---------Mekânın Cennet Olsun Atam
---------Altı temel ilkeden oluşan ve hiçbir siyasî akım veya ideoloji ile de bağlantısı ol-mayan “Atatürkçülük” olgusu, Cumhuriyet tarihi boyunca, üzerinde en çok fikir yürütü-len mevzuların başında gelmiştir. Tamamen, Türkiye’nin o günkü şartlarından doğ-muş olup; bir ideoloji değil; sistemdir. Hatta bizzat Atatürk’ün görüş ve inkılâpları ile ortaya koyduğu bir düşünce sistemidir. Bu sistemin gayesi, Türk Milleti’nin hızla kal-kınmasıdır. Sistem, bizzat Atatürk tarafından “Biz, bize benzeriz. Yenilikler, Türk Mil-leti’nin yapısına ve karakterine uygun olmalıdır. Başka vücutlar için biçilmiş elbiseler bize uymaz.” sözleri ile açıklanmıştır.
---------Cumhuriyetçilik ilkesi sistemin temelini oluşturur. Türk Milleti’nin yaradılışına ve karakterine en uygun idare, Cumhuriyet idaresidir. Bu idarede yönetim, halk; halk, yönetim demektir. Anayasa ile belirlenen şartları taşıyan her Türk vatandaşı seçme ve seçilme hakkına sahip olmakta, ülke yönetimine etkin (aktif) olarak katılmaktadır. Böylece devletle millet arasındaki ayrılık ortadan kalkmaktadır.
---------Atatürk, “Biz doğrudan doğruya milliyetperveriz. Türk milliyetçisiyiz. Cumhuri-yetimizin dayanağı, Türk topluluğudur. Bu toplumun fertleri ne kadar Türk kültürü ile dolu olursa, o topluma dayanan Cumhuriyet de o kadar kuvvetli olur.” demiştir. Bu sözlerden de anlaşılacağı üzere, milliyetçilik ilkesinin temeli “kültür birliği”ne dayan-maktadır. Yani Atatürk’ün deyimiyle “Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu ve Trakyalı hep bir ırkın (soy) evlâtları ve aynı cevherin damarlarıdır.” Milliyetçiliğin dayandığı bir diğer temel de, bu vatanda yaşayıp; bu devlete sadakat hisleri ile bağlı olan herkesin Türk kabul edilmesini öngören vatandaşlık kavramıdır.
---------Atatürk’ün ifadesi ile “Türkiye Cumhuriyetini kuran halka, Türk Milleti denir. Tür kiye halkı, ırkça, dince ve kültürce ortak, birbirlerine karşılıklı saygı ve fedakârlık his-leriyle dolu, kaderleri ve menfaatleri müşterek olan bir toplumdur.” Bu toplum, asırlar-ca hür ve bağımsız yaşamıştır. Yine öyle olmalıdır. Mutlaka modern, medeni ve yeni olmalıdır. Refah içinde, bağımsız ve zengin olmalıdır. Devlet teşkilatı, halk teşkilatı ol-malı; hak sahibi olmak, iş görme esasına bağlanmalıdır. Yine halkçılık ilkesine göre, aydınlar, halka ışık tutmalıdır. Bu ışık da, halkın “ruh ve vicdanından” alınmalıdır.
---------Sistemin en çok tartışılan halkası hiç şüphesiz “laiklik” ilkesi olmuştur. Aslında laikliği, “din ve vicdan özgürlüğü” olarak kabul edersek; bu ilke, beş bin yıllık devlet geleneğimizin en temel felsefelerinden biridir. Misal, Cengiz Han yasalarında “Herkes istediği dine inanabilir. Ama herkes tek Tanrı’ya (Allah) inanmakla yükümlüdür.” diye yazar. Şimdi “Moğolların bizimle ne alâkası var ki?” diyebilirsiniz. Arz edeyim, Moğol lehçesindeki “cengiz” sözcüğünün, Türkiye Türkçesi’ndeki karşılığı “deniz”dir. Cengiz Han’ın adı da, Oğuz Kağan’ın altı oğlundan biri olan Deniz Han’dan gelir. Yani canca-ğızlar, Küba ile bir alakamız yoktur belki… Ama Kore’ye kadar olan yerlerle, bir kan bulaşıklığımızın; bir gönül bağımızın; bir kültür birliğimizin olduğu da apaçık ortadadır. Bu arada, Serik’teki Yörüklerin ekseriyetini oluşturan Karahacılıların soylarının da, Av -şarlar; Deniz Han; Bozoklar silsilesi ile Oğuz Kağan’a dayandığını söylememe gerek yoktur sanırım. Ha bir de, bugün Moğolistan’da hangi alfabe kullanılıyor, biliyor musu-nuz? Yüzyıllar önce kurulup yıkılmış Uygur Devleti’nin alfabesi! Şaştınız değil mi?
---------Atatürk’e göre “Din lüzumlu bir müessesedir (kurum). Dinsiz bir milletin deva-mına imkân yoktur. Yalnız din, Allah ile kul arasındaki bağlılıktır. Softaların din simsar -lığına müsaade edilmemelidir. Dinden maddi menfaat temin edenler, iğrenç kimseler -dir. Bu duruma izin verilmemelidir. Bununla birlikte maneviyatın, kalp ve vicdan kuv vetinin yüksek tutulması şarttır.” Yine bir keresinde “Dinime, bizzat gerçeğe nasıl ina-nıyorsam, öyle inanıyorum.” diyen Atatürk, toplumun kalkınmasındaki temel unsurlar- dan birisinin de din olduğunu kabûl etmiştir. Bu nedenle din ve vicdan hürriyetini Cum -huriyetin temel ilkelerinden biri olarak kabul etmiştir. Hatta masraflar için kendi cebin-den bile para ödeyerek, Elmalılı Hamdi Yazır’a, Kuran tefsirini sipariş ettiğinde “Bu tefsir, Hanefi fıkhı ve Maturidi itikadı üzerine kaleme alınacaktır.” şartını koşan da Atatürk’tür cancağızlar.
---------Yeri gelmişken, bugün ülkemizdeki sorun, laiklik ilkesinden değil; laikliği işine geldiği gibi yorumlayan art niyetli kişilerden kaynaklanmaktadır. Misal, çocukların din eğitimindeki yaş sınırının yedi değil de, on iki olmasının ne laiklikle ne de mantıkla bir ilgisi vardır. Üstelik Almanya gibi ülkelerde, ilköğretim okullarının nerede ise yüzde kırklara varan oranlarda kilise okulları olduğu da ortada iken… Ki Almanya ekseriyet-le Protestan’dır ve Luther’in önderliğinde, kilise taassubunu yıkan ilk ülkedir de… Ney -se biz, Laiklik konusunu yine Atatürk’ün bir sözü ile kapatalım. “Bizim dinimiz akla en uygun ve doğal bir dindir ve ancak bundan dolayı son din olmuştur.”
---------Atatürk diyor ki, “Bizim takibini uygun gördüğümüz devletçilik prensibi, bütün üretim ve dağıtım araçlarını fertlerden alarak özel ve kişisel ekonomik girişime ve fa-aliyete meydan bırakmayan sosyalizm gibi değildir.” Bununla birlikte, devletçilik, bü-tün ekonomik girişim ve faaliyetleri birkaç kişiye havale eden, her türlü toplumsal çı-karları, kişilerin arzu ve heveslerine teslim eden kapitalizme de benzemez. Devletçilik birey özgürlüğü ile toplumsal çıkarları uyumlu bir hâle getirir. Kısacası devletin asli görevi eğitim, savunma ve sağlıktır dersek yerinde olur. Ayrıca ülkenin gerçek özgür-lüğünün ekonomiden geçtiğinin bilincinde olan bir düşüncenin ürünüdür.
---------Atatürk’e göre, yapılan inkılâpların amacı Türkiye Cumhuriyeti halkını tama-men modern ve bütün anlam ve biçimi ile uygar bir toplum hâline getirmektir. Ülkenin gelişmesi ve yenileşmesi için her türlü girişime başvurulması, her türlü araçların kulla-nılması zorunludur. Bunu yaparken de, hayatta en hakiki yol göstericinin bilim olduğu-nun göz ardı edilmemesi gerekmektedir hâliyle… Zira çağın gereklerini yerine getir-mek, çağa ayak uydurmak; 1933’lü yıllar için bestelenmiş 10.Yıl Marşı’nı, zamanımı- za uyarlamak ancak ve ancak bilimsel yenilikleri ve gelişmeleri takip etmekle müm-kün olur. Misal, evvel zaman içinde birer Türk gölü olan denizlerde, uçak gemilerimizi yüzdürmeden; “Uzaya Türk adını, Atatürk kapsülü ile yazmadan” … nasıl Atatürkçü olacaksınız ki? On yılda demir ağlarla örülen ülke; elli yıl hızlı tren için beklerse, inkı-lâpçılığımızda yolunda gitmeyen bir şeylerin olduğu aşikâr değil midir?
---------Evet, cancağızlar, okumakta olduğunuz bu yazıda belirtilen görüş ve düşünce- lerin ekseriyetinin, bizzat Atatürk tarafından ortaya konduğunu belirtmeme gerek yok-tur sanırım. Bu arada, sükûtun altın olduğunu unutarak; araya bir iki kelâm da biz ek-leyiverdik hâliyle. Sahi, Atatürk’ü ne kadar tanıyorsunuz? Hatasıyla, sevabıyla, sevda -sıyla… ebediyete göçüp gitmiş bir ulu çınar değil mi? Ne diyelim, mekânı cennet ol-sun. Sözü, can-ı gönülden katılacağınıza inandığım bir dua ile bitireyim. Allah, bu ül-keyi “mevlit” Müslümanlarından; “sokak” milliyetçilerinden; “soslu” demokratlardan… korusun. Ama her şeyden önce “sahte” Atatürkçülerden... Âmin!
Aziz Dolu
---------Altı temel ilkeden oluşan ve hiçbir siyasî akım veya ideoloji ile de bağlantısı ol-mayan “Atatürkçülük” olgusu, Cumhuriyet tarihi boyunca, üzerinde en çok fikir yürütü-len mevzuların başında gelmiştir. Tamamen, Türkiye’nin o günkü şartlarından doğ-muş olup; bir ideoloji değil; sistemdir. Hatta bizzat Atatürk’ün görüş ve inkılâpları ile ortaya koyduğu bir düşünce sistemidir. Bu sistemin gayesi, Türk Milleti’nin hızla kal-kınmasıdır. Sistem, bizzat Atatürk tarafından “Biz, bize benzeriz. Yenilikler, Türk Mil-leti’nin yapısına ve karakterine uygun olmalıdır. Başka vücutlar için biçilmiş elbiseler bize uymaz.” sözleri ile açıklanmıştır.
---------Cumhuriyetçilik ilkesi sistemin temelini oluşturur. Türk Milleti’nin yaradılışına ve karakterine en uygun idare, Cumhuriyet idaresidir. Bu idarede yönetim, halk; halk, yönetim demektir. Anayasa ile belirlenen şartları taşıyan her Türk vatandaşı seçme ve seçilme hakkına sahip olmakta, ülke yönetimine etkin (aktif) olarak katılmaktadır. Böylece devletle millet arasındaki ayrılık ortadan kalkmaktadır.
---------Atatürk, “Biz doğrudan doğruya milliyetperveriz. Türk milliyetçisiyiz. Cumhuri-yetimizin dayanağı, Türk topluluğudur. Bu toplumun fertleri ne kadar Türk kültürü ile dolu olursa, o topluma dayanan Cumhuriyet de o kadar kuvvetli olur.” demiştir. Bu sözlerden de anlaşılacağı üzere, milliyetçilik ilkesinin temeli “kültür birliği”ne dayan-maktadır. Yani Atatürk’ün deyimiyle “Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu ve Trakyalı hep bir ırkın (soy) evlâtları ve aynı cevherin damarlarıdır.” Milliyetçiliğin dayandığı bir diğer temel de, bu vatanda yaşayıp; bu devlete sadakat hisleri ile bağlı olan herkesin Türk kabul edilmesini öngören vatandaşlık kavramıdır.
---------Atatürk’ün ifadesi ile “Türkiye Cumhuriyetini kuran halka, Türk Milleti denir. Tür kiye halkı, ırkça, dince ve kültürce ortak, birbirlerine karşılıklı saygı ve fedakârlık his-leriyle dolu, kaderleri ve menfaatleri müşterek olan bir toplumdur.” Bu toplum, asırlar-ca hür ve bağımsız yaşamıştır. Yine öyle olmalıdır. Mutlaka modern, medeni ve yeni olmalıdır. Refah içinde, bağımsız ve zengin olmalıdır. Devlet teşkilatı, halk teşkilatı ol-malı; hak sahibi olmak, iş görme esasına bağlanmalıdır. Yine halkçılık ilkesine göre, aydınlar, halka ışık tutmalıdır. Bu ışık da, halkın “ruh ve vicdanından” alınmalıdır.
---------Sistemin en çok tartışılan halkası hiç şüphesiz “laiklik” ilkesi olmuştur. Aslında laikliği, “din ve vicdan özgürlüğü” olarak kabul edersek; bu ilke, beş bin yıllık devlet geleneğimizin en temel felsefelerinden biridir. Misal, Cengiz Han yasalarında “Herkes istediği dine inanabilir. Ama herkes tek Tanrı’ya (Allah) inanmakla yükümlüdür.” diye yazar. Şimdi “Moğolların bizimle ne alâkası var ki?” diyebilirsiniz. Arz edeyim, Moğol lehçesindeki “cengiz” sözcüğünün, Türkiye Türkçesi’ndeki karşılığı “deniz”dir. Cengiz Han’ın adı da, Oğuz Kağan’ın altı oğlundan biri olan Deniz Han’dan gelir. Yani canca-ğızlar, Küba ile bir alakamız yoktur belki… Ama Kore’ye kadar olan yerlerle, bir kan bulaşıklığımızın; bir gönül bağımızın; bir kültür birliğimizin olduğu da apaçık ortadadır. Bu arada, Serik’teki Yörüklerin ekseriyetini oluşturan Karahacılıların soylarının da, Av -şarlar; Deniz Han; Bozoklar silsilesi ile Oğuz Kağan’a dayandığını söylememe gerek yoktur sanırım. Ha bir de, bugün Moğolistan’da hangi alfabe kullanılıyor, biliyor musu-nuz? Yüzyıllar önce kurulup yıkılmış Uygur Devleti’nin alfabesi! Şaştınız değil mi?
---------Atatürk’e göre “Din lüzumlu bir müessesedir (kurum). Dinsiz bir milletin deva-mına imkân yoktur. Yalnız din, Allah ile kul arasındaki bağlılıktır. Softaların din simsar -lığına müsaade edilmemelidir. Dinden maddi menfaat temin edenler, iğrenç kimseler -dir. Bu duruma izin verilmemelidir. Bununla birlikte maneviyatın, kalp ve vicdan kuv vetinin yüksek tutulması şarttır.” Yine bir keresinde “Dinime, bizzat gerçeğe nasıl ina-nıyorsam, öyle inanıyorum.” diyen Atatürk, toplumun kalkınmasındaki temel unsurlar- dan birisinin de din olduğunu kabûl etmiştir. Bu nedenle din ve vicdan hürriyetini Cum -huriyetin temel ilkelerinden biri olarak kabul etmiştir. Hatta masraflar için kendi cebin-den bile para ödeyerek, Elmalılı Hamdi Yazır’a, Kuran tefsirini sipariş ettiğinde “Bu tefsir, Hanefi fıkhı ve Maturidi itikadı üzerine kaleme alınacaktır.” şartını koşan da Atatürk’tür cancağızlar.
---------Yeri gelmişken, bugün ülkemizdeki sorun, laiklik ilkesinden değil; laikliği işine geldiği gibi yorumlayan art niyetli kişilerden kaynaklanmaktadır. Misal, çocukların din eğitimindeki yaş sınırının yedi değil de, on iki olmasının ne laiklikle ne de mantıkla bir ilgisi vardır. Üstelik Almanya gibi ülkelerde, ilköğretim okullarının nerede ise yüzde kırklara varan oranlarda kilise okulları olduğu da ortada iken… Ki Almanya ekseriyet-le Protestan’dır ve Luther’in önderliğinde, kilise taassubunu yıkan ilk ülkedir de… Ney -se biz, Laiklik konusunu yine Atatürk’ün bir sözü ile kapatalım. “Bizim dinimiz akla en uygun ve doğal bir dindir ve ancak bundan dolayı son din olmuştur.”
---------Atatürk diyor ki, “Bizim takibini uygun gördüğümüz devletçilik prensibi, bütün üretim ve dağıtım araçlarını fertlerden alarak özel ve kişisel ekonomik girişime ve fa-aliyete meydan bırakmayan sosyalizm gibi değildir.” Bununla birlikte, devletçilik, bü-tün ekonomik girişim ve faaliyetleri birkaç kişiye havale eden, her türlü toplumsal çı-karları, kişilerin arzu ve heveslerine teslim eden kapitalizme de benzemez. Devletçilik birey özgürlüğü ile toplumsal çıkarları uyumlu bir hâle getirir. Kısacası devletin asli görevi eğitim, savunma ve sağlıktır dersek yerinde olur. Ayrıca ülkenin gerçek özgür-lüğünün ekonomiden geçtiğinin bilincinde olan bir düşüncenin ürünüdür.
---------Atatürk’e göre, yapılan inkılâpların amacı Türkiye Cumhuriyeti halkını tama-men modern ve bütün anlam ve biçimi ile uygar bir toplum hâline getirmektir. Ülkenin gelişmesi ve yenileşmesi için her türlü girişime başvurulması, her türlü araçların kulla-nılması zorunludur. Bunu yaparken de, hayatta en hakiki yol göstericinin bilim olduğu-nun göz ardı edilmemesi gerekmektedir hâliyle… Zira çağın gereklerini yerine getir-mek, çağa ayak uydurmak; 1933’lü yıllar için bestelenmiş 10.Yıl Marşı’nı, zamanımı- za uyarlamak ancak ve ancak bilimsel yenilikleri ve gelişmeleri takip etmekle müm-kün olur. Misal, evvel zaman içinde birer Türk gölü olan denizlerde, uçak gemilerimizi yüzdürmeden; “Uzaya Türk adını, Atatürk kapsülü ile yazmadan” … nasıl Atatürkçü olacaksınız ki? On yılda demir ağlarla örülen ülke; elli yıl hızlı tren için beklerse, inkı-lâpçılığımızda yolunda gitmeyen bir şeylerin olduğu aşikâr değil midir?
---------Evet, cancağızlar, okumakta olduğunuz bu yazıda belirtilen görüş ve düşünce- lerin ekseriyetinin, bizzat Atatürk tarafından ortaya konduğunu belirtmeme gerek yok-tur sanırım. Bu arada, sükûtun altın olduğunu unutarak; araya bir iki kelâm da biz ek-leyiverdik hâliyle. Sahi, Atatürk’ü ne kadar tanıyorsunuz? Hatasıyla, sevabıyla, sevda -sıyla… ebediyete göçüp gitmiş bir ulu çınar değil mi? Ne diyelim, mekânı cennet ol-sun. Sözü, can-ı gönülden katılacağınıza inandığım bir dua ile bitireyim. Allah, bu ül-keyi “mevlit” Müslümanlarından; “sokak” milliyetçilerinden; “soslu” demokratlardan… korusun. Ama her şeyden önce “sahte” Atatürkçülerden... Âmin!
Aziz Dolu