Hazret-i Eyyub Aleyhisselâmın zâhirî yara hastalıklarının mukabili, bizim bâtınî ve ruhî ve kalbî hastalıklarımız vardır. İç dışa, dış içe bir çevrilsek, Hazret-i Eyyüb'den daha ziyade yaralı ve hastalıklı görüneceğiz. Çünkü işlediğimiz herbir günah, kafamıza giren herbir şüphe, kalb ve ruhumuza yaralar açar. Hazret-i Eyyüb Aleyhisselâmın yaraları, kısacık hayat-ı dünyeviyesini tehdit ediyordu. Bizim mânevî yaralarımız, pek uzun olan hayat-ı ebediyemizi tehdit ediyor. O münâcât-ı Eyyübiyeye, o hazretten bin defa daha ziyade muhtacız.
Bahusus, nasıl ki o hazretin yaralarından neş'et eden kurtlar kalb ve lisanına ilişmişler. Öyle de, bizleri, günahlardan gelen yaralar ve yaralardan hasıl olan vesveseler, şüpheler-neûzu billâh-mahall-i iman olan bâtın-ı kalbe ilişip imanı zedeler ve imanın tercümanı olan lisanın zevk-i ruhanîsine ilişip zikirden nefretkârâne uzaklaştırarak susturuyorlar.
Evet, günah kalbe işleyip, siyahlandıra siyahlandıra, tâ nur-u imanı çıkarıncaya kadar katılaştırıyor. Herbir günah içinde küfre gidecek bir yol var. O günah, istiğfarla çabuk imha edilmezse, kurt değil, belki küçük bir mânevî yılan olarak kalbi ısırıyor.
Meselâ, utandıracak bir günahı gizli işleyen bir adam, başkasının ıttılaından çok hicap ettiği zaman, melâike ve ruhaniyâtın vücudu ona çok ağır geliyor. Küçük bir emâre ile onları inkâr etmek arzu ediyor.
Hem meselâ, Cehennem azâbını intaç eden büyük bir günahı işleyen bir adam, Cehennemin tehdidâtını işittikçe istiğfarla ona karşı siper almazsa, bütün ruhuyla Cehennemin ademini arzu ettiğinden, küçük bir emâre ve bir şüphe, Cehennemin inkârına cesaret veriyor.
Hem meselâ, farz namazını kılmayan ve vazife-i ubudiyeti yerine getirmeyen bir adamın, küçük bir âmirinden küçük bir vazifesizlik yüzünden aldığı tekdirden müteessir olan o adam, Sultan-ı Ezel ve Ebedin mükerrer emirlerine karşı farzında yaptığı bir tembellik, büyük bir sıkıntı veriyor. Ve o sıkıntıdan arzu ediyor ve mânen diyor ki, keşke o vazife-i ubudiyeti bulunmasaydı! Ve bu arzudan, bir mânevî adâvet-i İlâhiyeyi işmam eden bir inkâr arzusu uyanır. Bir şüphe, vücud-i İlâhiyeye dair kalbe gelse, katî bir delil gibi ona yapışmaya meyleder; büyük bir helâket kapısı ona açılır. O bedbaht bilmiyor ki, inkâr vasıtasıyla, gayet cüz'î bir sıkıntı vazife-i ubudiyetten gelmeye mukabil, inkârda milyonlarla o sıkıntıdan daha müthiş mânevî sıkıntılara kendini hedef eder. Sineğin ısırmasından kaçıp yılanın ısırmasını kabul eder. Ve hâkezâ, bu üç misale kıyas edilsin ki, ("Kazandıkları günahlar, kalblerini kaplayıp karartmıştır." Mutaffifîn Sûresi, 83:14.) sırrı anlaşılsın.
NÜKTELER…
İmam Şa’rani der ki:
- Bize ulaşan bir habere göre, bir bedevi Allah’a olan münacatı sırasında ona şöyle yalvarmış:
- Allah’ım, günahta ısrarla beraber, istiğfar etmem, bir alçaklıktır.
Fakat, senin rahmetinin genişliğini bildiğim halde, istiğfarı terk etmem de bir şaşkınlıktır. Ey merhametlilerin en merhametlisi olan Allah’ım, benim alçaklığımı, senin rahmetine olan güvenim hürmetine affeyle!..
DELİKANLININ TEVBESİ
Utbet-ül Gulam şamatacılığı ve sarhoşluğuyla meşhur, günah ve kötülükte ileri gitmiş biri idi. Bir gün Hasan Basri hazretlerinin toplantısına katıldı. Şeyh şu ayet-i kerimenin tefsirini okuyup açıklıyordu. Ayet-i Kerime’de ulu Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
- Allah’a iman edenlerin, O’nu zikirden dolayı kalplerinin ürpereceği zaman gelmedi mi” “yani kalplerinin korkacağı vakit gelmedi mi” dedi (Hadid 16)
Hasan Basri hazretleri ayetin tefsirini naklederken gayet etkili bir va’z yaptı, öyle ki, herkesi ağlattı.
Bu sırada kalabalığın arasından bir delikanlı ayağa kalktı. “ey müminlerin müttakisi ! Allah benim gibi günahkarlık ve kötülüğe batmış birinin tevbesini kabul eder mi” diye sordu. Şeyh “tabi, tevbe edecek olsan Allah senin günahkarlık ve kötülüğe dalmışlığını affeder” diye cevap verdi.
Adı Utbe-ül Gulam olan bu delikanlının bu cevap üzerine benzi sarardı, böğürleri titredi ve öylesine gür bir nara attı ki, arkasından baygın olarak yere düştü. Ayılınca yanına yaklaşan Hasan Basri ona şu beyitleri okudu:
Ey Arş’ın Rabbi’ne karşı gelen delikanlı
Bilir misin, nedir günahlarının cezası?
Günahkarların alınlarının yakalandığı gün
Asiler için “sair” var ki, onun yalazı gümbürtülü ve öfkelidir.
Eğer bu ateşe dayana bilirsen Allah’a isyan et,
Değilse günah işlemekten kaçın
Kazandığın günahlar yüzünden
Nefsini ipotek etmişsin, onu kurtarmaya çalış
Bu şiiri duyan delikanlı, bir kere daha gür bir nara salarak baygın vaziyette yere düştü. Ayılınca Şeyh’e yine sordu, “ey Şeyh! Esirgeyici olan Allah, benim gibi bir alçağın tevbesini kabul eder mi?” Hasan Basri hazretleri delikanlıya “günahkar kulun duasını bağışlayıcı olan Allah’dan başka kim kabul edebilir ki” diye cevap verdi.
Bu cevap üzerine kalbi biraz daha ferahlayan delikanlı, başını yerden kaldırarak Allah’tan üç şey dua etti. Birinci duası, “Allah’ım eğer tevbemi kabul ederek günahlarımı affedersen , bana gerek Kur’an-ı Kerim ve gerekse diğer ilimler ile ilgili olarak işittiğim her cümleyi kavrayacak derecede kuvvetli bir zeka hıfzetme gücü ihsan eyle”
İkinci duası şuydu: “Allah’ım bana öyle tatlı bir ses bağıla ki, benim dilimden Kur’an-ı Kerim duyan en katı kalpli kimselerin bile gönlü yumuşasın”
Üçüncü duası ise, “Allah’ım bana helal lokma nasibeyle, zaruri geçim kaynağımı ummadığım yerden temin eyle”
Allah (c.c.) delikanlının her üç duasını da kabul etti…
ASR-I SAADETTEN…
Hz. Ömer (r.a.) bir gün Medine mahallelerinden birini dolaşırken bir delikanlıyla karşılaşır. Delikanlı, elbisesinin altında içki şişesi taşımaktadır. Hz. Ömer "delikanlı, elbisenin altında ne var” diye sorar. Delikanlı az kalsın “içki” diye cevap verecekti ki o anda içinden şöyle dua etti. “Allah’ım beni Ömer’in karşısında rezil etme, rüsvay etme, ayıbımı gözünden sakla, bundan sonra bir daha içki içmeyeceğim.”
Arkasından “ey Emire-l müminin, elbisemin altında taşıdığım sirke şişesidir” diye cevap verdi. Hz. Ömer “göreyim” der. Delikanlı elbisesini kaldırır, Hz. Ömer bakar, gerçekten şişe sirke olmuştur. Demek ki içki sirkeye dönüşmüştür.
Kul korkusu ile tevbe ettiği için samimiyetinden dolayı Allah’ın içkisini sirkeye değiştirdiğini görüyorsun. Bu böyle olunca kötülüğe batmış bir günahkar, dönülmez bir tevbe ederek işlediği kötülüklerden vazgeçecek olsa ulu Allah onun günah içkisini ibadet sirkesine dönüştürecektir.
TEVBEYİ TEHİR ETMEMEK
Bir veli, otuz senelik terziye sormuş:
- “Neden hala tevbe etmiyorsun da, günahlı hayata devam ediyorsun?”
- “Nasıl olsa demiş terzi, can boğaza gelinceye kadar tevbenin vakti var. O zaman tevbe eder, kurtulurum.” Allah dostu sormuş
- Sen kaç senedir terzilik yapıyorsun?
- Otuz senedir.
- Bu kadar zaman içinde en çok elin neye alıştı.
- Makasla kumaş kesmeye:
Allah dostu bu defa şunu sormuş:
- Canın boğaza geldiği anda eline bir makas verseler yine kolayca kumaş kesebilir misin?
Omuzlarını silkmiş otuz senelik terzi:
- Öylesine korkulu anda kumaşı doğru kesemem ki?
Allah dostu taşı gediğine koymuş:
- Peki otuz senedir yaptığın bir işi doğru yapamıyorsun da, ömründe hiç yapmadığın tevbeyi nasıl yapacaksın o anda?...