Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Şeriat İstermiydiniz?

Şeriat İstermiydiniz?

  • Evet, isterdim

    Kullanılan: 18 90.0%
  • Hayır, böyle iyi

    Kullanılan: 2 10.0%

  • Kullanılan toplam oy
    20

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Hani bazı düşünceler vardır ya şeraat yönetiminin çok ağır cezaları var die .Bunu diyenler aslında kendi işlerince kullanabilecekleri kısımları alıp bize hani diyorlar ya hırsızlık yapnın elini kesiyorlar kendini onun yerine koymuyorlar die işte aslında böle ahkam kesenler aslında sadece kendilerine böle birşey yapılsaydı yani çalınan şey kendilerinin eşyası olsaydı değil el kafalarını bile keseceklerini sölemekten kaçınmıyorlar.Bu nasıl bir çelişkidirki aslında bunu görmüyecek kadar kör olabiliyorlar benim aklım henüz bunu almıyor?Bilmiyorum yanlışmı düşünüyorum ?lütfen yanlışım varsa düzeltin...
selam ve duayla

Şeriat, Allah (cc) ın koyduğu sınırlarla Dünyada insanın nasıl yaşayacağının kanunlarıdır. Dünya yaşamına dairdir. Ahiret hayatının şeriatını bilmiyoruz.

Allah'ın şeriatının zerresi hakkında olumsuz eleştiri yapan küfre girer. Keza O'nun şeriatını istemeyende...

Kim olursa olsun, alleme i ciham olsun, O'nun hükmüne, emrine, kanununa, kuralına emsal veya benzer bir kanun, kural oluşturamaz.

O'nun hükümlerini kendi heva ve hevesleri ile eğen, büken, çarpıtan veya eleştiren herkes O'na karşı isyandadır.

O zaman, bu zaman, eski zaman, şimdiki zaman hezeyanları üreterek O'nun emirlerini eskimiş gibi, bu zamana uymuyormuş gibi gösteren herkes de küfürdedir. Keza insan üretimi fikir, düşünce ve kavramları O'nun ilahi sistemine yamayan, tamamlayan gibi gösterip yeni ahkamlar üreten, kendine ve bir zümreye özel şeraitleri hak gösterenlerde...

Allah (cc) imanımızı kamil eyler inşallah...
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Sen artık haddini aşıyorsun. Eğer bir bilgin varsa serd et. Yoksa minare başında oturmuş ahkam kesme.

İnsanların fikirlerini minare başında oturmuş "bu olmamış, şunu değiştir, şu yanlış" diyerek keyfen eleştirmezsin. Hakkın yok. Sonra makamının verdiği yetki ile cabbarane seni eleştirenleri, keyfen cezalandırıyorsun.

Bu kullandığın dengesiz ifadeler, risalelerden okumana rağmen anlayamayıp benzettiğin uydurmalarının farş olması nedeni ile içine düştüğün paniktir. Yine de edebini bozma.

Minare başında oturup ahkam keseni herkes görmekte. Ben senin gibi konu başlığına göre risaleyi nur arama motorundan bulup çıkartıp cevapları kopyalamıyorum buraya Müslüman...


Ve bildiklerimi de cömertçe aktarmaktayım, itirazın varsa cevabını yaz ama kimseye had öğretecek durumda değilsin, boş lakırdıları terket...



Evet ben iftihar ile söylüyorum Üstad'ın talebesiyim. Bazıları gibi nefs ve hevasının talebesi değilim.

Sen öyle zannet. Üstad nerede siz neredesiniz. İftira atıp durmayın mübareğe. Üstadın izinde olan insanlar Üstad gibi yaşar. Üstadın sözlerini evirip çevirip kendinize yeni yeni ahkamlar türetiyordsunuz.

Şimdi eğer yazdıklarıma karşı serd edecek bir ilmin varsa göster. Yoksa sus ki öğren veya biliyor zannetsinler. Bu kadar komik ve cehaletini gösterir bir vaziyete düşme. Dostu üzüm düşmanı güldürme.

İlim Allah'ın ve sonra da sevgili Rasülü'nün. Biz O'nun ve Rasülü'nün öğrettikleri ile kelam ediyor, amel ediyoruz. Sizler gibi tevili tevil etmiyoruz. Namaz kılanın mükafatı ahirette olur diyorsun, dünya da çalışmayana bir karşılık yok diyorsun. Tabii bunlar senin hezeyanların ama yine de anlamakta güçlük çektiğin isana örnek vereyim.


Abdullah b. Mesûd'u, ölüm hastaliginda ziyâret eden Hz. Osman (r.a): "Sana bir bagista bulunulmasini emredeyim mi?" dedi. Abdullah, buna ihtiyaci olmadigini söyledi. Hz. Osman; "Senden sonra kizlarina kalir" dedi. O zaman Abdullah onu su cevabi verdi: "Sen kizlarimdan korkma. Ben onlara Vâkia sûresini okumalarini emrettim." Ben, Peygamber (s.a.s)'in söyle dedigini isitmistim:

"Her kim her gece Vâkia sûresini okursa, ona fakirlik dokunmaz"
(Ibn Kesir, Tefsiru'l-Kur'ani'l-Azim, Beyrut 1969, IV, 282)


Bu hadis varlıklı olmanın çalışma dışında başka şekillerle de da zuhur edeceğinin en açık misalidir. Anlayana...



***

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Tillo'da Kubbeyi Hasiye türbesinde inzivada Kamus'u Muhit'i ezberlerken bir gece Abdülkadir Geylâni'yi rüyasında görür. ''Git Miran aşireti reisi Mustafa Paşa'yı hidâyete davet et; zulümden vazgeçip namaza, emr'i ma'rûfa başlasın der'' Molla Said, derhal Miran aşiretine doğru Tillo'dan hareket eder. Büyük bir cesaretle tebliğini yapar. Paşa,onu öldürmeye kalkar fakat sonunda yola gelir. Bir süre Mardin'de ikamet eden Molla Said, çok genç yaşta içtimayî ve siyasî hadiselerle ilgilenmeye başlar. Kendisinden endişelenen Mardin mutasarrıfı onu, muhafızlarla kelepçeli olarak Bitlis Valiliğine sevk ettirir. Namaz kılmak için kelepçelerinin çözülmesini ister. Jandarmalar kabul etmeyince kendisi açar. Jandarmalar, bu hali keramet addedip hayretler içnde kalırlar; özür dileyip her türlü hizmete amade olduklarını söylerler. İleriki yıllarda Bediüzzaman'a; ''kelepçeleri nasıl açtın?'' diye sorulunca ''Bende bilmiyorum, olsa olsa namazın kerametidir''diye cevap vermiştir. [/FONT]

Görüldüğü gibi Üstadınızın ahiretlik namazı dünya da imdadına yetişmiş. Yeter mi?..


"Allah dilediğine hesapsız rızk verir" ayetinin manasını bilmiyorsun konuşuyorsun. Esas ben o ayetin manasına muvaffık sözler ediyorum. Senin fikrin gerçi ortada yok ama bana itiraz ettiğine göre ayetin manasını yanlış yorumluyorsun.

Yoruma gerek yok. Ayet gayet açık. Ama sen anlamamakta direniyorsun. Bak, Üsdad Hazretleri tembel bir insanmıydı da dünya da iki yakası bir araya gelmedi ya da Gülen Hocaefendi çok mu çalıştı da Türkiyenin Holdingi oldu...


İslamıları sizin gibiler mahf etti. Bu ayeti acayip yorumlayarak Müslümanları tenbel tevekküle ittiniz.

Sabahtan akşama fiili dua etmeden sözlü dua ile rızka kavuşmuş tek bir kişi göster. Peygamberimiz dahil. Demek "hesapsız rızk vermek" senin anladığın ne ise doğru değil. Bana itiraz ettiğine göre... Tabi eğer keyfen itiraz etmiyorsan.

Tarih ve dünya bunun örnekleri ile dolu. Biz kimseye yat, dua et, çalışma, kazan demedik. Ama çalışsan da çalışmasan da rızkın Allah'ın dilediği kadardır diyoruz. Senin dediğin gibi "Avrupalı çalıştı, Allah onlara verdi, Müslüman tembel, fukaralıktan ölüyor değildir. Ey cahil, bak bir etrafına. Araplar ne çalıştı? Dünyanın en zenginleri oldular. Servetleri ile çalışmaları mütenasip mi? Asla... Eee, hani çalışan kazanıyor du ?!.


Ayetin hadsiz manalarından biri şu olsa gerek: Sen eğer fiili duanı yani Adetullaha uygun bir vaziyette gereğini yapıyorsan ve eğer sana bir rızk verilmişse bilki o rızkın o çalışmanın eseri değil. Serçe kuşu kadar iraden ve iktidarın yok iken "bu rızk benim aklım ve çalışmamdan ben kazandım"desen Nemrutne bir şirktir. İşte sebeblere tevessül ederek rızk peşinde koşturmak , ancak Rızkın Allah'tan olduğunu bize bildirmek için denmiş "Dilediğine hesapsız rızk veren Allah'tır"
Yoksa bu ayetin manası sebebler luzumlu değil. Sen beyhude uğraşma rızkı verecek Allahtır manasına gelmez. Daha önce mücezefeli sofi hikayen gibi

Sebepler sadece sebep, kazanmaya yada kaybetmeye gerekçe değil. Bir anlasan...
 
Son düzenleme:

ter ýþýnlarý

New member
Katılım
25 May 2009
Mesajlar
21
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
28
:mad:LAİK devletimize gölge düşürmeyelim.Geriye değil ileriye bakmamız lazım.Atamızın ''BİZ İLHAMLARIMIZI GÖKTEN VE GÖRÜNMEYENDEN DEĞİL DOĞRUDAN DOĞRUYA YAŞAMDAN ALMIŞ BULUNUYORUZ'' sözünü unutmayalım.
 

mhmt

New member
Katılım
7 Kas 2006
Mesajlar
2,965
Tepkime puanı
715
Puanları
0
:mad:LAİK devletimize gölge düşürmeyelim.Geriye değil ileriye bakmamız lazım.Atamızın ''BİZ İLHAMLARIMIZI GÖKTEN VE GÖRÜNMEYENDEN DEĞİL DOĞRUDAN DOĞRUYA YAŞAMDAN ALMIŞ BULUNUYORUZ'' sözünü unutmayalım.

Atatürk'ün bu sözü Hıristiyanlığı da kapsamıyor mu yoksa?

İncil'i vahyedilmedi de insanlar tarafından Hayattan alınarak yazıldı ise tamam, savunmanda sorun yok. Ama bu seferde İncil'in insan eliyle yazıldığını kabul etmiş oluyorsun.

Yok, İncil Hak Kitap ve insan eli değmemiştir diyorsan, Atatürk'ün bu sözünü savunmaman lazım. Çünkü bu halde de GÖRÜNMEYEN'den gelmiş oluyor.
Ama Atatürk bu görünmeyenden gelen ilhamları kabul etmediğini söylüyor. Çelişiyorsun!

selametle..
 

mhmt

New member
Katılım
7 Kas 2006
Mesajlar
2,965
Tepkime puanı
715
Puanları
0
Yok abi Hıristiyan bile değilmiş arkadaş baksana :)

selametle..
 

sumisali

New member
Katılım
3 Nis 2009
Mesajlar
1,903
Tepkime puanı
2,112
Puanları
0
ŞERİATA UYMAK SAADET YOLUDUR



Allahü Teâlâ´yı tanımayı anlatmak uzundur. Bu kitaba sığmaz. Bu tanımanın tamamını aramaya teşvik ve tenbih için bu kadarı yetişir. Saadetin tamamı, bu marifetten insanın alabildiği kadar almasıdır. İnsanın saadeti, Allahü Teâlâ´yı tanımakta ve ona kulluk ve ibadet eylemektedir. Marifetin, yâni Allahü Teâlâ´yı tanımanın, saadet-i ebedi olmasının sebebi daha önce anlatıldı. Kulluk ve ibadet etmenin insanın saadetine sebep olması şöyledir: İnsan ölünce, Allahü Teâlâ ile olacaktır. «Dönüş O´na doğrudur» (1). Bir kimse, bir kimse ile devamlı kalacaksa, onun rahat ve saadeti o kimseyi sevmesindedir. Onu ne kadar çok severse, o kadar mes´ûd olur. Zira sevdiğini görmesiyle lezzet ve rahatı artar.
Marifet ve çok zikir olmaksızın Allah sevgisi kalbde galib olmaz. Herkes sevdiğini çok zikir eder, çok anar. Onu ne kadar çok zikrederse o kadar çok sever. Bunun için Davud aleyhisselâma vahiy geldi: «Senin çâren Benim, esâs işin Benimledir. Bir ân Benim zikrimden gafil olma.»
Zikrin kalbi istilâsı, ibadete devamla olur. ibadet zevkini o zaman bulur. İşte bu zaman arzu ve şehvet bağları kalbden kopar. Arzu bağlarının kalbden kopması, mâsiyetten, günahtan el çekmekle olur. O hâlde günahlardan sakınmak, kalbin rahatlığına sebep olur. Saadetin tohumu da budur. Buna «felah [kurtuluş] denir. Hususan Allahü Teâlâ buyurur: «Muhakkak ki, kendini temizleyen ve Rabbinin ismini anan kurtuldu» (2).
Bütün ameller ibadet olmaya lâyık değildir. Bazıları lâyık, bazıları değildir. Bütün isteklerden el çekmek de mümkün değildir. Zaten bütün arzu ve isteklerden el çekmek doğru da değil. Zira yemek yemezse ölür, cima´ etmezse [cinsi münasebette bulunmazsa] nesli kesilir. O hâlde bazı arzuları bulundurmamak, bazılarını yapmak lâzım olup, birini diğerinden ayıracak sınırı da bilmek lâzımdır. Bu sınır, iki şıktan biridir: Ya insan aklı, isteği ve gayreti tarafını tutar ve kendi görüşünü tercih eder, yahut da bir başkasına uyar. İhtiyar [kendi seçimi] ve gayreti ile iş yapması mümkün olmaz. Çünkü, onda galib olan arzular daima doğru yolu ona gizler, istediği şeyi doğru imiş gibi ona gösterir. O hâlde tercih dizgininin onun elinde değil, bir başkasının elinde olması icabeder. Herkes, halkın en doğru görüşlüsü olmaya lâyık değildir. Görüşleri en doğru olanlar, peygamberlerdir (salâvatullahi aleyhim ecmâin).
Demek ki, şeriata uymak, hudut ve ahkâmını gözetmek, saadet yolunun anahtarıdır. Ve kulluk da.bu demektir. Kendi tasarrufuyla, şeriatın hududunu aşan helak olur. Bunun için Allahü Teâlâ buyurdu: «Her kim Allahü Teâlâ´nın gösterdiği ölçü ve hududu aşarsa kendine zulmetmiş olur» (3).
(1) 5 - Mâide: 18.
(2) 87 - A´lâ: 14-15.
(3) 65 Talâk: 1.

kimya-i saadet
 
Üst Alt