Takiyye NEDİR??

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

ukubat

New member
ŞİİLER VE TAKIYYE

Şia ve Yalan



<<Şia>> lafzı söylenir söylenmez, onunla birlikte hemen <<yalan>> da akla gelir.bunlar, sanki aralarında fark olmayan eş anlamlı iki kelime gibidirler. Bu iki kelime, mezhebin kurulup Şii akidelerinin ortaya çıkarıldığı gün birbirine yapışmışlardır. Şiilik yalan üzerine kurulmuştur ve yalanla ayakta durmaktadır.

Şiilik yalan mahsulü olduğundan, Şiiler yalan’a takdis ve tazim süsü verdiler ve ona kendi isminden başka bir isim takarak “takiyye” adını verdiler. Onlar takıyye ile sakladıklarının tersini, gizlediklerinin zıddını izhar ederler. Takıyyeye bağlılıkta son derece ileri giderler; hatta onu dinlerinin bir esası, temeli ve aslı sayarlar; bunun masum kabul ettikleri imamlarından birine nispet ederler. Onların Buharileri olan Muhammed b. Yakub el-Kuleyni, bu hususla ilgili şunu rivayet eder: <<Takıyye, benim ve ecdadımın dinidir; takıyyesi olmayanın dini yoktur.>>[1] bunu söyleyen Şiilerin, iddialarına göre, beşinci imamları Ebu Caferdir!

el-Kuleyni, yine Ömer el-Acemi’den Ebu Abdullah’ın << Ey Ebu Ömer, dinin onda dokuzu takıyyedir; takıyyesi olmayanın dini de yoktur>>, dediğini nakleder.[2]

Kuleyni, Ebu Basirden de şu rivayeti nakleder: <<Ebu Abdillah, takıyye Allah’ın dinindendir, dedi. Ona, gereçketen Allah’ın dinindenmidir diye sorduğum da, evet Allah’ yemin olsun ki, takıyye Allah’ın dinindendir, dedi>>[3]

İşte Şiilerin mensup oldukları din ve inandıkları akide budur! Bu hakkın gizlenmesi ve batılın izharından başka bir şey değildir. Onlar, bu hususta bir de hadis uydurarak şöyle derler: <<Ey Süleyman b. Halid, Ebu Abdillah’ın “Ey Süleyman sizin dininiz öyle bir dinidir ki, Allah onu gizleyeni aziz, açığa vuranı da zelil eder”, dediğini nakleder>>[4]

Bu durum Allah’ın şu kelami il nasıl bağdaşır: <<Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et, eğer bunu yapmazsan onun elçiliğini yapmamış olursun>>[5] ve <<EY Muhammed artık sana buyurulanı açıkça ortaya koy. Puta tapanlara aldırış etme>>[6]

Allah’ın Resulü sav. de, Veda Haccı’nda dinini ilan ve akidesini izhar ederek şöyle buyurur: <<Tebliğ ettim mi?>> orada bulunanlar hep bir ağızdan <<evet>> derler. Bunun üzerine <<Şahit ol Ya Rabb! Burada bulunanlar bulunmayanlara tebliğ etsin; nice tebliğ olunan kişi vardır ki, onu bizzat işitenlerden daha iyi anlar>>.[7]

Hz. Peygamber yini şöyle buyuruyor: <<Allah, bizden bir şey işitip onu, işittiği gibi başkalarına bildiren kişinin yüzünü ak etsin, nice tebliğ olunan kişi vardır ki, onu bizzat işitenlerden daha iyi anlar>>[8] ve <<Bi ayet bile olsa, benden işittiğinizi tebliğ edin>>[9]

Yüce Allah, nebilerini ve Resullerini şu ayetleriyle över: <<Allahın göndermiş olduklarını tebliğ edenler, Allah’tan korkarlar ve Ondan başka kimseden korkmazlar. Allah hesap gören olarak yeter>>.[10]

Allah, Ashabı Kiram’ı da şu ifadelerle över: <<İnananlardan, Allah’a verdiği ahdi yerine getirenler vardır. Kimi, bu uğurda canını vermiş, kimi de beklemektedir. Ahdlerini hiç değiştirmemişlerdir. Bu sebeple Allah, doğruları doğrulukları ile mükafatlandırır. İkiyüzlüleri de dilerse azablandırır veya tevbelerini kabul eder. Şüphesiz Allah bağışlayandır, merhamet edendir>>[11], <<….Allah yolunda cihad eden, yerenin yerenin yermesinden korkmayan bir millet getirir…>>[12]

Allah, münafıkları yalanları sebebiyle zemmederek şöyle buyurur: <<Ey Muhammed! İki yüzlüler sana gelince: “Senin şüphesiz Allah’ın peygamberi olduğuna şehadet ederiz” derler. Allah, senin kendisinin peygamberi olduğunu bilir, bunun yanında Allah, iki yüzlülerin yalancı olduklarını da bilir.>>[13] Allah münafıkların özelliklerini de şöyle belirtir: <<İnananlara rastladıkları zaman, <<inandık>> derler, elebaşlarıyla baş başa kaldıklarında, <<Biz şüphesiz sizinleyiz, onlarla sadece alay etmekteyiz>> derler>>.[14] Allah onların uğrayacağı cezayı da şöyle açıklar: <<Doğrusu münafıklar cehennemin en alt tabakasındadırlar. Onlara yardımcı bulamayacaksınız>>.[15]

Resulullah sav. yalanı yasaklayıp zemmetmiş, doğruluğu ise emredip övmüştür. Nitekim Buhari ve Müslim şu hadisi rivayet ederler: << Doğruluktan ayrılmayın; zira doğruluk, iyiliğe, iyilik ise cennete götürür. İnsan doğrulukta ve doğruyu aramakta sebat ederse, Allah indinde sıddik olarak yazılır. Yalandan kaçının; zira yalan kötülüğe, kötülük ise cehenneme götürür. İnsan, yalan söylemekte, yalancılıkta ısrar eder, yalanı aramakta diretirse, Allah indinde yalancı olarak yazılır>>.[16]

Süfyan b.Abdillah es-Sakafi, Resulullah’ın, <<Din kardeşine bir şeyi yalan olarak söylemiş olman, onun da bunu tasdik etmesi, büyük bir hiyanettir>>, dediğini işittiğini söyler.[17]

Takıyye Din ve Şeriattır

Bu din, Müslümanların Allah’ın emri ve Peygamberin vasiyeti ile inandıkları bir şeydir; ancak Şiiler, bu hususta akideye hatta temel akidelerine bile yalan katmışlardır.

Mesela Şiilerin <<Saduk>>’ları ve muhaddislerinin üstadı el-Kummi , meşhur risalesi <<el-İtikadat>> şöyle der: <<Takıyye vaciptir; onu terk eden namazını terk eden gibidir>>, <<Takıyye vaciptir; el-Kaim ortaya çıkıncaya kadar onu terk etmek Caiz değildir. Onun hurucundan önce takıyyeyi terk eden kişi, Allah’ın dininden, İmamiyenin inancından çıkmış, Allah’a ve imamlara muhalefet etmiş olur. Cafer es-Sadık’ as. <<Allah katında en değerliniz, O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır>>(Hucurat: 9/13) ayetinin manası sorulduğunda <<Takıyye ile amel edeniniz, en muttaki olanınızdır>> demiştir>>.[18]

Resulullaha’a, <<Takıyyesi olmayan bir mümin, başı olmayan ceset gibidir>>,[19] yalanını isnad eden bir topluluk, niçin takıyyeyi inançlarının esaslarından saymasın.

Şiiler, takıyye ile ilgili olarak, masum kabul ettikleri imamlarından şunları naklederler:

Onlara göre ilk masum imam olan Ali b. Ebi Talib şöyle demiştir: <<Takıyye müminin en üstün amelidir; mümin, kendini ve kardeşlerini facirlerden onunla korur>>.[20]

Üçüncü imamları Hüseyin b. Ali şunu söyler: <<Takıyye olmasaydı, dostumuz kim, düşmanımız kim bilinmezdi>>.[21]

Dördüncü imamları: <<Allah müminin bütün günahlarını affeder, onu dünyada ve ahirette temizler; ancak şu iki günahı affetmez: Takıyyeyi terk etmek ve kardeşlerinin haklarına riayet etmemek>>.[22]

Beşinci imamları el-Bakır lakabı ile meşhur olan Muhammed b. Ali b. El-Hüseyin’in de şöyle dediğini naklederler: <<Takıyyeden daha değerli ne vardır! Takıyye müminin cennetidir>>,[23] <<Eğer başınızda adaletsiz ve zalim bir idare varsa, onlarla zahiren kaynaşın, içinizden de karşı çıkın>>.[24]

<<es-Sadık>> lakaplı Ebu Abdillah künyeli altıncı imamları Cafer b. El-Bakırdan da şu rivayet edilir: <<Ey Habib! Allah’a yemin olsun ki, benim için yeryüzünde takıyyeden daha değerli hiçbirşey yoktur; takıyye yapanı Allah yüceltir, takıyye yapmayanı ise, alçaltır>>.[25]

Yedinci imamları olan Musa b. Cafer, talebesi Ali b. Suveyd’e şöyle yazmıştır: <<Bizim söylediğimiz veya bize nisbet olunan bir şey duyduğun zaman, hilafının doğdu olduğunu bilsen bile, sakın hiçbir şey söyleme; çünkü sen, onu niçin söylediğimizi ve hangi sebeple vaz ettiğimizi bilemezsin. Sana bildirdiğimize inan, gizlemeni istediğimiz şeyi ise ifşa etme>>.[26]

Sekizinci imamları Ali b. Musa şöyle der: <<Vera’sı olmayanın dini, takıyyesi olmayanın imanı yoktur. Allah katında en üstününüz takvası en çok olanınızdır>>. Kendisine, ne zamana kadar böyle olacağı sorulduğunda, <<Bilinen vakte kadar, yani Kaimimizin ortaya çıkacağı zamana kadar. Kim,, Kaimimizin ortaya çıkışından önce takıyyeyi terk ederse, bizden değildir>>, dedi.[27]

İşte Şiilerin yalan hususundaki inançları, onu kutsallaştırmaları ve ondaki aşırılıkları bunlardır. Bütün bunlardan sonra, hiçbir kimse, onlara güvenebilir, sözlerini tasdik edebilir ve kendileriyle gidip anlaşabilir mi? Hindli Şii bilgin es-Seydi <<İmdad İmam>>, şu sözleriyle bunu doğrulamaktadır: <<İmamiye ve Ehli Sünnet mezhepleri, farklı cihetlere doğru akan iki ırmak gibidirler ve kıyamete kadar da birbirleriyle uzak olarak akacaklardır. Birleşmleri imkansızdır>>.[28]

Muhibbudin el-Hatip de, risalesine vermiş olduğu şu isimle bunu dile getirmiştir: <<İmamiye Şiası Dininin Üzerine Kurulu Olduğu Ana Esaslar ve Onunla Bütün Fıkra ve Mezhepleri de Dahil Olmak Üzere İslam Esaslarının Birleştirilmesinin İmkansızlığı>>.

Doğru ile yalan nasıl birleştirilir? Doğru söyleyen ile yalancı bir araya gelebilirmi? Zira yalancı, yalanı zaruri ve vacib saymakla kalmıyor, aynı zamanda onu Allah’a yaklaşmak için en büyük vesile olarak görüyor!

Takıyye Düpedüz yalandan Başka Bir şey Değildir

Bazı Şiiler takıyyeye karşı çıktılar ve takıyyeden maksadın yalan söylemek değil, nefsin korunması ve şerden kurtulmak için gerçeğin (emr) gizlenmesi olduğunu söylediler.

Gerçek böyle değildir; zira onlar takıyye ile yalan ve aldatmayı kastederler ve inandıklarının tersini izhar ederler. Bunun böyle olduğuna şunlar delil teşkil etmektedir:

Muhammed b. Yakub el-Kuleyni, el-Kafi de şunu rivayet eder: <<Münafıklardan bir kimse olmüştü. Hüseyin b. Ali dışarı çıkıp onun cenazesi ile birlikte yürümeye başladı. O sırada dostlarından biriyle karşılaştı. Ona nereye gidiyorsun diye sorduğunda, namazını kılmamak için bu münafığın cenazesinden kaçıyorum, dedi. Bunun üzerine Hüseyin sağımda durmaya bak, benden ne duyarsan aynısını söyle, dedi. Münafığın velisi (imam) tekbir alınca Hüseyin de tekbir alarak şöyle dua etti: Ey Allah’ım falan kuluna tam bin defa lanet et. Ey Allahım bu kulunu insanların ve beldelerin içinden geçir, cehennemine ulaştır ve ona en şiddetli azabını tattır, çünkü o, düşmanlarını dost edinmiş, dostlarına düşman olmuştu. Nebi’nin Ehli Beytine buğzederdi>>.[29]

Bu yalanın bir benzerini Resulullah’a isnad ederek ona iftirada bulunan Şiiler, Ebu Abdillah’ın şu rivayetini naklederler: <<Abdullah b. Ubey b. Selul ölünce, Hz. Peygamber onun cenazesine iştirak etti. Hz. Ömer resulullah’a, Allah seni onun kabrinde dua etmekten nehyetmedi mi, diye sordu. Resulullah cevap vermedi. Bunun üzerine Ömer tekrar, Allah seni onun kabrinde dua etmekten nehyetmedi mi, diye sorduğunda, Resulullah şu cevabı verdi: Sana yazıklar olsun! Benim nasıl dua edeceğimi nereden bileceksin! Dedim ki, Allahım onun karnını ateş ile doldur, kabrini ateşle doldur ve onu ateşe at. Ebu Abdillah, O (Ömer) böylece Resulullaha söylemek istemediği bir şeyi söyletti, dedi>>.[30] Bu, takıyye hususunda Şiilerin itikadıdır. Şöyle ki, onlara göre ,Resulullah, Allah’ın hakkında istigfarda bulunmasını menettiği bir münafık için istigfar ediniyor görünerek insanları aldatıyor. Resulullah böylece, rivayet ettikleri üzere, ashabının yaptığının tersini yapmak suretiyle Allah’a ve emirlerine muhalefet ediyor; çünkü onlar, Resulullah’ın onun için dua mı, yoksa beddua mı ettiğini bilmiyorlar. İşte bu sebeple ashabın rahmet diledikleri kişiye, aynı anda Hz. Peygamber lanet ediyor. Böylece resulullah’ın içi dışına, dışı içine uymamış oluyor. Onlara göre –Allah korusun- Ömer’e söylemek istediği husus buydu.

İslamın son derece güçlü olduğu bir devirde Resulullah’ı Abdullah b. Ubey’e beddua bulunmaya sevkeden nedir? Diye sorabilirsin. Abdullah b. Ubey İslam’dan ve onun şevketinden korktuğu, bir takım fayda ve menfaatlata tamah ettiği için münafıklık etmiştir. Şiiler ise bu uydurma haberi yalnızca çirkin akidelerini kuvvetlendirmek için kullanmışlardır. Onlar böylece Resulullah’ın da tıpkı imamalrı gibi takıyye –yani yalan- ile amel etmiş olduğunu göstermek istiyorlardı. İşte bu, nesi muhafaza ve kötülükten korunmak için işi (inancı) gizlemektedir, dedikleri Şiilerin takıyyeleridir. Hiçbir kimse bunun yalan ve münafıklık olduğundan şüphe edemez. Takıyyenin sırf münafıklık olduğunu açıklayan bir diğer rivayeti Kuleyni,, Muhammed b. Nüslim’den nakleder: <<Ebu Andillah’ın yanına vardım; yanında Ebu Hanife vardı. Ona, canım sana feda olsun, garib bir rüya gördüm, dedim, bana ey Müslim’in oğlu, işte onu bilen burada oturuyor dedi ve eliyle Ebu Hanife’yi işaret etti. Bunun üzerine ben, rüyamda evime girmiştim, o sırada zevcem bana karşı gelerek üzerime bir çok ceviz attı, doğrusu bu rüya beni çok şaşırttı, dedim. Ebu Hanife, sen zevcenin miras meselelerinde ona karşı çıkıyorsun ve bu konuda ihtilaf ediyorsunuz; şiddetli bir sıkıntıdan sonra, inşallah isteğine kavuşacaksın dedi. Bunun üzerine Ebu Abdillah, doğru söyledin ya Ebu Hanife, dedi.>>

<<Ebu Hanife çıkıp gittikten sonra Ebu Abdillah’a canım sana feda olsun, bu nasıbınin tabirinden hoşlanmadım, dedim. Ebu Abdillah üzülme, ne onların tabiri bizim tabirimize, ne de bizim ki onlarınkine uyar; senin rüyanın tabiri onun söylediği gibi değildir, dedi. Ben, canım sana feda olsun, ona hatalı olduğu halde <<doğru söyledin>> demen ve bunun üzerine yemin etmenin sebebi nedir, diye sordum. Ebu Abdillah, evet onun hatada isabet ettiğine dair yemin ettim, dedi>>.[31]

Bilindiği üzere Ebu Hanife, kendisinden korkulacak derecede makam mevki sahibi bir kimse değildi; üstelik idarecilerin öfkesine hedef olan bir insandı. Sonra o, Ebu Abdillah’tan ne kendisini övmesini ne de rüyasını soran kişiyi kendisine yöneltmesini istemişti. Ebu Abdillah bizzat Ebu Hanifeyi övmüş, Muhammed b. Muslim’in rüyasını tabir etmesini istemişti. Daha sonra onu tasdik etmiş ve tabirinin doğruluğuna dair yemin etmişti; onun meclisinden ayrılmasından sonra da onu hatalı olmakla suçlayıp ondan teberi etmişti. Buna ne demek lazım? Bunun nifaktan başka bir ismi olabilir mi?

Bunun bir benzeri de, yine Kuleyni’nin bir ayetle ilgili olarak Kafi’de rivayet ettiği şu haberdir: <<Musa b Uşeym şöyle der: Ebu Abdillah’ın yanında idim, Bir kimse, ona, Allah’ın Kitabından bir ayetle ilgili bir soru sordu, o da cevap verdi. Sonra bir başkası gelerek aynı ayet hakkında sordu, o da cevap verdi. Sonra bir başkası gelerek aynı ayet hakkında sordu, ona birinciye verdiği cevabın tam tersini söyledi. Bu bana öyle dokundu ki, kalbimin adeta bıçaklarla doğrandığını hissetim. Kendi kendime, bir vav harfinde bile hata yapmayan Ebu Katade’yi Şam’da bıraktım da, böyle büyük hatalar yapan bir kimsenin yanına geldim, dedim. Benn böyle düşünürken bir başkası daha geldi ve ona yine aynı ayeti sordu. Bu sefer her iki cevaptan farklı bir cevap verdi, o zaman kalbim rahatladı ve bunun takıyye olduğunu anladım>>.[32]

İnsaflı kişiler bu konuda ne derler? Bu nasıl bir takıyyedir? Bu tanakuz ve tezatlara, onları hangi kötülük sevketmiştir? Bununla hangi musibetten kurtulmuşlardır? Dini ve dünyevi meselelerde, böyle bir itikada sahip olan bir kimseye güvenilebilinirmi? Böyle bir insan, Kitab’a ve Sünnet’e inanırmı? Keşke bilebiseydim… Onların, ne zaman takıyye ile amel edip, ne zaman etmediklerini kim bilebilir? Bu dini bozmak, İslam’ın temelini yıkmak, Allah’ın Kitab’ının ayetleri ile oynamak değil midir?

Bundan da öte, Şiilerin idialarına göre, imamları takıyye sebebiyle haramı hela, helalı haram saymışlardır. Mesela Kafi’de Eban b. Tağleb’ten şu rivayet edilir: <<Ebu Abdillah’ın şöyle dediğini işittim: Babam zamanında, takıyye gereğince doğan ve atmacanın öldürülmesinin helal olduğuna dair fetva verirdi. Ben ise, onlar için takıyyi gerekli bulmuyorum; onlar haramdır>>.[33]

Bu konuda ne söylenebilir? Onun helal diye fetva verdiği haram değil midir? Ey Allah’ın kulları, din ve şeriat bumudur? Onun, avamdan birinin bile haram olarak kabul ettiği bir şeyin helal olduğuna dair fetva vermesi caizmidir? Onların iddia ettikleriimamet ve ismet nerededir?

Bakınız Cenabı Hakk bu konuda ne buyuruyor: <<Ey Muhammed de ki, Allah’ın kulları için yarattığı zinet ve temiz rızıkları haram kılan kimdir>>.[34] Allah Yahudilerin ve hristiyanların zemmi için de şöyle buyurur: <<Onlar Allah’ı bırakıp hahamlarını papazlarını ve Meryem oğlu Mesih’i rableri olarak kabul ettiler>>.[35] Resulullah da bu hususu şu sözle açıklar: <<Onlar kendilerine helal kıldıkları bir şeyi helal kabul ederler; kendilerine haram kıldıkları bir şeyden de sakınırlar>>.[36]

Yüce Allah, bir şeyi haram yahut helal kılmanın yalnız kendisine ait olduğunu; Peygamberinin bile bu hususta hiçbir hakkının olmadığını şu ayetle beyan etmiştir: <<Ey Peygamber, Allah’ın sana helal kıldığı şeyi niçin kendine yasak ediyorsun>>.[37]

Haramı helal, helalı haram kılan sadece el-Bakır değildir! Şiilerin inançlarına göre, bütün imamlar, Allah’ın haram kıldığını helal, helal kıldığını da haram sayma hakkına sahiptirler. Bu yüzden el-Bakır, haramı helal, helalı haram saymıştır.

Şianın büyük muhaddisi Ebu Amr Muhammed el-Keşşi kitabında şu rivayeti nakleder: <<Hamdeveyh, es-Sakafi’den, o, Ebu Hazma Makıl el-Iclı’den, o Abdullah b Ebi Yafur’dan şöyle rivayet eder: <<Ebu Abdillah’a Allah’a yemin olsun ki, bir hurmayı ikiye ayırıp şu helal, şu haramdır desen, helal dediğin helal, haram dediğinin de haram dediğine inanırım. (Acaba Ebu Abdillah bu söze karşı çıkıp reddetti mi? Hayır üstelik şöyle dedi) Allah sana rahmet etsin, Allah sana rahmet etsin>>.[38] İşte Şiilerin övdükleri tikadları budur. Ebu yafur’un bu sözü üzerine el-Cafer şunuda söylemiştir: <<Abdullah b. Ebi Yafur’dan başka hiçbir kimse, Allah’ın hakkımızda farz kıldığını bize eda etmemiştir.>>.[39]

Şiilerin dokuzuncu imamları Muhammed b. Ali b. Musa, kendisine Şia’nın ihtilafı hakkında bir soru sorulduğunda şu cevabı vermiştir: <<İmamlar, istediklerini helal, istemediklerini haram kılan kimselerdir>>. Böyle bir inancı olan kimsenin diğer meselelerde yalan söylemiyeceğini nasıl inanılabilir? Helal-Haram konularında kendisine güvenilmeyen bir kimseye, mübahlar konusunda nasıl güven duyulabilir?

Sonra el-Bakır’ı, fetvayı vermeye zorlayan kimdir? Cafer’in sözünden anlaşılan, babasının fetvasının Emevi sultanlarını hoşnut etmek için verilmiş olacağı hususudur. Zira o, <<(Babam) Emeviler devrinde fetva veriyordu>> diyor. Bunu böyle kabul etsek bile, acaba Şiiler doğru olduğuna inandıkları şu rivayete ne diyeceklerdir: <<Cabir’in, bizzat el-Bakır’dan naklettiği bu rivayete göre Resulullah şöyle demiştir: Kim zalim bir sultanı, Allah’ı gazaba getirerek hoşnud ederse, Allah’ın dininden çıkar>>.[40] Şiiler, haram’ı helal kılmayı Allah’ı gazablandırmak saymıyorlar mı?

Ali b. Ebi Talib, iddialarına göre, bir hutbesinde şöyle demiştir:<< İman, sana zararı dokunacak bir yerde doğruluğu, fayda temin edecek olana yalana tercih etmendir>>.[41]

Artık hiçbir kimse, takıyyenin sırf yalan olduğundan şüphe edebilir mi?

Bu hususla ilgili birkaç misal verelim :

Bu konuda pek çok misal mevcuttur. Mesela Seleme b. Muhriz’den şu rivayet nakledilir: <<Ebu Abdillah’a, bana vasiyet eden bir ermani’nin öldüğünü söyledim, ermani’nin ne olduğunu sordu, onun dağlarda yaşayan bir Nebati olduğunu, öldüğünde terikesini bana vasiyet ettiğini, geriye yalnız bir kızı kaldığını söyledim. Bana, terikesinin yarısını al, dedi. Bu haberi Zerare’ye söylediğimde, o senden takıyye yapmış, malın tamamı kıza aittir, dedi. Bunun üzerine tekrar Ebu Abdiilah’ın yanına gittim. Ona, Allah sana hayırlar versin, dostlarımız, senin bana karşı takıyye yaptığını söylüyorlar, dedim. O, hayır, Allah’a yemin olsun ki sana karşı takıyye yapmadım; fakat kefil olmandan korktum; bunu hiç kimse anladımı, dedi. Hayır, dedim. Ebu Abdillah, kıza malın kalanını da ver, dedi>>.[42]

Bakın Ebu Abdillah, Seleme b. Muhriz’e önce malın yarısını almasını, sonra da tamamını kıza vermesini söyledi. Bu iki şıktan ancak birisi doğru olabilir. O, ya malın yarısını almak hakkına sahiptir, ya da hiçbir şey alamaz. Eğer hiçbir hakkı yoksa, niçin önce yarısını almasını söyledi; şayet hakkı varsa niçin ikinci seferde fikrinden döndü? Zürare b Ayun ne arkadaşı ve yoldaşı, ne de bir mukallidi olduğu halde imam niçin korkuyordu? Bir kimsenin, takıyye adına, doğru ifadeyle yalan ile, Allah ve Resulünün emirleri hilafına fetva vermesi caiz midir?

Feraiz meseleleri, içtihadla değil, nasslarla sabittir. Nassları değiştirip ve bozup, tersine fetva veren bir kimseye diğer meselelerde itimad edilebilir mi? Yine Kuleyni’nin Kafisinde naklettiği, bu rivayete çok benzeyen bir rivayet daha vardır. Buna göre Abdullah b. Muhriz şöyle der: <<Ebu Abdillah’a, bana vasiyette bulunan bir kimsenin öldüğünü ve geriye kızının kaldığını, bu adamın mirası hakkında ne diyeceğini sordum. Bana, mirasının yarısını kıza, yarısınıda Mevlalara ver dedi. Bu meseleyi dostlarımıza danıştığımda onlar, hayır, Allah’a yemin olsun ki, Mevlalara verilecek bir şey yoktur dediler.bunun üzerine Ebu ABdillah’ın yanına tekrar gidip, dostlarımız Mevlalara verilecek bir şey yoktur, o sana karşı takıyye yapmıştır diyorlar dedim. Ebu abdilah, hayır, Allah’a yemin olsun ki, sana karşı takıyye yapmadım; fakat terikenin yarısından almandan korktum; eğer korkmuyorsan diğer yarısını da kıza bırak, Allah sana kefil olacaktır, dedi>>.[43]

Bu iki rivayetten anlaşılıyor ki, Şiiler yalana, sadece nefsi korumak, zatı, muhafaza etmek için cevaz vermekle kalmamışlar, hiçbir sebep olmaksızın yalan söylemişlerdir. Soru soranAbdullah b. Muhriz ve Seleme ne emevilerden, ne de Abbasilerdendir; her ikisi de hakiki Şii olup <<masum imam>>’ın taraftarındandır. Aynı şekilde, Cafer verdiği batıl fetvayı icabı değil, Maslahat icabı yalan yere verdiğini de belirtmiştir.

Şii imamlar, takıyyenin sadece yalandan ibaret olduğunu da açıklamışlardır. Mesela Ebu Basir, Ebu Abdillah’aran şu rivayeti nakleder: <<Ebu Abdillah, takıyye Allah’ın dinindendir, dediğinde gerçekten Allah’ın dininden midir, diye sordum. Şöyle cevap verdi: Evet, Allah’a yemin olsun ki, takıyye Allah’ın dinindendir. Nitekim Yusuf onların yüklerini yükletirken bir su kabını kardeşinin yüküne koydurdu. Sonra bir münadi şöyle bağırdı: Ey kervancılar siz hırsızsınız>> (Yusuf 70) Halbuki onlar hiçbir şey çalmamışlardı>>.[44]

Şii muhaddis el-Keşşi’nin naklettiği rivayet bundan daha açıktır: <<Hüseyin b. Muaz b. Muslim en-Nahvi, Ebu Abdillah’tan şunu nakleder: Ebu Abdillah bana, duyduğuma göre halkı camiye toplayıp onlara fetva veriyormuşsun dedi. Ben de evet zaten buradan ayrılmadan sana bunu soracaktım; ben camideyken bir kimse yanıma gelip bir şey soruyor, ona bu hususu anlatırken senin söylediklerini haber veriyorum dedim. Bunun üzerine Ebu Abdillah, bildiğin gibi yap, ben de öyle yapıyorum dedi.>>[45]

Onların imam dedikleri bu kimse, insanlara yalan söylemelerini ve başkalarını aldatmalarını emrediyor. Yüce Allah <<Ey inananlar! Allah’tan sakının ve doğrularla beraber olun>>,[46]<<Ey inananlar Allah’tan sakının ve dürüst söz söyleyin>>[47] buyururken, bu anlayışa ne demeli? Burada ki mesele, yani takıyye, Allah’ın bu zikrettiğimiz ayetlerine ters düşmektedir. Şiiler, sadece yalan söylemekle kalmıyorlar, üstelik onu emrediyorlar ve Allah’a yaklaşmada bir fazilet sayıyorlar, mezheplerini bunun üzerine kuruyorlar. Onların hadis ve tefsir kitapları, bu nevi yalan ve batıl sözlerle doludur.

Onlar, bu durumdan şikayet eden bir kimseyi, bu hilafı, tenakuz ve yalandan ibaret olan takıyyenin maslahat ve maksada dayandığını belirterek suçlarlar. Mesela el-Keşşi, Ebul Hasan Musa el-Kazı’ın hapishanede iken taraftarlarında birine şöyle yazdığını zikreder: <<Bizim davetimizi kabul edeceğine inandığın kimseyi, Rabbinin yoluna çağır. Biz hapiste olduğumuz için üzülme. Bizden mervi veya bize nispet edilen bir haber sana ulaştığında, yanlış olduğunu bilsen bile, sakın bu batıldır deme; zira sen onu niçin söylediğimizi nasıl vasıflandırdığımızı bilemezsin>>[48]

Onlar, sadece yalan söylemekle kalmazlar, üstelik insanları buna teşvik ederler. Mesela Ebu Abdillah’tan şu rivayette bulunurlar: <<Sizden her kim, farz namazını vaktinde kılar ve sonra onlarla tahiyye namazı kılarsa, Allah bu kimseye yirmibeş derece sevap yazar. O halde böyle yapmaya devam edin>>.[49]

Bir kimsenin, Kuran ve Sünnet’e aykırı bir söz işitip, bu imamlardan birisinden rivayet edilmiştir diye alması ve onun batıl olmadığına hükmetmesi, aklan uygun bir şey midir? Bu sözün, sadece imamlardan sadır olması, Kitab ve Sünnet’e uygun düşmemesi halinde, onu kabul etmeyi gerektirmez; çünkü İslam’da esas olan, sadece, tenakuz ve hilaftan uzak bulunan Allah’ın Kitabı ve Resulünün Sünnet’idir.

Aynı şekilde, akıllı bir insanın bazısı bazısına ters düşen bir şey duyup ve götürüp <<bu tamamen haktır ve doğrudur>>, demesi mümkün müdür? Gerçeğin bir tek olduğu malumdur. Bir kimsenin sözlerinin birbirini tutmaması ve görüşlerinin tenakuz halinde olması, yalanın açık alametlerindendir.

Şiilerin, bir mesele hakkında ileri sürdükleri bir görüş, muhakkak o meseledeki başka bir görüşle teat teşkil eder. Hatta hadis ravilerinin içinde bile, hakkında hem sika, hem de zayıf diye bir kavil olmayan birisine rastlamak biraz zordur. Öyle ki, bazılarının sika dediği raviyi, diğeri Esfel-i Safiline indirerek lanetlilerin lanetlisi yapar.





--------------------------------------------------------------------------------

[1] Kafi c:2 s.219

[2] Kafi c.2 s.217

[3] Kafi c:2 s.217

[4] Kafi c.2 s.222

[5] Maide 67

[6] Hicr 94

[7] Buhari

[8] Tırmızi

[9] Buhari

[10] Ahzab 39

[11] Ahzab 23,24

[12] Maide 54

[13] Münafıkun 1

[14] Bakara, 14

[15] Nisa, 145

[16] Buhari

[17] Ebu Davud

[18] Kummi, el-İtikadat

[19] Tefsiru Askeri, s. 162

[20] Tefsiru Askeri, s. 162, Matbaatu Caferi, Hind

[21] Tefsiru Askeri, s. 162, Matbaatu Caferi, Hind

[22] Tefsisru Askeri, s. 164

[23] Kafi c.2 s.220

[24] Kafi c.2 s.220

[25] Kafi c.2 s.217

[26] el-Keşşi, Rical, s.365

[27] el-Erdebili, Keşful Gumme s. 341

[28] Mishabuz Zulm s.41-42

[29] Kuleyni, el-Kafi, c. 3, s. 189

[30] Kafi c.3 s.188

[31] Kuleyni c. 8 s.292

[32] Kafi c.1 s. 163

[33] Kafi c.6 s.208

[34] Araf 32

[35] Tevbe 31

[36] Tırmızi

[37] Tahrim 1

[38] el-Keşşi, Rical, s. 215

[39] el-Keşşi, Rical, s. 215

[40] Kafi c.3 s737

[41] Nechul Belaga

[42] Kafi c. 7 s. 86-87

[43] Kafi c.7 s.87-88

[44] Kafi c.2 s. 217

[45] el-Keşi Rical s. 218

[46] Tevbe 119

[47] Ahzab 70

[48] el-Keşşi; Rical, s. 368

[49] Kafi s.1


Anasayfa Makalelere dön
 
evet işte şianın biz sünnilerin kardeşiyiz demelerinin nedeni..
işte şianın suni abd ve israil düşmanlığının sebebi..
TAKİYYE...
 
bizde okuyoruz ve söylüyoruz bunları kafamıza göre söylemiyoruz şianın bütün hepsi sapık bir inanç içinde degildir diyorum
 
istersen haddini aşma ukubat..
talha ve zeynep kardeşler hakkında su-i zan yapma..

selametle..
 
talha ve zeynep isimli şahıslara ithaf olunur..

birincisi ithaf etmen için sana ait kayda değer bi görüş bulunması ve sana ait olması gerekir ve bedeninin üstünde kısmende olsa beyin olması gerekir.buna istinaden herhangi bi düşünceye ve idrak kabiliyetine sahip olman gerekir.artı seni kale alan mevzu bahis olan kişiler gerekir..ki bunların hiç biri sende mevcut olmadığı için sana yakışan bi ata sözü var ben yazmıyorum sen zihninde telakki edersin

talha ve zeynep isimli kişiler gönüllü şia barosunun avukatlarıdırlar..

actığın konular ve konuşmaların sunu gösterdiki sen sadece sokak aralarında kulaktan duyma dedikodu yapan ev hanımlarından farksız deilsin hiç bi dayanak yada tezin yok..benim babam seni döver yaşındasın tabi beyin olarak fikir olarak görünüş olarak insanı andırabilirsin.daha fazla uzatırsan daha fazla uzatırım bilesin..slm ve dua ile
 
BAKARA SURESİ
190- Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda savaşın, (ancak) aşırı gitmeyin. Elbette Allah aşırı gidenleri sevmez.

191- Onları, bulduğunuz yerde öldürün ve sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Fitne, öldürmekten beterdir. Onlar, size karşı savaşıncaya kadar siz, Mescid-i Haram yanında onlarla savaşmayın. Sizinle savaşırlarsa siz de onlarla savaşın. Kafirlerin cezası işte böyledir.

192- Onlar, (savaşa) son verirlerse (siz de son verin); şüphesiz Allah, bağışlayandır esirgeyendir.

193- (Yeryüzünde) Fitne kalmayıncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse, artık zulüm yapanlardan başkasına karşı düşmanlık yoktur.

194- Haram ay, haram aya karşılıktır; hürmetler (de) karşılıklıdır. Öyleyse kim size saldırırsa, onun saldırdığı gibi siz de ona saldırın. Allah'tan korkup-sakının ve bilin ki Allah, muhakkak ki korkup-sakınanlarla beraberdir.

216- Savaş, hoşunuza gitmediği halde üzerinize yazıldı (farz kılındı). Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz.
 
bana hakaret edenlerede uyarsana bir zahmet seyfullah kardeşim..
bak :cold ne demiş..adalet bu mu??
birincisi ithaf etmen için sana ait kayda değer bi görüş bulunması ve sana ait olması gerekir ve bedeninin üstünde kısmende olsa beyin olması gerekir.buna istinaden herhangi bi düşünceye ve idrak kabiliyetine sahip olman gerekir.artı seni kale alan mevzu bahis olan kişiler gerekir..ki bunların hiç biri sende mevcut olmadığı için sana yakışan bi ata sözü var ben yazmıyorum sen zihninde telakki edersin


Alıntı:
ukubat´isimli üyeden Alıntı
talha ve zeynep isimli kişiler gönüllü şia barosunun avukatlarıdırlar..

actığın konular ve konuşmaların sunu gösterdiki sen sadece sokak aralarında kulaktan duyma dedikodu yapan ev hanımlarından farksız deilsin hiç bi dayanak yada tezin yok..benim babam seni döver yaşındasın tabi beyin olarak fikir olarak görünüş olarak insanı andırabilirsin.daha fazla uzatırsan daha fazla uzatırım bilesin..slm ve dua ile
__________________
 
ee ukubat yazıdaki sıkıntı ne?
sana kaynak diyor..
buyur kaynak..!!
bi aralar bende istemiştim kaynak..sen ne dedin:
"islamoğlunun talebeleri, yüzlerce alim mi haklı siz mi haklısınız göreceğiz" gibisinden bi söz..maşallah ne kaynak:)
bak busayfanın en tepesindeki yorum sana ait..hani 11 ileti.. buna da kaynak istesek ayıp etmiş olur muyuz.!?? nerden anladın, şia nın gönüllü avukatlıklarını?:)

selametle..
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Geri
Üst
AdBlock Detected

We get it, advertisements are annoying!

Sure, ad-blocking software does a great job at blocking ads, but it also blocks useful features of our website. For the best site experience please disable your AdBlocker.

I've Disabled AdBlock    No Thanks