Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Sünnet İnkarcılarına Göre Kuran'daki Namaz

old_preacher

New member
Katılım
6 Eyl 2011
Mesajlar
271
Tepkime puanı
40
Puanları
0
Sizlere namazın Kuran da açık şekilde anlatıldığı ile ilgili bir yazı alıntılayacağım. Biraz uzun bir yazıdır, fakat okumanızı öneririm. Yazı, İkra Kuran Araştırmaları Grubu'ndan alıntıdır.


KURAN'DA NAMAZ


Kuran’daki namazın anlaşılması Kuran temelli bir İslamiyet açısından büyük bir öneme sahiptir. Kuran’a dayalı bir dini anlayışın yüzlerce konudadaha tutarlı, daha mantıklı ve daha yaşanır olduğunu görüp mezhepçi anlayışı kurtarmak isteyen birçok kişi, kurtuluşunu namaz konusuyla ilgili bir çıkışta aramaktadır (Sanki bu konu, diğer hususları hasır altı edebilirmiş gibi). Kuran’ı dinin kaynağı olarak yetersiz gören bir mezhepçi yaklaşımı benimseyenler; “Sırf Kuran’dan dini anlarsak, namazı nasıl kılacağız? Namazı sırf Kuran’a bakarak kılamayız. Demek ki Kuran dışı kaynaklar lazım...” diyerek mezheplerini kurtarmaya çalışmaktadırlar. Mezhepçilerin bu yaklaşım tarzı bile dini anlamadıklarının bir delilidir. Yapılması gereken, dinin kaynağını belirleyerek; dini ona göre anlamak ve uygulamaktır. Dinin kaynağı belli olduktan sonra dinin kaynağını önümüze alıp namazı, orucu, ahlakı ve din adına her şeyi bu kaynaktan anlamamız gerekir. Yani namaz da dinin kaynağından anlaşılacaktır. Dinin kaynağı, kafada önceden belirlenmiş fikirlere göre, örneğin namaz fikrine göre belirlenmeyecektir. Kuran ile namaz adına bilinenler arasında fark varsa; çözüm dinin kaynağını değiştirmek değil, namaz adına bildiklerimizi düzeltmektir.

Yanlış anlamalara sebep olmamak için bazı hususları belirtmekte büyük fayda görüyoruz. Bu düzeltmede, eğer mevcut uygulamalarda namazların kılınmasında düzeni sağlayan, ümmetin toplu ibadetlerine kolaylık getiren
yaklaşımlar varsa veya belli vakitte kılınması bir mecburiyet olmamasına rağmen ümmetin daha çok Allah’ı anması gibi Kurani bir ideale hizmet eden ibadetler varsa; “ümmetimizin bu sünnetleri”ni muhafazada elbette fayda vardır. Örneğin imamın namaza “Allahuekber” diye ellerini kaldırarak sesli başlamasını gören namaza başlandığını anlar ve ona göre hareket eder; namazlarda bu düzen getirici unsurun faydalarını gözlemleyebiliriz. Hz. Ömer döneminden sonra bugünkü formda (20 rekat olarak) kılınmaya başlandığı söylenen teravih namazları, Ramazan’da Allah’ın daha çok anılması gibi Kurani bir ideale hizmet eder. (Teravih namazının farz olduğu iddia edilmemiştir ama biz Kuran’da olmamasına rağmen farz olduğu iddia edilen namazlar için de teravih namazı için düşündüğümüzün aynısını düşündüğümüzü belirtmeliyiz.) Bunların Kuran’ın evrensel hükümleri arasında olmadığının farkında olmak, bu tip uygulamaları terk etme özgürlüğünün olduğunu bilmek önemlidir; fakat düzene veya Allah’ın çok anılmasına yarayan İslam coğrafyasında yaygınlaşmış bu tarzdaki “ümmetin sünnetleri”ni değiştirmeye kalkmak bize göre abesle iştigaldir.

Diğer yandan “ümmetin sünnetleri”ni Kuran’ın eksik olduğu iddiası için delil olarak kullanmaya çalışmak da büyük bir hatadır. Bize göre sadece Kuran’da geçenlerin namazın evrensel, evrenin sonuna dek geçerli hükümleri olduğuna dair yöntem benimsenmeden namazın farzlarıyla farz olmayanını ayırt eden kesin bir yöntem ortaya konamaz, zaten konamamıştır da. Bu yüzdendir ki birbirlerine yakın metodolojiler benimsemiş mezhepler arasında bile namazların farzlarının ne olduğu gibi konularda önemli farklar vardır. Örneğin kimi mezhep Fatiha okumayı farz görürken diğeri görmez. Burada önemli olan husus Peygamber’in Fatiha’yı okuyup okumaması değildir; elbette namazda Fatiha okunabilir, fakat bunun her rekat için mecburi olup olmaması farklı bir şeydir. Peygamberimiz’in Kuran’a aykırı bir davranışı veya izahı hadislerle aktarılıyorsa bu hadislerin uydurma olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Fakat Fatiha okumak gibi “Kuran’a uygun” bir eylemden “dinin mecburiyeti” gibi bir sonuç çıkartılırsa bu da hatalıdır. “Kuran’a uygun olma” veya “yararlı olma” ile “mecburi olma” tamamen ayrı olan, karıştırılmaması gerekli kategorilerdir. Kuran’da, Peygamberimiz’le beraber aynı dönemde yaşayan Müslümanlar’ın kendilerine farz olmayan ibadetlere katılıp Allah’ı andıklarını görüyoruz. 73-Müzemmil Suresi 20. ayette, Müslümanlar’dan bir grubun Peygamber’le gece kalkıp ibadet ettikleri anlatılır; bu ibadet farz olsa tüm Müslümanlar katılırdı. Sonuçta Peygamberimiz’in döneminde ve sonrasında Müslümanlar, özellikle namaz gibi topluca yapılan ibadetler için belli düzenlemeler oluşturmuşlar, farz olan namazlar dışında Allah’ı anmak için fazladan da namazlar kılmışlardır. Bize göre bu durumu yorumlayan hadisçi mezhepler, sadece Kuran’la farzların çıkacağı ilkesini benimsemediklerinden, gönüllü kimi uygulamaları farzlarla karıştırmışlardır. Sonuçta bu sorunun çözümü de Kuran’a gitmektedir. Bugün yapılması gereken dinimizin namazla ilgili evrensel uygulamalarını Kuran’dan anlamak, Kuran’da geçmeyip faydalı olan “ümmetin sünnetleri”ni farzlaştırmadan devam ettirmek ve Kuran’ın ifadelerine ve ruhuna aykırı uygulamalardan dinimizi kurtarmaktır.

Dinin tek kaynağı olan Kuran’ı elimize aldığımızda, Kuran’ın namaz adına gerekli tüm bilgileri içerdiğini görürüz. Kuran’da en detaylı şekilde anlatılan ibadet namazdır. Fakat bu, günümüzde namaz adına anlatılan her detayın Kuran’da geçtiği manasına gelmez. Mezheplerin teferruatlaştırıcı zihniyeti her konuya olduğu gibi namaza da elini atmış ve Kuran’da, yani dinde, olmayan teferruatlar “farz” veya “vacip” gibi başlıklarla mecburi hale çevrilmiş ve namazla ilgili kimi esneklikler yok edilmiştir. “Secdede dirseklerin yere değmemesi gerektiği” iddiası gibi kimi hususlar ise “sünnet” başlığı altında dinselleştirilmiş ve düzen için gerekenin dışında bir şekilcilik de oluşmuştur.

Kuran’da geçmeyen hususların farzlaştırılması yanlıştır, fakat bunlar yapılırsa namaz olmaz diye düşünmemeliyiz. Örneğin ileride göreceğimiz gibi namazda illaki Fatiha Suresi’ni okumak farz değildir. Fakat Kuran’ın ilk suresi olan Fatiha’yı namazda okumak tabi ki güzeldir. Yani namazda şunu yapmak “farz değildir” diye belirtmek, o hususa karşı olmak değildir. Sadece Kuran’da geçmeyen bir mecburiyetin farzlaştırılması yanlıştır. Yukarıdaki örneğimizi
düşünürsek yanlış, Fatiha Suresi’ni okumak değil; Fatiha Suresi’nin her ayağa kalkışta okunmasının “farz” olduğunu söylemektir. Kitabımızın bu bölümünü ve diğer bölümlerini okurken lütfen “Bu husus Kuran’ın anlattığı namazda yoktur” diye belirttiğimiz hususlarda bu inceliğe dikkat edin. Kuran’da geçen namaz, hazırlık aşaması olan abdest ve boy abdestinden (gusül) başlayarak şöyledir:

- ABDEST VE BOY ABDESTİ

Kuran’da abdest, sadece ve sadece namazın bir şartı olarak anlatılır. Ayrıca camiye girerken, Kuran okurken veya namaz dışındaki herhangi bir ibadet için abdestin ve de boy abdestinin (gusül) alınması dini bir mecburiyet değildir. Kuran’da abdest ve boy abdesti birazdan vereceğimiz iki ayette geçer. Bu iki ayet dışında Kuran’da abdest ve boy abdesti ile ilgili hiçbir ayet yoktur. Yani abdest ve boy abdestinin ne yapmamız için gerektiği, ne zaman gerektiği, su olmazsa ne yapılacağı sadece bu iki ayetten anlaşılacaktır:

''Ey iman edenler! Namaza kalktığınızda, yıkayınız: yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi; sıvazlayınız: başınızı ve aşık kemiklerine kadar ayaklarınızı. Eğer cünüp iseniz temizlenin. Eğer hasta veya yolculukta iseniz veya biriniz tuvaletten gelmiş, yahut kadınlara dokunmuş da su bulamamışsanız, temiz bir toprakla teyemmüm edin: Yüzlerinizi ve ellerinizi sıvazlayın. Allah size zorluk çıkarmak istemez. Allah sizi temizlemek ve üzerinizdeki nimetini tamamlamak istiyor. Umulur ki; şükredersiniz.'' (Maide-6)

''Ey iman edenler! Sarhoş iken ne söylediğinizi bilinceye kadar, cünüp iken de -yolculuk hali müstesna- yıkanıncaya (gusül edinceye, boy abdesti alıncaya) kadar namaza yaklaşmayın. Eğer hasta veya yolculuktaysanız, biriniz tuvaletten gelmiş, yahut kadınlara dokunmuş da su bulamamışsanız, temiz bir toprakla teyemmüm edin: Yüzlerinizi ve ellerinizi sıvazlayın. Allah affedici, bağışlayıcıdır.'' (Nisa-43)

Şimdi sorularımızı sorup bu iki ayete göre cevap verelim:

1) Abdest ve Boy Abdesti Niçin Lazımdır?

Ayetlerden açıkça anlaşılıyor ki; abdest de, boy abdesti de sadece namaz için lazımdır. 5-Maide Suresi 6. ayetin başında abdestin namaz için alınması gerektiği söylenir. 4-Nisa Suresi 43. ayette de cünüp olanın yıkanmadan namaz kılamayacağı anlatılır.

2) Abdest Ne Zaman Alınır?

İki ayetin de son kısımlarına dikkat ederseniz, bize suyun gerekli olup da suyu bulamadığımız hallerde ne yapmamız gerektiği açıklanır. Suyun bize gerekli olduğunun açıklandığı hal ile abdesti neyin bozduğu da açıklanmıştır. Burada “tuvaletten gelmiş” diye çevirdiğimiz ifade bize abdestin “tuvaletten” gelince alınması gerektiğini göstermektedir. “Tuvalet” diye çevirdiğimiz kelimenin Arapça’sı “gait”tir. Arapça bu kelime “çukur yer” anlamında olup, “tuvalet, ayak yolu” kelimelerine karşılık gelmektedir. Yani abdestin çukur yerlere yapılanlardan sonra alınması gerekmektedir. Bunun dışında tarif edilen hiçbir şeyle, ne kanın akması, ne deve eti yenmesi abdesti bozmaz. Ayetten abdesti neyin bozduğu açıkça anlaşılmaktadır. Kişiler “tuvalette, ayak yolunda”, çukur olan yere ne yapıyorsa abdesti o bozar.

3) Boy Abdesti (Gusül) Ne Zaman Alınır?

“Abdest”in nasıl alınacağı Kuran’da tarif edilmektedir, fakat kelime olarak “abdest” Farsça’dan Türkçe’ye geçmiştir. “Boy abdesti” ifadesiyle kastedilen ise Kuran’da geçen “cünüp” olunca gerekli olan yıkanmadır. “Gusül” zaten Arapça “yıkanma” demek olduğu için “boy abdesti” yerine Türkçe “gusül” veya “gusül abdesti” diyenler olmuştur. Suyun gerekli olduğu diğer halin iki ayette de “kadınlara dokunma” olduğu söylenir. Arapça’da da Türkçe’deki gibi deyimler vardır. Türkçe’de “kadınlarla beraber olma” ifadesi “cinsel ilişkiye girme” anlamında kullanılır. “Kadınlara dokunma” ifadesi Arapça’da “cinsel ilişki” anlamına gelen bir deyimdir; Kuran boyunca bu deyimin kullanımına bakılırsa da bu anlaşılacaktır.

Yani boy abdesti kadınlarla cinsel beraberlikten sonra alınır. Zaten cünüp olunduğunda boy abdesti alındığını söylemiştik. Cünüplük, “cenb” kökünden türemiştir. Bu kelimenin kökünde “yakında olma, beraberlik” manaları
vardır. Buna göre “cenabet” terimi beraberliğin en ileri seviyesi olan birleşmenin sonucuna ad olmuştur. Ayetin içinden boy abdestinin ne zaman alınması gerektiğine dair vardığımız sonucu “cünüp” kelimesinin manası da doğrulamaktadır. Cinsel bir birleşme dışında, kimi hallerde boy abdesti almanın farz, vacip (farzla sünnet arası, farza yakın uygulama) veya sünnet olması da Kuran’da yoktur. İsteyen istediği zaman, rahat ettiği zaman boy
abdesti alır, fakat Kuran’dan çıkmayan bir hüküm; farz, vacip, sünnet veya herhangi başka bir başlıkla kimseye yüklenemez. 5-Maide Suresi 101. ayette “açıklanmayan her şeyin affedildiği” söylenmektedir. Bu yüzden, “Kuran’da açıklanmayan her hususta serbest olduğumuz” unutulmamalı, hiç kimse bu açıklanmayanlara ilave bir cevap aramamalıdır.

4) Abdest Nasıl Alınır?

5-Maide Suresi 6. ayetin başında abdesti nasıl almamız gerektiği anlatılır. Bu anlatımda “yıkayın” fiilinin ardından “yüz ve dirseklere kadar elleri” ifadesi geçer, “sıvazlayın” fiilinin ardından da “baş ve aşık kemiklerine kadar ayakları” ifadesi geçer. (Aşık kemikleri, ayak bileğinin iki tarafındaki çıkıntılı kemiklerdir.) Biri size “yıkayın: banyoyu
ve mutfağı, silin: salonu ve antreyi” derse ne anlarsınız, antrenin yıkanması gerektiğini mi yoksa silinmesi gerektiğini mi? Herkes antrenin silinmesi gerektiğini anlar. Fakat Sunni mezheplerden olanların birçoğu ne hikmetse “sıvazlayın” fiilinden sonra geçen “ayaklar” ın; sıvanması yerine “yıkanması” gerektiğini savunmuşlardır. (Hanbeli mezhebinde, hem “sıvazlama”nın hem de “yıkanma”nın mümkün olduğu ifade edilmiştir.) O zaman “ayak” kelimesi neden “yıkayın” fiilinden sonra geçmemektedir? Ayette, “yukarıdan aşağı ne yapılması gerektiğinin söylendiğini, sıvazlamanın ara izah olduğunu ve bir tek başın sıvazlanması gerektiğini” söylemek de mümkün değildir. Çünkü ayette; önce yüz ve ellerden bahsediliyor, sonra başa çıkılıp, sonra aşağı ayaklara iniliyor. Bu yüzden ayakları aşık kemiklerine kadar sıvazlamayı “yıkayın” fiiline göndermenin hiçbir mantığı yoktur. “Ayakları yıkama mecburiyeti” uydurma hadislerle desteklenmeye çalışılmıştır.

Oysa Şiiler’deki birçok hadise göre ayaklar elle sıvazlanır. Amacımız hadisleri hadislerle çürütmek değil, fakat Kuran’ı yeterli görmeyenlerin hadiste bile keyfi davrandıklarını göstermektir.

Süleyman Ateş birçok sahabenin de ayaklarını sıvazlamayla yetindiğini belirttikten sonra ayetin Arapça’sından anlaşılanı şöyle açıklar: “Yüce Allah, abdestte vücudun iki temel uzvunun yıkanmasını emretmiştir ki; bunlar yüz
ve kollardır. İki uç uzvun da sıvazlanmasını emretmiştir ki; bunlar da baş ve ayaklardır. Yıkayınız fiilinden sonra
iki tümleç getirmiştir. Bunlar yüz ve ellerdir. Demek ki yüz ve eller yıkanacaktır. Sıvazlayınız fiilinden sonra
da iki tümleç getirmiştir, bunlar da baş ile ayaklardır. Demek ki bunlar da sıvazlanacak uzuvlardır. Ayette bu manayı son derece güçlendiren ince bir nokta vardır. Kuran-ı Kerim’de her kelime birbiriyle son derece uyumlu
ve mütenasiptir. Şimdi yıkayınız fiilinden sonra gelen iki tümleçten ilki nasıl tek bir uzvu, ikincisi iki uzvu (yani iki eli) gösteriyorsa, sıvazlayınız fiilinden sonra gelen iki tümleçten de birincisi bir tek uzvu, ikincisi iki uzvu (iki ayağı) göstermektedir.” (Süleyman Ateş, Kuran Ansiklopedisi, 1. cilt, Abdest bahsi).

Kısacası abdestte yüz ve dirseklere kadar eller yıkanır, baş ve aşık kemiklerine kadar ayaklar sıvazlanır, bunların haricinde bir şey gerekmez. İsteyen ağzını ve burnunu çalkalar, üç parmakla ensesini sıvazlar, ayaklarını topuklarıyla birlikte yıkar, her uzvunu yıkayışta Arapça dualar okur. Fakat bunları yapan bilsin ki bunlar abdestin mecburiyetleri değildir. Abdesti Allah, Kuran’da açıklamıştır ve bunlar Kuran’daki açıklamalarda yoktur.

5) Boy Abdesti Nasıl Alınır?

Boy abdestinin cünüp iken alınması gerektiğini daha önce söylemiştik. Cünüpken ne yapmamız gerektiği iki kelime ile anlatılır. 5-Maide Suresi’nde “tahare” kelimesi “temizlenmek”, 4-Nisa Suresi’ndeki “gasale” fiili “yıkanmak”
demektir. Boy abdesti için “Şuradan şuraya kadar yıkanın, ağzınızı ve burnunuzu üçer kez çalkalayın, toplu iğne başı kadar kuru yer bırakmayın, sağ omzunuzdan başlayarak üçer kez su dökün” şeklinde ifadeler geçmez.
Böyle sınırlamalar olmadığından “gasale” kelimesinden sadece “yıkanmak” anlaşılır. “Tahare” ifadesi ile de bu yıkanma işleminde kirlerden arınmanın önemi anlaşılır. Bir anne beş yaşındaki çocuğuna “Yıkan” derse, o çocuk bunu anlayıp yıkanır. Oysa koskoca adamlara “Yıkan” deniyor, fakat onlar “Nasıl yıkanacağım? Toplu iğne başı kadar kuru yer kalırsa ne olur? Önce hangi omuzuma su dökeceğim?” gibi gereksiz sorular sorup, Kuran’ın anlaşılmaz olduğunu sanıyorlar. Üstelik bu anlamamanın kendi anlayışsızlıklarından kaynaklandığını da anlamıyorlar. Bir de Kuran’da anlatılan dini eksik zannedip, bu garip soruların açıklandığı kitapları dinin tam ve eksiksiz kaynağıymış gibi rehber ediniyorlar.

 

old_preacher

New member
Katılım
6 Eyl 2011
Mesajlar
271
Tepkime puanı
40
Puanları
0
NAMAZ VAKİTLERİ

Kuran’da namazın, vakitleri belirlenmiş bir farz olduğu geçer (4-Nisa Suresi 103). Korku zamanında bile namaz kılınmasını açıklayan Kuran, hiç şüphesiz farz namazlarının vakitlerini de eksiksiz olarak açıklamıştır. Dikkat edin, namaz vakitlerinin açıklanmasından kastımız, farz olan namazların açıklanmasıdır. Namaz övülmüş bir ibadettir. Allah’a yönelmenin, Allah’ı hatırlamanın bir şeklidir. Bu yönüyle namaz her an kılınabilen, her an yerine getirilebilen bir ibadettir. Fakat her kılınan namaz, farz namaz değildir. Örneğin gece yarısı fazladan namaz kılınabilir, fakat bu gece yarısı kılınan namazın farz olduğunu göstermez. Peygamber de, Peygamber’in yakınları da şüphesiz birçok kereler namaz kılmışlardır. Kuran’ın tek kaynak olduğu ilkesini benimsemeyen mezhepler bu namazların kimisini farz, kimisini vacip, kimisini sünnet ilan etmişler; Kuran’dan dini anlamak yerine, Peygamber yakınlarının hareketlerini kendilerince yorumlayarak mezhepler oluşturmuşlardır. Sunni mezhepler sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsı
diye beş vakit namazı farz kılmışlardır. Şiiler üç vakit namazı farz kılıp bu üç vakitte beş vakit namazı birleştirdiklerini söylerler. Daha eski zamanlardaki Hariciler’in iki veya üç vakit kıldıklarına dair hadisler de vardır. Bu farz namazların dışında Kuşluk, Duha, Güneş ve Ay tutulması, Tesbih, İstihare, Kadir, Regaip, Beraat gecesi namazları gibi birçok namaz da vardır. Yatsı namazından sonra kılınan vitir namazı ise kimilerine göre vacip olup farza yakındır, kimilerine göre ise sünnettir.

Savaş zamanı namazın kılınmasıyla ilgili bilgileri bile veren Kuran, hiç şüphesiz farz namazlarının vakitlerini de açıklamıştır. Kuran’dan delillendirilmeyen namazların belirli dönemlerde belirli kişilerce, halifelerce, hatta Peygamber tarafından kılınmış olması elbette mümkündür. Çünkü Kuran namazı över ve farz namazların haricinde de namaz kılınması elbette ki iyidir. Ayrıca Kuran’da farz namaz vakitlerinden daha fazla zamanda Allah’ın yüceltilmesi, zikredilmesi ve O’na hamd edilmesi geçer; bunlar ise namazın dışında olabileceği gibi namaz kılarak da yerine getirilebilirler. Bu açıdan bakıldığında yukarıda adı geçen ve yukarıda adını geçirmediğimiz, fakat namaz kitaplarında adı geçen namazların kılınmış olması mümkündür. Fakat Kuran’da adı geçmeyen namazların, farz namaz olarak algılanması veya bu namazları kılmayanların dini açıdan eksik olduğunu iddia etmek çok büyük hatadır. Bu noktadan olaya baktığımızda sorun, uygulamaların yorumlanış şeklindeki hatalardan kaynaklanmıştır. Şimdi dinin tek kaynağı
olan Kuran’dan farz olan namazları isim ve vakitleriyle birlikte öğrenelim.

-SABAH (FECR) NAMAZI

Kuran’da namaz kelimesi “salat” kelimesi ile ifade edilir. “Bağlantı kurmak, destek vermek” tipinde manalara sahip olan “salat” kulun yaratıcısıyla kurduğu bağlantı, yani namaz için de kullanılır. “Salat” kelimesi “ikame” fiiliyle
beraber “namaz kılmak” manasında kullanılmıştır. “Salat il-fecr” yani “sabah namazı” ismi 24-Nur Suresi 58. ayette geçmektedir. “Fecir” gecenin karanlığında güneşin ilk ışıklarının çıkışını ifade eder. Bu bir süreçtir ki güneşin doğuşuna kadar devam eder. Nitekim varlığı adından belli olan bu namazın, 11-Hud Suresi 114. ayette vakti de belli olmaktadır:

''Gündüzün iki tarafında, gecenin yakınlarında namaz kıl. Güzellikler çirkinlikleri giderir.'' (Hud-114)

Arapça’daki “nehar” “gündüz”, “leyl” ise “gece” demektir. Yukarıdaki ayette geçen “tarafeyi en-nehari” ifadesi gündüzün iki tarafını ifade eder. “Taraf” kelimesi “uç, dıştan bitişik bölüm” manalarına gelmektedir. Kuran’da
geçtiği diğer ayetlerde de bu anlamlarda kullanılır. Gündüzün başlangıcını güneşin doğuşu, günün bitişini güneşin batışı olarak alırsak; günün iki tarafında sabah ve akşam namazları vardır. “Zulefen min el-leyl” ifadesi ile bu vakitlerin, aynı zamanda gecenin gündüze yakın zamanları olduğu da daha iyi vurgulanmış olur. Yani sabah namazı, ismi ile 24-Nur Suresi 58. ayette geçer. Bu isim aynı zamanda sabah namazının vaktini de tarif eder. Ayrıca 11-Hud Suresi 114. ayette sabah namazının vakti belirlenmiştir. Sabah namazı Kuran’daki ismiyle “salat il-fecr” adından da belli olduğu gibi günün ilk ışıklarıyla başlar ve günün başlangıcı olan güneşin doğuşuyla biter.

-AKŞAM (İŞA) NAMAZI

“Akşam namazı”nın ismi de 24-Nur Suresi 58. ayette geçmektedir. Sözlükten “işa” kelimesinin anlamına bakanlar, güneşin batışından havanın kararmasına kadar olan vakte, yani bizim Türkçe’de “akşam” dediğimiz vakte “işa” denildiğini görürler. 12-Yusuf Suresi 16. ve 79-Naziat Suresi 46. ayette de aynı kelime geçmektedir. Diğer iki ayetteki aynı kelimeyi “akşam” diye çeviren bazı çevirmenlerin, bu kelimeyi Türkçe bir kelime olan “yatsı namazı”
diye çevirmeleri, mezhep izahlarının etkisinde kalmalarındandır. Bu tarz çeviri, “yatsı namazı” diye mezheplerin farz olarak tarif ettiği namazı Kuran’ın da farz kıldığı izlenimini vermektedir ki bu yanlıştır. Fakat “yatsı” kelimesinden kasıt “işa namazı”nın yatmadan önce kılınan son farz namaz olması ise bu doğrudur. Ayette buna işaret de vardır:

''Ey iman edenler! Yönetiminiz altındakilerle, ergenlik yaşına gelmemiş olanlarınız sizden üç vakitte izin istesinler. Fecir (sabah) namazından önce, öğle vakti elbisenizi çıkardığınızda, işa (akşam) namazından sonra. Çıplak olabileceğiniz üç vakittir bunlar.''(Nur-58)

Son namazı kılmak için mescide giden ve topluca namazı kılan kişi, bu namazdan sonra mescide gitmeyecekse muhtemelen üzerini değiştirecektir. Ev kıyafetine bürünecektir. Bu yüzden yatmadan önceki son namaz “işa
namazı” olarak düşünülüyorsa, bu doğrudur. Yoksa vakit olarak “akşamı” ifade eden bir kelime, namaz kelimesiyle birleşirse bambaşka bir vakit olan yatsıyı ifade eder deniliyorsa, bunun yanlışlığı ortadadır. Bu ayette son farz
namazın akşam namazı olduğunu destekleyici bir ifade tarzı vardır. Arapça sözlüklerden “işa” kelimesinin manasını araştıran herkes, “işa” kelimesinin “güneşin batışından gecenin karanlığına kadar olan zaman dilimi”ni ifade
ettiğini görecektir. (Evdeki çocukların çıplaklığın mümkün olduğu vakitlerde izinsiz odalara dalmamalarını öğütleyen bu ayetten bir sonraki ayette, bu çocukların ergenlik yaşına gelince, her zaman özele saygı gösterip, izin
alarak ebeveynlerinin odalarına girmeleri öğütlenir.)

Akşam namazının vaktinin anlaşıldığı ayet (11-Hud Suresi 114), sabah namazının farz olduğunu gösteren belirttiğimiz ayettir. Gündüzün iki tarafında kılınan namazlardan biri sabah namazı olunca, diğeri de bu namazın
simetriği olan akşam namazıdır. Bu namazın vakti de aynı şekilde gecenin (güneşin olmadığı dönemin) gündüze yakın olan zamanıdır. Bu ayet dışında akşam namazının vaktini belirleyen bir ayet daha vardır:

''Güneşin sarkmasından gecenin kararmasına kadar namaz kıl. Fecir (sabah) vakti Kuran’ı, fecir (sabah) vakti Kuran’ına tanık olunur.'' (İsra-78)

Gecenin kararması, akşamın bitiş vaktini vermektedir. Işığın alametlerinin ufukta yok olmasıyla akşam namazının vakti biter. Bu durumda da “güneşin sarkması” ifadesi güneşin ufukta batışını belirler. Böylece güneşin batımı
ve gecenin kararmasının arasındaki vakit namaz vakti olarak belirtilir. Bu ayette belirtilen vaktin namazı olan akşam, sabah namazının simetriği olduğundan, bu simetrilik durumuyla sabah namazının vakti de bir kez daha
tasdik edilmiştir. Bu ayetin devamında sürekli akşam namazıyla beraber geçen sabah namazının vaktinin vurgulanması da ilginçtir. Fakat bu ayette sabah namazı değil, sabah Kuran okumak vurgulanır. Demek ki sabah namazının vaktinin içinde veya namazın dışında Kuran okumaya özel bir önem vermek gerekir. Görüldüğü gibi akşam ve sabah namazları isimleriyle beraber Kuran’da geçerler. Üstelik bu isimler namazın kılınacağı vakti de ifade
ederler. İlaveten sabah ve akşam namazının vakti de açıklanmıştır. Üstelik 24-Nur Suresi 58. ayette sabahın günün ilk, akşamın günün son namazı olduğuna işaret vardır.

-VUSTA(ORTA,EN İYİSİ) NAMAZI

Kuran’da geçen namaz vakitleriyle ilgili en tartışmalı husus 2-Bakara Suresi 238. ayette geçen “salat il-vusta” ifadesinden kaynaklanmaktadır. Ayet şöyledir:

Namazları koruyun. Ve vusta (orta, en iyi) namazı da.''(Bakara-238)

Sabah ve akşam namazının vakitlerini çıkardığımız ayetler ve bu ayet dışında farz namaz vakitlerinin çıkartılabileceği hiçbir ayet yoktur. Demek ki namaz vakitleri bu ayetlerden anlaşılacaktır. Günün bir ucundaki namaz sabah namazı, günün diğer ucundaki namaz da akşam namazı olunca; orta namazını bu iki namazın ortasında aramak lazımdır. Tüm kültürlerde günün uyanmayla başladığını, gecenin dinlenmemiz için yaratıldığını, geceleyin kalkıp ibadetin bir tek Peygamberimiz’e has kılındığını (17-İsra Suresi 79) düşünürsek; orta namazının, sabah ile akşam namazının arasında gündüz kalan vakitte olduğunu düşünmek daha doğrusu olabilir. “Vusta” kelimesine “orta” manasının verilmesinden günün ortalarında kılınan bir namaz olduğunu düşünenler olabilse de bu kelimeyi sınırlayan hiçbir ifade olmadığı için sabah ile akşamın arasında kalan tüm zaman dilimini, bu namazın vakti olarak kabul etmek de düşünülebilir. “Vusta namaz” ifadesinden, orta namazı sonucuna varıldığında “vusta” kelimesi hem namazın ismini, hem zaman dilimini belirleyen kelime olur.

Diğer bir görüşe göre “vusta” kelimesinin “en iyisi” manasına sahip olduğu, bu kelimenin bir namazı belirtmediği; ayetten namazların korunmasının ve namaz kılmanın en iyisi ve en doğru yol olduğunun anlaşıldığını söyleyenler vardır. Buna göre sadece “sabah” ve akşam” namazları farzdır. “Vusta” kelimesi üzerinde bir inceleme bu konuda yardımcı olabilir. 2-Bakara Suresi 143, 5-Maide Suresi 89, 68-Kalem Suresi 28, 100-Adiyat Suresi 5 ayetlerinde de bu kelime geçer. Bu ayetleri inceleyerek “vusta” kelimesini anlamaya çalışabilirsiniz.

-HADİS NAKİLLERİ VE NAMAZ

Görüldüğü gibi Kuran’da namazın beş vakit olduğuna dair bir ifade yoktur. Namazın ne kadar uzun olacağı, rükuda, secdede ne söyleneceği de Kuran’da geçmez. Aslında namazın uzun mu kısa mı olduğu, rükuda veya secdede ne söylenmesi gerektiği hakkında kesin sınırlar olduğuna dair detaylı hadis nakilleri de bulunmaz. Mezheplerin anlattığı namazın uydurmalarla dolu hadislerle bile açıklanması mümkün değildir. Namazdaki birçok husus mezhep kurucularının şahsi görüşleriyle oluşmuştur. Bazen bu şahsi görüşler, hadislerin veya sahabe tavırlarının belli bir şekilde yorumlanmasından kaynaklanmıştır. Peygamberimiz’in hem çok kısa namaz kıldığına, hem de uzun rüku ve uzun secdelerle çok uzun namaz kıldığına dair hadisler vardır. Bu konudaki bazı hadislere göre Peygamberimiz kimi zaman rükuya gittiğinde hiç doğrulmayacak, kimi zaman secdeye gittiğinde hiç secdeden kalkmayacak kadar kalmış, bu zaman dilimleri Peygamberimiz ile namaz kılanlara uzun gelmiştir. Ama mezhepler, rükuları üç “Subhane rabbiyel azim” ve secdeleri üç “Subhane rabbiyel ala” ifadeleriyle belirlemiş, takipçilerini sadece bu ifadelere mahkum edip, Allah’ın serbest bıraktığını gereksiz yere sınırlamışlardır. Bu ifadeler, Kuran’ın ruhuna uygun, kulların
Allah’ı yüceltmesi için güzel ifadelerdir. Namazlarda düzeni sağlamak için,imamlara, bu ifadelerin söyleneceği zaman miktarının geçirilmemesini telkin eden bir uygulamanın namazlara düzen verdiği düşünülebilir. Bizce, bu tip kalıplar böyle endişelerle çıkmış, namazı çok uzun kıldırıp cemaatin bir kısmının isteklerine muhalefet edebilecek imamların önü kapanmıştır. Fakat namazlarda hep aynı ifadeleri tekrar etmenin neticesinde, birçok kişinin söylenen bu çok anlamlı sözlerin manasını düşünmeden otomatik söylemeye teşvik edildikleri gibi bir zarar da göz önünde bulundurulmalıdır. Normalde rükuda ve secdede sadece belirlenmiş bahsedilen ifadeleri söylememizin gerekmediği, namazın süresinin kişilerin şahsi görüşlerine bırakıldığı, Kuran’dan anlaşılabileceği gibi hadisler doğru yorumlansaydı da anlaşılabilirdi. Mezhepler serbest bir alanı kendi belirlemeleriyle dondurmuşlardır. Bu belirlemelerden bir kısmı bir düzenin kurulmasında yardımcı olduysa da bunların birçoğu namazda aşırı şekilciliğe ve anlamdan kopmaya
da yol açmıştır.

Hadislerin hepsinden namazın beş vakit olduğu da çıkmaz. Birçok hadisten Peygamberimiz’in üç vakit namaz kıldığı çıkar. Özellikle Şiiler üç vakit namaz kılarken bunu kendi hadislerine dayandırırlar; üç vakitte beş namazı birleştirdiklerini (cem ettiklerini) söylerler. Kuran’ın hiçbir yerinde birleştirme (cem) diye bir konudan bahsedilmez. Eğer üç vakit namaz kılıp, bu üç vakitte beş veya yirmi vakit namaz kılıyorsanız yine de üç vakit kılmış olursunuz.

Yatsı namazını kılacak kişi “Ben beş vakit namazı yatsı namazında birleştirdim” dese de bir tek yatsı namazını kılmış olmaz mı? Pazartesi günü, “Ben haftanın tüm günlerinin namazını bugün kılıyorum” diyen biri, haftanın
her gününün namazını kılmış olabilir mi? Namazı, 4-Nisa Suresi 103. ayette belirtildiği gibi “vakitli farz” olarak yerine getirmek, farklı zamanlarda kılınması gereken namazları tek bir zamanda toplamayla değil, herbir vakitte bu farzı yerine getirmeyle olur. Şiiler’in yanında Ehli Sünnet’in Şafi, Maliki, Hanbeli mezhepleri de namazları birleştirme konusunda çok toleranslı olmuşlardır. Bir kısmı hiç sebepsiz, bir kısmı şiddetli yağmurda bile namazların birleştirilebileceğini düşünmüştür. Yani mezheplere göre Peygamber beş vakit namazı üç vakitte cem etti (birleştirdi) diyenler, aslında namazın üç vakitten çok olamayacağını kabul etmiş olurlar. Namazın minimumu farz namazlar kadardır. Namazın fazladan kılınması gayet doğaldır. Farz namazların beş ilan edilmesi Sunni mezheplerin bir yorumudur. Eğer farz namazlar beş vakit olsaydı, Kuran’dan bunların ismi, vakti belli olurdu. Kuran’da Peygamber’e özel, fazladan ibadet vakti bile belirtilmişken (17-İsra Suresi 79), tüm Müslümanlara farz olan bir namazın vaktinin belirtilmemesi sizce mümkün müdür?

Evvelki ayetlerden görüldüğü gibi, Kuran’dan farzlığı belli olan namazlar vardır. Tahminimiz Allah’ı zikretme (hatırlama), Allah’ı tespih etme (yüceltme, yönelme) ile ilgili ayetlerdeki tespih, zikretme faaliyetlerini
düzene koymak için fazladan namazlar farzlaştırılmıştır. Zikretme ve tespih faaliyetlerini namaz kılarak yerine getirmek -böylece beş vakit namaz kılmak güzel bir uygulamadır ama Kuran’da farzlaştırılmamış vakitleri namaz vakti olarak farzlaştırmak hatalıdır.

''Öyleyse akşama erdiğinizde de, sabaha erdiğinizde de tespih (yüceltme, yönelme) Allah’adır. Övgü O’nundur. Göklerde ve yerde, günün sonunda, öğleye erdiğinizde.'' (Rum-17,18)

''Onların söylediklerine sabret. Güneş’in doğuşundan ve batışından önce Rabbini överek tesbih et.'' (Kaf-39)

''Gecenin bir bölümünde O’na secde et ve geceleyin uzunca O’nu tesbih et.'' (İnsan-26)

 

old_preacher

New member
Katılım
6 Eyl 2011
Mesajlar
271
Tepkime puanı
40
Puanları
0
NAMAZIN KAPSADIKLARI VE KILINIŞ ŞEKLİ

Namaz, Allah’ı zikretmek (hatırlamak) için yapılan bir ibadettir (20-Taha Suresi 14). Fakat Allah’ı zikretmekten farklı olarak namaz belli vakitlerde farz kılınmıştır, abdestli olarak yerine getirilmelidir ve belli hareketleri de
kapsamak gibi bazı ilave özelliklere sahiptir. Namaz öyle bir ibadettir ki savaş sırasında bile yerine getirilir. 4-Nisa Suresi 102. ayette savaş durumunda bir grubun namaz kıldığını, diğer grubun ise nöbet tuttuğunu görüyoruz.
Secde edildikten sonra diğer grup ilk grubun yerini alıp namazını kılmaktadır. Burada savaş tehlikesinin olduğu bir durumda bile namazın secde de dahil olmak üzere (secde kişinin en savunmasız halidir) yerine getirildiğini; fakat nöbetleşe, silahları bırakmadan, düşmana fırsat verilmeden bunun yapıldığını görüyoruz. Eğer savaşta dahi vakitli farz olunan namaz böyle yerine getiriliyorsa; normal zamanında namazın kıyamı, rükusu ve secdesi ile yerine getirilmesinin önemi daha iyi anlaşılır.

Kuran’dan (14-İbrahim Suresi 40) namazın Hz. İbrahim’den beri varolan bir ibadet olduğunu anlıyoruz. Hz. İbrahim’in ibadet evi Kabe’yi ele geçiren, Allah’a ortak koşucu putperestler bile namazı sapkın bir şekilde olsa da uygularlardı (8-Enfal Suresi 35). Kuran evvelki nesillerin de uyguladıkları namaz alışkanlıklarını şehvetlerine
uyma sonucu bıraktıklarını söyler (19-Meryem Suresi 59). Yani Peygamberimiz zamanında, namaz (salat) denildiğinde namazın ne olduğu hususunda bir algı oluşmaktaydı. Aynen günümüzde de “namaz” denilince namaz kılmayan kişilerin bile namazın hareketlerini, Allah’a yönelmeyi ve ibadet etmeyi anladıkları gibi. Kuran’da hareketli ibadet manasında üç kelime geçer. Bunlar “kıyam (ayakta durma)”,“rüku (eğilme)” ve “secdedir (yüz üstü yere kapanma)”. Kuran’da İbrahim Peygamber’in makamının namaz yeri edinilmesi, evin temiz tutulması geçer (2-Bakara Suresi 125). 22-Hac Suresi 26. ayette ise evin “kıyam, rüku ve secde” edenler için temiz tutulması emredilerek; namazın üç hareketinin ne olduğu bir arada gösterilmiş olur.

Namazın en önemli bölümü ve özelliği ise namazda Allah’ın hatırlanmasıdır (zikredilmesidir). Nitekim 20-Taha Suresi 14. ayetten namazın kılınmasındaki gayenin, Allah’ın hatırlanması olduğunu anlarız. Kuran’da, namazda Kuran okunmasına dair açık bir ifade geçmez, fakat 17-İsra Suresi 78’de akşam namazının vakti açıklanırken sabah namazının vaktinde Kuran okumaya vurgu yapılmıştır. Ayrıca Kuran bize tanıtılırken, Kuran’ın “zikir” yani hatırlatma olduğu söylenir. Böylece biz namaz kılarken, edeceğimiz duada, Allah’a yakarışta, rehberimizin Kuran olduğunu anlarız. Örneğin Allah’ın bağışlayıcılığı, merhameti, her şeyi yaratması, cenneti, cehennemi, bilgisinin sonsuzluğu hep Kuran’dan öğrenilir. Namazda da merhametli, bağışlayıcı gibi sıfatlara sahip bir Allah’ın karşısında olduğumuzu
bilir, ona göre Allah’ı zikreder (hatırlar), ona göre Allah’a yöneliriz. Fakat namazda illa ki Arapça Kuran okumak zorunda değiliz. Arapça bilenlerin Kuran’ı vahyedilen dilde okuması elbette güzeldir ama Arapça bilmeyenlerin
çoğu, Arapça Kuran okurken Arapça anlamları bozmaktadırlar. Hanefilik gibi Ehli Sünnet mezheplerde bile bu konuda esneklik varken, bu konuyla ilgili esnekliklere dair görüşler halktan saklanmıştır. “Namazda Kuran
okuyun” diye açık bir emir bile yokken, Arapça Kuran okumak gerektiği nereden anlaşılacaktır? Fakat namazda Allah’ı zikrederken Kuran’daki bilgileri kullanırız; çünkü bize Allah’ı tanıtan Kuran’dır. Fakat illa ki Arapça “Kul huvallahu ahad” dememize gerek yoktur. Bunun yerine “De ki Allah birdir” şeklinde tercümesini okuyabiliriz. Veya “De ki” diye seslenişe gerek yoktur diye düşünüp “Allah birdir” diyerek Allah’ı anabiliriz. Veya edeceğimiz duanın akışına göre “Allah’ım sen birsin...” şeklinde dua edersek, zikir olan Kuran’ın rehberliğinde zikir yapmış, yani Kuran’ın bize gösterdiği şekilde Allah’ı hatırlamış oluruz. Bu şekilde namaz kılmanın, Arapça bilmeden, Arapça ayetleri
ezberden tekrarlayarak kılmaktan daha iyi olduğu kanaatindeyiz. Çünkü kişi ezberlediklerini tekrarladığında çoğunlukla söylediği kelimelerin farkına varmaz. Beyinde kodlu olan sözler otomatik olarak ağızdan çıkar ve çoğu zaman kişi ne söylediğinin farkında değildir. Hele kişi bilmediği bir dildeki metinleri ezberleyip tekrarlıyorsa, bu sorun artarak kendini gösterir. Arapça bilmeyip, her harekette aynı sözleri tekrarlayarak namaz kılanlara, kıldıkları namazların kaçında, söylediklerinin ne kadarının farkında olduklarını bir sorun, bir araştırın, bu şekilde kılınan namazın sakıncalarını anlayacaksınız. İnsan, yaratılışı gereği ezberden okuduğu sözleri düşünmeden tekrarlayabilir. Her gün, hep aynı ayetler bilinmeyen bir dilde tekrarlanınca, Allah’ı bilinçli şekilde zikretme (hatırlama) yerine bilinçsizce tekrarlar yapılmış olur. Birçok kişinin namaz kılarken aklına başka şeyler geldiğini söylediğine tanık olursunuz. Elbette ki ezber bir namazda, akla namazla alakası olmayan çok şey gelebilir. Çünkü beyin ezberde olan bir şeyi söylerken düşünmek zorunda olmadığı için başka şeyler düşünebilir. Allah sarhoş olmayan içkili kişilerin bile namaz kılmalarını istemiş fakat onlara bir şart koşmuştur: “Ne söylediğinizi bilinceye kadar namaza yaklaşmayın”
(4-Nisa Suresi 43). Böylece Allah, sarhoşların ne söylediklerinden habersiz oldukları için namaz kılmalarını istemediğini bildirmiştir. Peki, ayık kafalıyken hem bilmediği bir dilde, hem de ezbere Arapça Kuran okuyup ne dediğini bilmeyenlerin durumunun bu sarhoşlardan anlama konusunda ne farkı vardır? Bunların namazlarında yerine getirmedikleri unsur olan “ne söylediğini bilmek”, sarhoşların yerine getirmediği unsurla aynı değil midir?

Kuran’da, 2-Bakara Suresi 45. ayette, sabırla ve namazla Allah’tan yardım dilemek geçer. Peki, anladığı dilde namaz kılmayan kişi, kendi özel derdiyle ilgili özel duygularını nasıl dile getirip de Allah’tan yardım dileyecektir.
Arapça dışındaki dillerde ibadete karşı çıkanlar, bu ayetin hükmünün yerine gelmesini engellemiş olmuyorlar mı? Kişiler namazla ilgili gereksiz detaylara boğulmuştur. Fakat namazın en önemli unsuruyla ilgili ciddi sorun
bulunmaktadır. Allah, 20-Taha Suresi 14. ayette namazın gayesinin kendisinin hatırlanması olduğunu söyler. Mezheplerin anlattığı namaz şekliyle; ayaktayken ellerin bilekten tutulması, rükuda sırtın gerekli açısı, secdede
önce alnın sonra burnun yere konuşu, oturuşta bir ayağın dik diğerinin yatık oluşu gibi Kuran’da olmayan nice teferruat harfiyen yerine getirilir. Ama Allah’ın bilinçli bir şekilde hatırlanması; bu Arapçaperestlik, ezbercilik, teferruatçılık yüzünden gölgelenir, engellenir. Eğer “Hayır böyle bir şey yok” diyorsanız, etrafta bahsettiğimiz şekilde namaz kılan birçok kişiyi sorgulayıp söylediklerimizin doğruluğunu tartın. Bu kitapta emeği olanların birçoğu
da daha evvel mezheplerin anlattığı şekilde dini öğrenmeye başladıkları, o şekilde namaz kıldıkları için kılınan namazların nasıl olduğundan haberdardırlar. Düzgün kılınan namazla:

1- Allah hatırlanmakta, kişi ne söylediğinin farkında olmaktadır (20- Taha Suresi 14).
2- Namazda huşu olmaktadır. Huşu kelimesine kalpsel ürperti, derin saygı manaları verilmektedir (23-Müminun Suresi 2).
3- Namaz kişiyi çirkin davranışlardan ve fiillerden alıkoymaktadır
(29-Ankebut Suresi 45).

Düzgün kılınmayan bir namaz, birçok kişi tarafından iyi niyetle yerine getirilmiş bir ibadet olabilir. Fakat sonuç yine de anlamadığını tekrarlama ve ne söylediğini bilmeden namaz kılma olmaktadır. Bu yüzden kişinin, anladığı dilde ne söylediğini bilerek ibadet etmesi, namazla hedeflenen gayelerin gerçekleşmesi için çok önemlidir. Anlaşılan dilde ibadet kişinin söylediğinin farkında olması demektir. Bu ise gerçek manada hatırlamanın (zikir) oluşması için zaruridir. Anlaşılan dilde ibadet; bir ruhsat ve bir kolaylık olarak görülmemelidir. Anlaşılan dilde ibadet, kişinin Yaratıcısı ile gerekli olan bağı kurması için olmazsa olmaz bir şarttır. Siz, kitlelerin hepsinin Arapça
öğrenemeyeceği ve İslam’ın Arap ırkının dini olmadığı kanaatindeyseniz, bu fikri kabullenmekte zorlanmamalısınız.

-NAMAZDA REKAT SAYISI VAR MI?

Kuran’ı okuduğumuz zaman Kuran’da “rekat” diye bir kavramın geçmediğini görürüz. Allah istese Kuran’da namazların rekat sayılarını elbette belirtirdi. Namazda Allah’ın anılması, kıyam, rüku, secde gibi şartları gördük.
Rekattan kastedilen kıyam, rüku ve secdeden oluşan düzenin kaçar defa tekrarlandığıdır. Günümüzdeki uygulamaya bakarsak sabaha iki, öğlene dört, akşama üç şeklinde; namazlara ayrı rekatlar biçildiğini görürüz.
Oysa rekatların bu şekilde ayrı sayılarda olması; “Namaz kaç rekat istenirse o kadar kılınır; isteyen iki, isteyen dört, isteyen yirmi rekat kılar” şeklinde de anlaşılabilir (İsteyen istediği kadar rekat kılınca, yani istediği sayıda kıyam, rüku ve secde yapınca rekat sayısıyla ilgili belirli bir farzlaştırmanın mevcut olmadığı anlamı ortaya çıkar) Demek ki bu ayrı rekatların farzlaştırılma süreçleri de mezheplerin bir yorumu sonucudur.

Sahabeler,hatta Peygamber namazlarda bir düzen olsun diye “Kıyam, rüku, secde; yani rekat denilen birim şu kadar olsun…” şeklinde bir düzenle namaz kılmış olabilirler. Namazlarda şaşırılmamasını sağlayan, toplu ibadetlerde
kolaylık getiren bu tip uygulamalar yapılmış olabilir. Oturmuş ve namaza düzen getiren bu tip uygulamaların, özellikle toplu kılınan namazlarda -farz olmadıkları belirlenip- devam ettirilmesinin iyi olacağı, Kuran’ın ruhuna aykırı olmayan bu düzenlemelerin gereksiz yere tartışma konusu yapılmaması gerektiği kanaatindeyiz. Fakat bu yapılırken, bu düzen uygulamalarının statüsü bilinmeli ve Kuran’ın dinin tek kaynağı olduğu gerçeğine karşı bu düzenlemelerden kaynaklı anlamsız karşı çıkışlar yapılmamalıdır. Nitekim namaza başlarken elleri kaldırıp namaza başladığını göstermek, namaz bitince sağa, sola selam vererek veya bazı mezheplerde elleri dizlere vurarak
namazın bittiğini göstermek gibi uygulamalar da namazlara düzen veren uygulamalardır. Böylesi düzenleyici uygulamalar belli amaçlara yönelik yapılabilir; bu “ümmet” bu konuda bir “sünnet” oluşturmuştur, bunun statüsü
doğru belirlendikten sonra Kuran’ın ruhuna uygun ve yararlı olanların devamına destek olmak gerekir. Kuran’da bu uygulamaları yasaklayıcı bir ifade yoktur. Fakat Kuran’da geçmeyen bu tür uygulamaları farzlaştırmak kabul edilemez. Kişi on rekatlı namazı üç dakikada kılabilir, fakat bir rekatlı bir namazda saatlerce kalıp Allah’ı daha çok anabilir. Yani namazda rekat sayısının temel kriter olması için bir sebep gözükmemektedir. Allah da insanları
namazda bu şekilde bir sayıma mecbur etmemiştir. Abdestte su bulunmayınca ne yapılması gerektiğini açıklayan Allah, eğer namazda rekat sayısı şeklinde bir farz olsaydı, onu da açıklardı. Bazıları Nisa Suresi 101, 102, 103. ayetlerdeki savaş zamanı kılınan namazda, “namazın kısaltılmasında bir günah/sakınca olmaması” ifadesinden,
namazın iki rekat olduğunu çıkarmaktadırlar. “Eğer kısaltılmış namaz bir rekatsa, namazın tam olarak kılınması iki rekattır” demektedirler. Peygamber’in burada iki gruba namaz kıldırdığı için iki rekat olarak kıldırmasını da delil olarak göstermektedirler. Bizce namazı kısaltmaktan kasıt; rekat olarak kısaltmak değil, zaman olarak kısaltmaktır. Çünkü daha evvel dediğimiz gibi bir rekatlık namaz saatlerce sürebilir. İki rekat namaz yarım dakikadan kısa bir sürede bitirilebilir. Savaşta düşmanın vereceği zarar kaç secde, kaç rüku yapıldığıyla değil, namazın secdesinin rükusunun vakit olarak ne kadar sürdüğüyle alakalıdır. Üstelik daha evvel değindiğimiz gibi Kuran’da rekat diye bir kavram yoktur. Birçok konuyu rekatlara endeksli düşünmemiz sanırız geleneksel alışkanlıklarımızdan kaynaklanmaktadır.
4-Nisa Suresi 103. ayetteki “Üzerinize bir günah/sakınca yoktur” diye tercüme edilen “La cunahun” ifadesi; Kuran’da, kimi yerlerde Müslümanlar’ın endişelerini yok etmek için kullanılır. Örneğin 2-Bakara Suresi
158. ayette hac veya umreye gidenlerin Safa ve Merve’yi tavaf edebileceğinin belirtilmesi
için “La cunahun” ifadesi kullanılır. Eğer bu ayet olmasaydı da Müslümanlar’ın bu bölgeyi tavaf etmesine
engel bulunmazdı. Fakat belli ki Müslümanlar’ın zihnindeki endişelerin yok edilmesi için “La cunahun” ifadesi kullanılmıştır. Aynı şekilde Müslümanlar’ın namazı kısa kılmasında bir sakınca olmadığı ifadesi namazın belli bir uzunlukta olmasından dolayı değildir. Uzunluğu belirten böyle bir ayet yoktur. Fakat tahminimiz, savaştaki
tehlike durumunda namazı çabucak kılan Müslümanların “Namazı baştan mı savdık” gibi endişeye kapılmalarından dolayı, savaş halinde namazı kısa kılmalarında bir sakınca olmadığı söylenmiştir. Aynı şekilde Bakara Suresi 158. ayette de “La cunahun” ifadesiyle; Hac’da lütuf ve bereket aranmasında bir sakınca olmadığı belirtilerek
bir endişe yok edilmiştir. Bu ifade olmasa yine de Hacda lütuf ve bereket aramak sakıncalı olmayacaktı.

Sizce, rekat sayısının, toplu namazlara bir düzen vermesi dışında namazın özüne ne kadar katkısı olabilir ki? Rekat sayısı kişinin Allah’ı daha fazla anmasını sağlayan bir unsur değildir. Kişi namazı daha uzun süre kılarak
Allah’ı daha çok anabilir. Sürenin ise rekatla bir alakası yoktur. Namazda Allah’ın hatırlanması (zikredilmesi) gerektiği veya namazdan önce abdest alınmasıyla ilgili detaylar anlaşılıyor da rekat adeti niye anlaşılmıyor? Çünkü
Allah bunu kullarının inisiyatifine bırakmıştır, bu konuda sınırlamalar yapmak istememiştir. İstese saydığımız tüm diğer detayları veren Allah; tek bir ayetle hem rekat kavramını oluşturabilir, hem de rekatı sayılandırabilirdi.
Nasıl ki Allah, dua etmemiz için dakikalar, sayılar belirtmemişse; aynı şekilde namazda da evrensel, mecbur olduğumuz hükümler olarak bahsedilen detayları farzlaştırmamıştır. Zihnimizi bütün önyargı ve alışkanlıklarından
arındırırsak ve Kuran’ı elimize alıp geleneklerden bağımsız bir şekilde dini anlamaya çalışırsak, sorunlar Allah’ın izniyle hallolacaktır.
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,131
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Sizlere namazın Kuran da açık şekilde anlatıldığı ile ilgili bir yazı alıntılayacağım. Biraz uzun bir yazıdır, fakat okumanızı öneririm. Yazı, İkra Kuran Araştırmaları Grubu'ndan alıntıdır.


KURAN'DA NAMAZ


Kuran’daki namazın anlaşılması Kuran temelli bir İslamiyet açısından büyük bir öneme sahiptir.

Sanki Kur'an dan başka temele dayalı bir İslam varmış gibi yahut Ehli Sünnet'in uyduğu Rasulullah'ın yolu asıl değilmiş gibi Peygamber düşmanları fitne çıkarmak için her yolu deniyor.

Kuran’a dayalı bir dini anlayışın yüzlerce konuda daha tutarlı, daha mantıklı ve daha yaşanır olduğunu görüp mezhepçi anlayışı kurtarmak isteyen birçok kişi, kurtuluşunu namaz konusuyla ilgili bir çıkışta aramaktadır (Sanki bu konu, diğer hususları hasır altı edebilirmiş gibi).

Efendilerin Kur'an a dayalı dinden kastettiği, Kur'an mealinden herkesin ilimsizce kendi okuyup anladığıdır. Bu ilimsiz, desteksiz, delilsiz idrak ile elde edilen şeriat daha mantıklı ve tutarlı imiş. Çünkü hadis ve sünnet olunca İslamı yozlaştırmak mümkün olamayacak. O zaman hadis ve sünnetleri her fırsatta reddetmek ve karalamak lazım.


Kuran’ı dinin kaynağı olarak yetersiz gören bir mezhepçi yaklaşımı benimseyenler; “Sırf Kuran’dan dini anlarsak, namazı nasıl kılacağız? Namazı sırf Kuran’a bakarak kılamayız. Demek ki Kuran dışı kaynaklar lazım...” diyerek mezheplerini kurtarmaya çalışmaktadırlar. Mezhepçilerin bu yaklaşım tarzı bile dini anlamadıklarının bir delilidir. Yapılması gereken, dinin kaynağını belirleyerek; dini ona göre anlamak ve uygulamaktır. Dinin kaynağı belli olduktan sonra dinin kaynağını önümüze alıp namazı, orucu, ahlakı ve din adına her şeyi bu kaynaktan anlamamız gerekir. Yani namaz da dinin kaynağından anlaşılacaktır. Dinin kaynağı, kafada önceden belirlenmiş fikirlere göre, örneğin namaz fikrine göre belirlenmeyecektir. Kuran ile namaz adına bilinenler arasında fark varsa; çözüm dinin kaynağını değiştirmek değil, namaz adına bildiklerimizi düzeltmektir.


Kur'anı kendi kafalarına, ihtiyaçlarına, keyflerine göre yorumlamak isterlerken önlerinde Ehli Sünnet'i büyük bir engel olarak gören Ehli Sünnet düşmanları, bu vesile ile Peygambere itaatsizlik, hadis ve sünnete karşı terbiyesizlik yaparlarken Ehli Sünnet''e laf atmaktan da geri kalmazlar. Ve Kur'an dan yalan yanlış hükümler ortaya koymaktan hiç çekinmezler, okuyup görelim.


Yanlış anlamalara sebep olmamak için bazı hususları belirtmekte büyük fayda görüyoruz. Bu düzeltmede, eğer mevcut uygulamalarda namazların kılınmasında düzeni sağlayan, ümmetin toplu ibadetlerine kolaylık getiren
yaklaşımlar varsa veya belli vakitte kılınması bir mecburiyet olmamasına rağmen ümmetin daha çok Allah’ı anması gibi Kurani bir ideale hizmet eden ibadetler varsa; “ümmetimizin bu sünnetleri”ni muhafazada elbette fayda vardır. Örneğin imamın namaza “Allahuekber” diye ellerini kaldırarak sesli başlamasını gören namaza başlandığını anlar ve ona göre hareket eder; namazlarda bu düzen getirici unsurun faydalarını gözlemleyebiliriz.

Buyurun, bu şerli zihniyetin bu yazıda ortaya attığı ilk piç : İftitah tekbiri gibi namazın bir farzını, hakem düdüğü yerine koymak... Bakalaım daha neler yumurtlayacaklar...


Hz. Ömer döneminden sonra bugünkü formda (20 rekat olarak) kılınmaya başlandığı söylenen teravih namazları, Ramazan’da Allah’ın daha çok anılması gibi Kurani bir ideale hizmet eder. (Teravih namazının farz olduğu iddia edilmemiştir ama biz Kuran’da olmamasına rağmen farz olduğu iddia edilen namazlar için de teravih namazı için düşündüğümüzün aynısını düşündüğümüzü belirtmeliyiz.) Bunların Kuran’ın evrensel hükümleri arasında olmadığının farkında olmak, bu tip uygulamaları terk etme özgürlüğünün olduğunu bilmek önemlidir; fakat düzene veya Allah’ın çok anılmasına yarayan İslam coğrafyasında yaygınlaşmış bu tarzdaki “ümmetin sünnetleri”ni değiştirmeye kalkmak bize göre abesle iştigaldir.

Salyalar akıtarak Allah'ın Rasülüne (sav) ve Ehli Sünnete karşı saldırmaya devam ediyor fitne ocağı. Rasülün Sünnetini reddedip, Rasülün (sav) sünnetine rivayet adını takıp terbiyesizlikte zirve yaparken "ümmetin sünneti" diye bir kavram icat ediyor ve Peygamber düşmanlığına kert atıyor. İşte Kur'an dan zerre-i miskâl anlamayanlar, İslamiyeti yozlaştırmak için harcadıkları çabalarında geldikleri ilk aşamadır bu. Vatikan beslemelerinin çeldiği her bir kafa, yıktığı her bir iman Hıristiynalık için büyük kazançtır.


Diğer yandan “ümmetin sünnetleri”ni Kuran’ın eksik olduğu iddiası için delil olarak kullanmaya çalışmak da büyük bir hatadır. Bize göre sadece Kuran’da geçenlerin namazın evrensel, evrenin sonuna dek geçerli hükümleri olduğuna dair yöntem benimsenmeden namazın farzlarıyla farz olmayanını ayırt eden kesin bir yöntem ortaya konamaz, zaten konamamıştır da. Bu yüzdendir ki birbirlerine yakın metodolojiler benimsemiş mezhepler arasında bile namazların farzlarının ne olduğu gibi konularda önemli farklar vardır. Örneğin kimi mezhep Fatiha okumayı farz görürken diğeri görmez. Burada önemli olan husus Peygamber’in Fatiha’yı okuyup okumaması değildir; elbette namazda Fatiha okunabilir, fakat bunun her rekat için mecburi olup olmaması farklı bir şeydir. Peygamberimiz’in Kuran’a aykırı bir davranışı veya izahı hadislerle aktarılıyorsa bu hadislerin uydurma olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Fakat Fatiha okumak gibi “Kuran’a uygun” bir eylemden “dinin mecburiyeti” gibi bir sonuç çıkartılırsa bu da hatalıdır. “Kuran’a uygun olma” veya “yararlı olma” ile “mecburi olma” tamamen ayrı olan, karıştırılmaması gerekli kategorilerdir. Kuran’da, Peygamberimiz’le beraber aynı dönemde yaşayan Müslümanlar’ın kendilerine farz olmayan ibadetlere katılıp Allah’ı andıklarını görüyoruz. 73-Müzemmil Suresi 20. ayette, Müslümanlar’dan bir grubun Peygamber’le gece kalkıp ibadet ettikleri anlatılır; bu ibadet farz olsa tüm Müslümanlar katılırdı. Sonuçta Peygamberimiz’in döneminde ve sonrasında Müslümanlar, özellikle namaz gibi topluca yapılan ibadetler için belli düzenlemeler oluşturmuşlar, farz olan namazlar dışında Allah’ı anmak için fazladan da namazlar kılmışlardır. Bize göre bu durumu yorumlayan hadisçi mezhepler, sadece Kuran’la farzların çıkacağı ilkesini benimsemediklerinden, gönüllü kimi uygulamaları farzlarla karıştırmışlardır. Sonuçta bu sorunun çözümü de Kuran’a gitmektedir. Bugün yapılması gereken dinimizin namazla ilgili evrensel uygulamalarını Kuran’dan anlamak, Kuran’da geçmeyip faydalı olan “ümmetin sünnetleri”ni farzlaştırmadan devam ettirmek ve Kuran’ın ifadelerine ve ruhuna aykırı uygulamalardan dinimizi kurtarmaktır.


Evet, Rasulullah'ın (sav) nasıl namaz kıldığı, neyi öğrettiği, neyi emrettiği önemli değildir Sünnet ve Hadis inkarcılarına göre, çünkü onlar Rasulullah'ı ne bir Peygamber ne bir imam ne de bir yol gösterici olarak görürler, onlara göre Peygamber (sav) posta memurudur ama bunu açıkça söyleyemezler çünkü o takdirde tepki oluşacağı malumdur ve zehirlenecek nesli uyutarak zehirlemek lazımdır.
Hadis nakline çeşitli bahaneler uydururken, hadis/sünnet hükmü olmayan nakillerle hadis ve sünneti inkar ederler.
Bu Peygamber ve Ehli Sünnet düşmanları Kur'an da olmayan ayetler uydurur, kendilerince tevil eder ve yorumlarlar, onlara göre bu durum caizdir ama asıl hak olan hükümler, emirler, sünnet ve hadisler İslam dışıdır onlara göre...




Dinin tek kaynağı olan Kuran’ı elimize aldığımızda, Kuran’ın namaz adına gerekli tüm bilgileri içerdiğini görürüz. Kuran’da en detaylı şekilde anlatılan ibadet namazdır. Fakat bu, günümüzde namaz adına anlatılan her detayın Kuran’da geçtiği manasına gelmez. Mezheplerin teferruatlaştırıcı zihniyeti her konuya olduğu gibi namaza da elini atmış ve Kuran’da, yani dinde, olmayan teferruatlar “farz” veya “vacip” gibi başlıklarla mecburi hale çevrilmiş ve namazla ilgili kimi esneklikler yok edilmiştir. “Secdede dirseklerin yere değmemesi gerektiği” iddiası gibi kimi hususlar ise “sünnet” başlığı altında dinselleştirilmiş ve düzen için gerekenin dışında bir şekilcilik de oluşmuştur.


Kur'an dan işlerine geleni alıp işlerine gelmeyeni örtüp Ehli Sünnet itikadını reddetmek Sünnet Düşmanlarının en çok kullandığı metoddur. İslamın nasıl uygulanacağını anlatan, gösteren ve izah eden, bu konuda her türlü esnekliği de getiren Rasulullah'ın (sav) yolu onlara göre yanlıştır. Kur'an ın defalarca Peygambere uyun, itaat edin, sevin emirleri onlar için hiç bir şey ifade etmez ya da bir şeyler uydururlar.


Kuran’da geçmeyen hususların farzlaştırılması yanlıştır, fakat bunlar yapılırsa namaz olmaz diye düşünmemeliyiz. Örneğin ileride göreceğimiz gibi namazda illaki Fatiha Suresi’ni okumak farz değildir. Fakat Kuran’ın ilk suresi olan Fatiha’yı namazda okumak tabi ki güzeldir.

Namaz da Rasulullah'ın yapın dediğini yapmak farz değil derler ama Rasulullah'ın düzenlediği Kur'an ayet ve sure sıralamasına hiç reddiye düzemezler çünkü bu onları aşan bir iştir. Kur'an ın şu anki düzeninin ilk nazil olduğu zamanlarda olmadığı, sonradan Cebrail (as) vasıtası ile Peygamberimizce (sav) düzene ve sıraya konulması meselesinde hadis ve sünnet sorgulamalarına girmezler. Bu da Sünnet İnkarcılarının işlerine geleni yaptıklarının en bariz delillerindendir.

Yani namazda şunu yapmak “farz değildir” diye belirtmek, o hususa karşı olmak değildir. Sadece Kuran’da geçmeyen bir mecburiyetin farzlaştırılması yanlıştır. Yukarıdaki örneğimizi
düşünürsek yanlış, Fatiha Suresi’ni okumak değil; Fatiha Suresi’nin her ayağa kalkışta okunmasının “farz” olduğunu söylemektir. Kitabımızın bu bölümünü ve diğer bölümlerini okurken lütfen “Bu husus Kuran’ın anlattığı namazda yoktur” diye belirttiğimiz hususlarda bu inceliğe dikkat edin. Kuran’da geçen namaz, hazırlık aşaması olan abdest ve boy abdestinden (gusül) başlayarak şöyledir:

- ABDEST VE BOY ABDESTİ

Kuran’da abdest, sadece ve sadece namazın bir şartı olarak anlatılır. Ayrıca camiye girerken, Kuran okurken veya namaz dışındaki herhangi bir ibadet için abdestin ve de boy abdestinin (gusül) alınması dini bir mecburiyet değildir.

Sünnet İnkarcılarına göre cenabet dolaşmanın hiç bir mahsuru yoktur.


Kuran’da abdest ve boy abdesti birazdan vereceğimiz iki ayette geçer. Bu iki ayet dışında Kuran’da abdest ve boy abdesti ile ilgili hiçbir ayet yoktur. Yani abdest ve boy abdestinin ne yapmamız için gerektiği, ne zaman gerektiği, su olmazsa ne yapılacağı sadece bu iki ayetten anlaşılacaktır:

''Ey iman edenler! Namaza kalktığınızda, yıkayınız: yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi; sıvazlayınız: başınızı ve aşık kemiklerine kadar ayaklarınızı. Eğer cünüp iseniz temizlenin. Eğer hasta veya yolculukta iseniz veya biriniz tuvaletten gelmiş, yahut kadınlara dokunmuş da su bulamamışsanız, temiz bir toprakla teyemmüm edin: Yüzlerinizi ve ellerinizi sıvazlayın. Allah size zorluk çıkarmak istemez. Allah sizi temizlemek ve üzerinizdeki nimetini tamamlamak istiyor. Umulur ki; şükredersiniz.'' (Maide-6)




''Ey iman edenler! Sarhoş iken ne söylediğinizi bilinceye kadar, cünüp iken de -yolculuk hali müstesna- yıkanıncaya (gusül edinceye, boy abdesti alıncaya) kadar namaza yaklaşmayın. Eğer hasta veya yolculuktaysanız, biriniz tuvaletten gelmiş, yahut kadınlara dokunmuş da su bulamamışsanız, temiz bir toprakla teyemmüm edin: Yüzlerinizi ve ellerinizi sıvazlayın. Allah affedici, bağışlayıcıdır.'' (Nisa-43)


Ve bu noktada Sünnet İnkarcıları Anadolu Alevileri ile aynı fikirdedir, cünüplükten temizlenmek için gusül abdesti diye bir şey yoktur, malum organları yıkarsanız yeter.
Şimdi sorularımızı sorup bu iki ayete göre cevap verelim:

1) Abdest ve Boy Abdesti Niçin Lazımdır?

Ayetlerden açıkça anlaşılıyor ki; abdest de, boy abdesti de sadece namaz için lazımdır. 5-Maide Suresi 6. ayetin başında abdestin namaz için alınması gerektiği söylenir. 4-Nisa Suresi 43. ayette de cünüp olanın yıkanmadan namaz kılamayacağı anlatılır.
Bu noktaya kadar boy abdesti diye bir şey yoktu, şimdi bu abdestin tanımı yapıldı, yıkanmak?... ama nasıl, nasıl isterseniz...
2) Abdest Ne Zaman Alınır?

İki ayetin de son kısımlarına dikkat ederseniz, bize suyun gerekli olup da suyu bulamadığımız hallerde ne yapmamız gerektiği açıklanır. Suyun bize gerekli olduğunun açıklandığı hal ile abdesti neyin bozduğu da açıklanmıştır. Burada “tuvaletten gelmiş” diye çevirdiğimiz ifade bize abdestin “tuvaletten” gelince alınması gerektiğini göstermektedir. “Tuvalet” diye çevirdiğimiz kelimenin Arapça’sı “gait”tir. Arapça bu kelime “çukur yer” anlamında olup, “tuvalet, ayak yolu” kelimelerine karşılık gelmektedir. Yani abdestin çukur yerlere yapılanlardan sonra alınması gerekmektedir. Bunun dışında tarif edilen hiçbir şeyle, ne kanın akması, ne deve eti yenmesi abdesti bozmaz. Ayetten abdesti neyin bozduğu açıkça anlaşılmaktadır. Kişiler “tuvalette, ayak yolunda”, çukur olan yere ne yapıyorsa abdesti o bozar.
Yani bu iddiaya göre tuvalet ihtiyacının dışında ki hiç bir hal abdesti bozmaz. Ne kusmak, ne kan almak, ne cinsel ilişki, ne yellenmek ve benzerleri. İşte bunun adına da Kur'an da ki Din diyorlar Sünnet Düşmanları...
3) Boy Abdesti (Gusül) Ne Zaman Alınır?

“Abdest”in nasıl alınacağı Kuran’da tarif edilmektedir, fakat kelime olarak “abdest” Farsça’dan Türkçe’ye geçmiştir. “Boy abdesti” ifadesiyle kastedilen ise Kuran’da geçen “cünüp” olunca gerekli olan yıkanmadır. “Gusül” zaten Arapça “yıkanma” demek olduğu için “boy abdesti” yerine Türkçe “gusül” veya “gusül abdesti” diyenler olmuştur. Suyun gerekli olduğu diğer halin iki ayette de “kadınlara dokunma” olduğu söylenir. Arapça’da da Türkçe’deki gibi deyimler vardır. Türkçe’de “kadınlarla beraber olma” ifadesi “cinsel ilişkiye girme” anlamında kullanılır. “Kadınlara dokunma” ifadesi Arapça’da “cinsel ilişki” anlamına gelen bir deyimdir; Kuran boyunca bu deyimin kullanımına bakılırsa da bu anlaşılacaktır.

Yani boy abdesti kadınlarla cinsel beraberlikten sonra alınır. Zaten cünüp olunduğunda boy abdesti alındığını söylemiştik. Cünüplük, “cenb” kökünden türemiştir. Bu kelimenin kökünde “yakında olma, beraberlik” manaları
vardır. Buna göre “cenabet” terimi beraberliğin en ileri seviyesi olan birleşmenin sonucuna ad olmuştur. Ayetin içinden boy abdestinin ne zaman alınması gerektiğine dair vardığımız sonucu “cünüp” kelimesinin manası da doğrulamaktadır. Cinsel bir birleşme dışında, kimi hallerde boy abdesti almanın farz, vacip (farzla sünnet arası, farza yakın uygulama) veya sünnet olması da Kuran’da yoktur. İsteyen istediği zaman, rahat ettiği zaman boy
abdesti alır, fakat Kuran’dan çıkmayan bir hüküm; farz, vacip, sünnet veya herhangi başka bir başlıkla kimseye yüklenemez. 5-Maide Suresi 101. ayette “açıklanmayan her şeyin affedildiği” söylenmektedir. Bu yüzden, “Kuran’da açıklanmayan her hususta serbest olduğumuz” unutulmamalı, hiç kimse bu açıklanmayanlara ilave bir cevap aramamalıdır.
Yine aynı sistemik kayış atma usülü... Hem gusl abdesti yok, hem var. Nasıl bişe bu Kur'an da ki gusl abdesti (boy abdesti) ? el cevap yıkanmak.
Peki cinsel birleşme dışında gusl abdesti yok mu ? Sünnet İnkarcıları/düşmanlarına göre yok.

Kadınların adetten kesilmelerinin ardından gusl yok.
İhtilam olana yok.
İlzam olana yok.

İşte, yavaş yavaş ve sinsice İslam böyle tahrif edilir, üstelik yavuz hırsız misali...

4) Abdest Nasıl Alınır?

5-Maide Suresi 6. ayetin başında abdesti nasıl almamız gerektiği anlatılır. Bu anlatımda “yıkayın” fiilinin ardından “yüz ve dirseklere kadar elleri” ifadesi geçer, “sıvazlayın” fiilinin ardından da “baş ve aşık kemiklerine kadar ayakları” ifadesi geçer. (Aşık kemikleri, ayak bileğinin iki tarafındaki çıkıntılı kemiklerdir.) Biri size “yıkayın: banyoyu
ve mutfağı, silin: salonu ve antreyi” .................. çalışılmıştır.

Oysa Şiiler’deki ............. göstermektir.

.........................................

Kısacası abdestte yüz ve dirseklere kadar eller yıkanır, baş ve aşık kemiklerine kadar ayaklar sıvazlanır, bunların haricinde bir şey gerekmez. İsteyen ağzını ve burnunu çalkalar, üç parmakla ensesini sıvazlar, ayaklarını topuklarıyla birlikte yıkar, her uzvunu yıkayışta Arapça dualar okur. Fakat bunları yapan bilsin ki bunlar abdestin mecburiyetleri değildir. Abdesti Allah, Kuran’da açıklamıştır ve bunlar Kuran’daki açıklamalarda yoktur.
Kur'an da yok, sümüklü sümüklü gezin:)




5) Boy Abdesti Nasıl Alınır?

Boy abdestinin cünüp iken alınması gerektiğini daha önce söylemiştik. Cünüpken ne yapmamız gerektiği iki kelime ile anlatılır. 5-Maide Suresi’nde “tahare” kelimesi “temizlenmek”, 4-Nisa Suresi’ndeki “gasale” fiili “yıkanmak”
demektir. Boy abdesti için “Şuradan şuraya kadar yıkanın, ağzınızı ve burnunuzu üçer kez çalkalayın, toplu iğne başı kadar kuru yer bırakmayın, sağ omzunuzdan başlayarak üçer kez su dökün” şeklinde ifadeler geçmez.
Böyle sınırlamalar olmadığından “gasale” kelimesinden sadece “yıkanmak” anlaşılır. “Tahare” ifadesi ile de bu yıkanma işleminde kirlerden arınmanın önemi anlaşılır. Bir anne beş yaşındaki çocuğuna “Yıkan” derse, o çocuk bunu anlayıp yıkanır. Oysa koskoca adamlara “Yıkan” deniyor, fakat onlar “Nasıl yıkanacağım? Toplu iğne başı kadar kuru yer kalırsa ne olur? Önce hangi omuzuma su dökeceğim?” gibi gereksiz sorular sorup, Kuran’ın anlaşılmaz olduğunu sanıyorlar. Üstelik bu anlamamanın kendi anlayışsızlıklarından kaynaklandığını da anlamıyorlar. Bir de Kuran’da anlatılan dini eksik zannedip, bu garip soruların açıklandığı kitapları dinin tam ve eksiksiz kaynağıymış gibi rehber ediniyorlar.


Tabii, sünnet ve hadis inkarcılarına göre nereniz kirlendi ise orayı yıkayın, saç, baş ve saire ne gerek... :)
 
M

Misafir

Guest
deşarj olmak amaçlı yapılmış ,hiç bir bilimselliği olmayan tamamen nefsani bir eleştiri..
o"piç" ifadeside ne?edebsizlğin tavan yaptığı bir cehliyyet daniskası...
ayıp çok ayıp...:mad:
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,131
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
deşarj olmak amaçlı yapılmış ,hiç bir bilimselliği olmayan tamamen nefsani bir eleştiri..
o"piç" ifadeside ne?edebsizlğin tavan yaptığı bir cehliyyet daniskası...
ayıp çok ayıp...:mad:

Eşkıya kendini övmek için sirkatini söyler misali sövün, dere ıssız tilki bey... Söyleyebilecek başka bir şeyiniz yok...
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,131
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Hadis ve Sünnet inkarcıları, İslamiyeti dejenere etmek, yozlaştırmak için kurulmuş çok profesyonel kafir organizasyonlarından sadece birisidir. Sırf bu yüzylın meselesi değildir. Geçmişi çok eskilere dayanan satılmış alimlerin enjeksiyonları ile türemiş zavallı bir güruhtur.


Sünneti inkar fitnesinin ilk hicri üçüncü asirda ölmesine ragmen aradan yaklasik on asir geçtikten sonra hicri on üçüncü asirda oryantalistlerin gayelerine uygun olarak bu konuyu gündeme getirmeleri üzerine, Islâm dünyasinda yeniden alevlendi. Bu defa ilk olarak Ingilizlerin isgali altinda bulunan Hindistan’da kendini gösterdi. Burada sünnet/hadis inkarciligin öncülügünü oryantalist Sprenger’in arkadasi ve Kadyani’nin öncülerinden Seyyid Ahmed Han (1817-1898) yapti.

Ahmed Han’in Iddialari:

1. Hz. Peygamberin sözlerinin tamami vahiy degildir.
2. Hz. Peygamber hayatindaki birçok olayi Peygamber olarak degil, devlet adami sifatiyla yapmistir.
3. Yaptigi isler ve sözleri Peygamberlik fonksiyonu ile ilgili degildir.
4. Kütübi-Sitte’de birçok uydurma hadis vardir. Hadis kitaplarindaki sözler ravilere ait olup bunlar daha fazla, Müslümanlarin ilk birkaç kusagin tarihi yasanti ve düsüncelerin kaynagini içermektedir.
5. Ilk devir hadis alimleri, hadis kaynaklarina giren uydurma rivayetleri fark edememislerdir.
6. Vahye degil, akla bagli bir hukukun kabul edilmesi, akla uygun olmadigi görülen hadislerin reddedilmesi ve akli esas alarak bir hadis tenkid ölçüsünün gelistirilmesi gerekir.
7. Keramet ve mucizelerden bahseden hadisler inkar edilmelidir.
8. Kur'an’a, tecrübeye ve akla ters olan bütün hadislerin atilmasi gerekir.
9. Kur'an’da diger Peygamberlere nispetle anlatilan mucizeler tevil edilmelidir.
10. Hadislerde Buhari’dekiler dahil, Islâm’i ve Peygamberi lekeleyen yönler bulunmaktadir.
11. Zaman ve sartlar degisince Kur'an’in yeniden yorumlanmasi gerekir.
- Ahmed Han hadis ehliyle mücadele etmek için ehli Kur'an ekolünü kurmustur.


Mevlevi Cerag Ali (1844-1898) Iddialari:


1. Hz. Peygamberin emir ve ögütleri gelip geçici bir özellige sahiptir.
2. Kütübi-Sitte’de Hz. Peygambere istinad edilen sözler genellikle uydurmadir. Bu hadislerle amel etmek, akla ve vicdana ters hareket etmektir.
3. Hz. Peygamber bir hukuk sistemi birakmamis ve telkinde de bulunmamistir. Medeni yada dinin herhangi bir esasini zamana bagli olarak, müslümanlarin kendilerinin koymasini istemistir. 4. Hz. Peygamber zamaninda uygulanan hukuk, araplarin hukuk kurallarini ihtiva eder. Buna bagli olarak Hz. Peygambere atfedilen hukuki hadisler genelde uydurmadir.
5. Cihat hakkindaki ayetleri ya tevil yada inkar edilmelidir. Hz. Peygamberin cihatlari, hücuma degil savunmaya yöneliktir. Cihat savasmak degil gayret göstermektir.

Hadislerin neredeyse tamamini veya çogunu uydurma kabul eden Cerag Ali, Seyyid Ahmed Han gibi isine gelen yerde hadisleri nakletmekten çekinmemistir.

Hindistan’da hadis inkar fitnesini körükleyenler: Nevvab Muhsinül-Mülk (1907), Eltaf Hüseyin Hali (1914), Seyyid Emir Ali (1920) ve Sibli Numani gibilerdir.


Ehli Kur'an Okulu:
Grubun ünlüleri sunlardir: Abdullah Çakralevi (1914), Ahmed Din (1936), Hafiz Muhammed Eslem Ceracpuri (1955) ve Gulam Ahmed Perviz (1985).
Iddialari:
1. Hz. Peygambere Kur'an’dan baska vahiy gelmemistir. Onun görevi sadece Kur'an’i tebligdir.
2. Kur'an yeterlidir. Peygamberin tefsirine ihtiyaç yoktur. Dolayisiyla ona uymak gerekmez.
3. Sünnet ve hadisle amel etmek sirktir.
4. Hadisler Müslümanlarin birligini yok etmektedir. Hadisler din degil, dinin tarihidir. Sahih hadis sadece Kur'an’a uygun olanidir. Hadislerin Hz. Peygambere nispeti süphelidir. Zan ifade eder din ise, zan üzere bina edilmez.
5. Kur’anda geçen Resul’e itaattan maksat idarecilere itaattir.
6.O'nun açiklamalari sadece kendi devri için geçerlidir. Bunlarla sadece o devirde amel edilebilir. Sonraki asirlarda bu uygulama son bulmustur.

- Kur’an ehlinde bir birlik olmasi mümkün olmadigi için namazi iki, üç, dört, bes vakit oldugunu savunanlar vardir. Ayni sekilde zekat mallarinin miktari ve zekat sartlari konusunda farkli görüslere sahiptirler.

- Içlerinden bazilari, sahih hadisleri, bazilari da mütevatir hadislerin disinda kalanlari inkar ederler. Içlerinden marjinal bir grup tamamini inkar eder.

Pakistan’da Hadis Inkarciligi:
Ahmet Perviz: Eserinin adi Makam-i Hadis (Lahor, 1953)
Iddialari:

1. Hz. Peygamberin görevi sadece Kur’an’i teblig etmektir.
2. Hz. Peygamber Kur’an disinda bir hüküm ortaya koyamaz.
3. Hukuki hadisler Kur’an’in hükmü ile tezat halindedir.
4. Hz. Peygamberin söz ve fiillerini ihtiva eden hadis kitaplari dinden bir parça degildir.
5. Hz. Peygamberin vefatindan sonra bazi kimseler kendi özel istekleriyle bu hadisleri, yazili vesikalardan degil. sifahi olarak toplamislardir.
6. Bes vakit namaz ve kilinis sekli gibi mütevatir hadisler reddedilmelidir. Kur’anda sadece namazi dosdogru kilinmasi emredilmektedir. Bunun sekli ise, devlet idaresine birakilmistir.
7. Kur’anda geçen salat kelimesi, Allah’in emirlerine uymak anlamina gelir. Sadece belirli vakitlerde yapilan bir sekil olmayip bütün hayat için geçerlidir.
8. Sünnet hukuk kaynagi degildir. (Pakistan Yüksek Mahkemesi Yüksek Hakimi Muhammed Safii’nin iddiasi)

- Ahmet Perviz ve Ehl-i Kur’an, Tulu Islâm dergisini çikararak, orada sadece Kur’an’la yetinme fikirlerini islemislerdir.

Pakistan’li Sünnet Karsitlarinin Önde Gelenleri:
Abdullah Çakralvi (1870-1914), Mevlevi Ahmeddüddin Emratseri (1861-1936).

Mücadele: Mevdudi bu harekete karsi çikmis ve bu konuda makale ve kitaplar nesretmistir. Örnegin, ‘Sünnetin Anayasal Niteligi’ (Istanbul 1998).Ancak onun da Sünnet ve hadisle ilgili bazi menfi düsünceleri vardir.

Fazlür Rahman (1919-1988)
Iddialari:

1. Hz. Peygambere atfedilen hadisler azdir. Ancak genelde ibadetlere iliskin hadisler, Hz. Peygambere aittir.
2. Ilk dönemlerde hadislerin büyük bir kismi, Hz. Peygambere ait olmayip bu ilk nesillere aittir.
3. Hadisler aslinda Nebevi Sünnetin yorumlanmasi sonucu olusturulan canli ve dinamik bir yapi arzeden yasayan sünnetin önüne senet zinciri eklenmek suretiyle Hz. Peygamber’e istinat edilmis formülasyondan baska bir sey degildir. Hadis, genellikle çok kisa olan ve Hz. Peygamberin söyledikleri, yaptiklari, tasvip yada reddettikleri veya sahabelerin özellikle yasli olanlari ve daha özel olarak ilk dört halife hakkinda bilgi vermeyi amaçlayan bir haberdir.
4. Hadis, yasayan sünnetin sözlü bir sekilde yansimasidir. Veya hadis, Nebevi ögretimin yorumlanmis ruhunu yasayan sünnet temsil etmektedir.
5. Yasayan sünnet ise, ilk Müslüman cemaatinin Hz. Peygamber modelinin ruhuna uygun olarak ortaya koydugu tatbikattir. Ya söze dayanan takriri, yada yasayan gelenektir ki, bu da Hz. Peygamber’e dayanir.
6. Sahabe ve tabiinin davranislari da sünnet kapsamindadir.
7. Gayb hadisleri, belli bir gün ve yere isaret eden hadisler uydurmadir.
8. Kelami, siyasi grup ve hiziplesmeyle ilgili ortaya çikacak haberler uydurmadir.
9. Gelecekte ortaya çikacak fitneleri bildiren hadisler uydurmadir.
10. Mucizelerden haber veren hadisler de uydurmadir.
11. Mehdi ve mesih’den haber veren, irade hürriyeti ve kaderden bahseden, faizle ribayi ayni gören siyasetle ilgili olan bütün hadisleri ve kiyamet alametlerini haber veren fiten hadisleri uydurmadir.
12. Dinden dönenin öldürülecegi, kelime-i tevhidi getirenin cennete gidecegini bildiren hadisler uydurmadir.
13. Sünnetin Kur'an gibi baglayiciligi yoktur.

- Fazlurrahman, hadislerin olusan süreci diye bir gelisme varligi tezini ortaya atmistir.

Fazzurahman’a Göre Islâm Dünyasinin Çikis Yolu:
“Kur'an ögretisi ve nebevi sünnet, Islâm toplumunun karsilastigi yeni faktörlerin ve etkileri karsilamak için cemaatin yasayan sünneti dogrultusunda yaratici bir biçimde alinip yorumlandigi zaman, cemaatin ilk dönemiyle ilgili tarihinde bizler için güçlü yol gösterici ilkeler mevcuttur”.

Misir’da Sünnet Inkarciligi Hareketi:

Misir’da ilk olarak sünnetsiz Islâm sloganini ortaya atan Mirza Bakir’dir. Ondan etkilenen Tevfik Sidki (1929) adindaki bir tip doktoru ‘Islâm Kur'an’dan ibarettir’ diye bir makaleyi yazdi. Bunu el-Menar dergisinde yayinlatinca Misir’da büyük tartismalara sebep oldu. Makalesinde kendisi gibi düsünenleri ‘Kur'ancilar’ diye isimlendirdi.


Tevfik Sidki’nin Iddialari:

1. Hz. Peygamberin bütün yaptiklari ve söylediklerinin hiçbir bagliligi yoktur veya sadece yasadigi asirdaki insanlari baglar. Diger insanlar ise, Kur'an’dan hüküm çikararak ihtiyaçlarini giderirler.
2. Hz. Peygamberin yerlestirdigi hukuk sistemi, belli bir zamana mahsus hazirlik dönemi seriatidir.

- Hadis inkarcilarindan biride, hicri 1350 yilinda Misir’da sünnetin tarihi ile ilgili bir kitap yayinlayan Ismail Ethem’dir. Buna göre, hadisin temelde varligi kesin degildir.

- Misir müftüsü Muhammed Abduh’ta sadece Müslümanlarin üzerinde ittifak ettikleri hadislerin kabul edilmesi, sünnet ve hadisin büyük bir kisminin reddedilmesinin gerekli oldugunu savunur.

- Misir’da ilk olarak, sünnet etrafinda ortaya konulmaya çalisilan süpheleri derleyip toparlayarak bir kitap halinde nesreden ilk sahis Mahmud Ebu Reyye’dir. Kitabini1958’de Edvaun ale’s-Sünneti’l-Muhammediye ismiyle yayinladi.

Mustafa Siba’i, Ebu Reyye’nin bu eserindeki kaynaklarini söyle siralar:
1. Mutezile imamlarindan yapilmis nakilleri içeren bazi kitaplar.
2. Sii bagnazlarin kendi düsüncelerine yer vermis olduklari kitaplar.
3. Müstesiklerin kendi kitaplari yani sira, Islâm ansiklopedisine yerlestirdikleri görüsler.
4. Bazi edebiyat kitaplarinda yer alan asilsiz hikayeler.
5. Uzun yillar boyunca, yazarin zihninde dolasan kimi gizli düsünce ve gayeler.

Ebu Reyye’nin Iddialari:

1. Hadis külliyatinda sahih diye isimlendirilen hadisler azdir.
2. Hz. Peygamberin agzindan çiktigi sekliyle nakledilip bize ulasan hadislerin sayisi da azliktadir.
3. Sadece kisa hadislerin bazilarinda nadiren aslina bagli olarak kalmis, bir takim lafizlar bulunabilmektedir.
4. Sahih diye tanimladiklari nakledilen hadislerin sihhati, aslinda ravilerin nazarinda olup, söz konusu nakillerin kendilerinde (metinlerinde) degildir.
5. Sünnet, Hz. Peygamber ve sahabe zamaninda yazilmamistir.
6. Ebu Hureyre hadis uyduran birisidir.
7. Hadislerin istenileni alma veya birakma konusunda herhangi bir zorlugu veya günahi yoktur.
8. Mütevatir sünnet, ameli olan sünnetlerdir. Hadislerin tamamini içine alacak derecede sünneti onlara samil kilmak, muhdes bir istilahtir.
9. Sahabiler birbirlerini tenkid ettikleri halde, cerh ve tadil alimleri onlari tenkid ameliyesine tabi tutmamislardir. Halbuki onlar masum degildirler.
10. Buhari ve Müslim’de iki yüzü askin garib ve fert hadisler vardir.

Ebu Reyye’nin Hileleri:

- Bilgi naklederken tek tarafli davranmis lehte ve aleyhte olan bilgilerden sadece fikri istikametinde olanlarini tercih etmistir. Örnegin hadislerin kitabeti ve nehyi ile ilgili rivayetlerde sadece nehyeden hadisleri delil getirmesi gibi.

- Raviler hakkinda bilgi veren ve biyografilerinin gerçek biçimde arastirildigi kitaplar yerine, genellikle halk oturumlarinda, eglenmek için yazilmis hayal mahsulü kitaplara basvurmaktadir. - Sünnet gibi önemli bir konunun aleyhine bu kitaplardaki hikayelerden delil çikarmaktadir.

- Islâm düsmanlarinin yolundan giden batililarin uydurma arastirmalarinin dis görünüslerine kanar.

- Isine geldigi zaman uydurma dedigi hadisleri delil olarak kullanir.

Muhammed Gazzali ve Hadis Inkârciligi:
Iddialari:


1. Kur'an’a ters düstügü iddia edilen hadisler reddedilmeli.
2. Ahad haberler zan ifade ettigi için istidlalde delil degildir.
3.Sarki ve türkü dinlemeyi haram kilan hadisler,
4. Hz. Peygambere sihir yapildigini iddia eden hadisler,.
5. Hz. Musa’nin ruhunu almaya gelen melekle ilgili hadis,.
6. Ölü, ailesinin aglamasi üzerine azap olunur hadisi reddedilmelidirler.
7. Buhari ve Müslim’in bazi hadisleri illetlidir.
8. Hadislerin sadece isnadlarinin degil, metinlerinin de nazari itibare alinarak yeniden yorumlanmasi gerekir.
9. Sarkiyla ilgili bütün hadisler sahih degildir.
10. Hadis, kesin ilmi, ya da tarihi hakikat ile çelisirse reddedilir. Çünkü bu çesit hadisler zan ifade ederler. Kesin bilgi ise, zanni bilgiden önce gelir.


Ahmed Emin’in Hadis Inkârciligi:
Iddialari:

1. Mütevatir hadisler yedi sayisini geçmez.
2. Hadisler, hafizalarda kalip uzun müddet yaziya geçirilmedigi için güven duyulmaz.
3. Hadisler, Hz. Peygamberin sagliginda bile uydurulmaya baslanmistir.
4. Hz. Peygamberin döneminden sonraki dönemlerde hadislerin artma sebebi uydurma hareketinden kaynaklanmaktadir.
5. Sahis, yer, kabile faziletleri ile ilgili bütün hadisler uydurmadir.
6. Muhaddisler, hadislerin metin tenkidini yapmamislar. Hadislerin vakaya uyup uymadigi üzerinde durmamislardir.
7. Hadisçiler cerh ve tadil kaidelerinde çok ihtilaf etmisler, dolayisiyla hadislere hüküm bina etmede ihtilaf edilmistir.

- Ahmed Emin eserlerinde, Goldziher’in fikirlerini tamamen kabul edip kendi görüsleriymis gibi takdim eder.

Mahmud M. Taha’nin Iddialari:

1. Hz. Peygamberin söz ve tasvipleri sünnet olmayip seriattir. Geçerliligi zamanla sinirlidir.
2. Seriat sadece onun yasadigi döneme hastir.

Türkiye’de Hadis Inkârciligi:

Yasar Nuri Öztürk’ün Hadis Inkârciligi:
Iddialari:


1. Otuz veya elli hadis disinda kalan hadisler uydurmadir.
2. Sahabe ve alimlerde dahil olmak üzere Kur'an’a sahip çikmadiklari için suçludurlar.
3. Hz. Peygamberin vefatindan sonra Kur'an devre disi birakilmistir.
4. Kur'an’dan uzaklasma hicri dördüncü yüzyilda meydana gelmistir.
5. Kur'an’dan baska kaynak kabul etmek sirktir. Çünkü Kur'an disinda hiçbir kaynagin korunma garantisi yoktur.
6. Mirac hadisi çeliskilerle doludur.
7. Yaziyi emreden rivayetler uydurmadir.
8. Hadis diye yazilanlar Resulullah’in sözleri diye ona isnad edilmistir.
9. Hadisler hicri iki yüz yilindan sonra yaziya geçirilmistir.
10. Hadisler baglayici degildir. Hüküm kaynagi da olamaz çünkü çeliskilerle doludur.
11. Iki türlü sahabi vardir; a) Hz. Muhammed’in Sahabisi yani, inanmis olarak Peygamberi gören kimsedir. b) Allah Resulü Hz. Peygamberin Sahabisi yani, ruhani sevgiyle Peygamberimizin gerçek kisiligine dost olanlardir. Ikinci tür sahabi birincisinden daha büyüktür.
12. Size iki emanet birakiyorum hadisinde sünni çevreler, Allah’in kitabi yanina sünnet kelimesini eklemislerdir.
13. Orta namaz sabah namazidir.
14. Adetli olan kadinlar namaz kilip oruç tutabilirler.
15. Kadinin sesinin haramligi konusunda Kur'an ve sünnette delil yoktur.
16. Insanlara sadece Kur'an ve mütevatir hadisler nakledilmelidir.
- Sünnete misna tabirini kullanmaktan çekinmiyor.
- Görüslerinde, genelde Ebu Reyye’yi taklit ediyor.
- Simdiye kadar pek çok hadis aliminin uydurma dedigi hadisleri isine geldigi zaman delil olarak kullaniyor. Ayrica itibar edilmeyen kitaplardan nakiller yapiyor.
- Hadisleri inkâr ettigi halde esbab-i nuzül’le ilgili rivayetleri nakletmekten çekinmiyor.
- Nakilde tahrif, sözlerinde çarpitma görülmektedir.

Hayri Kirbaslioglu ve Sünnet/Hadis Inkârciligi:
Iddialari:

1. Sünnet problemlerin asil kaynagidir.

2. Yapilan sünnet tanimlari; 1. Sadece akademik ihtiyaçlara göre yapilmistir. 2. Sünnetin toplumsal boyutundan çok ferdi boyutuna agirlik verilmistir. 3. Baglayicilik yönünden sünnet siniflandirilmamistir. 4. Kur'an, tanimlarin disinda birakildigi için bu tanimlar yetersizdir.

3. Ona göre Sünnet, “Hz. Peygamberin kendi döneminde Islâm toplumunu, akide, ibadet, teblig, egitim, ahlak, hukuk, siyaset, ekonomi gibi çesitli alanlarda; kisacasi bireysel, toplumsal ve evrensel olmak üzere hayatin her alaninda, yönlendirilip yönetmede Kur'an basta olmak üzere esas aldigi ilke ve prensipler bütününün olusturdugu bir zihniyet ya da dünya görüsüdür”.

4. Bize sadece, yasayan sünnet sahih olarak ulasmistir. Diger hadislerin de tamaminin uydurma oldugu söylenemez.
5. Hadislerin aklanmasinda sadece isnad degil, metninin de göz önünde bulunduran saglikli bir metot uygulamak suretiyle aklanir.
6. Senet ve metin açisindan saglam olan hadislerin akaid disinda kullanmak mümkündür.

- Kirbaslioglu görüslerini net olarak maddeler halinde toplamistir. Bunlarin bazilarini söyle zikrediyor:

7. Hadisleri toptan kabule oldugu kadar, toptan redde de karsiyiz.
8. Dinde otoritelerin görüslerine deger vermekle birlikte onlari mutlak dogru kabul etmiyor, onlarin elestirilebilir olduklarina inaniyoruz.
9. Hadisleri elestirmek, yada reddetmek, Hz. Peygamberi elestirmek yada reddetmek degil, bu hadislerin ona nispetini elestirip reddetmek demektir.
10.Sünnetin sadece bireysel boyuta indirgenmesi yanlistir. Onun toplumsal ve evrensel boyutlarinin bireysel boyutu tarafindan gölgelendigini bu sebeple bu iki boyutunu ön plana çikarilmasi gerektigini düsünüyoruz.
11. Sünnetin tamaminin gayri metluv vahiy olduguna dair görüse katilmiyoruz. Bilakis sünnetin büyük bir kisminin Hz. Peygamberin Kur'an’a dayali içtihatlari oldugunu, vahiy tarafindan zimnen tastikinin, onlarin vahyi ürünü oldugu anlamina gelmeyecegini savunuyoruz.
12. Sünneti – ve tabii Kur'an’i – anlarken lafizciligin asilip, lafzin altinda yatan ilkelere inilmesi ve bunlarin günün sartlari içerisinde yeniden yorumlanmasi taraftariyiz.
13. Sonuç itibariyla sünneti reddetmedigimizi, ancak sünneti anlamada basvurulan hadislere elestirel ve seçmeci yaklastigimizi açikça vurguluyoruz.

İşte burada ve başka yerlerde hadis ve sünnetlere laf atıp dil uzatanların ataları bunlar ve yeni gelen jenerasyondan yine bazı isimlerdir.

Unutmayın ki Rasulullah'ın (sav) şefati size olmayacaktır...




 

mavigezegen

New member
Katılım
14 Tem 2009
Mesajlar
243
Tepkime puanı
169
Puanları
0
Hayırlı Ramazan'lar Bekir Bey.

Benim fikrimi de zikrimi de unutmadıysanız bilirsiniz. Ancak yukarıdaki gibi sonucu olmayan polemiklere de artık girmiyorum.
Fakat sizi çok katı ve sert üsluplu gördüm. Şu mübarek ayda kırıcı olmamak en güzeli değil mi?

Müslümana yakışan gönül kırmamaktır.

Selam ve dua ile.
 

old_preacher

New member
Katılım
6 Eyl 2011
Mesajlar
271
Tepkime puanı
40
Puanları
0
Bekir Bey,

Bu yazı, hadissiz hareket edilemeyeceğini düşünenlerin sürekli dile getirip durduğu ''hadissiz nasıl namaz kılacağız?'' sorusuna cevap olarak yazılmış bir yazı. Açıkça görüldüğü gibi Kuran da namaz esnasında yapılacak hareketler, ve namazın asıl amacı belirtilmiştir. Ayakta durulacak, eğilinecek, ve secde edilecektir. Bunlar yapılırken elbette Allah anılacak, O'na şükredilecek ve hatırlanacaktır. Bunları kapsayacak şekilde herkes istediği gibi namaz kılabilir, fakat şartlar bunlardır.

Eleştirileriniz ise sinirlilikle yapılmış, şahsileştirilmiş eleştirilerdir. Gördüğümüz gibi abdest ve namaz hususlarının Kuran da yer almadığı, doğru bir iddia değildir.
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,131
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Hayırlı Ramazan'lar Bekir Bey.

Benim fikrimi de zikrimi de unutmadıysanız bilirsiniz. Ancak yukarıdaki gibi sonucu olmayan polemiklere de artık girmiyorum.
Fakat sizi çok katı ve sert üsluplu gördüm. Şu mübarek ayda kırıcı olmamak en güzeli değil mi?

Müslümana yakışan gönül kırmamaktır.

Selam ve dua ile.

Çok haklısınız, ancak sabah akşam hadis, sünnet, peygamber inkarcıları ile uğraşınca ister istemez insanın kimyası bozuluyor...
 

Müslüman

New member
Katılım
10 Tem 2012
Mesajlar
22
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Bekir Bey,

Bu yazı, hadissiz hareket edilemeyeceğini düşünenlerin sürekli dile getirip durduğu ''hadissiz nasıl namaz kılacağız?'' sorusuna cevap olarak yazılmış bir yazı. Açıkça görüldüğü gibi Kuran da namaz esnasında yapılacak hareketler, ve namazın asıl amacı belirtilmiştir. Ayakta durulacak, eğilinecek, ve secde edilecektir. Bunlar yapılırken elbette Allah anılacak, O'na şükredilecek ve hatırlanacaktır. Bunları kapsayacak şekilde herkes istediği gibi namaz kılabilir, fakat şartlar bunlardır.

Eleştirileriniz ise sinirlilikle yapılmış, şahsileştirilmiş eleştirilerdir. Gördüğümüz gibi abdest ve namaz hususlarının Kuran da yer almadığı, doğru bir iddia değildir.

Sayın old preacher, bize fiili mütevatır olarak gelmiş Allah Rasulünün namazını siz inkar mı ediyorsunuz? Peygamber'in örnekliği nerede? O hiç konuşmadı mı, birşeyler anlatmadan mı gitti, sözleri nerede? Yani Ashabın hayatları, İslamı yaşayışları yok mu ortada, bize hiç bir şey intikal etmedi mi?
Onların bizlere Kuran'ı ulaştırdığını kabul ediyorsunuz da Allah Rasulünün sünnetini ulaştırdıklarını neden kabul etmiyorsunuz?

Sizin yapmaya çalıştığınız Kuraniyyun/mealciliktir. Geçmişte hiç kimse sizi kaaleye almamıştır ve gelecekte de bu böyle olacaktır.
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,131
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Bekir Bey,

Bu yazı, hadissiz hareket edilemeyeceğini düşünenlerin sürekli dile getirip durduğu ''hadissiz nasıl namaz kılacağız?'' sorusuna cevap olarak yazılmış bir yazı. Açıkça görüldüğü gibi Kuran da namaz esnasında yapılacak hareketler, ve namazın asıl amacı belirtilmiştir. Ayakta durulacak, eğilinecek, ve secde edilecektir. Bunlar yapılırken elbette Allah anılacak, O'na şükredilecek ve hatırlanacaktır. Bunları kapsayacak şekilde herkes istediği gibi namaz kılabilir, fakat şartlar bunlardır.

Eleştirileriniz ise sinirlilikle yapılmış, şahsileştirilmiş eleştirilerdir. Gördüğümüz gibi abdest ve namaz hususlarının Kuran da yer almadığı, doğru bir iddia değildir.

Kıymetli kardeşim, insan hadissiz ve sünnetsiz her şeyi yapabilir, ne anlıyorsa yapabilir, kendince anlaması bir mecburiyet ise her kes kendi bildiğini yapabilir. Ama böyle bir keyfiyyet ve ihtiyaç yokken bu minval üzere Peygambere (sav) uyanlara nispet böyle bir yazının yazılması ve yazıda ki hitap ve üslup Sizin anlattığınız masumiyeti maalesef taşımıyor!

Abdest ve namazın Kur'an da yer almadığını Size kim iddia etti ki bu yazı ile cevap verme ihtiyacı duydunuz?

Cevap verin; Size Kur'an secde edin diyor, Siz bu secde edin emrine nasıl bir hareketle mukabele edeceksiniz, kimden öğreneceksiniz secde ile murad edilen hareket hangisidir, rûkû hareketinin şeklini hangi ayet ile tespit edeceksiniz?

Bakın, bıkıp usanmadan hadis ve sünnet ile alakalı tacizler devam ettiriliyor. Bu tavır ve bu konuların tamamı İslamForumda defalarca yazılmış, müteala edilmiş, münazara edilmiş, bitirilmiş.., artık her gün aynı havanın çalınması tacizden başka bir şey değildir...
 

old_preacher

New member
Katılım
6 Eyl 2011
Mesajlar
271
Tepkime puanı
40
Puanları
0
Sayın old preacher, bize fiili mütevatır olarak gelmiş Allah Rasulünün namazını siz inkar mı ediyorsunuz? Peygamber'in örnekliği nerede? O hiç konuşmadı mı, birşeyler anlatmadan mı gitti, sözleri nerede? Yani Ashabın hayatları, İslamı yaşayışları yok mu ortada, bize hiç bir şey intikal etmedi mi?
Onların bizlere Kuran'ı ulaştırdığını kabul ediyorsunuz da Allah Rasulünün sünnetini ulaştırdıklarını neden kabul etmiyorsunuz?

Ne münasebet, öyle bir şey demedim. Ben şunu diyorum, ''bugün peygamberimizin kıldırdığı söylenen namazın tam olarak peygamberimizin kıldırdığı namaz olmaması ihtimali mevcuttur.'' Çünkü biliyorsunuz ki her mezhebin namaz şekli farklı ve her mezhebin iddiası da doğru namaz şeklinin kendilerininki olduğu yönünde.

Peygamberimiz zamanındaki ayrıntıları tam olarak bilmemize imkan da yoktur, çünkü o zamandan günümüze bir bütün olarak ulaşan tek şey Kuran dır. Siz şunu her zaman karıştırıyorsunuz: '' Bir şeyin Kuran da yer alıyor olması, sünneti inkar demek değildir. '' Haklı olarak şunu söylüyoruz, hadisler ve ilmihallerde yer alan bir takım ayrıntıların tümü rivayete dayalıdır çünkü elimize Kuran gibi ulaşmamışlardır. Şu durumda, ya aslında peygamberimiz gibi kılmıyorsak, ya da onun hakkındaki rivayetler doğru değilse?

Kıymetli kardeşim, insan hadissiz ve sünnetsiz her şeyi yapabilir, ne anlıyorsa yapabilir, kendince anlaması bir mecburiyet ise her kes kendi bildiğini yapabilir. Ama böyle bir keyfiyyet ve ihtiyaç yokken bu minval üzere Peygambere (sav) uyanlara nispet böyle bir yazının yazılması ve yazıda ki hitap ve üslup Sizin anlattığınız masumiyeti maalesef taşımıyor!

Abdest ve namazın Kur'an da yer almadığını Size kim iddia etti ki bu yazı ile cevap verme ihtiyacı duydunuz?

Cevap verin; Size Kur'an secde edin diyor, Siz bu secde edin emrine nasıl bir hareketle mukabele edeceksiniz, kimden öğreneceksiniz secde ile murad edilen hareket hangisidir, rûkû hareketinin şeklini hangi ayet ile tespit edeceksiniz?

Bakın, bıkıp usanmadan hadis ve sünnet ile alakalı tacizler devam ettiriliyor. Bu tavır ve bu konuların tamamı İslamForumda defalarca yazılmış, müteala edilmiş, münazara edilmiş, bitirilmiş.., artık her gün aynı havanın çalınması tacizden başka bir şey değildir...

Bekir Bey bilakis, bilinen şekilde namaz kılanlara bir nispet olsun diye yazmadım bu yazıyı. Zira bugün kılınan namaz da Kuran da anlatılan namaz ile bir uyuşmazlık göstermiyor, sadece daha fazla ayrıntı içeriyor. Kuran ise bize sınırları veriyor, olması gerekenleri belirtiyor.

Bu yazıyı yazma amacım, ''hadissiz nasıl namaz kılamayacağımızı bilemeyiz'' söyleminin doğru olmadığını göstermekti.

Sorunuzun cevabına gelince; bahis konusu üç hareketin arapçadaki anlamları şöyle:

Secde-İbadet kastıyla eğilme, alnı yere koyma, boyun eğme, itaat etme, saygı gösterme, bir kimsenin ya da varlığın hükümranlığı altına girme

Rüku- Öne doğru eğilme

Kıyam- Ayakta durma, ayağa kalkma

Görüldüğü gibi kelimelerin anlamlarından yapılması gerekenler anlaşılıyor.

Lakin ilmihal kitapları bu meseleyi ''secde ederken dirsekler yere değmeyecek, rüku esnasında eğilme açısı bilmem kaç derece olacak, namaza başlamadan eller kulakların arkasına atılacak, ayakların açıklığı şu kadar olacak, otururken sol ayağın üstüne oturulup sağ ayak yana atılacak vsvsvs'' şeklinde ayrıntılara boğuyorlar. Sonra da sanki bu ayrıntılar olmazsa namaz kabul edilmeyecekmiş gibi bir izlenim veriyorlar. Bunları isteyen yapar ya da yapmaz, ama yapmayana da kimsenin ''ille böyle yapacaksın'' deme hakkı olmamalı.

Çünkü siz ille de işin içinde ayrıntı arasanız ve ayrıntısız olmaz derseniz, ben daha da ayrıntıya girerim ve ''şu şu ayrıntılar yok, o zaman sizin kıldığınız namaz yanlış'' derim. Misal; secde ederken ellerin açısı ne olmalı, parmaklar arası açıklık kaç cm olmalı, rüku esnasında üst bedenin alt bedene açısı kaç derece olmalı, selam verirken kafa sağa ve sola kaçar derece çevrilmeli, iki rekatın minimum ve maksimum süreleri kaç dakikadır vsvs... Bu ayrıntı olayının sonu yok. Sınırlar, yapılması gerekenler Kuran da yazıyor, bu sınırlar içinde kalmak şartıyla kimin hangi hareketi yapacağı da kendine kalmıştır. İsteyen 45 derece eğilir, isteyen ayaklarını birbirinden 20 cm açar. İbadet konusunda ayrıntı dayatmak, Allah ın dinini zorlaştırmak ve ondan soğutmak olur, ve bugün cemaat evlerinde olduğu gibi insanlar huşu içinde değil, zorla sabah namazına kaldırılarak namaz kılar, ibadetlerini zorlamayla, isteksizce yapar.

Anlaşılmayan meseleyi tekrar ediyorum; ben bugün kılınan namaz yanlıştır demiyorum. Sadece ''Kuran da yok'' iddiasının geçersizliğinden bahsediyorum.
 

Müslüman

New member
Katılım
10 Tem 2012
Mesajlar
22
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Anlaşılmayan meseleyi tekrar ediyorum; ben bugün kılınan namaz yanlıştır demiyorum. Sadece ''Kuran da yok'' iddiasının geçersizliğinden bahsediyorum.

hayır efendim bal gibi de şüphe tohumları ekmeye çalışıyorsunuz. Şüphecilik bir hastalıktır sizi küfre kadar götürür. O halde şüphe etmeye devam edelim; Acaba Kuran mushaf haline getirilirken bir takım ayetler dışarı da tutulmuş olabilir mi? Malum Recm ayeti ile ilgili bir takım iddialar bu cinstendir vs

Nereye kadar old preache, seni tutana aşk olsun.
 

old_preacher

New member
Katılım
6 Eyl 2011
Mesajlar
271
Tepkime puanı
40
Puanları
0
hayır efendim bal gibi de şüphe tohumları ekmeye çalışıyorsunuz. Şüphecilik bir hastalıktır sizi küfre kadar götürür. O halde şüphe etmeye devam edelim; Acaba Kuran mushaf haline getirilirken bir takım ayetler dışarı da tutulmuş olabilir mi? Malum Recm ayeti ile ilgili bir takım iddialar bu cinstendir vs

Nereye kadar old preache, seni tutana aşk olsun.

Kuran a inanan biri, yalnızca somut delillere dayanarak inanmaz. Böyleyse zaten inanmıyor demektir. Kuran a mantıklılığı, çelişkiden yoksun olması, insanın ruhuna işlemesi, ve okunduğunda onu her yönden tatmin etmesiyle inanılır. Bugün elimizdeki Kuranların, Hz. Osman dönemi mushaflarından tek harf farkının olmaması da işin bir başka güzelliği.

Lakin hadislerin içinde mantık dışı, Kuran dışı olan çok fazla sayıda hadis var. Çoğu da Kuran da anlatılan o güzel kolaylık dinini anlatmıyor, tam aksine insanı ve ibadetleri her yönden kısıtlıyor. Ve dediğim gibi, bugün dinden çıkanlarla insanları dinden çıkaranların tek dayanağı hadisler ve bu rivayetlerdir.
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,131
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Bekir Bey bilakis, bilinen şekilde namaz kılanlara bir nispet olsun diye yazmadım bu yazıyı. Zira bugün kılınan namaz da Kuran da anlatılan namaz ile bir uyuşmazlık göstermiyor, sadece daha fazla ayrıntı içeriyor. Kuran ise bize sınırları veriyor, olması gerekenleri belirtiyor.

Bu yazıyı yazma amacım, ''hadissiz nasıl namaz kılamayacağımızı bilemeyiz'' söyleminin doğru olmadığını göstermekti.

Evet, hakkıyla bilemezsiniz, zira;

Secde-İbadet kastıyla eğilme, alnı yere koyma, boyun eğme, itaat etme, saygı gösterme, bir kimsenin ya da varlığın hükümranlığı altına girme

Rüku- Öne doğru eğilme

Kıyam- Ayakta durma, ayağa kalkma

Görüldüğü gibi kelimelerin anlamlarından yapılması gerekenler anlaşılıyor.

secdeyi ele alırsak, secde kelimesi anlam olarak hem bu günkü secde vaziyetimizi anlatan/tarif eden bir kelime değildir, hem de Kur'an da çok değişik anlmalar veren şekillerle de kullanılmıştır. Yani Siz Kuran da secde edin emrini okudum ve bu secde kelimesi bizim bu gün Rasulullah'dan (sav) öğrenerek yaptığımız secdeyi tarif ediyor derseniz kafdan atmış olursunuz. İşte bu nedenle amacı ve şekli izah edilmemiş konularda Rasulullah'ın (sav) öğrettiklerine, yani hadis ve sünnete ihtiyaç vardır. Ama Siz Kur'an dan öğrenip/anladığımdır dersen bunu doğrusu budur diye deklare etmen kabul edilemez.


Lakin ilmihal kitapları bu meseleyi ''secde ederken dirsekler yere değmeyecek, rüku esnasında eğilme açısı bilmem kaç derece olacak, namaza başlamadan eller kulakların arkasına atılacak, ayakların açıklığı şu kadar olacak, otururken sol ayağın üstüne oturulup sağ ayak yana atılacak vsvsvs'' şeklinde ayrıntılara boğuyorlar. Sonra da sanki bu ayrıntılar olmazsa namaz kabul edilmeyecekmiş gibi bir izlenim veriyorlar. Bunları isteyen yapar ya da yapmaz, ama yapmayana da kimsenin ''ille böyle yapacaksın'' deme hakkı olmamalı.

Bu bahsettikleriniz dirsek temasları, eğilme açıları ve saire kısımlar namazın farzları değil ki, bunlar olmazsa namaz olmadı denebilsin.




Çünkü siz ille de işin içinde ayrıntı arasanız ve ayrıntısız olmaz derseniz, ben daha da ayrıntıya girerim ve ''şu şu ayrıntılar yok, o zaman sizin kıldığınız namaz yanlış'' derim. Misal; secde ederken ellerin açısı ne olmalı, parmaklar arası açıklık kaç cm olmalı, rüku esnasında üst bedenin alt bedene açısı kaç derece olmalı, selam verirken kafa sağa ve sola kaçar derece çevrilmeli, iki rekatın minimum ve maksimum süreleri kaç dakikadır vsvs... Bu ayrıntı olayının sonu yok. Sınırlar, yapılması gerekenler Kuran da yazıyor, bu sınırlar içinde kalmak şartıyla kimin hangi hareketi yapacağı da kendine kalmıştır. İsteyen 45 derece eğilir, isteyen ayaklarını birbirinden 20 cm açar. İbadet konusunda ayrıntı dayatmak, Allah ın dinini zorlaştırmak ve ondan soğutmak olur, ve bugün cemaat evlerinde olduğu gibi insanlar huşu içinde değil, zorla sabah namazına kaldırılarak namaz kılar, ibadetlerini zorlamayla, isteksizce yapar.

Anlaşılmayan meseleyi tekrar ediyorum; ben bugün kılınan namaz yanlıştır demiyorum. Sadece ''Kuran da yok'' iddiasının geçersizliğinden bahsediyorum.

Ayrıntılar; Rasulullah'ın yaptığının aynısı yapmak, benzerini yapmak arzu ve hevesleri, kişisel davranışlardır, ayrıca bir ecri varsa Allah bilir, takva olabilmek adına yapılıyor olabilir, psikolojik rahatlama sağlayabilir ve saire. Bu ayrıntılarla namazın oldu olmadı hükmüne kimse giremez, Ben bunu savunmuyorum. Ama Sizin yazınızda ki gibi ayrıntılandırılmamış hususların keyfi olduğunuı düşünmek de (meselâ tuvalete gitmek dışında abdestin bozulmayacağı gibi,) son derece duyarsız bir davranış olur.
 

old_preacher

New member
Katılım
6 Eyl 2011
Mesajlar
271
Tepkime puanı
40
Puanları
0
secdeyi ele alırsak, secde kelimesi anlam olarak hem bu günkü secde vaziyetimizi anlatan/tarif eden bir kelime değildir, hem de Kur'an da çok değişik anlmalar veren şekillerle de kullanılmıştır. Yani Siz Kuran da secde edin emrini okudum ve bu secde kelimesi bizim bu gün Rasulullah'dan (sav) öğrenerek yaptığımız secdeyi tarif ediyor derseniz kafdan atmış olursunuz.

Secde kelimesinin soyut olarak teslim olma, saygı gösterme, aidiyet gösterme gibi anlamları varken aynı zamanda somut hareket anlamında ''alnı yere koymak'' anlamının da olduğu arapça sözlüklerden anlaşılıyor. Namaz esnasında zaten bunların tümünü yapmak durumundayız, birini yapıp öbürünü yapmama gibi bir durum olamaz. Somut olarak yapılan hareket manasında ''alnı yere koymak'' haricinde bir başka anlamı yok diye biliyorum, arattığım hiçbir sözlükte rastlamadım. Sadece bu anlamından bunu rahatça anlayabiliriz.

Ayrıntılar; Rasulullah'ın yaptığının aynısı yapmak, benzerini yapmak arzu ve hevesleri, kişisel davranışlardır, ayrıca bir ecri varsa Allah bilir, takva olabilmek adına yapılıyor olabilir, psikolojik rahatlama sağlayabilir ve saire. Bu ayrıntılarla namazın oldu olmadı hükmüne kimse giremez, Ben bunu savunmuyorum. Ama Sizin yazınızda ki gibi ayrıntılandırılmamış hususların keyfi olduğunuı düşünmek de (meselâ tuvalete gitmek dışında abdestin bozulmayacağı gibi,) son derece duyarsız bir davranış olur.

Bugüne kadar hepimize bu şekilde öğretildiği ve aksinin olamayacağı sıkı sıkıya tembihlendiğinden bu şekilde düşünüyoruz. Ama abdest esnasında nerelerin nerelere kadar yıkanacağını bile bildiren Kuran, bunu da bildirmez miydi?
 

sinang

New member
Katılım
10 Eyl 2006
Mesajlar
1,628
Tepkime puanı
276
Puanları
0
Konum
bezm-i ezelden
Allah resulu sav.sahabeler bile bu ayetten ne anlamalıyız diye soruyorsa gerisini siz düşünün.Hem döneminde,yerinde arap insanlar bile tıkanıp kaldı ve Resulullah sav danıştı.
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,131
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Kur'an dan, ayrıntıları ile, helal, haram ve ibadetlerin nasıl yapılacağını herkes anlayabilir iddiasında bulunan kişiler bir ortak noktada nasıl buluşabilir acaba?
Kimisinin dediği gibi herkes anladığını mı yapmalı?

Herkesin kandi anladığı ile yaşaması durumunda sosyal hayat içinde hukuksal olarak birbiri ile anlayışları çelişen kişilerin durumu ne olacak?

Yahut toplu olarak yapılacak amellerde kimin anlayışı hakim olacak?

Tüm bunlarda ferdi kanaat ve idrakler ile yaşanacak İslam'ın bir din olma özelliği kalacak mı?
 

gizem

New member
Katılım
31 Ocak 2012
Mesajlar
95
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
istanbul
Ayet ne demek? Sakın ola ki ''Kuran sürelerini oluşturan kısımlardan her biri'' demeyin. O kadarını sözlükten bakabiliyorum. Allahın Cebrail aracılığı ile Hz. Muhammede söylediği her cümle/kelime/paragraf/konuşma ayet değil midir? Cebrail Allah'tan izin almadan keyfi olarak Hz. Muhammed ile konuşmuş mudur? Cebrail sadece ve sadece Allah'ın söylediklerini Hz. Muhammed'e iletmemiş midir ve bunlar da ayetleri oluşturmaz mı? Ayetlerin tamamı da Kuran'da yazmıyor mu?

En çok da şunu merak ediyorum. Peygamber efendimiz namazın nasıl kılınacağını nereden öğrendi? Namaz kılmayı kim öğretti ona? Eğer Cebrail öğretti ise; Cebrail'in söyledikleri/öğrettikleri Kuranda ayet olarak yer alması gerekmiyor muydu?

Anlayamadığım şeylerden biri de bu surelerin isimleri nasıl oluşmuş? Cebrail ayeti söylemeden önce surenin ismini mi söylüyor?

Kuran okumayı bıraktım. Şu yazdıklarınızı da okudum. old preacher doğru söylüyor. Hadisler günümüze kadar Kuran gibi korunmamıştır. Hadislerin 200 yıl sonra yazıya geçirildiğini söylüyorsunuz. O kadar önemli olsalardı Kuran yazılırken onlar da yazılırdı.

Kuran okurken de bir sürü şey kafamı kurcaladı. Beklediğim şey bu değildi. Neyi, nasıl yapmamız gerektiğinden çok; hikaye anlatılmış. Firavundan, yahudilerden bahsedilmiş.

Bugün namazın nasıl kılınacağını yazmaya kalksak 2 sayfada yazarız. Allah için 2 sayfayı ayet olarak indirmek çok mu zordu? İslamın şartı dediğimiz namazın nasıl kılınacağının, kafalarda soru işareti bırakmayacak şekilde tüm ayrıntıları ile Kuranda yazması gerekmiyor muydu?

Aynı şekilde nasıl oruç tutulacağının, neyin günah, neyin sevap, neyin farz olduğunu kafalarda soru işareti kalmayacak şekilde Kur'anda yazması gerekmiyor muydu?

Kur'anın kusursuz olması demek kafiyeli ve ahenkli olması demek mi? Kimse bana Kur'an kusursuzdur demesin. Kur'an kusursuz olsaydı 4 tane mezhep olmazdı, bunlara da hak mezhep denilmezdi. Kur'an kusursuz olsaydı hadislere gerek kalmazdı.

Bakara suresinin ilk ayeti:

1. Elif, Lam, Mim

Kur'an okumaya başladığım zaman bu ayet beni çok şaşırttı. Bu ayetten ne anlamam gerekiyor. Bu ayet bana hangi dini görevimi yapmamı söylüyor. Cebrail gelmiş Hz. Muhammed'e Elif, Lam, Mim demiş ve gitmiş. Hz. Muhammed de hiç soru sormamış bu ne demek diye ve daha sonra bu cümle Bakara suresinin 1. ayeti olmuş. Tabi Cebrail önceden de bunun Bakara suresi olduğunu söylemiştir.

Ben nasıl ibadet edeceğimi öğrenmek için Kur'an okuyorum. Neyin günah, neyin sevap, neyin farz olduğunu öğrenmek için Kur'an okuyorum. Ama anlıyorum ki Kur'an okumaya gerek yok. Hadisleri okumamız ve Nihat Hatipoğlu'nu dinlememiz yeterli. Tüm sorularımızın cevapları Kur'anda yok ama din alimlerinde var. Hangisini dinleyeceğimiz de meçhul. Nihat Hatipoğlu başka söyler, Yaşar Nuri Öztürk başka söyler, Zekeriya Beyaz başka söyler, Cübbeli Ahmet Hoca başka söyler. Hangisinin doğru olduğunu bulmak için, paramız çoksa işi gücü bırakıp ömrümüzü doğruyu bulmaya adıyacağız. Delilleri, belgeleri tek tek araştıracağız. Ömrümüz yeterse doğruyu bulacağız, bir de bulduğumuz doğruyu insanlara kabul ettirmeye çalışacağız. Paramız yoksa araştıramayacağız. Kur'an okuyarak zaten anlayamıyoruz. Hangi hadis doğru hangi hadis yanlış nereden bileceğiz. Annemiz babamız bize ne anlatıyorsa ona inanacağız ve onun peşinden gideceğiz. İnandıklarımız uğruna tarikatlar kuracağız ve uğrunda savaşacağız. Sonra da bize şehit diyecekler. Çok mantıksız.

Kur'anı hiç kimse okumuyor mu? Ya da bazı şeyleri kimse görmek mi istemiyor? Nisa suresi 75. ayete kadar okudum. Dayanamadım artık. Çok mantıksız, çok saçma. Hiç huzurlu değildim bu süreç içinde.

Allah kolaylık versin ya da Allah kurtarsın...
 
Üst Alt