03 - HAZRET-İ OSMÂN (Radıyallahü Anh)
GÖKLERDE SÛRETİ VAR
Bir hadîs-i şerîfte, o Sevgili Peygamber,
Buyurdu: Cibrîl bana, geldi ve verdi haber.
Dedi ki: (Hak teâlâ, Yûsüf Peygamberine,
Verdiği güzelliğin, bir benzerini yine,
Osmân ibni Affân’a vermiştir ki esâsen,
Osmân’ın güzelliği, Yûsüf’e benzer aynen.)
Kim Hazret-i Yûsüf’ü, görmek arzû ederse,
Osmân ibni Affân’a baksın o, öyle ise.
Yine bir hadîsinde buyurdu ki o Server:
(Ben, Osmân bin Affân’ın yüzünü birçok sefer,
Tam ve kâmil olarak, görmeyi arzû ettim.
Lâkin mümkün olmadı, yine tam göremedim.
Bunu, Cebrâil’e de, bir defâ söyleyince,
Dedi ki: (Onu ben de, göremedim iyice.
Zîrâ onun hürmeti, büyüklük ve haşmeti,
Meleklerin kalbinde, öyle yer etmiştir ki,
Bizi alıkoymuştur, onu müşâhededen.
Mahrûmuz biz de onun, yüzünü tam görmekten.
Onun, gece yarısı, hânesinden çıkarak,
Mescide gider iken, tam vakarlı olarak,
Haşmet ve hayâsından, yerde ve göklerdeki,
Melekler, mahcûb olur, utanır elbette ki.)
Yine Peygamberimiz, buyurdu ki bu bâbta:
(Ben, Mirac’da gökleri geçiyorken her katta,
Çeşitli büyüklükte yapılmış mihrapların,
İçinde, sûretini görmüş idim "Osmân"ın.
Melekler, bölük bölük gelirlerdi oraya.
Bakıp şükrederlerdi, Allahü teâlâya.
Sordum ki: (Yâ Cebrâil, ne zamandan beridir,
Bu sûretler buraya konuldu, belli midir?)
Dedi ki: (Bu yeryüzü, henüz yaratılmadan,
Dörtyüzbin sene önce, bunlar vardı o zaman.)
Zîrâ o, gündüzleri oruçluydu çok zaman.
Ve çok namâz kılardı, gece fecir doğmadan.
Fakîrleri giydirir, açları doyururdu.
Ve İhlâs sûresini, devâm üzre okurdu.
Acı, belâ, musîbet gelseydi ona şâyet,
Sabreder ve kimseye etmezdi hiç şikâyet.)
Resûlullah buyurdu: Mîrâca vardığımda,
"Osmân"ın sûretini, gördüm ilk gök katında.
Dedim: (Bu mertebeye, ne ile eriştin sen?)
(Gece namâz kılmakla) dedi bana cevâben.
İkinci katta dahî, sordum bu suâlimi.
Dedi ki: (Okumakla, hep Kur’ân-ı kerîmi.)
Altıncı gökte dahî, görünce onu yine,
Hemen aynı suâli, sordum ben kendisine.
Dedi: (Yâ Resûlallah, musîbet ve belâya,
Sabredip, şükreyledim Allahü teâlâya.)
GÖKLERDE SÛRETİ VAR
Bir hadîs-i şerîfte, o Sevgili Peygamber,
Buyurdu: Cibrîl bana, geldi ve verdi haber.
Dedi ki: (Hak teâlâ, Yûsüf Peygamberine,
Verdiği güzelliğin, bir benzerini yine,
Osmân ibni Affân’a vermiştir ki esâsen,
Osmân’ın güzelliği, Yûsüf’e benzer aynen.)
Kim Hazret-i Yûsüf’ü, görmek arzû ederse,
Osmân ibni Affân’a baksın o, öyle ise.
Yine bir hadîsinde buyurdu ki o Server:
(Ben, Osmân bin Affân’ın yüzünü birçok sefer,
Tam ve kâmil olarak, görmeyi arzû ettim.
Lâkin mümkün olmadı, yine tam göremedim.
Bunu, Cebrâil’e de, bir defâ söyleyince,
Dedi ki: (Onu ben de, göremedim iyice.
Zîrâ onun hürmeti, büyüklük ve haşmeti,
Meleklerin kalbinde, öyle yer etmiştir ki,
Bizi alıkoymuştur, onu müşâhededen.
Mahrûmuz biz de onun, yüzünü tam görmekten.
Onun, gece yarısı, hânesinden çıkarak,
Mescide gider iken, tam vakarlı olarak,
Haşmet ve hayâsından, yerde ve göklerdeki,
Melekler, mahcûb olur, utanır elbette ki.)
Yine Peygamberimiz, buyurdu ki bu bâbta:
(Ben, Mirac’da gökleri geçiyorken her katta,
Çeşitli büyüklükte yapılmış mihrapların,
İçinde, sûretini görmüş idim "Osmân"ın.
Melekler, bölük bölük gelirlerdi oraya.
Bakıp şükrederlerdi, Allahü teâlâya.
Sordum ki: (Yâ Cebrâil, ne zamandan beridir,
Bu sûretler buraya konuldu, belli midir?)
Dedi ki: (Bu yeryüzü, henüz yaratılmadan,
Dörtyüzbin sene önce, bunlar vardı o zaman.)
Zîrâ o, gündüzleri oruçluydu çok zaman.
Ve çok namâz kılardı, gece fecir doğmadan.
Fakîrleri giydirir, açları doyururdu.
Ve İhlâs sûresini, devâm üzre okurdu.
Acı, belâ, musîbet gelseydi ona şâyet,
Sabreder ve kimseye etmezdi hiç şikâyet.)
Resûlullah buyurdu: Mîrâca vardığımda,
"Osmân"ın sûretini, gördüm ilk gök katında.
Dedim: (Bu mertebeye, ne ile eriştin sen?)
(Gece namâz kılmakla) dedi bana cevâben.
İkinci katta dahî, sordum bu suâlimi.
Dedi ki: (Okumakla, hep Kur’ân-ı kerîmi.)
Altıncı gökte dahî, görünce onu yine,
Hemen aynı suâli, sordum ben kendisine.
Dedi: (Yâ Resûlallah, musîbet ve belâya,
Sabredip, şükreyledim Allahü teâlâya.)