gerçekliğin dışına çıktılar. Alanların çevresindekilerse eğer ayakları güverteye değiyorsa şanslı sayılırlardı. Bazılar da kısmen materyalleşmişlerdi. Güvertede 2 tane, kabinlerde 2 tane, bir tanesi de duvara ellerinden bütünleşmişti. Çünkü zamansal konumlarını kaybederek kaymışlardı. Sonra geri geldiler. Bazılarıysa geri gelemedi. Diğerlerinin değişik şekillerdeki kayboluşları ve materyalleşmeleri ararlarla tekrar etti.
Bütün bunlarla birlikte olayda alevlerin içinde kalan kişilerin İncil’deki yanıp da etkilenmeyen çimenler gibi alevlerden etkilenmemesi de gayet ilginçtir. Donanma bunun gibi olan sorunları çözmek amacıyla elektronik donanım kullandı. Sonuçta az veya çok bir sonuca gidildi. Herkes uzun bir süre karantina altında tutuldu.
Donanma şu ana kadar böyle bir deneyin varlığını henüz kabul etmiş değil. Bu konuyla ilgili olarak donanmaya karşı bir çok soruşturma başlatılmıştır. Tabiki donanma deneyle ilgili olarak hakkında çıkan tüm spekülasyonları inkar etti. Donanma, Elridge’nin varlığını kabul etmesine ediyordu ama deneyi inkar ediyordu. Ve 1979’da William Moore ve Berlitz bir kitap yazıp bunu yayınladıklarında, Moore kitabında donanmanın bu deneyi inkar etmek için kullandığı yazışma evraklarının maliyetinin 2 milyon Doların çok çok üstünde olabileceğini tahmin ettiğini yazmış.
Von Neumann her açıdan ödevini yerine getirmişti. Personelle ilgili problemin çözümü için bir bilgisayara ihtiyacı olduğunu farkına vardı. Enstitüdeki çizim tahtasına geri döndü ve ilk elektronik bilgisayarı geliştirdi. O tarihe kadar dünyada elektronik bir bilgisayar yoktu. O açıdan Von Neuman elektronik bilgisayarın babası sayılır. 1950de çalışmaya başladı ve 1952de ilk bilgisayar ortaya çıktı. ??? birlikte çalıştığı Dr. Golsten, enstitüde değil ama hala Philadelphia’da yaşıyor. Kendisiyle konuştum. 1953’de donanmaya yeni bir sistem getirdi. Bilgisayar üzerinde çalışan bu sistem toplam doğrulama faktörü adını taşıyordu. Aslında ne yaptığını bilmediğimi söylesem yeridir. Fakat bu sistemi başka bir gemiye farklı bir mürettebatla uyguladıklarında başarıya ulaştılar. Ve yan etkiler de görülmedi. Bu durum donanmayı elbette mutlu etmişti. Savaş bitmişti ve hemen bu projeyi tasnif ettiler ve adını “Project Rainbow” koydular. “Project Phoenix” i de tasfiye ettiler.
O noktadan sonra aşırı hassas alanlar yaratacak olan sayısız sistemler ve donanımlar geliştirdiler. Bu konu üzerinde fazla durmayacağım. Fakat bununla ilgili bir sürü hadise ortaya çıkmıştı. Bu olayların bazıları çeşitli tıbbi çalışmalardı ki böyle en az 4 tane rapor yazılmıştı. Bunlardan George Hoover ile ilgili olanı biliyorum. Hoover, donanma araştırma komisyonunda çalışyordu.. 1955’deki Dr. Morris K. Jessup’un da karıştığı “Allende Mektupları” olayıyla anılıyordu. Kendisiyle yaptığım telefon görüşmesinde bana, şimdi emekli olduğunu ve California’da yaşadığını söylemişti.
Moore araştırmalarında, asla deney tarihinin kesin gününü veremedi. Hiçbir zaman Phoenix Projesi veya birleşme ile ilgili, ya da herhangi bir doğal bir felaketten haberi olmadı. Dr. Von Neumann’la tanıştı. Kitapta Von NeumanN’ı “Dr. Reinhart olarak isimlendirdi. Enteresan olan “Thin Air” kitabında da Dr. Reinhart’la görüşme yapmışlardı. Aynı adamdan bir tane daha! Dr. Von Neumann.
Von Neumann ölmedi. Hala yaşıyor. Donanma ve diğer resmi makamlar 1957’de kanserden öldüğüne dair belgeler gösteriyorlar. Eğer gerçekten de kanser olsaydı ki ben O’nun kanser olduğunu bilmiyorum, o zaman O’nu iyileştirecek bir förmülü de bulurlardı. Von Neumann’a ihtiyaçları vardı ve O’nu projede tuttular. 1977’de çok önemli kişisel ayrılıklardan dolayı ayrılana dek Phoenix Projesi’nin başında kaldı. Giderek artan görüş ayrılıkları sonunda 1977’de yerini başkasına devretti. Bu yeni kişi Almanya’dan Dr. Herman C. Unterman’dı. Baş danışman olarak görevine başladı. O da henüz ölmedi. Howard E. Decker olarak ikinci kişiliğinde yaşıyor. Aynı bedende New York’da tanınmış bir şahsiyet olarak elektronik malzeme tüccarlığı yapıyor. Aynı bedende 2 kişilik taşıyan yegane kişidir. Howard Decker’le 3 saatlik bir görüşme yaptım. Kasım 1989 itibariyle de yaşadığını biliyorum. Ve bu daha çok bakımsız görülen fotoğraflar o zaman çekilmişti. Karısı öldüğünden beri pasaklı bir ev sahibi olduğunu söyleyebilirim. Bütün herşey öldü ve asıl önemli olan şey Phoenix Projesiyle tekrar dirildi. Kardeşim yeniden doğdu. 1983’e gönderildim. Bana daha fazla ihtiyaç duymadıklarına karar vermişlerdi, ya da başka bir sebepten dolayı. Beynimi yıkayıp başka bir kişilik oluşturmuşlardı. Ve beni geçmişe Alfred Bielek olarak gönderdiler. Yeni kurulmuş bir aile, yanlış düzenlenmiş bir doğum sertifikası, baştan yaratılan bir hayat hikayesi, doğru veya yanlış olup olmaması pek de mühim olmayan hatıralar. Beynim tüm bunlarla doldurulmuştu. Philadelphia Deneyi’yle bağlantılı olup olmadığıma dair bulanık da olsa bazı çağrışımlar vardı, Phoenix Projesi’le ilgi ise daha az vardı. Ta ki 1986’daki Phoenix Projesi’ne dek. Bunların farkına varmama sebep olarak Long Island’ı tekrar ziyaret etmemi söyleyebilirim. Montauk’un olduğu yere birkaç arkadaş gitmiştik. Sonunda bazı anılar canlanmaya başladı. Buranın bir parçası olduğumu söylediler. ben de aksini iddia ediyordum ama aslında buranın bir parçası olduğumu artık hatırlayabiliyordum.
Ama 1988’in Ocak’ında Philadelphia Deneyi’yle ilgi anılarımın başlangıcını hatırladım. Ve o zamandan beri de anılarım çoğalmaya başlamıştı. Kardeşim de hatırlıyordu. Daha önceki bilgilerim ve anılarım, korkunç bir boşluk oluşturuyor. Parçalar bazen geri geliyor. Kişiliğim Al. Bielek olarak devam ediyor ve anılarım Edward A. Cameron olarak ortaya çıkıyor. Fakat bu durum özellikle ilk yıllarımdan, deney zamanına dek ortaya çıkıyor. 1943-47 arası boş, bir şey hatırlamıyorum. Sadece 1947’de artık daha fazla işe yaramayacağıma karar verdiklerini hatırlıyorum. Aslında bir şekilde kurtulmuş oldum.
Fakat bir diğer enteresan anektod ise William Moore’un araştırmasında ortaya çıkardığı bir şey var: ayrıca UFO’larla da ilgileniyor; 1975 Aralık’ının sonunda ya da Ocak başlarında, yani 1976’a Kanadalı bir aileyi ziyarete gitti. Eylül 12 olarak hatırladığım bir tarihte Ontario kentinde UFO görülmüştü. Kendi halinde bir çiftçi, bir gece kamyonuyla evine doğru gidiyordu. Yolun ortasına park etmiş bir UFO gördü. Ne ışık ne de kimse vardı. Ama UFO’nun altında 3.5 fit yüksekliğinde, gümüş bir elbise içinde ve yolun tam ortasında duram bişey vardı. Çiftçi bunu gördüğü anda frenlere asıldı ve birkaç inç farkla yaratığa çarpmadan yanından geçti. Yol çakıllarla dolu olduğundan kaydı. Yaratık ya da herneyse, çitlerin üzerinden atlayıp gözden kayboldu.
Bu aile, komşuları tarafından o alana gelen UFO’lardan dolayı epey bir rahatsız edildiler ve komşuları bu ufolardan hatıra olarak parçalar falan almaya çalıştılar. O günlerde Moore’un tahminine göre yaklaşık olarak Aralık’ın 12’sinde biri Kanada askeri servisinden Ottawa kentini temsilen, biri Pentagon’dan hava kuvvetleri şefi, biri de donanma haber almadan bir memur, yüksek rütbeli 3 kişi bu aileyi ziyaret etti. Adamlar aileden özür dilediler. Ve “başınıza gelmemesi gereken şeyler geldi. Bunlar nelerdi” diye sordular. Aile, “başınıza gelmemesi gerekenle ne demek istiyorsunuz. Bu bir kazaydı. ” “ne kazası? Biz bunun olmadığını varsayıyoruz ve sizden resmi olarak özür dilemeye geldik. Ve eğer sorularınız varsa bunları cevaplamaya geldik. Neler bilmek istiyorsunuz? ” Moore’a göre birkaç saat veya daha fazla sürede yetkililer soruları cevapladılar. Sonra aniden donanma haber almada görevli memur ağzından çok enteresan bir açıklama kaçırdı. “1943’ten beri ET’lerle iletişimdeyiz. Donanma o yıllarda görünmezlikle ilgili deney yaparken ET’lerle kontak kurmamıza sebep oldu” dedi.
 
Soru - cevap bölümü

Soru - cevap bölümü

Bu konferansı yazan veya kaydeden kişi, soruların ve cevapların ilk kısımlarını kaydetmemiş veya yazmamış. Kaçırılan bölümlerin ne kadar olduğu konusunda bir fikrim yok.

SORU:............................................
CEVAP: Deney uzatılmıştı. 1948’de de deneme yaptılar. Donanma Hava Gücü, Von Neumann’ın uçaklardaki yeniden yaratma çalışmalarından önce kendi projelerini çalıştırıp çalıştıramayacaklarını görmek istedi o zamanlar en uygun F-80 vardı. Uçağa küçük donanımlar taktılar. Uçağa tonlarca donanım takmaya gerek yok. O yüzden ebatları küçülttüler. F-80’in içine pilotla yerdekiler arasında kontak kurmaya yarayan bir radyo kontrol sistemi taktılar. Uçak belli bir alana geldiğinde donanımı çalıştırıyor, görünmez olduktan bir süre sonra da kapatıyordu. Herşey yolundaydı. Uçak üsse geri döndü. İşi başarmışlardı. Pilotu ve uçağı bir sene boyunca durumun güvenliği açısından karantinaya aldılar. Bir sene sonra tekrar denemeye karar verdiler ve bu defa pilotun yanına gözlemci verdiler. Uçak havalandı ve o belirli alana tekrar geldi. Herşey yolunda gözüküyordu, taki pilot sistemi çalıştırana kadar...
SORU: Zaman yolculuğuyla ilgili olarak deneylerin yapıldığını söyleyebilir misiniz?
CEVAP: Evet. Bu gizli devlet bilgisidir. Zamanda yolculuk kesin olarak vardır.
SORU: Benim de sorularımdan birisi zamanda yolculuğun var olup olmadığıyla ilgiliydi. Şu anda günümüzde de zaman yolculuğu var mı? Hala kullanıyorlar mı? Ya da kullanıldığını siz biliyor musunuz?
CEVAP: Evet hala yapılıyor. Zaman yolculuğunun varlığıyla ilgili başka konuş mayacağım.
SORU: Geminin görünmezliğiyle ilgili konuşurken ilk deneyin başarılı olduğunu söylemiştiniz. İkinci deneyin ise başarısız olduğunu söylediniz. Bu ne anlama geliyor. Yani benim bundan anladığım görünmezlik, ilk deneyde başarıya ulaşmamışmıydı?
CEVAP: Doğru. Donanımsal olarak evet, ama personel açısından başarılı değildi. Hatta tam anlamıyla bir felaketti. 22 Temmuz’daki ilk deney ise tam felaket sayılmazdı. Mürettebatı değiştirmişlerdi. Ve bu konuyla ilgili ciddi bir problemin varlığını hemen anlamışlardı. İkici deney, eğer Phoenix Projesi’yle birleştirilmemiş olsaydı başarıya ulaşabilirdi. Bu birleşim sonucunda gerek donanım gerekse personel açısından tam bir felaket olmuştu.
SORU: Kardeşinizi geri getirmeleri gerektiğini söylemiştiniz. Acaba kardeşinize hala ihtiyaçları olma ihtimali varmıydı, ya da zaman ızgarası veya herkesin bildiği kendinen geçme olayı mı var dı? Ya da bilimadamlarının veya birilerinin uydurması mı vardı.?
CEVAP: Geri dönemsi gerekiyordu. Çünkü ona orada gerçekten de ihtiyaç vardı. Fakat benim ve diğer üçüncü kişi gibi O’nun da sağ olarak geri gelmesi gerekirdi. Böyle kabul etmekten başka yol yok gibi. Eğer öldüyse ve cihazların ve projenin yok olduğunda tekrar dirilmediyse demekki çok ciddi bir problem yaşamış. Durum değerlendirmesi sonucu olaya bu açıdan bakmamız gerekiyor ve bir daha bu konudan bahsetmeyeceğim. Ama kardeşimin yaşaması lazımdı ve O yaşıyor.
SORU: Zamanda yolculuk sırasında insanlarda kendinden geçme (esrime) durumları ve bazı şeylerin değişmesi oluyor mu? O sırada çok korkmuş gözükmelerinin sebebi bu mu?
CEVAP: Esrime olarak adlandırdığınız şeyin gerçekten olup olmadığını bilmiyorum. Birinden mi duydunuz yoksa bir yerde mi okudunuz bilemiyorum. O yüzden sorunuza evet ya da hayır diyemeyeceğim.
YORUM: E herhalde cevaplayamazsın di mi? Ha ha ha!!!
CEVAP: Pardon?
YORUM: Cevaplayamazdınız çünkü siz de gerçekten bilmiyorsunuz.
CEVAP: Aslında... bu soruyu cevaplamak için size iki bölümde cevapta bulunacağım
1- Son bir asırdır veya daha fazla bir süredir iki kademe teknolojimiz vardı. Halktan saklanan bazı teknolojik gelişmeler yaşanıyordu. Ve bu teknoloji elit kesimin elindeydi. Bu durum 1800lerden ve hatta daha öncesinden beri böyle süre gelmiştir. Bu gelişmişlik günümüzde bu şekilde neden o zamana göre daha hızlı değildir acaba? Mesela zamanda yolculuk, yeni enerji sistemleri ya da yeni iletişim sistemleri gibi ya da gezegenler arası yolculuk gibi yeni şeyler yapmaktan bahsediyorsanız ve bu gelişmeleri çok küçük bir gruba maledebiliyorsanız, bu grubun gezegenimizi ve insanlığımızı da kontrol edebildiğini söyleyebilirim. Ve eğer dünyanın geri kalan kısmını gelişmelerden haberdar etmezseniz gerçekten de hakimiyet sizde demektir.
2- Ve ikinci olarak ekonomik çöküntüden bahsedebiliriz. Eğer bu yeni teknolojileri çok hızlı bir şekilde açığa çıkarırsak, dünyadaki fosil yakıtlarına, kablolardan ve transformatörlerden geçen elektrik gücüne, iletişim sistemine, jet uçaklarına ve bizi aya götüren kimyasal roketlerden oluşan ekonomik sistemi bozarız. Bütün bunlar bizim günümüzde sahip olduğumuz sosyal hayatımıza, ekonomimize ve endüstrimize dayanır. Bir gecede bunları değiştiremeyiz. Aksi halde ekonomik sistemi bozarız. Elbet bir gün bu teknolojiler açığa çıkacak ama şu anda değil. Temel ekonomiyle oyunlar oynayamamızın bir sebebi de bu durumdur. Bununla beraber bu sistem sayesinde kazançları devasa boyutlarda olan petrol şirketleri gibi şirketler bundan vazgeçecek gibi gözükmüyorlar. Petrol şirketleri gibi bu işten çok çok kazanç sağlayan sayısız şirket vardır.
SORU: Bu teknolojiyle mesela 1843’e zaman yolculuğu yapabilir misiniz?
CEVAP: Geçmişe istediğin anda gidebilirsin. İstediğin zaman ve ekipmanların seni götürdüğü sürece evet, gidebilirsin.
SORU: Gizli bomba teknolojisi de bunun bir parçası mı?
CEVAP: Bir zamanlar söylentiydi. Fakat şimdi bir parçası. Evet.
SORU: 1983’e kadar veya o civarlardaki bir tarihe kadar bir şey hatırlamadığınızı söylemiştiniz.
CEVAP: 1988
SORU: Peki, kitaptaki ve filmdeki bilgilerin kaynağı nereden geliyor?
CEVAP: İlk kitabın kaynağını bilmiyoruz. Bundan sonrakinde ise Dr. Reinhardt yani Dr. Von Neumann’dan çok fazla bilgi vardır. Diğer bilgiler nereden geldi gerçekten bilemiyorum. Arşivlerden çok fazla bir bilgi alınabileceğini zannetmiyorum, çünkü donanma arşivlerin çoğunu ifşa etmedi. Dr. Moore, gerçekten çok çalıştı ve bize önemli nitelikte bilgiler buldu. Fakat o da donanmadan çok fazla bir bilgi alamadı. Ivan T. Sanderson bu konuyla ilgili hiç kitap olmamasına rağmen Philadelphia Deneyi’yle gerçekten de çok fazla ilgilenmiştir.
Aslında bu bilgileri nereden elde ettiğini bilemiyorum. Allende ve kim olduğunu bilmediğim daha bir sürü kişiyle yapılan görüşmelerden elde etmiş olabilir. Moore ilehiç konuşmadım. O yüzden bu bilgilerin kaynağını nereden edindiğini bilemiyorum.
SORU: Filmden bahsedebilir misiniz?
CEVAP: Filmi EMI Thorn film şirketi çekti. Thorn Endistrisi 19. yy.dan beri varlığını sürdüren bir şirkettir. Tahminen 1820-1830 yılları arasında kuruldu. İngiltere’de kurulan şirket o zamanlar İngiltere ve Avrupa için bilimsel cihazlar üretiyordu. 1850’de Wilson Brothers’a annelerinden miras olarak kaldı. O yüzyılın sonlarında kardeşler ölene kadar şirket onlarda kaldı. 1970-80 arası bir yılda Thorn Endüstrisi ile EMI şirketi arasından bir birleşme yaşandı. EMI elektromanyetik cihazlar ve plak endüstrisinde İngiltere’de en fazla bilinen şirkettir. Ve tabi şimdi tüm dünyada biliniyor. Bu birleşmede kim kimi aldı biliyorum. Birlikte film endüstrisine girmeye karar verdiler. Philadelphia Experiment ile ilgili bir film yapmak istediler.
Filmin çekimi sırasında, ya da hemen öncesindeki dönemde arkadaşlarımdan birisi Long Island’da filmin yönetmeni olacak olan bir artist tarafından soru yağmuruna tutuldu. . Adamın logosu New World Pictures’dı. Adamı tanıdım. Adam arkadaşıma Philadelphia Deneyi ile ilgili binlerce ve binlerce soru sordu. Deneyli ilgili pek çok bilgi öğrenmesine rağmen tabiki tüm olanları da bilmiyordu. Filmi için gerekli materyalleri topladığına inanıyorum. İnanıp inanmamakta serbestsiniz ama filmin hikayesi oldukça ilginç ele alınmış. Şubat 1989’da, kardeşim ve USPA’nın (United States Psychotronics Association, Clerence Robinson başkanıdır.) New York’daki şubesine brifing vermiş olan Preston Nichols ile birlikte New York’ta kalıyordum. Preston, Phoenix Deneyini yaptı ben de Philadelphia Deneyini yaptım. Video teypde de bu hikayeyi özel olarak işlediler. Filmi yapanların bunu ileride vizyona veya piyasaya vermeyeceklerini biliyorduk.
Birkaç ay sonra hikayeyi oldukça ilginç bulan Preston, hikayeyi bana verdi. Temmuz’da laboratuvarında çalışırken birisi tarafından ziyaret edildiğini söyledi. “Preston Nichols?”, “evet.” ” ben İngiltere’deki EMI Thorn Endüstrisi’nden arşiv şefi Bill. Hikayeyi öğrenmek isteyeceğinizi düşünmüştüm. Bir süredir sizi bulmaya çalışıyorduk.”, ”Beni aradığınızı söylemekle ne demek istiyorsunuz? ” , “size neden olduğunu gösterebilirim” dedi adam ve Preston’a Wilson Kardeşler’in 1890’da Aleister Crowley’in 3. partisinde çekilmiş aile fotoğrafını gösterdi. Metafizikle ilgilenenlerin yakından tanıdığı biri olan Aleister görünüşe göre şirketin en güçlü yatırımcılarından biriydi ve 50li yaşlarına kadar yani 4. partisine kadar yaşadı. 4. partideki fotoğrafda şimdiki halinden 10 yaş daha yaşlı görünen arkadaşım Preston da vardı. Bill “New York’da verdiğiniz sunumun video teybini izlediğimizde sizi bulduk” dedi. Preston fotoğrafı istedi Bill vermedi. O zaman Preston “Eh o zaman hikayeyi anlat bakalım” dedi.
“Hikaye şu, Crowley senin bu zamana (1890’dan bahsediliyor.) ait olmadığını söyledi. Gelecekten gelmiştin. Ve Philadelphia Deneyinin tamamını bize anlattın. Yani hikaye 1890’dan beri arşivimizde saklı olarak bekliyordu. Hikayeyi biliyorduk ve 1983’de de filmi yapmaya karar verdik.”
Aslında filmi Long Island’da çekmek için önce Birleşik Devlet hükümetine gittiler. Çünkü diğer terminalin Long Island’daki Montauk’da olduğunu biliyorlardı. Amerikan Hükümeti, o bölgeye girmelerini tamamen yasakladı. Bu, ekibin Wendover Utah’daki 1984’ün terminaline gitmelerine denk gelir. Wendover’i biliyorum çünkü Salt Lake City’de çalımıştım ve defalarca Wendover’e gittim.
II. Dünya Savaşı’nda kullanılan eski Vendover hava gücü üssü oradaydı. Fakat bu, ister inanın ister inanmayın (Ripley bu kısma bayılacak) senaryonun veya senaryoya yardımcı olacak hikayeyi buldukları yerdir. Hikayeye kendi düşüncelerini de katmayı ihmal etmediler. O’nun da kabul ettiği gibi filmi daha ilgiç kılmak için bazı eklemelerde bulundular. California’ya kadar uzanan bir aşk üçgeni gibi kurgularla hikayeyi genişleterek filmi yaptılar.
SORU: Diğer çok önemli askeri projelerden bahsetmek istemiyorsunuz ama Philadelphia Deneyi de önemli bir proje. Neden acaba?
CEVAP: Teorik olarak Philadelphia Deneyinin bir gizliliği kalmadı. Kanunda der ki; Eğer hükümetçe gizli olmayan bir proje aradan 40 yıl geçtikten sonra halkın bilgisine açılır. Philadelphia Deneyi 1943’de yapıldı. 1983’de de aradan 40 yıl geçtiği için açığa çıkartıldı. Ama gene de devlet değişik yollarla bilgileri saklıyor ve siz de eğer başarabilirseniz veya giriş kodlarını biliyorsanız bu bilgilere ulaşabilirsiniz. Bu deneyle ilgili bazı raporlar ve teknik bilgiler halkın bilgisine açılmamış olabilir. bununla ilgili bir kanun der ki: Devlet güvenliği ile ilgili bir teknik bilgi ve raporların ortaya çıkartılıp çıkartılmaması devlet insiyatifindedir. Buna tipik bir örnek olarak II. Dünya savaşından sonra Norton K2 bombaları New York’da ve diğer şehirlerde teşhir edildi. Bombaları $2500’dan başlayan fiyatlarla, kopyalarını da $200’dan başlayan fiyatlarla satıyorlardı. Nasıl yapıldığına, nasıl kullanılacağına ve özelliklerine dair klavuz kitaplarını ve bilgileri bulamazsınız. Çünkü bu bilgiler o zaman da bu zaman da hala gizli bilgi olarak saklanıyor. Ama tabiki cihazın kendisi artık deşifre olmuştur.
SORU: Benim iki sorum olacak. Geleceğe gittiğiniz zaman phoenix ve philadelphia deneyleriyle ilgisi olan Doktoru gördünüz. Siz zamanda gittiğinizi ve geri geldiğinizi biliyordunuz ve gelecekte olduğunuzu biliyordunuz. Fakat doktor bunu bilmiyordu. Doğru mu?
CEVAP: Hayır, hayır, 83’de olduğunu biliyordu.
SORU: O zaman 43’de olduğunu bilmiyordu.
CEVAP: Hayır o zamanlarda bilmiyordu. Neticede ben O’na olan biteni anlattım ve bu sayede bir rapor hazırladı, çünkü olayların farkına varmıştı.
SORU: Rapor ne zaman yazılmıştı? 43’de mi, yoksa 83’de mi?
CEVAP: 1943’de. O zamanlar bir dizi rapor yazılmıştı. Ve gelecekleri birleştirmedeki hataları ve yanlışları biliyordu. Fakat 1947’de deneyi tekrar hayata geçirmesi istendi.
SORU: Burada anlamadığım bişey var. O’nu gelecekte gördüğünüzü ve daha da fazlasını söylediyseniz......
CEVAP: İnanmadı. İlk başlarda hiç inanmıyordu ama sonra zaman geçtikçe inanmaya başladı.
SORU: İkna kabiliyetinizden dolayı olmasın?
CEVAP: Pardon?
SORU: İkna kabiliyetinizden dolayı mı size inandı?
CEVAP: Hayır. İnanmasına sebep olan başka etmenler de vardı tabiki.

"Devam edecek"
 
SORU: İkinci sorum şu: Söylendiğine göre birisi kısa zaman içinde Japonya’ya savaş açılacağını ve Japonya’nın da karşılık olarak Pearl Harbour’a bomba atacağını söylemiş. Hatalı düşünüyor olabilirim ama sizce de Pearl Harbour bizim için sürpriz olmadı mı?
(Salondan kahkahalar yükselir)
CEVAP: Üzgünüm ama hükümet için sürpriz değildi. Japonların bizi vurması ve bizim de onlara savaş açmamız bizzat hükümetimiz ve Başkan, George C. Marshall tarafından planlandı. Buradaki tek kötü olay, Amiral Kenwell ve General Short’un bombalama sırasında Pearl Harbour’da olmasıdır. Neler olacağı onlara söylenmemişti. Hemen savaş mahkemesinde oturum istediler. O sırada savaş devam ediyordu ve hizmetlerinde ve yetkilerinde bir azaltılma söz konusu oldu. Çünkü yolunda gitmeyen birşeylerin olduğunu biliyorlardı. Savaş bitene kadar talepleri yerine getirilmedi.
********************************************************************
NOT: Söylediği kişilerin isimlerini anlayamadım. Eğer bileniniz varsa lütfen benimle kontak kursun. Teşekkürler. C. Tippen
********************************************************************
Ardından tabiki Insconsoyya’da Japonlardan elde edilen kayıtlar da ortaya çıktı. Bütün barış kabinesi, Tokyo ve Roosevelt tarafından saklanan herşey Japon filolarının Pearl Harbour’u vurmak için harekete geçmeleriyle su yüzüne çıktı. Japonlar bunu Amerikayla savaşmadan tatlıya bağlamak istiyordu.
SORU: Bu bilinen bir bilgi midir acaba?
...Bielek konuşmasına devam eder....
Roosevelt buna sahip olamazdı. Vaziyet bu halde iken, olayı bilen ve bilmeyen bazı ordu mensubu kişiler vardı. Aslında yüzsüzlük örneğiydi onlar için. Pearl Harbor’dakiler için değil tabiki.
SORU: Benim bir sorum olacak. Dr. Harry Woo’nun Rainbow Projesi’le bir ilgisi olup olmadığını hatırlayabiliyor musunuz?
CEVAP: Kim demiştiniz?
SORU: Harry Woo. 4. jenerasyon bir Çinli’ydi. R&D, donanma ve pentagon’da çalışmış olan bir fizikçiydi.
CEVAP: Harry Wood?
SORU: WOO! W...O...O...
CEVAP: Ha Woo. O isimde birini hatırlamıyorum. Eğer projeyle bir ilgisi varsa, büyük bir ihtimalle Princeton’un altında veya oralarda bir yerlerdeydi. Gördüğünüz gibi personelden olmayıp ama projeyle ilgisi olan bir sürü insan var. Princeton’a bağlı personel olmalarına karşın kayıtlarda isimlerine rastlanmıyor. Fakat arşivlerde bazılarının izlerini buldum. Dr. Von Neumann vardı. Tesla yoktu ve hiç personel olarak görülmüyordu. Gustave Le Bon, bana göre personelden olmasına rağmen O’nun da kayıtlarda izine rastlanmadı Clarkson da personeldi fakat o zamanlar başka bir ismi kullanıyordu. Clarkson ismi şimdiki adı galiba. Rainhardt, Von Neumann’ın takma ismiydi. Woo ismine rastlamadım.
SORU: Dr. Woo, donanma tarafından UFO’ları araştırmak için görevlendirilmişti. Bu...
CEVAP: Olabilir.
SORU: Rupell’den bahsediyordu. Rupell’le tanışıp görüşmüş ve birkaç kişiden bahsediyordu. Belki onların ilgisi olabilir diye düşünmüştüm....
CEVAP: Benim UFO araştırmalarıyla bir alakam yoktu. Belli ki Ağustos 43’ten sonra kurulan donanmaya ait bir departmandaydım.
Bununla ilgili de mi sorun var?
SORU: Evet. 1943’de 1983’e ve ardından da 1943’e geri gittiğinizi söylemiştiniz. Ve hafızanız 1988’de geri geldiğinde, 1983’te belirli bir boyuta gelmiş olma ihtimaliniz var. Ne demek istediğimi anlıyor musunuz? Yani 1983’de 2 farklı yerdeydiniz.
CEVAP: Doğru. 1983’de Alfred Bielek olarak Los Angeles, California’da çalışıyordum. East Cost’dan biraz uazağa taşınmıştım.
SORU: Yani, evren hologram şeklinde mi oluşmuştur? Aynı anda farklı yerlerde olmak............
CEVAP: Zaman’la ilgili zor konulara giriyorsunuz. Matematikçi mi yoksa bilimci mi olduğu tartışılan Dr. Norman Levinson bu konuda yapılan çalışmaların en büyüğüne imza atmıştır.
( NOTE: Diğer konuşmalarında Bielek bu şahıstan Henry Levinson ya da Levenson olarak bahsetmiştir. Bielek ya fikrini değiştirdi ya da bunun kopyasını yazan kişi ismi hatalı yazdı. )
...Amerikalıdır. bildiğim kadarıyla basılmış 3 kitabı vardır. 1955’de MIT’e girdiğinde matematik dalında profesör asistanıydı. 1974’de emekli olduğunda ise matematik profesörüydü. 1912’de doğdu. Philadelphia Deneyinin gerisindeki önemli kişilerdendir. Çok gizli olarak kalan bazı zaman denklemleri geliştirmiştir. O’nun kitaplarını bulmakta epey zorlanacaksınız. “Olağan Diferansiyel Denklemler” adlı bir kitap yazdı. Kitap sanırım 1974’de McGraw Hill tarafından basıldı. Elimle ilgilenenler için tüm bilgiler mevcuttur. İsimler, bilgiler, kitapla ilgili bilgiler....... Fakat Phoenix’deki kütüphanelerde hiçbirini bulamadım. Nihayet son yolculuğumu Doğuya Princeton’a yaptığımda içimde bir umut vardı. Evet, üniversite kitaplığındaki kayıtlarda kitabın ismi vardı ama kendisi raflarda yoktu. Fakat enstitüde vardı.
SORU: Nasıl olduğunu bana söyleye bilir misiniz? Ya da sadece.....
CEVAP: Hayır, aslında değersiz ve bilimselliği olmayan biri. Kötü biri olduğundan değil ama işinden dolayı bu böyle. Bilimsel literatürde referansının neden olmadığını bilemiyorum. Fakat kasıtlı olduğundan eminim.
SORU: Söylemek istediğim aynı yerde ama farklı 2 yerde nasıl olabiliyorsunuz..... Demek istediğim aynı sene içinde iki farklı yerde.... anladınız mı?
CEVAP: Geçici zaman kuralına göre aynı anda iki farklı yerde olduğumu söyleyebilirim. Birbirinden farklı yerler. Fakat benim kuralıma göre ben sadece tek bir yerdeydim. Loop – back’da zaman üzerinden bireysel ilerlemeyi takip etmek gerekir.
Bu gerçekten de zor bir kavramdır. Ve matematikte bazı denklemleri bilmeden de anlaşılması imkansızdır. Aslında matematik bile çok zordur. Ama çeşitli looplarla zaman üzerinden yolculuk kuralları içerisinde aynı konumdayken yolunuza devam etmezseniz çok feci bir duruma düşersiniz..
SORU: Bütün bunlar bir defada mı olur.
CEVAP: Pardon?
SORU: Hiçbir şey söylenmeden herşey bir defada mı oluyor? Zaman hakkındaki düşüncelerimiz çok kısıtlı
CEVAP: Kendi yolunuzu gidiyorsanız, ciddi probleminiz var demektir: Kaybolabilirsiniz. Kendi yolunuzda gitmediğiniz müddetçe aynı fiziksel konumda kendinize ulaştığınız ve dokunduğunuz yerde ve tabi konuştuğunuz yerde çok fazla bir probblem olmaz.
SORU: Benim birkaç sorum olacak. 12 Ağustos’la ilgili olarak, söylediklerinizden anladığım kadarıyla tesadüfen o feci deneyin yapıldığı gün de 12 Ağustos’a denk geliyor. Ve 2. tesadüf olarak da Phoenix projesi de aynı güne denk geliyor. Eğer bunların hiçbirisi 12 Ağustos’ta olmadıysa o zaman sizin de hiperuzay bağlantınız da oluşmaz. Öyle değil mi?
CEVAP: Evet doğru. Phoenix Projesi’nin varlığı boyunca bu böyleydi. Çünkü o deneyler iki buçuk sene devam etti. Ve yakalandığım zamanki kayıtlardan anladığım kadarıyla arkadaşımla o bölgeye gittiğimde adamlar gitmişti ve geride bir sürü belge ve kitaplar bırakmışlardı. 1 Ağustos 1983’e kadar 7 gün 24 saat durmadan çalışmışlardı. Şimdi, ilk bioalan 12 Ağustos’ta ortaya çıktı ki; aslında o zamanın takvim sisteminden dolayı 12 Ağustos’un kesin bir tarih olduğundan da emin değilim, bioalanlar belirlenen tarihte ve zamanda tam olarak meydana gelmediler. Aslında belirlenen tarihten bir gün önce veya sonra olmuş olabilir. Eldridge eğer 12 Ağustos’ta o deneye girmeyip iki gün sonrasını beklediyse demekki herhangi bir link bağlantısı da olmamıştı. Fakat birileri ısrarla deneyin 12 Ağustos’da gerçekleştiğini söylüyor. Kaza mı? Bunu gerçekten biz de merak ediyoruz. Kaza olup olmaması bir yana, Von Neumann’nın deneyin başlayacağı ana kadar bir sürü test ve modifikasyon yaptığını biliyorlardı. Bu yüzden ya 12 Ağustos’ta olacaktı ya da Von Neumann deneyi bitirecekti. Aslında Von Neumann deneyi öylece bırakacak türden bir adam değildi. Her zaman en iyisine ve en kötüsüne hazırdı.
SORU: İkinci defada, sizi tesadüfen geri getirdiler. Bunu biliyor muydunuz.
CEVAP: 43’den mi yoksa 83’den mi bahsediyorsunuz?
SORU: 83.
CEVAP: O tamamen bambaşka bir projeydi. O zamanki proje 1 saat gibi kısa bir süre içinde önceki bilgilere dayanarak yapıldığından o yılın 1943 olup olmadığını bilmiyorum. Sorunuza cevap veremiyorum, çünkü gerçekten de bilmiyorum.
SORU: Bir diğer sorum şu, her uçakta aynı donanım vardı. ve bu donanım uçaklarda kusursuz çalışıyordu. Fakat buna rağmen aynı iş için çok sayıda uçak kullanıldı. Bu sizce de biraz gülünç değil mi?
CEVAP: Bu tipteki bir donanımı büyük ihtimalle diğer uçaklara da monte etmişlerdir. O yıllarda Afrika, Entebbe’deki İsrail baskınını hatırlıyor musunuz? Hapisanede tutulan birkaç yüz İsrailli’yi kurtarmak için hava taarruzu yapmışlardı. Bununla ilgili film çıkartacak kadar çok belge vardı. Gerçekte kurtarma uçakları İsrail’den kalktı ve Afrika’ya geçti. Bütün radar sistemleri çalışmasına rağmen uçaklar radara yakalanmadı. Entebbe’yi herhangi bir ön uyarı olmaksızın sürpriz bir şekilde vurdular.
SORU: Zamanda yol alırken ki deneyimleriniz ve gördükleriniz nelerdi?
CEVAP: Pardon?
SORU: Zamanda giderken ki deneyimlerinizi soruyorum.
CEVAP: Gerçekten de pek fazla şey bilmediğiniz belli. Bu daha çok yüksek bir binadan atlamak gibi bir şey, yeri görmüyorsun, nereye gittiğini bilmiyorsun ama düştüğünü hissediyorsun sadece birkaç bin fit düşüyorsun ve neler olduğunu anlamıyorsun. O anı hatırlamıyorsun ve neler olduğunu bilmiyorsun.
****************************************
Konferans burada son buluyor. Konferansın ev sahipliğini yapan bayan, Mr Bielek’e Philadelphia Deneyi’yle ilgili yaşadıklarını paylaştığı için teşekkürlerini sunuyor. burada teyp son buluyor.
Bu kayıttan başka, daha önce kaydedilen Aralık 1989 yapımı gene Al. Bielek’in olduğu bir kaset daha var. Görünüşe baklırsa EMI Thorn yapımı bir video kaset. Bunlardan başka elinde kayıt olan varsa lütfen benimle irtibata geçsin.
Bilmek isteyeceğinizi düşündüğüm bir şey daha var. Sayfa 29’da bahsettiğimiz Preston Nichols’ün de zamanda yolculuk yaptığını düşünüyorum. Elimdeki belgeden anladığım kadarıyla 183 veya 84’de EMI Thorn’dan biri tarafından ziyaret edilmiş. Fotoğrafta 10 yaş daha yaşlı görünüyordu. Şimdi 1991’deyiz ve aradan hemen hemen 10 yıl daha geçmiş. Yakın zamanda preston Nichols zamanda yolculuk yapacak gibi görünüyor. Gayret edip bu adamı veya Mr. Bielek’i bulursak 48 yıllık gizemin perdesini aralamış olacağız
SONUÇ
Umarım hoşunuza gitmiştir. Burada anlattığımız Philadelphia Deneyi, UFO’lar ve diğer olaylarla ilgili düşüncelerinizi ve yargılarınızı gerçekten öğrenmek isterim. Ve bu konularla ilgili sizin yaptığınız araştırmalar varsa ve özellikle Alfred Bielek’in nerede olduğun hakkında bir bilginiz varsa lütfen benimle irtibata geçin.
CRC.............................adresin devamı ingilizce tekstte.
Aslında, bu yazıyı elde ettiğim video teyp Phoenix’deki bir kitapçıdan satın alınmıştır. Tahminimce kitap dükkanının sahibi UFO konferansına katılmış ve kendi teybiyle kaydetmiş herşeyi. Kayıt kalitesi biraz düşük çok fazla bir olumsuzluk arzetmiyor. Burada önemli olan konferansın kendisi. Kasedin yaratıcısı bunu yazıya aktarıp kullanmama bir şey demez sanırım. Kasette telif hakkıyla ilgili bir uyarı veya bir açıklama yoktu. Ben de kasettekileri yazıya döküp diğer insanlarla paylaşmak istedim.
Eğer William Moore veya Charles Berlitz’le görüşme imkanınız olursa bu yazının bir kopyasını onlara da vereceğinizi umuyorum. Belki bu sayede Philadelphia Deneyi’yle ilgili daha fazla bilgiye ulaşmak mümkün olur. Ya da Mr Bielek’in izini bulmak daha iyi olur.
Bu belgenin düzenleyicisi Rick Andersen’den bir not:
Gerekli düzeltmelerden sonra Ekim 1992’de şu bilgilere ulaştım:
Al Bielek Phoenix Arizona’da ikamet ediyor. Telefon numarası rehberde yok.

"Devam edecek"
 
Preston Nichols East Islip, Long Island, NY’da yaşıyor. Telefonu genelde otomatik cevaplama sistemine bağlı oluyor. Canı isterse cevap veriyor.
Duncan Cameron’un nerede yaşadığını bilmiyorum. Ama Long Island’da yaşadığını sanıyorum.
“Far Out” adlı dergideki kuşkulu yazılarından dolayı bazı UFO araştırma toplulukları tarafından birkaç sene önce aforoz edilmiş olan William Moore, derginin son sayısında Groom Gölü / 51. Bölge, T. Townsend Brown, “Jersey Şeytanı” ‘nın efsanesi, ve buna benzer diğer Ufo konulu olaylardan bahsetti.
Ortada “Philadelphia Deneyi’yle ilgili Gerçekler ” isimli bir video teyp daha dolaşıyor. Long Island Skywatch, Flushing, NY’daki Bill Knell’de bulunuyor. Bu kaset beni Philadelphia Deneyi’nin Bielek / Cameron / Nichols versiyonlarını tanımamı sağladı. Daha çok Al Bielek’inki biraz benzerlik gösteriyor. Fakat daha çok Phoenix Projesi’nin nasıl Philadelphia Deneyi sentezinden ortaya çıktığı üzerinde duruyor. 1950lerdeki Wilhelm Rich’in iklim kontrol cihazları, Brookhaven Ulusal Laboratuarındaki Radiosonde vericileri..vb (yukarıdaki yazının kaynağı Presoton Nichols’dür.)
Ayrıca uzun yıllar ufolojiyle ilgilenen Brad Steiger var. “Philadelphia Deneyi ve diğer Ufo Komploları” adlı kitabı yazmıştır. Al Bielek’in hikayesi kitabın büyük bir bölümünü oluşturuyor. Kitap Timewalker Production tarafından 1990’da basıldı. İnner Light Productions, Box 753, New Brunswick, New Jersey 08903. (ISBN 0-948395-97-0)
En sonunda Preston “Montauk Projesi” adlı bir kitap yazdı. Hala mektup beklediğimden henüz bir detay veremeyeceğim.
Fizik ve elektrikte belli bir geçmişe sahip olanlarınız merakla Montauk Projesi ve Philadelphia Deneyiyle ilgili araştırmalar yapıp bilgiler bulmaya çalışacaksınız. Ben elektronik mühendisiyim ve doğru veya yanlış demeden her türlü bilgi ve veriyi bulup değerlendiriyorum. ASCII (bilgi alışverişi için 8 bitlik amerikan standart kodu) dosyam Tech-1, bazı BBS’lere upload edildi. Benden daha akıllı olduğunu düşünen birisi Bielek ve Nichols’le teknik açıdan bir yarışa girmiş görülüyor. Bu konuyla ilgili olarak dinleyiciden öteye geçemediğimiz müddetçe bulduğumuz bütün hikayeler zırvalama saçmasından öteye geçemeyecek. Bu konunu arkasındaki bilimi araştırmalıyız. Ve bununla ilgili bilgisi ve anlatacakları olan insanları bulmalıyız. Bize teknik bir bilgi verebilecek herkese $10 veririz. Eğer bize bilgi verme konusunda isteksiz davranırlarsa 40 yıllık bir deney için onların huzurunu bozmaya değmez. Belki de ceplerini yeşil banknotlarla doldurmak gerekir. Eğer biraz kendilerini zorlarlarsa ağızlarından bize faydalı birkaç kelime çıkabilir. Böylece doru yolda olup olmadığımızı veya doğru kişilerden doğru bilgileri alıp almadığımızı öğreniriz. Bundan başka bişey yapamayız.
Al Bielek beraberindekilere etkileyici şeyler anlattı. Acaba bu kişiler değerli teorik ve teknik bilgilerini fizikçilerle ve mühendisyenlerle paylaşmak isterler mi?
Bildiklerini benimle paylaşmak isteyenler beni aşağıdaki adreste bulabilir:
Rick Andersen
R.D. 1, Box 50A
Newport, Pennsyvania
17074

Çeviri: Onur Altekin & Çetin Bal


Gerçekten mükemmel bir konu. En azından benim için böyle. Bu konulara çocukluğumdan beri çok merak duyardım. Diyebilirimki hayatımda ilk defa hem bu kadar doyurucu bir bilgiye rastladım, hemde merakım eskisinden daha çok katlandı.

İnanıyorum ki; bu zamanda yolculuk konusu Kur'an'ı Kerim'de var! Zaten bu olayı yaşayanlar ve anlatanlar dikkat ederseniz incil ile bağlantılı bir hale getirmeye çalışıyor. Bazı anlayamadıkları durumu İncil'de var olan kıyaslama yoluna gidiyorlar. Oysa; tasavvufun içerisinde yüzyıllardır süluk eden mürşidi kamiller; bizzat yaşadıkları bu olayın dünyasal bir dil ile anlatılamayacağını, bilimsel olarak gerçekliğinin tesbit edilebilirliğini ve fakat tarifi konusunda beşeri hiç bir dilin bunun dışına çıkamayacağına dem vurdular.

En doğrusunu elbette Alim olan Allah (cc) ve bildirdikleri bilir.
 
1 Saatte bitti şükür. Benim gözlerde..:)

Bu konuyu okuyunca benimde merakım arttı. Ancak, teknik ilimlerle ilgili olmayınca süpermenliğin ötesine geçemiyorum. Her neyse.

Kafamda tam oturmayan bi kısım var.
Bu eleman 1943'te deneyde oluşan manyetik alanın yoğunluğu ile 1983'e sahile gidiyor. Yok olan gemi 40 yıl geleceğe gidiyor. Şimdi, soru cevaplarda diyor aynı anda 2 yerde yaşadım diye. Ancak; 1983'te hadi bu adam aynı anda iki yerde yaşadı, peki oraya gittiğinde onu tutuklayan polisler, polis köpekleri ve yanına götürdükleri Neuman denen deneyin başındaki adam ne yapıyorlardı. Aynı olayı yaşamış olmaları lazım ya da geçmişten geleceği öğrenerek olacakalrı değiştirip kendi yerlerini değiştirmeleri lazım. En azından o deneyin başındaki kişinin. Ancak oda ya 2 yerde oluyor 4 saat kadar bi süre, ya da bizim eleman sallıyor. Anlayamadım..

Ama okunması gereken bi yazı. Değer yani gözleri ağrıtmaya.
Manatıklı yerleri ise; madde görünmez edilebilir, ya da UFOların felan görünmesi. Bunlar olası şeyler. Ancak zamanda yolculukla, geleceği değiştirme fırsatı da olur bu kez.
Atıyorum bi trafik kazasını önledi geçmişe dönüp. Ancak gelecek zamanda herhangi bi kişi o kazada ölüyor. Geçmişte kurtarılsa da gelecekte nasıl yaşayacak? Yani zamanın 2'ye bölünmüş olması lazım. Zaman konusunda karışıyor kafam. Konu çok güzel ama. Tavisyemdir okunması lazım..

Birde tabiki olayın geleceği bilme ve değiştirme boyutu var. Ancak; Kuran'da da gaybı Allah bilir diyor. Bizmi yanlış anlıyoruz yoksa. Neyse abi bi sahur yapıyım sonra tok karnına bi daha düşünürüm:)

Yazı için eyvaAllah.

selametle..
 
Crew.jpg

O resim diye bahsi geçen, gönüllü donanma askerlerinin fotolarıda bu heralde..
 
Fotoğraf sanırım o günün anısına çekilen ve Bielek'in albümümde duruyor diye bahsettiği fotoğraf olabilir.

Kafana takılan konuyu ben biraz daha araştırdım. Benimde kafama takılmıştı çünkü. Elde ettiğim bilgi beni tatmin etti. Şöyle ki; Önce düzeltelim gemi geleceğe gitmedi Bielek ve kardeşi geminin yanında oluşan anafora atlayarak bir anda bilmediği 1983 dönemine yani o sahile düştü. Neuman ise, onu ve kardeşini tekrar geri göndererek kapanması gereken bir takım cihazlar olduğunu ve bunları kapatması gerektiğini hatta kırması gerektiğini söyleyerek geri gönderdi. İşte ben burada durdum. Tamam, kabul geminin yanındaki güçlü akım ile 1983 yılına geldi ama geri nasıl gitti, işte orada açıkcası tam anlaşılır bir bölüm yok. Belki anlatan kişi bilerek yada bilmeyerek bir an, o anın heyecanı ile anlattığı için atlamış olabilir diye düşünüyorum.

Birde; zaman olgusu bizim için var. Zamanın haricinde, bir de boyut var ki işte o tam anlamı ile bilinemiyor. Şuna benziyor; şuan dünya üzerinde bizlerle birlikte yaşayan cinni bir ümmet var. Kimi müslüman kimi kafir. Onların dahi kendilerine ait bir yaşantıları var ve bu yaşantıları bizlerle çakışmıyor. Yani ne bileyim bir noktada kesişmiyor ve dolayısı ile ne onlar bize nede biz onlara ilişmeden yaşayıp gidiyoruz. Var olan ama görün(e)meyen bu varlıkların yaşadığı bizimle aynı zaman dilimi ama başka bir boyut. Anlatabildim mi. Yani onlarında kendilerine ait bir teknolojileri var. Araç ve gereçleri var ama ne ? işte burasını bilemiyoruz. Bilemediğimiz için de devamlı kafamızı kurcalayan konuların başında geliyor.

Zaman değiştirme olayı ise bilinen bir şey. Bu kadere müdahil olmak değil. Bizzat kaderi müşahede etmek bana kalırsa. Ve bu müşahede çok muazzam fevkalede ve seçilmişlere sunulan bir lütuf bana kalırsa. Hani Musa (a.s.) ile Hızır (a.s.) kıssasını hatırlasana. Bir duvarı yıkıyor, bir gemiyi su alması için deliyor, bir küçük çocuğu öldürüyor. Hepsine de itiraz eden Musa (a.s.)'ya verdiği ders bir nevi buna benziyor.Yani yaptığın kadere engel olmak değil bizzat kazanın oluşmasına yani takdir edilmişin vukua gelmesine vesile olma olayı. Hani bir nevi; bir Sanatkar'ın (cc) eserini yaparken, bu konuyu çok merak eden hayranını sırf seyretmesi için izin vermesi gibi. Müdahil olamayacak, sadece seyredecek. Fırçayı ellemesine dahi izin yok! Bunun gibi...

Biraz daha araştır vaktin olursa, belki daha değişik bir şeyler yakalarız.
 
Aklıma şimdi geldi onu da ayrıca eklemek istedim. Bugünlerde yapılan deneyi biliyorsun. Meşhur Bin Bang. Fotoğraflarına baktınmı kullanılan malzemenin tamamı (güç olarak yani) elektrik! Devasa tirbünler elektrik gücü ile çalışıyor. Diğer makineler elektiriğin sağladığı güç ile tirbünlerin bunu o bölümlere aktarması ile gerçekleşiyor. Ve kullanılan elektiriğin kaç megawat olduğunu biliyormusun ? Tam 2 milyon KW. Bunun sağlayacağı akımı bir düşünürsen ne olduğunu anlarsın. Hatta elektirk mühendisi bir arkadaşım bana şu ilginç notu verdi: Bir şaltere bağladığımız kabloyu dünyanın etrafında tam 4 kez dolanrıdığımızı varsayalım. Ve ucunuda yanımıza kadar getirip bir ampul takalım. Şalteri indirdiğimiz anda yanımızdaki ampulun yandığınız görmek bizi şaşırtmasın. Bu 220 W akımın uyguladığı bir güç. ????? Ötesini düşünebilmek bile her açıdan dehşet!

Bir doktor arkadaşımda şunu söyledi. Elini bir iple bir makinaya bağlasalar. Sen herhangi bir güç kullanmadan, o bağlı olduğun makina; elini bir yukarı bir aşağı durmadan indirip kaldırsa. Ne oluyor biliyormusun sonrasında. Hiç bir güç harcamadan tamamen dış etkenler sonucu kalkıp inen kolunun sinirleri yanmaya başlıyor. Oysa sen herhangi bir güç harcamıyorsun. Ve devam ettiğin takdirde kemiklerine kadar bu yanma süreci devam ediyor. Şimdi bu noktada, okuduğumuz yazıda geçen geminin güvertesine ve duvarlarına gömülen insanları hatırla. Ne demek istediğimi sanırım şimdi daha iyi anladın.

Aklına bir şeyler gelirse yaz, yada bir şey bulursan paylaş. Bu yazın son günlerinde çok harika bir konu buldum kendime.
 
bu ne yaaa okudum ama canımada okudundu yani :) pek inanmadığımı söleyebilirim ama yinede böle şeyleri okuması ilgilenmesi zevkli oluyo.
 
İnşaAllah abi detaylandırırız sonra bu konuyu. Ama bugünlerde değil. Bir meşguliyet bitince..

selametle..
 
Bu konuda aklıma gelen bir konuyu sormak istiyorum.

Diyelim ki, zamanda yolculuk mümkün. Yoğun akımlar ile gelecekte 40 yıla gidebiliyoruz. Ama mesela, bu kişilerden bazıları 20 yıl sonra ölecek. 40 yıl sonraya giden biri, ölüm tarihini ıskalıyor mu? Mümkün değil ıskalaması ayrı konu. Ama sorum anlaşıldı değil mi? Yani, ne olacak o zaman, diyorum.?

selametle..
 
Allah Zülcelal Hazretlerinin yarattığı alemlerde var olan her "hal"de ilim muhakak var. Bunların cüzi bir kısmını insanlar fizik, kimya ve benzer gibi ilimlerle bulmaya/incelemeye çalışmaktadır.

Çoğumuzun doğal bir hal/bir sıradanlık gibi gördüğü bıçağın kesmesi, iğnenin batması, tamamen fizikle izah edilebilir/fizik kuralları ile yürüyen hallerdir.

Bir Allah dostuna kerametten sormuşlar, misal anlatmış. Demiş ki;

-Eskiden kara kışın ortasında ziyaret edilen bazı Allah dostları, ziyaretçilere o kara kışın ortasında, dağ başında taze salatalık-domates ikram ederlermiş de insanlar bunu keramet addedermiş, oysa bakın bu gün aynı hal "sera" denilen ortamlarda her kes tarafından yapılabiliyor.

Evet, doğru, herhangi bir işin ilmi bilinince yapılabiliyor. Allah u Alem, o zaman da, O Allah dostu, bunun ilmine vakıftı, kerameti de o ilmi bilmekti. Fark ne, o ilme, çalışarak elli yıl sonra ulaşmak ve ya bir şekilde Allah'ın izni ile aniden ulaşmak.

Şimdi, yukarıda ki konu. Bizim tasavvuf ilminden tanışık olduğumuz, Kur'an da açıkça bildirilmiş olan tayyi mekan, tayyi zaman... Bu, şu anda hala araştırılan ama Allah'ın ilminde var olan (ki, O'n da yok olan, yok) bir mesele. Artık yavaş yavaş belki Allah, bu ilminin açığa çıkmasına müsade edecek ve tayyi mekan, tayyi zamana birileri başka isimler verip, çağın yeni icadı diye günlük hayatta işlevsellik kazandıracak.
 
Geri
Üst
AdBlock Detected

We get it, advertisements are annoying!

Sure, ad-blocking software does a great job at blocking ads, but it also blocks useful features of our website. For the best site experience please disable your AdBlocker.

I've Disabled AdBlock    No Thanks