Peygamber Efendimize Revâ Görülen Eziyet ve Hakaretler
Resûl-i Ekrem Efendimiz, Safâ Tepesinde açıktan açığa peygamberliğini ilân ettikten ve halkı İslâma davette bulunduktan sonra Kureyşli müşrikler eziyet ve hakaretlerini su yüzüne çıkardılar ve kat kat arttırdılar.
Peygamber Efendimiz, onları “Tevhid”e çağırıyordu. Onlarsa, “Atalarımızın dini” dedikleri putperestlikte ve şirkte direniyorlardı. Efendimiz, onları fazilete, dünya ve âhiret saâdetine dâvet ediyordu. Onlar ise, yarasanın ışıktan kaçması gibi, faziletten ve saâdetten uzak durmaya çalışıyorlardı. Kâinatın Efendisi, onları insanca yaşamaya, insan haysiyet ve kudsiyetine yakışır davranışlarda bulunmaya çağırıyordu. Onlar, insanın şeref ve haysiyetini rencide edip ayaklar altına alıcı çirkin ve rezil hareketler içinde, günlerini gün etmeye uğraşıyorlardı.
Resûl-i Ekrem, onlar için ebedî saâdet, bekâ, likâ, Cennet istiyor ve onları bu eşsiz nimetleri kazanacak amellerde bulunmaya dâvet ediyordu. Onlar ise, kendilerini ebedî şekâvete, Cehenneme götürecek davranışların içinde yuvarlanıp gidiyorlardı.
Hazret-i Resûlullah, dâveti ile, onları esfel-i safilîne düşmekten, kıymetsizlikten ve fâidesizlikten kurtarıp alâ-yı illiyyîne, kıymete, bekâya, ulvi vazifeleri yapabilme makamına çıkarmak istiyordu. Onlarsa tam tersine, kıymetsizlikler içinde yuvarlanmaya, esfel-i sâfilini netice verecek hareketlerde bulunmaya devam edip duruyorlardı.
Elbette, bu istek ve yaşayışta olan müşrikler, Fahr-i Alem Efendimizin, dâvetine karşı çıkacak ve onunla amansız mücadelede bulunacak, ellerindeki bütün imkânlarla, onu tesirsiz hale getirmeye; sebat ve metanetini, cesaret ve gayretini kırmaya çalışacaklardı. Bunun için de, türlü türlü işkencelere, eziyetlere, hakaret ve su-i kastlara teşebbüs edeceklerdi.
Şüphesiz bu durum, sadece Peygamber Efendimize mahsus değildi. Her peygamber, kendi zamanında, gönderildiği kavmi ve ümmeti tarafından nâhoş karşılanmış, hakîr görülmüş, eziyet ve işkencelere tâbi tutulmuştur. Bu ortak özellikleri yanında, bütün peygamberlerin diğer bir müşterek vasıfları da bütün bu eziyet, hakaret, işkence ve sû-i kastlara rağmen, davalarını anlatmaktan geri durmamaları, inançlarından asla taviz vermemeleri; aksine eziyet ve işkencelerin artması nisbetinde me’mur bulundukları hakikatları duyurmaya daha fazla bir aşk, şevk ve ciddiyetle çalışmış olmalarıdır.
Fahr-i Âlem Efendimize, hakaret ve eziyet edenlerin başında Ebû Leheb ve karısı Ümmü Cemil geliyordu. Ebû Leheb, Efendimizi devamlı takip ediyor ve halkı onu dinlemekten vazgeçirmeye, zihinlerde şüphe ve vesvese meydana getirmeye çalışıyordu.
Birgün Hazret-i Resûlullah, Ukaz Panayırında halkı Allah’ın birliğine îmâna ve peygamberliğini tasdike davet edip:
“Ey ahalî, ‘Lâilâhe illallah’ deyin, kendinizi kurtarın” diyordu.
Peşisıra gelen Ebû Leheb ise halka, “Ey ahalî! Bu yeğenimdir, yalan söylüyor, ondan uzak durun”1 diye sesleniyordu.
Bu, ibret dolu bir tablodur: Yeğen Allah’a îmâna ve saâdete davet ediyor; öz amca ise, ona muhalefet edip, halkı onu dinlememeye çağırıyor!
Ebû Leheb, yalnız bununla da kalmıyordu. Birgün, komşusu olan Peygamber Efendimizin kapısına pislik ve kokmuş şeyler atmıştı. O sırada Hazret-i Hamza, henüz îmân etmemiş olmasına rağmen, yetişmiş ve o pisliklerin ve kokmuş maddelerin hepsini Ebû Leheb’in başına dökmüştü.
Komşularının yaptığı bu gibi çirkin hareketlere karşı Efendimiz, sadece; “Ey Abd-i Menâfoğulları! Bu nasıl komşuluk” diyerek sitem ediyor ve pislikleri evinin önünden süpürüp atıyordu.
Kur’ân’ın, Cehennemde cayır cayır yanacağını haber verdiği bu adam, bâzan de, Kâinatın Efendisinin evini, sırf onu rahatsız ve huzursuz etmek için taşa tutuyordu.
Ebû Leheb, Resûl-i Kibriyâya eziyet ve hakaret etmekte yalnız kalmak istemiyordu. Birgün, oğlu Uteybe’ye, ona işkence etsin diye emir verdi. Uteybe, Peygamberimizin yanına vardı. O sırada Efendimiz Necm Sûresini okuyordu. Bunu duyan Uteybe, “Necmin Rabbına andolsun ki, ben senin peygamberliğini inkâr ediyorum” dedi ve küstahça Kâinatın Efendisine doğru tükürdü.
Resûl-i Ekrem, bu çirkin harekete sadece şu bedduâ ile cevap verdi:
“Yâ Rab, ona bir itini musallat et.”
Resûl-i Ekrem Efendimizin, ne duâsı ve ne de bedduâsı Allah tarafından karşılıksız bırakılmıyordu. Uteybe’ye yaptığı bu bedduâ da bir müddet sonra gerçekleşti. Yemen tarafında Havran denilen yerde arkadaşları arasında uyurken, bir arslan gelip kendisini parçaladı!