Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Gercek Hallaci Mansur

milwaukee

New member
Katılım
12 Şub 2006
Mesajlar
222
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Daha önceki bölümlerde ayrıntılı olarak anlatıldığı gibi, Mekke müşrikleri Allah'ın mevcudiyetini biliyor ve kabul edi*yorlardı. O'nun mutlak güç ve kudret sahibi olduğunu, herşeyi yaratan olduğunu tasdik ediyorlardı. Ancak ayette de geçtiği gibi, onlar bu olumlu özelliklerine rağmen müşriktiler, çünkü Allah'ı gerektiği kadar ve gerektiği biçimiyle bilmiyor, tanımı*yorlardı. Dolayısıyla inançlarının olumlu yönleri, olumsuzlar*la karşılaştırıldığında bir anlamı kalmıyordu. Onların Allah'la ilgili inançlarının genel özellikleri şöyle idi; onlar putları Allah ile kendi aralarında aracı ve putları kendileri için Allah'a karşı şefaatçi kabul etme yanlışlıklarına karşılık, Allah ile yaratıkla*rı, varlık ve sıfatlar itibarıyla tamamen ayrı kabul etmek gibi bir doğruya da sahiptiler. Hatta Allah ile yaratıkları ayırmada o kadar hassastılar ki bu hassaslıkları bir başka yanlışlığa ne*den olmuştu. Söz konusu yanlışlıkları, Allah'ın yüceliği nede*niyle, hiç bir yaratıkla aşağılığı nedeniyle ilgilenmeyeceği inancıydı. Bu yanlışlık nedeniyledir ki Resûlüllah (sav)'e karşı çıkarken Allah'ın bir insanı elçi olarak seçmiyeceğini, Öylesi yüce bir varlığın insan ile irtibat kurmayacağını belirtiyorlar*dı.





Hummalı bir çalışma ile kısa sürede tercüme edilerek, Arapçaya kazandırılan felsefe kitapları ve bilhassa Hallac-ı Man sûr (309/922) gibi bazı sûfilerin Hint'i sık sık ziyaret etme*leri, Bekâbillah inancının oluşmasında etkili olan malzemeyi sağlamış görünüyor. Bu inancın oluşup, kabul görmesi fena inancının aslından oldukça farklı boyutlarda anlamlandırılma-sına da zemin hazırlar. Bütün bunlar sonucunda da kendisin*den geçilenin ne olduğuna yönelik soruya cevap verilmiş olur;




"Ben, sevgi ile bağlı olduğum O kimseyim ve sevdiğim O kimse benim,




Biz bir tek cesede girmiş iki ruhuz,




Sen beni görüyorsan, O'nu da görürsün,




Şayet O'nu görüyorsan her ikimizi de görürsün"




Daha çok hulul inancını ifade eden bu ve benzeri ifadelerle de anlaşılmış olur ki, terkedilen, kendisinden geçilen yoktur. Aksine Mutlak Varlık oluşun bilincine varmak vardır. Hallac-ı Mansûr'un (309/922) diğer bir çok şiirinde ifade edilen bu inan*cın özeti ise "Enel Hakk" sözü olur. O, Hint seyahatleri sırasın*da öğrendiği Hulul inancını Fena inancının çarpıtılmış biçimi içerisinde ifade ederek bu inancın yaygınlık kazanmasına ze*min hazırlar. Elbetteki Mansûr, değiştirilip, çarpıtılan ve bu nedenle Tevhid muhalifi bir özellik kazanan Fena konusu*nun tek örneği değildir. Daha bir çok sûfi, değişik vesilelerle Mansûr'unkine benzer inançlarını açığa vurmaktan geri kal*mazlar. Zamanında zındıklıkla suçlanan Zü'n Nün el-Mısrî (246/861) "Harmaniyemin içinde Allah'tan başka birşey mev*cut değil." veya "Hakk'a Hakk'la baktığım zaman Hakk'ı Hakk'la gördüm ve bir zaman Hakk'da Hakk'la birlikte ol*dum...O'na O'nun nuruyla baktım ve O'nu kendi bilgisiyle gör*düm. O'nun lûtfunun diliyle kendisiyle görüştüm. "Seninle, be*nim halim nasıldır?" dedim. Bana "Ben seninle senim, Sende başka Allah yok" dedi."(54) gibi sözleriyle, söz konusu inancı di*le getirirken, bu inancı sistemleştirip, başlıbaşına bir inanç sis*temi haline getiren İbn Arabî (638/1240) ise "O'nun peygamberi O'dur, göndermesi O'dur ve kelimesi O'dur. O kendisini kendi*siyle Kendi'ne göndermiş'tir." sözleri ve benzerleriyle aynı inancı bazı ufak farklılıklarla tekrarlar. Daha bir çok örneği bulunabilecek bu şahsiyetlerin bir diğer temsilcisi ise Yunus Emre (20/1320-21) olur. O, genel kabul görmüş olan şiirlerinin arasına serpiştirdiği ve hulul ile Vahdet-i Vûcud arasında gi*dip/gelen inancı ile Allah-Kul, Yaratan-Yaratılan ayrımını kal*dırmaya yönelik tavırlar sergiler. Örneğin şu şiirinde olduğu gibi;




"Dost yüzin göricek şirk yağmalandı Anunçün kapuda kaldı serî'at"




Ünlü mutasavvıf-şair Kaygusuz Abdal'ın (848/1444 ifade*leri de aynı inancın bir başka örneğidir;




"Bu cümle eşyaya mevcûd olan sen




Bu mevcûd olana vücûd olan sen




Dohsın yirde gökde her mekânda




Bî-nişân sır olarsın her nisanda




Şol ay yüzlerde çesm-i siyah sen




Hocasın dahi her bir meta' sen
 
Üst Alt