Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Sizce, İslam Ümmetinin en önemli sorunu nedir?

gelincik tarlasý

New member
Katılım
2 Ocak 2007
Mesajlar
284
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Cehalet
Tefrika
Fukaralik
Sorumsuzluk ve Samimiyetsizlik
Nefse Kulluk
itikad
Hepsi


bu şıklar derince bi incelendiğinde hepsinin birbiriyle balantılı olduğu belli dğilmi?? zaten bu yüzden hepsi şıkkını koydunuz heralde..iman ise..bunların hepsinin oluşum kaynapı olduğu için koyulabilir dedim..anket sizin..istemem koymam derseniz koymayın canım..aaa:)
selamete sagıderğer kardeşim...allaha emanet ol..

İsteyen doğru şekilde ifade ettiğinde şıklara yerleştiriyorum ama bazı arkadaslarımız istemeyi bilmiyorlar bazıları biliyorlar.Bakın radikal islam arkadasımızda şık istedi ve hemen koyduk.Okuyun ilk sayfayı.Hem istesen de """İMAN""" uygun bir şık değil.Müslümanlardan bahsediyoruz ben hiç imansız müslüman görmedim ama
cahil,nefsine yenik düşen,samimiyetsiz müslümanlar gördüm o yüzden koydum o şıkları.İman=İslam zaten.Ve bahsettiğimizde İslam Ümmeti dolayısıyla İmanı şıklara eklemek gereksiz,saçma.Arama motoruna iman yazın islam çıkar islam yazın iman çıkar:)selametle...
 

mhmt

New member
Katılım
7 Kas 2006
Mesajlar
2,965
Tepkime puanı
715
Puanları
0
İsteyen doğru şekilde ifade ettiğinde şıklara yerleştiriyorum ama bazı arkadaslarımız istemeyi bilmiyorlar bazıları biliyorlar.Bakın radikal islam arkadasımızda şık istedi ve hemen koyduk.Okuyun ilk sayfayı.Hem istesen de """İMAN""" uygun bir şık değil.Müslümanlardan bahsediyoruz ben hiç imansız müslüman görmedim ama
cahil,nefsine yenik düşen,samimiyetsiz müslümanlar gördüm o yüzden koydum o şıkları.İman=İslam zaten.Ve bahsettiğimizde İslam Ümmeti dolayısıyla İmanı şıklara eklemek gereksiz,saçma.Arama motoruna iman yazın islam çıkar islam yazın iman çıkar:)selametle...


tamam da ne bu şiddet bu celal yawff:(
saçmalık olabilir dedikleim..napalı edebiyatım pek iyi değil.. düşündüklerimi tam anlatamıyorum..bu yüzden başkalarına;) yazdırıyorum genliğin sorunlarını..
neyse...

ama şunu diyim...HUCURAT14 ü okuyalım...orda bu ayrım var..
14- Bedeviler, dedi ki: "İman ettik." De ki: "Siz iman etmediniz; ancak "Müslüman olduk deyin. İman henüz kalplerinize girmiş değildir. Eğer Allah'a ve Resûlü’ne itaat ederseniz, O, sizin amellerinizden hiçbir şeyi eksiltmez. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir."

selametle...
 

gelincik tarlasý

New member
Katılım
2 Ocak 2007
Mesajlar
284
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
tamam da ne bu şiddet bu celal yawff:(
saçmalık olabilir dedikleim..napalı edebiyatım pek iyi değil.. düşündüklerimi tam anlatamıyorum..bu yüzden başkalarına;) yazdırıyorum genliğin sorunlarını..
neyse...

ama şunu diyim...HUCURAT14 ü okuyalım...orda bu ayrım var..
14- Bedeviler, dedi ki: "İman ettik." De ki: "Siz iman etmediniz; ancak "Müslüman olduk deyin. İman henüz kalplerinize girmiş değildir. Eğer Allah'a ve Resûlü’ne itaat ederseniz, O, sizin amellerinizden hiçbir şeyi eksiltmez. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir."

selametle...

Allah razı olsun .....
 

gelincik tarlasý

New member
Katılım
2 Ocak 2007
Mesajlar
284
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
İslâm açısından Kelime-i şahadet, kesin kabul ve tasdik ifade eden imanın bir tezahürüdür. Kişi böylece Allah'ı ve peygamberi kabul etmiş demektir. Kur'an-ı Kerim, iman kelimesini bazı ayetlerinde İslam kelimesiyle aynı anlamda kullanmıştır. Bu bakımdan imanın şartlarından biri veya bir kaçını inkâr eden, imandan da İslam'dan da çıkmış olur. İslam, müntesiplerinin dünya ve ahiret saadetini sağlamak için bir takım temel prensipler koymuştur:

1-İtikadî hükümler (inançlarla ilgili),
2-Amelî hükümler (ibadet ve yaşayışlarıyla ilgili),
3-Ahlâkî hükümler (moral değerlerle ilgili).


Âmentü billahi ve melâiketihi ve kütübihî ve rusülihî ve'l yevmi'l-âhıri ve bi'l-kaderi hayrihî ve şerrihi mine'llâhi teâlâ ve'l-ba'sü ba'de'l mevti hakk* Eşhedü en lâ iâhe illallâh ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve rasûlüh.


Ben Allahü Teâlâ'ya, meleklerine, kaitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, kadere; hayır ve şerrin Allahü Teâlâ'nın yaratmasıyla olduğuna ianandım. Öldükten sonra dirilmek de haktır. Ben şehadet ederim ki, Allâhü Telâ'dan başka ilâh yoktur. Ve yine şehadet ederim ki, Muhammed (s.a.v) Onun kulu ve peygamberidir.


gayr-i müslimlerin (Ehl-i Kitâb'ın) Cennet'e gireceğini sanmak imkânsızdır. Çünkü -Allah Kur'an-ı Kerîm'de onların kâfir olduğunu açıkça bildirmiştir. (Mâide, 5/17, 72-73; Nisâ, 4/151-152). Cennet'i hak etmenin ilk şartı imandır. İman da, önce Allah'a Hz. Muhammed'in peygamberliğine inanmak ve bütün Kur'anî hükümlerin hiçbirin ihmâl etmeden, eksiksiz olarak toplumda uygulanmasını istemekle gerçekleşir.
 

müttaki

New member
Katılım
9 Ocak 2007
Mesajlar
203
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
58
bencede hepsi, birbirimizi sürekli sapıklıkla suçluyoruz ardından da neden birleşemiyoruz diyoruz. siteyi biraz inceleyin içerde herkes herkesi sapıklıkla suçluyor
yok şiiler sapık yok vahabiler sapık yok kurancılar sapık yok hadisçiler sapık yok selefiler sapık
eeee bu kadar sapık biraraya gelirde islam için uzlaşır mı bence hayır!! kesinlikle hayır!!!
birbirine sapık diyen insanların biraraya gelmesi zaten ikiyüzlülük olur içlerinden bu düşüncelerini atmadıkları taktirde...
Allah cümlemizi aynı yolda kılsın
 

mhmt

New member
Katılım
7 Kas 2006
Mesajlar
2,965
Tepkime puanı
715
Puanları
0
site genelinden bahsetmiş burda saygıdeğer muttaki..
ve dediği doğrudur gerçekten..
selametle..
 

gelincik tarlasý

New member
Katılım
2 Ocak 2007
Mesajlar
284
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Müslümanların sıkıntılarına İman yazmak yanlıs olur ,sizin demek istediğiniz itikad kısmına uygun...


İki parmağının ucunu gözüne koy. Bir şey görebiliyor musun dünyadan ? Sen göremiyorsun diye bu alem yok değildir.
 

gelincik tarlasý

New member
Katılım
2 Ocak 2007
Mesajlar
284
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Bir dine inanmaya iman denir ve biz müslümanlığa inanıyorsak ve Müslüman Ümmeti nin sorunu olarak konu acıyorsak bir dine inanmış insanların sorunlarından bahsediyoruz zaten dolayısıyla şıklara imanı yerleştirmek doğru değil.Ama deseydim ki dünyadaki inançsız insanların sorunu yada dünyada ki insanların din üzerine en büyük sorunları nelerdir diye o zaman haklıydınız İMAN konulmalıydı...



Müslümanlık ta İmanİslam dininde, İman, Allah'ın Muhammed peygambere vahyettiği, Hz. Muhammed(s.a.v) tarafından tebliğ edilen hususların kabul ve tasdik edilmesidir. İslam amentüsüne inanmaktır. İman, bu tasdikten ibarettir. Fakat İslama göre kişinin, hayatında ve ölümünde kendisine müslüman muamelesi yapılması için kelime-i şehâdeti dili ile söyleyip kalbi ile tasdik etmesi şarttır.

İslamda imanın altı şartı vardır, İslam dininin amentüsünü oluştururlar. Bunlar:

Allah'a inanmak,
Meleklerine inanmak,
Kitaplarına inanmak,
Peygamberlerine inanmak,
Âhiret'e inanmak,
Kadere; hayır ve şerrin Allah'tan olduğuna ve öldükten sonra dirilmeye inanmak.
imanın esasları müslümanlar tarafından önce kabul edilmeli,ardından bu kabuller hakkıyla anlaşılmalı ve ardından herbir iman esasının iç ve dış dünyadaki karşılıkları keşfedilmeye çalışmalıdır.
Musevilik te İman

Her dinde olduğu gibi Musevilikte de İman esasları vardır bunlara İbranice’de emunot adı verilir. Museviliğin amentüsü (Credo) olan bu 13 Emunot şunlardır.

Bütün imanımızla inanırız ki adı kutsal olan Yaradanımız’ın yarattıkları onun eseridir. O yaratır ve yaratacaktır.
Tüm imanımızla inanırız ki adı kutsal olan Yaradanımız tektir, ondan başkası yoktur O bizim tanrımız olmuş ve olacaktır.
Bütün imanımızla inanırız ki adı kutsal olan Yaradanımız bir beden değildir ve bedene benzerliği yoktur hiçbir şekilde tasvir edilemez.
Bütün imanımızla inanırız ki adı kutsal olan Yaradanımız ezeli ve ebedidir O’nun dışında başka tanrı yoktur.
Bütün imanımızla inanırız ki adı kutsal olan Yaradanımız’a sadece ona dua etmeli başkasına etmemeliyiz.
Bütün imanımızla inanırız peygamberlerin bütün sözleri doğrudur Tanrı tarafından kabul edilmiştir.
Bütün imanımızla inanırız ki rahmetle andığımız Musa hakikatlerin peygamberi ve peygamberlerin en büyüğüdür.
Bütün imanımızla inanırız ki ezelden beli elimizde olan Tevrat, Sina dağında rahmetle andığımız Musa’ya verilenin aynısıdır.
Bütün imanımızla inanırız ki elimizde olan Tevrat değiştirilmemiştir ve asla değiştirilemez.
Bütün imanımızla inanırız ki adı kutsal olan Yaradanımız insanların bütün hareket ve düşüncelerini bilir. Kutsal Kitapta da yazdığı üzere : "Her birinin yüreğini yaratan, bütün onların işlerini anlayan O’dur"
Bütün imanımız ile inanırız ki Davud soyundan Mesih gelecektir. Gecikmesine rağmen geleceği günü bekleriz.
Bütün imanımızla inanırız ki adı kutsal olan Yaradanımız, emirlerini yerine getirenleri ödüllendirir, emirlerini ihlal edenleri tövbe etmezlerse cezalandırır.
Bütün imanımızla inanırız ki ruhumuz ölümsüzdür ve kutsal yaratıcımızın dilediği zaman ölüler hayata kavuşacaktır.
Hristiyanlık ta İman


Katolik Kilisesine Göre [değiştir]Katolik Kilisesi'ne göre iman esasları aşağıdaki sözlerle dile getirilir:

"İman ederim ki: Tek Tanrı'ya her şeye gücü yeter Peder'e, gök ile yeryüzünü yaradana ve onun biricik oğlu, efendimiz İsa Mesih'e, Kutsal Ruhtan beden alarak, bakire Meryem'den doğduğuna, Pontuslu Pilatus zamanında azap çektiğine, Haça gerilerek ölüp gömüldüğüne, Araf'a (Limbos) indiğine, üçüncü gün ölülerden dirildiğine, göğe çıktığına, gücü her şeye yeten Peder Allah'ın sağında oturduğuna, oradan gelip dirilerle ölüleri yargılayacağına, inanırım. Kutsal Ruh'un varlığına, Kutsal Evrensel Kiliseye, Azizlerin birliğine, günahların bağışlanmasına bedenin dirilmesine ve sonsuz hayata. Amin"
 

gelincik tarlasý

New member
Katılım
2 Ocak 2007
Mesajlar
284
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Değerli kardeşim İslam iltizam ,taraf olmadır. İman izan ve tasdiktir. Allah aşkına şöyle çevrene bir bak Müslüman olduğu halde İmanı zayıf belki hiç hükmünde sayısız insan göreceksin. İşte İslam olmak yetmiyor İman'ı takviye şart,

Bu konuda sana bir yazı hazırlamak istiyorum inşaallah. Yanlız biraz himmet göster.

Muhabbetle canım kardeşim

Dört gözle bekliyorum yazınızı.En yakın zamanda inşallah....
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
40
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
اَلَّذينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ وَيُقيمُونَ الصَّلوةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ

Bakara / 3. Onlar gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan Allah yolunda harcarlar.

وَالَّذينَ هُمْ بِايَاتِ رَبِّهِمْ يُؤْمِنُونَ () وَالَّذينَ هُمْ بِرَبِّهِمْ لَايُشْرِكُونَ ()
وَالَّذينَ يُؤْتُونَ مَا اتَوْا وَقُلُوبُهُمْ وَجِلَةٌ اَنَّهُمْ اِلى رَبِّهِمْ رَاجِعُونَ

Mu’minun / 58-60. Rablerinin âyetlerine inananlar; Rablerine ortak tanımayanlar; Ve Rablerine dönecekleri için yapmakta oldukları işleri kalpleri çarparak yapanlar;

هُوَ الَّذى اَنْزَلَ السَّكينَةَ فى قُلُوبِ الْمُؤْمِنينَ لِيَزْدَادُوا ايمَانًا مَعَ ايمَانِهِمْ وَلِلّهِ جُنُودُ السَّموَاتِ وَالْاَرْضِ وَكَانَ اللّهُ عَليمًا حَكيمًا


Fetih / 4. İmanlarını bir kat daha arttırsınlar diye müminlerin kalplerine güven indiren O'dur. Göklerin ve yerin orduları Allah'ındır. Allah bilendir, her şeyi hikmetle yapandır.


وَالَّذينَ امَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ اُولئِكَ اَصْحَابُ الْجَنَّةِ هُمْ فيهَا خَالِدُونَ

Bakara / 82. İman edip yararlı iş yapanlara gelince onlar da cennetliktirler. Onlar orada devamlı kalırlar.

وَالَّذينَ امَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ سَنُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرى مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِدينَ فيهَا اَبَدًا لَهُمْ فيهَا اَزْوَاجٌ مُطَهَّرَةٌ وَنُدْخِلُهُمْ ظِلًّا ظَليلًا

Nisa / 57. İnanıp; iyi işler yapanları da, içinde ebediyen kalmak üzere girecekleri, zemininden ırmaklar akan cennetlere sokacağız. Orada onlar için tertemiz eşler vardır ve onları koyu (tatlı) bir gölgeye koyarız.

HADİS...


* Ebû Hüreyre radiya'llâhu anh'den: Şöyle demiştir: Nebiyy-i Muhterem salla'llâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki: Îmân altmış bu kadar şu'bedir. Hayâ da îmânın bir şu'besidir.

* Ebû Hüreyre radiya'llâhu anh'den: Şöyle demiştir: Resûlu'llâh salla'llâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki: Nefsim yed-i kudretinde olan Allâhu Zü'l-Celâl'e kasem ederim ki hiç biriniz ben ona pederinden de, evlâdından da daha sevgili olmadıkca îmân etmiş olmaz. Hz. Enes radiya'llâhu anh'den de bâlâdaki hadîs-i şerîf rivâyet edilmiş olup şu kadar ki sonunda (وَ النَّاسِ اجْمَعِينَ)= "Pederinden, evlâdından ve bütün halkdan daha sevgili" ziyâdesi vardır.

* Enes radiya'llâhu anh'den: Şöyle demiştir: Nebiyy-i Mükerrem salla'llâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki: Kimde üç şey bulunursa halâvet-i îmânı tatmış olur. Allâh ile Resûlu'llâh kendisine mâadâlarından daha sevgili olmak; bir kimseyi sevmek, fakat yalnız Allâh için sevmek; (Allâh, onu küfürden kurtardıktan sonra) yine küfre dönmekten ateşe atılacakmışcasına hoşlanmamak.


* Ebû Saîd-i Hudrî radiya'llâhu anh'den: Şöyle demiştir: Nebiyy-i Mükerrem salla'llâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki: Ehl-i Cennet Cennet'e, ehl-i Dûzah Dûzah'a girdikten sonra Allâhu Teâlâ Azze ve Celle: "Kimin kalbinde bir hardal tânesi ağırlığınca îmân varsa (ateşden) çıkarınız." diye ferman buyuracaktır. Bunun üzerine (bu gibiler) simsiyah kesilmiş oldukları halde çıkarılıp Nehr-i hayât (yâhud Nehr-i hayâ, yâhud da Nehr-i hayâ') içine atılacaklar ve (orada) sel uğrağında kalan yabânî reyhan tohumları nasıl (sür'atle) biterse öylece biteceklerdir. Görmezmisin, bunlar (ne güzel) sapsarı olarak (ve iki tarafına) salınarak sürer?


* (Abdu'llâh) b. Ömer radiya'llâhu anhümâ'dan: Şöyle demiştir: Resûlu'llâh salla'llâhu aleyhi ve sellem (bir gün) Ensâr'dan bir kimsenin yanından geçiyordu. Ensârî, kardeşini hayâdan menediyordu. Resûlu'llâh salla'llâhu aleyhi ve sellem: "Ona ilişme. Hayâ îmândandır." buyurdu.
* Ebû Hüreyre radiya'llâhu anh'den: Şöyle demiştir: Resûlu'llâh sall'llâhu aleyhi ve sellem'e: "Amelin hangisi efdâldir?" diye sordular. "Allâha ve Resûlüne îmân." buyurdu. "Ondan sonra hangisi?" dediler. "Allah yolunda cihâd." buyurdu. "Ondan sonra da hangisi?" diye sordular. "Makbûl (olmuş, içine günah ve riyâ karışmamış) Hac." cevâbını verdi.


* Enes radiya'llâhu anh'den: Şöyle demiştir: Nebiyy-i Muhterem salla'llâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki: Lâ İlâhe İllâ'llâh deyib de kalbinde bir arpa ağırlığınca hayır (yâni îmân) bulunan kimse Cehennem'den çıkacaktır. Lâ İlâhe İllâ'llâh deyib de kalbinde bir buğday ağırlığınca hayır (yâni îmân) bulunan kimse Cehennem'den çıkacaktır. Lâ İlâhe İllâ'llâh deyip de kalbinde bir zerre ağırlığınca hayır (yâni îmân) bulunan kimse Cehennem'den çıkacaktır.


* Ebû Hüreyre radiya'llâhu anh'den: Şöyle demiştir: Bir gün Resûlu'llâh salla'llâhu aleyhi ve sellem açıkta oturuyordu. (yanına) biri gelip: "Îmân nedir?" diye sordu. "Îmân; Allâha, Meleklerine, Allâh'a mülâkî olmağa (yâni Rü'yetu'llâh'a), Peygamberlerine inanmak, kezâlik (öldükten sonra) dirilmeğe inanmaktır." cevâbını verdi. "Ya İslâm nedir?" dedi. "İslâm; Allâh'a ibâdet edip (hiçbir şeyi) O'na şerîk ittihâz etmemek, namazı ikâme ve farz edilmiş zekâtı edâ etmek, Ramazanda da oruç tutmaktır." buyurdu. (Ondan sonra) "Ya ihsân nedir?" diye sordu. "Allâh'a sanki görüyormuş gibi ibâdet etmendir. Eğer sen, Allâh'ı görmüyorsan şüphesiz O, seni görür." buyurdu. "Kıyâmet ne zaman?" dedi. (Bunun üzerine) buyurdu ki: "Bu mes'elede sorulan, sorandan daha âlim değildir. (Şu kadar var ki Kıyâmet'den evvel zuhûr edecek) alâmetlerini sana haber vereyim: Ne zaman (satılmış) câriye, sâhibini (yâni efendisini) doğurur, kim idikleri belirsiz deve çobanları (yüksek) binâ kurmakta birbiriyle yarışa çıkarlarsa (Kıyâmet'den evvelki alâmetler görünmüş olur. Kıyâmet'in vakti) Allâh'dan başka kimsenin bilmediği beş şeyden biridir." Ondan sonra Nebiyy-i Muhterem salla'llâhu aleyhi ve sellem (اِنَّ اللّهَ عِنْدَهُ عِلْمُ السَّاعَةِ وَ يُنَزِّلُ الْغَيْثَ وَ يَعْلَمُ مَا فِى الْأَرْحَامِ وَمَا تَدْرِى نَفْسٌ مَاذَا تَكْسِبُ غَدًا وَمَا تَدْرِى نَفْسٌ بِاَىِّ اَرْضٍ تَمُوتُ) Âyet-i Kerîme'sini tilâvet buyurdu. Sonra (gelen adam) arkasını döndü (gitti). Resûlu'llâh salla'llâhu aleyhi ve sellem "Onu çevirin." diye emrettiyse de izini bulamadılar. Bunun üzerine buyurdu ki işte bu, Cibrîl (aleyhi's-selâm)dir. Halka dinlerini öğretmek için geldi.


* İbn-i Abbâs radiya'llâhu anhümâ'dan: Şöyle demiştir: Abdü'l-Kays Vefd'i (Bahreyn taraflarından) Nebiyy-i Muhterem salla'llâhu aleyhi ve sellem'in huzûruna geldikleri zaman: "Siz kimlerdensizin?" yâhud "Nerenin vefdisiniz?" diye sordu. "Biz Rebîa (kabâilin) danız." dediler. "Hoş geldiniz. (Allâh sizi) utandırmasın, pişmân etmesin." buyurdu. Bunun üzerine "Yâ Resûlâ'llâh, biz sana yalnız şehr-i Harâm'da gelebiliriz. (Bilirsin ki) aramızda kâfir olan (kabâil-i) Mudar'dan şu cemâat vardır. O halde bize kesdirme bir şey emret de geride kalanlarımıza haber verelim, o sebeple de Cennet'e girelim." dediler. (Nebî aleyhi's-salâtü ve's-selâm'a) içkileri (yâhud içki kaplarını) de sordular. (Resûlu'llâh salla'llâhu aleyhi ve sellem) onlara dört şey emretti, dört şeyden de nehyetti. Onlara yalnız Allâh'a îmân ile emrettikten sonra "Bilirmisiniz yalnız Allâh'a îmân etmek ne demektir?" diye sordu. "Allâh ve Resûlü a'lemdir." dediler. "Allâh'dan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in Resûlu'llâh olduğuna şahâdet, Namaz'ı ikâme, Zekât'ı edâ etmek, Ramazan orucunu tutmak, ganîmetin humsunu vermektir." buyurdu. Kezâlik onları (dört şeyden, yâni) hantem, dubbâ', nakîr, müzeffet (denilen kaplara hurma, yâhud üzüm şırası koymak)den nehyetti. (İbn-i Abbâs radiya'llâhu anhümâ'nın) müzeffet yerine mukayyer dediği de mervîdir.



* Zeyd b. Hâlid-i Cühenî radiya'llâhu anh'den: Şöyle demiştir: Resûlullâh salla'llâhu aleyhi ve sellem Hudeybiye'de geceleyin yağan yağmurdan sonra bize sabah namazını kıldırdı. Namazdan çıkınca (mübârek) yüzünü cemâate döndürüp: "Bilir misiniz, Rabb'ınız Azze ve Celle (Hazretleri) ne buyurdu?" diye suâl etti. "Allah ve Resûlü a'lemdir" dediler. Dedi ki (Allâhu Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri): "Kullarımdan kimi bana mü'min, kimi kâfir (olarak) sabahı etti. Her kim Allâh'ın fazl u rahmeti ile üzerimize yağmur yağdı dedi ise, işte o bana îmân etmiş, yıldıza etmemiştir. Her kim de falan ve falan (yıldız)ın nev'i (yâni batıp doğması) ile üzerimize yağmur yağdı dediyse, işte o, bana îmân etmemiş, yıldıza etmiştir" buyurdu.


* Ebû Şüreyh radiya'llahu anh'den şöyle dediği rivâyet olunmuştur. Nebî Salla'llahu aleyhi ve sellem (bir kere arka arkaya üç kere yemîn ederek) Vallahi îmân etmiş olmaz, vallahi îmân etmiş olmaz, vallahi îmân etmiş olmaz! Buyurdu. (Mecliste hazır bulunanlar tarafından): Yâ Resûla'llah! Bu îmân etmiş olmıyan kimdir? Diye soruldu. Resûl-i Ekrem: Kim olacak, şu komşusu zulmünden, şerrinden emîn olmayan kişi, diye cevab verdi.


* Abdullah İbn-i Hişâm'dan şöyle dediği rivâyet olunmuştur: Biz bir kere Nebî Salla'llahu aleyhi ve sellem ile berâber bulunuyorduk. Resûlu'llah, Ömer'in elini tutmuştu. Ömer: - "Yâ Resûla'llah! Sen bana muhakkak ki her şeyden çok sevimlisin, ancak canımdan değil" dedi. Resûl-i Ekrem: - "Hayır (öyle söyleme) hayâtım yed-i kudretinde olan Allah'a yemîn ederim ki, ben sana hayâtından daha sevimli olmadıkça (îmânın kemâle ermez)" buyurdu. Bunun üzerine Ömer: - "Öyle ise, şu anda yâ Resûla'llah! Muhakkak ki, Sen canımdan da sevimlisin" dedi. Resûl-i Ekrem de: - "Şimdi yâ Ömer! Îmânın kemâle erdi!" buyurdu.


* İbn-i Abbâs radiya'llahu anhümâ'dan rivâyete göre, Nebî Salla'llahu aleyhi ve sellem Mikdâd radiya'llahu anh'e şöyle buyurmuştur: Ey Mikdâd! Bir mü'min kişi, kâfir olan kavmi arasında îmânını gizleyip (selâmete erişince) îmânını açıklasa, bunun üzerine sen de (onun îmânına i'timâd etmiyererk) öldürsen (doğru değildir). Nasıl ki, sen de Hicret'den önce Mekke'de îmânını gizliyordun.
* Enes (İbn-i Mâlik) radiya'llahu anh'den Nebî Salla'llahu aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğunu işittim, dediği rivâyet olunmuştur: Kıyâmet günü hulûl ettiğinde (Umûmî sûrette) ben şefâ'at ederim. Bunun üzerine ben: Yâ Rabbî! Gönlünde hardal dânesi kadar îmânı olanları Cennet'e koy, diye niyâz ederim, bunlar Cennet'e girerler. Sonra ben: Yâ Rabbî! Hardal dânesinden az îmânı olanları da koy, diye şefâ'at ederim. Enes İbn-i Mâlik der ki: (Az bir îmânı) dediği sırada ben Resûlu'llah'ın parmaklarına bakar gibi idim. O parmaklarını biribirine zam ederek işâret ediyordu.


* Enes İbn-i Mâlik radiya'llahu anh'den Ma'bed İbn-i Hilâl ma'rifetiyle şefâ'at hadîsi rivâyet olundu, Ebû Hüreyre'den uzun bir metin ile rivâyet olunan şefâ'at hadîsi yukarıda geçti. Buradaki rivâyetin sonuna Enes İbn-i Mâlik şu ma'lûmâtı ziyâde etmiştir. Mahşer halkı 'Îsâ'ya gelirler (şefâ'at dilerler). Hazret-i 'Îsâ da onlara: - İstediğiniz umûmî şefâ'atci ben değilim. Lâkin siz, Muhammed Salla'llahu aleyhi ve sellem'e gidip mürâcaat ediniz, diyecek. Bunun üzerine ehl-i mahşer bana gelecekler. Ben de onlara: - Umum beşeriyete şefâ'at bana ihsân olunmuştur. Rabbimden müsâ'ade istiyeyim, diyeceğim. Rabbimden istediğim de müsâ'ade olunacak, ve bana Allahu Teâlâ'ya arz-ı Mahmedet için şimdi hâfızamda bulunmıyan birtakım hamd ü senâlar ilhâm olunacak. Bu mehâmid-i seniyye ile Allahu Teâlâ'ya hamdü senâ edip Cenâb-ı Hakk'a secdeye kapanacağım. Sonra bana Allahu Teâlâ: - Yâ Muhammed! Başını secdeden kaldır, hem (ne istersen) söyle, sözün dinlenecek, (ne dilersen) iste verilecektir, şefâ'at et, şefâ'atin de kabûl olunacaktır, buyuracak ben de artık: - Yâ Rab! Ümmetimi ümmetimi, diye niyâz edeceğim. Bunun üzerine bana: - Haydi git, gönlünde arpa dânesi kadar îmânı olan müslümanları Cehennem'den çıkar, denilecek. Resûl-i Ekrem der ki: Ben de gidip vazîfemi îfâ edeceğim. Sonra dönüp geleceğim. Bunun üzerine Cenâb-ı Hakk'a o birtakım hamdü senâlarla hamd edip sonra Cenâb-ı Hakk'a secdeye kapanacağım. Bunun üzerine bana taraf-ı ilâhîden: - Yâ Muhammed! Başını secdeden kaldır, ve (ne dilersen) söyle, sözün dinlenecek, ve iste; istediğin verilecektir. Şefâ'at de et, şefâ'atin kabûl olunacaktır, buyurulacak. Ben de hemen: - Yâ Rab! Ümmetimi ümmetimi, diye niyâz edeceğim. Bunun üzerine bana: - Haydi git, gönlünde zerre veyâ hardal dânesi kadar îmânı olan müslümanları Cehennem'den çıkar, denilecek. Ben de gidip onları çıkaracağım. Sonra dönüp geleceğim. Bu def'a da Cenâb-ı Hakk'a evvelki hamd ü senâlarla hamd edip sonra Cenâb-ı Hakk'a secdeye kapanacağım. Bunun üzerine taraf-ı ilâhîden bana: - Yâ Muhammed! Başını kaldır ve ne dilersen söyle, sözün dilenecek, ve iste, dileğin verilecek, şefâ'at de et, şefâ'atin kabûl olunacaktır, buyurulacak. Ben de: - Yâ Rab! Ümmetimi ümmetimi, diye niyâz edeceğim. Bunun üzerine bana: - Haydi git, hardal dânesine yakın mikdarda, azın azı îmânı olan kimseleri Cehennem'den çıkar, denilir. Ben de gidip onları çıkarırım
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
40
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
TEFSİR...

اَلَّذينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ وَيُقيمُونَ الصَّلوةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ
Bakara / 3. Onlar gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan Allah yolunda harcarlar.
O müttakî (Allah'tan hakkıyle korkan)ler ki Hakk olan gayba inanırlar. Yahut gıyâben (görmeden) de iman ederler. Diğer bir tabirle onlar, gözle değil, kalp ile iman ederler, onlar bütün şüphelerden uzak oldukları gibi, iman etmek için önlerine dikilmiş putlara, haçlara da bağlanmazlar, gözlerinin önünde bulunan bugünkü ve şu andaki görülen ve hissedilen şeylere saplanıp kalmazlar, his ötesini, kalbi ve kalp ile ilgili şeyleri tanırlar. İşlerin başı görülende değil ruh, akıl, kalp gibi görülmeden görende, tutulmadan tutanda, zaman ve mekana bağlı olmayarak maddeleri fırlatıp oynatan, fezaları doldurup boşaltandadır. Onların sağduyuları, saf basiret ve ferasetleri, temiz akılları, açık anlayışları, sıhhatli görüşleri, sözün kısası anlayış kabiliyetleri, kötülüklerden silkinebilecek anlayışlı hisleri, yükseklere koşabilecek azimli vicdanları ve iyi seçimleri vardır. Görünen ve hissedilen şeyleri yarar, kabuklarını soyarlar; içindeki özüne, önündeki ve arkasındakinin sırrına nüfuz ederler; görenle görüleni ayırtederler; hissedilenden düşünülene intikal edebilirler; varlık ve yokluk içinde gaybden görünürlüğe, görünürlükten gaybe gelip, geçip giden ve hissedilen hadiselerin satırları altındaki gayba ait mânâları sezerler.
Hakikatte varlıklar, görülen ve görülmeyen, diğer bir tabirle "meşhût" ve "gayr-i meşhût" olmak üzere ikiye ayrılır. Ve birçok bilgin hakikati, görülmeyen ve hatta görülemiyen kısmında kabul ederler ve buna "mânâ âlemi", "gerçek âlem", "akıl âlemi", "ruh âlemi" veya "gayb âlemi" derler ve Felsefe'nin konusu olarak da bunu tanırlar. Gerçekten şimdiki Batı felsefelerinde de şunu görüyoruz: Görülen veya dışta müşahede edilen şeyler bize beş duyumuzla geliyor ve bunların her birinin de bir âmili (sebebi) var: Işık, ses, koku, tat, ısı ve soğukluk. Biz, bizzat bunları his ve müşahede ederiz ve bunlar vasıtasıyla da diğer şeyleri. Bilimler ve özellikle müsbet ilimler (fen bilimleri) gösteriyor ki, bunların her biri bir tecelliden, bir gösteriden, bize bir görünüşten, bir hadiseden ibarettir. Mesela ışık dediğimiz parıltı bizim dışımızda mevcut değildir.
Çünkü dışta ışık bilimin ortaya koyduğuna göre, bir titreşimden ibaretir. Görünmeyen, madde atomlarının veya esirin titreşimleridir. Parıltı, ışık o titreşimin bizim gözümüzle ilişkisi, temas etmesi sırasında vâki olan ani bir görüntüdür. Bu meseleyi İmam Gazali "İhyâ"sında şöyle tesbit etmiştir: Güneşin ışığı, halkın zannettiği gibi, güneşten çıkıp bize kadar gelen haricî bir nesne değildir. Belki gözümüzün güneşle karşı karşıya gelme anında bizzat ilâhiîkudret ile yaratılan bir hadisedir. Bu gerçek, keşf ehline görünmüştür. Ses de aynen böyle. Biz biliyoruz ki ses, hâriçte havanın özel bir dalgalanmasından ibârettir. Kulağımızdaki gürültü mânâsına gelen ses, o dalgalanmanın kulağımıza dokunduğu anda hâsıl olan (oluşan) bir tecellidir. Isı ve soğuk dediğimiz şey de, esasında ışık gibi esire veya atoma ait bir titreşimdir. Bunun içindir ki, ısı ışığa, ışık ısıya dönüşür. Aralarında bir mertebe (derece) farkı vardır. Bunu elektrikten anlıyoruz. Kısacası koku ve tat da esasında birer titreşim olup, bizim koku alma ve tadma duyularımıza dokunmasında koku ve tad olarak ortaya çıkarlar. Demek görme ve dış görünüşte vasıta olan bu beş âmil (etken)in hepsi gerçekte hareketle ilgilidir ve hepsi hareketin bize özel birer görünümüdür. Biz bu hareketleri görmüyoruz. Acaba kütlelerde gördüğümüz hareket nedir? O da görünmeyen gerçeğin bir tecellisi değil midir? O halde bu vasıta (araç)larla gördüğümüz önümüzdeki âlem hep birer hayalden, birer tecelliden başka birşey değildir. Bunların hedef ve gayesi olan gerçek ise görülmez. Genel göçler, memleketlerin kuruluşu, haberleşmeler... gibi tarihî olayların illet ve gayeleri de insanların tasavvurları, duyguları, iradeleri... gibi görünmeyen sebeplerden başka nedir? Şu halde gerçek, görünmeyendir ve görülmesi mümkün değildir. Görülebilen ise onun tecellîleri, hayali, gölgesi ve yansımalarıdır...
Bu ifade bize âlemi pek güzel açıklıyor. Bu açıklamaya göre bütün hakikat gaybdır. Tabiat, görülen âlem bir hayaldir, hem de hareket tecellisinin bir hayalidir. Hakikat, sonuç olarak akıl ile, basiret ile, kalp gözüyle görülebilir, dış görünüşü ile değil. Bu noktada yürüyen ve Allah Teâlâ'nın ve meleklerinin gözle görülmesinin mümkün olmadığını söyleyen âlimler ve İslâm feylesofları da vardır. Fakat bizim Ehl-i Sünnet'in sahih telakki ettiği ve imanımıza göre ilahî hakikat "mutlak gayb" değildir; O, gözle görülmeyen ve görülenin (kaynağı) merciidir, her şeyi (kapsayan) ihata edendir. Bunun için O'na özel ismiyle "gayb" denmez, Allah'ın güzel isimleri (esmâ-i hüsnâ) içinde de bu isim (görülmemiş) vârid olmamıştır. O, ahirette, cihetlerden, mekandan münezzeh olarak görülebilir. Fakat tam anlaşılamaz, anlaşılamayacağı için tamamen görülmüş de olamaz, ona doyulmaz. Biz, ilahî vecih (yüz)de bir görünme duygusu olduğunu söylüyoruz. Fakat gayb duygusunun daha fazla olduğuna da inanırız. Bunun için O'na, özel isim vermemek kaydıyle "gayb" da denilir. Allah'ın melekleri de bize gaybdır, yani görünmezler, ahireti de öyle, fakat onların da görülmesi mümkündür. Mesela genellikle "kuvvet görünemez" deriz. Halbuki görünen de kuvvetten ibarettir. Gelecek zaman bugün görünmez, yarın görünür. Hâsılı bizce "gayb", görülemiyen demek değil, görülmeyen demektir. Bugünün akla uygun olanı, yarının hissedileni olabilir. Biz delilsiz olan gaybe değil, delili olan makûl (akla uygun) gaybe iman ediyoruz. Her delil ise, delalet ettiği şeyin bir yanına haiz olduğu (içerdiği) için delildir. Delilimiz, aklımız, nefsimiz, kalbimiz, âlem ve Allah'ın kitabı. Şu halde gaybin hakikatine iman ederken, görünenin gerçeğini inkar etmeyiz. Kalpleri olanlar görürler ki, tabiat denilen hissedilen olaylar, kısa bir bakış halinin zahiri görünümüdür. Bunun arkasında karanlıklara karışmış bir geçmiş silsilesi, önünde de henüz doğmamış bir gelecek silsilesi ve hepsinin ötesinde bir kalp ve hepsinin üstünde bir "tek hakim" vardır. Ve "dünya" adını alan şimdiki durum, görünenden gayb (görünmeyen)e intikal etmiş bulunan o geçmiş ile gaybdan görünürlüğe doğacak olan o gelecek zincirleri arasında yegâne göze batan bir zahiri halka, beşerin varlığı sanki sonsuz iki deniz arasında ince bir berzah (kıstak), beşerin kalbi de onun ağırlık merkezine tutunmuş bir gözetici, bir ucu bir denize, bir ucu da diğer denize atılmış olan tabiat zinciri devamlı bir hareketle o kıstağın üzerinden kır kır geçip akıyor, bir denizden çıkıyor, diğerine batıyor. Bütün ağırlığı, kıstağın karanlığına basarken o gözetleyici her anında geçen bir olaylar halkası görüyor. Yalnız ve yalnız onu müşahede ediyor. Görme duygusu ne denizlere erişiyor ve ne diplerindeki zincire. O, ancak kıstaktan geçen halkaya bakıyor ve ancak onu görüyor ve görürken zincirin bütün ağırlığını çeken kıstağın gıcırtısını da içinden -devamlı surette- dinliyor ve inliyor. O hareketten ve bu gıcırtıdan artık o kadar kuvvetle ve yakından biliyor ki, şimdiki halde görünen ve hissedilen meydandaki tabiatın iki tarafında geçmiş ve gelecek, başlangıç ve sonuç denilen birer gayb âlemi var. Dünya âlemi, hissedilen tabiat, imkan deliliyle varsa; gayb âlemi, hissedilmeyen tabiat öncelikle ve zorunlu olarak var. Bundan başka o görünüp hissedilenin iki yönünden başka, onun bir batını, bir iç yüzü, diğer tabirle o gözeticinin tutunduğu ve iliştiği bir fizikötesi veya tabiat üstü de vardır. İş o zincirde değil, onu salıp hareket ettirenle, o kıstağı kuran, o gözeticiyi tutan, o denizleri birbirine karıştırmayan gözetici ile gözetileni birleştirerek bilgi meydana getiren, gayb ve görülen âlemin hepsini ihata eden (kapsayan), mutlak kefili olan yüksek kudrettedir.
Şu halde kendini korumak isteyenler, görülenleri ve hissedilenleri seyrederken, daha önce onların arkasındaki gaybe ve gayb ile görülenlerin hepsinin merciine (kaynağına) mutlak kefiline, âlemlerin Rabbine, merhamet eden ve esirgeyene, ahiret gününün sahibine {*} "Ancak sana ibadet eder ve ancak senden yardım dileriz." (Fatiha, 1/4) diye iman ederler. Ve bu iman başlıca üç esası içine alır: Başlangıca iman, ahiret (son)e iman, başlangıç ve son arasındaki gizli vasıtalara iman ki, bunların dördüncüsü de açık vasıtalar olan görülen âlemi bilmektir. Ve bu şekilde görünmeyen (gayb) ile görülen birleşince iman ve bilgi "O, evveldir, sondur, zâhirdir ve bâtındır." (Hadid, 57/4) birliğini bulur.
Gayb (kelimesi), "gaybet" ve "gıyâb" (göz önünde bulunmama) anlamında masdar veya gâib (göz önünde olmayan) mânâsında isim ve sıfat olur ki, bu da "adl" kelimesi gibi masdar diye isimlendirilmişdir veya "meyyit" ve "meyt" kelimeleri gibi "gayyib" kelimesinin hafifletilmişidir. Buna göre dilimizdeki "kaybettim", "kayboldu" tabirleri gerçektirler. Bazılarının zannettiği gibi "bunu kayıp ettim" şeklinde yazmaya lüzum yoktur. "Gayb" ve "gâib" ise başlangıçta duyguyu anlamada veya ilk düşüncede hazır olmayan, diğer deyişle ilk nazarda anlaşılmayan demektir ki, bunun bir kısmı delilden geçen bir anlayışla idrak olunabilir. Mesela evinizde otururken kapınız çalınır, ses duyarsınız, bu ses sizin için anlaşılmış, hazır ve şahittir. Bundan anlarsınız ki, kapıyı çalan vardır. O henüz sizin için ortada yoktur. Bakıp görünceye kadar onu şahsıyla bilemezsiniz, fakat kapıyı bir çalan bulunduğunu da zorunlu bir şekilde, anlayışlı olarak tasdik edersiniz. Bu, bir iman veya şuurlu bir bilme olur. Sonra henüz kapınızı çalmayan ve eseri size yetişmeyen daha nice gaibler bulunduğunu da genel olarak tasdik edebilirsiniz. Fakat bunların bir kısmı gerçekten yok olabilirler. "Gayb" ile "gaib" arasında fark vardır. "Gâib" (ortada olmayan) sana görülmez, seni de görmez olandır. "Gayb" ise görülmez, fakat görür olandır.
Şu halde iki türlü gayb vardır: Bir kısmı hiçbir delili bulunmayan gaiblerdir ki bunları ancak "Allâmu'l-ğuyûb" (gaybları bilen) Allah bilir. "Gaybın anahtarları onun katındadır, onları O'ndan başkası bilemez" (En'am, 6/59) âyetindeki gaybden maksat bunlardır, deniliyor ki; sırası gelince açıklanacaktır. Diğer kısmı da delili bulunan gâiblerdir ki "onlar gaybe inanırlar." (Bakara, 2/3) âyetindeki gaybden kastedilen de bu kısımdır. kelimesinin elif lâmı ahd içindir. Yani Allah'tan hakkıyla korkanların inandıkları, tanıdıkları gayb, delili bulunan hak gaybdır ki, bu da Hak Teâlâ ve sıfatı, ahiret ve halleri, melekler, peygamberlerin nübüvveti, kitapları indirme... gibi imânâ ait temel unsurlardır. Ve bu iman, bazılarında tahminî ve keşfî bir geçişle, bazılarında da fikrî ve delilli bir intikal ile oluşur. Sonra "gaybe iman" ile "gıyaben iman" arasında küçük bir anlayış farkı vardır. Zira birincisinde gaybın kendisine inanılan şey olduğu açıklanmış, ikincide ise inanılan şey hazfedilmiştir (gizli tutulmuştur). Bunun için bazı tefsir bilginleri arada büyük bir fark gözetmiş ve: "Sizin gerek arkanızdan ve gerekse huzurunuzda iman ederler" diye açıklama yapmış; yani inanılan şeyin gayb olduğuna sataşmayıp, münafıklardan sakınma olduğunu göstermişlerdir. Fakat açıkça anlaşılan gıyabın da inanılana ait olmasıdır. Şu halde gayba iman ile, gıyaben iman arasında mânâ bakımından fark yoktur. Ve her iki değerlendirme ile imanın kıymet ve faydası, gayb ile ilgisi veya gayba ait oluşu bakımından dikkati çekmektedir. Çünkü korunmak ona bağlıdır. Peygamber'i görüp iman eden sahabîlerin de en büyük meziyetleri onu, gayba ait verdiği haberlerde tasdik edişlerindedir. Ve burada Peygamber'i görmeden tasdik edenlerin de öğüldüğüne işaret vardır. Nitekim İbnü Mes'ud hazretleri "Kendisinden başka ilah olmayan (Allah)a yemin ederim ki, hiçbir kimse, gayba imandan daha faziletli bir şeye inanmamıştır." buyurmuş ve bu ayeti okumuştur. Diğer bir açıklama ile de burada gayb, göz karşıtı olan kalp ve kalbin sırrıdır ki, kalbin ve kalbin sırrının kaynağının "görmek" olduğunu bilmek; hakkı ve peygamberliğin delillerini gözden daha çok kalp ile görüp, şirkten, maddeciliğin pisliğinden kurtaran bir imânâ ermek mânâsını ifade eder ki, bunda derin bir iman yoluna işaret vardır. Yani kalbi bilen, Allah'ı bilir.
"İman", asıl lügatta "emn" ve "emân" kökünden türemiş "if'al" vezninde bir kelimedir. Hemzesi, ta'diye (geçişli kılmak) ve bazan sayrûret (olmak, hal değiştirmek) anlamlarında kullanılır. Geçişli olduğuna göre "güven vermek", "emin kılmak" demektir ki, Allah'ın isimlerinden olan "Mümin" (güven veren, emin kılan) bu anlamdadır. Sayrûret (olmak) mânâsına olduğuna göre de "emin olmak" demek olur. Ve "sağlam" ve "güvenilir" olmak, itimat etmek mânâsını ifade eder ki, dilimizde inanmak denilir. Dil geleneğinde ise mutlaka tasdik etmek anlamındadır. Çünkü tasdik eden, tasdik ettiğini yalanlamaktan emin kılmış veya kendisi yalandan emin olmuş olur. İman bu mânâlarda "ona inandı" gibi bizzat geçişli olur.
Bir şeyi tasdik etmek, onu doğru olarak almak demektir. Sıdk (doğruluk) ise ya kelime veya sözle ilgili olduğundan, imanın da ilgilendiğiyle ilgisi bu ölçüde çeşitli şekillerde cereyan eder. Mesela Allah'a iman ile Allah'ın kitabına ve ahirete iman şekillerinde bazı anlam farkları vardır. Bununla beraber tasdikin esas menşei (kaynağı) doğru sözde; doğru sözün menşei de hükmün doğruluğunda yani vakıaya (olaya) uygunluğundadır. Zihin ve hariç (dış), diğer deyişle kalp ve göz, işte doğruluk ve gerçeklik, bu karşılıklı iki taraf arasındaki doğruluk ve uygunluk ölçüsündedir. Olaya uygun olan ve uygun olabilen zihin ve kalp doğru; bunun zıddı doğru değildir. Şu halde iman ve tasdikin başlangıcı, bu doğruluk ve uygunluk ölçüsünü kabul ve itiraf etmektir. Aynı olay insan ruhunda veya huzurunda bizzat mevcut ise görmeye ait tasdiktir, hissî veya aklî bedâheti (apaçıklığı) tasdik etmek gibi. Bizzat değil de hazır olan bir delil veya bir gösterici aracılığı ile hazır ise gıyabî (görmeden) tasdiktir. Bu durumdaki o görünmeyen olay, benzerleri ve zıdları ile, az çok kıyas edilebiliyor ve sınırlanabiliyorsa, delilin devamlılığı ve yansımasındaki zaman süreci ölçüsünde özetli veya etraflı tasdik, resmi veya sınırlı bir bilgi, belirli bir tasavvur ifade eder. Olay görünmeyen, eşsiz ve zıtsız, benzersiz ve nazîrsiz ise, o görünmeyen tasdik, sınırlı bir bilgi değil, sınırsız bir salt inanma olur ki, genellikle iman denince bu anlaşılır. Bu iman, ilmin hem başı ve hem gayesidir. Ve bundaki sağlıklı biliş, ilme ait bilişten yüksek ve kuvvetlidir. Zira her tasavvura bağlı sınırlama delil olarak alınmayıp da, istenilen bizzat olarak alındığı zaman birer kesin bilgi engeli olabilir ve bildiğinin ötesini inkar eden cahil kalır. Fakat böyle bir sınırsız imânâ layık olan ancak Allah Teâlâ'dır. Allah'a iman, bu şekilde, görünenden görünmeyene sonsuz olarak uzanır gider...
 
Üst Alt