Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Kuran'da Vahşet

  • Konbuyu başlatan mkilic
  • Başlangıç tarihi
M

mkilic

Guest
Diyanet Meali

Maide Suresi - 38. Ayet - Hırsızlık eden erkek ve hırsızlık eden kadın, suçları sabitleşince, yaptıklarının karşılığı ve Allah tarafından kelepçek (caydırıcı bir ceza olmak üzere) ellerini kesin. Allah, güçlüdür, hikmet sahibidir.

Bakara Suresi - 191. Ayet - Onları nerede yakalarsanız öldürün ve sizi çıkardıkları yerden onları çıkarın. O fitne, adam öldürmekten daha kötüdür. Yalnız Mescid-i Haram'ın yanında, onlar sizinle savaşmadıkça siz de onlarla savaşmayın! Fakat sizi öldürmeye kalkışırlarsa, hemen onları öldürün. Kafirlerin cezası böyledir.

Nisa Suresi - 77. Ayet - Bakmaz mısın, o kendilerine: "Ellerinizi savaştan çekin, namaz kılın ve zekat verin!" denilen kimselere? Şimdi üzerlerine savaş farz kılınınca bazıları insanlardan Allah'tan korkar gibi veya daha fazla korkmaya başladılar ve: "Ey bizim Rabbimiz, niçin bize bu savaşı farz kıldın? Ne olurdu kısa bir süre daha bize mühlet verseydin!" dediler. De ki: "Dünya zevki ne de olsa azdır; ahiret ise Allah'tan korkanlar için sırf hayırdır. Hem kıl kadar hakkınız da yenmez."

Maide Suresi - 33. Ayet - Allah'a ve peygamberine karşı savaşmaya kalkışan ve yeryüzünde bozgunculuğa çalışanların cezası, öldürülmelerinden veya asılmalarından veya ellerinin ve ayaklarının çaprazlama kesilmesinden veya bulundukları yerden sürülmelerinden başka bir şey olmaz. Bu, onların dünyada çekecekleri bir zillettir. Ahirette ise kendilerine büyük bir azap vardır.

Tahrim Suresi - 9. Ayet - Ey Peygamber! Kâfirler ve münafıklarla savaş, onlara karşı sert davran. Onların varacağı yer cehennemdir. O gidilecek yer, ne de kötüdür!

Nisa Suresi - 89. Ayet - Kendileri küfre saptıkları gibi, sizin de sapmanızı isterler ki eşit olasınız. O yüzden onlar Allah yolunda hicret edinceye kadar onlardan dost edinmeyin; aldırmazlarsa bulunduğunuz yerde kendilerini yakalayıp öldürün ve onlardan ne bir dost, ne de bir yardımcı edinin!

Tevbe Suresi - 5. Ayet - O haram aylar çıkınca artık müşrikleri nerede bulursanız öldürün, onları yakalayıp hapsedin ve bütün geçit başlarını tutun! Eğer tevbe edip namaz kılar ve zekatı verirlerse, onları serbest bırakın; çünkü Allah bağışlayan ve merhamet edendir.

Tevbe Suresi - 12. Ayet - Ve eğer antlaşma yaptıktan sonra yeminlerini bozar ve dininize saldırıya kalkarlarsa, o küfür öncülerini hemen öldürün. Çünkü onların yeminleri yoktur, belki vazgeçerler.
 

mesud

New member
Katılım
24 Eyl 2005
Mesajlar
59
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
49
mkilic' Alıntı:
Diyanet Meali

Maide Suresi - 38. Ayet - Hırsızlık eden erkek ve hırsızlık eden kadın, suçları sabitleşince, yaptıklarının karşılığı ve Allah tarafından kelepçek (caydırıcı bir ceza olmak üzere) ellerini kesin. Allah, güçlüdür, hikmet sahibidir.

Bakara Suresi - 191. Ayet - Onları nerede yakalarsanız öldürün ve sizi çıkardıkları yerden onları çıkarın. O fitne, adam öldürmekten daha kötüdür. Yalnız Mescid-i Haram'ın yanında, onlar sizinle savaşmadıkça siz de onlarla savaşmayın! Fakat sizi öldürmeye kalkışırlarsa, hemen onları öldürün. Kafirlerin cezası böyledir.

Nisa Suresi - 77. Ayet - Bakmaz mısın, o kendilerine: "Ellerinizi savaştan çekin, namaz kılın ve zekat verin!" denilen kimselere? Şimdi üzerlerine savaş farz kılınınca bazıları insanlardan Allah'tan korkar gibi veya daha fazla korkmaya başladılar ve: "Ey bizim Rabbimiz, niçin bize bu savaşı farz kıldın? Ne olurdu kısa bir süre daha bize mühlet verseydin!" dediler. De ki: "Dünya zevki ne de olsa azdır; ahiret ise Allah'tan korkanlar için sırf hayırdır. Hem kıl kadar hakkınız da yenmez."

Maide Suresi - 33. Ayet - Allah'a ve peygamberine karşı savaşmaya kalkışan ve yeryüzünde bozgunculuğa çalışanların cezası, öldürülmelerinden veya asılmalarından veya ellerinin ve ayaklarının çaprazlama kesilmesinden veya bulundukları yerden sürülmelerinden başka bir şey olmaz. Bu, onların dünyada çekecekleri bir zillettir. Ahirette ise kendilerine büyük bir azap vardır.

Tahrim Suresi - 9. Ayet - Ey Peygamber! Kâfirler ve münafıklarla savaş, onlara karşı sert davran. Onların varacağı yer cehennemdir. O gidilecek yer, ne de kötüdür!

Nisa Suresi - 89. Ayet - Kendileri küfre saptıkları gibi, sizin de sapmanızı isterler ki eşit olasınız. O yüzden onlar Allah yolunda hicret edinceye kadar onlardan dost edinmeyin; aldırmazlarsa bulunduğunuz yerde kendilerini yakalayıp öldürün ve onlardan ne bir dost, ne de bir yardımcı edinin!

Tevbe Suresi - 5. Ayet - O haram aylar çıkınca artık müşrikleri nerede bulursanız öldürün, onları yakalayıp hapsedin ve bütün geçit başlarını tutun! Eğer tevbe edip namaz kılar ve zekatı verirlerse, onları serbest bırakın; çünkü Allah bağışlayan ve merhamet edendir.

Tevbe Suresi - 12. Ayet - Ve eğer antlaşma yaptıktan sonra yeminlerini bozar ve dininize saldırıya kalkarlarsa, o küfür öncülerini hemen öldürün. Çünkü onların yeminleri yoktur, belki vazgeçerler.



Maide.38. “Erkek hırsız ve kadın hırsızın, yaptıklarından ötürü Allah tarafından ibret verici bir ceza olarak, ellerini kesin. Allah Güçlüdür, Hakimdir.”





Bakın bir sahâbe malını çalan bir hırsızın elinden tutup Rasu-lullah Efendimizin huzuruna getirdi. İnfaz esnasında Allah’ın Resulü sapsarı kesildi ve onu yakalayıp getiren adama dedi ki siz şeytana yardımcı oluyorsunuz. Keşke bunu bana getirip teslim etmeden önce affetmiş ve şeytanı sevindirmemiş olsaydınız buyurdu.



Öyleyse anlı*yoruz ki bu had uygulamasının hedefi insanların cezalandırılması de*ğil, toplumda huzur ve sükunun sağlanması, mal güvenliğinin temin edilmesidir. Şimdi toplum içinde Allah’ın emrettiği bu cezayı uygula*mazsanız mal ve can güvenliğini nasıl sağlayacaksınız? Hırsızların ve hırsızlık olaylarının nasıl önünü alacaksınız? Toplumda hırsızlara bir ceza uygulamamak suçsuzları cezalandırmak değil midir? Hani Allah yasalarını beğenmeyen sizler ne yapabildiniz? Kesebildiniz mi bu hır*sızlıkların önünü? Her geçen gün suçlar ve suçluların artmasını neyle izah edeceksiniz? Bu insanlarla dolu hapishaneler neyin nesi? Orada da onları bu milletin cebindekilerle doyurup beslemiyor musunuz? Onların yarıda bıraktığı hırsızlığı sizler sürdür-müyor musunuz?



Halbuki toplumda Allah’ın istediği şekilde caydırıcı olarak eğer bir tek hırsızın elini kesmiş olsaydınız bu hırsızlar ordusundan, bu ha*pishaneler ordusundan kurtulmuş olacaktınız. Tabii vicdanı olmayan*lar, kendileri hırsız olanlar ve kâfirler bunu anlayamayacaklardır.
 

mesud

New member
Katılım
24 Eyl 2005
Mesajlar
59
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
49
mkilic' Alıntı:
Diyanet Meali



Bakara Suresi - 191. Ayet - Onları nerede yakalarsanız öldürün ve sizi çıkardıkları yerden onları çıkarın. O fitne, adam öldürmekten daha kötüdür. Yalnız Mescid-i Haram'ın yanında, onlar sizinle savaşmadıkça siz de onlarla savaşmayın! Fakat sizi öldürmeye kalkışırlarsa, hemen onları öldürün. Kafirlerin cezası böyledir.


1Ali imran.91:"Onları nerede bulursanız öldürün! Ve sizi onla*rın çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın! Çünkü fitne katilden beterdir. Onlar sizinle Mescid-i Haram ya*nında harp etme*dikçe siz de onlarla harp etmeyin. Eğer onlar harp ederlerse siz de onlarla harp edin. İşte kâfirle*rin cezası böyledir."


Gerçekten Rasûl-i Ekrem (a.s) 'ın ve beraberindeki bir avuç müslümanın on üç yıllık Mekke dönemini zindana çeviren, onlara et*mediğini bırakmayan ve nihâyet on üçüncü yılın sonunda vatanlarını terk etmeye zorlayan bu kâfirlere karşı ne yapılacağını anlatan bir âyet. Öz vatanlarını terk etmiş, Medine gibi bir yurda kavuşmuş Müs*lümanlar, yavaş yavaş savaşla karşı karşıya kaldı*lar. Ama müslü-manların bu savaş emriyle karşı karşıya kalmaları pek de kolay olmadı.


Çünkü fitne katilden beterdir."



Çünkü bu adamlar yeryüzünde egemenliklerini devam ettir*dik*leri sürece, yeryüzünde "Rabbim Allah!" demeye dahi kimseye müsa*ade etmeyecekler. Suçları sadece Rabbim Allah! demek olan, bunun dışında hiçbir günahı olmayan insanlara hayat hakkı tanımayan bu adamlara karşı çok net bir tavırla müslümanlara, onlara hayır tanı*ma-malarını, aman vermemelerini ve buldukları yerde onları öldürme*lerini ve fırsat buldukları zaman da Mekke’yi fethedip onları oradan sürmelerini emrediyor Rabbimiz.



Fitne nedir öyleyse? Biraz önce dediğimize bir tanım getire*cek olursak fitne, yeryüzünde İslâm’ın duyurulmasına, İs*lâm’ın tebliğine engel olan bir tavırdır. Yeryüzünde, Allah’ın ar*zında, Allah’ın mül*kün-de, Allah’ın kullarına, Allah’ın dinini çok rahat bir şekilde götürül*meli-dir. Hal böyleyken Allah’ın mülkünde Allah’a hayat hakkı tanıma*yan, Allah’ın dininin Allah’ın kullarına götürül*mesine engel olan tüm tavırlar fitnedir.



Dünya üzerindeki bugünün tüm kâfirleri gerek bilgi pla*nında, ge*rek kültür planında, gerek ekonomik ve siyasal planda İslâm’ın, Kur’an’ın ve Peygamberin gündeme gelmemesi için en son güçlerine varıncaya kadar engel olmaya çalışıyorlarsa işte bu en büyük fitnedir.



Bunlara karşı müslümanların güç ve kuvvete sahip olduk*ları bir savaş başlatıp, onların boyunlarını kırmak zorundadırlar ki; müs-lümanlar güç ve kuvvete sahip olmadıkları sürece zaten onlar müs-lümanların boyunlarını kırıyorlar, eziyorlar ve müslümanlara hayat hakkı tanımıyorlar. Müslümanlara hakim oldukları zaman savaş hak*kında iyi kötü hiç bir şey söylemezler. Hattâ savaş ge*reklidir derler, savaşın kutsallığından ve kaçınılmazlığından bah*sederler. Kâfirlerin müslümanlar üzerindeki hâkimiyetleri devam ettiği sürece savaşın çok iyi bir yol olduğu propogandasını yayar*lar ama bir gün devran dö-ner, müslümanlara karşı tavırlarında gevşeme olur, kendilerinin yavaş ya*vaş çöküşleri başlar ve müslümanların onlara hücuma geçtiklerini gördükleri zaman da çığırtkanlık yapmaya başlarlar. Efendim! Müslü*manlar adam öldü*rüyorlar! Müslümanlar can alıyorlar! Müslümanlar teröristtirler! Müslümanlar hayata karşıdırlar! Müslümanlar şöyle, müslümanlar böyle! Başlıyorlar yaygara yapmaya.


Meselâ şu anda dünya üzerinde elli yıldır yüz üzerinden yüz kere katillik yapan Amerika, bugün dünyada barış havarisi ama buna karşılık mazlum Filistin halkı teröristtir. Bunun sebebi işte aynen bu*radaki anlayıştır.



Yıllardır yurtlarından çıkarılmış, ezilmiş, hor görülmüş, ne*rede bulunurlarsa öldürülmüş bu müslümanlar, birdenbire yavaş yavaş biz de bizi öldürenleri öldürürüz! Demeye başlayınca bu müslümanlar yeryüzünün en terörist, en bedbaht, en şaki en kötü insanları haline getirilivermiştir. Halbuki şu anda yeryüzündeki en büyük kıtal hadise*lerinin baş sorumlusu olan Amerika, ama yeryü*zünde barışın, insanlı*ğın, özgürlüğün, adâletin havarisi kesilen yine Amerika.



Biraz daha ileri gidip, müslümanlar biraz daha güçlenip dünya*nın her tarafındaki kâfirleri sıkıştırmaya başladıkları an artık kâ*firler başlayacaklar yaygaraya. Bu müslümanlar şöyledir, bu müslümanlar böyledir, haddi zatında İslâm savaş dinidir, savaştan başka bir şey bilmez bunlar gibi sözlerle müslümanları mahkum ede*rek daha kötü bir konuma sokmaya çalışacaklardır.

Ama bilin ki müslümanlar haram aylarda da öldürseler, Kâbe’-nin avlusunda da öldürseler, yahut dünyanın herhangi bir böl*gesinde kâfirler kendilerine saldırmadan bu müslümanlar on*lara hü*cum ederek onları öldürseler de bu konuda müslümanlar yerden göğe kadar haklıdırlar. Çünkü kâfirlerin yeryüzünde, Al*lah’ın mülkünde, Al*lah’ın arzında İslâm’ın yayılmasına, Allah’ın ar*zında Allah’ın dininin duyurulmasına, İslâm’ın yayılmasına, Allah mülkünde Allah dininin gündeme gelmesine engel olmaları kıtal*den daha beterdir, savaştan çok daha kötü bir şeydir diyor Rabbimiz.
 

mesud

New member
Katılım
24 Eyl 2005
Mesajlar
59
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
49
Nisa 77. “Kendisine: “Elinizi savaştan çekin, namaz kılın, zekât ve*rin” denenleri görmedin mi? Onlara savaş farz kılındığında, içlerinden birtakımı hemen, insanlardan Allah'tan korkar gibi, hattâ daha çok korkarlar ve Rabbimiz! Bize savaşı niçin farz kıldın, bizi yakın bir za*mana kadar tehir edemez miydin?” derler. Ey Muhammed, de ki: “Dünya geçimliği azdır, âhiret, Allah'a karşı gelmekten sakınan için hayırlıdır, size zerre kadar zulmedilmez.”



Mekke’de İslâm’ın başlangıç dönemlerinde henüz Allah tara-fından savaşa izin verilmediği bir atmosferde Müslümanlar namaz kıl-makla, zekât vermekle emrolunmuşlardı. Rabbimiz mü’minlerin sa*va-şabilecek durumlarının, güçlerinin olmadığını bildiği için onlara: El*lerinizi savaştan çekin, şu anda savaşacak gücünüz yoktur, şimdi sizler savaşı değil de namazı ve zekâtı icra edin. Bireysel bir kulluk olarak namazı ikâme edin ve toplumsal kulluğunuz olan zekâtınızı ve*rin. Böylece bedenlerinizde ve mallarınızda Allah’ın söz sahipliğini kabul edin diyordu. Bu hem o günün Müslümanlarına hem de kıya*mete kadar onların durumunda bulunan, savaşabilecek gücü ve öz*gürlüğü bulunmayan Müslümanlara Rabbimizin bir ilhamı, bir yasası*dır. Yâni güçsüz ve köle durumundaki Müslümanlara bir hafifletme yasasıdır.



Benzer durumdaki Müslümanlar namazlarını ikâme edecekler, namazla Allah’tan mesaj alacalar, namazla Allah’a rapor verecekler, namaz vasıtasıyla Allah’la diyaloglarını kesmeyecekler, namazda al*dıkları mesajla hayatlarını düzenleyecekler, namazda aldıkları mesajı kardeşlerine ulaştırarak zekât verecekler, infakı yaşayacaklar, bencil*liği terk edecekler. Toplum içindeki fakirleri, zayıfları, yetimleri kendi hayat standartlarına çekme kavgası verecekler. Savaş öncesi bir sa*vaş yaşayacaklar. Kendilerini savaşa ve fedâkârlığa hazırlayan bir ha-yat süreci içine girecekler. Kardeşçe yaşayabilecekleri, Müslümanca bir dayanışma ortamı hazırlamaları gerekiyordu. Savaşa girip de öldükleri, şehâdet şerbetini içtikleri zaman da arkada bırak*tıkları konusunda hiç sıkıntı duymayacak bir güvenle savaşa gide*bilme ortamını hazırlamaları gerekiyordu.



İşte bunun için Allah’ın istediği biçimde canlarını, bedenlerini ve mallarını Allah’ın emrine teslim bilincini sağlayacak bir namaz ikâme etmeleri ve zekât vermeleri isteniyordu kendilerinden. İleride grup grup ve tereddüt etmeden Allah için bir savaş ortamında o canla*rını ve mallarını fedâ edebilme deneyiminden geçiriyordu Allah, mü’min-leri.



Düşünün ki daha savaşa gitmeden, bir savaş ortamıyla kaşı kar*şıya gelmeden arkasında bıraktıkları malları mülkleri, hanımları ve çocukları konusunda emin olmayan bir kimsenin savaşta başarılı ola*bilmesi ne kadar mümkün olacaktır? Daha savaşa gitmeden önce e-konomik, sosyal ve siyasal kaygılarla birbirlerine güvenmeyen, bir*bir-lerine hayır etmeyen insanlar birlikte ölüme nasıl gidebileceklerdir? O-muz omuza girdikleri bir savaşta birbirlerine ihanet etmeyeceklerine güvenmeyen insanlar nasıl savaşabileceklerdir? Ama bir toplum ki kalpleri, kafaları Allah’a birlikte boyun bükmekte birleşmiş, aynı safta omuz omuza namazda birleşmiş, mallarına malları, canlarına canları gözüyle bakabilmeye alışmış, Allah ve Resûlünün komutasında bir*leşmiş, Allah ve Resûlünün istediği bir şekilde fedâkârlığa, vefakâr*lı-ğa, diğer gamlığa ısınmış, ne mal, ne mülk, ne dünya, ne saltanat se-bebiyle birbirlerinin hakkını, hukukunu gasbetmeyi zerre kadar bile olsa düşünmeye yönelmeyecek bir ortamda savaş emrini aldıkları zaman elbette o insanlar, o toplum çok rahat bir şekilde Allah yolunda yürüyebilecek ve hiç tereddüt etmeden canını da malını da Allah için gözden çıkarabilecektir.



İşte Mekke’de Rabbimiz Müslümanları bu ortama hazırlamak için namaz kılın, zekât verin ve ellerinizi savaştan çekin buyuruyordu. Ama onlardan bir grup ah ne olurdu bize bir savaş emri verilseydi de savaşsaydık diyordu. Savaşı temenni ediyordu. Ama ne zamanki Me*dine’de savaş emri verilince içlerinden bir grup sanki Allah’tan korkar gibi insanlardan korkuyorlar, hattâ daha fazlasıyla. Evet Allah için gi*recekleri bir savaşta ölümden, yaralanmadan, sıkıntıya düşmekten korkuverdiler. Gerçekten zor bir imtihan değil mi?



Bunlar Allahu âlem savaşa izin verilmeyen dün de, savaş em*rini aldıkları o gün de Allah’a Allah’ın istediği biçimde iman etmemiş, dilleriyle iman iddiasında bulundukları halde, iman gösterisinde bu*lundukları halde kalpleriyle inanmamış, menfaat ve çıkar ilişkisi içinde bulunan kimselerdir. Rabbimiz kendilerine namaz kılarak zekât vere*rek nefislerinizi temizleyin, böylece Allah için çıkacağınız bir savaşa, Allah için bir fedâkârlığa kendinizi hazırlayın emrine de daha önce teslim olmayıp çıkar duygusuyla hareket eden insanlardır. İşte kendi*lerini namaz ve zekâtla maldan ve candan fedâkârlık yaparak böyle bir ortama hazırlamayan bu insanlar bir savaş emriyle karşı karşıya kaldıklarında korkmaya başladılar. İnsanlardan gelebilecek birtakım tehlikelerden ürküverdiler.



İman ve teslimiyet yönünden çok zayıf olan bu insanlar namaz ve zekât gibi herhangi bir tehlike teşkil etmeyen kulluklar karşısında dindar kesiliyorlar ama savaş gibi kendilerince tehlike boyutunda bir sorumlulukla karşı karşıya kaldıklarında korkudan oldukları yerde yı*ğılıp kalıyorlar. Veya bir çıkar duygusuyla İslâm öncesi savaşlarda ganîmet sevdasıyla gece gündüz koştururlarken şimdi savaşın hedefi Allah için olunca yavaş davranıyorlar. Ölüm korkusuyla savaşı kerih görüyorlar.



Halbuki ölüm her zaman bizim için mukadderdir. Her zaman bizi takip eden, bizi hiçbir zaman bırakmayan ve hesap edemeyece*ğimiz bir zamanda gelip bizi bulacak olan bir gerçektir. Öyle değil mi? İnsanlar savaş yapmadan da ölmüyorlar mı? Kurtulabilen var mı ölümden? Dünya üzerinde savaşan toplumlarda ölüm var da savaş*ma-yan toplumlarda yok mu? Şu anda dünya üzerinde yüz yıllarca ömür sürdükleri halde biz savaşmayacağız, yurtta sulh cihanda sulh içinde bir hayat yaşayacağız diyerek özgürlük ve şereflerini birilerine teslim edip zelilce bir hayata razı olan toplumlara ölüm gelmedi mi?



Evet gözden geçirin dünya tarihini. Şereflice özgürlük savaşı verenler öldü de savaştan korkarak zillet içinde bir hayata razı olanlar ölmedi*ler mi? Ölümü değil de yaşamayı seçenler ölümden kurtuldular mı? Cenneti seçenler öldü de dünyacı kesilenler kurtuldular mı? Allah için, cennet için, ebedî hayat için gözünü kırpmadan savaşa atılanlar öl*düler de Âd ve Semûd gibi âhireti unutup da dünyayı kıbleleştirenler, Firavunlar gibi dünyaya kazık çakma sevdasına kapılanlar ölmediler mi? Yeryüzünün en büyük saltanatına sahip Süleyman ve Dâvûd (a.s)’lar öldüler de Nemrutlar, Karunlar yaşamaya devam mı ettiler? Kim kurtulmuş ölümden?



Hangi taraf olursa olsun, ister tercihini Allah’tan yana kullanan, hayatını Allah için yaşayan Müslümanlardan olsun, isterse hayatlarına Allah’ı karıştırmayarak kendi hevâ ve hevesleri istikâmetinde bir hayat yaşamadan yana olan kâfir ve müşrik dünyadan olsun, ister savaşan isterse savaşmayan taraf olsun Allah herkes için ölümü yazmıştır, kimse bu yasanın dışına çıkma imkânına sahip değildir. Savaşanlar da ölecekler bu dünyada savaşmayıp barış taraftarı olanlar da.



İşte mademki hayat böyle devam edip gidiyor, ve Rabbimiz de yeryüzünde mutlak mânâda biz Müslümanlara savaşı emrediyor, ey Müslümanlar! Yeryüzünde insanlara zulmeden, insanların özgür*lük-lerini ihlâl eden, insanları fitnelere düşürerek onları zorla Allah’a kulluktan koparıp kendilerine kul köle edinen, insanları zorla kendi yasalarına uymaya çağıran kâfirlerin, zalimlerin, hıristiyanların, yahudile-rin karşılarına geçip egemenliği onların ellerinden alıp yeryü*zünde âdil bir hayatı gerçekleştirmemizi istiyorsa bunu gerçekleştir*mek zorundayız. O zaman Rabbimizin bu emirleriyle karşı karşıya olan biz Müslümanlar asla savaşı terk ederek kâfirin egemenliği al*tında zillet içinde bir hayata razı olamayız. Kâfirlerin, zalimlerin, müş*riklerin ege-menliği altında bir barışa bir Müslümanın evet demesi mümkün değildir.



Kaldı ki biz böyle bir hayata evet desek bile dünya üzerindeki kâfirler de hiçbir zaman savaşsız bir dünyaya evet diyememişlerdir. Dünyada böyle savaşsız bir hayata evet diyen tek tük felsefi ekoller çıkmış olsa da Hz. Adem’in oğlu Kabil’in Habil’i öldürdüğü o ilk gün-lerden buyana dünyada hiçbir zaman savaş bitmemiş, bitmesi de mümkün değildir. Rabbimizin beyanıyla kâfirlerin yeryüzünde müslü-manlara karşı kıyamete kadar amansız bir savaşı sürdürecekleri kesin olduğu gibi, kâfirlerin kendi aralarındaki savaşları da hiç kesilme-den devam edecektir.



Her ne kadar kâfirlerin efendim işte İslâm savaş dinidir, Müslü*manlar barbar insanlardır, onların işi gücü kılıç ve kandır onlar bun*dan başkasını bilmezler gibi iddialarla Müslümanları savaştan uzak*laştırmayı planlıyorlar ve kendi egemenlikleri altında köle bir hayata razı etmeye çalışıyorlarsa da ve bu alçakların propagandaları karşı*sında kimi zavallı Müslümanlar da aman efendim İslâm savaş dini de-ğildir, İslâm barış dinidir filan diyerek köleliklerini ihraz etme, kul*lukla-rını tazeleme sadedinde bir şeyler söyleyerek Müslümanları uyutmaya çalışıyorlarsa da şunu kesinlikle bilelim ki dünya üzerinde hiçbir insan, hiçbir inanç mensubu, hiçbir din mensubu, eğer dininin bilincin-deyse, inancının farkındaysa bir başka dinin, bir başka inancın egemenliği altında yaşamaya razı olmaz.



Ne Müslüman, ne kâfir, ne müşrik, ne putperest hiç kimse kendi inancının dışındaki bir inancın egemenliği altında yaşamaya razı olmaz. Herkes inancını yaşayabileceği bir dünya ister. Buna ula*şa-bilmek için insanlar her şeylerini fedâ ederler. Ama ne zamanki in*san-lar birtakım egemen güçlerin eğitiminden geçmişler, egemen güçlerin asimilesine uğramışlarsa o zaman bu egemenlerin köleli*ğinde yaşadıkları zillet içindeki bir hayatı cennet hayatı zannedebilir*ler. Çünkü artık egemen güçlerin elinde beyinleri dumura uğratılmış, kalpleri duy-gusuzlaştırılmış, hürriyetleri, özgürlükleri ellerinden alın*mış, düşüncelerine ipotekler konulmuştur.

İşte böyle toplumlar için fark etmeyecektir artık. Onlar yeme*si-ne, içmesine, plajına, pikniğine, zevkine sefasına ulaştı mı farket*mez. Dünya değil mi ne olursa olsun, nasıl olursa olsun. Ama ger*çekten bir inancı olan, bir dini olan ve dininin, inancının bilincinde olan, fıtratı bo-zulmamış, özgür iradesiyle karar verebilecek bir du*rumda olan ne Müslüman ne kâfir asla bir başka sistemin, bir başka dinin, bir başka inancın egemenliği altında zillet içinde bir hayata razı olmayacaktır. Buna hiç kimse evet demeyecektir.



Madem ki fıtrat bunu gerektiriyor ve madem ki insanı yaratan ve onun fıtratını en iyi bilen Rabbimiz de bize böyle bir savaş emri ve*riyor, o zaman Müslümanlar da yeryüzünün en şerefli insanları olarak, Allah’ın mülkünde Allah adına hareket eden Allah’ın kulları olarak tâ-ğutların, kâfirlerin, müşriklerin egemenliği altında bir hayata razı ol*madıkları gibi, böyle bir hayata zorlanmış Allah kullarını da böyle zillet içinde bir hayattan, zalimlerin kulu kölesi olmaktan kurtarıp, özgür ira*deleriyle Rablerine kulluğa yönelebilecekleri âdil bir dünyaya kavuştu*rabilmek için bu kâfirlerle savaşmak zorundadırlar.



Ama bakın Allah’ın bu savaş emrini alan Medineli Müslüman*lar*dan kimileri serzenişte bulunuyorlar. Ya Rabbi! Bu savaşı bize niye yazdın? Ya Rabbi hiç olmazsa yakın bir geleceğe kadar bunu tehir et-seydin! Bizim için biraz erteleseydin bunu. Çok erken oldu bu iş. Bari bir hazırlık yapsa, kendimizi bir toparlasaydık, çok ani oldu bu iş. Zaten zulümden yeni kurtulmuştuk. Mekke zulüm ortamından yeni gelmiştik Medine’ye. Evet savaşın ertelenmesini istiyorlardı. Halbuki daha önce Mekke’de savaş istiyorlardı. Ne olur Allah’tan bize bir sa*vaş emri gelse de savaşsak diyorlardı. Önce böyle dedikleri halde şimdi isteyip durdukları emir kendilerine geliverince korkaklık göste*ren bu insanlara, hastalık içinde bulunan bu insanlara diyor ki bakın Rabbi-miz:

De ki dünya metaı çok azdır. Dünya hayatı, dünya geçimi çok azdır. Dünya metaı hem azdır, hem de geçicidir, fânidir. Yâni şu anda dünyanın ne kadarına sahip olsanız, ne kadarına egemen olsanız, tüm dünya mülkleri, tüm dünya saltanatları sizin de olsa bilesiniz ki çok azdır âhiretin ve âhiret saltanatının yanında. Madem ki dünya metaı çok azdır, madem ki tüm dünya sizin olsa bile bir gün bitecektir, öyleyse bir gün bitecek olan bir dünya metaı hesabıyla Allah için bir savaştan geri kalarak ebedî bir âhiret hayatını, ebedî bir cenneti fedâ etmek akıl kârımıdır? Muttakiler için, Allah’la yol bulanlar için, hayatla*rını Allah için yaşayanlar için, Allah’ın koruması altına girip Allah’ın istediği gibi yaşayan, Allah adına canlarını ve mallarını fedâya hazır olanlar için âhiret yurdu gerçekten çok hayırlıdır.



Böyle yapanlar yarın bir kıl kadar, bir iplik kadar bile zulme uğramayacaklardır. Allah adına yaptıklarının, yaşadıkları hayatın karşılığını mutlaka göreceklerdir. Bir tek nefesleri, bir damla terleri bile zayi olmayacaktır. Allah için yaptıkları en küçük amellerini bile yarın hazır bulacaklardır. Çünkü Allah için yapılan hiçbir amel boşa gitmez. Allah için yapılan amel dünya ve içindekilerinin tamamından daha değerli ve üstündür.



Bir de insanların en büyük hastalıklarının konusu olan ölümü değerlendirmesi de enteresandır Rabbimizin. Müslümanlar ölüm kor*kusuyla savaşın ertelenmesini istiyorlar, ölüm korkusuyla savaş ko*nusunda ağır davranıyorlardı ya, bakın bu konuda buyurur ki:

78. “Nerede olursanız olun, sağlam kaleler içinde bulunsanız bile ölüm size yetişecektir. Onlara bir iyilik gelirse: “Bu Allah'tandır” derler, bir kötülüğe uğrarlarsa “Bu, senin tarafındandır” derler. Ey Muhammed, de ki: “Hepsi Allah'tandır.” Bunlara ne oluyor ki, hiçbir sözü anlamağa yanaşmıyorlar?”
 

mesud

New member
Katılım
24 Eyl 2005
Mesajlar
59
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
49
Maide.33,34. “Allah ve peygamberleriyle savaşanların ve yeryü*zünde bozgunculuğa uğraşanların cezası öldürülmek veya asılmak yahut çapraz olarak el ve ayakları kesilmek ya da yerlerinden sürülmektir. Bu onlara dünyada bir rezilliktir. Onlara âhirette büyük azap vardır. Ancak, onları yakala*manızdan önce tevbe edenler bunun dışındadır. Biliniz ki Allah, bağışlar ve merhamet eder.”



Allah’a ve O’nun elçilerine karşı savaş açanların, Allah’ın elçi*leri vasıtasıyla insan hayatını düzenlemek üzere gönderdiği hayat programına karşı savaş açarak, yeryüzünde bozgunculuk yaparak, in*sanlık suçu işleyenlerin, insanların dünya ve ukba mutluluklarının önüne geçenlerin, insanlar ile Allah arasına, insanlar ile dinlerinin ara*sına girip perde olanların, insanlarla cennet arasına barikatlar koyan*ların, kendi arzularını, kendi yasalarını uygulamaları için insanları Al*lah yasalarından uzaklaştıranların, kendi tanrılıklarını zorla insanlara empoze ederek Allah kullarını Allah’a kulluktan koparanların, insanları ifsat edenlerin, insanları bozanların, insanların çözülüşünü, bozulu*şunu hazırlayanların cezası öldürülmeleri, ibret olsun diye asılmaları, veya çaprazlama el ve ayaklarının kesilmesi, ya da ülkelerinden, va*tanlarından başka bir diyara sürülmeleridir.



İşte bu cezalar onlar için dünyada bir zelilliği, bir rezilliği tattır-maktır. Ama onların cezaları sadece bu dünya ile sınırlı kalmayacak*tır, âhirette de büyük bir azap onları beklemektedir. Dayanılmaz bir cehennem ateşi vardır onlar için. Evet İslâm devletinin başkanı bun*lardan birini tercih yetkisine sahiptir. İsterse öldürür, isterse asar, is*terse el ve ayaklarını keser, dilerse de onu sürgüne gönderir.



Ancak siz onlara hakim olmadan, onları yakalamadan önce tevbe edip durumlarını düzeltenler, Allah’la aralarını ıslah edenler bu*nun dışındadır. Unutmayın ki Allah çok bağışlayandır, merhamet edendir. Öyleyse böyle durumda olanlara karşı sizler de bağışlama*dan, affetmeden yana tavır alın.
 

mesud

New member
Katılım
24 Eyl 2005
Mesajlar
59
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
49
Tahrim9. “Ey Peygamber! İnkârcılarla ve ikiyüzlülerle savaş; onlara karşı sert davran. Onların varacakları yer cehennemdir, ne kötü dönüştür!.”



“Ey peygamber, kâfirlerle ve iki yüzlü münâfıklarla cihad et. Kâfirler ve münâfıklara karşı cehd ve gayrette bulun. Tüm gücünü, tüm imkânlarını kâfir ve münâfıklarla cihada teksif et. Tüm birikimini Allah yolunda seferber et.” Cihad çok genel bir mânâ ihtiva eder. Cihadın bir boyutu dille olur. “Ey peygamberim dilini kâfirler ve münâfıklarla cihadda kullan. Bıkmadan, usanmadan, yorulmadan, büyük bir zevk ve gayretle dilini bu dinin onlara tebliğinde kullan. Onların kurtuluşu, hidâyeti, cenneti için sabret. Onlardan gelebilecek işkencelere, alaylara karşı sabırlı davran. Malını bu uğurda harcayıp malınla cihad et. Elini bu iş için ha-reket ettirip onlarla cihad et. Her şeyini, tüm imkânlarını bu yolda seferber et. Onlarla cihad et ve onlara karşı sert ol, sert davran. Ama unutma ki senin onlara karşı bu sertliğin, yine ci-had, yine din, yine onların dirilişi ve kurtuluşu adına olacaktır.”



Dinine gerçekten bağlı, dâvâsına gerçekten inanmış olan bir insan, dini adına hamaset sahibi olacaktır. Hamiyet sahibi olacaktır. Rasulullah Efendimizin örnek sîretine, güzel ahlâkına baktığımız zaman onun kendi nefsi adına hiç kimseden öç almadığını görürüz. Kendi nefsi için bir tek kimseden öç aldığına şahit olamaz kimse. Ama konu din olduğu zaman, dinine hakaret söz konusu olduğu zaman Rasulullah Efendimizin yüzü kıpkırmızı kesilirdi. Öyle bir gazaba gelirdi ki, hiç kimse onu durduramaz olurdu. Din adına harekete geçerdi Allah’ın Rasûlü. Din adına çok kesin ve sert davranırdı. O konuda asla bir gevşeklik göstermezdi. Zaten bu da Rabbimizin emridir. “Ey peygamberim onlara karşı galiz, gılzatlı, yani çok sert bir şekilde davran. Onlar senin bu konuda hamasetini, sertliğini bilsinler. Seni böyle tanısınlar ki adam olsunlar. Sesinle, konuşmanla, duruşunla, tavrınla, kararlılığınla bunu ortaya koy ki, onlar sende dirilsinler,” di-yordu Rabbimiz.



Kâfirler ve münâfıklar dinin tebliğinin önüne set oldukları, insanlık için onulmaz bir yara haline geldikleri zaman artık onlarla savaş kaçınılmaz olacaktır. İnsanlığın önünde bir çıban başı olmaya başladıkları anda, yok edilmeleri için onlarla savaşılacaktır. Artık onların kesilmekten başka seçenekleri yoktur. Peygamber ve beraberindeki mü’minler onlarla savaşmak zorundadırlar. Ta ki yeryüzünde fit-ne kalmasın. Yeryüzünde fitne başı olan, fitnenin askerliğini yapan insanlar susturulsun, fitneleri kırılsın ki nûra muhatap olabilecek insanlara Allah’ın nûru ulaşsın. İnsanlar hür iradeleriyle nûra ulaşabilsinler ve dileyenler nûrla nûrlanma imkânı bulsunlar.



Âyet-i kerîmede Rasulullah Efendimizden nûrun önünde engel olan kâfirler ve münâfıklarla cihad etmesi isteniyor. Ama Rasulullah Efendimizin hayatına baktığımız zaman münâfıklarla bu şekilde bir cihad göremiyoruz. Bu konunun Ahzâb sûresinde ifadesini görüyoruz. Rabbimiz orada münâfıklara çok büyük bir ültimatom vermiştir. Onlar Rabbimizin bu sert uyarısından korktukları için az çok kendilerine bir çekidüzen vermişler ve bundan dolayı onlarla fiili bir savaş ortaya çık-mamıştır. Bakın oradaki âyet şöyleydi:



“İkiyüzlüler, kalplerinde fesat bulunanlar, şehirde bozguncu haber yayanlar, eğer bundan vazgeçmezlerse, andolsun ki, seni onlarla mücâdeleye dâvet ederiz; sonra çevrende az bir zamandan fazla kalamazlar.”

(Ahzâb 60)



“Eğer bu adamlar yaptıkları bu pisliklere, Medine’de kargaşa çıkarmaya, Müslümanlar aleyhine asılsız haberler yaymaya bir son vermezlerse, elbette ey peygamberim seni onların üzerine salacak, seni onlar üzerine kışkırtacağız. Onlarla savaştıracağız seni. O zaman o şehirde çok az bir zaman sana mücavir olabilecek, çok kısa bir süre sana komşu olabilecekler.



Yani çok yakında onların işleri bitecek,” buyuruluyordu. Âyetin devamında da, “onlar nerede yakalanırsa lânetlenmiş olarak öldürülecekler. Bu Allah’ın geçmişlerin hayatında uyguladığı bir sünnetidir ve Allah’ın sünnetinde bir bedel, bir değişiklik, bir alternatif bulamazsın,” deniliyordu.



İşte bu kesin uyarı sebebiyle olsa ki, o münâfıklar az biraz durumlarını düzelttiler, mü’minler aleyhine faaliyetlerini biraz azalttılar, kendi kaplarına çekildiler de onun için Peygamber Efendimizin hayatında onlarla böyle bir savaş gerçekleşmedi. Ama ondan sonra bu âyet ümmet için geçerli olduğundan, mü’minler daha sonraları bu gibi insanlarla cihad etmişlerdir. Onların Mevlâları, onların evleri, barınakları, sığınakları cehennem olacaktır. Onlar dönüp dolaşıp cehenneme dolacaklardır.



Ne kötü bir dönüş yeridir o cehennem! Dünyada yaşadıkları çok kötü ve sıkıntılı bir hayattan sonra, kabirde çekecekleri sıkıntıdan sonra, mahşerdeki sıkıntılarından sonra yine çok kötü bir yere gideceklerdir. Öyleyse kâfirler ve münâfıklar bu âyetleri çok iyi düşünmelidirler. Ya da bizler bu âyetleri onlara düşündürmeliyiz. Duyurmalı ve düşündürmeliyiz ki, akıllarını başlarına alsınlar.
 

alkar52

New member
Katılım
8 Tem 2005
Mesajlar
10
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
46
Kardeşim çok güzel anlatmıssında niçin kendini bu kadar yordun. Bunu yazanın amacı anlamak olsaydı zaten bunları görürdü. Çamur at yapışmassa izi kalır zihniyetiyle yazılmış bir yazı. Cevap vermeye bile değmez
 

yigit

New member
Katılım
22 May 2005
Mesajlar
42
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
40
Konum
CENNET
Tam tersi meydanı bunlara bırakmamak gerek. Burada dinini bilenler bilebilir ama bilmeyenlerde olabilir. Ve bu durumu verilen cevaplardan esirgersek daha kötü bir durum çıkabilir ortaya.

Bir müslümanın yoldaki taşı bile kaldırması sevap iken böyle şeylere cevap yazmak kanaatimce çok daha büyük sevaptır.
 

mesud

New member
Katılım
24 Eyl 2005
Mesajlar
59
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
49
Arkadaş bu adamlar islamın ilk devrelerinde muşriklerin muslumanlara yaptıkları zulumu görmemezlikten geliyorlar muşrikler Allah birdir dedikleri için sadece yurtlarından çıkarıldılar kızgın kumlarda vucutlarına taş koyup kurda kuşa yem ediliyordu vucutları demir taraklarla taranıyordu rabim Allah tı dedikleri için iki bacaktan develere bağlanıp ters iskametlere develeri surerek ikiye böluyorlardı bu atmosferde inen ayetler elbete diyecek sizde onları görduğunuz yerde öldurun ve ayetin tamamınıda okumuyorlar ondan sonra gelen ayete bakın

Onlar, (savaşa) son verirlerse (siz de son verin); şüphesiz Allah, bağışlayandır esirgeyendir. (192)Bakara

birde bugun yaryuzune bakın filistin yılardır yahudi zulumu altında yuzlerce masum insan ölduruluyor yurtlarından suruluyor filistin halkının yaşadığı beldelerde filistın halkını çıkarıp yahudilere yerleşim alanları yapıyorlar filistinde hergun onlarca çocuk ölduruluyor onlarca kadına vahşice tecavuz deiliyor onlarca kadın dul kalıyor ama elbete
amerika ırakta deprem yaptı insanları zevk için ölduruldu camiler basıldı ibadet halındeki silahsız insanlar ölduruldu binlerce kadına tecavuz edildi erkekleri hadım ediyorlardı kadınlara işkenceyle hayvanca işkence ederek tecavuz ediyorlar
MKİLİÇ sen bu atmosferi yaşasan ne yapardın onlarla şavaşmazmıydın onları öldurmezmiydin
yoksa göz yumup o tecavuzculara o katilere seni yurdunda vatanında çıkaranlara iyimi yapıyorsuz diyip tebrikmi edeceksin
 

Arslanbey

New member
Katılım
11 Eki 2005
Mesajlar
13
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
52
Konum
Berlin
Yakin (ilahi) adalet yakin.

Yakin (ilahi) adalet yakin.

Arslanbey´den mkilic`a,

bre nár, bre....

var sana layik seni memnun edecek bir sürü yasa var, hele bir ceset halini al.

Yasalar var her zaman da oldu.
sen yazdikca gözlerim doldu :p :p :p

Artik cekinin diliniz dursun
kaleminizi tutun
kelimelerinizi yutun

Mehdi (as) gelmesi yakin
dilini tut edebini takin
hissedersin hele bir bakin
belki yarin
belki yarindan da yakin


vesselam

Arslanbey
 

E R H A N

New member
Katılım
14 Ocak 2005
Mesajlar
555
Tepkime puanı
14
Puanları
0
Yaş
45
Konum
istanbul
Web sitesi
www.hidayetcagý.com
herşeyin sahibi olan Allah a şirk koşan
onun kanunlarını uygulamayan
ve bunu kötüymüş gibi gösteren iblistir
sevgili kardeşim Allah a kalben yönelmeyen
kör sağır ve idraksizdir
eğer sende bir gün sahibine ermeyi istersen bu ayetlerin gerçekte ne anlatmak istediklerini anlayanlardan olacaksın
aksi halde ay dahi bölünse sana inandıramayız
 
Üst Alt