Konumuz; İslâmdan Kopan Kavramlar.
Bu defa sizlere, İslâmdan kopan kavramların bir tanesinden olan, Allaha yönelmekten; bir başka ifadeyle, Allaha ulaşmayı dilemekten (ruhunu hayatta iken Allaha ulaştırmayı dilemekten) bahsetmek istiyoruz.
Hepinizin bildiği gibi, dînler yoktur. Bir tek dîn vardır. Hz. Âdemden Peygamber Efendimiz (S.A.V)e kadar gelen tek bir dîn vardır. Hristiyanlık diye, Yahudilik diye ve İslâm diye ayrı ayrı dînler olmamıştır.
İslâm, Hz. İbrâhîmin hanif dîninin adıdır. Hanif ise, İslâm anlamına gelmektedir, Allaha teslim olmak anlamına gelmektedir. Hz. İsanın zamanında yaşanan dîn de Hz. Musanın zamanında yaşanan dîn de yine Hz. İbrâhîmin hanif dînidir. Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:
42/ŞURA-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîh(fîhi), kebure alel muşrikîne mâ tedûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
Dînde, onunla Hz. Nuha vasiyet ettiğimiz (farz kıldığımız) şeyi (şeriati); Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın. diye Hz. İbrâhîme, Hz. Musaya ve Hz. İsaya vasiyet ettiğimiz şeyi sana da vahyederek, size de şeriat kıldık. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allaha ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve Ona yöneleni, Kendisine hidayet eder (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).
Allahû Tealâ diyor ki: Sana verdiğimiz şeriatla Hz. İsaya verdiğimiz şeriat, Hz. Musaya verdiğimiz şeriat, Hz. İbrâhîme verdiğimiz şeriat, Hz. Nuha verdiğimiz şeriat birbirinden farklı şeriatlar değildir. Hepsi aynı şeriattır.
Şeriattan neyi kastettiğini de Allahû Tealâ açıklığa kavuşturuyor:
1. özellik, dîni ayakta tutmak,
2. özellik, dînde fırkalara ayrılmamak. Yani Tek bir fırka oluşturacaksınız. diyor Allahû Tealâ. İşte konumuz da bu tek fırkanın oluşturulması.
Hz. İbrâhîm, Hz. Musadan da Hz. İsadan da Peygamber Efendimiz (S.A.V)den de daha önce yaşamış olan bir peygamberdir. Allahû Tealâ Hz. Nuha verdiği şeriatı önce Hz.İbrâhîme vermiştir. Hz. İbrâhîme verdiği şeriatı da daha sonra bu üç peygambere vermiştir. Hepsi aynı şeriatı yaşamışlardır. Allahû Tealâ bu beş peygambere, ulûlazm peygamberler diyor.
Bu peygamberlerin yaşadığı dizayna biraz daha yakından bakarsak, Hz. İbrâhîmin hanif dînini görürüz. Allaha teslim dînini görürüz. Bu dînin esasları şunlardır:
1- Vahdet. Tek Allaha inanmak, Allahın tekliği (Vahdet-i Vücut da tek vücut demektir).
2- Tevhid. Tek olan Allaha ulaşmayı dileyenlerin oluşturduğu tek bir fırka.
3- Teslim. Ruhu, vechi (fizik vücudu), nefsi ve iradeyi Allaha teslim etmek.
İşte kâinatın dîni bunlardan ibarettir. Ruhu, vechi, nefsi ve iradeyi Allaha teslim etmek dînin temelidir. Bütün bu teslimlerin başlayabilmesi ise bir taleple %100 ilişkilidir. Dînin olmazsa olmaz şartı; mevcut olmazsa insanları mutlak cehenneme götürecek olan şartı: Allaha yönelmek, Allaha münîb olmak veya âmenû olmak, Allaha ulaşmayı dileyen bir inanan kişi olmaktır. Allaha ulaşmayı dileyen bir mümin olmaktır.
Âmenû kelimesi, hem Allaha ulaşmayı dilemeyen inananlar için kullanılmaktadır hem de Allaha ulaşmayı dileyenler için kullanılmaktadır. Bunu âyet-i kerimelere baktığımız zaman hemen görmek mümkündür. Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:
8/ENFAL-29: Yâ eyyuhellezîne âmenû in tettekullâhe yecal lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).
Ey âmenû olanlar, Allaha karşı takva sahibi olursanız sizi furkan (hak ve bâtılı ayırma özelliği) sahibi kılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı örter ve size mağfiret eder (günahlarınızı sevaba çevirir). Ve Allah, büyük fazl sahibidir.
Anlıyoruz ki buradaki takva sahibi olmak Allaha inanmanın ötesinde bir olaydır. Çünkü Allahû Tealâ bu âyet-i kerimede, âmenû olanlara, inanan birisine seslenmektedir. Eğer o kişi takva sahibi değilse, gideceği yer cehennemdir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
50/KAF-31: Ve uzlifetil cennetu lil muttekîne gayre baîd(baîdin).
Cennet, takva sahipleri için uzak olmayarak yaklaştırıldı.
Takva sahibi olmayan kişilerin cennete girmesi mümkün değildir. Acaba kimler takva sahibi olamazlar? Rum Suresinin 31. âyet-i kerimesinde, Allahû Tealâ kesin olarak bunun cevabını veriyor:
30/RUM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
Ona (Allaha) yönelin (Allaha ulaşmayı dileyin) ve takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.
Kişi Allaha yönelmedikçe takva sahibi olamaz. Bu 1. takvadır. Takva sahibi olabilmek için Allaha yönelmek (Allaha ulaşmayı dilemek) gerekir. Allahû Tealâ böyle olduğunu söylüyor. Zaten, sadece takva sahiplerinin gideceği yer cennettir. Allahû Tealâ âyet-i kerimenin devamında: Böyle yap ki, namaz kıl ve müşriklerden olma. diyor. Yani, kişi takva sahibi olmazsa, o müşriklerdendir. Müşriklerin gideceği yer muhakkak ki cehennemdir. Rum Suresinin 32. âyet-i kerimesinde şöyle devam ediyor:
30/RUM-32: Minellezîne ferrakû dînehum ve kânû şiyeâ(şiyean), kullu hızbin bimâ ledeyhim ferihûn(ferihûne).
(O müşriklerden olmayın ki) onlar, dînlerinde fırkalara ayrıldılar ve grup grup oldular. Bütün gruplar, kendilerinde olanla ferahlanırlar.
Peygamber Efendimiz (S.A.V), fırkalara ayrılanların 73 fırka olduğunu, bunlardan 72sinin cehenneme gideceğini; bir tek fırkanın kurtuluşa ulaşacağını söylemektedir. O tek fırka, şirkte (bu şirk, gizli şirktir) olmayanlardır, bunlar Allaha ulaşmayı dileyenlerdir.
Allaha ulaşmayı dilemek kavramı, son derece önemli bir kavramdır. Kişiyi cehennemden cennete alır ve kişiyi takva sahibi yapar. Rum-31de, Allaha ulaşmayı dileyenlerin şirkten kurtulduklarını ve şirke düşmediklerini görüyoruz. Şirkte değillerse; Allaha ulaşmayı dileyerek şirkten kurtulmuşlarsa, onların gidecekleri yer cennettir. Yetmez, Allahû Tealâ onları Kendisine ulaştıracağına dair de kesin bir söz vermiştir.
Allaha ulaşmayı dilemek veya dilememek; cenneti seçmek veya cehennemi dilemek mânâsına gelmektedir. Kurân-ı Kerimde Enfal-29da geçen âmenû olan kişi, takva sahibi değildir. Kurtuluşa ulaşabilmesi, takva sahibi olması şartına bağlıdır.
Takva sahibi olmayan bir kişi şirktedir. Takva sahibi olmayan kişi küfürdedir. Kişi Allaha inansa da küfürden kurtulamamıştır. Allaha inanmak, hiç kimse için bir kurtuluş değildir. Ama hurafelerin devreye girdiği bir standart görüyoruz. Bu hurafe: Kalbinde zerre kadar inanç olan bir kişi, cehennemde cezasını çektikten sonra cennete girer. Peygamber Efendimiz (S.A.V)in böyle bir hadîsi olduğu söylenmektedir. Oysa böyle bir hadîsin olduğu doğru değildir. Böyle bir hadîs mevzû bir hadistir. Peygamber Efendimiz (S.A.V) açık bir şekilde buyurmaktadır ki: Benim hadîslerim tartışılacaktır. Kurâna bakın. Hiçbir hadîsim Kurâna aykırı olamaz.
Kurâna baktığımız zaman, 29 âyet-i kerimede, cennete girenin orada devamlı kalacağı ya da cehenneme girenin orada devamlı kalacağı, ebediyyen kalacağı ifade ediliyor. Allahû Tealâ ister ebedî kelimesini kullansın, ister orada devamlı kalacaklardır desin; ikisi de oradan bir yere ayrılmamak demektir. Bunun başka bir ifadesi var mıdır?
Bu insanlarda bir hastalık vardır. Asırlardan beri birtakım yanlış şeyler gerçekleşmiştir. Kurân-ı Kerimi bilmeyen insanlar, Peygamber Efendimiz (S.A.V)in hadîslerini Kurân hükümlerinden önde tutmaya başlamışlardır. Bu durum Kurândan haberdar olmadıkları içindir. Hadîsin doğru olduğuna inanmışlardır ve hiç Kurânla karşılaştırmamışlardır.
10 asırdan bu yana geçen zamanda, Kurân tamamen saf dışı kalmıştır. Peygamber Efendimiz (S.A.V) devrinde sahâbe, Peygamber Efendimiz (S.A.V)den Kurânı öğreniyorlardı. Kurânın hem lafzını hem de bu lafzın altında yatan Kurânın 7 ruhunu öğreniyorlardı. Ve şimdi en az 10 asırdan bu tarafa dîn öğretimi, Kurân öğretiminin tamamen dışında kalmıştır. İnsanları korkutmuşlar ve şöyle demişlerdir: Siz Kurânı anlamaya çalışmayın, çarpılırsınız ha! Kurânı öğrenmek, öyle kolay değildir. Siz Kurân-ı Kerimi boş verin. Büyükleriniz ne yazmışsa onu öğrenin. Size o kadarı yeter. Tıpkı şimdi orta yolu izleyenler gibi Ne fazlasına git, ne eksik yap; ama sen orta yolda git. Orta yoldan gitmek isteyen insanlar Ne yapmam lâzım? diye sorduklarında, onlara şöyle cevap veriyorlar: Namaz kıl, oruç tut, zekât ver, hacca git, kelime-i şahadet getir (bunların hepsi de gerçekten farzdır). Ve böylece İslâmın 5 şartını uygula, doğru cennete gidersin.
Biz de diyoruz ki: Kimse İslâmın 5 şartıyla cennete gidemez! Allahû Tealâ Zariyat Suresinin 56. âyet-i kerimesinde insanları niçin yarattığını söylüyor:
51/ZARİYAT-56: Ve mâ halaktul cinne vel inse illâ li ya'budûn(ya'budûni).
Biz, insanları ve cinleri başka bir şey için değil; Bize, kul olsunlar diye yarattık.
Allaha kul olmak, Allaha ulaşmayı dilemeyen hiç kimseye nasip olmaz. Sadece Allaha ulaşmayı dileyenler, Allaha kul olabilirler.
Âmenû olmak ifadesine geri dönersek; Kurân-ı Kerimde tam 7 tane âmenû kademesi görürüz:
1- Allaha ulaşmayı dilemek 1. kademe âmenû olanlar için,
2- Mürşide ulaşıp tâbî olmak, 2. kademe âmenû olanlar için,
3- Ruhu Allaha ulaştırıp teslim etmek, 3. kademe âmenû olanlar için,
4- Fizik vücudu teslim etmek, 4. kademe âmenû olanlar için,
5- Nefsi teslim etmek, 5. kademe âmenû olanlar için,
6- Muhlis olmak, 6. kademe âmenû olanlar için,
7- İradeyi Allaha teslim etmek, 7. kademe âmenû olanlar için geçerlidir.
Her biri âmenû kelimesiyle ifade edilmektedir.
Sadece cehenneme giden âmenû olanlarla, cennete giden âmenû olanları ayırt ettiğimizde gördük ki; Enfal-29daki kişi cennete giden âmenû olan kişi değildir. Çünkü takva sahibi değildir. Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:
10/YUNUS-62: E lâ inne evlîyâ allâhi lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).
Muhakkak ki; Allah'ın evliyasına (dostlarına), korku yoktur. Onlar, mahzun da olmazlar, öyle değil mi?
10/YUNUS-63: Ellezîne âmenû ve kânû yettekûn(yettekûne).
Onlar, âmenûdurlar (ölmeden evvel Allaha ulaşmayı dileyenlerdir) ve takva sahibi olmuşlardır.
10/YUNUS-64: Lehumul buşrâ fîl hayâtid dunyâ ve fîl âhıreh(âhıreti), lâ tebdîle li kelimâtillâh(kelimâtillâhi), zâlike huvel fevzul azîm(azîmu).
Onlara, dünya hayatında ve ahirette müjdeler (mutluluklar) vardır. Allah'ın sözü değişmez. İşte o, fevz-ül azîmdir.
Bu defa sizlere, İslâmdan kopan kavramların bir tanesinden olan, Allaha yönelmekten; bir başka ifadeyle, Allaha ulaşmayı dilemekten (ruhunu hayatta iken Allaha ulaştırmayı dilemekten) bahsetmek istiyoruz.
Hepinizin bildiği gibi, dînler yoktur. Bir tek dîn vardır. Hz. Âdemden Peygamber Efendimiz (S.A.V)e kadar gelen tek bir dîn vardır. Hristiyanlık diye, Yahudilik diye ve İslâm diye ayrı ayrı dînler olmamıştır.
İslâm, Hz. İbrâhîmin hanif dîninin adıdır. Hanif ise, İslâm anlamına gelmektedir, Allaha teslim olmak anlamına gelmektedir. Hz. İsanın zamanında yaşanan dîn de Hz. Musanın zamanında yaşanan dîn de yine Hz. İbrâhîmin hanif dînidir. Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:
42/ŞURA-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîh(fîhi), kebure alel muşrikîne mâ tedûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
Dînde, onunla Hz. Nuha vasiyet ettiğimiz (farz kıldığımız) şeyi (şeriati); Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın. diye Hz. İbrâhîme, Hz. Musaya ve Hz. İsaya vasiyet ettiğimiz şeyi sana da vahyederek, size de şeriat kıldık. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allaha ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve Ona yöneleni, Kendisine hidayet eder (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).
Allahû Tealâ diyor ki: Sana verdiğimiz şeriatla Hz. İsaya verdiğimiz şeriat, Hz. Musaya verdiğimiz şeriat, Hz. İbrâhîme verdiğimiz şeriat, Hz. Nuha verdiğimiz şeriat birbirinden farklı şeriatlar değildir. Hepsi aynı şeriattır.
Şeriattan neyi kastettiğini de Allahû Tealâ açıklığa kavuşturuyor:
1. özellik, dîni ayakta tutmak,
2. özellik, dînde fırkalara ayrılmamak. Yani Tek bir fırka oluşturacaksınız. diyor Allahû Tealâ. İşte konumuz da bu tek fırkanın oluşturulması.
Hz. İbrâhîm, Hz. Musadan da Hz. İsadan da Peygamber Efendimiz (S.A.V)den de daha önce yaşamış olan bir peygamberdir. Allahû Tealâ Hz. Nuha verdiği şeriatı önce Hz.İbrâhîme vermiştir. Hz. İbrâhîme verdiği şeriatı da daha sonra bu üç peygambere vermiştir. Hepsi aynı şeriatı yaşamışlardır. Allahû Tealâ bu beş peygambere, ulûlazm peygamberler diyor.
Bu peygamberlerin yaşadığı dizayna biraz daha yakından bakarsak, Hz. İbrâhîmin hanif dînini görürüz. Allaha teslim dînini görürüz. Bu dînin esasları şunlardır:
1- Vahdet. Tek Allaha inanmak, Allahın tekliği (Vahdet-i Vücut da tek vücut demektir).
2- Tevhid. Tek olan Allaha ulaşmayı dileyenlerin oluşturduğu tek bir fırka.
3- Teslim. Ruhu, vechi (fizik vücudu), nefsi ve iradeyi Allaha teslim etmek.
İşte kâinatın dîni bunlardan ibarettir. Ruhu, vechi, nefsi ve iradeyi Allaha teslim etmek dînin temelidir. Bütün bu teslimlerin başlayabilmesi ise bir taleple %100 ilişkilidir. Dînin olmazsa olmaz şartı; mevcut olmazsa insanları mutlak cehenneme götürecek olan şartı: Allaha yönelmek, Allaha münîb olmak veya âmenû olmak, Allaha ulaşmayı dileyen bir inanan kişi olmaktır. Allaha ulaşmayı dileyen bir mümin olmaktır.
Âmenû kelimesi, hem Allaha ulaşmayı dilemeyen inananlar için kullanılmaktadır hem de Allaha ulaşmayı dileyenler için kullanılmaktadır. Bunu âyet-i kerimelere baktığımız zaman hemen görmek mümkündür. Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:
8/ENFAL-29: Yâ eyyuhellezîne âmenû in tettekullâhe yecal lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).
Ey âmenû olanlar, Allaha karşı takva sahibi olursanız sizi furkan (hak ve bâtılı ayırma özelliği) sahibi kılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı örter ve size mağfiret eder (günahlarınızı sevaba çevirir). Ve Allah, büyük fazl sahibidir.
Anlıyoruz ki buradaki takva sahibi olmak Allaha inanmanın ötesinde bir olaydır. Çünkü Allahû Tealâ bu âyet-i kerimede, âmenû olanlara, inanan birisine seslenmektedir. Eğer o kişi takva sahibi değilse, gideceği yer cehennemdir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
50/KAF-31: Ve uzlifetil cennetu lil muttekîne gayre baîd(baîdin).
Cennet, takva sahipleri için uzak olmayarak yaklaştırıldı.
Takva sahibi olmayan kişilerin cennete girmesi mümkün değildir. Acaba kimler takva sahibi olamazlar? Rum Suresinin 31. âyet-i kerimesinde, Allahû Tealâ kesin olarak bunun cevabını veriyor:
30/RUM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
Ona (Allaha) yönelin (Allaha ulaşmayı dileyin) ve takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.
Kişi Allaha yönelmedikçe takva sahibi olamaz. Bu 1. takvadır. Takva sahibi olabilmek için Allaha yönelmek (Allaha ulaşmayı dilemek) gerekir. Allahû Tealâ böyle olduğunu söylüyor. Zaten, sadece takva sahiplerinin gideceği yer cennettir. Allahû Tealâ âyet-i kerimenin devamında: Böyle yap ki, namaz kıl ve müşriklerden olma. diyor. Yani, kişi takva sahibi olmazsa, o müşriklerdendir. Müşriklerin gideceği yer muhakkak ki cehennemdir. Rum Suresinin 32. âyet-i kerimesinde şöyle devam ediyor:
30/RUM-32: Minellezîne ferrakû dînehum ve kânû şiyeâ(şiyean), kullu hızbin bimâ ledeyhim ferihûn(ferihûne).
(O müşriklerden olmayın ki) onlar, dînlerinde fırkalara ayrıldılar ve grup grup oldular. Bütün gruplar, kendilerinde olanla ferahlanırlar.
Peygamber Efendimiz (S.A.V), fırkalara ayrılanların 73 fırka olduğunu, bunlardan 72sinin cehenneme gideceğini; bir tek fırkanın kurtuluşa ulaşacağını söylemektedir. O tek fırka, şirkte (bu şirk, gizli şirktir) olmayanlardır, bunlar Allaha ulaşmayı dileyenlerdir.
Allaha ulaşmayı dilemek kavramı, son derece önemli bir kavramdır. Kişiyi cehennemden cennete alır ve kişiyi takva sahibi yapar. Rum-31de, Allaha ulaşmayı dileyenlerin şirkten kurtulduklarını ve şirke düşmediklerini görüyoruz. Şirkte değillerse; Allaha ulaşmayı dileyerek şirkten kurtulmuşlarsa, onların gidecekleri yer cennettir. Yetmez, Allahû Tealâ onları Kendisine ulaştıracağına dair de kesin bir söz vermiştir.
Allaha ulaşmayı dilemek veya dilememek; cenneti seçmek veya cehennemi dilemek mânâsına gelmektedir. Kurân-ı Kerimde Enfal-29da geçen âmenû olan kişi, takva sahibi değildir. Kurtuluşa ulaşabilmesi, takva sahibi olması şartına bağlıdır.
Takva sahibi olmayan bir kişi şirktedir. Takva sahibi olmayan kişi küfürdedir. Kişi Allaha inansa da küfürden kurtulamamıştır. Allaha inanmak, hiç kimse için bir kurtuluş değildir. Ama hurafelerin devreye girdiği bir standart görüyoruz. Bu hurafe: Kalbinde zerre kadar inanç olan bir kişi, cehennemde cezasını çektikten sonra cennete girer. Peygamber Efendimiz (S.A.V)in böyle bir hadîsi olduğu söylenmektedir. Oysa böyle bir hadîsin olduğu doğru değildir. Böyle bir hadîs mevzû bir hadistir. Peygamber Efendimiz (S.A.V) açık bir şekilde buyurmaktadır ki: Benim hadîslerim tartışılacaktır. Kurâna bakın. Hiçbir hadîsim Kurâna aykırı olamaz.
Kurâna baktığımız zaman, 29 âyet-i kerimede, cennete girenin orada devamlı kalacağı ya da cehenneme girenin orada devamlı kalacağı, ebediyyen kalacağı ifade ediliyor. Allahû Tealâ ister ebedî kelimesini kullansın, ister orada devamlı kalacaklardır desin; ikisi de oradan bir yere ayrılmamak demektir. Bunun başka bir ifadesi var mıdır?
Bu insanlarda bir hastalık vardır. Asırlardan beri birtakım yanlış şeyler gerçekleşmiştir. Kurân-ı Kerimi bilmeyen insanlar, Peygamber Efendimiz (S.A.V)in hadîslerini Kurân hükümlerinden önde tutmaya başlamışlardır. Bu durum Kurândan haberdar olmadıkları içindir. Hadîsin doğru olduğuna inanmışlardır ve hiç Kurânla karşılaştırmamışlardır.
10 asırdan bu yana geçen zamanda, Kurân tamamen saf dışı kalmıştır. Peygamber Efendimiz (S.A.V) devrinde sahâbe, Peygamber Efendimiz (S.A.V)den Kurânı öğreniyorlardı. Kurânın hem lafzını hem de bu lafzın altında yatan Kurânın 7 ruhunu öğreniyorlardı. Ve şimdi en az 10 asırdan bu tarafa dîn öğretimi, Kurân öğretiminin tamamen dışında kalmıştır. İnsanları korkutmuşlar ve şöyle demişlerdir: Siz Kurânı anlamaya çalışmayın, çarpılırsınız ha! Kurânı öğrenmek, öyle kolay değildir. Siz Kurân-ı Kerimi boş verin. Büyükleriniz ne yazmışsa onu öğrenin. Size o kadarı yeter. Tıpkı şimdi orta yolu izleyenler gibi Ne fazlasına git, ne eksik yap; ama sen orta yolda git. Orta yoldan gitmek isteyen insanlar Ne yapmam lâzım? diye sorduklarında, onlara şöyle cevap veriyorlar: Namaz kıl, oruç tut, zekât ver, hacca git, kelime-i şahadet getir (bunların hepsi de gerçekten farzdır). Ve böylece İslâmın 5 şartını uygula, doğru cennete gidersin.
Biz de diyoruz ki: Kimse İslâmın 5 şartıyla cennete gidemez! Allahû Tealâ Zariyat Suresinin 56. âyet-i kerimesinde insanları niçin yarattığını söylüyor:
51/ZARİYAT-56: Ve mâ halaktul cinne vel inse illâ li ya'budûn(ya'budûni).
Biz, insanları ve cinleri başka bir şey için değil; Bize, kul olsunlar diye yarattık.
Allaha kul olmak, Allaha ulaşmayı dilemeyen hiç kimseye nasip olmaz. Sadece Allaha ulaşmayı dileyenler, Allaha kul olabilirler.
Âmenû olmak ifadesine geri dönersek; Kurân-ı Kerimde tam 7 tane âmenû kademesi görürüz:
1- Allaha ulaşmayı dilemek 1. kademe âmenû olanlar için,
2- Mürşide ulaşıp tâbî olmak, 2. kademe âmenû olanlar için,
3- Ruhu Allaha ulaştırıp teslim etmek, 3. kademe âmenû olanlar için,
4- Fizik vücudu teslim etmek, 4. kademe âmenû olanlar için,
5- Nefsi teslim etmek, 5. kademe âmenû olanlar için,
6- Muhlis olmak, 6. kademe âmenû olanlar için,
7- İradeyi Allaha teslim etmek, 7. kademe âmenû olanlar için geçerlidir.
Her biri âmenû kelimesiyle ifade edilmektedir.
Sadece cehenneme giden âmenû olanlarla, cennete giden âmenû olanları ayırt ettiğimizde gördük ki; Enfal-29daki kişi cennete giden âmenû olan kişi değildir. Çünkü takva sahibi değildir. Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:
10/YUNUS-62: E lâ inne evlîyâ allâhi lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).
Muhakkak ki; Allah'ın evliyasına (dostlarına), korku yoktur. Onlar, mahzun da olmazlar, öyle değil mi?
10/YUNUS-63: Ellezîne âmenû ve kânû yettekûn(yettekûne).
Onlar, âmenûdurlar (ölmeden evvel Allaha ulaşmayı dileyenlerdir) ve takva sahibi olmuşlardır.
10/YUNUS-64: Lehumul buşrâ fîl hayâtid dunyâ ve fîl âhıreh(âhıreti), lâ tebdîle li kelimâtillâh(kelimâtillâhi), zâlike huvel fevzul azîm(azîmu).
Onlara, dünya hayatında ve ahirette müjdeler (mutluluklar) vardır. Allah'ın sözü değişmez. İşte o, fevz-ül azîmdir.