Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Sünnet Nedir?

chamdali

New member
Katılım
28 Nis 2006
Mesajlar
647
Tepkime puanı
123
Puanları
0
Sünnet Nedir?
Vahyi mesaj, insanlara kendi aralarından seçilmiş bir rasul (elçi) aracılığıyla iletilir. Rabbimizin tamamlanmış din olarak seçtiği İslam da, Hz. Muhammed'in aracılığıyla insanlığa iletilmiştir. Ancak insanların çoğu rasullerin beşer olmasına itiraz etmiştir. Ya rasullerin olağanüstü hallerle donatılmaları istenmiş ya da rasullerin konumu bu tasavvurlarla saptırılmaya çalışılmıştır ( "De ki: Ben size, 'Allah'ın hazineleri yanımdadır, demiyorum! Gaybı da bilmem; size, bir meleğim de demiyorum. Ben sadece bana vahyolunana uyuyorum'..." En'am, 6/50). Bir çok ümmet, rasullerinin konumunu değerlendirirken, dalâlete düşmüştür. Rasullerine eziyet edenler yanında, onların konumlarını yüceltip, ilahlık mertebesine çıkartanlar da olmuştur. Her iki tavır da önemli bir sapmadır. Bu sapmalara karşı, Kur'an vahyini bize aktaran ve Kur'an'ın örnek alınacak ilk şahitliğini gerçekleştiren Hz. Muhammed'in konumu, Kur'an bütünlüğü içinde iyi belirlenmelidir.

Resulullah @'ın örnekliğinin "sünnet" terimi ile zikredilmesi genel kabul görmüştür. Kur'ani mesajın şahitliği konusunda söz, fiil ve ikrar şeklinde vücud bulan Resulullah @'ın uygulamalarına "sünnet" denmiştir. Ancak bu konuda da iki önemli yanlış yapılmıştır: Birinci yanlış, Resulullah @'ın, insanüstü bir örnekliğe sahip olduğu, Kur'an'ın bildirmediği konularda dinin tamamlanması için Kur'an dışında da vahiy (gayri metluv) aldığı ve bağımsız teşri yetkisiyle donatıldığı gibi yaklaşımlardır. Hz. Muhammed'in Kur'an'da anlatılan konumu ile çelişen bu yaklaşımlar, sünnet konusunu, zanni ve Kur'an dışı bir itikad olayına dönüştürmektedir. İkinci hata ise, sünnet ile irtibatımız konusunda yapılmıştır. Resulullah @'ın uygulamaları ile, bu uygulamaların sözlü olarak aktarımı kabul edilen hadis"ler bir tutulmuş; yaşanmışlığı kesin (vâki) olan sünnet ile bize farklı biçimlerde belirlenen isnad zincirleriyle ve mânâ üzere aktarılan "hadis"in zanniliği arasındaki temel fark görülmemiştir.
 

chamdali

New member
Katılım
28 Nis 2006
Mesajlar
647
Tepkime puanı
123
Puanları
0
Vahyin haberleriyle uyarılan insanların sorumluluğu kadar, bir beşer olarak rasullerin de aynı vahyi uyanlar karşısında sorumlulukları vardır. ( "Elbette kendilerine peygamber gönderilenlere de, gönderilen peygamberlere de soracağız." A'raf, 7/6 ) Bununla birlikte vahyin taşınması ve örneklendirilmesi konusunda rasullerin sorumlulukları elbette önceliklidir. Resulullah @'ın öncelikli görevi Kur'an'ı yaşama geçirme konusundaki şahitliğidir. (Bakara,2/143) ki o müslümanlar için en güzel örnekliği (üsvetun hasene) ( "Andolsun ki, Resulullah @'da, sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok zikredenler için güzel bir örnek vardır." Ahzab, 33/21 ) oluşturur.

Ancak vahyî buyrukların yaşanır kılınmasında Resulullah @'ın örneklik oluşturan sünneti, daha sonraları farklı biçimlerde anlaşılmaya başlanmıştır. Bu konuda daha ilk dönemlerden itibaren, Resulullah @'ın ancak "Kitapla hükmettiği" ve kendisine sorulan bir çok soruya Rabbimizin "De ki..." lafzıyla başlayan ayetleriyle cevap verdiği, kendisinin de Kur'an'a tâbi olduğu ve "ondan sorulacağı" gözardı edilerek, Kur'an ile çelişen veya Kur'an'ın bildirdiği hükümlerle yetinmeyen rivayetlere meyledilmiştir. Ve bu rivayetlerin "Allah katından sanılması" için bazı ayetlerin zorlanmasıyla "Kutsi hadis" veya "gayri metluv" gibi dinin kaynağı ile ilgili, tamamen zanniliğe dayanan ve gayb alanını ilgilendiren yeni bilgi çeşitleri üretilmiştir. Muhkem Kur'an ayetleri ile bu tür rivayetler, eşdeğer veya dinin tamamlayıcısı niteliğinde görülmüştür.
 

chamdali

New member
Katılım
28 Nis 2006
Mesajlar
647
Tepkime puanı
123
Puanları
0
Oysa Resulullah @'ın risaletle ilgili bilgi kaynağı, Kur'an vahyi ile kayıtlıdır. (Yunus,10/15) Necm suresinde geçen "O hevasından konuşmaz" (Necm, 53/3) ayetini, Resulullah @'ın bütün yaşamına ve söylediklerine hamledenler, Rasul'ü iradesiz bir aktarıcı konumuna düşürmektedirler. Bu ayetin sadece hüküm konularıyla kayıtlı olduğunu iddia edenlerin ise, Kur'an'm dışında neyin bağlayıcı hüküm olup neyin olmadığına dair kesin hiç bir ölçüleri bulunmamaktadır. Bu ayet, Necm suresi ve Kur'an bütünlüğünde değerlendirildiğinde görülecektir ki; müşriklerin inzal olan Kur'an vahyine karşı "şair sözü", "yazdırılmış" veya "uydurma söz" gibi ithamlarına bir karşılıktır. Bu ayette "hevadan olmayan" ile kastedilenin, Kur'an vahyi olduğu anlaşılmaktadır (Necm,53/1-6).

Gayri metluv anlayışı yanında Hz. Muhammed'den gelen hüküm ile ilgili rivayetleri, onun şâri (mutlak hüküm koyma yetkisine sahip kişi) olduğu iddiasıyla irtibatlandıranlar da vardır. Oysa "Allah ve Rasulü hükmettiği zaman..."(Ahzab,33/36) ifadesi, Resulullah @'ın Allah'ın hükümleriyle hükmetmesine işaret etmektedir. Çünkü hüküm vermek ancak Allah'a aittir (Yusuf,12/40) ve O hükmünde kimseyi kendine ortak etmez (Kehf,18/26). Rasul'ün insanlar arasında hükmetmesinde temel kaynak ise Kur'an'dır (Nisa,4/105).

Resulullah @, ancak Kur'an hükümlerini tatbik için açıklamalar yapmış ve haklarında nass bulunmayan konularda Kur'an bütünlüğünden içtihadi tesbitler çıkarmıştır. Rasul, taşıdığı mesajın şahidliğini de yapan bir insandı. O Kur'an'ı bütün olarak kavramıştı ve şer'i olarak yapabileceği yanlışların da vahiyle düzeltilmesi imkanına sahip olan, bütün insanlardan farklı ve öncelikli bir konumda bulunuyordu. Allah, onun "haram kılma" (Tahrim,66/1) veya "müstağni olana yönelme" (Abese,80/1-6) gibi içtihadi yanlışlarını vahiyle düzeltmiş ve böylece yanlışlarının örnek alınması engellenmiştir. Dolayısıyla kendisine vahiy inzal olan Rasul, vahyi en iyi anlayandır ve gerek vahye tabi olmak konusunda gerekse vahyin şahitliğini yerine getirme konusunda Resulullah @'a itaat, Allah'a itaati ifade etmektedir. (Kim Rasul'e itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur... Al-i İmran, 3/32 ) İdari tasarruflarında da Rasul'e uymanın gerekliliği aynı anlamda değerlendirilmelidir ("...Rasul size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının. Allah'tan korkun. Çünkü Allah'ın azabı çetindir." Haşr, 59/7 ).
 

chamdali

New member
Katılım
28 Nis 2006
Mesajlar
647
Tepkime puanı
123
Puanları
0
Sünnetin muhtevası konusundaki bulanıklık kadar, sünnetle irtibat konusunda yanlışlıklar da yaşanmıştır. Resulullah @'ın örnekliği dinin esasıyla ilgili Kur'an dışında yeni bir ilke belirlemek veya bilgi getirmek şeklinde değil, ancak Kur'an hükümlerinin pratize edilmesi şeklinde gerçekleşmiştir. Resulullah @'ın sünneti bağlayıcılık açısından, "zamanı aşkın" ve "zamanla kayıtlı" uygulamalar şeklinde iki kısma ayrılır. Resulullah @'ın zamanla kayıtlı uygulamaları, kendi dönemini ilgilendiriyordu. Bu bilgi bizim için bir siyer bilgisi ve fıkhetme biçimi olarak örneklik oluşturur. Fakat zamanı aşkın hükümleri, İslam'ın evrensel ve sürekli olan yanıyla alakalıdır ki, bizi de, bizden sonrakileri de ilgilendiren asıl alan burasıdır.

Rasul'ün zamanı aşkın sünneti ile irtibatımız iki yol ile kurulur. Birincisi kesin bilgi akışını sağlar ki buna "yaşayan sünnet" diyoruz. Yaşayan sünnet, aslı Kur'an'da bulunan ve müslümanları ilzam eden bir hükmün, Resulullah @'ın pratiği (vakıa) ile örneklendirilmesi; ve bu örnekliğin İslam'la irtibatlı tüm ekol ve nesillerce tatbik edilerek müteselsil bir yaşantı ile bize kadar ulaşmasıdır. Bu tanım çerçevesinde ifadesini bulan yaşayan sünnet, kesinlik ifade eder (Namaz'ın rekat, erkân ve vakitleri; hacc'ın menâsıkı, tesettürün şekli gibi). Resulullah @'ın sünneti ile ikinci irtibat yolumuz ise, zanni bilgi yoludur. Bu yolla elde edilen bilgiler kesinlik ifade etmez. Bu alandaki bilgiler siyer, hadis, tarih gibi ilk dönem metinlerinden tenkidçi bir çabayla (cerh ve tadil yolu ile) elde edilmeye çalışılır. Bu alanda en fazla başvurulacak kaynaklar ise hadis kitaplarıdır.
 

chamdali

New member
Katılım
28 Nis 2006
Mesajlar
647
Tepkime puanı
123
Puanları
0
Bu konuda sıkça zikredilen Hadis ve Sünnet terimleri arasında önemli farkların varolduğunu tekrar hatırlatmak gerekmektedir. Sünnet, Resulullah @'ın uygulamasını (vakıayı) ifade ederken, hadis ise bu vakıaya ilişkin haberlerdir. Bu bağlamda bir hadisi kritik etmek, sünneti eleştirmek anlamında yorumlanamaz. Hadis rivayetleri, sünneti anlamaya yardımcı olan ve sünnetten izler taşıyan rivayetlerdir. Zira hadisler, Rasul'ün uygulamalarının, yani vakıanın aynen aktarımı değil, şahidlerin (sahabenin) o yaşantının nasıl olduğu hakkında hatırladıktan kadarıyla sözlü bilgi aktarımlarıdır. Bu haberler vakıayı motomot ve kuşatıcı bir şekilde aktaramaz. Dolayısıyla hadis, sünnetten iz taşımakla birlikte, sünnetin kendisi değildir. Bununla birlikte, hadis vakıa hakkında zanni doğrular taşıyabilir.

Örneğin tüm ümmete farz olunan namaz ibadetinin erkân, vakit ve rekatlarının aslına Kur'an'da işaret olmakla birlikte, yeterli açıklık yoktur. Yalnızca bu konu bile, Resulullah @'ın örnekliğine duyulan ihtiyacı ortaya koyar; sünnet ve hadisin konumunu aydınlatabilir. İbrahim dininin aslından olan namazı ikame etme emrini, ilk müslümanlar, Resulullah @'ın şahidliği ile beraberce yerine getirdiler. Ve Resulullah @'ın zaman ve mekan sınırlarım aşan bu örnekliği (sünnet), çelişkisiz bir biçimde günümüze kadar yaşayan bir süreklilikle taşınmıştır. Namazın vakitleri, temel erkânı ve rekatları hakkındaki Resulullah @ dönemindeki sünnet; bu konuların nasıl uygulanacağı hakkında hiç kimseyi içtihada zorlamadan, bize kadar ulaşmıştır. Ancak namaz içinde el ve kolların pozisyonu, tekbir alış veya selam veriş şekli gibi temel erkân dışındaki şekil unsurlarında var olan farklılık; sünnete ve sünneti ulaştıran hadis rivayetlerine, dolayısıyla içtihadi yaklaşımlara ait bir muhayyerliği yansıtmaktadır.

Kur'an'ın kavranması ve Resulullah @'ın örnekliğinin anlaşılması konusunda hadis, tefsir, fıkıh gibi birçok disiplin oluşturulmuştur. Önümüzde gerek dini rivayetlerle oluşan ve gerekse bu disiplinler çerçevesinde kaleme alınan büyük bir külliyat bulunmaktadır. Geleneksel tavır, bu birikimi Kur'an nasslan ışığında kritik edeceğine, onu önceleyen bir tutum içindedir. Bizim gelenek eleştirimiz, geleneksel birikimin tümüyle reddedilmesi anlamına gelmez. Eleştirimiz tarihi rivayet ve disiplinlerin, Kur'an'ın anlaşılmasında "belirleyen" konumuna yükseltilmesinedir. Kur'an'ın anlaşılmasıyla ilgili sorunlarda, akleden müslümanlar arasında istişari diyalog kaçınılmazdır. Bu konularda öncekilerin hadis, tefsir, fıkıh veya lügat kitaplarında ortaya koydukları birikimden de yararlanmak istişari sorumluluğumuzun bir gereğidir. Burada önemli olan, tarihi külliyattan yararlanırken, nasıl bir ölçü kullanacağımızdır. Bu da, dinin esasını belirleyenin geleneksel külliyat mı, yoksa Kur'an mı olduğu sorusunu gündeme getirir. Tarihi İslam kültürünü anlamakta "temel belirleyen" olarak Kur'an'ın hakem kılınmadığı bir İslam anlayışı ise, tasvip edilemez.
 

chamdali

New member
Katılım
28 Nis 2006
Mesajlar
647
Tepkime puanı
123
Puanları
0
Arkadaşlar yazı alıntıdır. Dikkatle okumanızı öneririm.

Selamlar!
 

THE_HAFIZ

Mesajlari Onaylanacak
Katılım
14 Ağu 2006
Mesajlar
319
Tepkime puanı
0
Puanları
0
chamdali' Alıntı:
Arkadaşlar yazı alıntıdır. Dikkatle okumanızı öneririm.

Selamlar!


Alıntı olması birşey değiştirmez, oldukça faydalı ve ilmi bir araştırma, ama, bu yazıyı herkesin okuyup anlamak isteyeceğine aklım kanaat getirmiyor, çünkü, sünni gelenekte, sadece hüküm koyucu olarak Allah kabul edilmez, Peygamberin de Hüküm koyucu olduğuna inanılır. Yani, tam bir şirket dininden bahsedilir ki, şirket dinine mensup olanların, tevhid dinine AMENNA VE SADDAKNA diyebileceklerine inanmıyorum.. Allah cümlemizi basiret sahibi yapsın ve sadece doğrulara iman etmeyi nasip etsin.. dualarımla
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
39
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
sünnet; Yol, gidiş, tabiat, şeriat, yüz, yüzün görünen yeri, alışılmış yol. Hz. Peygamber'in söz, fiil ve takrirlerinin bütününü ifade eden terim. Çoğulu "sünen"dir.

Kur'ân-ı Kerim'de dört âyette "öncekilerin sünneti" ifadesi "önceki ümmetlerin izlediği yol" veya "önceki ümmetlere uygulanan hüküm" anlamında kullanılmıştır (el-Enfâl, 8/38; el-Hicr, 15/13; el-Kehf, 18/55; Fâtır, 35/43). İki âyette çoğul olarak kullanılmıştır. Şu âyette şeriat anlamı görülür: "Şüphesiz sizden önce bir çok Şeriatlar gelip geçmiştir" (Âlu İmrân, 3/137). Şu âyette de "öncekilerin yolları" anlamında kullanılmıştır: Allah size bilmediklerinizi tam olarak açıklamak, sizi öncekilerin yollarına iletmek ve sizin tevbelerinizi kabul etmek ister" (en-Nisâ, 4/26; ayrıca bk. el-İsrâ, 17/77). Sekiz âyette de Âllah'ın sünneti" ifadesi geçer. Bu, Allah'ın evreni, canlıları ve toplumu yaratırken veya daha sonra yönetirken izlediği yolu, metodu, kanun ve prensipleri ifade eder. Bu prensiplerin değişmeden devam edeceği bildirilir: "Allah'ın öteden beri gelen sünneti (âdeti) budur. Allah'ın sünnetinde kesinlikle bir değişme bulamazsın" (el-Feth, 48/23; ayrıca bk. Fâtır, 35/43; el-Ahzâb, 33/62).

Sünnet sözcüğü bir kişiye nisbet edilince, onun iyi veya kötü, sürekli olarak yapa geldiği davranışlarını kapsar, Hz. Peygamber'in şu hadisinde bu iki zıt anlamı bir arada görmek mümkündür: "Güzel bir yol alana onun sevabı ve kıyamete bu yoldan gidenlerin sevabı vardır. Kim de kötü bir yol açarsa, bu yolun sorumluluğu ve kıyamete kadar bu yoldan gidenlerin sorumluluğu ona aittir" (Müslim, İlim, 15; Zekât, 69; İbn Mâce, Mukaddime, 14; Dârimi, Mukaddime, 44; Ahmed b. Hanbel, IV, 362).


Sünnet, Kur'ân-ı Kerim'den sonra ikînci ana kaynaktır. Fıkıh usulünde delil olarak kullanılan sünnet, Hz. Peygamber'den geliş şekline göre; söz, fiil veya tasvip (takrir) olmak üzere üçe ayrılır.

1. Kavlî sünnet: Hz. Peygamber'in çeşitli vesilelerle söylemiş olduğu sözlerdir. Meselâ; Âmeller ancak niyetlere göredir ve herkese niyetinin karşılığı vardır. Kim Allah ve Rasûlü için hicret etmişse, onun hicreti Allah ve Rasûlünedir. Kim elde edeceği bir dünyalık veya evlenmek istediği bir kadın için hicret ederse, onun hicreti de, kendisi için hicret ettiği kimseyedir" (Buhârî, Bed'ü'l-Vahy, I; İmân, 41; Müslim, İmâre, 155).

"Ramazan hilalini görünce orucu tutun, Şevval hilalini görünce orucu yeyin” (Buhârî, Savm, II; Müslim, Sıyâm, 4,18).

2. Fiilî sünnet: Hz. Peygamber'in namaz kılışını ve haccedişini örnek verebiliriz. Allah elçisi; "Ben namazı nasıl kılıyorsam, siz de öyle kılın " (Buhârî, Ezân, 18; Edeb, 27; Âhad, I).

"Hac ile ilgili ibadetlerinizi benden alın" (Ahmed b. Hanbel, III, 318, 366) buyurmuştur. Yine Hz. Peygamber'in savaşlarda yapmış olduğu işler de fiili sünnete girer.

3. Takriri sünnet: Hz. Peygamber'in görüp işittiği bir işe karşı çıkmaması ve onu kabul etmesidir. Çünkü Allah'ın Rasûlü bir işin yapıldığını gördüğü veya işittiği halde onu reddetmemiş ve susmuşsa, bu durum onun bu işi tasvip ve kabul ettiği anlamına gelir.

Meselâ; Bir gün Hz. Peygamber. kabir başında ağlayan bir kadına rastlar. Ona; "Allah'tan kork ve sabret " der. Kadın Rasûlüllah (s.a.s)'ı tanımadan; "Benim başıma gelen, senin başına gelmediği için beni anlayamazsın" diye cevap verir. Daha sonra onun Allah elçisi olduğunu öğrenince de, evine giderek özür diler. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurur: "Asıl sabır, olayla ilk karşılaşmada gösteren sabırdır" (Buhârî Cenâiz, 32). Burada Allah'ın Rasûlünün kadının kabir ziyaretine ses çıkarmadığı görülmektedir. Bu, erkekler gibi kadınlar için de kabir ziyaretinin caiz olduğunu gösteren bir takrirdir.

Yine Amr b. el-Âs (r.a), Zâtü's-Selâsil gazvesi sırasında, çok soğuk bir gecede ihtilam olmuş, su ile yıkanırsa canının tehlikeye düşeceğini anlayınca da teyemmümle topluluğa sabah namazını kıldırdı. Gazve dönüşü durum Hz. Peygamber'e anlatılınca, Amr'a; "Cünüp olduğun halde arkadaşlarına imam oldun öyle mi?" diye sordu. Amr; "Kendinizi öldürmeyin. Şüphesiz Allah size karşı çok merhametlidir" (en-Nisâ, 4/29) âyetini hatırlayarak teyemmüm yaptığını ve namazı kıldırdığını bildirdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber tebessüm etmiş ve susmuştur. İşte bu tebessüm ve susma, su bulunsa bile çok soğuk havada teyemmümle namaz kılınabileceğini gösterir (Zekiyüddin Şa'ban, Usulül-Fıkh, Terc. İbrahim Kafi Dönmez, Ankara 1990, s. 66).



Sünnetin Hüküm Kaynağı Olduğunu Gösteren Deliller:


Sünnetin, Kur'ân-ı Kerim'den sonra, ikinci asli delil olduğunda görüş birliği vardır. Bu yüzden Hz. Peygamber'e nispeti sabit ve sahih olan sünnetin gereğine göre amel etmenin vücubu üzerinde bütün bilginler ittifak etmiştir.

Onlar bu konuda Rasûlüllah (s.a.s)'a itaatı emreden, onu sevmenin Cenab-ı Hakkı sevmek olduğunu bildiren, ona karşı gelenlere şiddetli tehditler bildiren âyetlere dayanırlar. Bu âyetlerden bir kaçı şunlardır:

"Âllah'a itaat edin, Rasûle itaat edin ve kötülüklerden sakının" (el-Mâide, 5/92). "Kim Rasûle itaat ederse, Allah'a itaat etmiş olur" (en-Nisâ', 4/80). "Peygamber size ne verdiyse onu alın ve size neyi yasakladıysa ondan da sakının. Allah'tan korkun. Çünkü Allah'ın azabı çetindir" (el-Haşr, 59/7). "Deki: Eğer Allahı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir" (Âlu İmrân, 3/31).

Anlaşmazlıklarda Hz. Peygamber'in hakem yapılıp, vereceği karara uyulması gerektiği şöyle belirlenir: "Hayır, Rabbine yemin olsun ki, onlar aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem yapıp, sonra da senin verdiğin hükme karşı içlerinde bir burukluk duymadan tam anlamıyla teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar" (en-Nisâ, 4/65).

Allahın hükmü gibi, Hz. Peygamber'in sünnetinin de bağlayıcı olduğu ve bunlara dayanan bir hükme karşı gelmenin sapıklık sayıldığı şöyle tespit edilir:" Allah ve Rasûlü bir işte hüküm verdiği zaman, artık mü'min bir erkek ve kadının, o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah'a ve Rasûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur" (el-Ahzâb, 33/36).

Rasûlüllah (s.a.s)'in emrine aykırı davranmanın sonuçlarına bir âyette şöyle yer verilir: Bu yüzden onun (Allah Rasûlünün) emrine aykırı davrananlar, başlarına bir belâ gelmesinden veya kendilerine çok acı bir ozap isabet etmesinden sakınsınlar" (en-Nûr, 24/63).

Hz. Peygamber'in hayatında ve vefatından sonra ashab-ı kiram onun sünnetine uymak gerektiğinde birleşmişlerdir. Sahabe, Allah elçisinin emir ve yasaklarına uyuyor, helal dediğini helal, haram dediğini haram olarak kabul ediyordu. Nitekim Muaz b. Cebel (r.a) Yemen'e vali olarak giderken, orada; Allah'ın kitabı ile hüküm vereceğini, bunda bulamazsa Rasûlünün sünnetine başvuracağını belirtmiştir. Bunu işiten Hz. Peygamber'in rızasını açıkladığı nakledilir (Tirmizi, Ahkâm, 3; Ahmed b. Hanbel, V, 230, 236, 242; Şâfıî, el-Ümm, VII, 273). Diğer sahabiler de, herhangi bir mesele hakkında Kur'ân'da bir hüküm bulamadıkları zaman Hz. Peygamber'in sünnetine başvuruyordu. Hz. Ebû Bekir, bir olay hakkında bildiği bir hadis yoksa, bunu sahabe topluluğuna arz eder, o konuda bir hadis bilenin olup olmadığını öğrenmeye çalışırdı. Hz. Ömer'in, tabiılerin ve bunları izleyen Tebe-i tâbiîn'in metodu da böyledir.

Kur'ân-ı Kerîm'de, Peygamber (s.a.s)'in Allah'tan vahiy alarak konuştuğu belirtilir. "O, kendiliğinden konuşmamaktadır. O'nun konuşması ancak indirilen bir vahiy iledir" (en-Necm, 53/3, 4). "Sana Allah'ın bol nimet ve rahmeti olmasaydı, onlardan bir takımı seni saptırmaya çalışırdı. Halbuki onlar, kendilerinden başkasını saptıramazlar, sana da bir zarar veremezler. Allah sana Kitap ve Hikmeti indirmiş ve bilmediğini öğretmiştir. Allah'ın sana olan nimeti büyüktür" (en-Nisâ', 4/113).

Diğer yandan Kur'ân âyetleri, Hz. Peygamber'e iman edilmesini açıkça bildirir. Şu âyette Allah'a ve Rasûlüne imanın yan yana zikredildiği görülür: "Âllah'a ve okuyup yazması olmayan (ümmî) Peygamber'e iman edin; o Peygamber de Allah'a ve O'nun sözlerine iman etmiştir ve ona uyun ki hidayete eresiniz" (el-A'râf, 7/158). Başka bir âyette de şöyle buyurulur: "Âllah ve peygamberine iman eden mü'minler peygamberlerle birlikte bir işe karar vermek için toplandıklarında, ondan izin almaksızın gitmezler" (en-Nûr, 24/62).
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
39
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
Sünnetin Kitab'a Göre Yeri ve Fonksiyonu:
Kitap ve sünnette yer alan hükümler karşılaştırıldıkları zaman şu dört şekil ile karşılaşılır:

1. Sünnet, Kur'ân'daki hükmün aynısını getirir, böylece onu destekler ve güçlendirir. Bununla aynı konuda iki delil oluşur. Biri hükmü tespit eden esas delil, diğeri ise teyit edici sünnet delilidir. Örnek: Kur'ân'da;" Ey iman edenler! Mallarınızı aranızda haksız sebeplerle yemeyin. Karşılıklı rızaya dayanan ticaret yoluyla olması bunun dışındadır" (en-Nisâ, 4/29) buyurulur. Aynı konuda ki şu hadis yukarıdaki âyeti teyit etmektedir:" Müslüman bir kimsenin malı, (başkasına) onun gönül hoşnutluğu olmadıkça helâl değildir" (Ahmed b. Hanbel, V, 72).

Aşağıdaki âyette hadis arasında da benzer teyit ilişkisini görmek mümkündür. Âyette; Îşte, Rabbin zulmeden beldelerin halkını yakaladığı zaman böyle yakalar. Çünkü onun yakalaması çok acı ve çetindir" (Hûd, 11/102) buyurulur. Şu hadis aynı anlamı destekler: Allah zâlime mühlet verir, sonunda onu cezalandırınca da artık iflah olmaz" (Buhârî, Tefsîrul-Kur'ân, 2/5; İbn Mace, Fiten, 22).
2. Sünnet,
açıklanmaya muhtaç Kur'ân âyetlerine açıklayıcı hükümler getirir:

Sünnet, Kur'ân'ın mücmel veya müşkil olan yani kapalı ve anlaşılması güç olan lafızlarını açıklar. Meselâ; Namazı kılın, zekâtı verin" emrinde namaz ve zekâtın neden ibaret olduğu, şartları, miktar ve ifa şekilleri yer almaz. İşte mücmel olan bu terimler sünnet tarafından açıklanır. Yine; "Ramazanda sabahın beyaz ipliği siyah iplikten ayrılıncaya kadar yeyin, için" (el-Bakara, 2/187). Hz. Peygamber buradaki beyaz iplikten sabahın aydınlığının, siyah iplikten gecenin karanlığının kastedildiğini bildirmiştir.

Sünnet, âmm (genel anlam ifade eden) lafızların hükmünü tahsis eder. Âyette; Bunların dışında kalanlar size helal kılındı" (en-Nisâ, 4/24) buyurulur. Şu hadis, yukarıdaki âyeti tahsis etmiştir; "Kadın, halası, teyzesi, erkek veya kız kardeşinin kızı üzerine nikâhlanamaz. Bunu yaparsanız, hısımlık bağlarını koparmış olursunuz” (Buhârî, Nikâh, 27; Müslim, Nikâh, 37, 38).
Mutlak lafzı tahsis eder: Âyette şöyle buyurulur:" Hırsızlık yapan erkek ve hırsızlık yapan kadının ellerini kesin" (el-Mâide, 5/38). Burada sağ elin mi sol elin mi kesileceği belirtilmemiştir. İşte sünnet bunu "sağ eli ve bilekten kesme" şeklinde kayıtlamıştır.

3. Sünnet, Kur'ân'da yer alan bazı hükümleri nesheder, meselâ;" Birinize ölüm gelince, eğer bir hayır bırakacaksa, anaya, babaya, yakınlara münasip şekilde vasiyette bulunmak, Allah'tan korkanlar üzerine bir borçtur" (el-Bakara, 2/180). Bu âyetin hükmü; "Varise vasiyet yoktur" (Buhârî, Vasâyâ, 6; Ebû Dâvud Yasâyâ, 6) hadisi ile neshedilmiştir.

4. Sünnet, Kur'ân'da bulunmayan meseleler hakkında hükümler getirir. Ninenin miras hakkına sahip oluşu, fıtır sadakası ile vitir namazının vacip oluşu, "muhsan" olarak zina edenin recm edilmesi, "âkile"nin diyete katılmakla yükümlü tutulması gibi hükümler Kur'ân'da olmayan, fakat sünnetle getirilen hükümlerdendir (Z. Şa'ban, a.g.e., s. 85). Yine bir kadını hala veya teyzesi ile bir nikâh altında birleştirmenin yasaklanması, azı dişli yırtıcı hayvanların ve pençeli kuşların etlerinin haram kılınması, erkeklere altın takmanın ve ipekli giymenin yasaklanması sünnetle sabit olmuştur. Kur'ân'da yalnız süt ana ve süt kardeş için konulan evlenme yasağının kapsamı (en-Nisâ, 4/23), "Nesep ile haram olan süt ile de haram olur" hadisi ile (Buhârî Şehadât, 7; Müslim, Radâ, I) genişletilmiştir.

İmam Şâfiî (ö. 204/819) er-Risâle adlı usûle dair eserinde, sünnetin üç türlü olduğuna karşı çıkan bir ilim adamı bilmiyorum, dedikten sonra bu üç hususu şöyle belirtir.
1) Allah Teâlâ bir konu hakkında âyet indirir. Hz. Peygamber de Kur'ân'ın bildirdiğini olduğu gibi açıklamıştır.
2) Allah'ın indirdiği mücmel olur ve Allah elçisi bundan Yüce Allah'ın kasdettiği anlamı açıklar.
3) Kitapta yer almayan bir konuda Allah'ın elçisi hüküm koyar. Çünkü bu konuda Cenab-ı Hak kendisine yetki vermiştir. Bazı bilginler, Hz. Peygamber'in koyduğu sünnetin Kur'ân'da mutlaka bir aslı olduğunu söylemiştir. Nitekim, namazın aslı Kur'ân'la emredilmiş, ayrıntı sünnete bırakılmıştır. Yine alış-veriş ve diğer konularda da sünnetler koydu. Çünkü Allah Teâlâ; " Mallarınızı aranızda bâtıl yollarla yemeyin" (en-Nisâ, 4/29), Âllah alış-verişi helal, ribayı haram kılmıştır" (el-Bakara, 2/275) buyurmuştur. Hz. Peygamber, namazı açıklaması gibi diğer konuları da Allah Teâlâ adına açıklamıştır. Kimisi de, sünnet, Allah tarafından Rasûlünün kalbine atılan hikmettir. Bu şekilde kalbe atılan onun sünneti olmuştur (bk. eş-Şafii, er-Risâle, tahkik: Ahmed Muhammed Şakir, Mısır 1309, s. 91 vd.).
 

chamdali

New member
Katılım
28 Nis 2006
Mesajlar
647
Tepkime puanı
123
Puanları
0
THE_HAFIZ' Alıntı:
Alıntı olması birşey değiştirmez, oldukça faydalı ve ilmi bir araştırma, ama, bu yazıyı herkesin okuyup anlamak isteyeceğine aklım kanaat getirmiyor, çünkü, sünni gelenekte, sadece hüküm koyucu olarak Allah kabul edilmez, Peygamberin de Hüküm koyucu olduğuna inanılır. Yani, tam bir şirket dininden bahsedilir ki, şirket dinine mensup olanların, tevhid dinine AMENNA VE SADDAKNA diyebileceklerine inanmıyorum.. Allah cümlemizi basiret sahibi yapsın ve sadece doğrulara iman etmeyi nasip etsin.. dualarımla

Alıntı olduğunu özellikle belirtiyorum ki bu yazıyı hazırlayan başka bir emek sahibi var bilinsin.

Sağduyulu yaklaşımın için sağol.
 

chamdali

New member
Katılım
28 Nis 2006
Mesajlar
647
Tepkime puanı
123
Puanları
0
Seyfullah yazıyı okudun mu, neler düşünüyorsun yazıda geçenler hakkında.
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
39
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
chamdali' Alıntı:
Seyfullah yazıyı okudun mu, neler düşünüyorsun yazıda geçenler hakkında.
yazıyı okudum yazının doğruluk payı var ama eskikleri doğruluk paynın üstünü örtmüş ve sünnete farklı bir bakış açısı olmuş, bende farklı açıdan baktım sünnete... dileyen dilediği açıdan bakabilir...
 

chamdali

New member
Katılım
28 Nis 2006
Mesajlar
647
Tepkime puanı
123
Puanları
0
seyfullah putkıran' Alıntı:
yazıyı okudum yazının doğruluk payı var ama eskikleri doğruluk paynın üstünü örtmüş ve sünnete farklı bir bakış açısı olmuş, bende farklı açıdan baktım sünnete... dileyen dilediği açıdan bakabilir...

Yazı kimsenin ilgisini çekmedi anlaşılan.

Eksikleri elbette olabilir. Ancak onlardan bahsederseniz üzerinde konuşup düzeltme yoluna gidebiliriz.

Bu farklı bakış açısı sizce nasıl? Faydalanmak gerekmez mi?
 

Aysegul

New member
Katılım
15 May 2006
Mesajlar
891
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
38
Birinci yanlış, Resulullah @'ın, insanüstü bir örnekliğe sahip olduğu, Kur'an'ın bildirmediği konularda dinin tamamlanması için Kur'an dışında da vahiy (gayri metluv) aldığı ve bağımsız teşri yetkisiyle donatıldığı gibi yaklaşımlardır.

Bu cümleyi söyleyen bir yazıyı tartışmaya gerek bile duymuyorum...Çünkü bunu söyleyen bir insan kur'an okumamış demektir:)
 
S

seha

Guest
sünni gelenekte, sadece hüküm koyucu olarak Allah kabul edilmez
Kardeşim, Sünni gelenekte tek hüküm koyan Allah'tır. Peygamber Ayetten istidraden hüküm çıkarır. Çıkarandır, koyan değildir.O kendisine vahyedilenden başka bir şey söylemez. Bu iltibası düzeltmek lazım.
Hem sünnet şudur ki;
Hz. Muhammed(s.a.v) insanlığın en yüksek mertebesine çıkmıştır.Hatta denilebilir ki,Allah'ın kainatı yaratmasının sebebi olmasa bile bir gerekçesi bu eşref-i mahluku göstermek içindir. Elbette bir insandır. Onlar gibi hiyerarşik ihtiyaçlara sahiptir. Onlar gibi yaşamalı, onlar gibi hissetmeli,sevinmeli, kızmalı,acı çekmeli,üzülmeli,hasret çekmelidir. Yoksa melek gibi olsa peygamberlik hükmü ortadan kalkar. Zira, tebliği zayıf olur. Öyle ya, kendisine verilen ve getirdiği hükme, önce o tabi olmuyorsa, ben niye tabi olayım.Melek olsa ibadete lüzüm yoktu. Korkmaz, üzülmez, hasret çekmezdi. Olağan üstü bir hal alır ya red edilir yada imtihan sırrına münafi olarak herkez ister istemez onu kabul ederdi.
Şimdi Rasulullah(s.a.v) madam eşref-i mahluktur, madem insandır,madem peygamberdir,madem, kainatın yaratıcısının hükümlerini tebliğ etmektedir. İlk önce ona uyacak, bevl etmesinden, yemek yemesine, gülmesinden, kızmasına, ibadetinden, itikatına her şeyine dikkat etmesi mecburidir. Böyle icab eder. Şimdi, Kur'an'ı en iyi anlayan birine tabi olup onun her hareketinin taklid edilmesi itab olunamaz. Çarpıtmalar dahi mevzu dışıdır. Sünneti ilzam etmez.
O Eşref-i Mahluk(s.a.v) nin imani ve islami konulardaki Kur'an yorumu elbette haktır ve en doğru tanımdır. Ona itaat Kur'an'ın emridir. O imani,itikadi ve islami konularda zaten Kur'an dışına çıkmamıştır. Ameli meselelerde ise yine rabbinden aldığı emirler doğrultusunda hareket edip bir düzen ve intizam dini olan İslam'a uygun olanı yapmıştır. Hem bazı Sünnet vardır terk edilebildiği gibi inkar dahi edilebilir. Bazı sünnet vardır, terk edilebildiği gibi inkar edilemez. Bazı sünnet vardır terki caiz olmadığı gibi inkarı küfürdür. Bunlarda Kur'an'ın Rasulullah tarafından yapılmış en has tevilleridir,Kur'anda hükmedilmiş emirlerin çıkarılmasıdır,denilebilir.Hüküm koymak değildir.
Hem pek çok Kur'an'da yeri yok gibi gözüken Sünnet bilmemekten Kur'an'da yeri yok sanılır. Mesela, Kuddüs ismi temizliği farz kılar. Ayakta bevl etmek necis olduğundan ,ama her zaman oturarak bevl etmek mümkün olmadığından sünnete girmiş, Kur'an'a girmemiştir.Yani, hem temizlik düsturuna uyup ayakta bevl etmesin, hem terki mecbur olursa bir itab olunmasın,ceza görmesin. Mesela, Allah'tan başkası yoktur, demek olan vahdet-i vucud teorisi Kur'an'da zikredilen Halık ismine münafidir. Zaten buna inanmak imani bir mesele değildir. Böyle ilimden gelen iltibasları nazara alarak alimlerde red edilmez. O alimlere uyanlarda azarlanamaz.
Sünneti çarpıtan ve ifrata kaçanları,istemeden karıştıranları,istiyerek karıştıranları nazara alıp bu yolu kapamayalım.
Sünnet o odur ki, Allah'ın kelamını tebliğ eden kişi, acaba ilk kendisi nasıl anlamış ve uygulamış, görmek ve ona itaat etmektir.
Ama bir meseleye çok parmak karışırsa ister istemez sürçmeler olacaktır.
Selam ve muhabetle
 

chamdali

New member
Katılım
28 Nis 2006
Mesajlar
647
Tepkime puanı
123
Puanları
0
Aysegul' Alıntı:
Birinci yanlış, Resulullah @'ın, insanüstü bir örnekliğe sahip olduğu, Kur'an'ın bildirmediği konularda dinin tamamlanması için Kur'an dışında da vahiy (gayri metluv) aldığı ve bağımsız teşri yetkisiyle donatıldığı gibi yaklaşımlardır.

Bu cümleyi söyleyen bir yazıyı tartışmaya gerek bile duymuyorum...Çünkü bunu söyleyen bir insan kur'an okumamış demektir:)

Yazıda tam tersi ifade ediliyor Ayşegül.
 

chamdali

New member
Katılım
28 Nis 2006
Mesajlar
647
Tepkime puanı
123
Puanları
0
seha' Alıntı:
Hem pek çok Kur'an'da yeri yok gibi gözüken Sünnet bilmemekten Kur'an'da yeri yok sanılır. Mesela, Kuddüs ismi temizliği farz kılar. Ayakta bevl etmek necis olduğundan ,ama her zaman oturarak bevl etmek mümkün olmadığından sünnete girmiş, Kur'an'a girmemiştir.Yani, hem temizlik düsturuna uyup ayakta bevl etmesin, hem terki mecbur olursa bir itab olunmasın,ceza görmesin.

Önemli olan temizlikse eğer, ayakta bevleden kişi de bu şekilde temizliğe riayet edebiliyorsa ne lazım gelir? Sünnete aykırı hareket etmiş olur mu?
 
S

seha

Guest
Bir insan ayakta bevl etse sünnete aykırı hareket etmiş olur. Lakin, harama girmez. İnkar etmek ise -hiç bir sebep olmasa- Kuddüs ismine muhalefet olmasından haramdır. Terki caiz inkarı haramdır.Ayakta bevl etmeyi adet haline getirmek mekruhtur. Edepsizlik olduğundan ve necis olduğundan ve Allah edepsizleri ve necaseti sevmediğinden günaha girme ihtimali var.
Eğer bu hadisi Peygamberden görüp red ederse merduttur, eğer kaynak güvensiz deyip Peygamber böyle bir şeyi söylemedi derse münkirdir. İtab yok. Mesele, Rasulullah'a itaattir. Rasulullah'tan geldiğine şüphe duyulan şeyin terki caiz olabilir. Lakin, hikmetini bilmeden inkar eblehin işidir. Kur'an'a aykırı değilse, sünnet dahi olmasa uymak elzemdir.

Kardeşim seni çok iyi anlıyorum; tüm İslam'ın şikayet ettiği, önümüze hadis diye konulan, üstelik tarafgir bir fikir ile sağlam delil, diye sunulan,Kur'an'a aykırı husulara kızıyor ve eleştiriyorsun. Tabi ki biliyorsun ki,Rasulullah Kur'an'a aykırı bir şey yapmadı. Yapamazdı da, Allah dinini ,anlamamış, hatalı bir insanın üstüne bina etmez. Senin itirazın bu rivayetlerin geliş metoduna. Mecazların hakikat gibi görülmesine , alimlerin tevillerinin ve hikayeleririn kanun zannedilmesine. Hadisten ve ayetten zamanın ihtiyacına göre hüküm çıkaranların ,hüküm koyan gibi gösterilmesine.Menfaatlerine göre hüküm verene,dini rüşvet verene.
Yanılıyor muyum kardeşim?
Baki Selam
 
Üst Alt