sinang
New member
[h=3][SUP][/SUP][/h]
Ashâb-ı Kirâm, sünnet ve onun ehemmiyetini çok iyi kavramıştı. Çünkü, Allah Resûlü (aleyhi eşrefüttehâyâ) tarafından Kurân-ı Kerimin hayata geçirilmesi olarak yaşanan ve tebliğ edilen sünneti anlamanın bütün faktörleri mevcuttu. Onlar, Resûlullahın her hareketini hassasiyetle gözlemliyor ve bunları kendi hayatlarına geçiriyorlardı. Bu; sünnetin bizzat görerek ve yaşanarak tesbitiydi ki belki de tesbit şekillerinin en sağlam ve mükemmeli budur.
Allahın Kitâbının hayata tatbik şekli olan sünnet de Kitabullah gibi, büyük bir ihtimamla korunup-kollanmaktaydı. Zira; onun hem tesbit ve muhafazası hem de gelecek nesillere nakli hususunda pek çok âmil mevcuttu. Kurân ve Resûlullahın sünnete teşviki, ashâb-ı kirâmın sünneti en büyük bir emanet sayarak tek kelimesinin dahi zâyi olmasına razı olmaması, ashâb üzerinde derin iz bırakan sözler ve unutulmayan hâdiselerin şok ezberlemeye sebebiyet vermesi ve sünnetin ashâb tarafından bizzat yaşanması gibi mühim sebepler onun en güzel şekilde tesbit edilmesine yol açıyordu.
Resûlullahın dünya ve ahiret adına bilmeleri gerekli olan her şeyi ashâbına anlatıp öğretmesi, ashâb-ı kirâmın hadis ve sünnete verdikleri önem, yirmi üç yıl aralarında kalan Allah Resûlünün (sallallâhu aleyhi ve sellem) her hareketini yakından takip etmeleri, Efendimizin ilmin yayılmasına teşviki ve sahabenin ilme olan iştiyak ı, sahebenin müthiş hafıza gücü ve ortamın da müsait olması gibi sebepler onların sünneti titizlikle öğrenmelerine ve çok sayıda hadisi hafızalarına kolayca almalarına yol açmıştır.
Resûlullah, İslâm'ı yayma hususunda fevkalade gayret göstermiş ve bu uğurda meşru her vesileyi değerlendirmiştir. İslâm'ın yapısı ve yeni getirdiği atmosfer insanları cezp etmiş, etraftaki kabileler islamı öğrenmek için akın akın Allah Resûlüne gelmiştir. Resûlullahın (s.a.s.) elçileri, heyetleri ve değişik şehirlere gönderdiği valileri, veda haccı ve hutbesi, İslamı anlatmak için hicret eden sahabiler vesilesiyle Kuran ve sünnet çok geniş bir dairede öğrenip anlaşılmıştır.
Allah Resûlünün (sallallâhu aleyhi ve sellem) ashâbı, sünnetin öğrenilmesine büyük ihtimam göstermiştir. Bu hususta Enes b. Mâlik (r.a) şöyle demektedir: Bizler, Peygamber Efendimizin (s.a.s.) yanında bulunur, ondan hadis dinler ve daha sonra kalkıp bunları ezberleyinceye kadar kendi aramızda müzâkere ederdik.[SUP]43[/SUP] Hanım sahabîler de Allah Resûlünün meclislerine katılmak için gayret göstermiş, Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) ve müminlerin annelerinden bizzat duyarak dinlerini öğrenmişlerdir. Sayılan tüm bu amiller, İslâm devletinin her bir köşesine sünnetin yayılmasında yeterli olmuştur.
Allah Resûlünden (sallallâhu aleyhi ve sellem) sonra Sahabe ve Tâbi'în döneminde ise bu büyük ilmî hareketlilik artarak devam etmiş, sünneti öğrenme adına mehtelif şehir ve beldelere hadis yolculukları yapılmıştır. Çeşitli İslâm beldelerindeki ilmî merkezler ve bu merkezlerde muallimlik yapan sahabelerle onların yetiştirdiği tabiin vesilesiyle sünnet ve hadisler iyice yayılmıştır.
Sahabe, Tâbi'în ve Etbâ'u't-Tâbi'în döneminde pek çok kişi sadece bir hadis dinlemek veya dinlemiş olduğu bir hadisi zabtetmek, herhangi bir Sahabeyle karşılaşıp yanında kalmak veya ondan hadis almak amacıyla uzun mesafeler katetmiştir.
Kurân ve sünnetin günümüze ulaşmasında en büyük rolü oynayan Ashâb-ı kirâmın hepi, Ehl-i Sünnete göre güvenilir ve adalet sahibidirler. Bu hüküm, Sahabîlerin adaletine, yüceliklerine ve kendilerinden sonra gelenlerden üstün olduklarını gösteren delillere binaen verilmiştir.
Aynı şekilde Kuran ve sünnetin yayılmasında Ashâbtan sonra Tâbiînin müstesna bir yeri bulunmaktadır. Bizzat Kurân-ı Kerim, sahabe ve tâbiînden birlikte bahseder; meselâ:Muhacirlerden ve ensardan ilkler, ve ihsan şuuruyla onlara tâbi olanlar var ya: Allah onlardan razı oldu, onlar da Allahtan razı oldu ve Allah onlara içlerinde ebedî kalmak üzere altlarından ırmaklar akan Cennetler hazırladı. İşte bu pek büyük bir kazançtır.[SUP]44[/SUP] Bu ve daha pek çok ayet-i kerime, Sahabe ve Tâbiînin faziletine, makamlarının yüceliğine ve adaletine şehadet etmektedir.
Sahîh sünnette de, hem fert hem de topluluk olarak Sahabe ve Tâbiînin faziletine şehadet eden birçok hadis vardır. Sahîh-i Buhârî, Sahîh-i Müslim, Sünen-i Erba'a ve başka birçok kitapta da Sahabîlerin faziletlerine dair özel bâblar bulunmaktadır.
Sahabe, vahyin oluşturduğu canlılık içinde Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) ile risalet cihetiyle beraber olmasıyla başka insanların elde edmeyeceği bir insibağ keyfiyeti kazanmış, daima doğruluğun peşinde olmuş, zor ve çetin dönemlerde Kurân ve sünnete sahip çıkmıştır. Onların hepsi birer insanlık abidesi ve emin kimseler olup sünneti kendilerinden sonraki nesle, yani Tâbi'în'e bir emanetçi titizliğiyle nakletmişlerdir. Onlar da bu emaneti, kendilerinden sonraki nesillere, muallimleri olan sahabilerden kazandıkları aynı titizlikle aktarmışlardır. Bu, günümüze ulaşıncaya kadar nesilden nesile böylece aktarılagelmiştir.
Ashâb-ı Kirâm, sünnet ve onun ehemmiyetini çok iyi kavramıştı. Çünkü, Allah Resûlü (aleyhi eşrefüttehâyâ) tarafından Kurân-ı Kerimin hayata geçirilmesi olarak yaşanan ve tebliğ edilen sünneti anlamanın bütün faktörleri mevcuttu. Onlar, Resûlullahın her hareketini hassasiyetle gözlemliyor ve bunları kendi hayatlarına geçiriyorlardı. Bu; sünnetin bizzat görerek ve yaşanarak tesbitiydi ki belki de tesbit şekillerinin en sağlam ve mükemmeli budur.
Allahın Kitâbının hayata tatbik şekli olan sünnet de Kitabullah gibi, büyük bir ihtimamla korunup-kollanmaktaydı. Zira; onun hem tesbit ve muhafazası hem de gelecek nesillere nakli hususunda pek çok âmil mevcuttu. Kurân ve Resûlullahın sünnete teşviki, ashâb-ı kirâmın sünneti en büyük bir emanet sayarak tek kelimesinin dahi zâyi olmasına razı olmaması, ashâb üzerinde derin iz bırakan sözler ve unutulmayan hâdiselerin şok ezberlemeye sebebiyet vermesi ve sünnetin ashâb tarafından bizzat yaşanması gibi mühim sebepler onun en güzel şekilde tesbit edilmesine yol açıyordu.
Resûlullahın dünya ve ahiret adına bilmeleri gerekli olan her şeyi ashâbına anlatıp öğretmesi, ashâb-ı kirâmın hadis ve sünnete verdikleri önem, yirmi üç yıl aralarında kalan Allah Resûlünün (sallallâhu aleyhi ve sellem) her hareketini yakından takip etmeleri, Efendimizin ilmin yayılmasına teşviki ve sahabenin ilme olan iştiyak ı, sahebenin müthiş hafıza gücü ve ortamın da müsait olması gibi sebepler onların sünneti titizlikle öğrenmelerine ve çok sayıda hadisi hafızalarına kolayca almalarına yol açmıştır.
Resûlullah, İslâm'ı yayma hususunda fevkalade gayret göstermiş ve bu uğurda meşru her vesileyi değerlendirmiştir. İslâm'ın yapısı ve yeni getirdiği atmosfer insanları cezp etmiş, etraftaki kabileler islamı öğrenmek için akın akın Allah Resûlüne gelmiştir. Resûlullahın (s.a.s.) elçileri, heyetleri ve değişik şehirlere gönderdiği valileri, veda haccı ve hutbesi, İslamı anlatmak için hicret eden sahabiler vesilesiyle Kuran ve sünnet çok geniş bir dairede öğrenip anlaşılmıştır.
Allah Resûlünün (sallallâhu aleyhi ve sellem) ashâbı, sünnetin öğrenilmesine büyük ihtimam göstermiştir. Bu hususta Enes b. Mâlik (r.a) şöyle demektedir: Bizler, Peygamber Efendimizin (s.a.s.) yanında bulunur, ondan hadis dinler ve daha sonra kalkıp bunları ezberleyinceye kadar kendi aramızda müzâkere ederdik.[SUP]43[/SUP] Hanım sahabîler de Allah Resûlünün meclislerine katılmak için gayret göstermiş, Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) ve müminlerin annelerinden bizzat duyarak dinlerini öğrenmişlerdir. Sayılan tüm bu amiller, İslâm devletinin her bir köşesine sünnetin yayılmasında yeterli olmuştur.
Allah Resûlünden (sallallâhu aleyhi ve sellem) sonra Sahabe ve Tâbi'în döneminde ise bu büyük ilmî hareketlilik artarak devam etmiş, sünneti öğrenme adına mehtelif şehir ve beldelere hadis yolculukları yapılmıştır. Çeşitli İslâm beldelerindeki ilmî merkezler ve bu merkezlerde muallimlik yapan sahabelerle onların yetiştirdiği tabiin vesilesiyle sünnet ve hadisler iyice yayılmıştır.
Sahabe, Tâbi'în ve Etbâ'u't-Tâbi'în döneminde pek çok kişi sadece bir hadis dinlemek veya dinlemiş olduğu bir hadisi zabtetmek, herhangi bir Sahabeyle karşılaşıp yanında kalmak veya ondan hadis almak amacıyla uzun mesafeler katetmiştir.
Kurân ve sünnetin günümüze ulaşmasında en büyük rolü oynayan Ashâb-ı kirâmın hepi, Ehl-i Sünnete göre güvenilir ve adalet sahibidirler. Bu hüküm, Sahabîlerin adaletine, yüceliklerine ve kendilerinden sonra gelenlerden üstün olduklarını gösteren delillere binaen verilmiştir.
Aynı şekilde Kuran ve sünnetin yayılmasında Ashâbtan sonra Tâbiînin müstesna bir yeri bulunmaktadır. Bizzat Kurân-ı Kerim, sahabe ve tâbiînden birlikte bahseder; meselâ:Muhacirlerden ve ensardan ilkler, ve ihsan şuuruyla onlara tâbi olanlar var ya: Allah onlardan razı oldu, onlar da Allahtan razı oldu ve Allah onlara içlerinde ebedî kalmak üzere altlarından ırmaklar akan Cennetler hazırladı. İşte bu pek büyük bir kazançtır.[SUP]44[/SUP] Bu ve daha pek çok ayet-i kerime, Sahabe ve Tâbiînin faziletine, makamlarının yüceliğine ve adaletine şehadet etmektedir.
Sahîh sünnette de, hem fert hem de topluluk olarak Sahabe ve Tâbiînin faziletine şehadet eden birçok hadis vardır. Sahîh-i Buhârî, Sahîh-i Müslim, Sünen-i Erba'a ve başka birçok kitapta da Sahabîlerin faziletlerine dair özel bâblar bulunmaktadır.
Sahabe, vahyin oluşturduğu canlılık içinde Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) ile risalet cihetiyle beraber olmasıyla başka insanların elde edmeyeceği bir insibağ keyfiyeti kazanmış, daima doğruluğun peşinde olmuş, zor ve çetin dönemlerde Kurân ve sünnete sahip çıkmıştır. Onların hepsi birer insanlık abidesi ve emin kimseler olup sünneti kendilerinden sonraki nesle, yani Tâbi'în'e bir emanetçi titizliğiyle nakletmişlerdir. Onlar da bu emaneti, kendilerinden sonraki nesillere, muallimleri olan sahabilerden kazandıkları aynı titizlikle aktarmışlardır. Bu, günümüze ulaşıncaya kadar nesilden nesile böylece aktarılagelmiştir.