Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Hz. İsa ilk Geldiği Zamanlarda Çok Az Sayıda Kişi Tarafından Tanınabilecektir !!!

can

New member
Katılım
22 Eyl 2005
Mesajlar
61
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
43
Hz. İsa ilk Geldiği Zamanlarda Çok Az Sayıda Kişi Tarafından Tanınabilecektir

Deccal'in bu olumsuz faaliyetleri ve propaganda taktikleri sonucunda, yeryüzüne döndüğü ilk yıllarda Hz. İsa'yı tanıyabilecek insanların sayısının çok az olacağını Bediüzzaman da sözlerinde haber vermiştir:

Hazret-i Îsâ Aleyhisselâm geldiği vakit, herkes onun hakikî Îsâ olduğunu bilmek lâzım değildir. Onun mukarreb ve havassı (derin imanlı yakın talebeleri), nur-u iman (imanın ışığı) ile onu tanır. Yoksa bedahet derecesinde (birdenbire ve açıkça) herkes onu tanımayacaktır. (Mektubat, sf. 60)

Said Nursi bir başka sözünde ise Hz. İsa'nın toplumun büyük kesimi tarafından tanınamayacağını şöyle açıklamıştır:

"Hatta Hazret-i İsa Aleyhisselam'ın nuzulü (inişi) dahi ve kendisi İsa Aleyhisselam olduğu, nur-u imanın (iman ışığının) dikkatiyle bilinir; herkes bilemez." (Şualar, s.487)

Bediüzzaman’ın bu sözüne göre, Hz. Isa yeryüzüne ilk geldiği zaman, kendisi de Hz. İsa olduğunu bilmeyecek, ancak daha sonra farkına varacaktır. Talebeleri de onu ancak imanın nuru ile tanıyabileceklerdir. Ancak toplumun geneli açıkça O'nun Hz. İsa (a.s.) olduğunu bilmeyecektir.

Hz. İsa’nın Cemaatinin Sayısı Çok Az Olacaktır

İlk zamanlarda Hz. İsa'ya inanıp destekleyenlerin sayısı da çok az olacaktır. Bediüzzaman, Hz. İsa'nın ahir zamanda yeryüzüne ikinci kez gelişinde yaşanacak bu durumu şöyle haber vermiştir:
... "Deccal'ın fevkalâde büyük ve minareden daha yüksek bir azamet-i heykelde ve Hazret-i İsa Aleyhisselâm ona nisbeten çok küçük bulunduğunu" gösterir.

Bunun bir tevili şu olmak gerektir ki: İsa Aleyhisselâm'ı nur-u îman (imanın ışığı) ile tanıyan ve tâbi' olan cemaat-ı ruhaniye-i mücahidînin (ruhani mücahidler cemaatinin) kemmiyeti (sayısı), Deccal'ın mektebce ve askerce ilmî ve maddî ordularına nisbeten çok az ve küçük olmasına işaret ve kinayedir (maksadındadır). (5. Şua, sf. 464) (Şualar, sf. 495)

Bir başka sözünde ise Bediüzzaman Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde işaret edilen bu durumu şöyle açıklamıştır:

Hazret-i İsa (A.S.) Deccal ile mücadelesi zamanında, on arşın yukarıya atlayıp sonra kılıncı onun dizine yetiştirebilir derecesinde, vücudca o derece Deccal'in heykeli Hazret-i İsa'dan büyüktür, diye meâlinde rivayet var. Demek Deccal, Hazret-i İsa Aleyhisselâm'dan on, belki yirmi misli yüksek kametli (boylu) olmak lâzım gelir...

Birinci Cihet: Din-i İsevî'nin hakikîsini (Hıristiyanlığın gerçeğini) esas tutan İsevî ruhanîlerin cemaati ve onlara karşı dinsizliği tervice (kabul ettirip geçerli kılmaya) başlayan cemaat tecessüm etseler (maddeleşip cisim haline gelseler), bir minare yüksekliğinde bir insanın yanında bir çocuk kadar da olamaz. (Kastomonu Lahikası, sf. 75)

Bediüzzaman, bu sözlerinde Deccal'in elinde bulunduracağı maddi ve manevi güç gibi, çevresindeki insanların sayısının da çok fazla olacağını, Hz. İsa'nın cemaatinin ise Deccal'inkine kıyasla çok az sayıda kişiden oluşacağını belirtmiştir. Hz. İsa'nın toplumun büyük bir kesimi tarafından tanınamamasında, Deccal'in elinde bulundurduğu bu geniş kitle ve imkanlarla yürüteceği olumsuz propagandanın büyük etkisi olacaktır (en doğrusunu Allah bilir).

Hz. Mehdi'nin Üstün Ahlakı ve Faaliyetlerinin Benzersizliği Çok Açık Olacağı Halde Onu Destekleyen Çok Az Kişi Olacaktır

Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde Hz. Mehdi'nin, Allah korkusu çok güçlü olan, çok üstün ahlaklı bir kimse olacağı bildirilmektedir:

Ahlakı benim ahlakım olan bir evladım çıkacak. (Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, sf. 21)

Mehdi Allah'a karşı son derece boyun eğicidir. Ahlak bakımından Peygambere benzer. (Kıyamet Alametleri, sf.163)

Ben Mehdi'yi Peygamberlerin suhufunda (sahifelerinde) şöyle bulurum: "Mehdi'nin amelinde ne zulüm ne de ayıp yoktur." (Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, sf. 21)

Hadislerde verilen bu bilgilerden Hz. Mehdi'nin, çevresinde Allah’a olan bağlılığı, ihlası ve üstün ahlakıyla dikkat çeken bir kimse olacağı anlaşılmaktadır. Peygamberimiz (sav) Hz. Mehdi’nin, dinin ve Müslümanların hayrına yönelik olarak çok fazla hizmet eden, çok önemli faaliyetler yürüten bir kimse olacağını bildirmiştir. Normal şartlarda ahlakı Peygamberimiz (sav)'e benzetilen, yalnızca Allah’ın rızasına uyan, tüm insanların dünyada ve ahiretteki kurtuluşu için samimi çaba harcayan, dünyaya huzur, barış, bolluk, bereket getirecek böyle hayırlı ve kıymetli bir insanın etrafında çok sayıda insan toplanmış olması gerekir. Onun bu ahlakını ve yaptığı hayırlı faaliyetleri açıkça gören her Müslümanın bu kimsenin yanında olmayı ve Hz. Mehdi ile birlikte davranan hak topluluğa destek vermeyi istemesi; ve onlara yardımcı olabilmek için büyük bir şevk ve heyecan içinde birbirleriyle yarışmaları gerekir. Ancak buna rağmen hadislerde, Müslümanlar arasında da Hz. Mehdi'yi destekleyen insanların sayılarının son derece az olacağına işaret edilmiştir. Bu durum son derece şaşırtıcı ve düşündürücüdür. Demek ki Hz. Mehdi’nin yaşadığı toplumdaki insanlar onun sahip olduğu üstün özellikleri, yürüttüğü hayırlı faaliyetleri açıkça gördükleri halde, yine de Hz. Mehdi ve cemaatini tam olarak fark edemeyeceklerdir.

Hz. Mehdi'nin bu durumu Hz. Yusuf’un hayatıyla büyük benzerlik göstermektedir. Kuran’ın “(Kuraklık başlayınca) Yusuf'un kardeşleri gelip yanına girdiler, onu tanımadıkları halde kendisi onları hemen tanıdı.” (Yusuf Suresi, 58) ayetiyle, Hz. Yusuf’un kardeşlerinin onu tanıyamadığı, ancak onun kardeşlerini tanıdığı haber verilmiştir. İşte hadislerin işaretine göre, Hz. Mehdi de, aynı Hz. Yusuf gibi olacak; o insanları görecek ama insanlar onu fark edemeyeceklerdir.

Hatta kimileri de tam tersi bir düşünceye kapılacak, ona destek olmaktan kaçınacak, hatta garip görüp uzak duracak ve ona karşı olumsuz bir faaliyet içerisine gireceklerdir. Peygamberimiz (sav)’in hadislerinde “halkın büyük kısmının Hz. Mehdi'ye yardımcı olmaktan kaçınacağı” şöyle haber verilmiştir:

Benim ümmetimden, daima Allah tarafından desteklenen ve onlara yardımcı olmayan halkın zarar veremeyeceği bir cemaat kıyamet kopuncaya kadar hiç eksik olmayacak. Ümmetim içinde daima böyle bir taife (topluluk) bulunacaktır. (Sünen-i İbni Mace, cilt 1, sf. 16)

Kıyamet ancak, ümmetimden bir taife, insanlara galip olduğu halde kopacaktır. Bu taife ne kendilerine yardımcı olmayanlara ne de yardımcı olanlara bakmayacaklar. (onların davranışlarına, ehemmiyet vermeyeceklerdir.) (Sünen-i İbni Mace, cilt 1, sf. 19)

Kuşkusuz bu Allah’ın bir mucizesidir. Peygamberimiz (sav)'in bundan on dört asır önce söylemiş olduğu sözlerinin tam olarak gerçekleşmesi oldukça önemlidir. Hz. Mehdi ve cemaati, tüm dünya insanlarının geleceği için çok önemli ve çok faydalı oldukları halde ilk dönemlerde Müslümanlar arasında bilinmeyecekler ve halktan onlara yardımcı olan olmayacaktır.

Ancak elbetteki bu insanların bir kısmı vicdanlarıyla bu mübarek şahısların üstünlüklerini kavrayacaklardır. Fakat haklarındaki tüm delilleri görmelerine rağmen, kişisel çıkar kaygılarıyla onları tanımazlıktan gelecek, destek olmayacak, uzak durmaya çalışacak ve diğer insanlardan da bu gerçekleri saklayacaklardır. Toplumun genelinin yardımcı olmaması, onların da Hz. İsa ve Hz. Mehdi'yi desteklemekten kaçınmalarına neden olacak, aksinde maddi manevi kayba uğramaktan korkacaklardır.
 

zxcvbnm22

Mesajlari Onaylanacak
Katılım
17 Haz 2006
Mesajlar
51
Tepkime puanı
0
Puanları
0
!!! Mehdi Ve Mesih Gerçeği !!! (AÇIKLAMA)

!!! Mehdi Ve Mesih Gerçeği !!! (AÇIKLAMA)

===>>> "M E S İ H" V E "M E H D İ" N İ N G E R Ç E K Y Ü Z Ü <<<===

*** AÇIKLAMA ***

(.1.) MEHDİ VE MESİH NEREDEN VE NASIL ÇIKTI?

Sevgili CAN kardeşimizin, Mehdilik ve Mesihlik hakkında yazmış oldukları yazıyı okumam neticesinde gördüğüm bir yanlışlığı düzeltmek ihtiyacı hissettiğim için, beni anlayacaklarını ümit ediyorum. Mehdilik ve Mesihlik hakkında pek çok kardeşimizin düşüncelerinin de aynı paralelde olması, beni böyle bir yazı yazmaya sevketmiştir.

Yüz yıllardır Müslümanları meşgul eden ve sadece hayal alemiyle sınırlı kalan bu
ciddiyetten uzak meselenin, bütün kardeşlerimizin okuyup gerçeği görmesini arzu ediyorum. Buna engel olmak için yazının silinmesi durumunda, sebep olanların huzur-u ilahide sorumlu olacaklarının farkında ve bilincinde olduğunu hatırlatmaya sanırım gerek yoktur.

Bahsetmiş olduğunuz Mehdi ve Mesih; hakkında pek çok kardeşimizin hiçbir bilgisi ve araştırması olmadığı halde, bu konu üzerinde yaptıkları yorumlara maalesef siz de alet olmuşsunuz. İnternet gibi bir bilgi teknolojisi sayesinde belki on binlerce insanımızın ulaşabileceği bu yazının, İslâm adına ne gibi yıkımlara sebep olabileceğini hiç düşündünüz mü? Teessürle ifade edeyim ki Mehdi ve Mesih hakkındaki yanlış akîde; geçmişte ve günümüzde müslümanların başına çok büyük belalar açmıştır. Meselenin ciddiyetini kavramak için Yahudi tarihini araştırmamız bize çok şeyler öğretecektir.

Geçmişte aynı hataya düşen Yahudiler; eski Romalılar, Ferisîler, Sâsânîler ve Pers Krallıkları döneminde dinlerine sahip çıkmak yerine, o toplumun örf ve adetlerini kendilerine din edinerek şahsiyetsiz bir millet oldular ve devamlı aşağılanıp hâkir görülen bir topluluk haline geldiler. Bu eziklikten kurtulmak için Mesih gibi bir ütopyacılığa (hayalciliğe) başvurdular. Böylece Allah'ın dinini tebliğ etmek gibi ciddi bir görevden kaçarak Allah yolunda şehadeti hiçe saydılar. Kendilerine inen kitaba uymak yerine; kitabı kendilerine uydurdular. Allah da bize ibret almamız için, Kur'an'da 712 ayette Yahudilerin çarpık akidesinden ve dinlerini savsaklamalarından dolayı nasıl bir yaşantıya sahip olduklarını, akîdevi bozukluklarının kendilerine nasıl fatura edildiğini iyice düşünüp aynı hataları yapmamamız için, bize bir ibret olarak başlarına gelenleri tafsilatlı olarak anlatır

Şunu da üzülerek ifade etmek istiyorum ki; dünyada en çok okunan, en çok ezberlenen, en çok basılan ve satılan kitap Kur'an olmasına rağmen; yine anlaşılmayan, dinle ilgili meselelerde kendisine müracaat edilmeyen, sadece raflarda asılı bir süs eşyası gibi kullanılan, ya da sadece sevap kastıyla, belirli zaman ve mekanlarda yine belirli süreler ve ayetlerin okunduğu kitap da maalesef yine Kur'andır.

Kur'an; kelime teleffuzundan da anlaşıldığı gibi Arapça fu'lan vezninden gelen ve oldukça derin kapsamlı manalara sahip olan muhteşem ve mucize bir kitaptır. Derin manasına gelince; anlamak, yaşamak, hayatımızın bütün alanlarını ve dünyayı onunla yeniden inşa etmek için kendisiyle derhal kaynaşmamız, barışmamız ve onu dokunulmayan bir kitap olmaktan kurtarıp, ona olan hasretin ve ayrılığın iç ve dış dünyamızdaki açtığı derin yaraların acilen sarılması gerektiği bilincine varmamızdır. Allah (c.c) bize böylesine muazzam bir kitabı göndererek hak ile batılı ayırt edip, şahsiyetimizi kazanmamızı murad etmiştir ki, bu bizim için lütufların en güzelidir. Şu halde din ile ilgili bir şey söylemek için kendisinde asla şüphe olmayan Kur'an'a müracaat etmemiz gerekiyor. Bu kitabı yeterli bulmayanların, gündüzün aydınlığında güneşi görmeyip; mumla bir şeyler arayanların durumlarını isterseniz birazcık irdeleyelim.

Mehdi olayını anlatan kaynaklara, ravilere ve hadislere en güzel parmak basan eserlerden birisi, İbn-i Haldun'un Mukaddime isimli eseridir. Konuyu oradan incelediğimizde, hadislerin pek çoğunun ravileri güvenilmeyen, uydurmacı, bunak kimselerin rivayet ettiği hadisler olduğunu görürüz. Kalan bir kısmının ise, şia tarafından uydurulan hadisler olduğunu müşahede ederiz. Sebebine gelince; tıpkı Yahudilerin yanlış tasavvurlerı sonucundaki uğradıkları âkibetin bir benzerinin kurbanı olacaklarını hesaba katmadan, Hz. Hüseyin'in şehadetini ve ehl-i beyt sevgisini ifrata götürerek, kendilerinde olan ezikliği bir Mehdi beklentisiyle telafi etmeye çalıştılar. Yani ütopyacılık (hayalcilik) bir defa daha hortladı.

Mehdi ve Mesih'in kıyamete yakın zamanda geleceği inancı bu tarihi olaylara dayandırılır.

(Mehdi ve Mesih'i aşağıdaki konularda tafsilatlı olarak inceleyeceğiz)
 

zxcvbnm22

Mesajlari Onaylanacak
Katılım
17 Haz 2006
Mesajlar
51
Tepkime puanı
0
Puanları
0
M E S I H

M E S I H

(1.Bölüm) @@@...::: M E S i H G E R Ç E G i :::...@@@

HZ. İSA ÖLDÜ MÜ? YOKSA YERYÜZÜNE DÖNECEK Mİ?

Tarih içinde hakkında en çok yanlış inanca sahip olunan kişi belki de Hz. İsa'dır. Ona karşı ilk haksızlığı Hıristiyanlar yapmış ve onun Allah'ın oğlu olduğunu iddia etmiş ve onu Allah'a eş koşmuşlardır. Kuran'da Allah bu iftiraya cevap verirken şöyle buyurur:

'Andolsun, 'Allah üçün üçüncüsüdür.' diyenler küfre düşmüştür. Oysa tek bir ilahtan başka ilah yoktur. Eğer söylemekte olduklarından vazgeçmezlerse, onlardan inkâr edenlere mutlaka (acı) bir azab dokunacaktır.' (Maide Suresi – 73)

Hz. İsa'nın hakkındaki bir diğer yanlış inanç da geleneksel İslam anlayışında vardır. Bu inanca göre ise, Hz. İsa henüz ölmemiştir ve tekrar yeryüzüne dönecektir. Özellikle bazı Kur'an ayetlerindeki ifadelerin anlamları kaydırılarak, konu çarpıtılmakta ve yanlış yorumlarla, sanki Kur'an'da varmış gibi gösterilmeye çalışılmaktadır.

Bu çalışmada Kur'an'da Hz. İsa'nın ölümünün nasıl anlatıldığı üzerinde duracağız ve yanlış yorumlanan ayetleri gözden geçireceğiz.

Kur'an'daki iki ayette açıkça Hz. İsa'nın vefat ettiği bildirilir:

'Ben onlara bana emrettiklerinin dışında hiç bir şeyi söylemedim. (O da şuydu: ) 'Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin.' Onların içinde kaldığım sürece, ben onların üzerinde bir şahidim. Benim (dünya) hayatıma son verdiğinde (teveffa), üzerlerindeki gözetleyici Sen'din. Sen her şeyin üzerine şahid olansın.' (Maide Suresi – 117)

ALLAH İsa'ya şöyle demişti: 'Senin dünyadaki hayatına son vereceğim ve kendime yükselteceğim. Seni inkar edenlerden kurtaracağım ve sana uyanları Diriliş Gününe kadar inkar edenlerin üzerinde tutacağım. Sonra, dönüşünüz banadır ve anlaşmazlığa düştüğünüz konularda aranızda ben hüküm vereceğim.' (Al-i İmran Suresi – 55)

Bu ayetlerde Hz. İsa'nın vefat ( teveffa) ettiği açıkça vurgulanmaktadır. Teveffa kelimesi 'canın alınması' anlamına gelir. Kuran'da bu kelime 25 yerde geçer. Bu kelimesinin geçtiği ayetlerden birkaç örnek verelim:

1. 'Kendilerine zulmedenlerin canlarını alırken melekler…' (Nisa Suresi 97. Ayet)

2. 'Sizden birine ölüm geldiği zaman elçilerimiz onun canını hiç vakit geçirmeden alırlar' (En'am Suresi 61. Ayet)

3. 'Melekler canlarını alırken nasıl da (pişmanlık içinde) yüzlerine ve sırtlarına vururlar' (Muhammed Suresi 27. Ayet)

4.'Aralarında bulunduğum sürece onlara tanıktım. Canımı aldıktan sonra ise sen onların üzerine gözetleyici oldun. Sen her şeye tanıksın.' (Maide Suresi 117. Ayet)

5. 'Onlar ki, nefislerine zulmedip dururlarken melekler canlarını alır' (Nahl Suresi 68. Ayet)

Bu ayetlerden de anlaşılacağı gibi teveffa kelimesinin anlamı 'canın alınması' dır. Bunlar dışında teveffa kelimesinin geçtiği iki ayet daha vardır. Bunlarda da yine teveffa kelimesi canın alınması anlamında kullanılır. Ama bunun istisnası vardır ve ayette de bu durum belirtilir.

Uyku ile ilgili ayetler şöyledir:

'Allah ölüm anında nefsi (bilinci) alır; ölmeyenleri de uyku anında... Hakkında ölüm kararı verdiklerini tutar ve diğerlerini de belli bir süreye kadar salıp gönderir. Düşünen bir topluluk için bunda dersler ve işaretler vardır.' (Zümer Suresi – 42)


'O'dur, geceleyin sizi öldüren, gündüzün ne işlediğinizi bilen, belli yaşam süresi dolsun diye gündüzleyin sizi dirilten... Sonra dönüşünüz O'nadır ve yaptıklarınızı size haber verecektir.' (En’am Suresi – 60)


Bu ayetlerde geçen ifade de teveffadır. İnsanların uykusunda da canlarının alındığı bildirilir. Uykuda olanların canları uyanınca verilmektedir. Ayette uykudaki ölümün istisnası belirtilmiş ve canın daha sonra verildiği açıklanmıştır. Buradaki istisna durumuna dayanarak tüm teveffa kelimelerinin uyku olduğunu iddia etmek son derece yanlıştır. Çünkü diğer teveffa geçen ayetlerde uyku durumunda olduğu gibi canın geri verildiğinden kesinlikle söz edilmez.

Hz. İsa ile ilgili ayetlere tekrar bakılırsa, onun canının alındığı bildirilmekte ve daha sonra verileceği yönünde hiçbir ifade bulunmamaktadır. Onun uykudaki gibi olduğunu iddia etmek sadece konuyu çarpıtmaktan öteye gitmeyen bir çabadır. Eğer Hz. İsa ile ilgili ayetlerdeki 'vefat ettirme' ifadesini uyku olarak kabul edeceksek, diğerlerini de böyle kabul etmemiz gerekir. Çünkü aynı kelime aynı şekilde farklı yerlerde kullanılmaktadır. Örneğin: 4:97 'Kendilerine zulmedenlerin canlarını alırken melekler...' Bu ayette geçen ifadeden hareketle bu zulmedenlerde uyku halinde midir? Onlar da Hz. İsa gibi geri mi döneceklerdir? Onların Hz. İsa'dan farkı nedir? Bu ve buna benzer sorular hep cevapsız kalacaktır.

Ayette olan ifade Hz. İsa'nın açıkça öldüğüdür. Bunun ötesinde tekrar ruhunun verileceğine dair uyku ile ilgili ayetlerde olduğu gibi hiçbir açıklama yoktur.
(DEVAM EDECEK....)
 

zxcvbnm22

Mesajlari Onaylanacak
Katılım
17 Haz 2006
Mesajlar
51
Tepkime puanı
0
Puanları
0
### "Tevaffa" Kelimesinin Geçtiği Yerler ###

### "Tevaffa" Kelimesinin Geçtiği Yerler ###

(1.Bölümün Devamı...)

Peygamberimizin vefat ettirilmesiyle ilgili bir ayette de aynı teveffa kelimesi geçer:



1- Onlara söz verilenlerin bir kısmını sana göstersek de, senin canını alsak ( teveffa) da… (Ra'd Suresi – 40)


Bu ayetteki hitap Hz. Muhammed'edir. Eğer vefat kelimesini uyku gibi kabul edilirse, buradan yola çıkarak Hz. Muhammed'in bir gün döneceğini iddia edilebilir. Bu ne kadar saçma bir iddia ise Hz. İsa'nın gelişini yukarıdaki ayetlere dayanarak iddia etmekte aynı ölçüde saçma bir iddiadır.



2- Hz. İsa'nın tekrar yeryüzüne döneceği iddiasında bulunanların buna delil gösterilmeye çalıştıkları ayetlerden birisi şöyledir:


Hani Allah, İsa'ya demişti ki: 'Ey İsa, doğrusu seni Ben vefat ettireceğim ve seni Kendime yükselteceğim, seni inkar edenlerden temizleyeceğim ve sana uyanları kıyamete kadar inkara sapanların üstüne geçireceğim. Sonra dönüşünüz yalnızca banadır, hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyde aranızda ben hükmedeceğim.' (Al-i İmran Suresi, 55)


Bu ayette geçen 'sana uyanları kıyamete kadar inkara sapanların üstüne geçireceğim.' ifadesinden yola çıkarak, sözde Hz. İsa'nın tekrar geleceğinin Kuran’da bildirildiği iddiasında bulunulmaktadır. Bu senaryoya göre Hz. İsa yeryüzüne dönecek ve dünya hakimiyetini kendisine inananlarla beraber kuracaktır. Oysa bu tamamen Kuran'da anlatılmayan, vehme dayalı bir senaryodur.

Bu ayetin hiçbir yerinde Hz. İsa'nın yeryüzüne tekrar gelişinden söz edilmemektedir. Hz. İsa'ya uyanlar kıyamete kadar insanların üstüne geçecektir. Bu ayette vaad edilen budur. Yoksa Hz. İsa gelecek sonra tüm insanları birleştirecek ve insanların üstüne önder olacak gibi bir mantık ayette kesinlikle yoktur. Burada ayetin anlamı kaydırılarak Kuran'da bildirilmeyen bir şeyi söylemek ve böyle bir sonuç çıkartmak yanlış bir yaklaşımdır.

Burada kastedilen Hz. İsa'ya iman edenler yani Müslümanlardır. Müslümanlar ona bir peygamber olarak iman ederler. Müslümanların dünyada bir düzen kuracakları açıklanmaktadır. Bunun için Hz. İsa'nın gelişi gibi bir ön şart yoktur.


3-Bu konuyla ilgili olarak kullanılan bir ayet de şöyledir:


And olsun, Kitap Ehlinden, ölmeden önce ona inanmayacak kimse yoktur. Kıyamet günü, o da onların aleyhine şahit olacaktır. (Nisa Suresi, 159)

Bu ayette de dikkat edilirse, yine Hz. İsa gelecek diye bir anlam ya da ima yoktur. Sadece Kitap ehlinden olanların ölmeden önce ona inanacaklarını bizlere bildirmektedir. Bu ayetten yola çıkarak Kitap ehlinin ölmeden önce Hz. İsa'ya inanması ancak onun gelmesiyle olur. Öyle ise Hz. İsa gelecektir gibi yorumlar yapmak yanlıştır. Burada ayette olmayan bir şart ortaya atılmış ve açıkça ayetin anlamı çarpıtılmıştır.

Bir kere ayette Kitap Ehli'nden olanların kıyamete yakın bir zamanda Hz. İsa'ya iman edeceklerine dair bir ifade yoktur. Bu ayette tüm Kitap Ehli kastedilmektedir. Ayrıca ölümlerinden önce Kitap Ehli'nin iman etmeleri için Hz. İsa'yı görmeleri gibi bir şart da ayete göre söz konusu değildir. Hz. İsa’nın sağlığında bile onu görüp kitap ehlinden iman etmeyen bir çok kişi olmuş ve hatta onu öldürmeye bile kalkmışlardır.
Bu olsa olsa böyle olur mantığıyla bu sonuç çıkartılmış, Kur'an'da bildirilen dışında ön yargıyla ulaşılmış bir iddiada bulunulmuştur.

Ayrıca ayetin devamı dikkatli okunduğunda çok önemli bir gerçek ortaya çıkacaktır. Hz. İsa ölümlerinden önce kendisine iman edenlerin hakkında kıyamet günü aleyhlerinde şahitlik yapacaktır. Bu ayetin Arapça metninde 'aleyhim' ifadesi geçmektedir. 'Aleyhim' kelimesinin 'onların üzerine' veya 'aleyhlerine' anlamları vardır. Bu kelime şahitlik yapmak fiiliyle kullanıldığında bu şahitliğin olumsuz olduğu yani aleyhlerine olduğu anlaşılmaktadır. Kur'anda bu iki kelimenin geçtiği ayetlere bakıldığında bu anlaşılacaktır.

Örneğin:


Sonunda oraya geldikleri zaman, işitme, görme (duyuları) ve derileri kendi aleyhlerine şahitlik edecektir. (Fussilet Suresi – 20)


Ayetin devamıyla düşünüldüğünde kitap ehlinde ölümlerinden önce Hz. İsa'ya iman edenlerin imanının makbul bir iman olmadığı anlaşılmaktadır. Aksine Hz. İsa onların aleyhlerine şahitlik yapacaktır. Bu iman Firavun'un imanı gibi kabul edilmeyen bir imandır. Üstelik burada söz edilen kitap ehli kıyamet gününe yakın olanlar değil Hz. İsa'dan sonra yaşayan tüm kitap ehlini kapsar. Bunların hepsi ölümlerinden önce Hz. İsa'nın Allah'ın elçisi olduğuna iman etmektedirler. Fakat ölüm anından önce olan bu iman makbul bir iman değildir. Hesap günü İsa onlardan şikayetçi olacaktır. Yukarıdaki ayetin önce ve sonrası okunduğunda burada kitap ehlinden Yahudilerin eleştirildiği görülecektir.

Şimdi ayetin başına dönersek bu ayetin neresinde Hz. İsa tekrar yeryüzüne gelecek şeklinde bir anlatım yada ima vardır? Neye dayanarak böyle bir sonuç çıkarılmaktadır? Görüleceği gibi bu iddia sadece bir vehimdir ve bu yanlış yorumlar Kur'an'a ait değildir.



4- Zuhruf suresinde ki bir başka ayet de yine anlamı dışında Hz. İsa'nın gelişiyle ilgili kullanılmaya çalışılmaktadır. Ayet şöyledir:



Şüphesiz o, saat için bir ilimdir. Öyleyse ondan yana hiçbir kuşkuya kapılmayın ve bana uyun. Dosdoğru yol budur. (Zuhruf Suresi - 61)


Bu ayette o sıfatının Hz. İsa olduğunu söyleyip, onun kıyamet saati için bir ilim olması için ancak kıyametten önce gelişiyle olabileceği iddia edilmektedir.

Bu ayette geçen 'o' zamiri hakkında iki farklı görüş var. Biri 'o' zamirinin Kuran'ı işaret ettiği diğeri ise ‘o’ zamirinin Hz. İsa'yı işaret ettiğidir. 'O' zamirinin Hz. İsa'yı işaret ettiğini kabul etsek bile, ayetin direkt anlamından Hz. İsa'nın yeniden yeryüzüne gelişini söyleyen yada işaret eden bir ifade bulunmadığı görülecektir. Bu ayette de diğerlerinde olduğu gibi bir ön kabul yapılıyor ve Hz. İsa'nın kıyamet için bir ilim olması için ancak kıyametten önce gelişiyle olabilir denilmektedir.

Örneğin bir başka Kuran ayetinde 'kıyamet yaklaştı' şeklinde bir ifade bulunmaktadır. Günümüzden 14 asır önce de Kuran'ı okuyan bir kişi bu ayetle karşılaştığında kıyametin yaklaştığını okumaktaydı. Fakat aradan 1450 yıla yakın bir zaman geçmiştir. Hala kıyamet kopmamıştır fakat kıyamet bize yakındır. İnsanlık tarihine göre yaşanan zaman ayetin ifadesiyle kıyamete yakın bir zamandır. Ama kıyametin kopması daha asırlar da sürebilir veya yarın da kopabilir.

Bunun gibi ayetin ifadesiyle Hz. İsa kıyamet için bir ilimdir. Yani Hz. İsa ile ilgili bir şey kıyametin saatinin bilgisini verecektir. Fakat ayette Hz. İsa'dan hemen sonra kıyamet kopacak gibi bir anlatım yoktur.



5- Hz. İsa'nın tekrar yeryüzüne döneceğini bir an için kabul edelim. Bu durumda yaptığımız kabul açıkça Kuran'daki ayetlerle çelişecektir.

Hz. İsa kendisine kitap verilmiş bir nebidir. Eğer ikinci sefer gelecekse yine nebi olacaktır. Onun ikinci gelişinde nebi olmayacağının iddia edilmesi açık bir saptırmadır. Kuran'da Hz. İsa'nın nebiliğini ortadan kaldıran hiçbir ayet yoktur. Fakat yine Kuran ayetinde Hz. Muhammed'in nebilerin sonuncusu olduğunu bildirilmektedir:

Muhammed, sizin erkeklerinizden hiç birinin babası değildir; ancak o, Allah'ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah, her şeyi bilendir. (Ahzab Suresi – 40)

Bu durumda Hz. İsa'nın tekrar geleceğini söylemek bu ayetle açıkça çelişir. Çünkü son nebi Hz. Muhammed'dir ve ondan sonra bir daha nebi gelmeyecektir.


6- Hz. İsa'nın tekrar geleceğini iddia edenlerin, kendi görüşleri doğrultusunda kullanmaya çalıştığı ayetlerden birisi de şöyledir:

Ve: 'Biz, Allah'ın Resulü Meryem oğlu Mesih İsa'yı gerçekten öldürdük' demeleri nedeniyle de (onlara böyle bir ceza verdik.) Oysa onu öldürmediler ve onu asmadılar. Ama onlara (onun) benzeri gösterildi. Gerçekten onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, kesin bir şüphe içindedirler. Onların bir zanna uymaktan başka buna ilişkin hiç bir bilgileri yoktur. Onu kesin olarak öldürmediler. (Nisa Suresi – 157)

Bu ayette geçen 'onu öldürmediler ve onu asmadılar.' İfadeden yola çıkarak Hz. İsa'nın öldürülmediği ve asılmadığı dolayısıyla hala canlı olduğu ve tekrar yeryüzüne döndürüleceği iddia edilmektedir.

Oysa ayet önyargılardan sıyrılarak okunduğunda böyle bir anlatımın olmadığı açıkça anlaşılacaktır. Burada söylenen şey Hz. İsa'yı öldürmeye çalışan kişilerin onu öldüremediği ve asamadığıdır. Yani inkarcılar Hz. İsa'ya bir zarar verememişlerdir. Fakat bu Hz. İsa'nın vefat etmediği ve tekrar yeryüzüne gönderileceği anlamına gelmez. Örneğin: müşrikler Hz. Muhammed'i ne öldürebildiler ne de asabildiler. Böyle olması Hz. Muhammed'in ölmediği anlamına gelmez. Hz. Muhammed başka bir vesile ile vefat etmiştir. Yukarıdaki ayette de Hz. İsa'nın inkarcılar tarafından öldürülmediği vurgulanmaktadır. Fakat bu başka bir vesile ile Allah onu vefat ettirmiş ve kendi katına yükseltmiştir. Dolayısıyla da bu ayetteki ifadelerde ne Hz. İsa'nın vefat etmediği gibi bir anlam vardır, ne de tekrar yeryüzüne döneceğine dair bir anlatım mevcuttur.

Sonuç: Temel olarak Hz. İsa'nın tekrar yeryüzüne dönüşüne delil olarak gösterilmeye çalışılan ayetler bunlardır. Görüldüğü gibi ayetlerde bildirilen Hz. İsa'nın öldüğüdür. Bunun ötesinde hiçbir ayette tekrar yeryüzüne döneceğine dair bir ifade yoktur.

Hz. İsa'nın tekrar yeryüzüne dönüşü iddiası Kuran'a dayalı bir düşünce değildir. Bu düşünce Hıristiyan etkisiyle uydurulmuş hadisler vasıtasıyla İslam dinine geçmiştir. Günümüzde de bu konuyu suiistimal etmek isteyen kişiler tarafından kullanılmaktadır. Bu suiistimallere karşı yapılacak en iyi tavır, olayları hep Kuran'a göre değerlendirmek ve Kuran dışı bu tarz zırvaları tümüyle terk etmektir.

Ayrıca bu konuda son sözü yine kurana bırakacak olursak, sanırım en doğrusunu yapmış olacağız.

Yüce rabbimiz Enbiya suresi 34. ayeti kerimesinde peygamerimize

'Biz senden önce de hiçbir insanı ölümsüz kılmadık, Sen ölürsün de onlar bâki kalır mı.'
buyurarak hiç bir şüpheye asla meydan bırakmamıştır. Sanırım Allahın sözüne uymanın en doğru yol olduğu gerçeğine kimsenin itirazı olamaz.

(DEVAM EDECEK...)
 

zxcvbnm22

Mesajlari Onaylanacak
Katılım
17 Haz 2006
Mesajlar
51
Tepkime puanı
0
Puanları
0
M E H D I

M E H D I

(2.Bölüm)

MEHDİLİK NEDİR ?

Mehdi kıyamet alametleri içinde en popüler olan, hakkında en çok hadis uydurulan ve en çok istismar edilen karakterdir. Hadisler kullanılarak oluşturulan bu karakterin kıyamete yakın dünyaya geleceğine, herkesi yenip dünyaya hakim olacağına, daha sonra gelecek Hz. İsa ile buluşup dünyayı yöneteceğine, bunları gerçekleştirmek için ise Deccal ile savaşacağına inanılır. Hadislere göre Mehdi kadar, Mehdi'nin talebeleri de üstün yeteneklere sahip sıra dışı kişilerdir. Tüm bu yeteneklere sahip olabilmek, kendi şeyhinin, kendi liderinin Mehdi olduğunu ispat edebilmek için binlerce hadis uydurulmuştur. Bu yüzden Mehdi'nin dış görünüşü hakkında, yapacakları hakkında, çıkacağı yer hakkında birbiriyle çelişen birçok ha-dis vardır. Mesela bir hadise göre Mehdi Şam'dan çıkacakken, diğerine göre Kufe'den, bir diğerine göre İstanbul'dan, bir başka hadise göreyse Medine'den çıkacaktır. İlk nesiller kendi şeyh ve liderini Mehdi çıkarmak için o kadar çok hadis uydurmuşlardır ki sonraki nesillerin hadis uydurmasına gerek kalmamıştır. Bu nesiller de kendi liderlerine uyan hadisleri doğru kabul etmiş, diğer hadisleri yorumla saptırmış veya yalanlamışlardır. Örneğin liderleri küçük burunluysa, 'Mehdi küçük burunludur' hadisini kabul etmişler, Mehdi'nin gaga burunlu olduğuna dair hadisleri gözardı veya inkar etmişlerdir. Bu yüzden İslam aleminde Mehdi enflasyonu yaşanmıştır. Şu anda Mehdi sanılan bir dîni grup lideri var mı diye sorulabilir. Buna cevabımız 'Acaba hangi grup kendi liderini Mehdi sanmıyor ki!' şeklindedir.


HER TARAF MEHDİ KAYNIYOR

Gerek Türkiyedeki, gerek İslam alemindeki gelenekçi cemaatleri iyi tahlil etmemiz için Mehdilik olgusunu iyice kavramamız gerekmektedir. Biz Türkiye'deki bizce en büyük olan on geleneksel İslami cemaati bir kenara yazdık ve sonra bunların hangisinin şeyhini, liderini Mehdi zannettiğini araştırdık. Sonuçta tamama yakınının kendi şeyhini, liderini Mehdi sandığını gördük. Bu da gerçek manada İslami cemaatleri kavramak için Mehdiyet olayını bilmenin ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. (Unutmayın ki cemaatlerin büyük bir kısmı Mehdiyet konusunda açık konuşmaz. Bu konuyla ilgili bilgileri kendi içine girenlere bile hemen açıklamazlar.

Birçok cemaatte bu bilgileri açıklayan şeyhin kendisi değil, onun en yakın halkası olmaktadır.) Hadislerde Mehdi'nin kendisinin bile Mehdi olduğunu söylemeyeceği de nakil edilir. Cemaatler bu hadisi liderlerinin Mehdiyetini gizlice, kulaktan kulağa, basının ve diğer kuruluşların önünde belli etmeden yaymalarının daha iyi olduğuna işaret kabul ederler. Mehdiyet bir cemaate büyük bir kuvvet verir. Liderinin; 1400 yıl önce tarif edilen, bazı Peygamberlerle eşit üstünlükte olan, dünyaya hakim olacak kişi olması, liderin müritlerinde çok güçlü bir bağlılık oluşturur. Bu bağlılıkla müritler tüm enerjilerini, tüm paralarını, tüm imkanlarını şeyhin eline teslim ederler. Şeyhin hiçbir lafını tartışmayı bile düşünemezler. 1400 yıl önce hadislerle müjdelenmiş, dünyayı fethedecek Mehdi'ye karşı gelmek kimin haddine düşmüştür? Liderini Mehdi diye yüceltenler, Mehdi'nin talebeleri olma vasfıyla 1400 yıl önceki hadislerde müjdelendikleriyle uyutulurlar. Mehdi'nin halife olacağına dair izahlar, grup liderlerinin uzun vadeli ayaklanma, darbe gibi organizasyonlarla halifeliğe oturtulması gerektiğine dair planları da düşündürür. İslam tarihi kendini Mehdi sanıp ayaklanmalar çıkartmış ve yüzlerce kişinin ölümüne sebep olmuş şizofrenlerin örnekleriyle doludur. (Mehmet Kemâl Pilavoğlu Olayı, Dürzîler, Kadiyânîler gibi pek çok ekollerde olduğu gibi...)


HUMEYNİ' NİN MEHDİLİKTEN GELEN GÜCÜ

Şiilik'te Mehdilik konusu imanın şartlarındandır. Şiilik'teki bu konuya atfedilen önem Sünniliğin de üstündedir. Mehdinin hicri 256'da doğan Hasan Askeri'nin oğlu Muhammed olduğu, ortadan kaybolduğu ve günü gelince meydana çıkıp vazifeyi alacağı inancı Şiiliğin temel inançlarındandır. Şu anda hicri 1400'lü yıllarda olduğumuz düşünülürse Şiiler'in temel inancına göre Mehdi 1100 yıldan fazla bir süredir bizle saklambaç oynayan bir kişidir. Geleneksel İslamcılar içinde kalabalık bir kitleyi temsil eden Şiiler'in bu inancı geleneksel kitlelerin aklı nasıl bir kenara bırakıp, Kur'an yerine , böylesine akıl almaz efsanelerle oyalandığını gözler önüne sermektedir. Şii yönetimleri ve İran devrimini tahlil etmek için de Mehdilik konusunun bilinmesi çok önemlidir. Şiiler'e göre Mehdi ortaya çıkıncaya kadar onun vekilleri hüküm sürecektir ve vekillere itaatsizlik, Mehdi'ye itaatsizliktir, Mehdi'ye itaatsizlik ise Allah'a isyandır. Ayetullah Humeyni de Mehdi'nin bir dönemdeki vekili kabul edilmekteydi. Böylece Ayetullah Humeyni halkı kontrol edecek ve yönlendirecek kuvveti Mehdi vekilliğinden alıyordu. Humeyni'ye itaat Şii inancında farzdı. İran devriminde halkın bölünmeden tek kaynaktan büyük bir bağlılıkla idare edilip ayaklanmasının altında da Mehdiyet inancı vardır. Yani yakın tarihte önemli yeri olan Şii-İran devrimini iyi anlamanın yolu da Mehdiyet konusunu iyi analiz etmekten geçmektedir. Şiilik'te, Sunnilik'teki binlerce Mehdi'ye karşı tek bir saklambaç oynayan Mehdi vardır, fakat bu Mehdi'nin Humeyni gibi vekilleri bile sırf bu vekaletten dolayı ihtilal yapacak gücü ellerinde bulundurmuşlardır.
(DEVAM EDECEK...)
 

zxcvbnm22

Mesajlari Onaylanacak
Katılım
17 Haz 2006
Mesajlar
51
Tepkime puanı
0
Puanları
0
*** Gayb ***

*** Gayb ***

PEYGAMBER GAYBI BİLİR Mİ?

Mehdi ile ilgili verilen bilgilerin ve yapılan rivayetlerin hiçbirisi Kur'an tarafından tasdik edilmemektedir. Çünkü Mehdilik olayı, kıyamet alâmetlerinden biri olarak düşünüldüğüne göre, peygamber (s.a.) için gaybî bir olaydır. Gaybî olaylar hakkında Peygamberimizin bilgisi, Kur'an'da şöyle ifade edilmektedir:

'Onlara şunu söyle: 'Ben size Allah'ın hazineleri yanımdadır demiyorum. Gaybı da bilmem ben! Size ben bir meleğim de demiyorum. Yalnız bana vahyedilene uyarım ben!' Sor onlara: Körle gören bir olur mu? Hâlâ düşünmüyor musunuz?' (En'am Suresi 50. Ayet)

'Gaybın anahtarları O'nun yanındadır; onları O'ndan başkası bilmez. O, karada ve denizde olanı da bilir. O'nun bilgisi dışında bir yaprak bile düşmez. Toprağın karanlıklarındaki bir dâne, yaş ve kuru her şey apaçık bir Kitap'ın içindedir.' (En'am Suresi 59. Ayet)

'De ki: 'Ben kendi nefsime, Allah'ın dilediğinden başka ne bir yarar sağlayabilirim ne de bir zarar verebilirim. Eğer gaybı bilseydim elbette daha çok hayır yapardım. Ama bana kötülük dokunmamıştır bile. Ben, inanan bir topluluk için bir uyarıcı ve müjdeciden başkası değilim.' (Araf Suresi 188. Ayet)

'Ben size demiyorum ki, Allah'ın hazineleri benim yanımdadır. Ben gaybı bilmem. Ben bir meleğim de demiyorum. Ama gözlerinizin horlayarak baktığı kişiler için, 'Allah bunlara hiçbir hayır vermeyecek' diyemem. Onların benliklerinde neyin saklı olduğunu Allah daha iyi bilir. Başka türlü davranırsam kesinlikle zalimlerden olurum.' (Hûd Suresi 31. Ayet)


PEYGAMBER VAHYOLUNAN DIŞINDA DİN ADINA BİR ŞEY SÖYLERSE NE OLUR?

Yüce Allah, Peygamberin din adına kendiliğinden bir şey söyleyemeyeceğini ve sadece vahyi konuştuğunu Necm Suresi 3 ve 4. ayetlerde apaçık beyan ediyor. Bunun aksi olduğu takdirde ise neler olacağını ifade etmesi bakımından lütfen şu ayetleri tekrar okuyalım:

'Kur'an, Alemlerin Rabbi'nden bir indiriştir.'
'Eğer (Muhammed) bazı lafları bizim sözlerimiz diye ortaya sürseydi,'

'Yemin olsun, ondan sağ elini (gücünü kuvvetini) alırdık.'

'Sonra ondan can damarını mutlaka keserdik.'

'Sizin hiçbiriniz ona siper de olamazdınız.' (Hakka Suresi 43-44-45-46-47. Ayetler)

Eğer sahih hadis kitaplarında geçtiğini iddia ettiğiniz bu haberler Kur'an'la çelişiyorsa; delil olarak hangisini alacağınızı bilmek zorundasınız. Bu haberlere itibar ettiğiniz takdirde Allah'ı ve Rasulünü yalancılıkla suçlamış olmuyor musunuz?

Bu yazdığınız bilgilerle insanların bilgi sahibi olmasına gayret ettiğinize ve iyi niyetli olduğunuza inanıyorum. Fakat iyi niyet de bazen işe yaramıyor sevgili dostum. Kaynağı ve garantisi Allah olan bir din hakkında bir şeyler söylemek için, o dinin bize açılan kapılarını ve pencerelerini tanımak ve bilmek gibi bir misyona sahibiz. Yani vahyi anlamak bize Allah'ın UNZUR ( bak ) dediği yerden bakarak kainatı, hadisatı ve eşyayı anlamayı öğretecektir.

Bu nedenle asırlardır Müslümanları oyalayan böylesine saçma sapan konuları kaleminize alırken biraz daha araştırarak haber kaynağının Kur'an'a muhalif olmamasına özen göstermenizi istirham ederim...

Mehdilik konusu öylesine kullanıldı, yıpratıldı, çiğnenildi ve hatta ismi ile beraber kendisinde olmayan olağan üstü güç ve üstünlük vasıflarından yola çıkılarak mehdilik mitolojisinden (efsanesinden) öylesine nemalananlar oldu ki, artık daha fazlasına Müslümanların asla tahammülü kalmamıştır.



(DEVAM EDECEK...)
 

zxcvbnm22

Mesajlari Onaylanacak
Katılım
17 Haz 2006
Mesajlar
51
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Kur'an Ve Hadisler.....

Kur'an Ve Hadisler.....

(3.Bölüm)

HADİSLERİN KUR’AN İLE ÇELİŞKİSİ

Sahih kaynaklar olarak bildiğimiz ve içerisinde ne varsa tereddüt etmeden, Kur'anla çelişkili olup olmadığına bakmadan, tarihi gerçeklerle ne kadar tenakuza düştüğünü incelemeden kabul ettiğimiz hadislerden bazılarını aşağıda zikrederek bu kaynakların Mehdilik ve Mesihlik hakkında da neler uydurabileceklerini tahmin etmeniz bakımından, gerçekleri daha objektif görmenize yardımcı olacağını ümit ediyorum.

1) Hadis: Ölüm meleği Musa'ya gelerek: 'Rabbine icabet et' dedi. Bunun üzerine Musa ölüm meleğinin gözüne tokat vurarak onu çıkarttı. Melek hemen Allah'a dönerek Sen beni ölmek istemeyen bir kuluna göndermişsin, o benim gözümü çıkardı' dedi.
Sahihi Müslim 10/176

Aynı hadisin biraz değişik rivayeti için Tecrid-i Sarih tercümesi cilt 4 sahife 506 ve 659. hadise ve Buhariye muracaat ederek aynı mesele hakkında bilgi edinebilirsiniz.

2) Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor : Resûlullah s.a.v. buyurdular ki :
'Cehennem içerisine âsiler atıldıkça: 'Daha var mı?' demekten geri durmaz. Bu hal, Rabbu'l-İzze'nin cehennemin üzerine ayağını koyup, iki yakasını dürüp birleştirmesine kadar devam eder. işte o zaman Cehennem: 'Yeter, yeter. İzzet ve keremine yemin olsun yeter' der. Cennette fazlalık devam eder. Allah, ona mahsus yeni bir halk yaratır ve bunları cennetin fazla kısmına yerleştirir.
(Kütüb-i Sitte, Prof. Dr. İbrahim Canan, Akçağ Yayınları 1992 - Ankara. Cilt 14 s. 445 Hadis sırası 5226, Alıntıları: Buhari, Tefsir, Kâf 1. Eymân 12. Tevhit 7, Müslim, Cennet 37, ( 2848), Tirmizi, Tefsir, Kaf, (3268) ) işi iyice incelemenizi tavsiye ediyorum. Buhari'nin bir başka hadisinde gözü çıkarılır.

3) Ebû Seleme'nin yaptığı diğer bir rivayette şöyle gelmiştir: 'Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) 'nin yanına girmiştim. Yanımda Hz. Aişe'nin süt kardeşi vardı. Kendisine, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın cenâbetten nasıl yıkandığını sorduk. Bir sa' miktarında bir kap getirtti ve onunla yıkandı. Aişe ile aramızda bir perde vardı. (Yıkanırken) üzerine üç kere su döktü ve dedi ki: 'Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) 'ın zevceleri, saçları kulak memesi civarında olması için saçlarının başlarını alırlardı.' (K.S. 3760 C.10 S.542 Akçağ-1990, alıntıları; Buhari, Gusl 2, Müslim Hayz 41, 42, (319-320); Muvatta, Tahâret 68, (1, 44, 45); Ebu Dâvud, Tahâret 97, (238); Nesâi, Tahâret 144, (1,127) )

4) Hadis: 'Eğer erkeğin tepesinden tırnağına kadar cerahat aksa, kadın da bunları ağzı ile temizlese, yine de erkeğin hakkını ödemiş olmaz.'
İbni Hacer el Heytemi 2/121
5) Hadis: 'Zina yapan evlilerin taşlanarak öldürülmelerini emreden ayet Hz. Ayşe'nin döşeğinin altındaki sayfada yazılı bulunuyordu. Peygamber ölünce Hz. Ayşe onun gömülme işlemleri ile meşgulken, evin açık kapısından içeri giren bir keçi o sayfayı yedi. Böylece taşlayarak öldürme cezası Kuran'dan çıktı. Ama hükmü devam etmektedir.'

6) Hadis: 'Hacerül Esved cennettendir. O kardan daha beyaz idi ve müşriklerin günahı onu kararttı.'
A. Hanbel 1/307

7) Hadis: 'Hacerül Esved Allah'ın yeryüzündeki sağ elidir. Onunla insanlardan dilediği ile tokalaşır.'
Camiüs Sağır 1/151 İbni Mace 36/194,Hanbel 3/61,5/131

Hacerül Esved taşı için uydurulan bu tip hadisler, hac sırasında Kabe'de ilkel hareketlerin sergilenmesine sebep olmaktadır. Hacerül Esved taşına dokunmak için birbirini ezenleri dinimizi bilmeyenler görse, bazı insanların bu taşı put edindiklerini bile zannedebilirler. Bu hadisler daha evvel de alay konusu olmuştur. Hadislerin güvenilmez olduğunu Abbasiler döneminde savunup, sonra siyasi konjonktürde yok olan Mutezileler: 'Bu hadise göre Hacerül Esved denen taş müşriklerin günahı yüzünden Kabe putperestlerin elinde iken karardıysa, şimdi Kabe Müslümanların elinde olduğuna göre bu taşın beyazlaması gerekir.' diyerek bu hadisi savunanlarla alay etmişlerdir.

8) Hadis: 'Allah ahirette Peygamberlere kimliğini kanıtlamak için bacağını açıp baldırını gösterir' Müslim İman 302, Buhari 97/24,10/29, Hanbel 3/1

9) Hadis: 'ölü, ailesinin kendisi için ağlamasından dolayı azaba uğratılır.'
Buhari K. Cenaiz 32,33,34


10) Hadis: 'Kadınlar arasında iyi kadın, yüz tane karga arasında alaca bir karga gibidir.'
Buhari 9/1391


11) Hadis: 'Peygamber Medine'de bir Yahudi tarafından büyülendi. Günlerce ne yaptığını bilmez durumda ortalıkta dolaştı.' Buhari 76/47 Hanbel 6/57,4/367


12) Hadis: 'Dünya balığın üzerindedir. Balık başını sallayınca Dünya'da depremler olur.'
İbni Kesir Tefsiri 2/29 68/1’in açıklamaları


Bu hadislerin, hangi kitaplarda geçtiğine iyice dikkat edelim lütfen. Hadis kitaplarının sözde en doğruları olarak gösterilen, tek hadisini inkar edenin kafir olacağı söylenen Müslim ve Buhari gibi, hatta bunların dışında kalan diğer sahih kaynaklarda da bunlara benzer, ne kadar zayıf ve uydurma hadis olacağını varın siz tahmin edin. Hadisçilerin mantığına göre, bu hadisleri inkar eden kafir; bu hadislere inanan gerçek Müslüman olacaktır. Allah'a hiçbir şeyin benzemediğini söyleyen ayetlere karşın, hiçbir mecazi ifadeyi çağrıştırmadan, Allah'ın baldırı olduğunu ve ahirette baldırını açacağını söylemenin saçmalığını uzunca anlatmaya bilmiyorum gerek var mı ?

Aslında hadis, Sünnet ve Kur'an arasındaki bağlantıları geniş bir konu olarak yazmak isterdim fakat, hadislerden önce Kur'an-ı Kerim'in ve İslam tarihinin çok iyi bilinmesi gerektiği kanaatında olduğum ve bir çok kardeşimizin de Kur'an yerine ucuz cennet parselleyen, bol soslu masal kitapları okumaktan vaz geçmelerini istediğim ve bizzat araştırmalarını arzu ettiğim için tafsilatlı bir açıklama yapmak istemiyorum.

Dikkat ederseniz İslam tarihinin önemini özellikle vurgulamaya çalıştım. Bunun manası; söz söylenir, fakat tarih bizzat yaşanır. Söz uydurulabilir, fakat tarih uydurulamaz. Söz unutulabilir, fakat tarih kayda geçtiği için unutulmaz. İslam tarihi, Emeviler, Abbasiler, Bizanslılar,Yunanlılar, Osmanlılar, Romalılar dendiği zaman herkesin ne anladığı bellidir. Bunların arasına birde Şirinler, Cinler, Cümbüşler tarihi eklesek buna kimleri ne kadar inandırabiliriz. Bu gerçeklerden yola çıkarak, sadece şu hadislerin tarihle olan çelişkisini tespit etmeye ve Tarih-Hadis ilişkisini kavramaya çalışalım.


( Sahih-i Buhari Vahy Kitabı 3 numaralı rivayet: )
Bize, Yahya ibn Bükeyr, ona Leys, ona Ukayl, ona İbni Şihap, ona Urve ibn Zübeyr, Urve de müminlerin annesi Ayşe'den tahdis etti. Müminlerin annesi Ayşe şöyle dedi:
Rasülüllah'a ilk vahyin başlayışı, uykuda 'Doğru rüya' dır. Her gördüğü rüya sabah aydınlığı gibi ortaya çıkardı. Sonraları ona, YALNIZLIK sevdirildi. Hıra dağındaki mağaraya yalnızlığa çekilir, belirli gecelerde ailesinin yanına gelinceye kadar ibadet ederdi. Tekrar yiyecek içecek alır yine giderdi. Tekrar Hatice'nin yanına döner, yiyecek içecek tedarik edip yine giderdi. Ta ki vahy gelene kadar.
Ve Hıra mağarasında iken ona melek geldi,ve 'oku' dedi. O da 'Ben okuyucu değilim' dedi. Peygamber buyurdu ki: O zaman melek beni alıp takatım kesilinceye kadar sıkıştırdı. Sonra beni bırakıp yine, 'oku' dedi. Ben de ona, 'Ben okuyucu değilim' dedim. Yine beni alıp, ikinci defa takatım kesilinceye kadar sıkıştırdı. Sonra beni bırakıp yine, 'oku' dedi. Ben yine, 'Ben okuyucu değilim' dedim. Sonra beni üçüncü defa sıkıştırdı. Sonra bırakıp:
'Yaratan Rabbinin adıyla oku! İnsanı kan damlasından yarattı. Oku! Rabbin en büyük cömertliğin sahibidir.
Bunun üzerine Rasulüllah, bu ayetlerle yüreği titreyerek Hatice'ye döndü. 'Beni sarıp örtünüz, beni sarıp örtünüz!' dedi. Korkusu gidinceye kadar vücudunu sarıp, örttüler. Ondan sonra, olanları Hatice'ye haber verdi. 'Kendimden korktum' dedi. Hatice de: ...
Şeklinde devam eden hadisi, hemen her Müslüman bilir. Burada ne tuhaflık var derseniz, iyice dikkat etmemiz gereken tarihi bir yanlışlık gözümüze çarpıverir. Hz. Ayşe Allah'ın Rasulü ile evlendiğinde en az 20 yaşında idi. Hz. Ayşe bu evliliği hicretten sonra yaptığına göre, Vahyin geldiği ilk yıllarda Hz. Ayşe ancak 7-8 yaşlarında olabilir. Bu yaşlarda rasulullahın evinde ne işi vardı ve bu kadar küçük yaşta birinin vahy gibi ciddi bir meseleyi bütün tafsilatıyla nasıl anlatacağı su götürmez bir uydurmadır. Buna da itiraz edeceğinizi çok iyi biliyorum. Kitaplarımızın yazdığına göre Hz. Ayşe Rasulullah ile evlendiğinde 9 yaşındadır, fakat bu kuyruklu bir yalandır. Çünkü Araplarda buluğ çağına gelen kız çocuklarına bir (1) yaşına girdi tabiri kullanılır. Hz. Ayşe validemizin en erken 12 yaşında erginlik çağına geldiğini düşünürsek, buna 8 yaş daha eklediğimizde Hz. Ayşe 8+1=9 yani 12+8 = 20 yaşında olur ki bu da bizim yanılgıya düştüğümüz meseleyi aydınlığa kavuşturur. Bu hadiseyi Hz. Hatice validemizin nakletmesi normal ama Hz. Ayşe'nin nakletmesi asla normal değildir.
SONUÇ OLARAK: Bu meseleleri Kuran'a arz ettiğimiz zaman, vahyin iniş sebebine, muhteviyatına ve vermek istediği mesaja ters düşmektedir. Buna benzer daha pek çok mesele yüzyıllardır yanlış algılanmış ve kitaplarımıza aktarıldığı şekliyle kabul görmüştür. Biz, müslüman olmak gibi çok büyük sorumluluk taşıyan Allah'ın bizâtihî muhataplarıyız. Başkalarının yanlış yazdığı, yorumladığı şeyleri olduğu gibi kabul etmek gibi bir mecburiyetimiz yoktur. Allah'ın kitabında sık sık akletmemiz ve bilmediğimiz şeyin ardına düşmememiz gerektiği, Allah'ın açıkladığı meseleleri yeterli bulup, onunla amel etmek mükellefiyetine sahip olduğumuz bize açıkça bildirilir. Mehdi ve Mesihlik meselesi de Kur'anî olmayıp zorlama ile çıkarılan mânâlardan dolayı hep yanlış algılanmıştır.
Bu yazıyı okuyan kardeşlerimize bu ve buna benzer meselelerde yanlış akîdeye saplanmamalarını, sorumluluk bilincinde olup hiçbir konuyu araştırmadan, o konu hakkında yorum yapmamalarını arzu eder; Allah'a emanet olmalarını temennih ederim.
~ S O N ~
 
Üst Alt