Gülerken Düşünmek, Düşünürken Gülmek İsteyenler Buyrun...


SERVET İLE ÖVÜNMEK





Harun Reşit ile Behlül Dânâ Hazretleri sohbet ediyordu. Bir ara Hazret:

-Ey Halife! Farz et ki büyük bir çölde kaybolmuşsun. Susuzluktan ölmek üzeresin. O anda birisi gelip , elinde ki su dolu kırbayı sana satmak istese kaç para verirsin ? diye sordu.

Halife gülerek:

-Ne kadar isterse veririm, dedi.

-Peki, o suya karşılık servetinin yarısını istese verir misin?

-Veririm.

Şeyh :

-Doğru söyledin , dedi ve devam etti : Ey Halife! Diyelim ki servetinin yarısı ile o suyu alıp içtin ve bir müddet daha yaşama imkanı buldun. Fakat az sonra içtiğin suyu çıkarman gerekir. Ama buna muvaffak olamasan, bütün uğraşmalarına rağmen idrarını yapamasan ve âdeta ölecek hale gelsen... o anda yine birisi karşına çıkıp: "Seni tedavi edebilirim, ancak servetinin öbür yarısını isterim!..." dese, ne dersin?

Halife hiç düşünmeden:

- Elbette razı olurum, dedi.

Bunun üzerine Behlül Dânâ :

- Öyleyse Ey Emirül Mü'minin ! Önce içtiğin, sonra da idrar yolu ile dışarı attığın bir yudum su kıymetinde bile olmayan servetine sakın güvenme!... Hiç kimseye karşı mal, mülk ve servetinle övünme, buyurdu.
 


BU YÜZ ÇİĞNEMEYE DEĞİL ÖPÜLMEYE LAYIKTIR




Ebû Zer Hazretleri anlatıyor:

Bir gün Bilâl-i Habeşî ile sohbet ederken, bir mesele hakkında anlaşamayarak işi münakaşaya döktük. Bilâle :

-Sen bundan ne anlarsın siyah kadının oğlu, diyerek hakâret ettim.

Hazreti Bilâl bunu Efendimiz e söylemiş, Resulüllah beni huzuruna çağırdı. Hemen koştum , bana:

- Sen rengi siyah diye Bilâl i küçük görmüş ona hakaret etmişsin. Doğru mu?

Çok maçup olmuştum, utancımdan hiç bir şey söyleyemedim. Rasûlullah devamla:

- Demek sende hala cahiliye devrinin âdetlerinden eser var. Halbuki islamiyette insanın derisinin hiç bir ehemmiyeti yok. İslamiyet ırk, renk, ve soy - sop farkını ortadan kaldırmıştır. Müslümanlıkta Allah'tan kim daha fazla korkarsa o öbüründen daha üstündür. Sen bu hali nasıl işledin?...
buyurdular.

Efendimizin bu sözleri karşısında ziyadesiyle üzülmüş ve ne yapacağımı şaşırmıştım. Rasûlullâh ın huzurundan ayrıldıktan sonra doğru Bilâl-i Habeşî nin evine gidip , başımı eşiğine koydum:

- Ey Bilâl, mübârek ayakların bu kaba başın üzerine basarak geçmedikçe kendimi affetmeyeceğim ve buradan ayrılmayacağım, dedim.

Biraz sonra Bilâl içeriden çıktı, beni tutarak kaldırdı ve :

- Ey kıymetli kardeşim ben seni affettim, Allah da affetsin. Bu yüz çiğnenmeye değil öpülmeye layıktır , dedi ve kucaklayarak içeri aldı beni . Bilâlin bu hareketine çok sevinmiştim, gözlerinden öptüm.



:)

elhamdüllillah kendisi de sahabeleri de ne hoş...
 


PAŞANIN ATLARI





Cimriliği ile meşhur paşa ; atlara arpa verilmesi gerektiği yolunda kendisini her seferde uyaran seyislerine kızar , 'Lâ havle!...' çekermiş. Bir gün atları dermansızlıktan yığılıp kalınca gürler :

-Atlarıma neler oluyor ?...

Seyis cevap verir :

-Ne olacak efendim ... 'Lâ havle...' yiye yiye , 've lâ kuvvete!...' oldular.
 



ÖLÜM NEDİR





Öğrencilerinden biri Konfiçyüs e sorar .

-Ölüm nedir ?...


-Hayat hakkında ne biliyorsun ki , sana ölümden bahsedeyim, diye cevap verir.
 



MISIR EŞEĞİ






Mısır asıllı Osmanlı paşalarından birisi senenin yarısını memleketinde , yarısını da başkent İstanbulda geçirirdi. Bir seferinde memleketine gitme vakti gelmiş, Sadrazama uğrayarak vedalaşıp bir isteğinin olup olmadığını sorar.

-Unutmazsan Paşa , dönüşte bana bir Mısır eşeği getir , der Sadrazam.

-Baş üstüne , der vedalaşır ayrılırlar.

Aradan aylar geçer Mısırdan dönüş vakti gelir , paşa İstanbula avdet eder. Hazırladığı hediyelerle huzuruna çıkmak için beklerken aklına Sadrazamın ısmarladığı Mısır eşeği gelir. Kaynar sular dökülür âdeta başından , 'Nasıl da unuttum?..'diye dövünürken , unutmuştur , bunca gaile arasında o mu aklında kalacak?...' diye telkinler verirken kendine , içeri davet edilir. Hoş beşten sonra hediyelerini takdim eder. Sadrazam sorar :

-Mısırdan eşek getirdin mi Paşa ?...

Paşa utana sıkıla , ezile büzüle :

-Affı şahanelerinize sığınıyorum Efendim. İnanın ki unuttum!...der.

Sadrazam gülümseyerek :

-Ziyanı yok Paşa. Üzülmeyiniz. Siz geldiniz ya!...


:))))
 

ADAMA GÖRE





İncili Çavuş Osmanlı elçisi olarak Fransa Kralına gönderildiğinde elbiselerinin bazı yerlerinde yama varmış. Kral bunu fark edince sormuş :

-Bana senden başka gönderecek adam bulamadılar mı?...

-Osmanlılar adama göre adam gönderirler. Beni de sana göndermelerinin hikmeti bu olsa gerek,
der İncili Çavuş.


:) eee osmanlı işini bilir vesselam...
 

E L M A






Konfiçyüs, bazı insanlara bir şey öğretmenin en iyi yolunun bunu örneklerle göstermek olduğunu biliyordu. Bu yüzden sınıfın tam karsısına geçti. Eline bir vazo aldı, tüm öğrencilerin görebileceği şekilde havaya kaldırdı. Diğer elinde de bir elma vardı. Öğrencilerin meraklı bakışları arasında, elmayı içinde bıraktıktan sonra, vazoyu yere koydu ve :

-Elmayı vazodan çıkarmayı başaran öğrenci, elmayı yiyebilir , dedi.

Çocuklardan biri acıkmıştı , ilk o davrandı ve elini vazonun dar ağzından içeri soktu. Elmayı yakaladı, çıkarmaya çalışıyor, ama başaramıyordu.

-Elimi çıkaramıyorum!..
diye sızlandı.

Konfiçyüs :

-Elmayı sıkı sıkı tutmaktan vazgeçmediğin sürece, elini çıkarman mümkün olmayacaktır,
dedi.

Çocuk elmayı bırakmak istememesine rağmen zorunlu olarak gevşettiği elini vazodan çıkardığında, yüzünden şaşkınlık okunuyordu.

Konfiçyüs, vazoyu yerden alıp ters çevirdi. Elma yuvarlanıp avucunun içine düştü. Çocukların hepsi gülmeye başladı . Aslında o kadar basit bir şeydi ki bu!...

Konfiçyüs :

-Fakat bu, göründüğü kadar basit değil, dedi. Elmayı havada tutuyordu konuşurken. "Bazen bir şeyi gerektiğinde bırakabilmek, zor bir istir. Onu bırakabilmek de bir beceridir. Eğer bir şeyi zorla tuttuğunuzda ulaşmak istediğiniz şeyi engellediğini görüyorsanız, o zaman onu özgür bırakmalısınız. Eğer yanlış bir şey yapıyorsanız, o zaman buna son vermelisiniz. Eğer kendinize ve başkalarına karşı dürüst davranmıyorsanız, bu hilekarlığı hemen durdurmalısınız. iste, ancak o zaman hedefinize ulaşabilirsiniz."
 

E Ğ E R Y A L A N C I İ S E N !...






Ebu Hureyre , Rasûlullah Efendimizden şöyle rivayet etmiştir :

İsrailoğullarından abraş ( cilt hastası) , kel ve kör üç kişi vardı. Allah bunları imtihan etmek için bir melek gönderdi. Melek abraşa geldi ve :

-Hangi şey sana daha sevimlidir ,
diye sordu.

Abraş :

-Güzel vücut , güzel ten ve halkın iğrendiği abraşlığın giderilmesidir , dedi.

Melek onun vücudunu sıvazladı , hemen çirkin manzarası gitti , güzel bir renk ve ten verildi kendisine . Melek yine sordu :

-En çok hangi maldan hoşlanırsın , diye sorunca da :

-Deve !... cevabını verdi . On aylık dişi bir deve verildi kendisine ve melek onun için şöyle dua etti :

-Allah bu deveye , senin için bereket kılsın!...

Melek , kelin yanına gelerek sordu :

-En çok hangi şeyi istersin?...

-Güzel saç ve halkın tiksindiği şu kelliğin benden giderilmesi !...

Melek onu da sıvazladığı gibi kelliği kayboldu gitti , üstelik hemen güzel bir saç çıkıverdi. Ona da sordu tekrar :

-Hangi mal daha çok hoşuna gider ?...

-Sığır , dedi adam. Yüklü bir inek verildi kendisine ve şöyle dua etti :

-Allah bu inekte senin için bereket kılsın!...

Daha sonra körün yanına gelerek sordu :

-Hangi şey daha çok hoşuna gider ?...

-Allahın gözümü iade edip , ihsanları görebilmeyi !...

Melek onu da sıvazladı , gözleri iade edildi , dedi ki :

-Hangi mal daha çok hoşuna gider ?...

-Koyun ,
dedi adam . Ona da kuzulu bir koyu verildi.

Bir müddet sonra deve ve sığır sahiplerinin bu hayvanları yavruladı , koyun sahibinin koyunları kuzuladı. Öyle ki deve sahibinin bir vâdi dolusu devesi , sığır sahibinin bir vâdi dolusu sığırı , koyun sahibinin de bir dere dolusu koyunu oldu . Derken bir zaman sonra o melek , ilk görüştüğü anda ki sûretinde abraşa geldi :

-Yoksul bir adamım ben , yolculuğum sırasında hiç bir şeyim kalmadı. Gideceğim yere varabilmem ancak senin sayende olabilecek. Sana güzel renk , güzel ten ve bunca mal veren Allah hakkı için bir deve istiyorum ki , yolculuğumda üzerine bineyim ,
dedi.

Abraş :

-Hak sahipleri çoktur ( (yani ; yardım edecek çok yer var , sana verecek malım yok) der.
Bunun üzerine melek :

-Seni tanıyor gibiyim. Sen , halkın tiksindiği abraş değil misin?... Sen Allahın (sonradan) servet verdiği fakir değil misin?...
dedi.

Abraş :

-Bu mallar bana atalarımdan kaldı , dedi.

Melek :

-Eğer iddianda yalancı isen Allah seni eski hâline çevirsin , dedi.

Sonra melek yine eski sûretinde , kel olan adamın yanına gitti. Aralarında aynı abraşın ki gibi bir diyalog geçti. Kel de reddetti , isteneni vermedi , Ona da :

-Eğer yalancı isen Allah seni eski haline getirsin ,
dedi melek.

Son olarak (kendini ilk tanıttığı sûrette) önceden kör olan adamın yanına vararak koyun istedi. Adam dedi ki :

- Dilediğin kadarını al , dilediğin kadarını da bırak. Vallahi bugün , Allah için alacağın hiç bir şeyde sana güçlük çıkarmayacağım , dedi. Melek bunun üzerine dedi ki :

-Malın sana kalsın , sizler imtihan olundunuz!... Senden râzı olundu , diğer iki kişiye de gazap olundu ,
dedi.
 

HANGİ BORÇ






3.Mustafanın veziri Koca Ragıp Paşanın konağında bir Ramazan günü oruç üzerine sohbet yapılıyordu. Paşa orada bulunanlardan Şair Haşmete :

-Haşmet , senin de borcun var mı , diye sorunca , Şair Haşmet :

-Evet , var efendim , der. Mahalle bakkalına bin kuruş , kasaba da beşyüz kuruş.

Paşa gülerek :

-Onu sormuyorum yahu!... Oruç borcun var mı , sen onu söyle , der.

Şair Haşmet cevabı yapıştırır :

-Paşam , oruç borcunu Allah sorar. Sizin soracağınız kul borcudur.
 
KATIK


Adam o kadar yoksuldu ki , ekmeği katık ile bulduğu pek vâki değildi. Bir gün padişah Yıldırım Bayezid Han'ın oralardan geçeceğini haber alır. Bir plan hazırlayarak , sultana kendisini acındırıp , dünyalık bir şeyler koparacağını umar.

Sultanın maiyetiyle geldiğini fark ettiğinde hemen elinde ki kuru ekmekle dere kenarına iner, başlar ekmeğini suya batırarak yemeye. Padişah fark eder durumu , sorar :

-Hayır ola baba , bu ne hal?!...

-Ne olacak Sultanım , görüyorsun halimi , derenin suyunu ekmeğime katık ediyorum!...
diyince ihtiyar yoksul , Padişah cevabı yapıştırır :

-Maşallah baba maşallah. Katığın bol , ekmek yetiştirebilirsen aşkolsun!...




:) ya bayezid şanın ulu olsun...
 
İLAÇ



Bayezid-i Bistami Hazretleri akıl hastanesinin önünden geçerken doktorun havanda ilaç dövdüğünü görerek sorar :

-Doktor ; çok günahkârım , benim için de bir ilaç var mıdır?...

Konuşmayı duyan bir hasta , doktora fırsat bırakmadan , pencereden başını uzatarak cevap verir :

-Tevbe kökü ile istiğfar yaprağını karıştır ... kalp havanında tevhid tokmağı ile güzelce döv ... insaf eleğinden geçir ... göz yaşı ile yoğur ... aşk fırınında pişirerek sabah akşam bol bol ye. Göreceksin hastalığından hiç bir eser kalmayacaktır.

Gönül Sultanının gözleri dolar :

-Ya Rabbi !... der , şu dünya hastanesinde ne doktorlar var!...
 
AZİZ OL



Üsküdarlı Aziz Efendi bir gün eşeğine binmiş çarşıya giderken, Doğancılar'da Şair Kazım Paşa ile karşılaşır ve bir latife yapmak ister :

-Öp bakalım Paşa babanın elini , diye eşeğine seslenir.

Kazım Paşa elini eşeğin burnuna doğru uzatır :

-Aziz ol evladım aziz ol!... der.
 
ÖKÜZ




Dünya öküzün üzerindedir!... , Dünya balığın üzerindedir!... hadislerinin ne anlama geldiğinden habersiz bir adam Osman Demirci Hocaya sorar :

-Hocam dünyanın altında öküz var diyorlar , siz ne dersiniz?..

-Dünyanın altındakileri bilmem kardeşim , ama üzerinde çok sayıda olduğu kesin.


:)))
 
SADIK MEMUR





Çok değerli olan kütüphanesini millete vakfeden Koca Ragıp Paşa , tanıdıklarından birini de memur olarak oraya tayin eder. Aradan zaman geçer, bir gün ziyaret için kütüphaneye gider, etrafı ve kitapları kir, toz içinde bulur, canı sıkılır ama belli etmemeye çalışır, adamına :

-Seni tebrik ederim yavrum der. Gerçekten de çok emniyetli bir adammışsın. Baksana şunlara , verilenlere el dahi sürmemişsin ,
der.



:)
 

HADDİ AŞMAK




Yolda rastladığı nur yüzlü ihtiyara sormuş:

-Efendi , kaç yaşındasınız acaba?

-Haddi aştık evladım, haddi aştık, demiş ihtiyar.

-O ne demek efendi?..
diye sorunca da :

-Resûlullâhın mübarek yaşını aştık evladım, 63 ü geçtik senin anlayacağın , demiş.
 
KAMIŞ



Bir mecliste Ahmet Haşim'in 'Akşam' şiiri okunuyordu :

'Akşam , yine akşam, yine akşam...
Göllerde bu dem bir kamış olsam!..'


Orada bulunanlardan biri atılmış:

-Bu nasıl şiir yahu?.. Kamış olmak ne demek?... İnsan hiç kamış olur mu?... deyince, Halit Fahri Ozansoy cevap vermiş :

-Olmaz mı be kardeşim ... bazılarımız odun olmuş , bir kaç kişi de kamış olsun bari.



:)
 
KADER



Kenan Rufai Hazretlerine sormuşlar :

-Madem ki neticede kaderin dediği oluyor , o halde niçin çalışıyoruz?...

Şu cevabı vermiş :

-Çalışmak ta kaderin icabı olduğu için.
 

SOKRAT





Öğrencilerinden biri Sokrat a sormuş:

-Herkese güzel konuşma dersleri verdiğin ve onlara hitabet sanatını öğrettiğin halde , niçin sen de çıkıp bir konuşma yapmıyorsun?...


-Bak evlat , demiş Sokrat , bileğitaşı keskin değildir ama , en sert olan demiri bile keskin eder.
 

VERMEYİNCE MÂBUD...





Osmanlı Padişahlarından Sultan ll. Mahmud zaman zaman tebdili kıyafet eder , kontrollere çıkarmış. Bir sabah namazı vaktinden önce kalkar, nedimi ile çıkar, camiide namazını eda ettikten sonra bir kıraathaneye uğrarlar. Her taraf ter temiz, işleten işinin ehli , lâkin müşteri yok. Çay, kahve içerler , beklerler nafile. Ne gelen var, ne giden. Sorar :

-Bu ne haldir ağa ?... Müşteri yok !.. Her zaman böyle midir?...

-Ne bileyim beyim , rızkımız bu kadar demek ki.

-Çoluk çocuk var mıdır?..

-Ellerinden öperler beyim ... yedi tane.


Padişah düşünür , adamın gururunu incitmeden, kendini de tanıtmadan bir hal çaresi bulur :

-Bak ağa , ben varlıklı bir insanım. Allahın nasibini yoksullarla paylaşmaktan hoşlanırım. Çocukların uzun zamandır tatlı da yememişlerdir. Sana her gün bir tepsi baklava göndereceğim. Ailenizle afiyetle yersiniz , deyip , kalkıp sarayın yolunu tutar. Yolda nedimini tembihler :Baklavanın her diliminin arasına , dışarıdan belli olmayacak biçimde bir altın koyasınız!...

Aradan zaman geçer. Sultan yine bir sabah vakti o kıraathaneye uğrar. Eski hamam , eski tas!... Hiç bir değişiklik yoktur adamın durumunda. Sorar:

-Ne var ne yok ağa?... Tepsiler gelmiyor mu?... Yemiyor musunuz?

-Allah ömür versin beyim , her gün geliyor. Lâkin ne yalan söyliyeyim , yemiyor , yanda ki ahçı dükkanına satıp , parasıyla eve nevale alıyoruz. Ama ne biçim tatlıdır ki ahçı gözü yollarda bekler her gün!?...

-Allah müstahakını versin. Neden beklediğini bir bilseydin!...


Garibana daha fazla eziyet etmemek için sözünün devamını getirmez . Kendini tanıtır ve ikindi vakti saraya gelmesini tembihler , uzaklaşır oradan. Gelir adam söylenen saate. Padişah hazinedarını çağırır emir verir :

-Bu adamı alıp hazine dairesine sokacaksın. Eline bir kürek vereceksin , altın yığınına daldıracak. Kürekte ne kadar kalırsa kendisine vereceksin.

-Ferman Padişahımızındır
der hazinedar , sultanı selamlar , çıkarlar birlikte.

Hazine dairesine girdiklerinde ; gördüklerinin karşısında adeta dili tutulur adamın , titremeye başlar. Küreği alır eline daldırır altın yığınına , kaldırır ... İkisinin de gözleri fal taşı gibi açılmıştır. Gariban heyecandan küreği ters daldırmış , kaldırdığında yalnızca tek bir altın kalabilmiş üzerinde. Durum sultana haber verilir. O bir altını adama uzatırken söylenir :

-Vermeyince Mâbud , neylesin Sultan Mahmut!...


:)
 

HEDİYE





Bir gün Sultan Ahmet, Aziz Mahmut Hüdâyi ye bir hediye gönderir. Hazret gönderilen hediyeyi şüpheli bularak geri çevirir. Padişah aynı hediyeyi bu sefer Abdülmecid Sivâsi ye gönderir. O ise kabul eder. Gün gelir Padişah ile Sivâsi hazretleri karşılaşır , sorar :

-Size gönderdiğim hediyeyi daha önce Hüdâyi ye yollamıştım lâkin kabul etmedi ?!...

-Padişahım ,
der Sivâsi hazretleri , Hüdâyi bir Ankâ dır ki , lâşeye tenezzül etmez ...

Başka bir gün Hüdâyi hazretleri ile sohbette iken sorar :

-Geri çevirdiğin o hediyeyi Abdülmecid Sivâsi ye gönderdim , kabul etti , deyince padişah , hesabı görüleceklerin kadısı Aziz Mahmut Hüdâyi hazretleri şu cevabı verir :

-Sultanım ; Abdülmecid bir deryadır ki , ona bir katre necaset düşmekle pislenmiş olmaz.


:) BÜYÜKLERİN İŞİ, İŞTE BÖYLE VESSELAM...
 
Geri
Üst
AdBlock Detected

We get it, advertisements are annoying!

Sure, ad-blocking software does a great job at blocking ads, but it also blocks useful features of our website. For the best site experience please disable your AdBlocker.

I've Disabled AdBlock    No Thanks